Yeni Üyelik
34.
Bölüm

34. Bölüm

@_kubraakyol

29 Ekim, Salı

"Bir kere daha aşkım desene." dedi Deniz gülerek.

"Şımarma Deniz." dedim ama ben de gülüyordum.

"Bak gıdıklarım seni."

"Gıdıklayamazsın." dedim ve kazağımı üzerime geçirdim. "Gıdıklarsan çok gülerim ve çocuklar uyanır."

"Uyansınlar, saat sekiz oldu. İşe geç kalacağız yoksa."

"Selay ve Can onda başlıyor yani onlar geç kalmaz da aynı şeyi Uygar için söyleyemeyeceğim. Sence uyanmış mıdır?"

"Uyanmıştır uyanmıştır." dedi Deniz ve tek eliyle yanaklarımı tutup kendine çevirerek beni öptü. "Oh günaydın öpücüğümü de aldım. Güzel sevgilim benim." Ona kocaman gülümsedim. "Neyse ben aşağı iniyorum, sen de çok bekletmeden gel. Kahvaltı yapmadan çıkmayalım bugün."

"Tamam sevgilim. Hemen geliyorum." Deniz gittikten sonra saçımı taradım ve topuz yapıp aşağı indim. Uygar Ülkü ablayla beraber kahvaltı hazırlıyordu. "Uygar." dedim şaşkınlıkla.

"Günaydın Adacım. Kahvaltı yapıyoruz değil mi?"

"Yapıyoruz da dün akşamdan sonra nasıl uyanabildin sen?"

"Niye ki? Neyim vardı dün akşam?"

"Uygar körkütük sarhoştun. Deniz'i öpmek istedin." dedim gülerek.

"Başka bir şey yaptım mı?" dedi merakla. "Abuk sabuk bir şey söyledim mi?" Aşk sarhoşuyum dediğini hatırlatmakta kararsız kalmıştım. Ama bu kararsızlığım kısa sürmüştü. Hatırlatmayacaktım. Deniz Uygar için utanır demişti, onu utandırmak istemiyordum.

"Yok." dedim kahvaltılıkları tepsiye dizerken. "Deniz aşağı inmişti, nereye kayboldu? Diğerleri hala uyanmadı mı?"

"Herkes içeride. Kahvaltı yapar çıkarız."

Başımı sallarken Ülkü abla hazırladığım tepsiyi aldı ve salona doğru ilerledi.

"Of başım ağrıyacak." dedi Uygar dolabı karıştırırken. "Ağrı kesici var mı, biliyor musun?"

"Oralarda bir yerlerde vardı." dedim ve orta tezgaha yaslandım. "O kadar içersen ağrır tabii."

"Biz bugün neden çalışıyoruz ki ya? Millet sokaklarda mis gibi bayram kutlayacak, biz sabahın köründe işe gidiyoruz."

"Ne var ki bugünde?" dedim merakla.

"Canım 29 Ekim ya bugün. Cumhuriyet Bayramı'mız."

"Aa. O kadar farkında değilim ki tamamen aklımdan çıkmış. Hangi günde olduğumuzu bile bilmiyorum."

"Yaşadıklarından sonra çok normal Ada. Ama biliyor musun? Sen çok güçlüsün. Sana hayranlık duyuyorum. Benim kardeşim yok ama sen bir şey başardığında sanki kız kardeşim başarmış gibi gurur duyuyorum seninle."

"Ya Uygar." dedim ona kocaman sarılarak. "İyi ki varsın."

"Ada, ben böyle şeylere alışkın değilim. Ağlatacaksın beni."

"Bugün biraz duygusalım galiba." dedim sarılışımızı sonlandırırken.

"Ohooo sen de dün agresiftin, bugün duygusal. Bakalım yarın ne bekliyor beni?" dedi gülerek.

Küçük bir kahkaha attım ve düşünüyor gibi yaptım. "Hmmm yarın serseri biri olacağım." Uygar gülümsediğinde aklıma gelen şeyle bir an panikledim. "Uygar bir şey danışacağım sana." Uygar az önce bulduğu ilacı ağzına attı ve bir su bardağını kafasına dikerek bana baktı. "Tabii söyle."

"Üç hafta sonra Deniz'in doğum günü ve ben ona ne hediye alacağımı bilmiyorum. Sence ne almalıyım? Onu en iyi sen tanıyorsun."

"Hmm zor yerden sordun."

"Yani ona maddi olarak değerli bir şey almak istesem bile alamam. Hem onun kadar zengin değilim hem de o istese zaten her şeyi satın alabilir. Manevi bir şey hediye etmek istiyorum ama aklıma hiçbir şey gelmiyor."

"Ben düşüneceğim merak etme sen."

"Ama bekletme öyle uzun süre, çok az kaldı."

"Tamam tamam. Hadi içeri geçelim yoksa geç kalacağız."

Uygar'la salona geçtikten sonra hızlı bir kahvaltı yaptık ve en kısa sürede tekrar buluşmak için sözleşerek evden çıktık. Uygar Miray'ı hastaneye bırakacağı için işe biraz geç kalacaktı.

Deniz'le yolda giderken Savaş'tan ve Salih abiden bahsetmiştik. Savaş Salih abinin evine dönmüştü yani en azından iyi olduğunu biliyordum ve bu bile bana yetmişti.

"Sevgilim." dedi Deniz. Bakışlarımı ona çevirdim. "Kerem babanı bulduğunda onunla görüşmek ister misin?"

"Hayır." Baştan direkt hayır desem de aslında içimde bir yerlerde onu görmek ve onunla yüzleşmek istediğimi fark ettim. Tabii hemen değildi. Önce kendimi biraz hazırlasam fena olmazdı. "Yani direkt polise ihbar etmeyecek miyiz? Öyle konuşmuştuk. Savaş'ın yerini öğrenince babamı ihbar edeceğiz demiştik. Ayrıca Melih'in yaptığı her şeyi itiraf etmesini sağlayacaktık."

"Evet. Evet öyle yapacağız ama sonuçta babanın Savaş'ı neden götürdüğünü öğrendik. Senin hayatını kurtarmak için yapmak zorunda kalmış. Tamam bahanesi güçlü ama yine de haklı değil. Masum biri değil farkındayız ama belki onu affedersin diye düşünüyorum."

"Bilmiyorum Deniz. Benden önce onu Savaş'ın affetmesi gerekiyor... Sen neden böyle bir şey söyledin şimdi? Kerem babamı bulmuş mu yoksa?"

Deniz bir süre cevap vermeyince tahminimin doğru çıktığını anlamıştım. Kerem babamı bulmuştu. "Bu akşam bize getirecek."

