Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm

@_kubraakyol

"Selam." dedim tereddütlü bir sesle. Karşımda kardeşim vardı. Karşımda aynı rahimde aynı anda bulunduğum ve beş sene boyunca on dakikamı bile onsuz geçirmediğim, yıllardır hasretinden kalbimi çürüttüğüm kardeşim vardı. Ve ben ona kocaman sarılmak yerine kuru bir selam'la yetinmek zorundaydım.

"Selam Ada." dedi ışıl ışıl bakan gözleriyle. Sesi neşeliydi.

"Hoş geldin. Geçsene." dedim içeriye buyur ederken. "Deden seni bekliyor."

"Hoş buldum." dedi ve benimle beraber içeriye doğru yürüdü. "Dedem ne çeviriyor acaba sen bana biraz kopya verebilir misin? Hayır hiç normal değil çünkü beni böyle apar topar çağırması."

Başımı ona çevirdim. Kocaman gülümsüyordu. Ne cevap vereceğimi bilemediğimden "Bilmem." dedim ve konuyu değiştirdim. "Yolculuk nasıldı?"

Savaş bir süre düşündü çünkü ona göre henüz yeni tanışıyorduk, çok samimi değildik ve onu merak edip yolculuğunu sormam biraz garip sayılabilirdi. "Son yirmi dört saattir neredeyse sürekli havada olduğum için karaya ayak basınca biraz afalladım ve zaman kavramım baya şaştı. Şu an saat kaç en ufak bir fikrim yok ama yine de iyi denilebilir."

Gülümsedim. "Bir süre uçma sen en iyisi."

"Bizzat sırtıma kanat taksalar yine de uçmam bir süre, o kadar sıkıldım." dediğinde neredeyse kahkaha atacaktım.

Salona geçtiğimizde Salih abi ve Deniz bizi ayakta karşılamıştı. "Hoş geldin benim canım torunum." dedi Salih abi kollarını kocaman açarak.

Savaş Salih abiye doğru ilerlerken ağlamamak için dişlerimi sıkmıştım. Yıllardır dedesi bildiği adamın aslında bir yabancı olduğunu öğrendiğinde ne tepki vereceğini çok merak ediyordum. "Hoş buldum aslan dedem. Nasılsın?"

"İyiyim oğlum. Seni sormalı."

"Eh, iyi diyelim iyi olsun." dedi Savaş Salih abiyle sarılması bittiğinde. Deniz'in "Hoş geldin." demesiyle de ona döndü ve elini uzatıp onunla tokalaştı.

Yere yığılmaktan korktuğum için Deniz'in yanına sokuldum, kolunu belime sarıp ayakta durabilmem için bana destek olmuştu.

"Hoş buldum Deniz." dedi Savaş ve bakışlarını ikimiz üzerinde gezdirdi. "Bir sorun mu var? Yani böyle dedemi ve beni apar topar misafir etme sebebiniz umarım kötü bir şey yüzünden değildir."

Başımı yavaşça Deniz'e doğru çevirdim. Bütün bedenim buz kesmişti. O kadar gergin ve stresliydim ki bütün harfler birbirine karışmıştı. Midem bulanıyordu. Cesur hissediyordum ama yanılmıştım. Hazır hissetmiyordum. Hiç özenli bir konuşma hazırlamadığımı fark ettiğimde Ülkü abla imdadıma yetişti. "Deniz oğlum, kahvaltı hazır. Soğutmadan yukarıya çıkın isterseniz." dedi neşeli bir sesle.

"Aç değil misin? Gel önce bir kahvaltı yapalım." dedi Deniz büyük bir samimiyetle. "Ondan sonra konuşuruz."

"Valla ben açım." dedi Salih abi. "Güzel bir kahvaltıya hiç hayır diyemem. Gökalp oğlum?" Gökalp derken sesi o kadar mahcuptu ki sanki beni üzüyormuş gibi hissediyordu. Bunu derinlerde bir yerde hissetmiştim.

"Peki madem. Herkes acıktıysa ben de eşlik edeyim." dedi Savaş.

"Tamam o zaman, buradan." dedi Deniz elimi tutup merdivenleri gösterirken. Önden yürüyüp onlara öncülük ederken merdivenlere takılıp düşmemek için kendimi zor tutuyordum. Çünkü başım dönüyordu.

"Beraber mi yaşıyorsunuz?" dedi Savaş meraklı bir edayla.

Arkama dönüp ona baktım. "Evet."

"Uzun zamandır berabersiniz o zaman."

Bu sefer onu yanıtlayan Deniz olmuştu. "Aslında pek de öyle sayılmaz. Uzun hikaye. Anlatacak vaktimiz çok."

"Hmm beklerim o zaman. Aşk hikayelerine bayılırım." dedi hiç kaybetmediği neşesiyle.

Hep beraber neşeyle kıkırdadık. "E hadi o zaman sofraya." dedi Deniz ve sandalyemi çekerek oturmama yardım etti.

"Ooo bu nasıl sofra ya? Dışarıdaki kahvaltılara taş çıkartır vallahi." dedi Savaş ve iştahla tabağını doldurmaya başladı.

Deniz ona yardımcı olmak için peynir tabağını uzattığında Savaş yüzünü buruşturdu. "Teşekkür ederim, almayayım. Peynir sevmem."

Eski anılarım canlanmıştı çünkü Savaş küçükken de peynir sevmiyordu. Annem her yedirmeye çalıştığında çatalı geri ittiriyor, masadan kalkmaya çalışıyordu. Gülümsedim ve büyük bir heyecanla "Çocukken de sevmiyor-" dediğimde bir pot kırdığımı fark ettim. Toparlamam lazımdı, alelacele lafı çevirmeye çalıştım. "-muşsun." dedim Salih abiyi göstererek. "Sen gelmeden dedenle lafladık da biraz." Bakışlarımı kaçırıp çatalımı, bıçağımı aldım ve tabağıma bakarak anlamamasını umdum.

