Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm

@_kubraakyol

30 Ekim, Çarşamba

Zil çaldığında saat sabah 07.00'ı gösteriyordu, salondaki duvarda asılı olan ve benim çizdiğim resme bakıyordum. Resmin çağla yeşiline boyalı duvarla olan uyumu göz dolduruyordu. Ben hiçbir yere uyum sağlayamazken resmim bir duvarla uyum sağlamıştı. Resmimin bile ait olduğu bir yer vardı ama ben kendimi hiçbir yere ait hissetmiyordum. Yani en azından uyanık kaldığım bu altı saat boyunca düşündüğüm tek şey buydu.

Ülkü abla ve Deniz uyuyordu, zilin daha fazla çalmaması için koltuktan kalktım ve sessiz adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Zihnim karmakarışıktı, başım çok ağrıyordu ve midem o kadar çok bulanıyordu ki kusmamak için kendimi zorluyordum.

Zilin bir kez daha çalmasına müsaade etmeden kapıyı açtım. Görmeyi beklediğim kişiler kesinlikle Melis, Eren ve Uygar değildi.

''Çocuklar.'' dedim kuru bir sesle. Tedirgin olmuştum. Uğradığım şaşkınlığı atlatamadan bakışlarımı Melis ve Eren üzerinde gezdirdim. Gerçeği bildiklerini tahmin etmek zor değildi ama gözlerinde anne ve babalarının sahip olduğu o kırıcı bakışlar yoktu. Bana söylemek istedikleri şeyler olduğunu hissedebiliyordum. ''Siz, yani nasıl?''

''Bakma öyle.'' dedi Melis üzgün bir sesle. Nasıl baktığımı bilmiyordum ama sanırım kötü görünüyordum ki Melis bana böyle bir cümle kurmuştu. ''Neler olduğunu biliyoruz. Konuşmak için geldik.'' Onları içeri davet edeceğim sırada Melis ve Eren aynı anda yanıma geldi ve biri bir tarafıma, biri de diğer tarafıma sarıldı.

''Ada biz seni çok seviyoruz.'' dedi Eren. Zor dindirdiğim gözyaşlarım yine yanaklarıma süzülmüştü. "Olanlar için çok üzgünüz. Abim ve seninle konuşmaya geldik."

"Eren." dedim birbirine girmiş duygularla. O kadar tuhaf hissediyordum ki bu hislerimin adı bile yoktu. Kendi öz kardeşlerim canımdan bezdiğim şu günlerde bana sırtını dönerken hiç kan bağım olmayan bu çocuklar bana ablalarıymışım gibi hissettiriyordu. "Ben de sizi çok seviyorum."

"İyi misin?" dedi Melis yorgun bir sesle.

"İyiyim. Asıl sen nasılsın?" dedim Uygar'a bakarken. "Uygar, Deniz seni öldürecek."

"Korkma." dedi Melis sarılmamızı sonlandırırken. "İyiyim. Abim bir şey diyemez Uygar abime."

"Neyse, hadi içeride konuşalım o zaman." dedim ve onları içeriye davet ettim. Eren ve Melis önümüzde yürürken biz de Uygar'la hemen peşlerindeydik.

"Abiniz uyuyor." dedim. "Terasa gidelim."

Merdivenlere yöneldiğimizde Uygar'la konuşmaya başladım. "Sen işe gitmeyecek miydin?"

"Hayır. Sizi bırakır bırakmaz Canan ablalara gittim. Onlarla konuşmayı denedim, beni dinlemediler. Ama neyse ki çocuklarla konuşmama bir engel koymadılar. İkisine de baştan sona anlattım. Seni görmek istediklerini söyleyince de aldım ikisini de getirdim."

"Uygar sen bir insanın başına gelebilecek en iyi dostsun. Yanımda olduğun için çok şanslıyım."

"Sen de öylesin Adacığım. Yani ne yapsaydım? Deniz'in ve senin mutsuz olmana gönlüm razı olmuyor. Sizi böyle gördükçe çok üzülüyorum. Bir şeyler yapmak istedim o yüzden. Kalbim de beni oraya götürdü."

"Aslında işe gitmeyeceğinin kararını çoktan vermiştin değil mi?"

"Evet. Eğer Deniz'e söyleseydim izin vermezdi. Böylesi daha iyi oldu."

''Yolda ne konuştunuz? Ne diyor çocuklar?''

''İkisi de çok üzgün. Ama sana kızgın değiller. Yani ben öyle anladım. Deniz'i uyandıracak mısın?'' dedi odamızın kapısına geldiğimizde.

