Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm

@_kubraakyol

"Ne yapacağım ben şimdi? Deniz ne yapacağım ben? Ne diyeceğim ona?" dedim panikle.

"Ssshh." dedi Deniz ellerini kollarıma koyarak. "Sssh güzelim sakin ol. Ada, sakin ol."

"Ne diyeceğim Deniz? Beni ya da Güneş'i aradığını biliyor. Ararken farkındaydı. Deniz bilmiyorum. Ben yapamayacağım galiba."

"Ada, sshhh. Sevgilim, dur. Ne olur dur. Sakin ol. Tamam. Kerem'e yazacağım. Sinyale baksın hemen. Eğer şimdi konuşamayacaksan Kerem bulduğu sinyali takip eder. Dönünce ararız ya da ne zaman istersen."

"Bilmiyorum Deniz. Gerçekten bilmiyorum."

"Tamam, korkma ama tamam mı? Bak yanındayım. Ne istersen onu yapacağız. Korkmanı gerektirecek bir şey yok."

"Nasıl sesleneceğim ona? Nasıl cevap vereceğim? O bana ne diyecek? Hiçbir şey olmamış gibi kızım mı diyecek?"

Deniz ellerini kollarımdan çekti ve yüzümü tuttu. "Ada. Ada dinler misin? Bak bana, yüzüme bak. Hadi sevgilim." Bilinçdışı olsa da gözlerimi ona diktim. "Bak dinle beni şimdi. Dikkatli dinle. Ne istersen onu yapacağız. Ne zaman istersen o zaman yapacağız. Anlıyor musun beni?" Başımı aşağı yukarı salladım. Deniz başımı göğsüne bastırıp beni kollarının arasına alarak sımsıkı sarıldı.

Ben yıllar sonra babamla kurduğum iletişim yüzünden panik ve korku dolu hissederken Deniz'in ne hissettiğini merak ediyordum. Cemre'nin katilini yıllar sonra bulmuştu. Kardeşini bu hale getiren adam artık cezasını çekecekti.

Deniz'e karşı duyduğum, sürekli görmezden gelip bastırmaya çalıştığım bu utanç ve vicdan azabı hissi sağanak yağmur gibi kalbime yağıyordu. Gözlerinin içine bile bakamayacak durumda olmam gerekirken ben ona sığınıyordum.

Sığınıyordum çünkü ben ayakta değildim, yıllardır dizlerimin üzerinde yere düşmeyi bekliyordum. Deniz beni bıraksa yere yığılırdım. Bıraksa darmadağın olurdum. Ama belki de yere düşüp darmadağın olmam gerekiyordu. Belki de iyileşmem için, kendimi toparlayabilmem için, ayağa kalkabilmem için önce parçalara ayrılmam gerekiyordu.

"Düşmene izin vermeyeceğim." dedi Deniz. Düşüncelerimi duyuyordu, içimi görüyordu, ruhumu okuyordu.

"Aramam lazım." dedim. "Aramam lazım çünkü Melis'i bu hale getiren adamdan hesap sormak istiyorsun. Cemre'nin katili bir an önce hapse girsin istiyorsun. Çünkü sadece bu sayede vicdan azabın hafifleyebilir."

"Evet bunları istiyorum. İstiyorum ama şimdi değil. Sen ne zaman hazır hissedersen. Duydun mu beni? Şu an ne hissettiğini tahmin edemiyorum. Sana nasıl yaklaşmam gerektiğini bilemiyorum. Ama suçluluk duyma. Tamam mı?" dedi Deniz beni kendinden uzaklaştırarak. Gözlerinde anlam veremediğim bir bakış vardı. Öfke, intikam, hüzün ve acı bir araya gelmişti.

Babamı şimdi arayıp tatilimizin huzurunu kaçırmak istemiyordum. Eğer ararsam muhtemelen İstanbul'a dönmemiz gerekecekti. Bunu istemiyordum. Ruhumu günden güne boğan bu acılardan kısa bir süre için bile olsa uzaklaşmak bana iyi gelmişti. Biraz daha burada kalmak istiyordum. Keyfimizi bozmak istemiyordum, suratımı asmak istemiyordum. Benim yüzümden Deniz'in de keyifsiz olmasını istemiyordum. "İstanbul'da arasam olur mu?" dedim. "Buraya her şeyden uzaklaşmak için geldik. Eğer şimdi babamı ararsam bütün bu yaşadığımız güzel anların büyüsü bozulacak. Ben bir süre daha bu rüyada yaşamak istiyorum."

Deniz tekrar ellerini yüzüme koydu. "Olur, olur sevgilim. Sen nasıl istersen. Ama uyumak ister misin? Çok geç oldu."

"Olur, uyuyalım." dedim ve Deniz'e sarıldım. Ona sarıldıkça iyileşiyordum. Ona sarıldıkça yaşadığımı hissediyordum. O benim bütün hücrelerimde geziyordu.

"Hadi o zaman yatağa." dedi Deniz alnımı öperek. Ve beni yatağa sürükledi.

***
24 Ekim, Perşembe

Sabah ilk uyanan ben olmuştum. Zaten pek de güzel bir uyku çektiğim söylenemezdi. Sürekli uyanmıştım. Uyumaya çalıştıkça babam göz kapaklarımı kaldırıp kendi varlığını hatırlatıyordu. Onu görmek istemiyordum.

Düşüncelerimi savuşturup yataktan kalkarak banyoya gittim ve yüzümü yıkadım. Gözüm aynanın önündeki rujuma takıldı. Deniz'e hiç seni seviyorum diyemeyişim aklıma gelmişti. Tamam, diyemiyordum ama en azından yazarak söyleyebilirdim. Kendi kendime gülümseyerek ruju aldım ve aynaya rujla kocaman ADA DENİZ'İ ÇOK SEVİYOR yazıp yanına kocaman bir kalp çizdim.

