Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. Bölüm

@_kubraakyol

"Bugünün en güzel çiftine diyelim o zaman." dedi Salih Karahan gülerek Deniz'le beraber yanımıza gelirken. Ne konuşmuşlardı bilmiyordum ama ikisi de neşeliydi ve kahkahayla gülüyorlardı.

"Teşekkür ederiz." dedi Deniz mahcup bir sesle. Onu tanımasam utandığını düşünecektim.

Gökalp'le aynı anda birbirimizden habersiz kadehlerimizi kaldırdığımızda Salih abi ve Deniz çoktan masaya ulaşmıştı. Gökalp'e bakıp yaşadığımız tesadüf için gülümsedim. O da bana gülümsüyordu.

Salih abi ve Deniz kadehlerimize kadehlerini tokuştururken Deniz çoktan yanıma gelip elini belime sarmıştı. Başımı ona çevirdim ve gözlerinin içine baktım. O kadar güzel bakıyordu ki göz bebeklerine bile sarılmak istiyordum. Ben onun bakışlarında kaybolduğumda bana doğru eğildi ve alnımı öptü. "Ama sen böyle her defasında kendine aşık edemezsin Ada Hanım. Bizdeki de kalp." diye fısıldadı kulağıma. Gülümsedim.

Salih abi ve Gökalp yanımızda olduğu için Deniz'in söylediklerini mecburen görmezden geldim ve başımı içeriye çevirdim. Yalnız kaldığımızda ilk işim bunun karşılığını vermek olacaktı.

Kalabalık, zaman geçtikçe daha da artıyordu. "Neyse, biz buralardayız. Yine uğrarız." dedi Salih abi elini hafifçe sallarken. "Kendinize iyi bakın."

"Görüşürüz Salih abi." dedi Deniz elini Gökalp'e uzatırken. "Memnun oldum tekrardan."

Gökalp de elini uzattı ve Deniz'in elini sıktı. "Ben de memnun oldum. Lansmanda başarılar."

Deniz "Sağ ol." dedi ve elini çekti. Onun ardından ben de elimi uzattım ve bu görüşmenin son tokalaşmasını yaparken gülümsedim. Gökalp'in eline dokunduğumda o tanıdık his içimi tekrar yoklamıştı. Anlam veremesem de aldırmadım ve arkasından gidişini izledim. Onu daha önce gördüğüme emindim.

Gittiklerinde ilk işim Deniz'i soru yağmuruna tutmak olmuştu. "Salih abi anlatmış mı her şeyi? Gökalp ailesinin gerçek olmadığını öğrenmiş mi? Gökalp senin ve Melih'in düşman olduğunu biliyor muymuş?" Deniz konuşmayı unutmuşçasına beni hayran hayran izlerken gülümsüyordu. "Deniz sana diyorum."

Deniz gülerek başını iki yana salladı. Ardından ciddileşti. "Hayır, henüz bir şey anlatmamış. Gökalp'in gerçek ailesini bulduktan sonra anlatacakmış. Ama miras bildirimini yapmış. Yani Salih abinin tüm mal varlığı Gökalp'in. Tabii Gökalp'in henüz bundan da haberi yok."

"Sence nasıl biri? Gökalp yani." dedim merakla Deniz'e bakarak. "Tamam, gerçek ailesi değil ama Melih ve Özgür'den çok farklı. Acaba hiçbir şey hatırlamıyor mu?"

"Bilmiyorum Ada. Salih abi ona gerçekleri anlatınca öğreneceğiz artık."

Dudaklarımı aşağı sarkıttım ve arkamdaki uzun tabureye oturdum. Neyse ki buraya bunu koymayı akıl etmişlerdi. Yoksa bütün gün topuklu ayakkabı ile asla duramazdım. Ben spor ayakkabı insanıydım. "Haklısın, neyse... Deniz bu arada biz ne zaman gideceğiz? İtalya'ya yani. Dayıma ne diyeceğim? Bir de o var."

Deniz karşıma geldi ve önümde durup ellerini yanaklarıma koydu. "Çarşamba sabahı. Ama ondan önce Aydın'a gideceğiz."

"Aydın mı?" dedim şaşkınlıkla.

"Evet. Dayıma ne diyeceğim demiyor muydun? Gidip haber vereceğiz. Belki Güneş'le aran da düzelir. Hem sen benim ailemle tanıştın. Sen beni tanıştırmayacak mısın?" dedi tek kaşını kaldırıp. Yüzündeki gülümsemeye engel olamadığını görebiliyordum ve bu ifadesini o kadar çok seviyordum ki tutup öpesim geliyordu.

"Tanıştıracağım tabii de dayım İtalya işini kabul eder mi bilemiyorum."

"Bak, dayına sana ne kadar çok aşık olduğumu anlatacağım. Saçının teline, uykulu ses tonuna, güldüğünde kısılan gözlerine ve dudaklarının kenarında beliren çizgilere, saçını kulağının arkasına atışına, şaşırdığında gözlerini kocaman açışına, hepsine aşığım diyeceğim. Biraz nefes almaya ihtiyacı var, müsaadenizle onu alıp bir süreliğine kaçıracağım diyeceğim. "

"Dayım da bunu kabul edecek?" dedim kaşlarımı kaldırarak.

"Dayın beni ikiletmeden, tekte kabul edecek." Deniz o kadar kendinden emin konuşuyordu ki ben bile dayımın kabul edeceğine ikna olmuştum.

"Bu kadar güveniyorsun yani kendine?"

"Evet, iddiaya girelim mi?"

"Tamam, nesine?"

Deniz dudaklarını birbirine bastırıp bir süre düşündü. "Hmm, iddia sonuçlandıktan sonra söyleyeceğim."