''Evet. Melis'i ve Eren'i görmek ona iyi gelir. Hem hep beraber konuşuruz.''

Uygar ''Tamam.'' dedi ve terasa gitmek için merdivenlere yöneldi. ''Gelirsiniz o zaman.''

Başımı sallayıp sessizce odaya girdiğimde Deniz hala uyuyordu. Bir yandan uyuyup dinlenmesini istiyordum ama konuşmamız gerekiyordu. Yavaşça yatağa uzandım ve arkasından sarılıp yanağına büyük bir öpücük kondurdum. Kirpikleri biraz olsun hareket etse de gözlerini açmamıştı.

"Aşkım." dedim fısıltı gibi bir sesle. Gülümser gibi olmuştu ama gözlerini hala açmamıştı. ''Numaracı.'' dedim biraz da olsun gülümseyerek. ''Uyandığını biliyorum.''

Deniz yavaşça göz kapaklarını kaldırdığında uzun kirpiklerinin gölgesine bakıyordum. ''Günaydın.'' dedi bana dönerken.

''Günaydın. Uygar'ın sana bir sürprizi var.''

''Uygar mı? O mu geldi? Ne sürprizi? Hem saat kaç ki? Sen neden uyandın?'' Uyku mahmurluğuyla kurduğu cümleler gülümsememe sebep olmuştu.

''Saat 07:05 falan olmalı. Sürprizi söyleyemem, hadi kalk terasa gidiyoruz. O zaman görürsün.'' dedim ve kolundan tutup kalkmasına yardım ettim. Belki bu haldeyken içini açar ve bana nasıl hissettiğini söylerdi.

''İyi misin?'' dedim tam karşımda doğrulduğunda. Elimi yanağına koydum ve yeni uzayan sakallarında parmaklarımı gezdirdim.

Yüzümü uzun uzun izlemiş, yine bir şey söylememişti. ''Sen çık.'' dedi yataktan kalkarken. ''Duş alıp geliyorum.''

İyi olmadığını biliyordum ama en azından dile getirebilseydi. Ne yapmak istiyor, ne yapmak istemiyor, ne hissetmek istiyor ya da ne hissetmek istemiyor keşke bilseydim. Belki o zaman bir çözüm yolu arayabilirdim ama Deniz o kadar kapalı kutuydu ki bana dışarıdan izlemekten başka çare bırakmıyordu.

Odadan çıkıp mutfağa indim ve dört kahve yapıp terasa çıktım. Uygar ve çocuklar pencere önüne çektikleri bahçe koltuğuna oturmuş, manzarayı izleyerek bir şeyler konuşuyorlardı. ''Geldim.'' dedim onlara yürürken. ''Kahve içersiniz değil mi?''

Hepsi bir ağızdan Evet. deyince tepsiyi masaya bıraktım ve sırayla fincanları ellerine tutuşturdum.

"Abim gelmiyor mu? Uyanmadı mı yoksa?" dedi Eren kahvesinden bir yudum alırken.

"Uyandı uyandı. Gelir şimdi." dedim ve yanlarına oturdum. "İstediğiniz sorudan başlayabilirsiniz." Gergindim ama etkilenmemeleri için belli etmemeye çalışıyordum.

"İyi misin?" dedi Uygar tüm samimiyetiyle. "Uykusuz görünüyorsun."

"Bizi eve bıraktığından beri hiç uyumadım." dedim bir yudum kahve içerken. "Uyuyamadım yani."

"Biz de öyle." dedi Eren. "Sabaha kadar olanları konuştuk. Hala inanamıyorum. Nasıl olabilir?"

"Ben de inanamıyorum." dedim. "Çok ama çok üzgünüm. Yüzünüze bile bakamıyorum."

"Senin bir suçun yok ki." dedi Melis elini elime uzatırken. "Ada yüzüğün çok güzel. Abim gerçekten çok zevkli biri."

"Evet öyle." dedim.

"Sen şimdi bizim yengemiz mi olacaksın?" Gülümsemişti.

"Sanırım evet." dedim ama ailesi beni istemiyorken evlenebileceğimizi pek de düşünmüyordum.

"Asma yüzünü. Mutlu olman lazım." dedi parmaklarını dudak kenarlarıma koyup beni güldürerek. "Ben iyi bir görümce olacağım."

Bu sefer gerçekten gülümsedim.

"Ben ne oluyorum bu durumda?" dedi Eren. "Bana ne. Ben de Ada'nın bir şeyi olmak istiyorum."