Odaya döndüğümde Deniz uyanmıştı ve ellerini ensesinde birleştirmiş, tavanı izliyordu. Koşarak yanına gidip yatağa atladım ve Deniz'in üstüne yattım. "Günaydın sevgilim." dedim yanağını kocaman öperek.

Deniz takip edemediğim bir hızda yerlerimizi değiştirip beni sırt üstü yatırdı. "Günaydın sevgilim." dedi, dudağımın kenarını öpmüştü.

"Ee ne yapıyoruz bugün?" dedim elimi kaldırıp yanağını severken. Kısa bir süre düşünüyormuş gibi yaptı.

"Bahsettiğim resim sergisine gidiyoruz. Sonra bütün sokakları adım adım geziyoruz. En sonunda da aşk çeşmesine gidiyoruz."

"Orada dilek mi dileyeceğiz?" dedim nazlı ve keyifli bir sesle.

"Hmmm tabii dileyebiliriz ama benim dileğim zaten yanımda." dedi yanağımı öpücüklere boğarken.

Gülümsedim. "Alışveriş de yapalım mı? Herkese ama herkese hediye almak istiyorum. Uygar'a, Selay'a, Miray'a."

"Olur." dedi ve yüzünü uzaklaştırdı. "Olur güzelim, yaparız. Ama önce kahvaltı yapmamız lazım."

Başımı salladım. "Tamam, hazırlanalım o zaman."

Deniz yavaşça doğrulduğunda ben de peşinden kalktım. "Hemen geliyorum." dedi banyoya giderken. Acaba aynadaki yazıyı görünce ne tepki verecekti?

Çantama doğru ilerleyip bugünkü giyeceklerimi hazırlarken Deniz'in sevgilim diye seslenmesiyle banyoya doğru baktım. "Efendim sevgilim." dedim sırıtırken. Yazıyı görmüştü.

"Gelsene biraz buraya sen." dedi. Sesindeki neşeyi hissetmiştim ve onu daha fazla bekletmeden yanına gittim. Hayran hayran aynadaki yazıyı izliyordu. Yanına gittiğimde beni önüne çekti ve arkamdan sarılıp gözlerini aynadaki gözlerime dikti. Ben de onun gözlerine bakıyordum ve yazdığım yazı yüzümüzü renklendiriyordu.

"Seni çok seviyorum." dedi boynumu öpmeden hemen önce. Yüzünde yine o hayran olduğum gülümsemesi asılı kalmıştı. Ona doğru döndüm ve ellerimi boynuna koyup gülümsemesinin tam üzerine küçücük bir buse kondurdum. Bu seni seviyorum dememin başka bir yoluydu. "Hadi hazırlanalım. Uzun bir gün bizi bekliyor."

Odaya geçip hazırlanmaya başladığımızda Deniz yatağın yanındaki çekmeceden bir şeyler arıyordu. Ben de ona arkasından sarılıp boynunu öpmek istiyordum ama boyu benden uzun olduğu için yetişemiyordum. Aklıma gelen bir fikirle yatağa çıktım ve ayağa kalktım. Deniz şaşkınlıkla bana bakarken gülümsedim. "Ne oldu sevgilim?" dedi anlamaya çalışırken.

"Arkana dön." dedim. "Hadi bakma öyle, arkana dön." Deniz kaşlarını çatsa da bana sırtını döndü. Hiç beklemeden kollarımı ona sardım ve omzuyla kulağı arasındaki kısma kocaman bir öpücük kondurdum.

Kısık bir sesle güldü. "Bunun için mi çıktın yatağa?"

"Evet." dedim kulağının dibindeyken. Ona hala sarılıyordum. "Sen yaptığın zaman hoşuma gidiyor. Ben de sana böyle sarılıp öpmek istiyorum ama boynuna erişemiyorum. Ben de böyle bir yöntem buldum."

"Hmmm." dedi keyifli bir sesle. Ardından ellerini geriye attı ve bacaklarımı tutup karnına sararak boy aynasına doğru yürüdü. Beni bir çocuk gibi sırtında taşıması gülmeme sebep olmuştu.

"Sevgilim ne yapıyorsun?" dediğimde masanın üzerindeki telefonunu aldı.

"Bir daha öpsene." dedi telefonunun kamerasını açıp. Ayna pozu verdiğimizi o an fark etmiştim. Az önce öptüğüm yeri tekrar öptüğümde deklanşör sesini duydum ve ekrana baktım. Deniz bir eliyle bir bacağımdan tutarken bir eliyle telefonu tutuyordu. Başını bana doğru yaslamıştı ve gözleri kapalıydı. Gülümsüyordu.

"Ben aynalara bile bakamayan biriyken şimdi senin yanında kendimi dünyanın en güzel kadını gibi hissediyorum." dedim yanağına sesli ve büyük bir öpücük bıraktıktan sonra.

"Sen zaten dünyanın en güzel kadınısın. Ve bu güzelliğin benim başımı döndürüyor." dedi, sesini bile öpmek istiyordum.

"Hmmm." dedim burnumla saçlarını severken. "Neymiş bu kadar güzel olan bakalım?"

"Benim sevgilimin elleri güzel, gözleri güzel, saçları güzel, ay gibi beyaz teni güzel, fındık burnu güzel, gülüşü güzel, kirpikleri güzel, kokusu güzel. Her hali güzel. Daha sayayım mı?" dedi beni yavaşça yere indirirken.

"Say." dedim nazlı bir sesle. Her kelimesi içime o kadar işliyordu ki sanki onun harfleriyle bedenim yeniden şekilleniyordu. O kadar memnundu ki sanki ben yaratılırken onun da fikrini almışlardı.

"Benim sevgilim uyurken güzel, yeni uyandığında güzel, saçını tararken güzel, bana bakarken güzel, beni öperken güzel." dedi ve yanağıma, boynuma, dudağıma küçük küçük öpücükler bıraktı. Beni her öpüşünde mest oluyordum. Ben onun içinde o kadar derin ve güzel bir yerdeydim ki bunu hiçbir güç değiştiremezdi.