Salih abi zor durumda kaldığımı fark edince müdahale etti ve beni düştüğüm durumdan kurtardı. "Öyleydi, çocukken de sevmezdi. Her şeyi severdi ama bir tek peynir yemezdi."

"Sahiden de öyleydi. Hep iştahlı biriydim, hatırlıyorum da."

"E hani burada göremiyoruz o iştahı." dedi Deniz içten bir ev sahibi tavrıyla.

"Jet lag oldum galiba. Üstüne uykusuzluk, dinlenememe falan. Bir iki güne toparlarım."

"Bana gideriz, ben sana bakarım, iyileştiririm seni. Değil mi oğlum?"

Savaş elini Salih abinin elinin üzerine koydu. "Aynen öyle dedem benim. Şöyle dede torun bir güzel kapatırız kendimizi eve. Dertleşiriz, langırt oynarız, mangal partisi yaparız. Yapmaz mıyız, hı?"

"Yaparız yaparız. Sen iste yeter."

Savaş gülümsedi ve tabağındakileri yemeye başladı. "Ee Deniz, Ada. Hikayenizi anlatacaktınız hani?"

Deniz'le birbirimize baktık. Bizim aşkımız Melih Karahan yüzünden başlamıştı ve şimdi onu konuşmak bütün konunun açılmasına sebep olurdu. Kahvaltıdan sonraya bırakmak istiyordum.

"Ada'ya olan aşkımı anlatmaya ne kelimeler ne de zaman yeter ama özetlemek gerekirse, ona aşık olmak ateşe dokunmakla eş değerdi. Dokunursam yanacaktım ama ben bir an bile tereddüt etmeden o ateşe atladım." dedi Deniz elimi tutup öperek. Savaş ve Salih abi gülümseyerek bize bakıyordu.

"Yıldırım aşkı diyebilir miyiz?" dedi Savaş merakla.

"Diyebiliriz." dedim. "Her şey çok kısa bir sürede oldu."

"Kısa bir süre içinde olmasına rağmen evlenmeye karar vermek büyük risk değil mi?"

"Aşk biraz da risk almaktır." dedim ikiz kardeşime aşk hakkında bilgi ve akıl verdiğime inanamayarak. "Cesur olmak gerekiyor yani."

"Ooo siz baya körkütük gidiyorsunuz, ne güzel. Nasıl tanıştınız peki? Sizden güzel bir hikaye çıkacağa benziyor."

Buruk bir şekilde gülümsedim. Deniz'le olan aşkımız çok güzel olsa da yaşadıklarımız hiç de iç açıcı değildi ve bu durum canımı çok sıkıyordu. "Denizlerin bir kütüphanesi vardı. Ben sürekli oraya gidiyordum ve ara sıra Deniz'i görüyordum."

"Dur dur, bir saniye. Sakın bana kütüphanede elimizde kitaplarla yürürken çarpıştık deme. Bu kadar klişe olmamalı."

Gülümsedim. Aslında Deniz'in cevap vermesini bekliyordum ama Deniz sanırım Savaş'la aramızdaki bağın güçlenmesi için sohbeti bana bırakmıştı. "Hayır öyle olmadı. Bir gün kütüphaneye giderken yani kapıya ulaşmama metreler kala yolda bayılmıştım." Savaş gözlerini merakla ve biraz da olsa panikle açmıştı. "O sırada Deniz görmüş beni. Hastaneye götürmüş. Sanırım on saatten fazla bir süre baygındım. Gözlerimi açtığımda Deniz yanımdaydı. Öyle tanıştık."

"Nasıl yani?" dedi Savaş Deniz'e bakarak. "Ada'yı tanımıyordun ama onu hastaneye götürdün ve saatlerce başında mı bekledin?"

Deniz başını aşağı yukarı salladı ve az önceki gibi yine elimi öptü.

"Vay be. Baya romantik hareket. Ee, dün siz de havaalanındaydınız. Bir yerden mi geliyordunuz?"

"Evet, üç günlük küçük bir tatil yaptık."

"Nereye gittiniz?"

"İtalya."

"İtalya'ya birkaç kez gittim. Çok güzel bir ülke."

"Evet büyüleyici bir yer. İngiltere nasıl peki? Ne zamandan beri orada yaşıyorsun?"

"Kendimi bildim bileli." dediğinde beş yaşına kadar ne yaptığını, o yaşa kadar nerede yaşadığını hatırlayıp hatırlamadığını sormamak için kendimi zor tutuyordum. "Teyzemle yaşıyorum." dedi. Onun bir teyzesi yoktu. Bir dayısı vardı. İkiz kardeşi vardı. Kız kardeşi vardı. Allah aşkına hiç mi hatırlamıyordu?

"Peki." dedim titreyen bir sesle. "Ailenden ayrı yaşamak zor olmadı mı?"

"Yani." dedi tereddütlü bir sesle. "Ailemle aramız hiçbir zaman iyi olmadı. Onlardan ayrı yaşamak iyiydi aslında benim için. Pek de konuşmak istemiyorum aslında bu konuyu. Ailem konusunda Deniz'e karşı çok mahcubum çünkü."

"Senin olanlarla hiçbir ilgin yoktu." dedi Deniz ikna etmek istercesine. "Babanın ve abinin yaptıkları yüzünden bütün aileni suçlayamam. Öyle olsa dedenle dost olamazdım. Zaten Türkiye'de bile yaşamazken nasıl müdahale edecektin ki?"

