@_kubraakyol
|
Her şeyin farkında olarak büyümek mi yoksa her şeyden habersiz büyümek mi daha zordu bilmiyordum. Ben her şeyi bilerek, bütün acıları kendimle beraber içimde büyüterek bu yaşa gelmiştim. Her şeyin farkında olmak, her şeyi hatırlamak beni büyütürken aynı zamanda öldürmüştü. Bütün anıları silmek istediğim bazı günlerde acıdan öleceğimi zannediyordum. Ama beni hayata bağlayan tek şey yine o cam kesiği hissi veren acılar oluyordu. Savaş benim aksime hiçbir şeyi bilmeden büyümüştü. Habersizdi. Neden hatırlamıyordu bilmiyordum ama geçmişe dair hiçbir şeyi bilmiyordu. Bir acısı yoktu. Hayatında ailesi olduğuna inandığı insanlar vardı. Annesi, babası, abisi sandığı insanlarla bağ kurmuştu. Şimdi ise her şeyin yalan olduğunu öğrenmişti. Hangimizin travması daha derindi bilmiyordum ama beni kabullenmezse iyileşemeyeceğimi çok iyi biliyordum. ''Savaş.'' dedim fısıltıyla. Buraya neden geldiğini anlamaya çalışıyordum. Babam ise büyük bir şaşkınlıkla Savaş'a bakıyordu. Gerçekleri biliyor olmam onda büyük bir şok etkisi yaratmışken şimdi Savaş'ın da her şeyi bildiğini öğrenmişti ve ayakta durmakta güçlük çekiyor gibi görünüyordu. ''Nasıl?'' diyebildi sadece. ''Oğlum.'' dedi bana bakıp emin olmak istercesine. Ardından yine Savaş'a döndü. ''Savaş. Oğlum.'' Sesi o kadar acı doluydu ki neredeyse çöküp ağlayacaktım. ''Oğlum deme bana.'' dedi Savaş büyük bir öfkeyle. ''Ben senin oğlun değilim.'' Babam o sırada geriye doğru istemsiz birkaç adım attı. Dizlerinden aşağısını kullanamıyordu, yere yığılıp kalmasından korkmuştum. Ayakta duracak kadar güçlü değildi. Deniz'in ''Kerem.'' demesiyle Kerem babamı birkaç metre uzağındaki koltuğa oturttu ve koltuğun başına geçti. ''Herkes sakin olsun.'' dedi Deniz büyük bir sakinlikle. Öfkesine nasıl oluyordu da yenilmiyordu merak ediyordum. Hiç mi babamı çekip vurmak istemiyordu? ''Sen bu konuya karışacak son kişi bile değilsin.'' dedi Savaş hiç eksilmeyen öfkesiyle. ''Bu adam yaptığı her şeyin hesabını tek tek verecek.'' ''Kim hesap vermek zorundaysa verecek zaten ama sen kimin evinde olduğunu unutuyorsun galiba.'' Deniz yumruklarını sıkarken dişlerini de birbirine bastırmıştı. Her şey yolundaymış gibi şimdi bir de Deniz'in ve Savaş'ın kavgasını izlemek istemiyordum. Bir şey yapmaması için Deniz'in elini tuttum. Sıktığı yumruğu biraz da olsa gevşemişti. ''Savaş sınırını aşma.'' dedim sessizce. Babamı ne zaman kabullendiğimi anlayamıyordum. İçten içe Savaş'a kızmaya başladığımın bile farkında değildim. Neden gelmişti ki? ''Niye geldin?'' ''Benden çalınan koskoca bir hayatın hesabını sormaya geldim ve bunun için kimseye açıklama yapmak zorunda değilim anladın mı beni? Madem sen hazır bulmuşsun, ayağına kadar getirmişsin, ben de gelip yaptığı her şeyin hesabını sorabilirim diye düşündüm.'' ''Çocuklar.'' dedi babam kuru bir sesle. Ağlaması bir an bile durmamıştı. ''Bu olanların acısını birbirinizden değil benden çıkarın. Nefret kusmak istiyorsanız birbirinize değil bana kusun. Siz kardeşsiniz.'' ''Kardeş falan değiliz biz. Saçma bir kan bağı kardeş olmamıza yetmez.'' Dişlerimi sıktım. ''Biz ikiz kardeşiz Savaş.'' dedim dişlerimin arasından. Artık benim adım Gökalp demiyordu. En azından bu da bir şeydi. ''Sen bunu ne kadar kabullenmek istemesen de ne kadar unutmuş olsan da bizim tek bağımız kan bağı değil. Annem bizi aynı anda karnında taşıdı. Biz aynı anda dünyaya geldik." "Bunlar benim için hiçbir anlam ifade etmiyor." dedi bomboş bakan gözleriyle. Beni hiçbir zaman kabullenmeyecekti. "Ben buraya yaşanılan her şeyin hesabını sormaya geldim." Babama döndü ve kendinden emin bir sesle konuşmasına devam etti. "Anlat bakalım Selçuk Dündar. Bizi bu hale neden getirdin?" Bakışlarımı babama çevirdim. Çok kötü görünüyordu. Değil bir şeyler anlatmak, nefes almaya bile hali yok gibiydi. "Bu kız için beni başkasına verirken hiç mi vicdanın sızlamadı? Tek tek anlat. En başından anlat. Çünkü sadece ona değil bana da hesap vermek zorundasın." Babam ciğerlerinin hacminden daha fazla olduğunu düşündüğüm bir nefes aldı ve dirseklerini dizlerine dayayıp yere bakarak neler olduğunu anlatmaya başladı. Deniz beni yavaşça arkamızdaki koltuğa oturturken Savaş da az ilerideki tekli koltuğa oturmuştu. "Anneniz kanserdi." dedi babam sessizce. "Tedavi görüyordu. Başlarda iyi gidiyordu ama sonraları o lanet olası hastalık bütün vücudunu sardı. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Sizinle ilgilenemiyordum. Sonra dört yaşınıza geldiğinizde Ada'nın hasta olduğunu öğrendik. Kalbi zayıfmış. Dedim ya sizinle ilgilenemiyordum diye, belki daha önce fark etsem ameliyat olmasına gerek kalmayacaktı." Pür dikkat babamı dinlerken bir yandan da gözyaşlarımı silmeye çalışıyordum. Savaş benim aksime ifadesizdi. "Ada'nın hasta olduğunu öğrendikten sonra anneniz daha kötü oldu. Tedaviye yanıt vermiyordu. Çok sevdiği öğretmenliği bırakmak zorunda kaldı. Bir süre sonra da tedaviyi bıraktı. Çaresizlik her yanımı sarmıştı. Bir yandan anneniz bir yandan Ada'nın hastalığı. Elimden bir şey gelmedikçe kahroluyordum. Bir gün Ada çok kötü oldu, hastaneye kaldırdık. Yoğun bakımda kaldı günlerce. Doktorlar da bir şey yapamıyordu, bizi İstanbul'a sevk ettiler." Babam biraz düşünüp tekrardan bir nefes alarak anlatmaya devam etti. "Bir gün hastane koridorunda tek başıma otururken bir adam geldi yanıma. Hasta bir oğlu vardı, ameliyata alınmıştı. Yanıma geldiğinde oğlum öldü dedi. Üzgün görünmüyordu ama ben onun yerine üzülmüştüm. Çünkü benim ölmek üzere olan bir kızım vardı ve kendimi o adamın yerine koymuştum." Babam gözyaşları içinde bana baktı ve elini kalbine koydu. "Şurama o kadar büyük bir ateş düşmüştü ki karşımdaki adamın öyle sakin kalmasına şaşıramamıştım bile. Bana bir şey teklif etti." dedi mahcup bir bakışla Savaş'a ve bana bakarken. "Bana oğlunu ver, kızına ölen oğlumun kalbini vereyim dedi. Kabul etmedim. Yaptığının delilik olduğunu düşündüm. Nasıl bir insan böyle vicdansızca bir teklif sunabilirdi ki?" "Melih Karahan gibi biri." dedim. Babam başıyla onayladı. "Senden hemen vazgeçmedim oğlum. Yemin ederim vazgeçmedim. Bana dakikalarca anlattı. Yapacağımız şeyin kısa süreceğini söyledi. Babasının mirası için erkek çocuğuna ihtiyacı varmış. O zamanlar bana Babam zaten yakında ölecek, o zaman oğlunu geri alırsın. Böylece herkes istediğine kavuşur. demişti." "Dedemin öleceğini mi söyledi yani?" dedi Savaş. Babam yine acı dolu bir bakışla başını sallayarak Savaş'ı onayladı. "Annenize anlattım. Kabul etmedi. İkna olmadı, olamazdı. Şimdiki aklım olsa kabul eder miydim bilmiyorum ama o zaman zor da olsa kararımı vermiştim. Melih sadece Ada'ya bir kalp vermekle kalmamıştı. Annenizin ve Ada'nın hastane masraflarının tamamını ödemişti. Ona muhtaç olmamı istediğini o zamanlar anlayamamıştım tabii ama şimdi bunların hepsini onun kötü işlerini yapmam için yaptığını biliyorum. Çünkü o adam karşılıksız hiçbir şey yapmaz." "Sonra ne oldu?" dedi Savaş öfkeyle. "Beni vermeyi kabul ettiniz. Sonra ne oldu?" "Zamanım azdı. Melih'in teklifinden bir saat sonra yanına gidip kabul ettiğimi söyledim. Ada'yı acilen ameliyata aldılar. Başarılı geçmişti, durumu iyiye gidiyordu. Bir hafta sonra Bursa'ya döndük. Melih'ten zaman istemiştim. Ada iyi olana kadar Savaş'ı alma demiştim. Kabul etti. Belki bu süreçte Savaş'ı almaktan vazgeçer sandım ama yanılmışım. Bir gün Bursa'ya geldi. Adresimi biliyordu. Savaş'ı almakta kararlıydı. O gün hayatımın en zor vedalarından birini yaşayacağımı bilmiyordum. Kısa süreli olacağını sandığım bu ayrılığın on yedi yıl süreceğini bilmiyordum." "Neden başka bir yere taşınmadık?" dedim büyük bir üzüntüyle. "Bizi bulamayacağı bir yere gitseydik." "O adamın arayıp da bulamayacağı bir yer yoktur. Dayın sizi alıp götürdüğünde beş gün içinde nerede olduğunuzu buldu. Tabii bana hiç söylemedi. Yani nereye gidersek gidelim bizi bulurdu. Zaten annenizin durumu kötüydü. Su içmeye bile kalkamıyordu. Onu bir yolculuğa sürükleyemezdim." "Su içmeye bile kalkamayan birine gösterdiğin merhamet bu mu? Evladından ayırarak mı merhamet gösteriyorsun? Aman ne güzel bir düşünce." dedi Savaş. Birazdan kalkıp babamı dövecek gibiydi. "Kısa süreli olacağını zannediyordum. Çünkü babasının yani Salih Karahan'ın öleceğini söyleyip duruyordu. Meğer onu öldürmeyi planlıyormuş. Hiçbir zaman bu fırsatı elde edemedi." Savaş koltuğun kenarlarına parmaklarını bastırıp dişlerini sıktı. Babamın söylediklerine inanmadığı için mi yoksa dedesinin öldürüleceğini düşündüğü için mi yapıyordu bilmiyordum ama eve geldiğinden beri yüzünde öfkeden başka ilk kez başka bir duygu filizlenmişti. Üzgün görünüyordu. Gerçek ailesinin başına gelenler yüzünden değil üvey de olsa çok sevdiği dedesinin öleceğini düşündüğü için acı çekiyordu. Babam Savaş'a bakıp devam etti. "Seni İstanbul'a kadar ben