"Kabul ediyorum, ben senin hayatına senin aklını başından almak için geldim." dedim kollarımı boynuna sararken.

"Sadece aklımı almakla kalmadın, kalbimi de aldın." dedi sırıtarak.

"Hmmm, bak sen. Ben de az değilmişim."

"Hı hı." dedi ve beni öpe öpe yatağa yürütüp yavaşça sırt üstü yatırdı.

"Deniz kahvaltıya geç kalacağız, çok işimiz var. Sergiye gideceğiz, sokaklarda gezeceğiz, alışveriş yapacağız, aşk çeşmesine gideceğiz. Aa sahi Floransa'ya ne zaman gidiyoruz?" Deniz söylediklerimi dinlemediği için herhangi bir cevap da vermemişti. Daha önemli işleri vardı. Boynumu ve omzumu öpüp elini belimde ve karnımın üzerinde gezdirmek gibi.

"Sevgilim sana diyorum." dedim cevap vermeyince. Deniz başını kaldırıp bir anda üstüme çıktı ve ağırlığını vermeden dirsekleriyle yataktan destek alıp beni izlemeye başladı.

"Efendim güzelim." dedi.

"Geç kalacağız." dedim ama beni yine dinlemedi ve köprücük kemiğimi öptü.

"Geç kalmayacağız. Hepsi için vaktimiz var. Ayrıca Floransa'ya yarın gidiyoruz. Seni oraya götürmeden İstanbul'a dönmeyeceğim, merak etme." dedi. Söylediklerimi dinlemiyor zannederken hepsini dinlediğini fark ettim. "Yani vaktimiz var." Sesi imalıydı.

"Ne için vaktimiz var?" dedim kaşlarımı kaldırıp. Deniz o sırada göğüs kafesime dökülen saçları nazikçe aşağı itiyordu.

"Yani, bilmem." dedi tek kaşını kaldırıp. "Ben sana doymadım galiba."

"İçimden bir ses bu cümleyi hep duyacağımı söylüyor." dediğimde küçük bir kahkaha attı.

"İçindeki ses doğru söylüyor." dedi ve omzumdan boynuma, oradan da dudaklarıma yol aldı. "Ben sana hiç doyamam." Kaçışım yoktu. Teslim olmaktan ve yine onun olmaktan başka düşlediğim bir şey de yoktu. Gözlerimi kapattım ve Deniz'in beni yeniden keşfediyor olmasının getirdiği büyüye kapıldım. Onun her dokunuşu benim miladımdı. Ve ben onun yanında olduğum sürece bir sürü milatlar biriktirecektim.

***

"Ada, hazır mısın sevgilim?" dedi Deniz ben banyoda saçımı toplarken. Bugün rahat bir şeyler giymeyi ve makyaj yapmamayı tercih etmiştim. O yüzden hazırlanmam tahmin ettiğim gibi kısa sürmüştü. "Geliyoruuuum." dedim banyodan çıkarken. Deniz de benim gibi günlük kıyafetlerinden giymişti. Saçına taktığı gözlüğü, üzerine oturan siyah tişörtü ve siyah keten pantolonuyla önümde bir Yunan Tanrısı gibi duruyordu. Biraz daha bakmaya devam edersem sergiye gitmekten vazgeçecektim.

"Hadi güzelim çıkalım." dedi kolunu omzuma atıp alnımı öperek.

Otelden çıkmış, Deniz'in kiraladığı Range ile resim sergisine girmiştik. Burada sevdiğim ressamların o kadar güzel ve değerli tabloları vardı ki hiçbirinden gözümü alamıyordum. Hepsini anı olarak saklamak için fotoğraf çekmek istiyordum ama ne yazık ki fotoğraf çekmek yasaktı.

"En çok hangisini beğendin?" dedi Deniz yüzümün asıldığını görünce.

"Seçemem ki." dedim. "Bunların hepsi çok değerli."

"Evet sevgilim hepsi çok özel ve değerli. Ama hepsini alamam. Bir tanesini seçmen lazım." dedi sırıtarak. Anlamayan gözlerle baktım.

"Nasıl? Hepsini alamam derken. Nasıl yani?"

"Gözün kaldı Ada. Fotoğrafını çekemiyoruz bari en azından bir tanesini satın alalım."

"Sevgilim bütün mal varlığını kaybetmek mi istiyorsun?" dedim şaşkınlıkla.

"Bir resimle mal varlığımı kaybetmem sevgilim. Hadi seç bir tane."

"Deniz." dedim boynuna atlayarak. "Deniz sana nasıl teşekkür edebilirim?"

"Sen benim sevgilimsin ve yakında karım olacaksın Ada. Böyle her yaptığım şey için teşekkür edeceksen işimiz var." dedi gülerek.

"Ama." dedim ama Deniz beni susturdu.

"Aması yok Ada. Hadi seç." dedi ben kollarımı boynundan çekerken.

Yüzümü resimlere döndüm ve gördüğümde beni en çok etkileyen resme baktım. Bir deniz resmiydi. Dalgasız, masmavi bir deniz resmi.

"Denizlere özel bir ilgin var galiba." dedi Deniz sırıtarak.

Önüne geçtim ve ellerimi omuzlarına koydum. "Yok." dedim. "Sadece bir tane denize ilgim var."

"Hmm. Merak ettim şimdi. Biraz ayrıntı versene."

Dudağımı yana kıvırıp gözlerimi kıstım. "Böyle kahverengi saçlı, bal rengi gözleri var. Bana bakarken gözlerinin içi gülüyor. İçinde o kadar büyük bir şefkat var ki bana dokunmaya bile kıyamıyor. Benimle uyurken hiç hissetmediği kadar huzurlu hissediyor. Bütün vaktini benim iyi ve mutlu olmam için harcıyor." dedim. Gözleri o kadar parlıyordu ki onun yıllardır içinde bulunduğu karanlıktan çıktığını görmek beni çok mutlu ediyordu. Deniz yıllar sonra mutluydu ve bunun sebebi bendim. Sırf benim mutluluğumla mutlu olduğu için bile onu sevebilirdim.