"Yaşadıklarınız kolay değildi Deniz. Bir ilgim olmasa da ne olup ne bittiğini takip ediyordum. Çok üzgünüm her şey için."

"Sıkma canını. Her şey geride kaldı. Bundan sonra daha iyi olacak."

"Pek emin olamıyorum yani babama güven olmaz... Dede ben anlamıyorum, nedir bu düşmanlığın sebebi? Ne oldu da bu hale geldi babam ve Deniz'in ailesi? Deniz sen biliyor musun? Babam ve abim, neden bu kadar gaddarlar?" Yutkundum ve derin bir nefes alıp aldığım nefesi tuttum. Burun deliklerim büyümüştü. Ağlamamak için üst dudağımı ısırmaya başladım ve hemen masanın altındaki bacağımı elimle sıktım. Deniz fark etmişti, fark eder etmez de kendime zarar vermemem için elimi tutmuştu. Kendime engel olamadığım için bu sefer de Deniz'in elini sıkıyordum.

"Yemeğimizi yiyelim de öyle konuşuruz." dedi Salih abi Savaş'ın sırtına birkaç kez vurarak.

"Deden haklı." dedi Deniz. "Aşağı inelim, uzun uzun konuşuruz."

Deniz'den sonra kimse konuşmamıştı. Herkes kahvaltısını bitirdiğinde "Herkes doyduysa inelim o zaman." dedi Deniz. İlk konuşan o olmuştu, elini sıktım. İnmek istemiyordum. Stres yüzünden çok terlemiştim ve başım gerçekten dönüyordu.

"E hadi o zaman." dedi Salih abi ayağa kalkarken. Onunla beraber Deniz de kalkmıştı.

"Olur olur, nasıl isterseniz." dedi Savaş ve sandalyeden kalktı. Onunla beraber ben de kalkmıştım. Aynı anda bir sürü duyguyu hissediyordum. Kaygı, korku, kaybolmuşluk hissi, hüzün, heyecan ve boşa çıkacağını bildiğim coşkuyla karışık sevinç.

"Evet." dedi Savaş bakışlarını üzerimizde gezdirirken. Salona inmiştik ve karşılıklı oturuyorduk. "Bence artık asıl meseleye gelelim diyorum. Ha dede. Ne dersiniz? Bu ziyaretimizin sebebi ne?"

Salih abi öksürdü ve sesini düzeltti. "Ada'nın sana anlatacakları var."

"Ada mı?" Savaş anlamayan gözlerle bana baktı. "Nasıl yani dede? Geceyi burada geçirmenin Ada'yla ne ilgisi var?"

"Gökalp." dedim içimde yanan ateşi söndürmeye çalışırken. Ona kendi adıyla seslenememek beni öldürüyordu. "Ben nasıl anlatacağımı bilmiyorum." Savaş beni bütün dikkatiyle dinliyordu.

"Neyi nasıl anlatacağını bilmiyorsun?"

Kısa ama derin bir nefes alıp tırnaklarımı avuç içime geçirdim. Beş yaşından önceki hayatını sormak istiyordum. İngiltere'ye gitmeden önceki hayatına dair ne hatırladığını bilmek istiyordum. Beni günden güne ezen ve parçalara ayıran bu acı onda hiçbir etki yaratmamış mıydı? "Ben." dedim ve cebime sokuşturduğum mavi deniz kabuğunu çıkartıp ona doğru uzattım. "Bunu soracaktım. Bu senin mi?"

Savaş uzanıp deniz kabuğunu aldı ve incelemeye başladı. "Evet. Evet benim. Nereden buldun sen bunu? Varlığını bile unutmuşum." dedi neredeyse umursamaz bir tavırla. Benim hayatımın en önemli parçası onun için artık önemsizdi. Varlığını unutacak kadar önemsizdi. Hiçbir şey ifade etmiyordu. Koca bir dağın altında kalmışım gibi hissediyordum.

"Özgür'ün evinde görmüştüm. Nereden bulduğunu sorabilir miyim peki?"

"Yani, uzun zaman oldu. Hatırlamıyorum. Bu senin için neden önemli ve abimin evinde ne yapıyordun ki?" Özgür'den abim diye bahsettikçe bütün damarlarım büzüşüyor, kanım içimde kayboluyordu.

Deniz kabuğunun benim için neden önemli olduğu konusunu boşverip neden Özgür'ün evinde bulunduğumu cevaplamayı seçtim. "Çünkü Özgür beni kaçırdı."

"Ne?" dedi Savaş kocaman açtığı mavi gözleriyle bana bakarken. "Nasıl yani? Ne demek kaçırdı Ada?"

"O konuya gelene kadar bence konuşmamız gereken daha önemli şeyler var. Deden senden fotoğraflarını getirmeni istemişti. Getirebildin mi?"

Savaş Salih abiye hesap sorarcasına baktı. Tedirgin olmuştu, en güvenli hissetmesi gereken yerde tedirgin olmuştu. "Ne oluyor dede? Gerçekten anlamıyorum. Doğru düzgün açıklar mısınız biriniz?"

"Açıklayacağız oğlum." dedi Salih abi büyük bir sakinlikle. Benim aksime soğukkanlıydı. "Çok uzun bir hikaye bu, yani öncelikle sakin olman lazım."

"Ben gerçekten anlamıyorum ve tedirgin olmaya başladım. Bir şey mi oldu? Tamam ailemle aram iyi değil ama onlara bir şey mi oldu? Anneme bir şey mi oldu?" dedi Savaş korkuyla. Ardından Deniz'e baktı. "Onlara bir şey mi yaptınız? Dede neden buradasın?"

