Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@_kubraakyol

Roma. 23 Ekim, Çarşamba

''Deniz.'' dedim kaldığımız otelin camından dışarıya bakarken. Bütün Roma ayağımızın altındaydı ve o meşhur tarihi kolezyum tüm güzelliğiyle gözlerimizi şenlendiriyordu. "Deniz burası çok güzel."

"Bir de nazlanıyordun gitmeyelim diye. Bak şimdi burası bize o kadar iyi gelecek ki geri dönmek bile istemeyeceksin." dedi Deniz arkamdan bana sarılıp. Aynı zamanda hem konuşuyor hem de boynumun açıkta kalan kısmına tatlı tatlı öpücükler bırakıyordu. Başımı başına doğru yasladım.

"Hmm. Diyelim ki dediğin gibi oldu. Geri dönmek istemediğime ve her şeyi geride bırakıp burada kalmaya karar verdim."

"Senin yanında, burada kalırdım." dedi hiç düşünmeden.

"Gerçekten mi?" dedim şaşırarak. Böyle bir şeyi yapabileceğini hiç düşünmüyordum çünkü Deniz'in yönettiği bir şirket vardı, ailesi vardı, Uygar vardı. Onu İstanbul'a bağlayan onlarca sebep vardı ve o burada kalabileceğini söylüyordu.

"Ada, sensiz yaşayabileceğimi mi düşünüyorsun?" dedi tam kulağımın yanına bir nefes verip ardından nefesinin değdiği yeri öperek. İçimde uyanan hissi bastırmak için başımı yana eğerek omzumu kıstım ve boynumu sakladım.

"Deniz, dur." dedim ona dönerek. Bakışları yüzümde geziyordu ve ben bu bakışı biliyordum. Beni öpmek istiyordu. Kollarını belime sımsıkı sarıp beni iyice kendine çekti. "Otelde mi duracağız? Hadi gel dışarıya çıkalım, gezilecek bir sürü yer var." dedim bakışlarını dağıtmak isterken.

"Dinlenelim biraz." dedi burnumu burnuyla severken. Dinlenmek istemiyordu. Aklında başka şeyler vardı, yüzündeki şapşal ifadeden anlayabiliyordum.

"Deniz, uçaktan indiğimizden beri odadan çıkmadık. Saatlerdir dinleniyoruz zaten. Hem sen acıkmadın mı? Bak İtalya'dayız. Pizza yiyelim, spagetti yiyelim. Ve sen hani benim gibi miskin olmak istemiyordun? Dışarıdan mı izleyeceğiz bu manzarayı? Bunun için gelmed-"

Deniz beni öperek susturduğunda direnmedim. Zaten kısa bir buse kondurmakla yetinmişti. "Senin bu çenen mi düştü ne oldu? Bir şey oldu sana." dedi sırıtıp. Ardından çenemi tuttu ve başımı sağa sola salladı.

"Mutlu olunca çenem düşüyor." dediğimde gülümsedi.

''Mutlusun yani?'' dedi, beni mutlu ettiğini benim ağzımdan duymayı istediğini fark ettim.

''Mutluyum tabii. Seninle uyuyorum, seninle uyanıyorum. Seni istediğim zaman öpebilme ve saçlarına istediğim zaman dokunabilme özgürlüğüne sahibim.''

Sırıttı. ''Ada, bunları sevgilim değilken de yapıyordun.''

''Sen başlattın.'' dedim savunmaya geçerek. ''Ayrıca evime geldiğinde beni öpmeseydin benim aklımdan asla böyle bir şey geçmezdi." Deniz elini belime indirdi ve beni iyice kendine bastırdı. Diğer eliyle de yanağımı seviyordu. "Hatta o resepsiyon ziline bastığında çok şaşırdım."

"Uygar aramasaydı seni öpecektim." dedi kaşlarını çatarak. "Bu çocuğa sinyal gidiyor herhalde. İlk anlarımızı hep o bozuyor." Kısık bir sesle güldüğümde gülüşümden öptü. "O zili alsana evden."

"Beni öpmek istediğinde o zile mi basacaksın yani?" dedim işaret parmaklarımla göğsünde hayali şekiller yaparken.

"Ben seni hep öpmek istiyorum." dedi büyük bir gülüşle. "Yani o yüzden istemiyorum. Anılarımızın olduğu parçaları saklamak istiyorum sadece."

"Hmm." dedim kollarımı boynuna dolarken. "Peki Deniz Bey, alırım. Ama sen gerçekten acıkmadın mı?"

"Çok acıktım." dedi boynuma yumuşak öpücüklerini bırakırken. "Ama pizza istemiyorum. Seni yiyeceğim ben."

"Deniz." dedim uyarıcı bir sesle. "Daha sonra yersin. Gerçekten çok acıktım." Daha sonra yersin mi? Ada, neyin sözünü verdiğinin farkında mısın? dedi iç seslerimden bir tanesi.

Diğer iç sesimin savunması çoktan hazırdı. Geçen gece neredeyse sevişiyordunuz ve şimdi utanıyor musun? dedi başını iki yana sallaya sallaya.

Deniz yüzünü geri çekti. "Neyse, hadi çıkalım o zaman." dedi iki yanımdaki ellerimi tutarak. "Sana sürprizim var. Ama bugün değil yarın için."

"Ne?" dedim heyecanla.

Gözlerini kıstı, dudaklarını birleştirerek yana kıvırdı. "Hmm." dedi düşünceli bir sesle. "Söylesem mi acaba?"

"Ya hadi söyle Deniz." dedim nazlı bir sesle avuç içlerimi gövdesine yapıştırdığımda.

Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdı. "Sen nasıl bir şeysin?" dedi, sesi yumuşacıktı.

"Konuyu değiştirme." dedim sahte bir sinirle kaşlarımı çatarken. Parmağını iki kaşımın ortasına koydu ve çattığım kaşlarımı düzeltti.

"Gözlerin gece gibi siyah ama bana bakarken bu gece siyahı gözler gökyüzünde ışıldayan birer yıldıza dönüşüyor."

Tıpkı bir kedi gibi ona sırnaştım. "Bunu hep yapacak mısın?" dedim gülümserken.

"Elimde değil. O kadar güzelsin ki sana iltifat etmeden duramıyorum."

"Ya bak, kapattın işte konuyu. Sürprizi söyle hadi, merak ediyorum."

"Gerçekten ama gerçekten çok sabırsızsın." Gülümsedi. "İtalya'nın en ünlü ressamlarının eserlerinin sergilendiği bir resim sergisi için iki bilet aldım."

"Deniz inanmıyorum sana." dedim ona kocaman sarılarak. "Sen çok ama çok harika birisin."

"Henüz bitmedi." dedi gülerek. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Bir sanat sever olarak Da Vinci seversin diye düşündüm. E buraya kadar gelmişken müzesini görmeden olmaz."

"Floransa'ya da mı gidiyoruz?" dedim şaşkınlıkla. "Deniz ben Leonardo'ya bayılırım. Bunu nasıl tahmin ettin?"

"Eveeeeeet. Floransa'ya da gidiyoruz." dedi heyecanla. En az benim kadar mutluydu. Benim mutluluğumla mutlu oluyordu ve hep benim mutluluğum için çabalıyordu. Ben ise onun için hiçbir şey yapmamıştım ve bu durum şimdi canımı sıkmıştı. "Tahmin etmek zor olmadı. Eski evindeki kitaplığında onun çizim defterini görmüştüm. Hayatını anlatan üç farklı kitap daha vardı."

"Bunu nasıl hatırlayabilirsin?'' dedim şaşkınlıkla. "Ne ara gördün? Nasıl dikkat ettin?''

''Etkileyici ve gizemliydin. Ben de acaba bu etkileyici ve gizemli kız nelerden hoşlanıyor diye etrafta bir göz gezdireyim dedim.''

"Gizemli mi? Kendi halimde biriydim sadece."

"İlgimi çeken de buydu zaten. Güzelliğinden bir haber yaşıyordun çünkü.''

''Deniz inanmayacaksın belki ama aynı şeyi ben de senin için düşündüm.'' dediğimde bana anlamaya çalışan bakışlarıyla baktı. ''Kütüphaneye geldiğin zaman kimseyle ilgilenmiyordun. Seninle ilgilenenleri bile umursamıyordun. Tek yaptığın bilgisayarını açıp çalışmaktı ve ben de senin için dedim ki Bu çocuk yakışıklılığından bir haber yaşıyor."

"Hmmm." dedi gülümseyerek. "Benimle ilgili olan başka şeyler de var mı? Böyle ilk tanıştığımız zamanlara ait yani."

"Kokun." dedim. "Yaptığım resmin ilham kaynağı sendin."

Dudakları neşeyle kıvrıldı, gözlerinin ışıltısını kendi gözlerimde bile hissedebiliyordum. "Nasıl yani?"

"Yaptığım ilk şey bir adaydı. Ama eksikti. Bir şeyler daha çizmem gerekiyordu. Neye ihtiyacım olduğunu düşünüyordum. Sonra seninle çarpıştım."

"Kütüphanede." dedi gülerek.

"Evet. O kadar güzel kokuyordun ki. Tertemiz, mis gibi deniz kokuyordun. O an aklıma geldi. Resmin eksiği denizdi. Çizdiğim toprak parçasının suya ihtiyacı vardı. Tıpkı benim de sana ihtiyacım olduğu gibi."

Deniz ellerimi avuç içlerine aldı ve her iki elimi de öptü. "Su çok gelirse toprağı boğar, az gelirse kurutur. Ben sana ikisini de yapmayacağım. Her zaman ihtiyacın olduğu kadar olacağım. Ve bu gece siyahı gözlerin böyle her zaman ışıl ışıl baksın diye her şeyi ama her şeyi yapacağım."

"Deniz." dedim fısıltı gibi bir sesle. Ardından ellerimi yüzüne koyup burnumu burnuyla birleştirdim. "Bana yaşattırdığın her şey o kadar güzel ki kendimi hep çok güzel bir rüyanın içindeymişim gibi hissediyorum ve bir gün uyanacağım diye çok korkuyorum. Uyandığımda gözlerin, deniz kokun, saçların, tenin, beni öpüşün, koynunda uyutuşun, bana sarılışın, dokunuşun olmayacak diye çok korkuyorum."

"Evet belki de bir rüyanın içindeyiz. Ama uyansak bile ben seni bulurum."

"Nereye gidersem gideyim beni bulursun." dedim söyleyeceği cümleyi ondan önce ona söyleyerek.

"Ada." dedi muzip bir sesle. "Sen acıkmamış mıydın? Bak istersen odada kalabiliriz." Sırıtıyordu.

Elini tuttum ve onu kapıya doğru sürükledim. "Yürü Deniz."

Restorana indiğimizde gerçekten çok acıktığımı fark ettim. Bir büyük pizza, beyaz şarap ve İtalyanlara özel bir tatlı söyleyerek siparişimi tamamlayıp sırayı Deniz'e verdim. O da benim gibi büyük boy pizza ve beyaz şarap sipariş etmişti. "Beni şaşırttın, viski almanı beklerdim."