"Hiç bilmiyorum." dedim ve Uygar'a baktım.

"Valla ben de hiç anlamam o işlerden." dedi omuzlarını kısarak. "Ben amca olacağım. Onu biliyorum sadece." Sırıtıyordu.

Ufak bir sessizlikten sonra konuşan yine Melis olmuştu. "Kardeşin, Savaş yani. Olanlar hakkında ne söylüyor?"

"Hiçbir şey. Beni kardeşi olarak görmüyor. Göreceğini de pek zannetmiyorum."

"Seni neden anlamak istemiyorlar? Savaş, annem, babam. Sen ne yaptın ki? Başkalarının yaptığı şeyler yüzünden seni cezalandırmaları çok saçma."

"Melisçiğim." dedi Uygar. "Herkesin zamana ihtiyacı var. Ada'nın, abinizin, annenizin, babanızın, Savaş'ın ve sizin. Yaşadıklarınız bir günde atlatabileceğiniz şeyler değil. Bugün bunu yaşadık ama önemli değil, yarın unuturuz. diyemeyiz. Çünkü olanlar kısa sürede hazmedilecek ya da kabullenilecek şeyler değil. Ama siz böyle olgun davrandıkça her şey daha kolay olur. Siz dahil herkesin yarası çabucak sarılır. Biliyorsunuz ki siz mutsuzken aileniz de abiniz de mutlu olmaz, olamaz."

"Abim peki? Onun mutluluğu ne olacak?" dedi Eren. "Onun mutluluğu önemli değil mi Uygar abi? Annem ve babam onun mutlu olmasını istemiyor mu? Neden Ada'ya karşı bu kadar katılar?"

"Abinizin mutluluğu tabii ki önemli aslanım benim. Öyle şey olur mu hiç? Siz hepiniz onların çocuklarısınız. Onlar da bir süre sakin kafayla düşünüp doğru olanı seçecekler, inanın bana."

"Peki şimdi ne olacak? Ada'nın babasına yani?"

"Bugün mahkemesi var."

"Babam her şeyi itiraf edecek Melis. Melih'in de tutuklanması an meselesi."

Melis ve Eren başlarını omzuma yasladığında birkaç adım sesi sessizliğimizi bozmuştu. "Çocuklar." dedi Deniz neşeyle karışık hüzünlü bir sesle. Hepimiz aynı anda başımızı çevirip ona baktık. Mutlu ve şaşkın görünüyordu.

''Abi.'' dedi Melis ve Eren aynı anda yanımdan kalkarken.

''Sizin ne işiniz var burada?'' Deniz kollarını açtı ve bir tarafına Eren'i, bir tarafına Melis'i alarak onlara kocaman sarıldı.

''Abimizi ziyaret etmeyelim mi?'' dedi Melis şakayla karışık sitemle.

''Uygar, senin başının altından çıktı değil mi bu?''

''Başka kimin olacaktı Deniz?'' dedi Uygar belli belirsiz gülümseyerek.

''Melis dışarıya çıkmamalıydın.''

''Evde durmaktan çok sıkıldım. Ayrıca seni çok özledim.''

Deniz Melis'in saçlarını öpüp gülümsedi. ''Ben de sizi özledim.''

''Kesin öyledir.'' dedi Eren. ''Madem öyle neden hiç gelmiyorsun?''

Deniz kısa bir nefes aldı. ''Gelin bakalım, biraz konuşalım.'' dedi bize doğru yürürken.

Uygar'la beraber diğer koltuğu da yanımıza çektik. Çocuklar Deniz'in yanına otururken biz de Uygar'la yan yanaydık.

"Yıllardır sizi ihmal ettiğimin farkındayım. Ama olanları biliyorsunuz. Sizin kadar ben de zor günler geçirdim, geçiriyorum da. Tam bitti derken başka bir şey oluyor."

"Biz senin yanında olmak istiyoruz ama."

"Olmamalısınız ama Melis. Bin türlü bela var başımda. Size benim yüzümden bir şey olursa kendimi affedemem ben.''

''Hala vicdan azabı mı çekiyorsun?''

''Öyle bir şey değil güzelim. Önlem gibi düşün. Tedbirli olmak zorundayım.''

''Hep böyle mi olacak? Hep kaçarak mı yaşayacağız? Eski günlerimizi çok özledim.''

''Az kaldı Eren. Çok az kaldı. Melih belasından kurtulacağız.''

''Ondan sonra her şey bitecek mi?''