Annem diyordu. O adamın karısına annem diyordu ve ona bir şey olmasından korkuyordu. Nefes borumun içine sıkışan ve nefes almamı engelleyen o taşı söküp atmak istiyordum. Savaş yıllarca yabancı birine anne demişti. Annemizi unutup başka birini sahiplenmişti. Onun tek bir annesi vardı, bizim annemiz vardı. Ölmüştü evet ama bizim sadece tek bir annemiz vardı.

"Tedirgin olmanı gerektirecek bir şey yok Gökalp. Ailen iyi. Kimse onlara bir şey yapmadı merak etme." dedi Salih abi.

"Peki ne anlatacaksınız bana?"

"Öncelikle dedenin bahsettiği fotoğrafları bana verir misin?" dedim ürkek bir sesle.

Savaş ceketinin iç cebine sakladığı fotoğrafları çıkartıp bana uzattı. Bu fotoğraflardaki çocuk, Deniz'in Bursa'da bana verdiği fotoğraflardaki çocuktu. Yani Salih abi yanılmamıştı. Bu çocuk gerçekten Savaş'tı ve ben kalbim duracak gibi hissediyordum. Sesimi düzelttim. "Ben başlayayım." Savaş bana devam et dercesine bakıyordu. "Ben Bursalıyım. Beş yaşıma kadar da orada yaşadım. Erkek bir ikizim vardı. Adı Savaş'tı." dedim. Tepkisini ölçmeye çalışıyor, bakışlarından bizi hatırlayıp hatırlamadığını anlamaya çalışıyordum. Hatırladığına dair hiçbir belirti göstermiyordu. Ve o hatırlamadıkça benim kalbim sıkışıyordu. Adını duyduğunda bile hiçbir tepki vermemişti. "Bir gün babam Savaş'ı alıp götürdü ve ben o günden sonra babamı da ikiz kardeşimi de hiç görmedim. Yıllarca ikiz kardeşimi aradım ama bulamadım. Nereye gittiklerine dair hiçbir ipucum yoktu. Bunlar yetmezmiş gibi babam Savaş'ı da alıp gittikten sonra annem öldü. Annem öldükten sonra da dayım beni ve kız kardeşimi yanına aldı. Aydın'da büyüdük."

"Ailen ve senin adına çok üzüldüm. Baban size hiç ulaşmadı mı yani hiç iletişime geçmedi mi?"

"Düne kadar hayır." dedim yorgun bir sesle.

"Kardeşin neredeymiş peki? Neden götürmüş onu?"

"Kardeşim bunca zaman bizden çok uzaktaymış. Babam da mecbur kaldığı için götürmüş onu. Yani aslında benim yüzümden."

"Nasıl yani senin yüzünden?"

"Kalp nakli olabilmem için... Adamın biri yanına gelmiş babamın. Oğlum öldü, eğer sen oğlunu bana verirsen ölen oğlumun kalbini kızına veririm demiş."

"Yok artık." dedi Savaş. "Yok artık. Hangi vicdansız böyle bir şey yapabilir? Hangi sebeple? Kimmiş bunu yapan? Baban söyledi mi?"

Alabildiğim en derin soluğu aldım ve harflerin dilimden dökülmesini bekledim. "Melih Karahan." dedim bir çırpıda. Savaş bembeyaz olmuş bir yüzle bakışlarını üzerimizde gezdiriyordu. Şoka girdiğini hissedebiliyordum. Babasının böyle bir şey yapabileceğine inanamıyordu. Ama bunun yanında başka bir şey daha vardı. Kendisinin üvey olduğunu bilmediği için ya da hatırlamadığı için kardeşinin ya da abisinin öldüğünü ve kalbinin bende olduğunu zannediyordu. "Hayır." dedi Savaş güçlü ve inkar dolu bir sesle. "Babam bunu yapmaz, bu kadarını da yapmaz. Bir çocuğu ailesinden ayırmaz. Üstelik bu kadar alçakça bir pazarlık yapmaz."

"Savunduğun kişi Cemre'nin ölümüne karar verdi." dedi Deniz. Konuşmamıza müdahale edeceğini hiç zannetmiyordum, beni yanıltmıştı. Sanırım Savaş'ın babası bildiği adamın ne kadar zalim, gaddar ve kötü biri olduğunu anlatmaya çalışıyordu. "Yani bunu da yapabilir."

"Dede." dedi Savaş Salih abiye dönerek. "Ne demek oluyor bunlar? Ada'nın anlattıkları doğru mu? Benim bir abim ya da kardeşim mi vardı? Öldüğü için kalbi Ada'ya verilen bir kardeşim mi vardı?"

"Hayır." dedi Salih abi ve elini Savaş'ın bacağına koydu. "Bir abin ya da kardeşin yoktu."

Savaş bakışlarını bana çevirdiğinde yavaşça yerimden kalktım ve hem Deniz'in bana verdiği fotoğraflarla hem de Savaş'ın getirdiği fotoğraflarla yanına oturdum.

Deniz de Savaş'ın diğer yanına oturmuştu ve ekranda yine benim ameliyat raporumla Gökalp'in ölüm raporu açıktı. "Buna bakmanı istiyorum." dedi Deniz Savaş'a.

Savaş bilgisayarı dizlerinin üzerine koydu, şaşkındı. "Gökalp Karahan." dedi ekranı bir süre inceledikten sonra. "Bu, bu benim. Benim adım bu. Dede neler oluyor anlatır mısın artık bana?" Bilgisayarı Deniz'e geri vermişti.