getirdim. O gece son gecemizdi. Ertesi gün eve döndüğümde öğrendiklerim karşında ölmek istedim. Elime bir silah alıp kendimi öldürmek istedim." Savaş "Ölseydin keşke." dediğinde ona kızmaya başladığımı fark ettim. Biz aynı taraftaydık. Aynı adama hesap soruyorduk ama o, o kadar can yakan şeyler söylüyordu ki nefesim kesiliyordu. "Keşke." Babam gözyaşını silip bitmeyen sabrıyla devam etti. "Anneniz hayatına son vermişti. Dayınız sizi alıp götürmüştü. Tek başıma kalmıştım. Birkaç gün Ada ve Güneş'i aradıktan sonra seni almaya döndüm. Ama Melih bana seni çoktan İngiltere'ye gönderdiğini söyledi. Eğer dediklerini yapmazsam hiçbir zaman seni geri vermeyeceğini söyleyerek bana tehditler savurdu. Birkaç gün sonra Ada'nın ve Güneş'in fotoğraflarını gösterip en ufak bir yanlışımda onları öldüreceğini söyledi. Hangi birini anlatayım ki size?" "Savaş'ın neden boş mezarı vardı peki?" dedim. "Bir gün Savaş'ı aramaya karar verdiğimde onu öldü zannetmem için mi?" "Evet. Onu araştırıp bulsaydınız Melih'in bütün planları alt üst olurdu. O yüzden öldüğünü zannetmenizi istedi. Bir mezar yaptırttı bana. Kızım, ben senin o mezarı bir gün bulacağını biliyordum ama açtıracağını hiç düşünmemiştim." "Savaş'ın neden öldüğünü öğrenmek istedim. Bir de emin olmak için DNA testi yaptıracaktım. Eğer o mezarı açtırmasaydım Savaş'ı asla bulamayacaktım." dedim Savaş'a bakarken. "Bütün yaptıklarınız yetmiyormuş gibi resmî olarak ölü mü görünüyorum ben yani?" dedi Savaş kıstığı gözleriyle. "Şeytanın yeryüzünde olduğunu bilmiyordum." "Melih istedi. Seni araştırmamaları için. Planları bozulur diye." "O adamın yanına gittikten sonra ne oldu? Savaş'ı hiç görmedin mi? Kimseye anlatmadın mı? Nasıl gizlendin?" dedim gözyaşlarımı silmeye çalışırken. "Savaş'ı hiç görmedim çünkü Savaş Türkiye'ye geldiği zaman Melih beni hep şehir dışındaki işlere gönderiyordu. Ne zaman gelip gittiğini bilmedim hiç. Çünkü Melih bana her istediğini yaptırsa da beni tehdit olarak görüyordu. Savaş'ın kimliğini açık etmemden korkuyordu. O yüzden hiç söylemedi, sakladı. Savaş'ın aslında Gökalp olmadığını benimle beraber sadece Mehmet diye bir adamı biliyordu ama Mehmet Savaş'ın benim oğlum olduğunu bilmiyordu. Aslında kimse bilmiyordu. O yüzden kimseye anlatmadım, anlatamadım. Korktum. Belki beni anlamayacaksınız ama insan evlatlarıyla tehdit edildiğinde her şeye boyun eğiyor." "Cemre'yi bu yüzden mi öldürdün?" dedim. Deniz tuttuğum elinin parmaklarını koltuğa bastırdı. Kanayan ve kabuk tutmayan yarasını ona yine hatırlatmıştım. İçim acıyordu. "Melih seni bizi öldürmekle tehdit ettiği için mi kabul ettin katil olmayı?" ''Dedim ya, hızlı çarpmadım. Öleceğini hiç düşünmedim.'' "Olay yerinde öldü." dedi Deniz acı bir sesle. "Hızlı çarpmamış halin bu mu? Hem, hem böyle mi savunacaksın kendini? Öleceğini bilmiyordum diyerek mi? Cemre yaşıyor olsaydı suçsuz mu sayılacaktın?'' Babam yüzünü ellerinin arasından çekti ve dikkatini yerdeki bir noktaya sabitledi. "Kendimi hiçbir şekilde savunmam. Bunu kabul etmek yaptığım en büyük hatalardan biri. Ama size yemin ederim nasıl oldu anlamadım. Görgü şahidi olmaması için yalnızken yaptım. Çevrede araba yoktu. Arka kapıya çarptım. Evet araba devrildi ama öldürecek şiddette değildi. İnip kontrol ettim, ikisi de iyiydi. Hatta ambulansı aradım, öyle ayrıldım kaza yerinden. Sonradan Cemre'nin öldüğünü ve." Babam duraksadı ve gözlerini sabitlediği yerden bakışlarını çekip Deniz'e baktı. Gözlerinde pişmanlık ve mahcubiyet vardı. "Kız kardeşinin ağır yaralandığını öğrendim." Babam Deniz'i tanıyordu. Tanımamasına imkan yoktu. Patronun baş düşmanını elbette tanıyacaktı. Dakikalar önce Deniz'in kim olduğunu babama söyleme sebebim yüzleşmesini sağlamaktı. İçimden bir ses babamın benim düşüncelerimi anladığını söylüyordu. "Şu ortama bakın." dedi Savaş. Önce babamı sonra Deniz'i işaret etti. "Yan yana gelen kişilere bakın. Katil, kurbanının eski sevgilisiyle aynı odada." Parmağını bana doğru yöneltti. "Hatta katilin kızı, kurbanın eski sevgilisiyle evlenmeye karar vermiş.'' Babam bakışlarını bize çevirdi ve önce Deniz'e sonra bana baktı. Bizim bilmediğimiz şeyler kadar onun da bilmediği şeyler vardı ve bu bilinmezliklerin içinde en yalnız olanımız oydu. "Birinin çocuğu ölmüş, birinin çocuğunu almış, bir kızın kalbi yokmuş, ikizlerin babası katilmiş, birinin sevgilisi ölmüş. Sonra sevgilisinin katilinin kızıyla evlenmeye