Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@_kubraakyol

28 Ekim, Pazartesi

Deniz merdivenlerden "Sevgilim, hadi ama geç kalacaksın." diye bağırdığında yıllar sonra bana geri dönen sarı tokamla saçımı topluyordum.

İşim bittiğinde daha fazla beklemeden "Geliyoruuuum." dedim ve çantamı alıp koşarak Deniz'e yetiştim.

"Seni okula Hakan bırakacak çünkü benim acilen şirkete gitmem lazım." dedi, merdivenlerden neredeyse koşarak iniyordu. Ben de ona ayak uydurmak için hızlı hızlı iniyordum.

"Tamam, okuldan sonra da beni şirkete getirir."

"Seni ben bırakacaktım ama önemli bir toplantı var. Haftalardır erteliyorum. Eğer bugün de katılamazsam müşteri kaybedeceğim."

"Sorun değil sevgilim." dedim giriş kapısına az kala bir mesafede. Ülkü abla da oradaydı.

"Kahvaltı hazırlamıştım çocuklar. Çıkıyor musunuz?"

"Çıkıyoruz Ülkü abla." dedi Deniz. Kapıya doğru yürüdü ve dışarıya çıktı. "Vaktimiz yok. Akşam yeriz artık."

Deniz çıktığı için Ülkü abla biraz bağırmak zorunda kalmıştı. "İstediğiniz bir şey var mı? Ne yapayım size?"

"Benim yok." dedim ve Ülkü ablanın yanağını öperek Deniz'in yanına koştum.

"Benim de yok." diye bağırdı Deniz.

"Beni beklemeseydin keşke, bu kadar acelen varmış." dedim yanına ulaştığımda.

"Normalde toplantı saat 10:00'daydı ama 09:30'da görüşmek istiyorlarmış. Ben de bilmiyordum anlayacağın."

"Tamam o zaman daha fazla bekletme. Beş saat sonra görüşürüz." dedim ve Hakan'a doğru döndüm.

"Hop hop hop. Nereye gidiyorsun? Dur bakalım, gel buraya. Bir öpücük için vaktim var." Arkamdan elimi tuttu ve tam adım atacağım sırada beni hızla kendine doğru çevirip dudağıma küçücük bir öpücük bıraktı.

"Acelen var diye düşünemedim." dedim dudağımı sarkıtıp. Deniz baş ve işaret parmağıyla çenemi tutup kafamı sağa sola salladı.

"Bir öpücük için her zaman vaktim vardır." dedi ve o güzel gülümsemesiyle yanağımı sevdi. Ben de ona gülümsediğimde çok kısa bir süre yüzümü inceleyip arkasına döndü. "İşte şimdi gidebilirim."

Deniz'i bir süre izledikten sonra tekrar Hakan'a döndüm ve beni götüreceği arabaya bindim.

Dün yaşadıklarımdan sonra bugün yataktan kalkamayacak bir depresyona gireceğimi düşünüyordum ama yanılmıştım. Çünkü uyandığımda yanı başımda kocaman, sarı bir çiçek buketi ve incir tatlısı vardı. Ve benim için böylesine çabalayan bir sevgilim varken huzursuz ve mutsuz görünmek istemiyordum.

"İşe gidecek misin yenge?" dedi Hakan dikiz aynasından bana bakarken. Bu kelimeye hala alışamamıştım ve bana her söylendiğinde içimden gülümsemek geliyordu.

"Evet, okuldan sonra şirkete geçeceğim. Okuldan çıkmamı bekleyecek misin yoksa çıkınca seni arayayım mı?"

"Bekleyeceğim yenge. Deniz Bey bugün sizin yanınızdan ayrılmamam gerektiğini söyledi."

"Hmm, peki o zaman." dedim ve acele ettiğimiz için uyandığımda yiyemediğim tatlıdan bir çatal aldım. "Tatlı?"

"Yok yenge ben almayayım."

Omuz silktim. "Eh peki, sen bilirsin."

Yolculuğumuzun geri kalanı sessiz geçmişti ve nihayet okula gelmiştim. Saat konusunda Hakan'la anlaşıp arabadan indikten sonra okula doğru yürümeye başladım. Biri arkamdan seslenmişti. İpek'in sesine benziyordu.

Sesin geldiği yöne doğru döndüm. Seslenen gerçekten de İpek'ti. Burada ne aradığını merak etmiştim çünkü İpek mezun olmuştu ve okulla bir işi kalmamıştı.

"İpek?" dedim şaşkın bir sesle.

"Vaktin var mı?" dedi yanıma yaklaştığında.

"Yani aslında çok yok. Derse yetişmem lazım."

"Çok fazla vaktini almayacağım." Bana yavru kedi gibi bakıyordu ve nedenini çok merak ediyordum. "Yüzük." dedi parmağıma bakarken. "Ada evleniyor musun?"

Belli belirsiz gülümsedim ve bir saniye kadar kısa bir süre için yüzüğüme baktım. "Evet."

"Çok sevindim." O kadar dostça davranıyordu ki şaşırıyordum. Okulda bana düşman gibi davranan kız değil gibiydi. "Ben resim yarışmasından çekildiğin için teşekkür edecektim." dedi mahcup bir sesle.

"Ha evet. Haberi aldım. Tebrik ederim. Ama ben çekilmesem bile senin kazanma şansın çok yüksekti. Yeteneklisin."

"Teşekkür ederim. Yine de sen çekilmeseydin Ozan'ın yanına gitme şansı bulamayabilirdim." dedi bilip bilmediğimi sorgulayan bakışalarla.

"Sizin adınıza sevindim. Nasıl gidiyor peki? Her şey yolunda mı?"

"Hı hı yolunda. Bir ay sonra tekrar yanına gideceğim."

Biraz düşündüm, benim yüzümden geç başladıkları bir ilişkileri vardı ve ben hala vicdan azabı çekiyordum. "İpek ben her şey için çok üzgünüm. Yani benim birilerine ihtiyacım vardı. Beni koşulsuz koruyacak biri lazımdı. Biliyorum biraz bencilce ama... Gerçekten çok üzgünüm. Belki daha önce ayrılsaydık."

"Boşver, her şey geçmişte kaldı. Bak sen de ben de yepyeni bir hayata başlamışız. Bunları konuşup üzülmeyelim."

"Affettiysen sorun yok o zaman."

"Yok... Sana sarılabilir miyim?"

İpek bana ışıl ışıl gözlerle bakarken ona kollarımı açtım ve ona minnetle sarıldım. "Tekrar teşekkür ederim."

"Sorun değil İpek. Ama böyle sarılmaya devam edersek derse geç kalacağım." Gülümsedim.

İpek alelacele sarılmamızı bitirdi. "Kendine iyi bak."

"Sen de kendine iyi bak." dedim ve koşar adımlarla okula girdim.