Salih abinin bir cevap vermesini beklemeden elimdeki bütün fotoğrafları Savaş'a verdim. Her fotoğrafta dehşete düşüyordu ve inkar edercesine başını hızla sağa sola sallıyordu. "Gerçek olamaz." dedi bakışlarını fotoğraflardan ayırmadan.

Sakince koluna dokundum ve mavi deniz kabuğunu ona uzattım. "Bunu giderken yanında götürmüştün." Ne kadar heyecanlı ve hevesli olsam da içimde bir yerlerde büyük bir korku vardı ve bu korku sesimin titremesine sebep oluyordu. "Savaş sensin." dedim gözümden akan yaşlara aldırmadan. Ona o kadar çok sarılmak istiyordum ki sarılamadıkça içim sızlıyordu.

"Saçmalık." dedi Savaş hızla ayağa kalkarken. "Saçmalık. Ne saçmalıyor dede bu?" Beni gösteriyordu. Benden bu diye bahsediyordu.

"Savaş." dedim sesim iyice titrerken.

"Gökalp. Benim adım Gökalp." dedi sinirle. Yüzü kıpkırmızı olmuştu ve bu hali beni korkutmuştu.

"Oğlum otur şuraya sakince." dedi Salih abi ayağa kalkıp Savaş'ı oturtmaya çalışarak.

"Doğru mu?" dedi Savaş sinirle. "Doğru mu? Söyle."

Salih abi bir süre dursa da Savaş'ın asla duymak istemediği sözler dilinden döküldü. "Doğru. Ada doğru söylüyor."

Savaş Salih abinin elini hiddetle savurdu ve birkaç adım geri çekildi. "Bunu nasıl yapabilirsiniz?" dedi bağırarak. "NASIL YAPABİLİRSİNİZ? ALLAH BELANIZI VERSİN. YILLARDIR BİR YALANI MI YAŞIYORUM? YILLARCA APTAL YERİNE Mİ KONULDUM BEN?"

"Savaş, bağırma." dedi Salih abi, Savaş'ın aksine sesi sakindi.

"Size adım Gökalp dedim. Benim adım Gökalp. Savaş değilim ben."

"Dinle bizi lütfen." dedim yorgun bir sesle.

"Ne zamandır biliyordun?" dedi Savaş Salih abiye. Beni görmezden geliyordu. "NE ZAMANDIR BİLİYORDUN?" Elindeki mavi deniz kabuğunu yere atmıştı. "Sen de mi ortaktın bu yalana? Sen de mi pazarlığa oturdun bunun babasıyla?"

"Yeni öğrendim oğlum. Aşağı yukarı iki ay oluyor."

"Beni hiç mi hatırlamıyorsun?" dedim hıçkırarak. "Beni, annemi, kardeşimizi hiç mi hatırlamıyorsun? Biz hiç ayrılmazdık, hep beraber oynardık. Bu fotoğraflar da mı ikna edemiyor seni? Ben senin kardeşinim. Ben senin ikiz kardeşinim."

"Hatırlamıyorum. Hatırlamak da istemiyorum. Duydun mu beni?" dedi üzerime yürürken.

"Hop hop, ağır ol bakalım." dedi Deniz ve Savaş'la aramızda bir duvar gibi durdu. "Ada'nın ne suçu var? On yedi yıldır seni arıyormuş bu kız. Onu mu suçluyorsun olanlar için?"

"Sen bu işe karışma. Ve evet onu suçluyorum. Onu suçluyorum çünkü onun yüzünden olmuş. Ne? Ne diye öyle bakıyorsunuz? Kendi söylemedi mi? Kalp nakli olabilmem için babam kardeşimi vermiş demedi mi az önce? Ben mi yanlış duydum? CEVAP VERSENİZE."

"Hasta doğmak Ada'nın suçu değildi." dedi Deniz. "Suçu yanlış kişide arıyorsun. Hesap sorman gereken kişi Melih Karahan."

"Başkasına verilmek, gözden çıkarılmak, vazgeçilmek, kurban olmak benim suçum muydu peki? Ben yıllarca kandırılmışım. Ben yıllarca kan bağım olmayan insanları ailem bilmişim. Annem, babam, abim sandığım insanlar meğer benim hiçbir şeyim değilmiş."

"Oğlum sakin ol. Bunlar bu şekilde çözülecek şeyler değil."

"Çözmek istediğim bir şey yok zaten. Ben bu saçmalıklara daha fazla katlanmayacağım." dedi bana dönerek. "Aile bildiğim insanlar ailem değilmiş evet ama sen de benim ailem değilsin. Yıllar sonra gelip ben senin kardeşinim demekle kardeşim olamazsın. Duydun mu? Sen benim kardeşim değilsin. Olmayacaksın da."

Savaş hızla salondan ayrılırken tek yapabildiğim arkasından bakmak olmuştu. Gözlerimden süzülüp yanaklarımı istila eden gözyaşlarımı silip yavaşça arkamdaki koltuğa oturdum. Salih abi Savaş'ın peşinden giderken Deniz yanıma oturup kolunu omzuma atarak başımı göğsüne çekmişti. "Ağlama sevgilim. Yapma böyle ne olur."

"Ne bekliyordum ki? Ne bekliyordum? Koşa koşa boynuma atlayacak mı sanıyordum? Aptalım ben. Yıllardır tıpkı benim onu aradığım gibi o da beni arıyor sandım. Ama o unutmuş beni. Duydun mu? Beni unutmuş."

"Duydum. Duydum güzelim. Yapma böyle. Savaş şu an sadece şoka girdi. Yemin ederim her şey düzelecek. Söz veriyorum. Ben sana verdiğim sözü ne zaman tutamadım? Zamana ihtiyacınız var. Senin de onun da zamana ihtiyacı var."