"Sana uymak istedim."

"Tatlı yemeyecek misin?" dedim tek kaşımı kaldırarak. "Çok güzel görünüyordu."

"Ben odada yiyeceğim." dedi imalı bir sesle. Ne demek istediğini anlamamıştım.

"Odaya servis mi çağıracaksın?" dedim gözlerimi açarak. Deniz cevap vermedi ve başını yana eğip gözlerini kısarak ben anlayana kadar yüzümü uzun uzun izledi. Tatlı derken beni kastettiğini anladığımdaysa kocaman sırıttı.

"Ya Deniz." dedim gülmemeye çalışarak.

"Tamam tamam sustum." dedi. Gülümsüyordu ve gülüşünden öpmemek için kendimi zor tutuyordum.

"Deniz bir şey soracağım." dedim dirseğimi masaya koyup başımı da elime yaslayarak.

"Sor aşkım." dedi ve benim bütün dikkatim dağıldı. Aşkım mı demişti o? Yanaklarım kızarmış mıydı acaba? "Sor güzelim, sor sevgilim, ne istiyorsan sor."

Ona sevimli bir gülümseme gönderdim ve boşta kalan elimle elini tuttum. "Dayımı nasıl ikna ettin?"

"Onu şimdi söyleyemem." dedi tatlı tatlı gülerken.

"Ne zaman söyleyeceksin?" dedim merakla.

"Bilmem, belki daha sonra söylerim."

"Ha şimdi ha daha sonra ne fark eder? Şimdi söylesen olmaz mı?" dedim sevimli tutmaya çalıştığım sesimle.

"Benim sabırsız sevgilim." dedi Deniz ve sırıttı.

Gülümsediğimde garson geldi ve siparişlerimizi servis ederek masadan uzaklaştı. "Sana." dedi Deniz kadehini bana uzatırken.

"Hayır. Bize." dedim ve kadehimi tokuşturdum. "Ee sen iddiayı kazandın ama ne istediğini de söylemedin."

"Onu da sonra söyleyeceğim."

"Eh peki, madem öyle diyorsun." dedim ve şarabımı yudumladım.

"Güzelim, senin en sevdiğin renk ne?" dedi birden.

"Sarı da şimdi nereden çıktı bu?" dedim merakla.

"Hiç, merak ettim. Seni daha yakından tanımak istiyorum. O yüzden."

"Sevgilim." dedim. "Bir insanı en sevdiği rengi öğrendiğinde değil bir olay karşısında hangi tepkiyi vereceğini öğrendiğinde tanırsın ve bunu benim için senden daha iyi yapabilen biri olmadı. Yani beni yeterince iyi tanıyorsun zaten."

"Bazı küçük detayları da öğrenmek istedim diyelim." dedi ve tabağımı gösterdi. "Ye hadi güzelim."

Hızlıca yediğimiz yemekten sonra odaya geçip dışarıya çıkmak için üzerimizi değiştirmiştik. Deniz beyaz bir gömlek ve siyah kot pantolon giymişti. Güneş gözlüğünü gömleğinin yakasına iliştirmişti ve o kadar yakışıklı görünüyordu ki onu öpücüklere boğmak istiyordum.

Düşüncelerimi dağıtıp çantamın olduğu odaya gittim ve Deniz'e uyarak beyaz fitilli mini bir elbise giydim. Karpuz kollu, v yakalı ve üstten beş tane düğmesi olan bir elbiseydi. İlk iki düğmeyi açık bırakıp elbiseye uyacak şekilde küçük bir topuz yaptım. Hafif bir ruj sürerek halka küpelerimi de takıp dünyanın en güzel adamının yanına gittim.

Deniz beni görünce derin bir nefes verip ıslık çaldı. "Sevgilim bu ne güzellik?"

Yavaşça yanına sokuldum ve kollarını belime sardım. "Sen bana güzel olduğumu söyleyene kadar ben aynalara hiç gülümseyerek bakmamıştım."

Deniz saçımı okşadı ve dokunduğu yere bir öpücük bıraktı. "O zaman, benim gece gözlü sevgilim. Aynalara gülümseyerek bakmaya alış. Hadi çıkalım."

Otelden ayrılıp İtalya'nın harika sokaklarından geçerek o muhteşem kolezyumun karşısında bir ağacın dibine oturduk ve manzarayı izlemeye başladık. Hava çok güzeldi. Buradaki insanlar Akdeniz iklimini doya doya yaşıyordu.

Deniz ağaca yaslanmıştı, ben de bacaklarının arasına oturmuş, sırtımı gövdesine yapıştırmıştım. Yanımızda getirdiğimiz şaraplarımızı yudumlarken Deniz bana bir kitap uzattığında şaşırdım. Gurur ve Önyargı kitabıydı. "Bu nereden çıktı?" dedim şaşkınlıkla.

"Yarım bırakmıştın sanki." dedi gülerek. "Çantana attım, okuman için."

Kitabı aldığımda Deniz kollarını karnıma sardı. "Peki." dedim ve yarım bıraktığım yeri bulup okumaya başladım.

Birkaç sayfa ilerlediğimde Bay Darcy'nin Elizabeth'e evlenme teklifi ettiği kısma gelmiştim. "Çok tatlılar." dedim kendi kendime. Ama Deniz duymuştu.

"Diğer sayfa daha tatlı." dedi gülümserken.

"Ne var ki diğer sayfada?"

"Okuyunca görürsün." dedi, sesindeki gülüşü duyabiliyordum.