"Kıskandım şimdi. Yakışıklı mı bari?"

"Ohoo hem de nasıl." dedim ayak ucumda yükselip kulağının dibine giderek. "Evrenin en yakışıklı adamı."

Deniz gülümsedi. "Şanslı biriymiş. Yanında sen varsın."

"Şanslı olan benim." dedim. "Eğer o olmasaydı ayakta duracak gücüm olmazdı."

Deniz kollarını etrafıma sarıp birkaç saniye öylece durduktan sonra bedenlerimizi ayırdı ve sergi görevlisinin yanına gittik. Görevli tabloyu satın alabileceğimizi ama sergi süresi bitene kadar teslim alamayacağımızı söyleyince biraz üzülmüştüm ama kargoyla göndereceklerini öğrenince üzüntüm biraz da olsa geçmişti.

Sergiden sonra Roma sokaklarını adım adım gezmeye başlamıştık. Deniz'i gördüğüm her mağazaya sokuyordum, bulunduğu durumdan şikayet etmek bir yana benden daha heyecanlıydı.

Aklıma gelen herkese hediye almıştım. Gerçi hepsinin parasını Deniz vermişti ama sonuçta hepsini ben seçmiştim. Uygar'a ve Can'a saat, Selay'a tasarım bir topuklu ayakkabı, Miray'a yine tasarım bir etek almıştık. Bunların yanında bir sürü magnet almıştım. Eve gider gitmez dolabı bu magnetlerle süsleyecektim.

"Dayınlar için bir şey almayacak mısın?" dedi Deniz aldıklarımızı arabaya koyarken.

Aslında istiyordum ama Deniz daha yeni Aydın'da onlar için hediye aldığı için buradan bir şeyler almasına içim el vermiyordu. "Almıştık zaten, inan hiç gerek yok." dedim ama Deniz yüzümden anlamış olacak ki paketleri bıraktı ve elimi tutup beni mağazalara doğru yürüttü.

"Ben de bizimkilere alacağım, gel hadi daha işimiz bitmedi." dedi pahalı olduğu her halinden belli bir mağazaya girerken. Buradan da bir sürü şeyler almıştık. Deniz, Melis için çok güzel bir çanta ve onu tamamlayan bir ayakkabı almıştı. Eren'e spor bir ceket ve spor ayakkabı, babasına takım elbise, annesine de çok zarif bir elbise almıştı. Ben de Güneş için çanta ve kemer, dayım için gömlek ve kol düğmesi, yengem için de gömlek ve pırlanta kolye almıştım. Deniz'in bugün servetini buraya döktüğüne emindim.

"Ben sana da bir şey almak istiyorum." dedim mahcup bir yüzle Deniz'e bakarken. "Ama param yok. Bana telefon aldın, dünyanın en önemli resimlerinden birini aldın. Karşılığını vermek istiyorum."

"Yanımda olman benim yaptığım her şeyin karşılığı zaten sevgilim. Sen benim elimi tutuyorsun ya başka hiçbir şey yapmana gerek yok."

"Olsun yine de senin için bir şey yapmak istiyorum." Deniz muzip bir gülüşle güldü. Aklında kim bilir ne vardı? "Ne, ne oldu? Ne istiyorsun?" dedim tek kaşımı kaldırıp.

"Bana benzeyen bir çocuk." dediğinde neredeyse kahkaha atacaktım.

"Sevgilim." dedim. "Sana benzeyen mi? Normalde babalar çocuklarının eşlerine benzemesini ister. Bizim çocuğumuz neden bana değil de sana benziyor?" dedim sırıtarak.

"Çünkü ben çocuğumuza her baktığımda şunu diyeceğim; Karım bana o kadar aşık olmuş ki çocuğumuzu bana benzetmiş."

"Bu kadar çok mu istiyorsun bir bebeğimizin olmasını?"

"Evet. Küçük küçük Ada ve Deniz olmasın mı birer tane daha?" dedi gülerek. Küçük bir kahkaha attım. "Böyle minicik elleri ve gözleri olacak. Beraber her anlarına tanık olmak için deli olacağız. Acaba ilk anne mi yoksa baba mı diyecek diye merak edeceğiz. İlk adımlarını atarken o minik ellerinden tutacağız. Onlara rehber olacağız. Yenilmemeleri için elimizden geleni yapacağız, yenilseler bile daha güçlü ayağa kalkmaları için çabalayacağız... Sen istemiyor musun?" dedi ben herhangi bir tepki vermeyince.

Deniz'in tam dibine gittim ve kollarımı beline sardım. İçimde bir şeyler ısınmıştı. Deniz'e ait bir çocuğun annesi olma düşüncesi beni bulutların üzerine çıkarmaya yetmişti. Bir bebeğe beraber bakmak, onu beraber büyütmek aklımın alamayacağı kadar güzel bir hayaldi. Ama yine de içimde bir korku vardı. Acaba Cemre de böyle mi hissetmişti? ''Çocuk fikri beni korkutuyor.'' dedim sessizce.

''Hmm.'' dedi Deniz düşünceli bir sesle. "Neden peki?"

"Benim hayatımın büyük bir çoğunluğunda anne figürü hiç olmadı. Yani ben bir anne nasıl olur, çocuğunu nasıl sever, çocuğu için neler yapar bilmiyorum. Rol modelim yok. Ona yetememe korkusu sarıyor içimi. Ya istediği gibi bir anne olamazsam? Ya onu koruyamazsam?"

"Tek başına olmayacaksın. Ben yanında olacağım. Eminim sen yeteceksin ama yetemediğin yerde ben hep senin yanında olacağım. Korkma o yüzden. Zaten daha çok vaktimiz var. Önce benim bir tanecik karım ol, ondan sonra.'' Buruk bir şekilde gülümsedim. Ona böyle bir hayali yaşatmak istiyordum ama korkumu yenememekten de çok korkuyordum.