karar vermiş. Abuk sabuk işler. Allah hepinizi kahretsin. Bir tane doğru iş yok.'' Babam Deniz'le olan ilişkime bir yorum yapmamıştı. ''Hepsinin sorumlusu benim.'' demişti sadece. ''Merak etmeyin kendimi ihbar ettim. Polislere de en yakın zamanda teslim olacağımı söyledim. Gerçi onlar çoktan peşime düşmüştür. Ben onlara gitmeden onlar beni gelip bulur.'' Kocaman olmuş gözlerimle ona baktım. Deniz'in yapmak istediği şeyi babam kendisi yapmıştı. ''Ne?'' dedim sessizce. ''Duydunuz. En başından beri bunu yapacaktım. Ama önce sizi bulmak istedim. Her şeyi anlatıp ondan sonra cezamı çekmek istedim. Keşke Güneş'imi de görseydim. İyi olduğunu biliyorum ya, o bile yeter bana. Ama sizden tek bir isteğim var, nasıl öğrendiniz? Savaş'ın Melih'in oğlu olmadığını nasıl öğrendiniz? Birbirinizi nasıl buldunuz? Melih'e şimdi ne olacak?'' Deniz sesini düzeltti ve ayağa kalkıp yürüyerek anlatmaya başladı. ''Melih'in öz oğlunu, yani gerçek Gökalp'i ameliyat eden kişi babamdı. Gökalp'in ölümünde babamın bir suçu yoktu ama Melih babamı suçladı. Bize düşman olmalarının sebebi bu. Yıllarca bunun intikamını almaya çalıştılar. Savaş, sen de şahitsin.'' Deniz sakinleşmesini istercesine Savaş'a baktı. ''Karşılık vermedim ama bir gün dayanamadım ve onu ihbar ettim. Sonra olanları biliyorsunuz.'' Söylemesine gerek yoktu, Cemre'nin ölümünden bahsediyordu. ''Tüm bunlardan sonra Salih abiyle yakın bir bağımız oldu. Hiçbir şeyi bilmiyormuş, o da yeni öğrendi ve ben bilmediğini bilmiyordum haliyle. Birkaç ay önce Mehmet her şeyi anlatmış ona. Salih abi de bize anlattı. Bu süreçte Ada da Savaş'ı arıyordu. Tesadüfler sonucunda da iki gün önce her şey açığa çıktı.'' Babam başını yavaşça salladı ve önce Savaş'a sonra bana baktı. ''Beni affetmeyeceksiniz biliyorum. Affedin demeyeceğim. Ama birbirinizden hiç ayrılmayın. Sizin hiçbir suçunuz yok. Nefret etmeniz gereken kişi benim. Birbiriniz değilsiniz.'' ''Benim tek amacım olanları öğrenmekti. Sizden herhangi biriyle hiçbir bağım olamaz.'' dedi Savaş az önce oturduğu koltuğa ilerlerken. ''Kendini ihbar etmen iyi olmuş bu arada. Yoksa ben yapacaktım.'' Babam cevap vermeyince Savaş'ın sözlerini Deniz devraldı. ''Melih Karahan hakkında soruşturma yürütülüyor. Bildiğin her şeyi polise anlatmak zorundasın. Onun yaptığı bütün kirli işleri anlatacaksın. Onun hapse girmesini sağlayacak her şeyi anlatacaksın. Söylediklerim yeterince anlaşıldı sanırım.'' Babam anlaşıldı der gibi baktığında ağır çekime girmiş gibi uğultulu bir ses kulağımda yankılandı. Siren sesi vardı. Sesin sahibi araçların mavi ve kırmızı ışıkları odada dans ediyordu. Polisler gelmişti. Babam haklıydı, onu bulmuşlardı. ''Deniz.'' dedim fısıltıyla. Ardından ayağa kalkıp yüzümü ona çevirdim. Yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı. Yıllardır beklediği şey sonunda gerçekleştiği için huzurluydu. Ama ben de söz konusu olduğum için mutsuzdu. Ne hissedeceğini bilememenin getirdiği o boğucu ikilemi yaşıyordu. Ona sarılmak istedim. ''Ssh korkma.'' dedi kolunu omzuma atıp beni kendine çekerken. ''Olması gereken oluyor.'' Babamın yüzündeki ifadeyi anlayamıyordum. Ne hissettiğini belli etmiyordu. Ben de onun gibiydim ve anlaşılan bu huyum bana ondan geçmişti. Hepimiz sessizce beklerken zil çaldı ve yaklaşık yirmi saniye sonra kapının açılıp kapanma sesini duyduk. Ülkü abla kapıyı açmıştı, hemen sonrasında da odaya iki tane polis girdi. ''Buyurun.'' dedi Deniz ciddi ve pürüzlü bir sesle. Belli etmemeye çalışsa da tedirgin olmuştu. ''İyi akşamlar. Bir ihbar üzerine geldim. Selçuk Dündar kim?'' Bir sessizlik oyunu oynuyor gibi susmuş olsak da babam ayağa kalktı ve yavaş yavaş polislere yürüyerek o sessizliği bozdu. "Benim memur bey." dedi ellerini birleştirip hemen karşısındaki polise uzatırken. Babamın hemen önündeki polis arka cebinden kelepçelerini çıkarttı ve saniyeler içinde babamın bileklerini çevreledi. "Tutuklusun." dedi hiç tereddüt etmeden. Ardından bakışlarını bize çevirdi. "Sizlerin de ifadesi alınacak. Siz de bizimle karakola geliyorsunuz." Sıkıntılı bir iç geçirip dengemi sağlamaya çalıştım çünkü ayakta durma gücümü kaybetmiş gibiydim. Polis babamı kapıya doğru çevirirken babam başını geriye çevirdi ve bize o kadar hüzün dolu baktı ki neredeyse Babamı götürmeyin. diye ağlayacaktım. Onu yıllar sonra ilk kez görmüştüm. Görmek istemediğimi düşünüyordum ama karşımda görünce ona ne kadar ihtiyaç