Omuz kıstım. "Peki, sen bilirsin." dedim umursamaz bir tavırla. Ama aslında bal gibi de umursuyordum. Acaba ne isteyecekti? "Sence buradan müşteri bulabilir miyiz? Yani bu maket site iyi bir reklam oldu mu? Yeterince ilgi çekiyor mu?"

"Oldu tabii. Olmaz mı? Benim güzeller güzeli sevgilimin dokunduğu her şey güzel ve ilgi çekici olur zaten."

Kocaman gülümsedim ve ellerimi hala yanağımın üzerinde duran ellerinin üzerine koydum. "Böyle güzel baktığın kadın olmak çok güzel biliyor musun? Dünyanın en şanslı insanı diye bir şey var varsa eğer, o sen değilsin. Benim sayın Deniz Aladağ." dedim sahte bir tehditle. Ardından ellerimi ellerinden çektim ve işaret parmağımı göğsüne bastırdım.

"Yok, ben zirveyi bırakmam." dedi Deniz gülümseyerek. Liseli aşıklara dönmüştük.

Gözlerimi devirip gülümsedim. "Aydın'a ne zaman gideceğiz?"

"Yarın sabah gideceğiz, bir gece orada kalırız. Çarşamba da hiç İstanbul'a gelmeden direkt Aydın'dan İtalya'ya gidiyoruz."

Şaşkınlıkla baktım. "Bunları ne zaman planladın?"

"Sadece planlamakla kalmadım. Biletleri ve Roma'da kalacağımız oteli bile ayarladım." Yüzünde çocuksu bir neşe vardı.

"Aşıklar şehrine gidiyoruz yani." dedim kravatını ellerimin arasına alıp. Kur yapıyor gibi görünüyor olsam da asıl amacım bozulan kravatını düzeltmekti.

Deniz işaret parmağının tersiyle yanağımı sevdi. "Hı hı." dedi yutkunarak. "Roma'yı bir kez de biz yakalım. Güzel olmaz mı?"

"Deniz." dedim arkasındaki kalabalığa bakarak. "Nerede olduğumuzu unuttuk sanırım."

Deniz öksürerek sesini düzeltti ve geri çekilip kalabalığa döndü. "Akıl bırakmadın ki." dedi sadece benim duyabileceğim bir sesle. Sırıttım ve çantamdan telefonumu çıkartıp babamı aradım. On gündür bıkmadan usanmadan sürekli arıyordum ama duyduğum ses ilk aradığımda duyduğum sesten farksızdı. Deniz en son nereden sinyal alındığına baktırmıştı. Bursa'da çıkmıştı. Kerem de orada olduğu için on gündür babamı arıyordu. Bulabileceğini düşünmüyordum ama az da olsa bir umudum vardı.

Burada neden bulunduğumuzu hatırlayıp ayağa kalktım ve Deniz'in koluna girdim. Katılımcılar çok yüksekti ama en şanslı masa bizimkiydi. Müşteriler en çok bizim masayla ilgileniyor ve bizimle görüşmek için randevu talep ediyorlardı. Eğer böyle giderse bugünün en karlısı biz olacaktık.

"Şans getirdin bana." dedi Deniz göz ucuyla bana bakıp. "Bütün tanıtımlara ve anlaşmalara seninle gideceğim artık. Kaçışın yok, haberin olsun."

Kadehimden büyük bir yudum aldım. "Bana uyar." dedim yanına sokularak.

"Neyse, lansman daha bitmedi ama artık gitmemiz gerekiyor. Valiz hazırlayacağız daha."

"Haklısın, bir de o vardı değil mi?" dedim ufak bir can sıkıntısıyla. Valiz hazırlamayı hiç sevmiyordum.

"Evet." dedi Deniz bardağındaki son kalan viskiyi de içerek. Ardından elimi tuttu ve beni çıkışa doğru yürüttü.

Nihayet arabaya bindiğimizde hiç vakit kaybetmeden ayakkabılarımı çıkardım. "Oh be, dünya varmış." dedim emniyet kemerimi takarken. "Bütün ağrım sızım geçti şimdi."

"Çok yoruldun mu?" dedi bir anlığına bana bakıp sonra tekrar yola bakarak.

"Yok yorulmadım, ayaklarım ağrıdı sadece. Ama geçer birazdan. Ayakkabılar yüzünden oldu." dedim radyoyu açıp. Arkama yaslandığımda Deniz sesi sonuna kadar açıp parmaklarıyla direksiyonda ritim tutmaya ve başını sallayarak şarkıya eşlik etmeye başlamıştı. Şaşkınlıkla ve mutlulukla ona baktım.

Yan dönerek ona eşlik etmeye karar verdiğimde bana döndü. Tam gözlerimin içine bakarken şarkının Söz verdim seni hep, hep seveceğim. kısmı kulaklarımızı doldurmuştu. Bana aşkla bakıyordu, neredeyse karşısında eriyecektim.

Bir yandan dans ediyor, bir yandan da Deniz'le beraber şarkıyı söylüyordum. Onunla eğlenmek çok güzeldi. Aslında onunla her şey çok güzeldi.

Yol boyunca bağıra bağıra şarkılar söyleyip olduğumuz yerde dans etmiştik ve sonunda eve gelmiştik. Ayakkabılarımı giymek için eğildiğimde Deniz "Dur." dedi ve hızla arabadan inip kapımı açtı. "Gel bakalım." Beni bir çırpıda kucağına alıp arabadan indirmişti. Kollarımı boynuna sarıp başımı omzuna koydum. "Giyme boşuna şu kadarcık yol için. Nasıl olsa birazdan çıkaracaksın."