Deniz bir adım geri çekilip çenemi tuttu. "Ne oldu? Niye asıldı bu bal surat?"

"Hiç. Hadi gel. Aşk çeşmesine gitmeyecek miyiz?" dedim elini tutup onu arabaya sürükleyerek.

"Arabayla gitmemize gerek yok. Hemen arka sokakta gideceğimiz yer." dedi Deniz bir adımda yanıma ulaştığında. "Ne dileyeceksin?"

"Söylemem. Kabul olmasını istiyorum çünkü. Kabul olduktan sonra söyleyeceğim."

"Bursa'da gördüğümüz yıldızdan seni diledim ve ne dilediğimi sana söyledim. Ona rağmen kabul oldu. Bak yanımdasın."

Omuz kıstım. "Ben yine de söylemeyeceğim."

"Söyleme sevgilim." dedi Deniz, bir anda bacaklarımın altından ve sırtımdan tutup beni havaya kaldırmıştı. Ve sokakta dönerek ilerliyordu. Bu haline o kadar alışmıştım ki artık tepki vermiyordum. Tıpkı benim gibi içi içine sığmıyordu.

Sonunda aşk çeşmesine geldiğimizde Deniz telefonunu çıkartıp ön kamerayı açtı ve manzarayı arkamıza alarak selfie fotoğrafımızı çekti. Onlarca değişik poz vermiştik. Değişmeyen tek şey Deniz'in gözlerindeki ışıltıydı.

"Nasıl bu kadar güzel bakabiliyorsun?" dedim ona dönüp. Ellerimi göğsüne yerleştirmiştim.

"Sen beni cehennemin dibinden aldın ve o kadar güzel bir yere getirdin ki benim sadece bakışlarım değil seninle beraber artık bana ait olan her şey güzel. Her şey başka. Nabzım bile farklı atıyor."

"Hmmm." dedim önüme gelen saçları geriye atmak için kafamı sallayarak. "Nasıl atıyormuş bakalım nabzın?" Ayak ucumda yükseldim ve boynunda atan damarın tam üzerini öptüm. "Baya hızlıymış." dedim geri çekilip.

"Ada, sevgilim. Şu an burada bunu hiç yapma. Tabii otelde her istediğini yapabilirsin." Kocaman sırıtıyordu.

"Ya Deniz çok kötüsün." dedim bakışlarımı aşk çeşmesine çevirerek. "Hadi dilek tutalım." Cebimden iki tane bozuk para çıkarıp birini Deniz'e verdim.

"Hazır mısın?" dedi Deniz. Sırtımızı çeşmenin havuzuna dönmüştük ve bozuk paraları omzumuzun üzerinden geriye doğru atacaktık. İnançlara göre öyle yapmamız gerekiyordu.

"Hazırım. Üç dediğimde atalım. Bir." Deniz'in sonsuza kadar beni sevmesini dilerken "İki." dedim. "Veeee üüüüç."

Deniz'le aynı anda kollarımızı kaldırdık ve elimizdeki bozuk paraları arkamızdaki havuza attık. Ne dilediğini çok merak ediyordum ama kabul olmamasından korktuğum için sormuyordum. "Sormayacak mısın?" dedi Deniz bana bakarken. "Merak ettiğini biliyorum."

"Yok, sormayacağım."

"Sorma, ben yine de söyleyeceğim." dediğinde saniyeler içerisinde elimle ağzını kapattım.

"Hayır, hayır. Sakın. Söyleme bak. Küserim yoksa."

"Küssene bir kere." demişti boğuk sesiyle. Elim hala ağzında olduğu için rahat konuşamıyordu ama yine de ne söylediğini anlamıştım.

Elimi çektim. "Küsmeyeceğimi biliyorsun."

Deniz elimi tuttu ve arabanın olduğu sokağa doğru yürüdü. "Biliyorum." dedi gülerek. "O yüzden hiç blöf yapma."

Görmese de suratımı astım ve omuz kıstım. "Eh, peki o zaman."

Sonunda arabaya gitmiş ve otele dönmüştük. Bugün biraz yorgun hissettiğimiz için de yemeği restoranda değil odada yemiştik. Yemekten sonra üzerimi değiştirip yatağa geçtim ve sırtımı başlığa dayayıp kollarımı göğsümde birleştirdim. Deniz üzerini değiştiriyordu.

"Ne düşünüyorsun?" dedi yanıma gelirken.

"Hiç." dedim ama babamı düşünüyordum. Bir daha aramamıştı. Açacağından korktuğum için ben de aramamıştım ama bir an önce onunla konuşmak istiyordum.

"Bence aklında bir şey var." dedi Deniz ve yanıma gelip aynı benim gibi oturarak yorganı üzerimize çekti. Ona doğru döndüm.

"Kerem." dedim düşünceli bir sesle. "Babamla ilgili bir şey bulabilmiş mi?"

Deniz kısa bir süre düşündü ve bana doğru döndü. Kerem'in bir şeyler bulduğunu anladım. "Sinyal Kerem'e sadece iki sokak uzaklıktan gelmiş Ada." dedi Deniz saçımı kulağımın arkasına atarken. Buz gibi bir havuza düşmüş gibi hissettim.

"Nasıl? Nasıl yani Kerem babama sadece iki sokak uzaklıkta mı? Onu bulduk mu Deniz? Onu görmüş mü?"

"Çok büyük bir ihtimalle bulduk." dedi Deniz. "Kerem şimdi onu arıyor."

"Bulunca ne yapacak?"

"Bir şey yapmayacak sevgilim. Sen onu aramaya hazır hissedene kadar yakın takibe alacak o kadar."

"Korkuyorum Deniz."

"Korkmanı gerektirecek hiçbir şey yok. Seni hiç yalnız bırakmadım, bırakmayacağım. Babanla beraber yüzleşeceğiz." dedi kolunu bana uzatıp. "Gel."