Baş ağrılı geçen dersten sonra nihayet okuldan çıktım ve arabaya bindim. Saat 13:00'e geliyordu, öğle yemeği vakti yaklaşmıştı. "Hakan abi." dedim aynadan bakarken. "Abi diyebilir miyim?" Tek kaşımı kaldırdım çünkü bana anlam veremediğim bir bakışla bakıyordu. "Neden öyle bakıyorsun?"

"Genelde kimse abi demez, adımla seslenir. Yani sen yakın hissetmişsin ki öyle diyorsun. Garipsedim."

"He." dedim gülümseyerek. "Sen duygulandın, hoşuna gitti yani."

"Biraz öyle oldu galiba." dediğinde daha da gülümsedim.

"Neyse." dedim onu daha fazla utandırmadan. "İleride pizzacı var. Pizza alacağım. Durabilir misin?"

"Baş üstüne yenge. Ama ben gidip alırım, sen zahmet etme."

"Peki, nasıl istersen. Sen de ister misin?"

"Yok, seni beklerken yedim bir şeyler." Hakan motoru susturdu ve bana döndü. "Ben gidip hemen dönerim."

"Tamam o zaman, üç orta boy olsun. Karışık." Hakan saniyeler içinde arabadan inip gözden kayboldu.

Hakan'ı beklerken Deniz'i aradım. İkinci çalışında açmıştı. "Ben de tam seni arayacaktım." dedi sıcacık bir sesle. "N'apıyorsun sevgilim? Dersin bitti mi?"

"Evet bitti. Yoldayız şimdi geliyoruz. Hakan pizza alıyor. Sakın bir şey yeme."

"Offf, pizza mı? O kadar çok acıktım ki seni bile yiyebilirim."

Kıkırdadım. "Anlaşıldı, acil durum."

"Baya baya acil durum."

Küçük bir kahkaha attım. "Bir dakika ya, sen benim için mi diyorsun bunu?"

"Tabii ki de senin için diyorum güzelim. Seni görmem lazım acil."

"Hmm, çok mu özledin sen beni?"

Deniz uzun ve derin bir nefes aldı. "Çok özledim."

"Biraz daha sabret o zaman. On beş dakikaya yanındayım. Bu arada toplantı nasıldı?"

"İyi, baya verimli geçti. Bir proje var. Toprak sahibi biraz naz yapıyor ama ikna edersem çok güzel bir site yapmayı düşünüyorum. İnanılmaz güzel bir arazisi var."

"Halledersin sen. Benim canım sevgilim."

"Umarım."

"Neyse aşkım." dedim heyecanla. Bunu ilk kez söylüyordum ve heyecandan neredeyse kalbim duracak gibi hissediyordum. "Hakan geliyor. Kapatıyorum. Görüşürüz."

"Ne? Ne dedin? Bir dakika, bir daha söyle lütfen."

"Bir şey demedim. Bak Hakan abi geldi. Aa Hakan abi geldin mi? Tamam hadi gidelim. Deniz duydun mu? Hakan abi geldi, geliyoruz birazdan. Görüşürüz." dedim ve telefonu kapattım. O kadar saçmalamıştım ki içimden kendime küfürler ediyordum. Aptal Ada. Sevgiline aşkım demenin nesi garip? Neden heyecanlanıyorsun?

"Pizzalar çok güzel görünüyordu yenge. Soğutmadan götüreyim seni."

"Olur Hakan abi. İyi olur." dedim ve kızaran yanaklarımı elimle kapattım. Ama Hakan abi yine de fark etmişti.

"Üşüdün mü yenge sen? Yanakların kızarmış. Klimayı açayım mı?"

"Ha? Ay yok yok iyiyim. Öyle bir üşür gibi oldum da."

"Tamam yenge. Sen söylersin bana istersen."

"Hı hı." dedim ve pizza poşetini alıp kendim için olan kutuyu açarak bir dilim aldım.

"İstemediğine emin misin bak? Mis gibi kokuyor." Ağzıma attığım büyük parçayı çiğnerken bir yandan da ne kadar lezzetli olduğuna dair sesler çıkartıyordum. "Mmmmhhh çok lezzetli hem de."

"Yok yenge. Sana afiyet olsun da sen baya acıkmışsın."

"Öyle olmuş." dedim tekrardan bir ısırık alırken. "Şirketi gitmeyi bekleyemeyeceğim sanırım."

"Neyse ben bir an önce götüreyim seni." dedi Hakan abi kocaman gülerken. Ne yani hayatında ilk defa mı iştahı açık bir insan görüyordu?

Düşünmeyi bırakıp yemeğe daldım, zaten kısa bir süre sonra ofise ulaşmıştık. Beklemeden yukarıya çıktım ve Deniz'in odasına ulaşıp kapıyı çaldım. Ekrana dalmıştı.

"Girebilirsiniz." dedi başını kaldırmadan.

Beni görmesi için öksürdüm. "Öhö öhö."

Başını kaldırıp beni fark edene kadarki süre içinde o kadar tatlıydı ki onu öpesim geliyordu. "Sevgilim." dedi heyecanla. "Hoş geldin."

Pizza poşetini büyük masaya bırakıp Deniz'e koştum. Bana sımsıkı sarılmış, saçlarımın kokusunu da içine çekmişti. "Sana sarılmak ve kokunu duymak o kadar güzel ki seni özlemek bile katlanılabilir oluyor."

"Ya Deniz." dedim nazlı bir sesle gülümserken.

"Deniz mi? Aşkıma ne oldu?" Sesi çok keyifliydi.

Omuzlarımı kaldırıp ellerimi de yukarı kaldırdım. "Bilmem."

"Peki bakalım. Öyle olsun." Deniz küçük bir gülüşle güldü ve masaya gidip poşeti açarak pizza kutularını çıkarttı.

"Bir tanesi Uygar için." dedim. "Gidip onu çağırayım."

Hızlı adımlarla odadan çıktım ve Uygar'ın odasına gittim. Her zamanki gibi dikkatli bir şekilde önündeki maketlerle ilgileniyordu. "Pişt. N'aber?" dedim. Uygar hızla başını kaldırdı ve beni görünce sevinçle ayağa kalktı.

"Adacım." dedi neşeli bir sesle. "Hoş geldin."

"Hoş buldum." dedim ona kocaman sarılırken. "Pizza getirdim. Deniz'in odasındayız. Hadi gel."

"Offf o kadar acıkmıştım ki. Tam zamanında geldin Ada."

"Evet bunu tahmin ettiğim için size böyle bir sürpriz yapmak istedim."

Uygar kolunu omzuma attı. "Merci canım. Eee nasıldı bakalım tatil? Deniz hiçbir şey anlatmadı. Vakit olmadı aslında."

"Çok güzeldi. Biraz yarıda bırakmak zorunda kaldık ama ne yapalım. Bir dahaki sefere artık."

"Deniz bir şeyler anlattı. Baban ve ikizin hakkında. Çok da detay bilmiyorum tabii. Dediğim gibi konuşacak vaktimiz olmadı."

"Uzun uzun anlatırım. Şimdi yemek zamanı." dedim ve Deniz'in odasına girdik.