"Beni affetmeyecek. Ben yapmadım ki. Babama Savaş'ı ver demedim ki. Hiç der miyim? Ayrılır mıyım kardeşimden?"

"Affedecek. Emin ol affedecek."

Başımı Deniz'in göğsünden kaldırdım, Salih abi salona dönüyordu. "Durduramadım. Melih'in evine gidiyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Elimi kolumu bağladı bu çocuk."

"Savaş'ın biraz düşünmesi lazım." dedi Deniz. Ruhum bedenimden ayrılmış gibi yorgun bir halde ayağa kalktım.

"Ben yukarıda biraz yalnız kalmak istiyorum." dedim merdivenlere ilerlerken. Ama Salih abinin seslenmesiyle durmuştum. "Ada." Başımı ona çevirdiğimde kollarını bana açmıştı. "Gel kızım."

Bir saniye bile durmadan Salih abiye ilerledim. Bana sımsıkı sarılmıştı ve sarılışıyla beraber boğazımdan büyük bir hıçkırık dökülmüştü. "Ağlama kızım." dedi yumuşacık şefkatiyle. "O çok merhametli ve akıllıdır. Sakin kafayla düşünüp sana hak verecek, inan bana. O ne kadar benim torunumsa sen de öylesin. Bu yaşananlar gerçeği değiştirmez. Sizin yine kardeş olmanız için elimden ne geliyorsa yapacağım. Üzülme tamam mı?" Başımı salladım. "Sen git şimdi güzel güzel dinlen. Ben en yakın sürede onunla konuşacağım. Dert etme. Tamam mı benim güzel kızım?"

"Teşekkür ederim." dedim Salih abinin kollarından ayrılırken.

Salih abi gerçekten torunuymuşum gibi başıma bir öpücük kondurduğunda hiç derdim yokmuş gibi Neden benim dedem yok? diye ağlamaya başlamıştım. Eksik olduğum o kadar çok şey vardı ki bunlardan mahrum büyüdüğüm için içim acıyordu. Ne annem ne babam vardı. Bunlar yetmezmiş gibi dedem ve büyükannem de yoktu. Tamam dayım vardı ama bir büyüğüm olsa hiç de fena olmazdı.

Odaya geldiğimde aklımdan geçenleri savuşturdum. Canım yanmasın diye az önce yaşananları düşünmemek için saçma sapan şeyler düşünüyordum ama bu bile fayda etmiyordu. Dönüp dolaşıp yıllar sonra kardeşime kavuşmama rağmen ona sarılamıyor oluşumu düşünüyordum. Eşyalarımı üzerimden çıkartıp yere atarak banyoya ilerledim ve masanın üzerinde duran yarım şişe viskiyi alarak banyoya girdim.

Neden yaptığımı bilmiyordum ama kapıyı kilitlemiştim. Ardından sıcak suyu açıp küvete yattım ve canımı daha da yakmak için bir şarkı açarak şişeden bir yudum içtim.

İçimde küf varmış gibi hissediyordum. Paslanmışım gibi hissediyordum. Aklım, kalbim, ruhum parça parça olmuştu. Yıllarca özlemini çektiğim kardeşim, ikizim beni hatırlamıyordu. Hatırlamıyor olması yetmiyormuş gibi bana nefret kusmuştu. Ailem olmayacaksın demişti, beni kabullenmemişti. Kabullenmeyecekti. İçimde yaktığı ateşi söndürebilecek bir güç var mıydı bilmiyordum. Başım o kadar dönüyordu ki sanki kafamın içinden mideme doğru halatı kopmuş bir asansör düşüyormuş gibi hissediyordum.

Ben ona kavuşacağım anı beklerken, hayattaki tek amacım onu bulmakken onun benden haberi bile yoktu. Yıllarca kurduğum hayallerin boşa çıkması beni gerçekten yıkmıştı. Savaş da beni özlüyor zannediyordum, beni arıyor, Güneş'i arıyor zannediyordum. Beni görünce bana sarılacak zannediyordum.

Nefes almak bazen ağır bir yük gibi omuzlarıma biniyordu. Yine o anlardan birini yaşıyordum. Kardeşime kavuşmuşken yine ayrılmıştık. Üstelik ona hiçbir şeyi anlatamamıştım. Senelerce onu aradığımı, bulamadıkça derin kuyulara düştüğümü ve oradan çıkmak için çaba bile harcamadığımı anlatamamıştım. İçim acıyordu. Hayat bizi bir araya getirmişti ama sanırım yan yana getirmeyecekti. Bir sürü şey anlatmak istiyordum ama hiç cümlem yoktu. Çünkü hissedilen her şeye cümle kurulamıyordu ve ben bugün bütün cümlelerimi unutmuştum. Tıpkı Savaş'ın beni unutması gibi unutmuştum. Yalnız hissediyordum. Sanki dünyanın en yalnız insanı bendim. Uzun zamandır ilk defa bu kadar yalnız hissettiğimi fark ettim. Savaş kapıdan çıktığı andan beri sanki dünyada tek başıma kalmışım gibi hissediyordum. Yaşanılanlar altında günden güne eziliyordum ve toparlanamıyordum. Tam ayağa kalkacakken başka bir şey oluyordu, sürekli tökezlemekten yorulmuştum.

Emekleri boşa giden herkes üzülürdü ama benim bu yaşadıklarım artık başka bir boyuttaydı. Kendi cesetlerimi taşıyordum. İçimde parça parça olmuş ruhum vardı ve her parçam başka bir tabuttaydı, göğüs kafesime ağırlık yapıyordu. Ben neden bu kadar acıyı tek başıma yaşamak zorunda kalmıştım? Bu kadar yalnız kalmayı hak edecek ne yapmıştım?