Deniz'in yanına sokuldum ve kolunun altına yattım. Uykuya dalmam uzun sürmemişti.

25 Ekim, Cuma

Sabah ilk uyanan yine ben olmuştum. Bugün Floransa'ya gidecektik. Akşam otele dönüp yarın sabah da çıkış yapacaktık. Hiç istemiyor olsam da İstanbul'a dönüş vaktimiz gelmişti. Burada hayat çok güzeldi. Korkacağım hiçbir şey yoktu. Hayatımı tehlikeye atacak hiçbir şey yoktu. Keşke her şey her zaman böyle toz pembe olsaydı ama sanırım bu bizim için pek de mümkün olabilecek bir şey değildi.

"Günaydın sevgilim." dedi Deniz ben üzerime sweat bir kazak geçirirken. Bugün hava biraz soğuktu. Deniz valizime her mevsim için bir şeyler koyduğu için şanslıydım.

"Günaydın sevgilim... Sen bana diyordun ama rolleri mi değiştirdik biz? Buraya geldiğimizden beri erken kalkan benim."

Küçük bir kahkaha attı. "Evet uykucu oldum... Galiba kaygısızlık bende uyku hali yapıyor."

Kazağımı giydim ve yanına tekrar uzandım. "Ben hep böyle kollarının arasında kalsam olmaz mı? Burası sıcacık ve güvenli. Burada olursam kimse bana zarar veremez." Deniz saçlarımı kokladı ve kocaman bir öpücük bıraktı. "Sonsuza kadar böyle kalabilirim. Sen, ben, bu oda, yaşadıklarımız. O kadar güzel ki geri dönmeyi hiç istemiyorum. Sanki İstanbul'a dönünce her şeyin büyüsü bozulacak gibi hissediyorum."

"Bozulmayacak güzelim merak etme. Her şey daha da güzel olacak. Bir sürü güzel anılarımız olacak. Savaş'ı bulacağız. Melih'i ve oğlunu hapse attıracağız. Başımızda hiçbir bela olmadan huzurla yaşayacağız."

"Ben senden bir şey istiyorum."

"İste bakalım."

"Deniz ben kardeşimi bulmadan evlenmek istemiyorum. Evliliğimiz benim için çok önemli ve ben benim için bu kadar önemli olan bir şeyi yaşarken Savaş da yanımda olsun istiyorum. Sevincimi yarım yaşamak istemiyorum. Mutluluğuma o da şahit olsun istiyorum."

"Zaten öyle olacak sevgilim. Buruk bir sevinç yaşatmak istemiyorum sana. Ama Savaş'ı bulur bulmaz evleneceğiz, haberin olsun." dedi gülerek.

"Bu kadar çok mu istiyorsun benimle evlenmeyi?" dedim nazlı bir gülümsemeyle.

Keyifle güldü. "Evet. Evet çünkü her sabah seninle uyanmak istiyorum. Her gece benim kollarımda uyu istiyorum. Her zorluğu beraber atlatalım istiyorum. Ölene kadar kokunu duymak, saçlarını okşamak istiyorum. Bana hep böyle ışıl ışıl bak istiyorum. O yüzden de." dedi beni gıdıklamaya başladığında. "Hemen evlenelim istiyorum."

"Ya Deniiiiiz." dedim elinden kurtulmaya çalışarak. Boşa bir çabaydı, hareket edemiyordum. "Sevgilim yapma." Her ne kadar engel olmaya çalışsam da kahkahalarımı durduramıyordum. "Sevgilim sana diyorum. Lütfen Deniz. Deniz yapma."

"Yapacağım." dedi Deniz. "Gülmen çok hoşuma gidiyor."

Küçük bir kahkaha daha attım. "Ya ama çok gıdıklanıyorum. Ve eğer biraz daha burada kalırsak yola çıkmak için çok geç kalacağız."

Deniz durdu ve yavaşça doğrulup beni de kaldırdı. "Haklısın, hemen hazırlanıyorum."

Deniz banyoya gittiğinde eşyalarımı toparladım ve valize koydum. Zaten tamamını dağıtmadığım için toplamam çok kolay olmuştu. Yarın otelden ayrılmak için hazırdım.

"Hazırsan çıkalım." dedi Deniz odaya döndüğünde.

"Hazırım çıkabiliriz." dedim ve elini tutup onu kapıya doğru yürüttüm. "Keşke daha çok kalabilseydik." Babam aramasaydı birkaç gün daha burada kalacağımızı biliyordum. Ama belli etmese de Deniz bir an önce dönmeyi ve babamla görüşmemi istiyordu. İçinde neler yaşadığını bilmiyordum. Dağ gibi bir öfkesi vardı ama bana olan hisleri bu öfkeyi baltalıyordu.

"Balayı tatilimizi bir ay yapalım." dedi Deniz. "Bu seferki sayılmaz."

Kiraladığımız arabaya bindik ve paket yaptırdığımız hamburgerlerimizi yerken yola koyulduk. Uzun bir yolculuk bizi bekliyordu. "O zamaaaan müzik zamanı." dedim radyoyu açıp.

Deniz sesi sonuna kadar açtı. Önceden yapamadığı ne varsa şimdi yapıyormuş gibi hissediyordum ve içimden bir ses yanılmadığımı söylüyordu.

Saatler sonra Floransa'ya gelmiştik. Burası o kadar mistik ve etkileyiciydi ki etkisinden çıkabileceğimi hiç düşünmüyordum. Bir şehre aşık olmuştum. "Sanırım aşık oldum." dedim hayran hayran etrafıma bakarken. Deniz kolunu omzuma attı.

"Evet biliyorum." dedi sırıtarak güneş gözlüğünü takarken. Üstüne alınmıştı.

Güldüm ve önümüzdeki eski köprüyü gösterdim. Köprünün üzerinde dükkanlar vardı ve çeşitli hediyelik eşyalar satıyorlardı. "Buranın bu kadar güzel olduğunu hiç tahmin etmemiştim."