"Deniz bana sormadan nasıl böyle bir şeye karar verebilirsin? Bana kızıyorsun ama aynı şeyi kendin yapıyorsun." dedim sinirle. "Benden habersiz hiçbir şey yapamazsın diyen sen değil misin? Neden bu sadece benim için geçerli olan bir şey? Sen benden neden gizliyorsun? Hadi gizledin, benim ne istediğimi önemsemeden eve gelecek diyorsun. Benim ne hissedeceğimi düşünmeden böyle." dedim ve sustum. Daha fazla konuşmak istemiyordum çünkü konuşursam tartışmamız büyüyecekti ve bunu hiç istemiyordum.

"Ada." dedi Deniz hafif öfkeli sesiyle. "Yapmaman gerektiği halde bana sormadan satın alma raporlarını incelemişsin. Hadi benden gizli yapmanı bir kenara koyuyorum, Gülşah'ı da kendine ortak etmişsin."

"Aynı şey mi?" dedim. "Deniz aynı şey mi? Ben o raporlara baktım diye senin psikolojin bozulmayacak. Ama ben babamı görürsem ne hale geleceğim hiç düşündün mü? Sen tahmin edebiliyor musun bunu? Hem bakmasaydım açık vermeye devam edecektiniz. Beni mi suçlayacaksın böyle?"

"Yaptığın etik değil Ada. Bütçe açığı var diye yaptığını göz ardı edemem. İlk olarak bana söylemeliydin. Bütçede açık olmasaydı bana söylemeyecektin bile."

"Konuyu değiştirme Deniz. Ben babamı görmeye hazır değilim. Onunla yüzleşmeye hazır değilim. İş konusunu da daha sonra konuşuruz. Bir daha kendi departmanımdan olmayan bir şeye burnumu sokmayacağım merak etme."

"Sevinirim." dedi Deniz ve bu kelimesi yolculuğumuzun son konuşması olmuştu. Şirkete gelene kadarki kırk beş dakika boyunca ne Deniz konuşmuştu ne ben konuşmuştum ve o özür dilemeden de konuşmayacaktım.

Gelir gelmez odama geçmiş, kendi işim dışında hiçbir işle ilgilenmemek üzere bilgisayarımı açmıştım. Ekranda hala dün hazırladığım bütçe raporu vardı. Hiç düşünmeden sildim. Madem Deniz etik dışı buluyordu, ben de umursamayacaktım.

"Günaydın Ada Hanım." dedi Gülşah gülümseyerek.

"Günaydın Gülşah."

"Dünkü raporları alabilir miyim? Yerine koymam gerekiyor."

"Alabilirsin. İşim bitti onlarla."

"Deniz Bey'e götüreyim mi peki?"

"Normal prosedür neyse onu yapabilirsin Gülşah. Beş aydır bakamadığını söylemiştin. İstersen götür bir baksın."

"Ada Hanım siz iyi misiniz? Üzgün görünüyorsunuz."

"İyiyim Gülşah sağ ol."

Gülşah pek inanmasa da başını salladı ve dosyaları alıp çıktı.

Bozulan sinirlerimi nasıl düzelteceğimi bilmiyordum. İçimden ağlamak geliyordu ama ağlamayacaktım. Ve bütün dikkatimi işime verecektim.

Çalışmaya o kadar dalmıştım ki Uygar'ın odaya girdiğini bile fark etmemiştim. Masama çikolata bırakmıştı. "Nereye daldın bu kadar Ada? İyi misin, neyin var senin?"

"İyiyim."

"Yok, bir şey olmuş belli. Anlat hadi."

"Deniz'le biraz tartıştık."

Uygar şaşkınlıkla açılmış gözleriyle bana baktı. "Şaka yapıyorsun herhalde. Daha sabah çok iyiydiniz."

"Yolda oldu zaten."

"Tamam konu ne? Anlat, çözüm bulalım."

"Kerem babamı bulmuş ve bu akşam bize getirecekmiş. Uygar, Deniz bana sormadan nasıl böyle bir şey yapar? Ne hissedeceğimi tahmin edemiyor mu? Ben hazır değilim ki böyle bir şeye. Yani birkaç gün sonra olsaydı. En azından kendimi hazırlardım."

"Ne kadar çabuk olursa o kadar iyi değil mi Ada? Telefonla konuştuğunuzda yakın zamanda yüz yüze geleceğinizi de tahmin etmiştin zaten bence. Yanlış mıyım?"

"Bilmiyorum Uygar ama en azından söyleseydi. Bu sabah öğrenmiş olamaz. Dün öğrendi kesin. Bak bir şey sakladığımda bana kızıyor, çok kızıyor. Ondan habersiz bir şey yapınca çok sinirleniyor. Aynı şeyi neden bana yapıyor peki?"

"Senin sakladığın şeyler senin hayatını riske atabilir ama onun sakladığı şeyler senin iyiliğin için Ada. Hem sonsuza kadar saklamaz ki zamanı gelince söyler o illa."

"Ben de söylüyorum. Söyledim de zaten. Ama yine kızdı."

"Neye kızdı?"

"Satın alma raporlarına baktığım için kızdı."

"Neden baktın ki?"

"Nil gözüme battı, ben de raporları incelemek istedim. Ve on üç milyon açık buldum."

"Ne?" dedi Uygar büyük bir şokla.

"Evet ve bu açığa rağmen Deniz yaptığımın etik dışı olduğunu, açık buldum diye yaptığım şeyi göz ardı etmeyeceğini söyledi."

"Ada bir dakika. Nil dedin değil mi sen?"

"Evet. Satın alma müdürü olan işte. Ne oldu?"

"Ben onu bankada gördüm. Yüklü bir parayı iki valize doldurmuştu. Çıkarken selam verdim. Telaşlıydı. Alelacele çıktı. Birkaç gün sonra bir yerden ev aldığını duydum. Arabasını da değiştirdi."

Gözlerimi kocaman açtım. "Yuh. Parayı o mu kaçırıyormuş yani?"

"Yani bilmiyorum Ada. Ailesinden falan kaldı sandım. O yüzden para çekmesi garip gelmedi."

"Deniz'e gidip söylemen gerekiyor Uygar. Hesap hareketlerini incelesinler. Deniz beş aydır kontrol etmiyormuş satın alma raporlarını."

Uygar koşarak odamdan çıktı. Bu olanlara inanamıyordum. Nil'in benden neden rahatsız olduğunu anlamıştım. Deniz'den hoşlandığı için değil yaptığı işleri dolaylı yoldan ortaya çıkaracağımdan korktuğu için rahatsız olmuştu. Çünkü Deniz işleriyle artık yakından ilgilenecekti. Çünkü sayemde mutluydu, aklını toplamıştı. Beş aydır bakmadığı raporlara bakacaktı. Ve yaptıkları ortaya çıkacaktı.