Diğer sayfaya geçtiğimde karşıma bir not çıkmıştı ve bu not kalbimin yerinden çıkacak kadar hızlı atmasına yetmişti.

"Beni karanlık bir hayatın içerisinden alıp böyle güzel ve aydınlık günlere getiren dünyanın en güzel kadını, benimle evlenir misin?"

"Deniz." dedim kekeleyerek. "Deniz bu, bu ne?"

Hızla arkama döndüğümde Deniz bana kocaman bir sarı çiçek buketi ve bir yüzük kutusu uzattı. "Deniz bu gerçek mi? Yani gerçekten mi? Ben inanamıyorum şu anda. Ama yani biz. Deniz ben çok şaşkınım." Deniz nefes bile almadan art arda söylediğim cümleler karşısında şaşkınlıkla beni izlerken yüzünü ellerimin arasına aldım ve onu öptüm. "Doğru mu görüyorum? Ama sen nasıl? Nasıl oldu bu? Bu çiçekler, yüzük, ne ara aldın?"

"Sevgilim." dedi gülerek. "Bence şu an en önemli cevap, benim beklediğim cevap."

"Ay, dur çok heyecanlandım." dedim dudaklarımı onunkilere bastırarak. "Evlenirim, evet. Onlarca kez evet."

Deniz başını göğe kaldırdığında dudaklarım boynuna dokunmuştu. "Ben dünyanın en şanslı adamıyım." diye bağırdı neşeyle. "Ben dünyanın en mutlu adamıyım."

"Deniz dur ne yapıyorsun?" dedim kahkahalarımın arasından.

Deniz kutudan yüzüğü çıkartıp heyecanla parmağıma takarken onu izledim. İçindeki his yüzüne o kadar çok yansıyordu ki kalbinden ne geçiyorsa izleyebiliyordum. Deniz bir süredir mutluydu. Bana bakarken, elimi tutarken, beni öperken, bana sarılırken. Ama şimdiki mutluluğu farklıydı. Ömrünün sonuna kadar yanında olacağımı öğrendiğinde sanki bütün dünya onun olmuştu. Dudaklarımdan dökülen dört harf onu dünyanın en mutlu adamı yapmaya yetmişti.

"Çok güzel." dedim yüzüğe bakarken. Servet değerindeydi.

"Senin kadar değil." dedi Deniz ve yüzümü avuç içlerine aldı. "Ada karım olacaksın. Hayatımın sonuna kadar seninle uyuyacağım, seninle uyanacağım. Seninle güleceğim. Seninle düşüp seninle kalkacağım. Seninle nefes alacağım. Ben sayende yaşadığımı hissediyorum ve sen yanımda oldukça da yaşadığımı hissedeceğim. Beni ne kadar mutlu ettiğini tahmin edemezsin."

Yüzüğüme baktım. "Karın olacağım." dedim bir süre düşünüp. "Deniz karın olacağım." Yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyordum.

"Dayımı nasıl ikna ettim diyordun ya hani?" dedi tatlı bir sesle. Merakla baktım. "Sana evlenme teklifi edeceğimi söyledim."

"Ne?" dedim şaşkınlıkla.

"Dayına, sana evlenme teklifi edeceğimi söyledim. O da İtalya'ya gitmemizde bir sorun görmediğini söyledi."

"Daha o zaman karar vermiş miydin yani?" dedim büyük bir merakla. Bunu gerçekten ama gerçekten hiç beklemiyordum.

"Hayır o zaman karar vermedim. Çalışma odasında senin resim yaptığın ve benim işlerimle ilgilendiğim bir gün vardı hatırlıyor musun?" dedi. Başımı salladım.

"Evet, ellerimizi boyayıp duvarda izini çıkartmıştın."

"O gün seni resim yaparken izledim. Beş dakika boyunca elindeki fırçayı aradın. İşte o an karar verdim."

"Daha sevgilin bile değildim." dedim nazlı bir sesle.

"Daha sevgilim bile değildin ama evlenmek istediğim kişiydin. Ada, benim bütün her şeyle mücadele ederken yanımda görmek istediğim tek kişi sensin. Sen benim hayatımı temelinden değiştirdin ve senin yanından başka olmak istediğim hiçbir yer yok benim. Ve ben ömrümü seninle geçirmek istiyorum."

Elimi kaldırıp yüzüne dokundum. "Sadece ben değil, sen de benim hayatımı temelinden değiştirdin. Ben önceden tebessüm bile etmezdim ve şimdi kahkahalarla gülüyorum. Bunu sen yaptın. Ben de hayatımı seninle geçirmek istiyorum. Uyanınca seni görmek istiyorum. Sana dokunmak, sana sarılmak istiyorum."

"Seni çok seviyorum Ada. Gerçekten ama gerçekten seni çok seviyorum." Yavaşça bana yaklaşıp alnımı öptüğünde bulutların üzerinde gibi hissetmiştim. "Bir iddiaya girmiştik hatırlıyor musun? Ve ben kazanmıştım."

"Evet hatırlıyorum. Hile yaparak kazandığın iddiadan bahsediyorsun."

"Hile mi?" dedi muzip bir gülüşle.

"Evet, İtalya'ya gelmeme izin vermesi için dayıma çok geçerli bir sebep sunmuşsun. İzin vereceğini biliyordun. Kazanacağını bile bile iddiaya girdin benimle." dedim sahte bir sinirle.

"O iddiayı kazanmak zorundaydım."

Kollarımı boynuna doladım. "Hmm, ne istiyorsun ki?"

"Kız ya da erkek fark etmez, çocuğumuzun adı Toprak olacak." dedi saçlarımla oynarken. O kadar derin bakıyordu ki bakışlarında kayboluyordum. Adı gibi derin bakıyordu.