Gülümsedim. "Beni çok seviyorsun." dedim fısıldayarak. Deniz eve doğru yürümeye başlamıştı.

"Evet. Seni aklının alamayacağı kadar çok seviyorum. Mesela şöyle anlatayım. Ben en çok ilkbaharı severim ve kıştan nefret ederim. Ama sen bana kış olsan, bütün dünya ilkbahar olsa ben yine de seni seçerim."

Yanağının boynuyla birleştiği yerdeki kemiğe büyük bir öpücük bırakıp başımı yeniden omzuna koydum. "Çok güzel kokuyorsun." dedim. Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. "Yuva gibi."

Deniz beni odaya kadar kucağında taşımış, yatağın yanına gelince de nazikçe yere bırakmıştı. "Kaç gün kalacağız?" dedim saçımı açmaya çalışırken. "Ona göre bir şeyler alayım."

Deniz banyoya doğru giderken bir yandan da kravatını indiriyordu. Ama bir yerde takılınca saçımı açmaktan vazgeçtim ve yanına gidip kravatını çıkarmasına yardım ettim. Bakışlarını yüzümden bir saniye bile ayırmamıştı. "Dönüşü düşünmedim. Otel çıkış zamanını açık bıraktım." dedi Deniz. Ardından aklına bir şey gelmiş gibi gözleri ışıldadı. "İtalya'ya gidiyoruz." dedi yeni hatırlamış gibi.

"Evet." dedim gülümseyerek. "Gidiyoruz."

Deniz bir anda tek eliyle beni kalçamın altından tuttu ve "İtalya'ya gidiyoruuuuuz." diye bağırarak odada koşmaya başladı.

"Deniz ne yapıyorsun? Dur." dedim kahkahalar atarak. "Allah aşkına dur. Gerçekten delisin sen."

Deniz beni yere indirdi ve ellerimi iki yanımdan duvara yapıştırıp beni duvarla kendi arasına sıkıştırarak parmaklarımı parmaklarına kenetledi. "Çıks." dedi dilini damağına değdirerek. "Yanlış tespit. Deli değilim, aşığım."

Deniz'e nasıl bir bakışla bakmıştım bilmiyordum ama beni aniden öpmeye başlamıştı. Ellerini ellerimden yavaşça çekti, belime sarıldı ve beni havaya kaldırıp boylarımızı eşitleyerek tekli koltuğa doğru ilerledi. Beni öpmesini seviyordum, bana dokunmasını da seviyordum. Nefesinin ciğerlerimi doldurmasını, benim ciğerlerimde gezen nefesinin tekrar onun içine karışmasını da seviyordum. Nasıl olmuştu, ne zaman olmuştu bilmiyordum ama onu kalbiyle, ruhuyla, bedeniyle, kokusuyla, sesiyle, tepeden tırnağa çok seviyordum.

"Sen hayatımda olan en güzel şeysin." dedi Deniz yüzünü ayırdığında. Koltuğa oturmuştu, ben de yine ait olduğum yerde, bir bacağının üstündeydim. Kucağında olmak beni bebekmişim gibi hissettiriyordu ve ben bu hissi de çok seviyordum. Gömleğinin üzerinden omzunu öptüm ve ardından öptüğüm yere başımı yasladım. "Burada saatlerce uyuyabilirim." dedim. Dudağımda dudağının tadı kalmıştı. Hafif nemli ve içtiği alkol yüzünden birazcık tuzluydu. Onu yine öpmek istiyordum. Üzerimde bir tuhaflık vardı. Çünkü onu sadece öpmek istemiyordum, ben ona karışmak istiyordum.

"Uyuyabilirsin ama bu akşam değil." dedi. "Valiz hazırlamamız lazım."

Başımı yavaşça kaldırdım ve onu öperek susturdum. Deniz o kadar nazikti ki birazdan duracak gibiydi. Durmasını istemiyordum ve bunun için ne yapacağımı da biliyordum. Dudaklarından ayrılıp olabilecek en yavaş şekilde boynuna ilerledim ve kokusuyla ciğerlerimi doldurup boynunun açıkta kalan kısmını öptüm. Deniz elleriyle yüzümü uzaklaştırdı. Yüzünde ne yaptığımı anlamaya çalışan bir ifade vardı. "Ada, sınırlarımda geziyorsun. Gerçekten durmayabilirim." dedi gülerek.

Yüzüne yaklaştım. "Durmanı istemiyorum belki de." dediğimde gözlerinin koyulaştığını gördüm. Bunu yeni fark ediyordum ama Deniz'in gözleri sadece öfkelendiğinde değil bir duyguyu çok yoğun yaşadığı zamanlarda da koyulaşıyordu. Şimdi olmasının sebebiyse arzuydu.

Ellerini sırtıma bastırdığında bir elimi ensesindeki saçlara götürdüm ve parmaklarımın arasına geçirdim. Bunu gerçekten isteyip istemediğimi sorgulayan bakışlarla yüzüme baktığında gözlerimin içinden cevabını almıştı.

Beni öperken yavaşça ayağa kalktı ve elleri elbisemin ipine gitti. Bu sabah attığı düğümleri çözmeye çalışırken ellerimi boynundan çektim ve alelacele gömleğinin düğmelerini açmaya çalıştım. Birbirimizi öpmeyi bir an bile bırakmamıştık. Ben ne kadar telaşlı ve hızlıysam Deniz o kadar sakin ve yavaştı. Canımı yakmak istemiyordu. Ama ben onun bahsettiği sınırlarda gezerken onun canını yakmak istiyordum.