Neyse neydi. Deniz'e hala sinirli olduğum için bu konuyla ilgilenmemeyi seçtim. Artık bundan sonrası ona kalmıştı.

Birkaç saat çalıştıktan sonra Uygar'ın verdiği çikolatayla beraber içmek için kahve almaya kantine indim ve kahve makinesinin karşısına geçip bir filtre kahve almaya çalıştım. Makine mi arızalıydı yoksa ben mi yapamıyordum bilmiyordum ama bir türlü becerememiştim.

"Yardım ister misin?" dedi bir erkek sesi.

Başımı çevirip baktım. Daha önce görmediğim biriydi. "Yok ben hallederim, teşekkürler." dedim düğmelere art arda basarak. Bir türlü olmuyordu. "Çalış artık Allah'ın cezası. Offf niye olmuyor?"

Ben kendi kendime söylenirken yanımdaki çocuk yan taraftan bir şeylere bastı ve makinenin ışıkları yandı. İçimden bir küfür savurdum. Kapalı makineden kahve almaya çalıştığıma inanamıyordum.

"Makine bir süre çalışmayınca tasarruf için kapanıyor." dedi gülerek. "Şimdi alabilirsin."

Ona doğru döndüm ve gülümsedim. "Teşekkür ederim. Kavga edecektim neredeyse birazdan makineyle."

"Rica ederim." dedi çocuk ve kahvesini alıp uzaklaştı.

Çocuk gittikten otuz saniye kadar sonra Deniz yanımda belirdi. Gergin görünüyordu. "Maşallah, ne çabuk kaynaşıyorsun öyle insanlarla."

"Ne?" dedim anlamayarak. Çünkü gerçekten anlamamıştım.

"Az önceki çocuktan bahsediyorum. Samimi görünüyordunuz baya."

"Saçmalama Deniz." dedim. Kahvem dolmuştu. Bardağı aldım ve ona döndüm. "Kahve almaya çalışıyordum, bana yardım etti. Ne var bunda?"

"Ona gülümsedin." dedi çattığı kaşlarıyla.

"Sen iyice saçmalıyorsun şu anda." dedim ve asansöre doğru yürüdüm. Ama beni durdurmuştu.

"Abuk sabuk insanlarla muhatap olmanı istemiyorum."

"Abuk sabuk bir insansa neden çalıştırıyorsun şirketinde? Aa sahi, bu ilk değil zaten. Neden şaşırıyorum ki? Nil vardı ilk sırada."

"Ada, sesini yükseltme. Ne yapmaya çalışıyorsun?" dedi ben kolumu çekerken.

"İzin verirsen asansöre gitmeye çalışıyorum."

"Genel tavrından bahsediyorum." dedi dişlerinin arasından. Nihayet asansöre binmiştim. Deniz de kabindeydi, yalnızdık.

"Ne varmış genel tavrımda? Ne yapmam gerekiyor tam olarak?"

"Fazla tepki veriyorsun." Ben bir cevap vermeyince Deniz tekrardan konuşmaya devam etti. Madem fazla tepki veriyordum artık hiçbir tepki vermemek en iyisiydi. "Nil'in hesap hareketlerini incelettiriyorum." Yine cevap vermemiştim. Teşekkür etmesi gerekmiyor muydu? Etik dışı olsa bile on üç milyonun nereye gittiğini ortaya çıkartmıştım ve göreceğim muamele bu mu olacaktı yani? "Ev almış yakın zamanda. Arabasını da değiştirmiş." Omuz silktim. "Bir şey söylemeyecek misin?" Söylemeyecektim. "Peki." dedi Deniz derin bir nefes verip ve asansörden indi. Kendi katımızda değil muhasebe ve satın alma katında inmişti. Muhtemelen Nil'le konuşacaktı.

Deniz indikten sonra iki kat daha çıktım ve asansörden inerek odama girdim. Bir yandan çalışıyor bir yandan da kahve içerek çikolata yiyordum. Müşteri temsilcileri bir sürü mail iletmişti. Talep edilen bir sürü proje vardı. Bunlara nasıl yetişeceğimi bilmiyordum. Bir yerden başlamak gerekiyordu, ilk atılan mailden başladım. Talep Bursa'dan gelmişti. Bir iş adamı Bursa'daki otelimizi çok beğendiğini yazmıştı ve kendi markası için aynısından ona da yapmamızı istiyordu.

Bizim otelin ve iş adamının otelinin görsellerini alarak Uygar'ın yanına gittim. "Böyle bir şey istiyorlar Uygar. Ne yanıt vermeliyim? Yani aynı dizaynı ona da yapacağız. Fiyat anlaşmasını kim yapacak?"

"Adacım bunu Deniz'e sorman lazım." dediğinde yüzümü astım. "Asma yüzünü Ada. Düzelirsiniz merak etme. Olur öyle şeyler."

Başımı salladım ve Deniz'in odasına gittim. Hala gelmemişti. Tekli koltuğa oturdum ve gelmesini bekledim. Zaten kısa bir süre sonra gelmiş, bir şey demeden de yerine oturmuştu. Üstelik yüzüme de bakmamıştı.

Dosyaları önüne koydum. "Böyle bir talep var. Ne yanıt vereceğim?" dedim. "Aynı dizaynı istiyor."

"Başka bir markanın bizi kopyalamasına izin vereceğim yani?" dedi ve dosyaları eline aldığı gibi bana uzattı. Yüzüme hiç bakmamıştı. "Reddet." İçimden Ya sabır. dedim ve kağıtları aldım. "Çıkabilirsin."

Söylene söylene odadan çıktım ve kendi odama giderek talebi reddettiğimizi müşteri temsilcilerine bildirdim. Sıra ikinci maildeydi. Bu sefer bir restoran sahibi bizimle çalışmak istiyordu. Mekanı yeni açtığını ve henüz hiçbir malzeme almadığını yazmıştı. Bizim dekore etmemizi istiyordu. Az önce yaptığım gibi mekanın görsellerini çıkartım ve Deniz'in odasına doğru yürüdüm. Yüksek sesle birilerine bağırıyordu. Rahatsız etmemek için dışarıda beklemeye karar verdim.

"Evet hadi açıkla." dedi son sesiyle. "Açıkla dedim Nil. Evini hangi parayla aldın? Arabanı nasıl değiştirdin?"

"Mal varlığımın açıklamasını yapmak zorunda değilim Deniz." dedi pişkin pişkin.