"Çocuğumuz mu?" dedim. Yanaklarımın kızardığına emindim.

"Evet. Güzeller güzeli karımın dünyaya getirdiği tatlı mı tatlı bir çocuk. Ne oldu bir utandın sanki?" dedi yüzümü boynuna gömdüğümde. Gülüyordu.

"Yoo." dedim ve düşüncelerimi toparlayıp tekrardan yüzüne baktım.

"Bebeğimizi leylekler getirmeyecek biliyorsun değil mi sevgilim?" Deniz'in yüzündeki kocaman gülümsemeye eşlik edip sırıttım.

"Biliyorum. Neyse, neden Toprak olacakmış bu tatlı çocuğumuzun adı?" dedim merakla.

"Seninle ilgili bir şey olmasını istiyorum. Çünkü sen topraksın. Her şey seninle hayat buluyor. Her şey seninle yeşilleniyor. Bütün doğaya can veren sensin. Her şeyi sen yaşatıyorsun. Çocuğumuz da adıyla seni yaşatacak. Ona her seslendiğimizde seni yaşatacağız. Toprak unisex bir isim olduğu için şanslıyız." Gülümsedi. Gülümsedim.

İşaret parmağımı göğsünde gezdirdim ve bir süre düşündüm. "Tamam kabul. Ama sen böyle şeyler söylersen benim dilim tutulur Deniz Bey."

"Tutulsun." dedi sırıtarak.

Yüzüğüme baktım. "Ne zaman aldın bunu?"

"Lansman için çalışırken bir ara dışarı çıkmıştım. Hatırlıyor musun?" dedi bakışlarını yüzümde gezdirirken. "Kolyeni yaptırdığım yere gidip olabilecek en kısa sürede yapmasını rica ettim ve lansmandan bir gün önce bana hazır olduğunu söylediler. Ben de çocuklara aldırdım.'' dediğinde şaşkınlıkla baktım. "Hadi artık otele gidelim." dedi ve beni yavaşça ayağa kaldırdı. Buketimi kucaklayıp bütün hepsini tek tek kokladım. "Geç oldu."

Başımı salladım ve evlenmek istediğime tüm kalbimle inandığım bu bal gözlü adamın yanında otele doğru yürüdüm.

Odamıza geldiğimizde çiçeğimi masaya bırakıp topuzumu açmaya çalıştım. Deniz tam önüme geldi ve ellerini başımın arkasına uzattı. "Yardım edeyim."

Deniz saçlarımı özgürlüğüne kavuştururken yüzünü incelemeye başladım. Deniz erkek cinsinin dünya üzerindeki en güzel haliydi. Kıvrımlı kaşları, buğday rengi teni, kemikli yüzü, hafif dalgalı ve açık kahverengi saçları, bal rengi gözleri, kalemle çizilmiş gibi duran burnu, beni her öptüğünde bütün hücrelerimin koşuşturmasına sebep olan yumuşak dudakları, çenesi ve altı dudağı arasındaki hafif çukuru, sadece sağ yanağında olan gamzesi.

"Niye öyle bakıyorsun?" dedi Deniz öksürüp düzelttiği sesiyle.

"Nasıl bakıyorum?" dediğimde yüzüme yaklaştı.

"Etkileyici, büyüleyici, güzel, masum, ateşli." Son kelimeyi söylerken dudakları neredeyse benimkilere dokunacaktı. "Hepsini aynı anda nasıl yapabiliyorsun?"

"Deniz." diye fısıldadım. Cevap vermedi ve beni sakince öpmeye başladı. Bir yandan da geri geri arkasındaki tekli koltuğa doğru yürüyordu.

Koltuğa ulaştığımızda yavaşça oturdu. Ben de kucağındaydım. "Gece gözlü sevgilim." dedi yutkunurken. Sesi çok masumdu. Oturuşumu değiştirip karşısına geçtim ve bacaklarımı iki yana açıp kollarımı boynuna, bacaklarımı da beline sardım. "Burada Uygar yok." dedi ve ellerinin tersiyle saçlarımı omuzlarımdan geriye attı.

"Ülkü abla da yok." dedim. Sesim çatallıydı. Deniz bir elini boynuma yerleştirirken bir elini de belime sarmıştı.

"Hı hı." dedi ve boynumdaki elini de belime sarıp beni kendine çekti. "Burada kimse yok."

Yüzüne yavaş yavaş yaklaşırken Deniz benden önce davrandı ve dudaklarımı esir aldı.

Uzun bir süre birbirimizi öptükten sonra Deniz bunun yeterli olduğunu düşünmüş olacak ki benimle beraber ayağa kalktı. Beni kollarıyla sıkı sıkı tutuyordu.

Yatağa gelmiştik. Deniz beni yatırıp hemen yanıma uzandı ve yan yattığı koluyla yataktan destek alırken diğer eliyle de yüzümü seviyordu.

Elimi yanağına koydum. Gözleri ışıl ışıldı. Başımı kaldırıp ona yaklaştığım sırada her zamanki gibi bir telefon sesi bizi bölmüştü. "Şaka gibi." dedi homurdanıp yanımdan kalkmaya hazırlanırken. Onu durdurdum. Çalan benim telefonumdu ve ben kimseyle konuşmak istemiyordum.

"Boş ver çalsın." dedim Deniz'in kolundan tutup yanıma çekerek. "Sonra bakarız."

"Hmmm." dedi Deniz tekrar yüzümün dibine gelerek. "Başka önceliklerin var anlaşılan."

"Senin yok mu?" dedim elimi sırtında gezdirirken.