Gömleğinin düğmelerini tamamen açtığımda hızlıca üzerinden çıkartıp bir kenara fırlattım. Elbisenin ipiyle işi bittiğinde ellerini sırtımdan yavaşça omuzlarıma getirip askılarımı kollarımdan aşağı düşürdü. Elbise saniyeler içinde ayaklarımın dibinde toplandığında nefesimin kesildiğini hissettim. Tamamen olmasa da çıplaktım ve onunla aramda sadece tek bir kumaş parçası kalmıştı.

Deniz yüzüme derin bir nefes bıraktığında nefessiz kalan ciğerlerim onun nefesiyle oksijenine kavuşmuştu. Ama yine de nefes alışverişlerim düzensizdi.

Beni öpe öpe geriye doğru yürüterek yatağa götürürken yarın onun yüzüne nasıl bakacağımı düşündüm. Bakamayacaktım. Ama şimdi bunu düşünmek istemiyordum. Düşündüğüm tek şey içimde dönme dolap dönüyormuş gibi hissettiren arzu duygusuydu. Deniz'i istiyordum. Çok istiyordum.

Yatağa ulaşmamıza saniyeler kala ellerim kemerine gitti. Bir çırpıda onu da çıkartıp odanın bir köşesine attım. Yatağa ulaştığımızda Deniz sırtımdan tutup bana destek olarak beni yavaşça yatağa yatırdı. Önce saçlarım sonra sırtım yatakla buluşmuştu. Bana olan şefkatini seviyordum ama bu akşam şefkatli olması gereken en son yerdeydik.

Bacaklarımın arasına yerleştiğinde ellerimi yatağa bastırıp parmaklarını parmaklarıma geçirdi. Bedeninin her santimini hissederken öpücükleri dudaklarımdan boynuma kaymıştı. Dudaklarımdan kısa ama derin bir inilti döküldü. "Deniz." diye fısıldadım. Bu his, yaşadığım hiçbir hisse benzemiyordu. Nemli ve yumuşak öpücükleri tenimle her buluştuğunda hücrelerimin uyuştuğunu hissediyordum.

Deniz kendi izlerini bana bırakırken kalp atışlarımı duyup duymadığını merak ettim. İki göğsümün arasındaki kemiği öperek aşağı inerken ellerimi serbest bıraktı ve kalbimin üzerine geldiğinde durdu. "Burası benim." dedi sessizce ama duymuştum. "Kalbin benim." Kalbimin denk geldiği yeri öptüğünde gözlerimi kapattım. Haklıydı, kalbim onundu.

Başımı geriye doğru atıp hemen altımdaki çarşafı ellerimle sıkarken sırtımın yay gibi gerildiğini hissetmiştim. Sessiz nefeslerim yerini derin iniltilere bıraktığında Deniz tekrardan yüzüme doğru geliyordu. Bir elime saçlarını hapsettim. Bir elimi de sırtına götürüp tırnaklarımı bastırdım. Erkeksi ve sabırsız bir inilti dudaklarının arasından tam boynumun üzerine döküldü. Yüzünü kaldırıp yüzüme baktı. Gözleri koyu değil ışıl ışıldı. Dudağıma yaklaşıp tam dokunacakken durdu. "Seni seviyorum." dedi usulca.

Dudaklarımı aralayıp tam onu öpecekken biri "Deniz oğlum." diye seslendi ve o biri Ülkü abladan başkası değildi.

Deniz hızlıca üzerimden kalkıp doğrulduğunda hemen yanımdaki yorganı alıp sanki Deniz az önce hiçbir şey görmemiş gibi üstüme çektim.

"Efendim Ülkü abla." diye bağırdı Deniz. "Ne oldu?"

"Uygar geldi." dedi. "Kapının altından ışığı açık görünce sesleneyim dedim, uyumuyordunuz değil mi?"

"Geliyorum Ülkü abla. Tamam." dedi Deniz öksürüp sesini düzelterek. Sesindeki hayal kırıklığını hissedebiliyordum. Hızlıca yataktan kalkıp dolabından bir kazak aldı ve saniyeler içinde üzerine geçirdi. Kendi kendine söyleniyordu. "Her şey aleyhime olmak zorunda değildi. Ulan Uygar... Zamanlamaya bak. Şimdi mi gelinir?"

"Deniz." dedim. Bana varlığımı unutmuşçasına baktı. "Kazağın." dedim sırıtarak. "Ters giymişsin."

Deniz "Hay aksi." diye hırladı ve kazağını çıkartıp bu sefer düz olacak şekilde giyerek kapıya doğru yürüdü. "Bir dahaki sefere ışığı kapatmayı unutmayalım."

Sırıtarak yorganı yüzüme kapattığımda Deniz çoktan odadan çıkmıştı. Koridorda Ülkü ablayla bir şeyler konuşuyordu ama uzaklaştıkları için duymamıştım. Yataktan kalkıp elbiseyi üzerime geçirdim ve eşyalarımın olduğu odaya giderek üzerime ev kıyafetlerimden giyip banyoya gittim. Saçlarım ve makyajım dağılmıştı. Tokayı açıp saçlarımı tekrardan toplayarak dağılan makyajımı temizledim ve aşağı indim.

İlk işim Uygar'a sarılmak olmuştu. "Sen yarın taburcu olmayacak mıydın?"

"İyiyim deyince Bülent abi çıkmama izin verdi."

"Çok sevindim. Sahalara erken döndün demek. Hoş geldin tekrardan." dedim gülerek.

"Hıı." dedi Deniz alt dudağını ısırırken. "Evet döndü. Tam zamanında döndü ama." Gülmemek için kendimi zor tutuyordum ve Uygar hastaneden gelmemiş olsaydı Deniz'in onu kovacağını biliyordum.