"Sen ne mal varlığından bahsediyorsun ya? Ne mal varlığından bahsediyorsun? Aldığın ev dokuz milyon lira. Değiştirdiğin araba dört milyon lira. Aileden zenginsin desem değilsin. Nasıl alabildin bu evi ve arabayı?"

Nil'in cevabını beklemeden odama doğru yürüdüm. Bu konu ikisi arasındaydı.

Kapıma ulaşmama saniyeler kala çalan telefonuma baktım. Deniz arıyordu, açtım. "Odama gel." demişti sadece. Ben yanıt vermeden de telefonu kapattı.

Hızla odaya gittim ve kapıyı çalarak içeriye girdim. Deniz hala Nil'e bağırıyordu. "Beş aydır bakamadığım raporlara Ada bakmış. On üç milyon bilmem kaç bin lira açık bulmuş. Hadi açıkla. Seni bekliyorum. Hiç bakmadın mı sen bunlara? Bir milyon değil beş milyon değil. On üç milyon liradan bahsediyorum."

"Ben böyle bir açık görmedim. Bu kız yalan söylüyor." dedi sinirle bana bakarken. "Sen benim arkamdan iş mi çeviriyorsun? Komplo kurmuş bana Deniz. İnanacak mısın yani ona? O ne anlar ki?"

"Ada yalan söylemiyor." dedi Deniz birkaç kağıt parçasını Nil'e doğru atarken. "Açıkla bunlar ne? Beş aydır alınan her malzemeye küçük de olsa ekstra masraf çıkartılmış. Kim yaptı bunu? Alınan her şey gerçek fiyatından daha fazla faturalandırılmış. Bunu gözden kaçırman imkansız."

"Ben hiçbir şeyi gözden kaçırmadım. Gerçek fiyatlar neyse o fiyatlara alındı her şey. Sen kontrol edemiyorsun diye her şeyi ben kontrol ettim. İki kez kontrol ettim. İmkansız." dedi Nil tekrar bana bakarken. "Bu kız yalan söylüyor."

"Ada Hanım." dedi Deniz sinirle Nil'e bakarken. "Bu kız diye bahsedemezsin ondan. Ada Hanım diyeceksin."

"Ben altı yıldır burada çalışıyorum, o daha yeni geldi ve sen bana değil ona mı inanacaksın? Hem ona neden hanım diyorum pardon? Benden yüksek bir mevkide bile değil."

"Sen kimle konuştuğunu şaşırdın herhalde Nil. Karşında elemanın yok senin. Patronun var. Haddini bil."

"Ben sana saygısızlık mı yapıyorum yani?"

"Oooof canımı sıkma artık. Konuyu da değiştirme. Ne bunlar? Hesap ver."

Nil bana baktı ve sinirle bana doğru adım attı. "Her şey senin başının altından çıkıyor değil mi?" Deniz Nil'in bunu yapacağını tahmin etmiş olmalı ki hızlı adımlarla yanımıza geldi ve Nil'in kolunu tuttu. "Kovuldun Nil, çık dışarı." Deniz Nil'i kapıya doğru sürüklerken bir yandan da güvenliğe sesleniyordu. "Onur çabuk buraya gel. ONUR."

"Buyurun Deniz Bey." Onur apar topar içeriye geldiğinde olanlara anlam vermeye çalışıyordu.

"Bütün çıkışları tutun. Bu kadın buradan çıkmayacak. Polis çağırdım. Birazdan gelir."

"Anlaşıldı Deniz Bey."

"Ne polisi ya? Deniz ne polisi? Polislik ne var? Beni hiç dinlemedin bile. Deniz. Bırak beni Onur. Yanılıyorsun Deniz. Dinlemen lazım beni. Onur bırak dedim." Onur Nil'i sürükledi ve odadan dışarı çıkardı. Nil'in çığlıkları susmamıştı. "Ben bir şey yapmadım Deniz. Yapmadım."

"İhbarda bulundum." dedi Deniz gözlerime bakarken. Tepki vermedim ve bir süre bakıp kapıya döndüm. Deniz arkamdan elimi tuttu ve kapıyı kapatıp beni kendine çevirdi.

"İşime döneceğim, bırakır mısın?"

"Bir şey söylemeyecek misin?" dedi. Ne söylememi bekliyordu ki?

"Kendi departmanım dışında olan şeyler beni ilgilendirmiyor. Sabah da böyle konuştuk hatırlarsan." dedim. "Çalışacağım, işim var. Çıkmak istiyorum, izin verir misin?"

"İş beklesin, önemli değil."

Sesli bir nefes verdim ve bıkkınlıkla Deniz'e baktım. "Ne söylememi bekliyorsun Deniz? Asıl senin söylemen gerekmiyor mu? Sayemde bütçe açığının kimden kaynaklandığını buldun. Teşekkür edeceğine benden özür mü bekliyorsun? Ben anlamıyorum ki."

"Bir şey beklemiyorum Ada." Deniz kapıyı açtı ve eliyle çıkmamı işaret etti.

Neredeyse çıldıracaktım. Deniz'in odasından çıktım ve az önceki kağıtları alıp tekrar odasına gittim. "İşle ilgili bir şey için geldim." dedim huzursuz bir sesle. Bir şey dememişti ama girmemi ima eden bakışlarla bakınca uslu adımlarla yanına gidip tekli koltuğa oturarak kağıtları masasına koydum.

Deniz bir süre inceledi ve imza atıp kağıtları bana geri verdi. Anlaşılan talebi onaylamıştı.

Odama geçtiğimde acıktığımı fark ettim ve kağıtları masaya bırakarak öğlen yemeği için üst kata çıktım. Deniz de birkaç dakika sonra gelmişti. Anlaşılan o da acıkmıştı.

Yanıma yaklaştı ve tepsimi alıp asansöre doğru yürüdü. "Deniz ne yapıyorsun?" dedim peşinden koşarken. "Deniz nereye gidiyorsun? Dursana."

Asansöre bindiğinde peşinden koşmaktan vazgeçtim ve yeni bir tepsi almak için geri döndüm. Ama beni tuttu ve asansöre soktu.

"Ne yapmak istiyorsun?"

"Yemekhanede değil odanda ye yemeğini. Acıktığın zaman Gülşah'a söyle sana getirtsin."

"Yemekhanede de yerim ben."

"Prosedür Ada."

Cevap vermedim ama duran asansörden inip tepsimi almaya çalıştım. Deniz vermemiş, odama doğru yürümüştü.

Odama geldiğimizde tepsiyi masaya bıraktı ve kapıyı kapatıp kilitledi. "Neden kilitledin?" dedim, cevap vermemişti. Omzumu silktim ve tepsimi önüme alıp yemeğimi yemeye başladım. Deniz beni izliyordu. Kendisi acıkmamış mıydı? Saat öğlen 14:30 olmuştu.