"Hadi gel köprüden yürüyelim." dedi Deniz beni yönlendirirken. Etrafıma bakarken Deniz'in peşinden yürüdüm. Her yer başlı başına sanat eseriydi ve gözlerim bayram ediyordu. Bütün binalar inşa edildikleri zamanlardan izler taşıyordu, her parçada o zamanın anıları vardı.

Köprüye ulaştık ve dükkanlara baka baka yürümeye başladık. Magnet hastalığım olduğu için ve sevdiklerime hediye etmek için en az yirmi tane farklı magnet alıp çantama attım. Deniz sürekli benim fotoğraflarımı çekiyordu. "Neden hep çekiyorsun?" dedim yanına sokulup.

"Yanımda olmadığın zamanlarda açıp bakabilmem için." dedi. "Seni özleyince galerimi açıp seni izleyeceğim."

"Deniz." dedim sevimli bir sesle.

Deniz alnımı öptüğünde köprüden karşıya geçmiştik. Yine sokakları adım adım gezdiğimiz bir gündü. Her anın tadını çıkarıyordum çünkü İstanbul'a döndüğümüzde böyle bir şansımız olmayacağını biliyordum.

Metrelerce yürüdükten sonra nihayet Da Vinci müzesindeydik. Neredeyse bütün eserlerini ve icatlarını biliyordum. Ama bunları yakından görmek bambaşka bir şeydi. Büyülenmiştim. Eserlerine baktığım kişi bir dâhiydi ve bunları görebildiğim çok şanslıydım. "Sen olmasan belki de hiçbir zaman göremeyecektim tüm bunları. Çok teşekkür ederim Deniz."

"Ada, ben sana teşekkür etmeyi yasaklamamış mıydım? Anın tadını çıkarsana. Neden sana yaptıklarım için mahcubiyet duyuyorsun?"

"Alışkın değilim. Yani bunu benim için kimse yapmazdı."

"Ben kimse değilim güzelim. Ve eğer yeterince gezdiğimizi düşünüyorsan artık dönme vakti." dedi saatine bakarak. "Saat yedi olmuş. Üç saat yolumuz var. Bu gece güzelce dinlenelim. Uçağımız yarın sabah sekizde ve altıda havaalanında olmamız gerekiyor.''

Başımı salladım. "Tamam, gidelim."

Arabaya dönüp yola koyulmuş, üç saatin ardından da otele dönmüştük. Döner dönmez üzerimdeki pantolondan kurtulmuş, rahat bir kısa tayt giymiştim. Çok fazla bir şey yapmamamıza rağmen çok yorgun hissediyordum. Sanırım yol yormuştu.

Ben saçımı topuz yapmakla meşgul olurken Deniz de üzerini değiştiriyordu. Arkamdaki masaya yaslandım ve onu izlemeye başladım. Siyah tişört ve siyah eşofman giymişti. ''Siyah sana çok yakışıyor.'' dedim ellerimi arkamdaki masaya dayayarak. Deniz ağır adımlarla yanıma geldi ve beni havaya kaldırıp hemen arkamdaki masaya oturtarak bacaklarımı iki yanına açtı.

''Bana başka ne yakışıyor biliyor musun?'' dedi eliyle yüzümü severken.

''Ne?'' dedim elimi ensesindeki saçlarına götürerek.

''Sen.'' dedi, sesi yumuşacıktı. Dudağıma küçücük bir buse kondurduktan hemen sonra beni kucağına aldı ve yatağa taşıyıp üzerimi örttü. ''Hadi artık uyku vakti.''

***

26 Ekim, Cumartesi

Sonunda İstanbul'a dönmüştük. Havaalanının yürüyen bandında valizlerimizi beklerken kendimi çok huzursuz hissediyordum. Neyse ki Deniz yanımdaydı ve gerginliğimi biraz da olsa alıyordu.

''Keşke orada kalsaydık.'' dedim Deniz kolunu omzuma attığında.

''Bir de gitmek istemiyordun.'' Sesinde küçük bir tebessüm vardı. ''Aşkım.'' dediğinde yüzüne baktım. Çok güzel aşkım diyordu. ''Asma yüzünü. Yine gideriz, nereye istersen.''

''Korkuyorum.'' dedim. ''Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yok.''

''Korkma.'' dedi Deniz. Onun da korktuğuna emindim. Ne yapacağını çok merak ediyordum. Peki ben ne yapacaktım?

''Ha, işte bizim valizler.'' dedim bir iki adım ilerleyip. Deniz de benimle beraber ilerledi ve iki valizi de aldı. Birkaç dakika sonra havaalanının bütün girişlerinin olduğu ana bölüme gelmiştik. Otoparka ilerlerken birinin benim adımı seslenmesiyle Deniz'le beraber arkamıza baktık.

''Ada.''

Arkama döndüğümde seslenen kişinin Gökalp olduğunu fark etmem iki saniyemi almıştı. Şaşkınlıkla baktım. ''Ada, Deniz. N'aber?'' dedi bize doğru gelirken.

''Gökalp.'' dedi Deniz, benim gibi şaşkındı. ''Bu nasıl bir tesadüf böyle?''

Gökalp yanımıza ulaştı ve Deniz'in elini sıktı. ''Valla benim için de sürpriz oldu.'' dedi elini bana uzatırken. Bakışları parmağımdaki yüzüğe takıldığında yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti. ''Tebrik ederim, evleniyor musunuz?''

Deniz kocaman sırıttı ve elini belime sardı. ''Evet.'' dedi kocaman gülüşüyle. ''Seni de aramızda görmek isteriz.''

''Neden olmasın?'' dedi Gökalp. ''Tarih belli mi?''

''Henüz değil. Netleştiğinde sana mutlaka haber veririz... Sen İngiltere'ye mi dönüyorsun?''