"Ada sen çok mu acıktın?" dedi Deniz yarısı yenmiş pizza kutuma bakarken.

"Evet. Kahvaltı yapamadık ya midem gurulduyor resmen."

Deniz kaşlarını çattı. "Sen normalde kahvaltı yapan hatta doğru düzgün yemek yiyen biri bile değilsin sevgilim. İştahın nasıl açıldı böyle?"

"Ülkü abla sayesinde düzenli yemek yemeye alıştı ya o yüzden olmuştur." dedi Uygar. Kutusunu açmış, bir dilim koparıyordu. Bir yandan da gülümsüyordu. "Ben de Ada gibiydim hatırlasana. Ama Ülkü Sultan'ın yemeklerini bir tattım. Nefis nefis."

"Evet olabilir." dedim bir dilimi alırken.

"Akşam bize gelsene." dedi Deniz bakışlarını benden çekerken. Bize demesi içimi ısıtmıştı çünkü evini artık bana da ait görüyordu. O ev bizimdi.

"Olur." dedi Uygar hiç düşünmeden. "Annemler size gidecekmiş zaten. Evde canım sıkılırdı."

"Tamam, çocukları da çağırırız."

"Aa çok güzel olur." dedim heyecanla. "Hatta Miray'ı giderken alırız. Mesai saatlerimiz aynı zamanda bitiyor ne de olsa."

"Miray mesai saati bitiminden sonra da çalışıyor Adacım." Uygar'a şaşkınlıkla baktım. "Siz hiç sohbet grubumuzdaki mesajlara bakmıyor musunuz? Kız altıda çıkması gerekirken akşam saat sekizde hastaneden selfie atıyor."

Mahcup bir şekilde baktım. "Yani pek fırsatım olmadı açıkçası bakmaya. Neyse bugün bir istisna yapar ve erken çıkar bence."

"Siz önden gidersiniz. Miray altıda çıkmasa bile ben onu alır öyle gelirim. Benim de uzun sürecek işim. Malum uzun süredir patron olmadan idare etmeye çalışıyorum."

"Sen bana taş mı attın yoksa bana mı öyle geldi?" dedi Deniz kaşlarını çatıp.

Uygar "Valla şimdi hayır demeyeceğim." dediğinde Deniz omzuna küçük bir yumruk attı ve Uygar sahte bir acıyla inledi. "Çalışana şiddet. Seni kınıyorum Deniz."

Hepimiz küçük kahkahalarla güldükten sonra ağzımı sildim. "Neyse bu kadar gevezelik yeter. Ben işimin başına geçiyorum."

Deniz alnımı öptü. "Gülşah'tan yardım alabilirsin. Ben ona söyledim bugün geleceğini. İstediğin zaman çağırabilirsin yani."

Başımı salladım. "Tamam, altıda görüşmek üzere."

"Görüşürüz."

Yerime geçtiğimde ilk işim Gülşah'ı aramak olmuştu. "Hoş geldiniz Ada Hanım." dedi Gülşah büyük bir heyecanla.

"Hoş buldum Gülşah. Ben senden satın alma raporlarını istemiştim hatırlıyor musun? Hani lansmandan önce."

"Evet Ada Hanım, hatırlıyorum."

"Bana onları getirebilir misin? Odamdayım."

"Tamam Ada Hanım, hemen getiriyorum."

"Tamam." dedim ve telefonu kapattım. Gülşah fazla bekletmeden gelmişti.

"Merhaba Ada Hanım. Siz yokken birkaç dosya daha yapılmıştı. Onları da ekledim. Deniz Bey bu dosyalara yaklaşık beş aydır bakamıyor."

"Hmmm. Tamam Gülşah, sağ ol. Bu arada kimsenin haberi olmasın bundan."

"Deniz Bey'in de mi?"

"Evet Deniz'in de haberi olmasın. Aksi bir durum varsa ben ona kendim söyleyeceğim."

"Peki, nasıl isterseniz."

"Gülşah, Nil ne yaptı biz yokken? Yani davranışlarında bir değişiklik var mıydı?"

"Nil Hanım bu kata hiç çıkmadı. Yani onu hiç görmedim diyebilirim."

"Tamam, teşekkür ederim."

"Rica ederim Ada Hanım. Kolay gelsin."

"Sana da."

Gülşah gittikten sonra kendi işlerimi boşverip bütün satın alma dosyalarını önüme yığdım. Gülşah son altı ayı getirmişti. İlk bir ayda bir sorun yoktu. Çünkü onlar Deniz tarafından kontrol edilmişti. Ama sonraki aylarda işler değişiyordu. Bütçede açıklar görmüştüm. Satın alınan malzemeler gerçek fiyatından daha fazla fatura edilmişti. Örneğin bir kilogram alçının fiyatı 140 liraydı ama fatura edilen fiyat 160'tı. Ya da metrekaresi 300 lira olan bir cam 350 lira olarak yansıtılmıştı. Yaklaşık beş aydır alınan her ürüne böyle küçük de olsa ekstra fiyatlar eklenmişti. Nil'in bunları nasıl görmediğini merak etmiştim.

Bir excel dosyası açıp altı aydır alınan her şeyi listeledim ve bir sütuna gerçek fiyatlarını, bir diğer sütuna da faturalandırılan fiyatları yazdım. Arada uçurum vardı. Gerçek fiyat 32 milyon çıkarken faturalandırılan fiyat 47 milyon çıkmıştı ve arada tam 15 milyon vardı. Nil bu kayıp 15 milyonu sorgulamamış mıydı yani?

Fire olarak +/- kaç milyon verdiklerini pek kestiremiyordum ama 15 milyon olmayacağını da çok iyi biliyordum.

Oluşturduğum excel dosyasının çıktısını aldım ve Deniz'in odasına gittim. Yoğun görünüyordu ama bunu göstermeden çıkmak istemiyordum. "Girebilir miyim?" dedim pürüzlü bir sesle.

"Gel hayatım." dedi Deniz ama başını bile kaldıramadan cevap vermişti. "Çıkış saatimiz mi yaklaştı?"

Kol saatime baktım. On beş dakika sonra çıkmamız gerekiyordu. "Yani evet ama onun için gelmedim."

"Bir sorun mu var?" dedi nihayet başını kaldırıp bana baktığında.

Hızlı adımlarla yanına gittim. "Sevgilim." dedim. "Bir şey satın alırken toleransınız nedir? Yani mesela on bin liralık bir şey satın aldık diyelim. Toleransı yüzde artı-eksi kaç oluyor?"

Anlamayan gözlerle baktı. "Neden soruyorsun?"

"Bir şey merak ettim de."

Deniz daha da merak etse de beni daha fazla bekletmedi ve sorumu yanıtladı. "Toleransı %5 olarak alıyoruz."

"O zaman otuz iki milyon lira olan bir alışveriş için +/- bir milyon altı yüz bin lira toleransınız var. Yani en az otuz milyon dört yüz bin lira, en fazla da otuz üç milyon altı yüz bin lira. Doğru mu anladım?"