Aldırmadım ve tabağımı bitirip ağzımı sildim. Deniz yavaşça kalktı ve yanıma gelip beni ayağa kaldırdı. "Deniz n'apıy-" dedim ama beni öperek susturdu. "Özür dilerim." dedi öperken. "Özür dilerim."

Yüzümü uzaklaştırdı ve ellerini yanaklarıma koydu. "Ben seninle böyle olmak istemiyorum. Evet haklısın. Sana sormam gerekiyordu ama her şey ani oldu. Ben bir an önce babanla yüzleşirsen daha iyi olur diye düşündüm. Yani senin ne hissedeceğini düşünemedim."

Sesindeki ve gözlerindeki pişmanlığı hissettiğim için ben de geri adım atmaya karar verdim ve özür diledim. "Ben de özür dilerim. Senden habersiz raporlara bakmamam gerekiyordu."

"İş konusunda söylediklerimde ciddi değildim." dedi yanağıma öpücükler bırakırken. "Kafana takılan her şeyin peşinden koşabilirsin. Her şeyi sorgulayabilirsin. Sen olmasaydın bu olanları öğrenemeyecektim bile."

"Bana kızmadın mı yani?"

"Kızmadım. Sinirden öyle söyledim. Özür dilerim. Barıştık mı şimdi?"

"Hı hı." dedim nazlı bir sesle. "Barıştık. Ama bir şey soracağım. Kantinde bana yardım etti diye o çocuğa neden sinirlendin?"

"Çünkü seni kıskanıyorum." dedi boynumu öpüp. "Seni deli gibi kıskanıyorum. Bana duvar gibiyken başkalarına gülümsemene dayanamıyorum."

Kollarımı beline sardım ve ona kocaman sarıldım. Onunla aram bozuk diye bu ana kadar tüm günüm zehir gibi geçmişti. Ama şimdi neşem yerine gelmişti.

"Bir restoran sahibi bizden mimari dekorasyon talep etmiş ya." dedi vücutlarımızı ayırırken. "Hani bana imzalattığın. O işi tamamen sana bırakıyorum."

"Nasıl? Gerçekten mi? Kimseden yardım almayacak mıyım?" dedim heyecanla. Gözlerimi kocaman açmıştım.

"Senin yardıma ihtiyacın yok ki sevgilim."

"Ama bu benim ilk işim olacak."

"Ben sana güveniyorum." dedi yumuşacık bir sesle. "İstediğin her şeyi aldırabilirsin."

"O zaman sahibiyle görüşüp nasıl bir şey istediğini öğrenmem lazım."

"İstediğin zaman gidebilirsin. Tabii çocuklarla. Yalnız başına değil."

"Hmm. Tamam. O zaman cevabımızı ileteyim. Çünkü cevap vermedim."

Deniz yanağımı öptü. "Ada." dedi mahcup bir sesle. "İstersen baban bu akşam gelmesin. Yani başka bir yere götürsünler olur mu?"

"Yok." dedim yakalarından tutup. "Ne olacaksa olsun artık. Korkmuyorum."

Deniz başını salladı ve başımı öpüp odadan çıktı.

Restoran işi başta olmak üzere kalan diğer işlerimle de uğraşmayı sürdürdüğümde saatin çoktan altı olduğunu fark etmemiştim bile. Zaman su gibi akıp geçmişti ve ben nasıl geçtiğinin farkında değildim. İş yoğunluğu ve dalgınlığından babamı hiç düşünmemiştim. Bu yüzden şimdi geriliyordum. "Hadi çıkalım." dedi Deniz odamın kapısında beklerken.

"Tamam geliyorum." dedim ve bilgisayarımı kapatıp çantamla ceketimi alarak Deniz'in yanına gittim.

"Nasılsın?" dedi Deniz merakla. Sesinde büyük bir şefkat sezdim.

"İyiyim." dedim ama değildim. Utanmasam gerginlikten titreye titreye ölecektim. Babamla ne konuşacağımı bilmiyordum. Konuştuktan sonra ne olacak onu bile bilmiyordum. "Biz konuştuktan sonra ne olacak?"

Deniz bir süre düşündü ve derin bir nefes verdi. "İhbar edeceğiz Ada."

"Ailen hala benim onun kızı olduğumu bilmiyor. Babamı ihbar ettiğimizde hepsi öğrenecek. Bildiğin halde onlara söylememiş olman onları kızdırmaz mı? Neden söylemedik ki bu zamana kadar?" Deniz'e sitem ediyor gibi görünsem de aslında kendime kızıyordum. Deniz istemese bile ben kendim gidip gerçekleri anlatmalıydım. En azından Melis bunu bilmeliydi.

"Sen o konuyu dert etme. Babanla arandaki mesela daha önemli. Önce onu bir çözelim de bizimkilere de anlatırız." Başımı salladığımda arabadaydık. Çok yorgun hissediyordum. "Kaçta gelecekler peki? Yani Kerem bir şey söyledi mi?"

"Yoldalar. Bir buçuk saatlik yolları kalmış. Yani biz eve vardığımızda yarım saatlik yolları kalmış olacak."

Başımı salladım ve düşüncelerimi bastırmak için konuyu Nil'e getirdim. "Nil'e ne olacak?"

"Soruşturma açılır. Aldığı evin ve arabanın bizden çaldığı paralarla alındığı ortaya çıkınca ev ve araba bize devredilir. Nil de hapse girer, her suçlu gibi."

"Babam gibi yani." dedim. Ne kadar kaçmak istesem de düşüncelerim dönüp dolaşıp babama geliyordu ve ben nefes alamayacak kadar yorgun hissediyordum.

"Yemeği dışarıda yiyelim mi? İster misin?" dedi Deniz konuyu benim dağıtamadığımı fark ettiğinde.

Başımı iki yana salladım. "Eve gidip dinlenmek istiyorum. İştahım da yok zaten. Biraz düşünmem lazım." Deniz bir saniyeliğine bana baktı. Ardından bakışlarını yine yola çevirdi. "Deniz ben çok korkuyorum."

"Neyden korkuyorsun?"

"Babama yenilmekten, onu affetmekten. Yani o bir katil ama ben buna rağmen onu affedersem kendimi nasıl affederim? Bununla nasıl yaşarım?"

"Babanı affetmek sende neden suçluluk duygusu yaratıyor? Onu bir insan olarak affetme evet, çünkü o bir katil. Ama bir baba olarak affetmende bir sakınca görmen anlamsız. Çünkü o senin için Savaş'ı vermek zorunda kaldığında herhangi bir insan değildi. Senin babandı. Karar vermesi çok zor olan bir şeye karar verdi. Bir evladı için diğerinden vazgeçti. Herkesin yapabileceği bir şey değil bu."