''Eşyalarımı almaya gidiyorum. Türkiye'ye kesin dönüş yapacağım. Bir hafta sonra yine geleceğim yani.'' dedi Gökalp huzursuz bir sesle. Salih'in her şeyi bildiğini Melih öğrenmişti. Yani artık Gökalp'e oğluymuş gibi davranmak zorunda değildi, gerçekleri söyleyebilirdi. Ama Gökalp gerçekleri öğrenmiş gibi durmuyordu.

''Sık sık görüşeceğiz yani desene." dedi Deniz. Gökalp'e o kadar dikkatli bakıyordu ki acaba benim kaçırdığım ne var diye merak etmiştim.

"Öyle olacak. Dedem sayesinde iki tane dost kazandım." Salih'ten hala dede diye bahsediyordu. Sanırım düşündüğüm gibi gerçekleri henüz öğrenmemişti. "Neyse, ben uçağı kaçırmadan gitsem iyi olacak. Görüşürüz.'' dedi, önce Deniz'e sonra bana sarılmıştı. Onu ilk gördüğümde hissettiğim, beni eskiye götüren o duygu sarılışıyla daha da güçlenmişti. Neredeyse Seni bir yerlerden tanıyor olabilir miyim? diyecektim.

''Ne düşünüyorsun?'' dedim Deniz'e. Gökalp'in arkasından düşünceli bir şekilde bakıyordu.

''Sence de garip değil mi?'' dedi.

''Ney?'' Tek kaşımı kaldırıp Deniz'e baktım ama o hala Gökalp'e bakıyordu.

''Gökalp... Neyse.'' Bana döndü ve elimi tuttu. ''Hadi evimize gidelim.''

''Sevgilim söyle lütfen.''

Deniz uzun diyebileceğim bir süre düşündü ve sonunda kelimelerin dudaklarından dökülmesine izin verdi. ''Çok tanıdık bir yüzü var.'' Deniz'le aynı şeyi düşünüyor olmamız bende çok garip bir his yaratmıştı. Ne diyeceğimi ve düşüneceğimi bilmiyordum. Başımı çevirip Gökalp'e baktım. Dış Hatlar-Giden Yolcu kapısından girip birkaç saniye içinde gözden kayboldu.

Omuz kısıp alt dudağımı aşağı sarkıttım. ''Yani bilmem. Evet. Ama ikimizin de tanıdığı biri olamaz değil mi? Ve tanıyor olsak bile onun da bizi tanıması gerekir ki Gökalp hiç bizi tanıyor gibi durmuyor.''

Deniz düşünceli bir edayla başını salladığında otoparka doğru yürüyorduk. Keşke ne düşündüğünü bilebilseydim.

Bir buçuk saat sonra eve vardığımızda günün öğlen saatlerindeydik. Ülkü abla pazara gittiği için dışarıdaki korumalar hariç Deniz'le evde yalnızdık.

Günlerce yatıp dinlenmek istiyordum ama önce yapmam gereken bir şey vardı. Babamı arayacaktım. Salondaki koltuklardan birine oturdum ve telefonumu aldım. Deniz tam karşımda oturuyordu. ''Şimdi yapmak zorunda değilsin. İstersen Kerem bulsun, öyle arayalım.''

''Yok.'' dedim. ''Bir an önce bitsin istiyorum.'' Ekrandaki B!!!!!! yazısına bakarken ellerimin bir mum alevi gibi titrediğini fark ettim. Kalp atışlarım yavaşlamıştı.

''İyi görünmüyorsun.''

''Bir şey yok, halledebilirim. Halledeceğim. Korkmuyorum. Yaşayacağım şeyler yaşadıklarımdan daha kötü olamaz.'' dedim ve numaranın üzerine bastım. Yine kapalı olduğunu düşünmüştüm ya da belki de öyle olmasını ummuştum. Ama yanılmıştım ve gizliden gizliye umduğum şey beni bulmamıştı. Telefon çalıyordu.

İkinci çalışında yapamayacağımı düşünüp kapatmak üzereyken ses kesildi. Ses kesildi çünkü telefonu açmıştı. Önce kısa bir sessizlik oldu. Çok kısa bir süreydi ama ben o kısa süreye on yedi yıl sığdırabilirdim. Annemin ölümünden şimdi yaşadığım ana kadar tüm hislerim, acılarım yüzüme çarpılıyordu. Bunların sorumlusu hattın hemen diğer ucundaydı ve ben ne yapacağımı bilmiyordum.

''Kızım.'' dediğinde gözlerimdeki yaşlar tıpkı elim ayağım gibi boşalmıştı. Eksi on derecede dışarıda kalmış gibi titriyordum ve beynimin içinde söyleyebileceğim bir şeyler arıyordum.

Kızım. Dayım da yengem de bana ve Güneş'e bazı zamanlar kızım diye sesleniyordu. Ama bu kelimeyi yıllar sonra gerçek sahibinden duymak bende elektrik akımına kapılmışım gibi bir his uyandırmıştı. Nefesimin bedenimde donup kaldığını düşündüm. Kelimelerim gibi nefesim de dışarıya çıkmayı reddediyordu.

''Kızım orada mısın? Ada sen misin? Ya da Güneş. Sen misin Güneş'im? Kızım ne olur cevap ver.'' Kızım. O kadar güçlü söylüyordu ki bunu, sanki aramıza hiç yıllar girmemişti. Sanki ben hala onun sırtına atlayan beş yaşındaki kız çocuğuydum.

Bütün nefretimi unuttum. Bizi annesiz bırakmasını, Savaş'ı alıp götürmesini unuttum. Yıllardır yanımızda olmayışını, bütün kötü sıfatlarını ve bir katil oluşunu bile unuttum. Karşımda şu an benim için sadece babam vardı. Beni dizinden ayırmayan babam, bana yıllar sonra eski günlerdeki gibi kızım diye sesleniyordu.

Düşüncelerim uygun kelimeleri ararken yutkundum ve sessizce "Benim, Ada." dedim. Başım dönüyordu.

Loading...
0%