Deniz kafamdan yaptığım hesabın sağlamasını hesap makinesiyle yaparken bana bakmasını bekledim. "Evet sevgilim." dedi başını sallayarak. "Doğru."

"Masraflar dahil değil diye düşünüyorum."

"Hayır, masraflar da yüzde beşin içinde. Sevgilim söyleyecek misin artık?"

Arkama sakladığım dosyayı Deniz'in masasına bıraktım. "Aşağı yukarı on beş milyon dört yüz bin liranız kayıp."

Deniz olanlara anlam veremediği bakışlarla bana bakarken gözlerimle dosyayı işaret ettim. "İncelemek istersin diye düşündüm."

"Nedir bu?"

"Kızacaksın belki ama satın alma raporlarını inceledim. Beş aydır kontrol edemiyormuşsun Deniz ve bu beş ayda on beş milyon civarı paranız kaybolmuş." Deniz cevap vermeyip dosyayı incelerken bir öfke patlaması yaşayıp yaşamayacağını merak ettim. "Geldiğimden beri raporları inceliyorum. Her şeye böyle küçük küçük ekstra masraf eklemişler. Tek tek baktığında göze batmıyor belki ama hepsini toplayınca karşına böyle büyük bir meblağ çıkıyor."

"Sen böyle bir şeye neden gerek duydun peki? Yani inanamıyorum sen bakmasan hiç fark etmeyecektim belki de."

"Çok garip bir şey oldu. Buradaki ilk günümde tuvalete gitmiştim. Ben kabindeyken iki kişi daha geldi. Bizim hakkımızda konuşuyorlardı. Yani kabinleri kontrol etmeden baya bizim hakkımızda konuşuyorlardı."

"Bizim hakkımızda derken?"

"Benim güzel olmadığımı, senin neden beni sevdiğini falan işte. Saçma sapan şeyler."

Deniz yumruk yaptığı elini yavaş yavaş masaya koydu. "Kimdi konuşanlar?" dedi sinirle.

Cevap vermek istemiyordum çünkü konumuz bu değildi. "Kim olduğu önemli değil."

"Ada tekrar sormayacağım. Söyler misin lütfen? Kim bu hadsiz?"

Deniz'i daha fazla öfkelendirmemek için Nil'in adını verdim. "Nil." dedim sessizce. "Yani o öyle konuşunca ben de sinirlendim. Kabin kontrol etmeyen birinin işinde de dikkatsiz olduğunu düşündüm."

"Bu dikkatsizlik değil. Daha başka bir şey var. Hiç mi kontrol etmemiş beş aydır? Bu nasıl bir iş bilmezliktir?"

"Bilinçli yaptığı bir şey değildir. Başka bir şey vardır mutlaka. Hemen karar verme lütfen."

Deniz sıkıntılı bir nefes verdi ve dosyayı çekmecesine koydu. "Şimdi bunu düşünemeyeceğim. Hadi çıkalım."

"Tamam, çantamı alıp geliyorum."

Odama giderken Uygar'ın odasına uğradım. Hala çalışıyordu. "Uygar biz çıkıyoruz. Bırak hadi sen de. Hala ne yapıyorsun?"

"Deniz bugün toplantıya girdi. Bir arazi kovalıyor. Ben de arazinin sahibini ikna etmenin yollarını arıyorum."

Uygar'ın kolundan tuttum ve bilgisayarını kapatması için onu masasına doğru sürükledim. "Hadi Uygar hadi. Sonra ararsın. Artık gitme vakti."

"Tamam tamam. Sen ne dersen o. Şimdi Neden Ada'yı dinlemedin? diye Deniz'den fırça yiyemem hiç." dedi gülerek.

"Aşk olsun. Ben istiyorum diye değil de Deniz kızar diye mi çıkıyorsun yani?"

"Aaaa hayır hayır. Ben o anlamda demedim Ada."

"Neyse." dedim dudağımı büzdükten sonra. "Telafi etmen lazım bunu."

"Hmmm tamam. Söz bu akşam yüzünü en çok ben güldüreceğim."

Gülümsedim ve elimi uzattım. "Anlaştık."

"Anlaştık Adacım." dedi elimi sıkarken.

"Bu arada Miray'la haberleştin mi? Alacak mısın onu da?"

"Evet konuştuk. Hastaneye varınca arayacağım, o da geliyor."

İşaret parmağımı kaldırdım ve sahte bir sinirle onu tehdit ettim. "Geç kalmak yok."

Uygar küçük bir kahkaha attı. "Agresif civciv."

"Uygaaaar, döveceğim seni artık."

"Tamam tamam. Hadi git çantanı falan topla. Hala oyalanıyorsun."

Ona öfkeli bir ifade gönderdim. Bu bakışım Uygar'ı güldürmüştü ve dayanamayıp ben de gülmüştüm. Uygar'ı gerçekten çok seviyordum.

Uygar'la olan tatlı atışmamızdan sonra odama gidip çantamı aldım ve Deniz'in odasına döndüm. "Geldim sevgilim, hadi çıkalım." dedim yanına doğru ilerlerken. Öfkesi geçmiş gibi görünüyordu. Beni görünce bilgisayarının ekranını indirdi ve ayağa kalkıp kolunu omzuma attı.

"Uygar'ı ikna ettim. Çıkacak o da şimdi. Gelirken Miray'ı da alacak. Selay ve Can da yoldaymış."

"Tamam sevgilim." dedi yürürken. Elimi kaldırıp omzumdan sarkan elini tuttum. Diğer elimi de beline sardım. "Sen bana telefonda ne demiştin? Bir daha söylesene." dedi kur yapan bir sesle.

"Deniz." dedim uyarıcı bir sesle. Ona aşkım dememi istiyordu.

"Efendim güzelim."

"Utandırma."

"Eh nazlan tabii. Güzel kızlar nazlı oluyordu, unutmuşum."

Kıkırdadım. "Evleneceğimizi duyunca ne tepki verecekler acaba? En çok Selay ve Uygar'ın tepkisini merak ediyorum."

"Uygar bayılır diyorum ben. Sen ne düşünüyorsun?"

"İhtimaller dahilinde." dedim gülümseyerek. Bugün kötü şeyler hakkında hiçbir şey düşünmemiştim. Düşündüğüm gibi okula gitmek ve çalışmak bana çok iyi gelmişti. Bugün kendimi çok iyi hissediyordum.

Nihayet eve geldiğimizde saat 19:30'du ve Ülkü abla salona rakı masası kurmuştu. Tek kaşımı kaldırıp Deniz'e baktım. "Efkarlanıyor muyuz?"

"Hayır, kutlama yapıyoruz. Bu gece şu kafalarımızı güzelce dağıtalım."

"Hmm, bana uyar." dedim. "Ben üzerimi değiştireceğim. Gelirken çocukların hediyelerini de getiririm."

"Ben de geliyorum." dedi Deniz ve beraber odaya gidip üzerimizi değiştirerek tekrar aşağı indik.

"Paketleri şuraya bırakıyorum." dedim şöminenin önünde durduğumda.