Aynı anda bir sürü farklı şey yapmak istiyordum. Mesela çok bağırmış gibi susmak ya da çok susmuş gibi sesim çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Çok gülmüş gibi ağlamak ya da çok ağlamış gibi gülmek istiyordum. Yıllardır içimde büyüttüğüm bu acıyı çok büyük tepkiler vererek içimden atmak istiyordum ama ne yazık ki hiçbir zaman büyük tepkiler verebilen biri olmamıştım.

O kadar çok içime atmıştım, o kadar çok üzerini örtmüştüm ki her şeyin, ben bile ne yaşadığımı ve ne hissettiğimi bilmiyordum ama bu durumun bir gün beni yıkacağını adım gibi biliyordum.

Hayata tutunma sebebim beni şimdi yerle bir etmişti. Hayallerim, umutlarım, çabalarım karşıma geçmiş benimle alay ediyordu. Böyle olacağını tahmin etmeliydin. diyorlardı bana. Tahmin edememiştim. Böyle üzüleceğimi ve acı çekeceğimi hiç ama hiç tahmin edememiştim.

Tamam Savaş'ın hemen boynuma atlamasını beklemiyordum ama bana söylediklerini de beklemiyordum. Neden bu kadar acımasızdı? Beni hatırlamıyordu tamam ama bari o cümleleri söylemeseydi.

"Ada." dedi Deniz, odaya gelmişti ve bana sesleniyordu. Saatlerdir burada böyle şuursuzca yattığımı fark ettim. "Duş mu alıyorsun sevgilim?" Kapıya yaklaştı ve kapının kolunu indirdi. Açılmadığını fark ettiğindeyse telaşla kapıya vurmaya ve kolu zorlamaya başladı. "Ada iyi misin?" Bağırıyordu çünkü müzik sesi yüzünden onu duyamayacağımı zannediyordu. Neden cevap vermediğimi ya da veremediğimi düşünüyordum. "Sevgilim iyi misin? Cevap ver Ada."

Deniz çabalarının sonuç vermeyeceğini anlamış olacak ki kapıyı büyük bir gürültüyle kırdı ve kapı saniyeler içinde yerle buluştu. "Ada." dedi beni gördüğünde. Koşarak yanıma geliyordu. "Ada iyi misin?" Ne kadar iyi olabilirim ki? dedim kendi kendime. Deniz telaşla küvete girdi ve önüme çöküp beni doğrulttu. "Ne yapıyorsun Ada sen?" Bileklerimi kontrol etmiş, bir şey görmeyince de büyük bir nefes vermişti. "Bu halin ne? Kapıyı neden kilitledin?" Gözlerinin içine baktım. Korku ve telaş doluydu. Yarım viski şişesinin bittiğini gördüğündeyse telaşı ikiye katlanmıştı.

"İyiyim." dedim sakinleştirmek için. "Korkma."

"Korkma mı? Aklıma neler geldi biliyor musun sen? Neler düşündüm? Şu kapıyı açana kadar neler düşündüm?"

Cevap vermeme fırsat vermeden bana o kadar sıkı sarılmıştı ki kaburgam acımıştı. Yaşadıklarıma dayanamayıp hayatıma son verdiğimi düşünmüştü. "Sakın yapma bunu bir daha. Duydun mu? Beni çok korkuttun. Çok korkuttun."

"İyiyim." dedim. "Düşündüğün şeyi yapmayacağım."

Deniz bedenlerimizi ayırıp beni yavaşça ayağa kaldırdı ve bornozumu giydirip saçıma bir havlu sararak banyodan çıkarttı.

"Uyumak ister misin?" dedi odaya girdiğimizde. "Uyumak iyi gelir belki." Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım ve giyinmeyi es geçip yatağa kıvrıldım. "Yanına yatmamı ister misin?" Yine cevap vermek yerine başımı salladım. Deniz ıslak pantolonunu çıkarttı ve herhangi bir şey giymeden yanıma uzandı. Bir kolunu boynumun altından geçirip bana yastık yaptı ve diğer koluyla bana sarılarak bacaklarımı bacaklarına sıkıştırdı.

"İyileşmek istiyorum." dedim. Sesim Deniz'in göğüs kafesine çarpmıştı.

"İyileşeceksin. İyi olacağız. Hak ettiğin gibi mutlu olacaksın."

"Beni öper misin?" dedim başımı kaldırıp. Deniz bana her dokunduğunda, beni her öptüğünde hasta ruhum iyileşiyordu. Ve şu an buna çok ihtiyacım vardı. Biraz daha iyi olmaya çok ihtiyacım vardı. Sanki tedavim buymuş gibi beni öpmesini istiyordum.

Deniz çenemi tuttu, emin misin der gibi bakıyordu. Bakışlarımdan anlamış olacak ki beni yukarı çekip yüzlerimizi aynı hizaya getirerek dudaklarımı küçük küçük öpmeye başlamıştı. Bir şey mırıldanmıştı. "Seni çok seviyorum." demişti. Öpücüklerinin arasından bu cümleyi bırakmıştı nefesimin içine.

Andan sıyrılmayı o kadar istiyordum ki. Deniz'le beraber bugün yaşadıklarımdan soyutlanmayı ve bir kuş gibi hafiflemeyi o kadar çok istiyordum ki aynı şeyi Deniz'in de istediğini fark ettiğimde neredeyse utanmadan gülümseyecektim.

"Seni hiç yalnız bırakmayacağım." dedi beni sırtüstü yatırırken. Kemeri bağlı olmadığı için bornozum iki yanımdan açıldı ve kenarları yatağa döküldü. Deniz o sırada boynuma doğru yol almıştı ve o kadar hafif öpüyordu ki tenim gıdıklanıyordu.