''Senden başka önceliğim yok.'' dedi, telefonum hala çalıyordu.

Deniz alt dudağımı kendisininkilerin arasına almadan hemen önce elini boynuma koydu ve kısa bir süre beni öpmeden öylece durdu. Hissettiğim şeyleri anlatacak kelimem yoktu. Deniz hayatının karanlıktan aydınlığa geçtiğini söylemişti ve bunun sebebi bendim. Biriyle hayat boyu yan yana yürümek istiyordu ve o kişi yine bendim. Birini delice seviyordu, o biri bendim. Ne zaman olmuştu bilmiyordum ama Deniz hayatının tamamı bendim. Benim hayatımın tamamı da oydu. Hayatım boyunca beni tamamlayacak biriyle tanışabileceğimi hiç sanmıyordum ama hayat Deniz'i karşıma çıkarmıştı. Ben topraktım, o suydu. Ben onsuz yapamazdım, o da bensiz yapamazdı. Su olmazsa toprak kururdu, toprak olmazsa su boşlukta ve amaçsız kalırdı. Kimseyi besleyemezdi, dinlenebileceği hiçbir yer bulamazdı. Biz Deniz'le öyleydik. Ben onunla canlanıp, onunla hayata dönmüştüm. Deniz de beni büyütüyordu, benimle dinleniyordu ve onu hayata döndüren şey de beni büyütme çabasıydı.

Biz birbirimize karışmazsak toprak susuz, su da topraksız kalırdı. Ve toprak ile su bu akşam birbirine karışacaktı.

Deniz boynuma indiğinde bir yandan da bir eliyle elbisemin düğmelerini çözmekle uğraşıyordu. Bense sanki ilk defa dokunuyormuş gibi saçlarında elimi gezdiriyordum ve sanki kollarımın arasından kaybolacakmış gibi diğer elimle de boynuna sarılıyordum. Telefonum yine çalıyordu, umursamamıştık.

Deniz ''Çok güzelsin.'' diye fısıldadı ve nefesi köprücük kemiğime döküldü. "Kalbin, ruhun, tenin." Acele etmiyordu ya da telaşlı değildi. Tenimin her milinin tadını çıkarmak istediğinin farkındaydım. Her milimi ezberine kazıyacak kadar yavaştı. Ben de iki gece önceki sabırsız halimin aksine bu akşam tıpkı Deniz gibi sabırlı ve yavaştım.

Deniz yavaşça doğrulup beni yavaşça kaldırdı ve zaten belime kadar çıkmış olan elbisemi üzerimden nazikçe çıkardı. Ruhumun doyumsuzluğu bütün hücrelerimi işgal ederken ellerim gömleğinin düğmelerine, dudaklarım da boynuna gitti. Bir yandan düğmelerini açıyor bir yandan da boynunu küçük küçük öpüyordum.

Deniz belimde olan ellerini yukarıya çıkardı ve sütyenimin kopçalarını açıp askılarımı omuzlarımdan aşağı düşürdü. Yeni farkına vardığım bir şey vardı. Sandığımın aksine karşısında çıplak durmaktan utanmıyordum.

Gömleğini çıkardığımda beni yavaşça yatırıp bacaklarımın arasına yerleşti. Dudakları tenimde gezerken tek eliyle ellerimi başımın üstünde birleştirip bir elini göğsüme götürdüğünde ağzımdan küçük bir inilti dökülmüştü. Eriyip yatağa yapışacağımı zannettim ama bu, birazdan yaşayacaklarımın belki de onda biri bile değildi.

Başımı geriye atıp parmaklarıma kenetlediği eline parmaklarımı bastırdığımda Deniz boynumu öpüyordu. Sonra omzumu öptü. Sonra köprücük kemiğimi, sonra göğüs kafesimin tam ortasındaki kemiği.

Nefes alıp verdikçe gövdem onun yüzüne bir yaklaşıyor bir uzaklaşıyordu ama Deniz beni öpmeyi bir saniye bile bırakmamıştı. Ne zaman ne yapacağını o kadar iyi biliyordu ki onun yaptıkları ve yapacakları karşısında kendimi çocuk gibi hissediyordum. Neyse ki beni nasıl yönlendireceğini de çok iyi biliyordu.

Ellerimi serbest bırakıp iki yanıma koydu ve yataktan destek aldı. Ben de serbest bıraktığı ellerimi ona sardım ve parmaklarımı ona bastırdım.

Öpücükleri iki göğsümün arasındaki vadide gezerken böyle bir duygunun dünya üzerinde var olabileceğini hiç düşünmediğimi fark ettim. Ben onundum. Ve her öpücüğüyle bu cümlemi imzalayıp, kanıtlıyordu.

Ağırlığını yine bir koluna verdi ve boşta kalan elini bedenimde gezdirmeye başladı. Göğsümde, belimde, bacağımda gezen eli dokunduğu her yeri uyuşturuyordu. Tenimin her santiminin yandığını hissettim.

Yüzünü yüzüme getirip elini vücudumun en hassas bölgesine götürdüğünde nefes almayı unuttum ve gözlerimi kapattım. Kalbim durmuştu.

Dudaklarımdan uzun ve derin bir inleme döküldüğünde Deniz'in sırtında tırnak izlerimden bir yol oluşmuştu. Göremesem bile bunu biliyordum. Yüzümde hissettiğim nefesi, kesilen nefesimin yerine bana oksijen olmuştu.

Üzerimdeki ağırlık hafiflediğinde gözlerimi araladım. Deniz pantolonunu çıkartmaya çalışıyordu. Doğrulup ona yardım ettiğimde ve üzerindeki her şeyi çıkardığımda karşımda ruhu da bedeni de tamamen çıplaktı.