Deniz başını salladı ve çalan kapıya doğru yürüdü. "Ben bakıyorum Ülkü abla." diye bağırdı mutfağa doğru.

Deniz kapıya gittiğinde televizyon ünitesini karıştırıyordum. Bir karaoke vardı. Heyecanla elime aldım ve televizyona bağladım.

"Biz geldik." dedi Selay bana doğru koşarken.

"Hoş geldiniiiiiiz." dedim heyecanla ve aynı tempoyla ona doğru koştum. "Çok özledim seni."

"Ben de özledim Ada kuşum. İyi misin?"

"İyiyim." dedim ve bedenlerimizi ayırdım. "Sen nasılsın?"

"Sizi gördüm daha iyi oldum."

"Bana sarılma yok mu?" dedi Can küçük bir kıskançlıkla. Gülümsedim ve ona da sarıldım. "Ee biz şarap getirmiştik. Rakı mı içiyoruz?"

Deniz hızlı adımlarla yanımıza geldi ve elini Can'ın omzuna dostça koydu. "Bu gece böyle olsun dedik."

"İyi düşünmüşsünüz. Miray ve Uygar nerede kaldı acaba? Çok gecikirler mi?"

"Bizle aynı zamanda çıkmıştı Uygar. Gelirler birazdan. Onlar gelene kadar oturalım. Geçsenize. Ayakta kaldınız."

Selay ve Can otururken şöminenin yanına gittim ve onlar için aldığımız hediye paketlerini aldım. "Size ufak tefek bir şeyler aldık. Umarım beğenirsiniz."

"Zahmet etmişsiniz ama ne gerek vardı? Siz oraya olanlardan uzaklaşmak için gittiniz. Bir de bizi mi düşündünüz?" dedi Selay.

"Ne zahmeti?" dedim paketini verirken. "Can bu da senin."

Onlar paketlerini açarken Deniz'le beraber onları izliyordum. Hediyelerini gördüklerinde ikisinin de gözleri ışıldamıştı.

"Bu çok güzel." dedi Selay topuklu ayakkabısını giyerken. "İnanamıyorum gerçekten çok şık. Teşekkür ederim ikinize de." Ayağa kalktı ve ikimize de aynı anda sarıldı.

"Güle güle kullan."

"Çocuklar ben de çok teşekkür ederim. Çok değerli bir hediye." dedi Can, gözlerini saatinden alamıyordu.

"Rica ederiz. Beğenmenize de çok sevindik."

Selay ve Can hediyeleriyle aşk yaşarken kapı çalmıştı. Deniz kolunu belimden çekti ve "Ben bakarım." diyerek kapıya doğru yürüdü.

"Geldiler sonunda." dedi Selay. "Güya aynı şehirde yaşıyoruz. Çok özlüyorum onu. Sürekli çalışıyor, hiç görüşemiyoruz."

"Birileri benim dedikodumu mu yapıyor?" Miray eşsiz neşesiyle odaya girdiğinde Uygar da tam arkasındaydı ve elinde bir tatlı paketi vardı.

Miray önce Selay'a sarıldıktan sonra hepimizi tekrar kucakladı ve yanıma geldi. O sırada diğerleri sarılıp kucaklaşıyordu. "Bu seninmiş." dedi resepsiyon zilini uzatırken. "Deniz rica etti getirdim." Muzip bir ifadeyle gülüyordu. Gözlerimi kaçırdım ve utancımı saklamaya çalıştım.

"Aa teşekkür ederim." dedim zili sehpaya koyarken. "Sizin de hediyelerinizi verelim."

Şöminenin yanından Miray ve Uygar'ın hediyesini alıp sahiplerine verdim. Tıpkı Can ve Selay gibi onlar da hediyelerine bayılmıştı. "Hiç gerek yoktu." dedi Uygar. "Tatile gittiniz ve bir de bunlarla mı uğraştınız?"

"Bizim için bir zevkti." dedi Deniz. "Hadi artık masaya geçelim."

"Ada sen bir sürprizden bahsediyordun. Söylemedin hala." dedi Selay yanımda masaya doğru yürürken.

Gülümsedim ve Deniz'e baktım. "Yerlerimize geçelim önce bir. Ondan sonra söyleyeceğiz."

"Ooo neyi kutluyoruz?" dedi Uygar masayı görünce.

"Birazdan öğreneceksiniz. Ne bu acele?" dedim ve gülümseyerek masamdaki yerime geçtim. Deniz baş köşeye otururken ben yan tarafa oturmuştum. Yanımda Selay ve Can vardı. Karşımıza da Miray ve Uygar oturmuştu.

"Siz insanı çatlatırsınız." dedi Uygar sırıtarak. "Bu kadar işkence çektirmeyin yani. Bize de yazık."

Deniz ayağa kalktığında ben de kalktım ve kimse görmesin diye bugün takmadığım yüzüğümü kaşla göz arasında parmağıma geçirdim.

"Güzel bir haberimiz var." dedi Deniz bana bakarak. Benim söylememi istediğini anladım. Kocaman gülümsüyordu.

Büyük bir heyecanla elimi kaldırdım ve yüzüğü görmeleri için avucumu kendime doğru çevirdim. "Evleniyoruuuuuuz." dedim büyük bir neşeyle.

Herkes aynı anda çığlık atmıştı ve hepsi aynı anda konuştuğu için kimsenin ne dediğini anlamıyordum. Büyük bir coşku vardı ve gürültü arasında seçebildiğim cümleler sınırlıydı.

"Neee?"

"Ne? Nerede? Nasıl? Ne zaman ya? Yuh bana neden söylemedin Ada?"

"Ciddi misiniz?"

"Şaka yapmıyorsunuz değil mi?"

"Allahım kardeşim evleniyor. Sağdıç olacağım."

"Nasıl oldu? Anlatın hemen. Offf bayılacağım şimdi."

"Uygar bayılır zannediyorduk." dedim neşeyle. "Senden beklemiyordum Selaycım."

"Ya böyle büyük bir şeyi nasıl sakladın? Nasıl söylemeden durabildin? İnanamıyorum sana."

"Çok direndim." dedim ve bana sarılmak için ayağa kalkan Selay'ı ve diğer herkesi kucakladım.

"Tebrik ederiz çocuklar. Çok sevindik."

"Ee ne zaman düğün?"

"Ayyy ben ne giyeceğim?"

"Çocuklar sakin olun biraz." dedi Deniz herkes yerine oturduğunda. "Netleşmesini beklediğimiz bazı şeyler var."

Herkes bir anda ciddileşmişti. "Ne gibi?" dedi Selay ve ikili diyaloğumuzu başlattı.

"Babam ve Savaş hakkında." Herkes merakla bana bakarken anlatmak ve anlatmamak arasında kararsız kaldığımı fark ettim. "Babamla telefonda konuştuk."

"Ne? Nasıl ya? Ne zaman? Sonunda açtı mı telefonunu?"

"Cumartesi sabahı aradım, açtı."