duyduğumu, onu ne kadar özlediğimi fark etmiştim. Şimdi yine gidiyordu ve onun boşluğunu dolduracak herhangi bir şey ya da herhangi biri yoktu. Belki Savaş'la yeniden kardeş olursak o boşluğu doldururdum ama Savaş yanımda durmak bile istemiyordu. Deniz belime sarıldı ve polislerin peşinden yürüdük. Savaş da hemen arkamızdaydı. Biz neden gidiyorduk bilmiyordum. Sanırım babamı sakladığımızı düşünüyorlardı. ''Deniz, ne oluyor oğlum?'' dedi Ülkü abla telaşla yanımızda yürürken. ''Önemli bir şey değil Ülkü abla. Küçük bir işimiz var, halledip geleceğiz.'' Ülkü ablanın endişesi biraz olsun azalsa da yüzümüze hala panikle bakıyordu. ''Beni merakta bırakmayın.'' ''Bırakmayız, merak etme sen. Endişe edilecek bir durum yok.'' Ülkü abla kapıya kadar gelmiş, biz polis araçlarına binene kadar da arkamızdan endişeyle bakmıştı. İki araç vardı. Babam ve Savaş öndeki araçtaydı. Ben Deniz'le arkadaki araca binmiştim ve biner binmez de yanına sokulmuştum. İçimde bir yerlerde bir şeyler acıyordu, ağrıyordu ve kanıyordu. Sanki geçmişim koca bir kaya parçasıydı ve ben o kaya parçasının altında kalmıştım. Kurtulmaya çok yaklaştığımı düşünürken şimdi yanıldığımı anlamıştım. Savaş'ı bulunca her şeyin düzeleceğini düşünürken şimdi her şey daha da karmakarışık olmuştu. Her şey kocaman bir kördüğümdü. Ve ben ne o kayanın altından çıkabilecektim ne de o düğümü çözebilecektim. İçimde yaşadığım o kadar fazla duygu vardı ki yok etmeye kalksam hiçbir şey yardım edemeyecek gibi hissediyordum. Kaygı, korku, yalnızlık, umutsuzluk, öfke, kırgınlık ve acı. Hangisi canımı daha fazla yakıyordu bilmiyordum. Beni ne iyileştirir bilmiyordum. ''Sevgilim.'' diye fısıldadı Deniz kulağıma doğru. Sanırım az önceki sorularımın cevabı hemen yanı başımdaydı. Başımı bunca kötülüğün arasında bana verilen en güzel hediye olan adama çevirdim. ''İyi misin?'' dedi yumuşacık sesiyle. Başımı salladım, konuşmaya gücüm yoktu. ''Sen?'' dedim gücümün son parçasıyla. Cevap vermemişti. Başımı omzuna bastırdı ve bakışlarını yola çevirdi. Aklını kemiren şeyi, içini yakan şeyi dile getirmesini o kadar çok istiyordum ki, bana içini dökmesini o kadar istiyordum ki. Deniz güçlü olmak zorundaydı, güçlü olmazsa yıkılırdı. Kendini buna inandırmıştı. Ama benim yanımda güçlü olmak zorunda değildi. Ben onu yıkmazdım, o benim dünyada en çok sevdiğim şeydi. Keşke duygularını açıkça ifade edebilseydi. Mesela Cemre'nin katili tutuklandığı için mutluyum diyebilirdi. Keşke hislerini, düşüncelerini saklamasaydı. Ama sanırım onun da tıpkı benim yaşadığım ikilemi yaşadığını unutuyordum. Ben de babamı bulduğum için mutluydum ama bu mutluluğu dile getirmemi engelleyen o kocaman hissi dağıtamıyordum. Ve sanırım bu konu sonsuza kadar aramızda asılı kalacaktı. Sessiz bir yolculuktan sonra karakola gelmiştik. Nasıl olmuştu anlamamıştım ama Uygar da buradaydı. Yüksek ihtimalle Ülkü abla haber vermişti. Biz sorgu odasına götürülürken Uygar telaşla bizi izliyordu ve birbirimize herhangi bir şey soramadan çoktan sorgu odasına girmiştik. Bizi sorguya gelen kişi Melih'i ihbar ettiğimiz İlker savcıydı. ''Merhaba.'' dedi odaya girdiğinde. Başımızla selamını karşıladık, sandalyesini çekip karşımıza oturdu ve yanında getirdiği dosyaları düzenli bir şekilde önüne koydu. ''İhbarınızdan beri Melih Karahan'ı araştırıyoruz.'' dedi vereceğimiz tepkilere dikkatini vererek. ''Adamın tek bir açığını bile bulamadık. Kendini ele verecek hiçbir şeyi yok.'' Deniz sıkıntılı bir nefes verdi. ''Yaptığı her şey legal gibi görünüyor değil mi?'' ''Bir tane falso vermemiş. Dışarıdan bakınca düzgün, hayırsever, iyilik abidesi bir iş adamı. Yardım kuruluşlarına yaptığı bağışlar, okuyamayan çocuklara yaptığı bağışlar, kurduğu dernekler ve daha bir sürü şey.'' ''Tabii insan bunları görünce böyle bir adam nasıl olur da uyuşturucu kaçakçısı olabilir, nasıl cinayet azmettiricisi olabilir, nasıl bir başkasının çocuğunu yasal olmayan yollardan kendi nüfusuna alabilir, nasıl kara para aklar diye düşünüyor değil mi?'' Savcı bir yorum yapmadı ve konuyu değiştirdi. ''İhbar için geldiğiniz gün bahsettiğiniz Selçuk Dündar bugün sizin evden çıktı.'' Yerin dibine girme isteğiyle yanıp tutuşurken Deniz elini masadaki koluma koydu. ''Benim babam.'' dedim acı dolu bir sesle. ''Tutuklanmadan önce gelip konuşmak istemiş.'' ''İfadesi alınıyor. Yıllardır soruşturması sürdürülen kazanın faili. Neden durdu bu zamana