Aramızdaki tek parça benim iç çamaşırımdı. Deniz sabırsızca onu üzerimden sıyırdığında yüzünü ellerimin arasına alıp gözlerine baktım. "Seni istiyorum." dedim. Hayatımda bu kadar kendimden emin kurduğum başka bir cümle daha yoktu.

Deniz beni hızlı ama dikkatli bir şekilde yatırırken bakışlarını bir an olsun yüzümden çekmemişti. Bacaklarımı kendime çekip daha rahat olabileceğim bir şekil aldığımda Deniz gözlerimin tam içine bakıyordu.

Birkaç saniye sonra Deniz'le tek vücut olduğumuz ilk an hissettiğim acı ve zevk bütün hücrelerimi yoklamıştı. Bu son imzaydı, o benimdi. Ben onundum.

Gözlerimi kapatıp tırnaklarımı Deniz'in sırtına gömdüğümde dudaklarından erkeksi bir inilti döküldü ve ellerimi iki yanımdan yatağa sabitleyip yüzüme yaklaştı. Yaşadığım his o kadar güçlü ve sarhoş ediciydi ki ne yaptığım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. "Deniz." diye inledim ve hemen önüme serilen omzuna dişlerimi geçirdim. Bu yaptığım Deniz'i daha çok tahrik etmişti.

Bir şey söylememişti ama ne istediğini gözlerinden okuyordum. Göz bebeklerinde ben vardım. Biz vardık. Geçmiş yoktu, karanlık da yoktu. İkimizin de çok mutlu olduğu bir tablo vardı gözlerinde. Geleceği görüyordum. Toprak ve su birbirinden hiç ayrılmıyordu. Ada ve Deniz birbirine aitti ve ayrılamazdı. Gözlerinden gözlerime süzülen o güzel hayalde geleceğimizdeki halimizi gördüm. Birbirini sevmekten bir an bile vazgeçmemiş Ada ve Deniz vardı. Her zorluktan beraber çıkmış, her savaştan galip ayrılmış, ne kadar düşseler de el ele ayağa kalkmayı başarabilmiş bu çift şimdi benim göz kapaklarımdaydı.

"Gözlerini aç." dedi nefes nefese kalmış sesiyle. Gözlerimi yavaşça araladım. "Nasıl hissediyorsun?" dedi yumuşacık bir sesle.

"Yeniden doğmuş gibi." dedim gülümseyerek. Gülüşümden öptü. Dağılan saçlarını ellerimle geriye ittim. "Sen?" dedim.

Beni tekrar etti. "Yeniden doğmuş gibi." dedi ve ardından yan yatıp beni kollarının arasına alarak saçlarımı öptü. "Nefesimi bu kadar keseceğini hiç düşünmemiştim." Kulağım kalbinin üzerine denk gelmişti ve nefes alışverişleri hala çok düzensizdi. Başım göğsüyle beraber hızla inip kalkıyordu. "Nabzımı kaybedeceğim." Sesindeki gülümseme tınısını hissettiğimde ona sarıldım.

"Şaşırtmayı severim." dedim tenini koklayarak. Kokusunu asla unutmayacaktım.

"Sana daha önce seni sevdiğimi söylemiş miydim?"

"Hmmm." dedim onu kocaman öperek. "Söyledin. Duyduğum en güzel iki kelimeydi."

Deniz saçlarımı kokladı. "Benim güzel sevgilim. Seni çok seviyorum."

***

Duştan çıkıp giyindim ve başıma havlu sarıp Deniz'in yanına dönerek tekli koltuğun kenarına oturdum. Deniz pantolonunu giymişti. Ellerini ensesinde birleştirmiş bir şekilde sırtüstü yatıyordu ve beni görünce hızlıca yanıma gelip karşımda durdu. "Dur ben yaparım." dedi havluyu elimden alıp. Sonra da havluyla saçlarımı kurutmaya başladı. Bakışları yüzümde gezerken ellerimi beline sarıp tam göğsünün orta kısmını öptüm. "Benim canım sevgilim." dedim nazlı bir sesle.

"Söyle güzelim." dedi Deniz gözlerimin içine bakarak.

"Hiç." dedim. "Bir şey yok. Sana seslenmek hoşuma gidiyor."

"Nasıl seslenmek?" dedi gülerek.

"İsmini söylemek, sevgilim demek."

"Başka ne hoşuna gidiyor peki?"

"Sana sarılmak, dokunmak, seni öpmek."

"Hmm böyle mi?" dedi dudağımdan başlayıp bütün yüzümü öperek. "Hı böyle mi? Böyle mi?" Deniz bir yandan beni gıdıklıyor bir yandan da yüzümü, boynumu öpüyordu.

"Deniz. Dur ama yapma." dedim gülerek.

"Neden yapmıyormuşum? Nedenmiş? Söyle bakalım." dedi gülerek. Beni hala öpüyordu. "Sen benim sevgilim değil misin? Öperim, severim, gıdıklarım. Oh." dedi başımı göğsüne yapıştırıp saçlarıma da onlarca öpücük kondururken.

"Sevgilim." dedim kıkırdarken. "Karnım ağrıdı artık gülmekten. Ne olur bırak artık."

"Eh, peki o zaman." dedi ve boynuma kocaman bir öpücük kondurdu. "Ben duşa giriyorum. Sakın bir yere kaybolma."

"Gözlerinde kaybolmama izin var mı peki?" dedim. Gözleri ışıldadı.