"Bir dakika, o zaman Savaş'ın nerede olduğunu öğrendin."

"Öğrendim. Kim olduğunu da biliyorum."

"Ada inanamıyorum, çok şaşkınım şu anda. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Nerede şimdi? Ulaştın mı? Konuştun mu? Bu çok ama çok harika bir haber. Kimmiş Savaş? Seni hatırladı mı? Offf çok mutluyum." dedi bana sarılırken. "Ada senin adına çok mutluyum. Sonunda kavuştunuz. Çok şükür. Çok şükür."

"Tam olarak öyle sayılmaz. Savaş, Melih'in üvey oğlu Gökalp'miş."

"Ha siktir." dedi Uygar. "Oha. Yuh. Nasıl olabilir? Nasıl öğrendiniz?"

"Babam Savaş'ı kalp nakli olabilmem için Melih'e vermiş. Salih abi buraya geldi iki gün önce. Savaş'ın küçüklük fotoğraflarını gösterdik. Fotoğraflardaki çocuğun Gökalp olduğunu söyledi. Sonra da Savaş'ı buraya çağırdık. Her şeyi anlattım, beni hatırlamadı, istemedi ve gitti." Bana hayal kırıklığıyla baktıklarında acıyla gülümsedim. "O da haklı. Yıllardır aile bildiği insanların aslında yabancı olduğunu öğrendi."

"Nasıl hatırlamadı ya? Nasıl hatırlamaz Ada? Siz kardeşsiniz. Sen hatırlıyorsun. O neden hatırlamıyor?" dedi Selay üzüntü dolu bir sesle. "Ah benim canım arkadaşım ya."

"Eğer bir travma yaşadıysa hafıza kaybı yaşamış olabilir." dedi Miray. "Travmaya bağlı hafıza kaybı yani. Bu durum başlarda geçici olsa da zamanla kalıcı hafıza kaybına dönüşmüş olabilir. Hatırlama ihtimali olsa bile zamanla her şey silinmiştir. Çevresinde siz olmadığınız için de hafızası sizi tamamen yok saymıştır."

"Yani hiç hatırlamayacak mı beni?" dedim hüzünle. Hiç istemiyor olsam bile gözümde bir yaş birikmişti ama Deniz daha yanağıma süzülmeden o gözyaşını baş parmağıyla sildi. "Kardeşim bana sarılsın istiyorum. Bana kardeşim desin istiyorum. Bunların hiçbiri olmayacak mı yani?"

"Önce seni hatırlasın daha sonra sarılacak, kardeşim diyecek. Üzme kendini sakın tamam mı?"

"Beni kabullenmedi bile. Hatta kalbim yüzünden evlatlık verildiği için beni suçladı."

"Neler olmuş böyle ya? Ne yapacaksınız şimdi peki? Yani seninle sağlam kafayla konuşması lazım bu çocuğun."

"Bu durumu düzeltse düzeltse Salih abi düzeltir." dedi Uygar. "Savaş Melih'e hesap sormuştur muhtemelen. Haber almadınız mı?"

"Salih abiyi aradım ama Savaş'a ulaşamıyormuş. Mehmet artık Salih abinin yanında çalışıyor biliyorsunuz. İşte neyse Mehmet kız kardeşiyle konuşup Melih'in evinde olanlar hakkında bilgi almış. Savaş eve gidip olay çıkartmış, sonra da evden çıkmış. Nereye gitti bilmiyoruz." dedi Deniz bildiklerimizi anlatırken.

"Babanla yüzleşirse belki daha çabuk kabullenir."

"Onunla ben bile karşılaşmaya hazır değilim. Savaş nasıl olsun?" dedim iç geçirip.

"Ben bir şeyi merak ediyorum." dedi Uygar Miray'a bakıp. "Bir travmadan bahsettin ya, nasıl bir travma bu? Yani fiziksel bir darbe ya da yaşanılan kötü bir olay sonucu mu oluyor?"

"Evet yani darbeye bağlı ya da herhangi bir şoka bağlı bir travma yaşamış olabilir. Bu da hafızayı etkilemiş olabilir."

"Anladım. O zaman el birliğiyle Savaş'ın Ada'yı hatırlaması için ya da hatırlamasa bile iletişim kurması için çalışacağız."

"Nerede olduğunu bilsek kolay da telefonlarını açmıyor Salih abinin."

"Kafasını toplamak için uzaklaşmıştır." dedi Deniz.

"Neyse çocuklar." dedim. "Bugün üzülmek yok. Eğlenmek için toplandık. O yüzdeeeeen konuyu kapatıyorum." Deniz'in elini tuttum ve ona kocaman gülümsedim.

"Tamam o zaman. Başka ne yaptınız İtalya'da? Anlatın, meraktan ölüyorım." dedi Selay büyük bir neşeyle. Ardından Can'a döndü. "Aşkım biz de bir yerlere gidelim ne olur."

"Gideriz tabii sevgilim. Sen ne zaman boşsan ayarlayalım, gideriz."

"Beraber de gidelim bir yerlere ya olmaz mı? Çok güzel bir ekip olduk bence." dedi Uygar ayağa kalkıp ön kamerasını açarak. "Hadi gülümseyin bakalım."

Herkes ekrana bakıp poz verirken gülümsedim. "Çok güzeliz be." dedi Uygar çektikten sonra. "Gruba atıyorum. Herkes baksın oradan." Telefonumu alıp Whatsapp'a girdim. Fotoğraf gerçekten de çok güzeldi. Selay ve Can ellerini birleştirip kalp yapmıştı. Deniz ise ekrana değil gülümseyerek bana bakıyordu.

"Dostlar meclisi." dedi Uygar başını telefondan kaldırdıktan sonra. Anlamayan gözlerle baktık. Kendi kendine konuşuyordu. "Ha şey. Instagram'a attım da bu etiketle. Dışımdan mı söyledim ben bunu?"

Güldük. "Evet Uygar."

"Neyse hadi takipleşelim. Hesap adlarınız ne?"

"Ben sosyal medya kullanmıyorum." dedim tabağımı doldururken. "Hiç bulaştırmayın beni."

"Ne demek kullanmıyorum Ada? Hadi hemen bir hesap aç." dedi Uygar tembihlercesine.

"Yok ben almayayım." dedim ve ayağa kalktım.

"Nereye gidiyorsun sevgilim?" dedi Deniz elime uzanıp.

"Alkol içmek istemiyorum da meyve suyu bakacağım. Hemen dönerim." Elinden elimi çektim ve yanağını okşayarak mutfağa gittim. Anlaşılan Ülkü abla odasına gitmişti. Çünkü burası boştu. Dolabı açıp vişneli meyve suyu aldım ve salona döndüm. Herkes birbirini takip etmekle meşguldü.

"Ya hadi sen de hesap aç." dedi Selay. Kendini paylaşmasan bile yaptığın resimleri paylaşırsın."

"Çok mantıklı." dedi Miray. "Hadi sen de aç."