"Ama o Melih'in adamıydı Deniz. Kim bilir onun daha ne pis işlerini yaptı."

"Hayatım." dedi Deniz yumuşacık bir sesle. "Düşünme bunları. Her şeyi babanla konuştuğunda anlayacağız... Eve gidene kadar uyumak ister misin? Biraz dinlenmiş olursun."

"İstemiyorum." dedim. "Düşünmeye ihtiyacım var, çok gerginim."

"Tamam, nasıl istersen."

Başımı koltuğa yaslayarak sakinleşmeye çalıştım. İçimde çok garip bir his vardı. Birçok şey hissediyordum. Söylemeye korkuyordum ama babamı göreceğim için mutlu hissediyordum. Bunu Deniz'le paylaşamadığım için üzgün hissediyordum. Babam beni görünce ne yapacak diye merak ediyordum.

"Deniz, babam benimle görüşeceğini biliyor mu?"

"Evet." dedi Deniz derin bir nefes verdikten sonra. Acaba babam ne hissediyordu? Benim gibi mutlu muydu?

"Bir şey demiş mi peki Kerem'e? Yani bilmiyorum onu ihbar edeceğimizi biliyor mu? Teslim olacağını biliyor mu? Melih'in aleyhine şahitlik edeceğini biliyor mu?"

"Hayır." dedi Deniz. "Bunlar yüz yüze konuşulacak şeyler. Geldiğinde konuşuruz artık."

Eve yaklaştığımız her saniye içim daralıyordu. Kalbim kabına sığmayı reddediyor, göğüs kafesimden taşmak istiyordu.

"Sen ne hissediyorsun?" dedim Deniz'e bakarken. Ne hissettiğini az çok tahmin edebiliyordum ama anlayamıyordum. İçine bastırmak zorunda olduğu bir öfkesi vardı. Başka birinin kızı olsaydım Deniz hiç düşünmeden Melis'i bu hale getiren adamı öldürürdü. Ama arada ben vardım. Deniz'in yapmak istedikleriyle arasında olan bir duvardım. Beni yıkamazdı, yıkmazdı.

"Rahatlamış hissediyorum." dedi bir süre düşünüp. Tahmin ettiğim gibiydi. Yıllar sürse de Cemre'nin katilini bulmuştu, Melis'in hasta olmasına sebep olan adam artık cezasını çekecekti. "Ada, eğer o adam baban olmasaydı-"

"Biliyorum." dedim sessize. "Onu öldürürdün." Kurduğum bu cümle buz kesmeme sebep olmuştu. Deniz'in birini öldürecek kadar gözünü karartmasına ayrı, öldüreceği kişinin babam olmasına ayrı ürperiyordum. Bir yanda aşık olduğum adam vardı, bir yanda da beni hayatta tutmak için oğlunu feda eden babam. Aklım allak bullaktı. Sinirlerim çok bozulmuştu. O kadar çok tesadüf vardı ki bu tesadüfler beni yıpratıyordu. Deniz'le karşılaşmam, babamın Melih'in adamı olması ve aynı zamanda Cemre'yi öldüren kişi olması, göğsümde Melih'in oğlunun kalbini taşıyor olmam ve daha birçok şey beni yıpratıyordu.

"Dayınlara Savaş'ı bulduğunu söyleyecek misin?" dedi Deniz konuyu değiştirip. Sanırım içimdeki ikilemden rahatsız olduğumu hissetmişti.

Sıkıntılı bir nefes verdim. "Offf, henüz söylemek istemiyorum. Savaş gerçeği kabul ettikten sonra onu alıp dayımın evine gitmek istiyorum. Güneş'e Bak sana abini getirdim. demek istiyorum. Belki beni affeder."

"Seni affetmesi gereken bir şey yapmadın Ada. Rica ediyorum suçlu hissetme artık. Neden her şeyden mahcubiyet duyuyorsun?"

"Sanki kimseye nazım geçmeyecek gibi, şımarmaya hakkım yokmuş gibi, sanki bu hayattan hiçbir şey istemeye hakkım yokmuş gibi hissediyorum çünkü."

"Eğer böyle söylersen senin hayatında hiçbir anlam ifade etmediğimi düşüneceğim." dedi Deniz mutsuz bir sesle. Sanırım yanlış anlayacağı şeyler söylemiştim.

"Deniz." dedim vitesin üzerindeki eline uzanıp. "Sen benim hayatımı anlamlı kılan tek şeysin. Ben seni tanımadan önce bir enkaz yığınıydım. Sen beni toparladın, tek tek bütün parçalarımı birleştirip yeniden inşa ettin. Sen beni ayağa kaldırdın. O yüzden öyle düşünme."

Gülümsedi. "O zaman bana istediğin kadar naz yapabilirsin, yanımda istediğin kadar şımarabilirsin, bu zamana kadar hayattan istemediğin şeyleri isteyebilirsin. Anlaştık mı?" dedi elinin üzerindeki elimi tutup öperek.

"Anlaştık." dedim gülümseyerek.

"Unutma ama bak bu sözünü."

"Unutmam." dedim, ardından Deniz'in telefonu çaldı. Salih abi arıyordu.

"Efendim Salih abi." dedi Deniz meraklı ve endişeli bir sesle. Ardından sesi dışarıya verdi.

"Deniz nasılsınız?" dedi. "Ada iyi mi?"

"İyi, biraz daha toparladı. Savaş nasıl?"

"Nasıl olsun? Hala kabullenemiyor. Evde ama yüzüme bile bakmıyor. Hiç iyi değil. Melih'le ne konuştu onu bile bilmiyorum."

"Hiç konuşmadı mı seninle?"

"Hayır konuşmadık. Bir şeyler yapmamız lazım. Hiç iyi görmüyorum ben bu çocukların sonunu. Müsaitsen bu akşam sana geleyim diyecektim. Ne yapacağımızı düşünürüz."

Deniz bana baktı, ne hissettiğimi anlamaya çalışıyordu. Babam gelecekti, Salih abinin gelmesi işleri daha da karıştırabilirdi. Başımı iki yana salladım. Salih abinin gelmesini istiyordum ama bu akşam gelmesini istemiyordum. Babamla yapacağım büyük bir yüzleşme vardı.

"Salih abi, Ada ve Savaş'ın babasını bulduk. Adamlarımdan biri bu akşam bize getiriyor."

"Sen ciddi misin?" dedi Salih abi inanamayarak. "Ne olacak peki, ne yapmayı düşünüyorsunuz?"

"Bilmiyorum. Ada'nın babasıyla konuşması lazım. Ondan sonra ne olacağına bakacağız."