kadar? Neden itiraf etmek için bugünü bekledi? Onu saklıyor muydunuz? Babam dedin.'' ''Babamla on yedi yıldır görüşmüyoruz. Onu ilk kez bugün gördüm.'' dedim titreyen bir sesle. ''Selçuk Dündar Melih'in adamıymış İlker Bey. Yani aslında dört yıl önceye kadar. Kazadan sonra ortadan kaybolmuş. Melih de ele verilmekten korktuğu için dört yıldır Selçuk'u arıyor. Çünkü Cemre Seçkin'in öldüğü kazada Selçuk'a emir veren kişi kendisi.'' ''Yani siz nerede olduğunu bilmiyordunuz?'' dedi savcı bakışlarını üzerimizde gezdirirken. ''Savcım.'' dedi Deniz ikna etmek istercesine. ''Bilsem bu zamana kadar neden saklayayım? Selçuk Dündar benim için değerli birinin ölümüne ve kardeşimin bir kalbe muhtaç yaşamasına sebep olan kişi. Bilsem bu zamana kadar susar mıydım sanıyorsunuz?'' İlker savcı başını salladı ve aldığı notları toparladı. ''Melih'in oğlu neden evinizdeydi? Düşmanınız değil mi?'' ''İhbar etmeye geldiğimiz gece Melih'in başkasının çocuğunu aldığından ve herkese kendi çocuğuymuş gibi anlatmasından bahsetmiştik.'' dedi Deniz. ''O çocuğun ailesini bulduk.'' Ellerimle yüzümü ovuşturdum. ''İlker Bey, o çocuk benim kardeşim. Adı Savaş Dündar. Yani Melih yıllar önce benim kardeşimi almış. Babamın ifadesinin alındığını söylemiştiniz. O da söyleyecektir.'' ''Nasıl ya?'' dedi savcı. ''Nasıl bir olayın içine düştüm ben böyle? Selçuk baban, Gökalp de kardeşin mi yani?'' ''Evet.'' dedim sessizce. Savcı kabullenmekte zorlandığı bilgilerle ayağa kalktı. ''Selçuk Dündar ve Gökalp Karahan'ın ifadesi bitene kadar burada kalmak durumundasınız.'' Savcı ayaktaki memura döndü. ''Bekleme odasında bekleyebilirler.'' Memur ayağa kalkmamızı beklediğinde savcı çoktan çıkmıştı. Ağır adımlarla memurun peşinden giderken Deniz'in koluna girdim. Bu gece bir an önce bitmeliydi. ''Deniz, Ada.'' dedi Uygar bekleme odasında bizi görür görmez. Ardından koşarak yanımıza gelip bize sarıldı. ''İyi misiniz?'' Cevap verme durumunda olmadığımız için tek yaptığımız yanımızdaki sandalyelere oturmak olmuştu. ''Size söylemem gereken bir şey var.'' Ellerimi çeneme koydum ve tedirgin bir halde Uygar'ın söyleyeceklerini bekledim. ''Ada.'' dedi bana bakarak. ''Baban kendini ihbar edince bizim avukata da haber gitmiş. Yani kazayla ilgili olduğu için.'' Bunun normal olacağını düşünürken Uygar derin bir nefes aldı. ''Avukatımız da ailene söylemiş.'' dedi bakışlarını Deniz'e çevirdiğinde. Deniz'le birbirimize bakarken ellerimin titrediğini hissettim. Sanki biri üzerime buz dolu bir kova boşaltmıştı. ''Deniz.'' dedim. ''Öğrenecekler. Beni öğrenecekler. Babamı, Deniz babamın kim olduğ-.'' Deniz yüzümü ellerinin arasına aldı. ''Sssh Ada. Ada hayır. Korkma tamam mı? Sakın korkma. Hiçbir şey olmayacak. Bu olanların seninle ilgisi yok. Babanı sen seçmedin. Babanın tercihleri senin suçun değil.'' ''Beni değil seni suçlamalarından korkuyorum.'' dedim. ''Benimle olduğun için seni suçlayacaklar. Bildiğin halde benimle olduğun için ailen seni suçlayacak.'' Birkaç adım sesi duyduğumuzda başımızı kapıya çevirdik. Kalbim o kadar sıkışıyordu ki nefes bile alamıyordum. Deniz'in annesi, babası gelmişti. ''Oğlum.'' dedi Canan Hanım Deniz'e doğru koşarken. ''Oğlum sonunda. Sonunda katil yakalandı. Melis'imi bu hale getiren aşağılık sonunda yakalandı.'' Deniz tereddüt etse de ona sarılan annesine kollarını sardı ve buğulu gözlerle bana baktı. ''Anne dur, tamam. Tamam gel şöyle.'' dedi ve annesini sandalyeye oturttu. Canan Hanım'ın ardından Fatih Bey de geldi ve Deniz'e sarıldı. ''Nerede şimdi o pislik? Tutuklandı mı?'' ''Tutuklandı.'' dedi Deniz sessizce, ardından kollarını babasından ayırıp onu da sandalyeye oturttu. ''Kimmiş yapan?' dedi Canan Hanım merakla. ''Hangi şerefsiz? Hangi vicdansız?'' Deniz, ben ve Uygar birbirimize bakarken derin bir nefes aldım. Duyacaklarımdan çok korkuyordum. ''Anne, baba.'' dedi Deniz sakin bir sesle. ''Yapan Melih'in adamı. Bunu zaten biliyorduk.'' ''Azmettiricisinin Melih olduğunu söyledi mi? İtiraf etti mi? Melih de tutuklanacak mı sonunda?'' ''Soruşturma devam ediyor. Henüz ifadesi de bitmedi. Bittiğinde Melih'e ne olacağını da öğreneceğiz.'' ''Niye yıllar sonra gerçekleri anlatma gereği duymuş bu adam?'' dedi Fatih Bey. ''Ne oldu da sattı Melih'i?'' Deniz babasına cevap vermedi ve önce bana sonra Uygar'a baktı. ''Bizi yalnız bırakır mısınız?'' ''Ne oluyor oğlum?'' ''Yalnız konuşsak daha iyi baba.'' ''Benim için