"Ne oldu Deniz? Sen bir gerginsin sanki. Lansmanda kötü bir şey mi oldu?" dedi Uygar merakla.

"Hayır." dedim. "Lansman harika geçti."

"Hani beni görüntülü arayacaktınız?" dediğinde alnıma vurdum. Unutmuştuk. "Aramadığınız için gelip detayları öğrenmeye geldim. Ayrıca bana hiçbir şey anlatmadınız. O gece ne oldu? On gündür ne yapıyorsunuz?"

Deniz alkol dolabına giderek iki bardağa viski koydu ve birini Uygar'a verip yerine oturdu. Derin bir nefes almıştı. O anları tekrar tekrar yaşamak istemediğini biliyordum ama Uygar'a anlatıp içini dökmek istediğini de biliyordum. Kafasında bir şeyler tarttığını fark ettim.

"Ada'yla, Özgür'ü ve Melih'i ihbar ettik." dedi bir çırpıda. Uygar ağzına değdirdiği bardağı neredeyse yere düşürecekti.

"Nasıl? Nasıl yani? İhbar ettiniz ama size on gündür hiçbir şey yapmadı mı?"

"Soruşturma gizli yürütülüyor. İhbardan haberleri yok."

Uygar birkaç saniye durdu. "Baştan anlatsana oğlum şunu. Bir sonundan bir başından alıyorsun. Hiçbir şey anlamıyorum." dediğinde esneyip kollarımı koltuğun kenarına, başımı da kollarıma yasladım.

Deniz yaşadıklarımızın yarısına geldiğinde gözlerimin kapanmak üzere olduğunu fark etti. "Ada, uyuyakalacaksın. Yukarıya çık."

"İyiyim böyle." dedim esneyerek. "Uyumayacağım."

Deniz ikna olmuş olacak ki bakışlarını Uygar'a çevirdi ve anlatmaya devam etti. O sırada benim gözlerim çoktan kapanmıştı.

22 Ekim, Salı

Uyandığımda yatak odasındaydık ve saat sabah altıya geliyordu. Telaşla doğruldum ve Deniz'i uyandırmaya çalıştım. "Deniz kalk. Uçağa geç kalacağız, çabuk. Uyan hadi. Valizlerimizi hazırlamadık."

Bir şeyler mırıldanmıştı ama anlamıyordum. "Deniz ne diyorsun? Hiçbir şey anlamıyorum söylediklerinden."

Gözlerini tamamen açıp ellerinle ovuşturarak yavaşça doğruldu. "Hazırlamıştım ben gece. Valizlerimizi yani." dedi uykulu sesiyle. Benim için valiz mi hazırlamıştı? "Saat kaç olmuş ki?"

"Altıya geliyor. Kaçta uyudun sen?"

"Dörde geliyordu. Uygar geç gitti."

"Sadece iki saat mi uyuyabildin?" dedim hüzünle.

"Az uyudum diye ölmem herhalde Ada merak etme." dedi Deniz gülerek ve yanağıma kocaman bir öpücük bıraktı. "Uçakta uyurum. Hadi kalkalım. Yedi buçukta havaalanında olmamız gerekiyor."

Başımı sallayıp hızla yataktan kalktım ve banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Benim ardımdan Deniz de banyoya yöneldiğine misafir odasına gidip üzerimi değiştirerek aşağı indim. Valizlerimiz kapının yanında duruyordu.

"Ciddi ciddi gidiyoruz. Kandırdın beni." dedim Deniz merdivenlerden indiğinde.

Deniz ellerini belime sardı ve saçlarımı kokladı. "Yaparım öyle şeyler." dedi sevimli bir ses tonuyla. "Alış yani."

"Alıştım zaten." dedim ve ellerini tutup avuç içlerini öptüm. "Ellerine, gözlerine, kokuna, yüzüne, bana böyle bakmana, sarılmana, kollarında uyumaya, seninle uyanmaya."

Deniz başımı göğsüne bastırıp "Hmm." dedi saçlarımı tekrar koklarken. "Uçağı kaçıralım diye lafa mı tutuyorsun sen beni?"

Sırıttım. "Yoo." dedim elini tutup kapıya yönelirken. "Hadi geç kalıyoruz."

Tam vaktinde havaalanına vardık ve check-in yaptırıp gideceğimiz uçağa bindik. Deniz koltuğa oturur oturmaz başını omzuma yasladı. Uykuya dalması sadece birkaç dakika sürmüştü.

Bir saat on dakika sonra nihayet Aydın'a varmıştık. Hava İstanbul'a göre oldukça sıcaktı. "Heyecanlı mısın?" dedi Deniz güneş gözlüğünü takarken.

"Yani, evet." dedim gülümseyerek. "Dayıma Savaş'ı ve babamı anlatacağım, muhtemelen Güneş'le aramı düzelteceğim. Sevgilimi ailemle tanıştıracağım. Sonraaa onunla İtalya'ya gideceğim."

Deniz bir adım atıp bana yaklaştı ve elini belime sardı. "Bir daha sevgilim desene."

"Sevgilim." dedim nazlı bir sesle.

Gülümseyip dudağıma küçücük ve kısa bir öpücük kondurdu. "Sevgilim, bebeğim, güzelim, canım ve daha bir sürü şey. Bu kelimelerin hepsi seninle güzelleşiyor. Tıpkı senin benim hayatımı güzelleştirmen gibi."

"Deniz insanlar bize bakıyor." dedim telaşla etrafa bakarken.