"Seni hiç yalnız bırakmayacağım." dedim onu taklit ederek. Deniz sanki hiç karşılaşmamış gibi göğüs kafesimi keşfediyordu.

"Sen benimsin." dedi üzerine basa basa. "Ellerin." dedi göğsümü öpüp. "Gözlerin, dudakların, ruhun, bedenin." Her kelimesinden sonra tenimde denk geldiği bir yeri öpüyordu ve ben o yeniden doğmuş hissini yaşıyordum.

Ellerimi iki yanımdan yatağa bastırdığında inledim. Bazen çok yumuşak bazen çok sertti. Bazen canımı yakmayacak kadar şefkatli, bazen canımı yakmak isteyecek kadar acımasızdı. Her iki hali de beni bulutların üzerine çıkartıyordu. "Sen benimsin." dedim onun gibi üzerine basa basa. "Ellerin, gözlerin." dedim ve ardından küçük bir iniltiyle inledim. Çünkü göğsümden karnıma doğru öpe öpe iniyordu. Tenimin ateşini hissedip hissetmediğini merak ediyordum. "Dudakların." dedim. "Ruhun, bedenin." Bu seferki iniltim derindi çünkü Deniz bu sefer karnımdan göğüslerime doğru çıkıyordu ve beni tenimi içine çekerek öpüyordu. Islak ve derin öpücükleri yüzünden eriyeceğimi hissediyordum. Alkol yüzünden mi yoksa bu yaşadığım his yüzünden mi bilmiyordum ama sarhoş gibiydim.

Deniz yüzünü benimle aynı hizaya getirdiğinde hiç beklemeden alt dudağımı dudaklarının arasına alıp hafifçe ısırdı. Bu üçüncü deneyimimizdi ama sanki ilk kezmiş gibi hissediyordum. Sanki ilk kez onun oluyordum. Sanki ilk kez beni keşfediyordu.

Deniz soyunurken onu izledim ve üzerinde hiçbir şey kalmadığında sabırsızca kolundan tutup onu yanıma çektim. Yan yatmıştı ve yatar yatmaz da beni öpmeye başlamıştı. Bir eliyle yataktan destek alırken bir eliyle de bedenimin en hassas yerine dokunuyordu. Bedenim de ruhum da ateş gibiydi ve beni söndürebilecek tek su Deniz'di.

Deniz beni uzun bir süre öpmüştü. Hala öpüyordu ama dokunmayı bırakmıştı. "Durma." dedim yarı utangaç yarı arzulu bir sesle. "Deniz durma."

Deniz durmak istediği için durmamıştı. Başka bir sebebi vardı. Bunu üzerime çıktığında anlamıştım. Kısa bir süre gözlerime baktı, birkaç saniye sonra tek beden ve tek ruh olmuştuk.

Derin ve uzun iniltilerim bütün odada yankılanmıştı. Canım biraz da olsa yanmıştı ama bu his, Deniz'in yaşattığı eşsiz zevkten daha baskın bir his değildi.

Onun yaşattığı tüm hisleri çok seviyordum, çünkü ben onun kendisini çok seviyordum. Bunu gözlerimden anlamasını istiyordum çünkü bir süre daha bunu dile getiremeyeceğimi biliyordum. Kelimeler beni korkutmaya başlamıştı. Çünkü tek bir kelimeyle birini kaybedebiliyorduk. Bunu bugün öğrenmiştim. Savaş bana bunu öğretmişti. Ve ben Deniz'i kaybedemezdim. O beni hayata bağlayan tek şeydi. Onu kaybedersem kendimi de kaybederdim.

***

"Daha iyi misin?" dedi Deniz, kollarının arasında sırtüstü yatıyordum ve tavanı izliyordum. O ise saçımla oynuyordu.

"Hı hı." dedim. "Daha iyi olacağım, daha iyi olacağız."

"Evet daha iyi olacağız. Yüzündeki o güzel gülümseme solmasın diye her şeyi yapacağım Ada. Sana çok aşığım."

Başımı hafifçe kaldırdım, Deniz alnımı öpmüştü. Beceremiyor olsam da gülümsemeyi denedim ve küçük de olsa dudaklarımın kıvrılmış olmasını diledim.

"Artık uyuyalım mı?" dedi. "Zor bir gündü."

"Uyuyalım." dedim ve aklıma yeni gelen bir şeyi dile getirdim. "Yarın okula gideceğim."

"Hmm. Emin misin? Yani okula gidecek kadar iyi hissediyor musun?"

"Uzaklaşmak ve aklımı başka şeylere yoğunlaştırmak istiyorum. Yoksa aklımı kaybedeceğim. Bir şeylerle uğraşırsam Savaş'ı daha az düşünürüm ve böylelikle daha az üzülürüm."

"Peki sevgilim." dedi alnımı öpüp. "Sen nasıl istersen."

"Okul çıkışı işe de geleceğim ama." dedim sevimli tutmaya çalıştığım sesimle.

"Tamam sevgilim. Hem ben de seni daha az özlemiş olurum." Gülümsemişti, sesinden anlamıştım.

"Biliyor musun sevgilim?" dedim. "Ben seni yanımdan ayrıldığın an özlüyorum."

"Biliyorum, işte ben de beni özleme diye yanımdan ayrılma istiyorum." Yine gülümsüyordu.

"Yanından ayrılmayacağım." dedim belime sarılı koluna elimi koyarak. Ardından yan döndüm ve göğsüne saklandım. "İyi geceler sevgilim."

"İyi geceler sevgilim."

Loading...
0%