"Savaş'ın da babasıyla yüzleşmesi lazım. En azından bu kadarına hakkı var. Ayrıca eğer bunu yapmazsa ne Ada'yı affedebilir ne de babasını."

"Haklısın." dedi Deniz. "Ama bu akşam olmaz. Ada hem babasıyla hem kardeşiyle aynı gece yüzleşemez. Üçü için de iyi olmaz."

"Evet. Neyse o zaman Deniz. Beni mutlaka haberdar edin."

"Tamam, sen de bir şey olursa mutlaka bize söyle."

"Tamam oğlum. Görüşürüz."

"Görüşürüz Salih abi."

Deniz telefonu kapattıktan sonra bana baktı. İyi olup olmadığımı anlamaya çalıştığını fark ettim. "İyiyim." dedim. "Merak etme."

Yolculuğun geri kalanı sessiz geçmişti. Konuşmak ya da herhangi bir şey yapmak istemiyordum. Keşke bu geceyi en az zararla halledebilmemin bir yolu olsaydı ama ne yazık ki öyle bir yol yoktu. Babama ne soracağımı bile bilmiyordum. Bana ne anlatacaktı?

Sonunda eve gelmiştik. Kerem'in babamı eve getirmesine yarım saat kalmıştı ve ben yaşadığım hislerin beni yerle bir etmesinden çok korkuyordum. İçimde onlarca duygu vardı. Öfkeliydim, üzgündüm, mutsuzdum, meraklıydım, özlem doluydum, yalnızdım, korku doluydum. Bu kapıdan girdiğinde ne yapacaktım?

"Ada, otur artık şuraya." dedi Deniz. Eve geldiğimizden beri duvardaki saatten gözümü ayırmadan salonda volta atıyordum. Kalbim duracak gibiydi. Yıllar sonra babamı görecektim. Bundan bir ay öncesine kadar yolda görsem boğazına yapışacağım babam birkaç dakika sonra buraya gelecekti ve ben artık onun boğazına yapışmak değil ona sarılmak istiyordum. "Sen böyle salonda dört dönünce saniyeler daha hızlı geçmeyecek."

"Çok korkuyorum." dedim. "Nefes alamıyorum sanki."

"Sakin ol. Ben yanındayım. Kötü bir şey olmasına müsaade etmeyeceğim. Sana hiçbir zarar vermeyecek." Babamın bana bir zarar vermeyeceğini biliyordum. Beni tedirgin eden şey Deniz'in babama bir şey yapmasıydı. Öfkesine yenik düşmesinden korkuyordum. Bir anda Melis'i düşünüp gözü dönerse onu kimse durduramazdı.

Deniz beni koltuğa oturtmaya çalışırken zil çaldı ve kalbim atmayı unuttu. Nefesim ciğerlerimde kaybolmuştu ve bilincimi de toparlayamıyordum. Bütün bedenim titriyordu. Korkudan ve heyecandan bayılmak üzereydim. "Sakin ol." dedi Deniz. "Sakın korkma."

"Korkuyorum Deniz. Ne olacak şimdi? Yani ne yapacağım?"

Deniz kolunu belime sarmaya çalışırken yaklaşan ayak sesleriyle birlikte durduğunu zannettiğim kalbim şimdi yerinden çıkmak istercesine atıyordu. Adım sesleri ve nabzım senkronize olmuştu, her ikisi de aynı hızdaydı. Kalbim ne kadar hızlıysa adımlar da o kadar hızlıydı. Birkaç saniye sonra babamı görecektim ama buna hiç hazır olmadığımı fark ettim. Keşke gördüğüm rüyalardan biri olsaydı ve gözümü kapatıp açtığımda yatağımda uyuyor olsaydım diye düşündüm.

Yıllar boyu karşıma çıkmasından korktuğum adamla aynı odadaydım. Yere baktığım için önce ayakları takıldı gözüme. "Kızım." dediğini duyar gibi olsam da tam net değildi. Kulaklarım çınlıyordu.

Başımı yavaşça yukarı kaldırırken ne hissettiğimi bilmiyordum. Tek bildiğim korkuyor olmamdı. Bundan sonra olacaklardan çok korkuyordum. "Kızım, Ada." Sesi o kadar titriyordu ki sanki konuşmaya korkuyordu.

Nihayet başımı kaldırıp yüzüne baktığımda gözlerim yaşlarla dolu kırmızı gözleriyle buluştu. Hatırladığım gibiydi. Hala aynıydı. Ak düşmüş olsa da hala siyah olan saçları, rengini aldığım siyah gözleri, beyaz yüzü. "Kızım, güzel kızım."

Bana doğru ilerlediğinde ne yapacağını çoktan anlamıştım. Bana sarılmak istiyordu. Benim bunu isteyip istemediğimi düşünmeden kollarını açmış, bana doğru geliyordu.

Hiçbir şey söyleyemiyordum, yaptığım tek şey bir adım geri gitmekti. Her ne kadar ona sarılmak istesem de nefretim buna engel oluyordu. "Yaklaşma." dedim sessizce.

Deniz Kerem'e bu ana kadar bir şey dememişti ama ben geri çekilip Yaklaşma. deyince başıyla komut verdi ve Kerem babamı kolundan tutup onu durdurdu. Babam direnmemişti. Kerem onu durdurunca olduğu yere çivilenmiş gibi kalmıştı.

"Kızım seni çok özledim." dedi titreyen sesiyle. Gözlerinden akan yaşlar bir an bile durmamıştı. Yanaklarımı yokladım, ben de ağlıyordum.

"Kızım deme bana." dedim duyulup duyulmadığına emin olmadığım bir sesle.

"Bana istediğin her şeyi söyle ama o cümleyi söyleme. Sen de Güneş de Savaş da benim evlatlarımsınız. Sizi canımdan bile çok seviyorum."

"Bizi terk edip giderken de evlatların değil miydik?" diye bağırdım. "Senden nefret ediyorum." Sakin kalmak için kendime söz vermiştim ama mümkün olmayacaktı. Savaş'ı benim yüzümden götürmesi onu affetmem için yeterli ve güçlü bir bahane değildi. Bu bahane onu affetmeme yetmiyor, sakin kalmama yardımcı olmuyordu. "Nasıl yapabildin? Vicdanın nasıl el verdi?"

"Kızım böyle yapma. Sana anlattım." dedi elinin tersiyle yanağına akan yaşı silerken. "Ölecektin. Eğer kabul etmeseydim ölecektin."

"Sen ne anlatıyorsun? Ben zaten öldüm. Ben annemin ölüsünü gördüm ya. Ölüsünü gördüm. Ben o an öldüm zaten. Yaşadığımı mı zannediyorsun sen benim o günden sonra?"