"Ne güzel işte. Herkes seni ne kadar çok sevdiğimi görüyor."

Gözlerimi devirip başımı sağa sola salladım. "Sen gerçekten delisin."

"Bu arada." dedi elimi tutup yürürken. "Dayının izin vermeyeceğini düşünüyorsun ama İtalya'ya gideceğiz diyorsun. Yenileceğini kabul ettin sanırım sayın Ada Hanım." Sırıtıyordu.

"Bütün ihtimalleri değerlendiriyorum diyelim Deniz Bey. Henüz hiçbir şey bitmedi."

Kolunu omzuma attı. "Bebeğim ben kazanacağım, hazırla kendini." O kazanacaktı biliyordum. Ama itiraf edip şimdiden onu şımartmak istemiyordum. Acaba iddiayı kazandığında ne isteyecekti?

Dayımların evine gitmeden önce kahvaltılık bir şeyler almıştık. Hatta Deniz gerek olmadığını söylesem de bir alışveriş merkezine girip dayım, yengem ve Güneş için hediyeler bile almıştı. Dayıma gömlek, yengeme blazer ceket, Güneş'e de ayakkabı almıştık.

"Hiç gerek yoktu." dedim yüzümü asarak. İstesem önüme dünyaları sererdi ama benim değil ailesine Deniz'e bile hediye alacak param yoktu.

"Ne oldu?" dedi yüzümü gördüğünde.

"Mahcup oluyorum Deniz. Bu hediyeler çok pahalı. Benim bunların karşılığını verecek bir param yok."

"Ada, karşılık beklediğim için yapmıyorum." dedi gülümseyerek. "Ayrıca hatırlatırım, büyük bir şirketteki bu büyük şirket benim şirketim oluyor, işe başladın. Seni orada maaşsız çalıştıracağımı düşünmüyorsun herhalde."

"Öyle de işte." dedim ama Deniz cümlemi beklemeden beni susturdu.

"Hadi sevgilim, hadi bebeğim. Çok işimiz var hadi. Acele et."

"Peki, öyle olsun." dedim ve kiraladığımız arabanın kapısını açıp koltuğuma geçtim. Deniz arabayı kullanırken ben de bir yandan ona yolu tarif ediyordum. Zaten çok bir yolumuz yoktu.

"Eee Deniz Bey. Ben heyecanlıyım da siz de heyecanlı mısınız bakalım?" dedim dayımların evine yaklaştığımızda.

Deniz bir anlığına bana baktı, ardından bakışlarını yine yola çevirdi. "Evet, sevdiğim kadını yetiştiren insanlarla tanışacağım. Onlara seni böylesine güzel yetiştirdikleri için teşekkür edeceğim. Nasıl heyecanlı olmayayım ki?" dedi gülerek. Ardından motoru susturdu.

"E hadi o zaman, hazırsan gidelim."

"Gidelim." dedi ve arabadan indi.

Onu taklit edip arabadan indim ve bagajdan hediye paketlerini aldım. Deniz de taze simit ve poğaçaların olduğu paketi almıştı. Yanına gidip koluna girdim ve onu eve doğru yürüttüm. Birkaç adım sonra kapıya vardığımızda zili çaldım. Bizi yüzündeki büyük gülümsemeyle Meral yengem karşılamıştı. Geleceğimizden haberleri olduğu için bugün işe gitmemişlerdi. "Hoş geldiniz." dedi büyük bir sevinçle. Önce bana sonra Deniz'e sarıldı.

"Hoş bulduk yengecim." dedim içeriyi koklayarak. "İncir tatlısı mı kokuyor?"

Yengem Deniz'e döndü. "İncire bayılır. Kokusunu da metreler öteden alır." dedi Deniz'e bakıp gülerek.

"Bilmez miyim? Neredeyse her gün incirli yoğurt yiyor." Deniz de gülümsediğinde dayım hemen yengemin arkasında belirdi.

"Oo çocuklar hoş geldiniz. Bu kadar erken beklemiyorduk." Dayıma kocaman sarıldım. Beş aydır görmemiştim ve onu gerçekten çok özlemiştim.

"Hoş buldum." dedim bedenimi ondan ayırıp. Ardından yanaklarını sıktım. "Hoş buldum dayıların en yakışıklısı."

"Hadi hadi şımarma, geç içeri." dediğinde içeriye geçtim. Dayım o sırada Deniz'le selamlaşıyordu. "Güneş yok mu?" dedim. "Odasında mı yoksa?"

"Güneş okulda." dedi yengem. "Sınavı varmış, geç gelecekmiş." Güneş bana hala kızgındı ve dayımla yengem Güneş İstanbul'a geldiğinde ne konuştuğumuzu hala bilmiyordu. Bugün bunları konuşmak istiyordum. Zaten anlatmam gereken çok şeyim vardı.

Dudağımı sarkıttım ve kapının yanına koyduğum hediye paketlerini alıp salona doğru ilerledim. Deniz hemen yanımdaydı. Dayım ve yengem de peşimizden geliyordu.

"Canım sen Deniz'le salona geç. Biz Ada'yla servisleri hazırlayalım." dedi yengem dayıma, koluma girerek.

"Tamam hayatım. Biz de erkek erkeğe biraz sohbet ederiz." dedi dayım Deniz'in sırtına iki kez hafifçe vurarak. Sanırım onu sevmişti. Gülümsedim.

Yengemle mutfağa geçtiğimizde her şey neredeyse hazırdı. Sadece tabaklar salona taşınacaktı. "Ay Ada." dedi yengem. "Maşallah ne yakışıklıymış bu çocuk."

"Yenge utandırmasana." dedim gülerek.