Deniz'e baktım. Sen bilirsin der gibi bakıyordu. "Eh peki madem, öyle olsun."

Telefonumu alıp bir hesap açtım. Şimdilik sadece bir profil fotoğrafım vardı.

"Tamam ben takip ettim."

"Ben de ettim."

"Ben de okeyim."

Herkesi geri takip ettikten sonra Deniz'in profiline girdim. Üç yüz seksen bin takipçisi vardı. ÜÇ YÜZ SEKSEN BİN. 380.000

"Yuh." dedim kendimi tutamayıp.

"Kesin Deniz'in profiline bakıyor." dedi Uygar gülerek. "Adacım, Deniz ünlü bir iş adamı ve medyatik biri. Yani ünlü bir kocan olacak." Deniz'in medyatik biri olduğunu biliyordum. Uygar vurulduğunda ve ben kaçırıldığımda bütün medya Deniz'le basın açıklaması yapmak için büyük bir çaba sarfetmişti. Ama bu kadarını da beklemiyordum.

Dudağımı büktüm. Bu kadar takipçisi olması canımı sıkmıştı. Acaba kaç tanesinin cinsiyeti kızdı?

Profilini inceledim. Takipçi sayısı üç yüz seksen bin olmasına rağmen takip ettiği kişi sayısı yirmi beşti. Sadece ailesini ve birkaç arkadaşını takip ediyordu.

Hiç öne çıkan bir hikayesi yoktu. Hatta son paylaşımı bile dört yıl önce Melis ve Eren'le çekildiği bir fotoğraftı.

Ekranı kapattım ve yemeğime döndüm. Herkes iştahla yemeğini yiyordu.

"Tatil deyince aklıma geldi." dedi Uygar. "Size çok trajikomik bir hikaye anlatacağım."

"Kartepe'yi mi anlatacaksın?" dedi Deniz.

"Evet. Arkadaşlar bir gün Bolu Kartalkaya'ya tatile gitmek için bir yerden rezervasyon yaptırdım. Tek başıma bir kar tatili yapmak istiyordum. Neyse işte termal eşofmanlar, eldivenler, kar gözlüğü, kayak takımı ne varsa aldım. Heyecanla gün sayıyordum. Sonra tatile bir gün kala ne oldu biliyor musunuz? Kartalkaya'dan değil Kocaeli Kartepe'den rezervasyon yapmışım. Başta bir üzülsem de vardır bir hayır dedim gittim. Bir damla bile kar yoktu inanabiliyor musunuz? Bir damla bile. Yani o aldığım termal eşofmanlara, eldivenlere sarıla sarıla otel odasından çıkmadan bir hafta sonu geçirdim." Herkes kahkaha attığında Uygar da keyifle gülüyordu. "Tamam yanlış yerden rezervasyon yapmıştım ama bari en azından kar yağsaydı değil mi? Yani üzücüydü tabii ama neyse ki bir sonraki haftaya Kartalkaya'da bir otel buldum ve karın tadını çıkardım."

"O zaman bunun acısını hep beraber çıkaralım." dedi Can. "Bu kış güzel mi güzel bir kış tatili yaparız."

"Çok güzel olur." dedi Miray. "Harika olur hatta. Hiç kış tatili yapmadım. Malum Aydın'da yaşayınca kar da görmüyorsun."

"Hep Aydın'da mıydın?" dedi Uygar. "Üniversiteyi de orada mı okudun?"

"İzmir'de okudum. Yani oranın da Aydın'dan bir farkı yok." dedi Miray gülerek. "Kar görmek istiyorum."

"O zaman kar duası yapalım." dedi Can.

Herkes gülmüştü. "Yağmur duası değil miydi o ya?" dedim.

Can omuz silkti. "Ne fark eder Adacım?"

Çocuklar gülüşürken telefonuma gelen bildirme baktım. Instagramdan gelmişti. Ekranı açıp uygulamaya girdim. Deniz az önce çekildiğimiz fotoğrafı paylaşmıştı ve beni tam kalbinin üzerine etiketlemişti. Açıklamaya da beyaz bir kalp koymuştu. Gözlerime inanamadım. Deniz seneler sonra bir fotoğraf paylaşmıştı ve o fotoğrafın en önemli ögesi bendim.

Uzanıp yanağını kocaman öptüm. "Ya Deniz." dedim.

"Yorumları niye kapattın abi ya?" dedi Uygar sitemle. "Ben şimdi nereye canım çiftim yazacağım?"

"Abuk sabuk şeyler yazmasınlar, asabım bozuluyor." dedi Deniz ve uzanıp yanağımı öptü. Kulağıma fısıldadığı üç kelimelik cümle kalbimi havaya uçurmuştu. "Benim güzel sevgilim."

Yemeğin geri kalanı bol bol eğlenerek ve gülerek geçmişti. Doyduğumuzda masadan kalkıp koltuklara geçmiştik. "Aa karaoke. Hadi şarkı söyleyelim." dedi Miray.

"Benim sesim çok kötü, beni saymayın." dedi Uygar.

"Yaa hadi oyunbozanlık yapma." Miray şarkı listesine girdi ve seçenekler arasında gezmeye başladı. "Evet kim başlıyor?"

"Biz başlayalım." dedi Selay Can'ın elini tutup ayağa kaldırarak. "Birden Geldin Aklıma şarkısını açar mısın Miray?"

Miray şarkıyı açtığında Can ve Selay ayaklarıyla ritim tuttu ve müzik birkaç saniye sonra başladı. Bu şarkı onların şarkısıydı ve çoğu zaman beraber söylüyorlardı. Hayranlıkla onları izledim. Erkeğin söylediği yerleri Can, kızın söylediği yerleri de Selay söylüyordu ve o kadar uyumlulardı ki hayran olmamak elde değildi.

Onlara eşlik edip hep bir ağızdan şarkıyı söyledik ve bittiğinde hepimiz alkışladık. Sıra Miray'daydı. Burcu Güneş'ten Çıkmaz Sokakları seçmişti ve sesi o kadar huzur vericiydi ki sanki bir meleği dinliyorduk. Şarkıyı söylerken Uygar'a attığı kaçamak bakışları yakaladığımda gülümsedim. Bu bakışlar ileride yaşayacakları büyük aşkın habercisi olmalıydı yani en azından ben öyle umuyordum.

"Ee şimdi kim söylüyor?" dedi Selay. Mikrofonu aldım ve Deniz'in gözlerinin içine baka baka Sen Benim Şarkılarımsın şarkısını söyledim. Tamam şarkı söylemekte yetenekli değildim ama Deniz'e her baktığımda şarkılar söylemek, gördüğüm her şeye gülümsemek istiyordum. Sevgisinin coşkusu içimde o kadar şiddetliydi ki bu şiddetin sözlüklerde bir açıklaması yoktu.

Deniz bir saniye bile gözlerini ayırmadan beni izlemişti, bittiğindeyse ayağa kalktı ve şarkının sözlü halini açıp benimle dans etmeye başladı. Belime sardığı eli, elimi tuttuğu eli beni bulutlara çıkartıyordu sanki.