bir sakıncası yok Deniz.'' dedim. ''Kalabilirim.'' ''Oğlum anlatacak mısın artık? Bir şey mi oldu?'' Deniz yüzünü ellerinin arasına alıp derin bir nefes verdi. ''Tamam, daha fazla beklemeyeceğim.'' Ellerini yüzünden çekti ve bir yara bandını kopartır gibi bir anda o acı kelimeleri dile getirdi. ''Kazayı yapan kişi Ada'nın babasıymış. Onun ifadesi alınıyor şu an içeride.'' Yumruklarımı sıkıp gözlerimi sımsıkı kapattım. Yüzlerine bakacak kadar bir gururum yoktu. Ben bir katilin kızıydım, onlar köklü bir aileydi ve oğulları benimle evlenmek istiyordu. ''Ne?'' dedi Canan Hanım gerçekten anlamamış gibi bir sesle. ''Ne kazası? Hangi kaza?'' ''Melis ve Cemre'nin kazası.'' dedi Deniz yine tek nefeste. ''Onların olduğu arabaya çarpan kişi Ada'nın babasıymış.'' Yavaşça gözlerimi açtığımda Deniz'in annesi ve babası bana nefret kusar gibi bakıyordu. ''Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu Deniz?'' dedi Fatih Bey ayağa kalkıp. ''Baba sakin ol.'' Fatih Bey'in ardından Canan Hanım da ayağa kalktı ve beni yok sayarak Deniz'e hesap sormaya başladılar. ''Ne diyorsun Deniz sen?'' Uygar yanımdaki sandalyeye gelip kolunu bana sardı. ''Canan abla, Fatih abi sakin olun.'' ''Uygar, bu senin yorum yapacağın bir konu değil.'' dedi Canan Hanım. ''Bakın Uygar haklı, sakin olun.'' dedi Deniz bakışlarını annesi ve babası üzerinde gezdirirken. ''Ada babasını yeni tanıyor. Onun hayatını bilmiyormuş gibi konuşmayın.'' ''Yeni ya da eski ne fark eder Deniz?'' dedi annesi. ''Ne fark eder? Cemre öldü, Melis ölümle savaşıyor ve sen bunların suçlusu olan bir adamın kızıyla mı berabersin?'' ''Ada'nın bu olanlarla ne ilgisi var?'' diye bağırdı Deniz. ''Babasının yaptıkları yüzünden Ada'yı mı suçlayacaksınız? Onu mu yargılayacaksınız?'' ''Kimi yargılayacaktık?'' dedi Fatih Bey. Kalbimin orta yerinde o kadar derin bir sızı hissetmiştim ki gözlerim gözyaşlarıyla dolmuştu. ''Sen nasıl yakıştırıyorsun kendine Deniz? Senin sevgilin öldü, senin kardeşin evde ne halde bilmiyor musun sen? Kimin yüzünden? BU KIZIN BABASI YÜZÜNDEN!'' ''Anne. Babasının yaptıkları yüzünden Ada'yı suçlamanıza izin vermeyeceğim.'' dedi Deniz öfkeyle tıslarken. ''Onun hiçbir suçu yok.'' ''Benim kızım 'Ben ne zaman öleceğim anne?' dedi bana. Bana ne zaman öleceğini sordu. Benim kızım ölmeyi bekliyor. Ama sen nereden bileceksin? Çektin gittin, bizi acımızla bir başımıza bıraktın. Biz her saniye Melis'i kontrol ederken sen gittin. Biz neler yaşıyoruz biliyor musun? Melis uyuduğunda ya uyanamazsa diye korkudan mahvoluyoruz. Uyansın diye başında bekliyoruz. Güçten düşmesin diye yemek yemesi için gözünün içine bakıyoruz. Sen ne yapıyorsun? Arada bir kendini hatırlatıp yine gidiyorsun. O senin kardeşin ve belki de ölecek.'' Canan Hanım yüzüme bakmasa da işaret parmağıyla beni gösterdi. ''Bu kızın babası yüzünden.'' ''Kendine gel anne. Ne dediğini duyuyor musun sen?'' ''Gayet iyi duyuyorum. Sen bir katilin kızıyla olamazsın Deniz. Duydun mu? Bu kızı senin çevrende görmeyeceğim.'' Deniz tırnaklarını avuç içlerine batırdı. Gözyaşımı sildim, Uygar bana daha da sıkı sarıldı. ''Siz benim hayatıma karışamazsınız.'' dedi Deniz sinirle. ''Ada'ya tek bir kötü söz söyleyemezsiniz. Asla izin vermem. Duydunuz mu? Ada'ya asla kötü bir şey söyleyemezsiniz. Ben onunla evleneceğim ve siz de benim kararıma saygı duyacaksınız.'' ''Evlenmek mi?'' diye bağırdı Fatih Bey. ''Ne diyorsun Deniz sen?'' ''Sen kardeşinin yüzüne nasıl bakacaksın Deniz? Nasıl bakacaksın? Bak sen bu haldesin ve senin bu hale gelmene sebep olan adamın kızıyla evleneceğim. mi diyeceksin? Ne diyeceksin? Bunu asla kabul edemem. İzin vermiyorum.'' ''Sizden izin isteyecek yaşı çoktan geçtim anne. Siz ne derseniz deyin ben Ada'ya çok aşığım ve onunla evleneceğim.'' ''Hayır.'' dedi Canan Hanım. ''Ya bu kız hayatından çıkar ya da biz çıkarız.'' Gözyaşlarıma artık hiç engel olamıyordum. Deniz ailesi ve benim aramda kalmıştı. ''Bir katilin kızıyla olamazsın.'' ''Siz iyice saçmalamaya başladınız. Ne dediğinizi bilmiyorsunuz sinirden. Eve gidin, ben size gelişmeleri-'' ''Sus Deniz. Ben söyleyeceğimi söyledim. Ya bu kızı gönderirsin ya da bizi göremezsin.'' ''Çıkın dışarıya anne. Baba rica ediyorum.'' Deniz'in anne ve babası bana öldürücü bakışlarla bakarken gözlerimi kaçırdım. ''Burada işin bitince eve geliyorsun Deniz. Kardeşinin yanına.'' Fatih Bey son cümlesini söyledikten sonra Canan Hanım'ın