"Ama sen de çok güzelsin. Çok yakışıyorsunuz. Allah bahtınızı açık etsin."

"Amin amin."

"Nasıl biri peki, ne zaman tanıştınız? Nasıl tanıştınız?"

"Yenge bunlardan çok daha önemli anlatacağım şeyler var." dedim. Soran gözlerle baktı. "Babamla ilgili bir şey öğrendim. Ama o kadar uzun ve karışık ki Deniz'le beraber anlatabilirim."

"Ne? Ne öğrendin? Sizi buldu mu yoksa?"

"Yok, bulmadı da. Ben onu bulmaya çalışıyorum."

"Kızım sen yıllardır ondan kaçmıyor musun? Ne demek bulmam lazım?"

"Evet kaçıyorum. Ama Deniz'in bir düşmanı var. Melih. Babam onların yanında çalışıyormuş eskiden. Melih'i hapse göndermemiz için babamı bulmamız lazım. Hem belki Savaş'ı da bulurum."

"Dur dur dur sakin ol Ada. Yetişemiyorum. Nasıl yani baban Deniz'in düşmanının yanında çalışıyormuş derken? Kafam karıştı. Yani sen Deniz'le bu sayede mi tanıştın?"

Derin bir nefes aldım ve saçlarımı geriye attım. "Hayır hayır. Neyse senin kafan daha fazla karışmadan hadi içeriye geçelim. Dediğim gibi Deniz'le anlatabilirim sadece. Çünkü ben bile işin içinden çıkamıyorum."

"E iyi peki o zaman. Hadi gel."

Yengemle tabakları aldık ve salona geçtik. Dayım ve Deniz koyu bir sohbete dalmıştı. "Hay sen çok yaşa Deniz. Lafı ağzımdan aldın." dedi dayım neşeyle.

"Ne oluyor bakalım burada?" dedi yengem gülerek. "Ne kaynatıyorsunuz böyle?"

"Aramızda." dedi Deniz, bana bakıp gülümsemişti. Nasıl olsa öğreneceğim bakışımla ona baktım.

"Peki madem, öyle olsun." dedik ve tabakları masaya koyduk.

"Kahvaltıdan önce hediyelerinizi verelim." dedim paketleri kapının yanından alıp.

Hep bir ağızdan "Aa ne gerek vardı kızım?" dediklerinde paketleri sahiplerine verdim.

"Ben almadım, Deniz aldı." dedim gülümseyip Deniz'e bakarak. O da bana bakıyordu ve ben bakınca bana göz kırptı.

"Zahmet etmişsin oğlum." dedi dayım. "Siz geldiniz ya bize yeter."

"Hiç zahmet olmadı, güle güle kullanın." dedi Deniz. Yengem çoktan paketini açmıştı.

"Çok teşekkür ederim, çok şıkmış. Her giydiğimde sizi hatırlayacağım."

"Valla gerçekten çok zevkli seçim." dedi dayım da paketini açtığında.

"Rica ederiz." dedim Güneş'in paketini koltuğun üzerine koyup. "Beğenmenize sevindim. Bu da Güneş'imin."

"Neyse hadi masaya. Soğumadan yiyelim." dedi yengem ve bizi masaya topladı.

Masadaki yerlerimizi aldığımızda hem kahvaltı yapıyor hem de sohbet ediyorduk. Anladığım kadarıyla Deniz'i sevmişlerdi.

"Ada bir şey soracağım kızım." dedi dayım. "Güneş İstanbul'a geldiğinden beri bize çok tuhaf davranıyor. Aranızda bir şey mi oldu?"

Çatalımı tabağımın kenarına bıraktım ve ciğerlerimi dolduran bir nefes aldım. "Güneş her şeyi biliyor dayı. Annemin intihar ettiğini öğrendi."

Dayım ve yengem şoka uğraşmışçasına bana baktığında nereden başlayıp nasıl anlatacağımı düşünüyordum. "Yani aslında her şey Deniz'le tanışmamla başladı." dedim Deniz'e bakarak. Masadaki elimi tuttu ve konuşmamız bitene kadar da bırakmadı.

Tanıştığımız andan Aydın'a gelişimize kadar geçen bütün süreci Deniz'le beraber dayıma ve yengeme anlattığımızda ikisi de bize bembeyaz olmuş yüzlerle bakıyordu. Kaza geçirişim, yangında kalışım ve kaçırılışımı onlara söylemediğim için bana çok kızmışlardı ama anlam veremediğim bir şekilde Deniz onları sakinleştirmişti. Onları en çok şaşırtan olay Cemre'yi öldüren kişinin babam olması ve Savaş'ın boş mezarıydı. Ve dayımın boş mezar hakkında hiçbir bilgisi yoktu.

"Şimdi ne yapmayı planlıyorsunuz peki?" dedi dayım. "Bu adam gizli soruşturmayı öğrenirse ve sizin ihbarınızı duyarsa ne olacak?"

"Duysalardı çoktan duyarlardı." dedi Deniz. "Melih böyle bir şeyi duyunca sakin kalmaz. İlla bir şey yapardı. İçiniz rahat olsun."

Dış kapı açılıp kapandığında "Güneş." dedim yerimden kalkarak. "Güneş geldi."

Güneş kurduğum son cümleden birkaç saniye sonra salon kapısında belirdi ve ona doğru yürüyüşüme aldırmadan beni görür görmez geri döndü. "Ben odamdayım." dedi yokmuşum gibi.

Salonun ortasında kalakalmıştım. Bu kadarını gerçekten hak etmiyordum.

"Güneş gel buraya." dedi dayım. "Nereye gidiyorsun?"