"Ben de üzüldüm. Ben de mahvoldum. Annenin yanında olamadım. Sizin yanınızda olamadım. Benim için kolay olduğunu mu zannediyorsun? Tek istediğim sizin iyiliğinizdi. Ben hep bunun için uğraştım."

"İyiliğimiz mi? Sen bizim hayatımızı mahvetmekten başka bir şey yapmadın. Sen bizim hayatımızı mahvettin ama ben bu mahvolan hayatımızın hesabını hiç soramadım. Bu ellerim var ya, senin yakana yapışamayan bu ellerim hep havada kaldı benim. Diyorum ki keşke hayatımı mahveden ben olsaydım. Öylesi daha kolay olurdu. Kendi ellerimle yıksam toplamak bana düşerdi ve hiç gocunmazdım biliyor musun? Ama ne oldu peki? Sen yıktın, toplamak yine bana düştü."

"Yanınızda olmadığım her gün ben de acı çektim. Neredesiniz bilmedim. İyi misiniz, mutlu musunuz, karnınız aç mı, üşüyor musunuz diye her gün kendi kendimi tükettim. Yıllarım sizi aramakla geçti. Her gün size tekrar kavuşmanın hayalini kurdum. Bir şeyler yapıyordum, yürüyordum, konuşuyordum, yemek yiyordum yani her zaman yaptığım işleri sürdürüyorum ama nasıl anlatsam, bir boşluk duygusu vardı içimde. Sanki içimde derin bir hiçlik vardı. Sizi göremediğim her an, size sarılamadığım her an eksildim. Ömrümden ömür gitti. Her gün ben de öldüm. Sen yaşa diye Savaş'tan vazgeçtim. Bunun kolay olduğunu mu düşünüyorsun?"

"Keşke vazgeçmeseydin. Keşke bıraksaydın da ölseydim. Belki o zaman annem de yaşardı ve Güneş'le Savaş annesiz babasız büyümezdi."

"Annenin canına kıyacağını düşünmedim. Aklımın ucundan bile geçmedi. Ben döndüm. Ben Savaş'ı verip geri döndüm. Sonra onu almak için elimden ne geliyorsa onu yapacaktım. Ama yoktunuz. Dayın sizi alıp gitmişti."

"İşte sen böyle yaptığın şeyin nelere sebep olacağını düşünmeden hareket ettiğin için bu halde değil miyiz? Senin sonuçlarını düşünmeden yaptığın şey bizim ailemizi parçalara ayırdı. Hepimiz bir yerlere dağıldık. Annem öldü. Sen gittin. Savaş bir yerde, ben ve Güneş başka bir yerde büyüdük."

"Şimdi ne yapsam geçmişi değiştiremem, hiçbir şeyi telafi edemem ama emin ol bundan sonrası için-"

"Bundan sonrası diye bir şey yok. Bunu o aklına sok. Ben senin yüzünden kardeş hasretiyle büyüdüm. Senin yüzünden neler yaşadım biliyor musun?" dedim yavaş yavaş ona yaklaşırken. Onu parçalara ayırmak ve başımı omzuna yaslamak arasında gidip geliyordum. O kadar hüzünlü bakıyordu ki içim sızlıyordu.

"Biliyorum. Ne yaşadıysan hepsini biliyorum."

"Sen hiçbir şey bilmiyorsun." dedim babama yaklaştığımda. Ardından ellerimi göğsüne koyup onu hızla geriye doğru ittim. "SEN HİÇBİR ŞEY BİLMİYORSUN. NELER YAŞADIM, NELER ÇEKTİM BİLMİYORSUN. NELERLE MÜCADELE ETTİM, NELERLE SAVAŞTIM HİÇ BİLMİYORSUN. ŞİMDİ KARŞIMA GEÇİP BİLİYORUM DİYEMEZSİN."

"Kızım." dedi yorgun bir sesle. "Ne desen haklısın. Kendimi savunabileceğim hiçbir cümlem yok benim."

"Savunamazsın zaten. Geri döndüm siz yoktunuz dedin ya hani. Sonra ne yaptın? Dur ben söyleyeyim. Melih Karahan denen o şerefsiz caninin adamı oldun. O ne dediyse yaptın."

Babam afalladı ve yaşlarla dolu gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Sen." dedi kekeleyerek. "Nereden biliyorsun?"

"Nereden bildiğimin ne önemi var?" dedim çatallı bir sesle. Ardından Deniz'i gösterdim. "Bu adam kim biliyor musun? Bu adam ölümüne sebep olduğun Cemre'nin sevgilisiydi. Bu adam senin yüzünden ölümle mücadele eden Melis'in abisi." Babamın gözleri daha da açılırken üzerine yürümeye devam ettim. "Kim bilir o adam emir verdi diye başka kimlerin ölümüne sebep oldun? Söylesene kimlerin canına kıydın?"

"Kimsenin." dedi sessizce. "Kimsenin canına kıymadım."

"Dayımı neden aramadın? İsteseydin bulurdun. Neden bizi aramak yerine o adamın emrinde çalışan biri oldun? SÖYLESENE. KONUŞSANA. CEVAP VERSENE, HADİ. SANA KENDİNİ SAVUNMA FIRSATI VERİYORUM İŞTE."

"Sizin nerede olduğunuzu biliyordu." dedi. Devam etmesini beklediğim bakışlarla baktım. "En başından beri biliyordu. Attığınız her adımdan haberi vardı. Beni tehdit etti. Dediklerini yapmazsam sizi öldüreceğini söyledi. Seni, Güneş'i, Savaş'ı üçünüzü de." dedi ama cümlesi çalan zille bölündü. Yaşadığım farkındalıkla tüylerim diken diken olmuştu. Beş yaşımdan beri Melih tarafından izleniyordum ama ruhum bile duymamıştı.

"Polise neden gitmedin? Nasıl göz yumdun? Savaş'a neden anlatmadın?" dedim adım sesleri içeriyi doldurduğunda. Kim gelmişti bilmiyordum ama gelmek için çok yanlış bir zaman seçmişti. "SAVAŞ'IN O ADAMA BABA DEMESİNE NASIL GÖZ YUMDUN? GÖNLÜN NASIL EL VERDİ? SEN NE BİÇİM BABASIN?" dedim bağırarak.

"Savaş'ı buldun mu?" dedi şaşkınlık ve korkuyla. "Onun kim olduğunu biliyor musun?"

"Evet buldu." diye bir ses duyduğumuzda bakışlarımı içeriye yeni giren kişiye çevirdim. Nabzımı kontrol etme isteği duymuştum çünkü nefesim kesilmişti. Gelen Savaş'tı.

Loading...
0%