beline elini koyup onu kapıya yönlendirdi. Uygar da saçlarımı öpüp yanımdan kalkmıştı. ''Ben de biraz konuşayım.'' dedi Deniz'e sarılırken. ''Sakın dert etme. Üzüldükleri için öyle konuştular. Sakinleştireceğim ben. Tamam mı? Üzülmeyin sakın.'' Uygar gittikten sonra Deniz beni ayağa kaldırıp sımsıkı sarıldı. ''Geçecek, söz veriyorum. Sadece-'' ''Ailen ve benim aramda kalmanı istemiyorum Deniz. Onlar senin ailen. Annen, baban, kardeşlerin. Seni bir seçime zorlayamam.'' ''Ben seni hiçbir koşulda bırakmayacağım Ada. Seçim yapmayacağım. Ben bir karar verdim. Sonuna kadar arkasında duracağım. Değil ailem, tüm dünya karşımda dursa seni bırakmam. Çünkü seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Hepsi geçecek bunların, hepsini halledeceğiz.'' ''Deniz çok üzgünüm. Çok üzgünüm. Ailen haklı. Melis'in karşısına nasıl çıkacağım? Ben bu utançla nasıl yaşayacağım?'' ''Sen ne utancından bahsediyorsun? Senin utanman gereken bir şey yok. Baban senin için bir yabancıydı ve onun yaptığı şeylerin yükünü sen taşımayacaksın. İzin vermeyeceğim.'' Deniz'in kollarından ayrıldığım sırada savcı içeriye girdi. ''Evet. Sizin daha fazla burada kalmanıza gerek yok. Gidebilirsiniz.'' ''Babam ve kardeşim.'' dedim merakla. ''Peki ya onlar?'' ''Gökalp Karahan'ın sorgusu bitti ve az önce karakoldan ayrıldı. Selçuk Dündar hala sorguda. Yarın mahkemeye çıkartılacak.'' ''Melih Karahan ne olacak peki?'' dedi Deniz. ''Onunla ilgili soruşturma devam edecek. İfadeniz Selçuk'la örtüşüyor. Delil toplamaya çalışıyoruz ve delillere göre o da tutuklanır. Çok fazla süreceğini düşünmüyorum çünkü iddialar çok sarsıcı.'' Başımı salladım. ''Neyse, benim için uzun bir gece olacak. İşimin başına dönmem lazım. Her şey için teşekkürler.'' ''Kolay gelsin.'' dedi Deniz. ''Bir şey olursa arayabilirsiniz. İyi çalışmalar.'' ''İyi geceler, eksik olmayın.'' dedi İlker Bey ve arkasına dönüp odadan çıktı. ''Eve gidelim mi?'' dedi Deniz yumuşak bir sesle. ''Burada yapabileceğimiz bir şey yok.'' dedim. ''Mahkeme sonucunu yarın öğreniriz ne de olsa.'' Deniz elimi tuttu ve kapıya doğru yürüdük. Uygar hemen kapının yanındaydı. Anlaşılan Deniz'in anne ve babasıyla konuşamamıştı. ''Beni dinlemeden gittiler.'' dedi hayal kırıklığıyla. ''Sizi eve götüreyim.'' Arabaya bindiğimizde saat gece yarısını çoktan geçmişti ve yağmur yağıyordu. Keşke yağmur toprağı temizlediği gibi bizim hayatımızdaki pislikleri de temizleseydi. ''Ne olacak şimdi?'' dedi Uygar. ''Ne diyor polisler?'' ''Yarın mahkemeye çıkacak.'' dedim sessizce. ''Eee Melih?'' ''Henüz netleşen bir şey yok. Delil topluyorlar.'' ''Savaş ne diyor bu konu hakkında?'' ''Sorgudan sonra gitmiş, karşılaşmadık.'' ''Anladım.'' dedi Uygar gözlerimi kapattığımda. ''Neyse, yarın sakin kafayla konuşuruz.'' Gözlerimi açtığımda Uygar arabanın motorunu susturmuştu. Çok uzun bir gecenin ardından nihayet eve gelmiştik. O kadar yorgundum ki günlerce uyumak ve kendimi tüm bu olanlardan soyutlamak istiyordum. Bir sürü şey olmuştu ve olmaya da devam edecekti. Yarın babamın mahkemesi vardı. Acaba kaç yılla yargılanacaktı? Melih Karahan sonunda tutuklanacak mıydı? Ve tüm bunlar olurken Savaş beni affetmeye çalışacak mıydı? "Kalsana sen de burada." dedi Deniz Uygar'a arabadan inerken. "Yok kalmayayım. Siz yatın, güzelce dinlenin. Ben işe gideceğim. Gözün arkada kalmasın." Deniz yavaşça başını salladı ve inip benim de inmeme yardım etti. "Tamam, haberleşiriz o zaman." "Haberleşiriz." dedi Uygar ve arabayı tekrar çalıştırıp geriye doğru giderek bahçeden çıktı. Hala yağmur yağıyordu ama hava sıcaktı. Üşümüyordum, eve gitmek de istemiyordum. Sanki boğulacaktım. "Eve girmek istemiyorum." dedim yorgun bir sesle. "Dinlenmemiz gerek Ada. Çok zor bir gündü." Başımı sallayıp Deniz'in omzuna yasladım ve onunla beraber eve doğru ilerlerdim. Ülkü abla uyumuştu. O yüzden kapıyı anahtarla açıp sessizce yukarıya çıktık. Üzerimi bile değiştirmeden kendimi yatağa attığımda Deniz ışığı kapatıp beni taklit etti ve yanıma uzanıp bana sıkıca sarıldı. "Üzülmeni istemiyorum." dedi fısıltıyla. "Hiçbir şey için üzülmeni istemiyorum. Baban tutuklandığı için, annemlerin söyledikleri için. Hiçbir şey için üzülmeni istemiyorum." "Elimde değil." dedim. "Ama iyiyim. Sen iyi misin?" Bu sefer bu soruma bir cevap vereceğini düşünüyordum ama yanılmıştım. Beni yine cevapsız bırakmıştı ve sanırım ne hissettiğini hiç öğrenemeyecektim. |
0% |