"Var." dedi çenemden tutup alnımı öperek. Ardından arkasına döndü ve banyoya ilerledi. Havluyu başıma sarıp telefonumu aldım. Cevapsız çağrı kısmında beş cevapsız arama vardı. Telefonum o kadar çalmış mıydı? Hiç fark etmemiştim.

Aramaları boş verip WhatsApp’ı açtım ve Selay'ı görüntülü aradım. Hemen cevaplamıştı. "Ooo aşk kumruları. Ne yapıyorsunuz bakalım?" dedi neşeyle.

"Hiç." dedim ama hiç de hiçlik bir durumda değildik.

"Hiç mi? Ada beni kandıramazsın. Anlat ne oldu? Ne bu suratındaki şapşal ifade?" dedi Selay gülerek.

"Can yanında mı?"

"Yok, daha gelmedi. Ne oldu ki?"

"Selay sana bir şey söyleyeceğim." dedim fısıltıyla.

"Söyle de niye fısıldıyorsun? Deniz nerede?"

"Sshh." dedim ve derin bir nefes alıp banyoya doğru baktım. Hala su sesleri geliyordu. Yani Deniz henüz çıkmamıştı. "Selay şey. Biz Deniz'le. Yani nasıl desem?"

"Ne? Ne oldu?"

"Yani Selay anla işte."

"Neyi anlayayım?"

"Ya Selay açık açık mı söyleyeyim?"

Selay ne demek istediğimi anladığında yüzünde kocaman bir aydınlanma belirdi. "Ohaaa, neeee? Ada şaka mı? Oha, Ada ciddi misin?" dedi Selay. Yüzünde çok komik bir ifade vardı. "Ada doğru mu bu?"

"Evet doğru bildin." dedim tek elimle yüzümü kapatarak.

"Ay inanmıyorum Ada. Ne diyeceğimi bilemiyorum." dedi şaşkınlıkla.

"Ve bir sürprizim var. Ama asla söylemem. Gelince artık."

"Ne ya? Söyle hadi. Çatlatma beni. Kim bilir ne zaman gelirsiniz."

"Bilmiyorum ki. İstediğin bir şey var mı? Ne alayım sana?"

"Bir şey istemiyorum Ada. Hadi anlat. Nasıl gidiyor? Yani şey dışında." dedi sırıtıp.

"Selay." dedim uyarıcı bir sesle gülerken. "Neyse, yani aslında her şey çok mükemmel. Ve bu beni çok korkutuyor."

"Kötü düşünmeyi keser misin Ada? Deniz seni çok seviyor. Bunu artık cümle alem duydu."

"Ya Selay biliyorsun, bir gün mutlu olsam bir hafta ağlıyorum."

"Bu sefer öyle olmayacak. İnan bana. Seni ilk defa bu kadar mutlu görüyorum. Deniz'e bakarken gözlerin parlıyor."

"Onu kaybetmekten korkuyorum."

"Kaybetmeyeceksin Ada."

"Bu zamana kadar hep terk edildim. Annem, babam. Yani düşün Ozan bile gitti."

"Deniz gitmeyecek. Seni nasıl sevdiğine en iyi biz şahidiz... Bu arada sırf konusu açıldı diye bir şey söyleyeceğim."

"Ne?"

"Hani sen böyle üzülüyorsun ya, ben olmasaydım Ozan ve İpek mutlu olurdu diye vicdan azabı çekiyorsun."

"Eee?"

"Artık üzülmene gerek kalmadı."

Tek kaşımı kaldırdım. "Selay zile basıp kaçan çocuklar gibisin. Taksitle söylemesene şunları. Ne oldu?"

"Tamam tamam. Neyse şimdi bu resim yarışması vardı ya onu İpek kazanmış ve yurt dışı tatili olarak da Fransa'ya gitmiş. Orada Ozan'la buluşmuş. Veeee Ozan İpek'e bir şans verecekmiş."

Kaşlarımı kaldırdım. Bu haber asla duymayı beklediğim bir şey değildi. "Selay sen ciddi misin? Ne diyeceğimi bilemiyorum şu an."

"Ada yani şimdi Ozan da haklı. Onu sevmiyordun. Ve o da onu seven birine şans veriyor işte."

"Evet. Ben onun mutlu olmasını istiyorum Selay. Onlara dört yıl borçluyum gibi hissediyorum."

"Onlara dört yıl borçlu değilsin Ada kuşum. Şimdiden sonra mutlu olabilirler. Yani üzülme."

Başımı salladım. Banyo kapısı açılıp kapanmıştı. "Neyse Selay, kapatıyorum şimdi. Sonra görüşürüz. Çok öptüm."

"Görüşürüz. Deniz'e selam söyle."

"Söylerim." dedim öpücük göndererek. Ardından görüşmeyi sonlandırdım.

"Selay mıydı?" dedi Deniz arkamdan sarılarak.

"Hı hı." dedim başımı ona yaslayarak.

"O mu aramış peki?" dedi gülerek.

"Aa bakmadım." dedim ve anasayfaya döndüm.

"Eğer Uygar'sa İstanbul'a döner dönmez onu bacaklarından tavana asacağım." dedi Deniz, ben tam cevapsız çağrı sekmesine basarken.

Ekran açıldığında yüzümdeki gülüş çoktan yerini korkuya ve adını koyamadığım bir sürü duyguya bırakmıştı. Deniz ne olduğunu anlamamıştı. Çünkü ekranda sadece B!!!!!! yazısını görüyordu ve bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu. Ama ben biliyordum.

"Babam." dedim kekeleyerek. "Deniz. Deniz babam aramış."

Loading...
0%