"Ayy düğün dansı provası mı bu?" dedi Selay, Can onu dansa kaldırırken. Selay nazikçe kalktı ve kollarını Can'ın boynuna sardı.

"E hadi siz de." dedim Miray ve Uygar'a bakarak.

"Ben hiç anlamam ki dans etmekten." dedi Miray.

"Ben seni yönlendiririm." Miray Uygar'ın uzattığı eli kibarca ve yavaşça tutup ayağa kalktı.

"Eh peki o zaman."

Deniz'in kulağına yaklaştım. "Bak şimdi bir şey söyleyeceğim ama çaktırma." Deniz devam et dercesine baktı. "Bunlar birbirinden deli gibi hoşlanıyor."

Deniz yan gözle Uygar'a ve Miray'a baktı. "Aynı şeyi ben sana söyleyecektim." dedi gülerek. "Uygar benim gibi değil. Utanır, açılamaz."

"Miray da öyle. Ne yapacağız peki?"

"Bilmiyorum. Bence birbirlerinden hoşlandıklarının da farkındalar."

Kafamı çevirdim. Miray Uygar'ın söylediği bir şeye gülüyordu. "Peki nasıl itiraf ettireceğiz?"

"Düşünürüz bir şeyler." dedi Deniz, şarkı bitmişti.

"Ee Uygar ve Deniz şarkı söylemedi hala." dedi Miray ve mikrofonu Uygar'ın eline tutuşturdu.

"Yok ben gerçekten anlamam o işlerden."

"Anlarsın anlarsın." Miray ekrana döndü ve rastgele bir şarkı açtı. "Bak ben sana yardım edeceğim gel." Uygar'ın elini tuttu ve heyecanla ayağa kaldırdı. Sevdanın Yolları şarkısı çalıyordu. Tek bir mikrofon vardı ve Miray'ın elindeydi. Uygar Ben anlamam şarkı söylemekten. dediği halde o kadar güzel uyum sağlamıştı ki hayret etmiştik. Tek bir mikrofon olduğu için sözler girdiğinde Miray'a doğru yaklaşıyordu ve bazen yanlışlıkla yanakları birbirine değiyordu. Utanıp birbirlerinden uzaklaşmaları bile çok tatlıydı ve ben onlardan bir çift yapmaya kararlıydım.

Şarkı bittiğinde heyecanla koltuğa geçmişlerdi ve sıra Deniz'deydi. Ne söyleyeceğini merak etmiştim.

Kayahan'dan Sensiz Olmaz Ki şarkısını seçmişti ve ben bu şarkıyı çok seviyordum.

Eşlik etmeyecek olsam bile ayağa kalkıp Deniz'in yanına sokuldum. Kolunu belime sarıp bana doğru dönerek şarkıya başladı.

Sensiz sevinçlerim solar sonra,
Ne yaparım ben?
Ne olur anla, ne olursun.
Sana bir şey olsa ölürüm ben acılarla.
Ne olur anla, ne olursun.
Ölüm bile ayıramaz bizi
Ölüm bile
Ölüm bile ayıramaz bizi
Ölüm bile

Herkes şarkısını söylediğinde biraz daha oturup yatmaya karar vermiştik. Sohbet ederken Uygar ve Deniz alkole devam etmişti ve Uygar maalesef sarhoş olmuştu.

"Arkadaşlar hepiniz burada kalın bu gece." dedi Deniz. "Bu halde araba kullanmayın. Ülkü ablaya söyledim zaten sizin yatacağınız odaları hazırladı."

"Yok giderdik biz, çok içmedik zaten." dedi Can ama Deniz itiraz etmişti.

"Olmaz öyle. Ülkü ablaya seslenin size kalacağınız odaları göstersin. Miray hadi sen de marş marş. Yarın herkes buradan gider işe."

"Uygar ne olacak?" dedi Can. Uygar'a baktım, neredeyse sızmıştı.

"Burada uyur. Alışkın zaten."

"Peki o zaman." Başta itiraz etseler de Selay, Miray ve Can mutfağa, Ülkü ablanın yanına ilerliyordu.

"Gitmiş bu çocuk, uçmuş." dedim Deniz'e bakarak. "Yarın nasıl işe gelecek?"

"Yarına bir şeyi kalmaz. Hatta en erken o uyanır, demedi deme."

Uygar bir şeyler mırıldanırken Deniz Uygar'ın bacaklarını kaldırıp koltuğa uzanmasına yardım etti. Ben de bir yandan başının altındaki yastığı düzeltiyordum.

"Ah be çocuk. Ne gerek vardı böyle kütük gibi olacak kadar içmeye?"

"Ne?" dedi Uygar bağırarak. Sesini ayarlayamayacak kadar sarhoştu.

"Sssshhh bağırmasana." dedi Deniz uyarıcı bir sesle.

"Ohooo durum vahim. Baya sarhoş." dedim yastığı düzelttikten sonra.

"Ben sarhoş değilim." Uygar Deniz'in kolunu tuttu ve kendine doğru çekmeye çalıştı.

"Uygar bırak ne yapıyorsun?"

"Öpeceğim. Tebrik ettim mi ben sizi? Evleniyorsunuz ya. Tebrik etmeyi unuttum."

"En az beş yüz kere tebrik ettin Uygar. Bırak kolumu. İyice uçmuş senin kafan. Bu nasıl sarhoş olmak böyle?"

Uygar küçük bir kahkaha attı. "Sarhoş. Aşk sarhoşuyum ben."

Deniz'le birbirimize bakıp gülümsedik. "Bu konuyu yarın konuşalım."

"Ama bir kere öpeyim ne olur."

"Olmaz Uygar yat uyu hadi." dedi Deniz Uygar'ın üstünü örterken.

"İyi o zaman siz öpüşün hadi."

"Uygar sus artık. Gidiyoruz biz. Yarın Uyanamadım, işe geç kaldım. dersen bozuşuruz."

Uygar gözlerini kapatıp battaniyeyi iyice üstüne çekti. "Sana da bir şey söylenmiyor. Uyuyorum ben."

Deniz'le Uygar'ın haline küçük kahkahalar atarak odamıza çıkıp üzerimizi değiştirdiğimizde saat gece yarısını bulmuştu. "Çok güzel bir geceydi. Teşekkür ederim sevgilim." dedim Deniz'in köprücük kemiğini öpüp.

Deniz bana sarılıp yan döndü, onu taklit ederek ben de yan döndüm. Bir bacağını bir bacağımın üstüne atmıştı. "Sevgilim senin mutlu olman çok hoşuma gidiyor. Bunun sebebi olmak daha da hoşuma gidiyor."

"Biliyor musun? Sen bana her sevgilim dediğinde içimde bir sürü kelebek pır pır ediyor sanki. Çok heyecanlanıyorum." dediğimde Deniz gülümsedi. Gülümsemesinden öptüm ve başımı çekmeden ona günün son sözlerini söyledim. "İyi uykular aşkım."

Loading...
0%