Güneş birkaç saniye duraksadı, ardından bize doğru döndü. "Bölmeyeyim ya ben. Baksanıza, ohooo Allah neşenizi arttırsın. Ben şimdi ortamı bozarım falan."

"Saygısızlık yapma Güneş. Misafirimiz var görmüyor musun?"

"Misafir mi?" dedi Güneş Deniz'e bakarak. "Ablam sana nasıl bir yalan söyledi de onun sevgilisi olmayı istedin? Nasıl kandırdı seni?"

"Haddini aşma Güneş. Ne saçmalıyorsun sen?" dedim yumruklarımı sıkarak.

"Sen, dayım, yengem. Çok güzel yalan söylüyorsunuz. Haksız mıyım? Yıllarca beni kandırmadınız mı?"

"Biz senin iyiliğini düşündük." dedi yengem.

"İyilik mi? Bu mu iyilik? Üçünüz ortak bir acıyı yaşarken, abimi ararken beni aptal yerine koymuşsunuz. Ama ben diyordum. Niye hep ablamın üzerine titriyorlar diyordum. Niye o mutlu olunca mutlu, mutsuz olunca da mutsuz oluyorlar diyordum. Bana da ait olan bir geçmişi sakladığınızı bilemezdim. Nereden bileyim değil mi?"

"Güneş sen iyice saçmalamaya başladın, kes artık. Söylediklerine dikkat et." dedi dayım. Çok sinirlenmişti ama saklıyordu. "Biz ikinize de aynı sevgiyi verdik. Sana da ablana da aynı davrandık. İkinizin de yanında olduk. Hasta oldunuz başınızda bekledik. Anne diye ağladınız gecelerde yanınızda yengen vardı. Ne zaman bir şey istedin de yapmadık? Şimdi nasıl böyle nankör ve bencil olabilirsin? Ablana düşmanın gibi davranmazsın."

"Ablana bağıramazsın, ablana kızamazsın, ablana böyle davranamazsın. Ama Güneş. Ona herkes istediği gibi davranır öyle değil mi?" dediğinde Deniz'e mahcup bir şekilde baktım.

"Peki Güneş." dedim. "Affetme tamam." Yavaş yavaş Deniz'e doğru yürüdüm ve elini tutup olduğu yerden kaldırarak çıkışa doğru ilerledim. Buradan gitmek istiyordum.

"Ablam onu dört sene karşılıksız seven çocuğu bile sevmedi. Seni seveceğini mi sanıyorsun?" dedi Güneş Deniz'in arkasından. Kalbimde bir bıçak sızısı hissettim. Benim kardeşim böyle olamazdı. "Onun duyguları yok ki."

Çıkış kapısına geldiğimizde zor tuttuğum gözyaşlarım yanaklarımdan süzüldü.

"Ada ağlama kızım." dedi yengem peşimden gelip bana sarılarak. "Şimdi biz ona her şeyi anlatırız, anlar seni."

"Karşılıksız affedemez mi?" dedim. "Affetmesi için illa mantıklı ve geçerli bir sebebe mi ihtiyacı var? Ablasıyım ben onun. Sırf bu yüzden bile affetmesi gerekmez mi? Dünyanın en saçma sebebini bile söylesem affetmesi gerekmez mi?"

"Haklısın." dedi yengem yanaklarımı okşarken. "Ama üzülme sakın tamam mı? Onun için de zor. Her şeyi yeni öğrendi."

"Ben onu anlıyorum ama o beni neden anlamıyor?"

"Anlayacak. Zamana ihtiyacı var." dedi ben ona sarılırken. "Burada kalsaydınız, nereye gidiyorsunuz?"

"Güneş daha fazla rahatsız olmasın." dedim bedenimi ayırırken. "Dayıma söyle ona çok kızmasın olur mu?"

Yengem başını aşağı yukarı salladığında kapıyı açtım. "Deniz oğlum kusura bakma. Seni böyle ağırlamak istemezdik."

"Estağfurullah, hiç dert etmeyin. Belli ki alışmaya çalışıyor. Bir dahaki sefere çok iyi olacağından eminim."

"İnşallah." dedi yengem ve önce beni sonra Deniz'i kucakladı. "Kendinize iyi bakın. Hayırlı yolculuklar."

"Her şey için teşekkürler. Siz de kendinize iyi bakın." dedi Deniz ve arabaya doğru yürüdük.

Arabaya binip evden biraz uzaklaştığımızda Deniz sağa çekti ve arabayı durdurdu. "Ada neden ağlıyorsun? Yapma böyle ne olur."

"Güneş'in söyledikleri doğru değil Deniz. Yani evet Ozan'ı sevmiyordum ama-"

"Sssh." dedi yüzümü avuç içlerine alıp. "Ben senin içini biliyorum ve ben oradayım. Güneş'in ya da başkalarının ne söylediği hiç önemli değil. Ben seni biliyorum. Elini tuttuğumda ne hissettiğini biliyorum. Sana sarıldığımda, seni öptüğümde ne hissettiğini biliyorum. Ya da." dedi yutkunarak. Ardından baş parmağını alt dudağımda gezdirdi. "Ya da dün akşam Uygar gelmeseydi ne kadar ileri gidebileceğimizi biliyorum. Ve senin de bunu en az benim kadar istediğini biliyorum. O yüzden Güneş'in söyledikleri bende en ufak bir şüpheye neden olmadı. Ben senden eminim."

Karnımdan yanaklarıma uzanan alevli yol dışarıdan belli oluyor muydu bilmiyordum ama tek bildiğim Deniz'in kainatın en güzel adamı olduğuydu. Ben evrenin en güzel adamına aşıktım.

Loading...
0%