Deniz emin olmadığını belli eden bakışlarla beni izledi. ''Bitecek Erencim.''

''Aaa biz Ada'ya bir hediye yaptırmıştık.'' dedi Eren Deniz'in kolunun altından ayrılıp. Deniz çok güzel bir abiydi ve bu kadar güzel abilik yapan birinin nasıl bir baba olabileceğini düşündüm. Deniz harika bir baba olurdu.

''İyi hatırlattınız.'' dedi Uygar ve ayağa kalkıp, geldiğinde masaya koyduğu paketi alarak bana verdi. ''Bu üçümüzden.''

''Bu ne için?'' dedim merakla.

''İşe başladığın için hediye aldık sana.'' dedi Melis. ''Hadi aç.''

Paketin bantlarını çıkartıp kutusunu da açtım. Bana, üzerinde Ada Dinçer yazan altın yaldızlı bir masa isimliği almışlardı. ''Bu çok güzel, bayıldım.''

''Masana koyarsın, baktıkça da bizi hatırlarsın.''

''Eren ben sizi unutmam ki hatırlayayım.'' dedim ve ayağa kalkıp hepsine teker teker sarıldım.

Deniz ayağa kalkarak hediyemi eline aldı. ''Fazla alışma ama.'' dedi belli belirsiz gülerken.

Tek kaşımı kaldırdım. ''Neden?''

''Ufak bir değişiklik olacak ya o yüzden.'' dedi ve işaret parmağını soyadımın üzerine koydu. Bahsettiği şeyi anladığımda güldüm.

''Ada Aladağ.'' dedi tok bir sesle. Kaygılandığımı hissetmişti, ailesi yüzünden benimle evlenmeyeceğini düşündüğümü anlamıştı. Şimdi kaygılarımı silmek istercesine kendinden emin bir sesle soyadını alacağımı söylüyordu. Ve ben bu adama deli divane aşıktım.

''Vaaay abime bak sen.'' dedi Eren. ''Yakışır.''

''Abi.'' dedi Melis sırıtırken. ''Senden çıkar mıydı böyle cümleler?''

''Melis şımarma istersen.'' dedi Deniz ve kolunu belime sardı.

''Hmmm.'' dedim ve başımı yukarı kaldırıp Deniz'e baktım. Alnımı öpmüştü. ''Ada Dinçer Aladağ'ı tercih ederim.''

''Yuh çok havalı.'' dedi Eren.

''Ve baş harfleri yan yana gelince A.D.A oluyor. Yani Ada. Yengemin çok güzel olması yetmiyormuş gibi her şeyi havalı. Abi çok şanslısın.'' dedi Melis bize öpücük atmadan hemen önce.

''Öyledir benim sevgilim.'' dedi Deniz ve elimi tutup hemen yanımızdaki koltuğa oturdu. ''Annem ve babam nasıl?''

''Açıkçası gelmemizi istemediler. Ama Uygar abim ikna etti."

"Sahi Uygar. Sen işe gitmeyecek miydin?"

"Siz bu haldeyken nasıl işe gidebilirim Deniz? Yanınızda olmazsam kafayı yerim herhalde."

"Karşı çıkarım diye söylemedin değil mi bizim eve gideceğini?"

"Tabii oğlum ne sandın?"

"Bu arada." dedi Melis. "Abi sakın annem ve babam yüzünden ya da benim yüzümden Ada'ya yüz çevirme. Ben asla onu suçlamıyorum. Suçlamayacağım da. Ayrıca Ada sen de suçluluk hissetme. Abim her şeyi halleder. Sen yanında olduğun sürece her şeyin üstesinden gelir. Bu olanların hepsi geçecek."

"Büyümüş de küçülmüş mü oldun sen abla?" dedi Eren sevimli bir sesle.

"Eren kaşınma."

"Tamam tamam sustum."

Küçük gülüşmemizden sonra ilk konuşan Deniz olmuştu. "Neyse Uygar. Seninle çalışma odasına gitmemiz lazım."

"Bir sorun mu var?" dedi Uygar ellerini dizlerine koyup. Kalkmaya hazırlanıyordu.

"Yok. Birkaç iş meselesi var. Halledelim onları."

Uygar Deniz'le beraber ayağa kalktı. "E tamam o zaman."

"Biz de mutfağa gidip kahvaltı hazırlayalım." dedi Eren.

"Melis'i yorma." dedi Deniz uyarıcı bir sesle.

"Sandalyemden kalkmayacağım merak etme."

Deniz eğildi ve Melis'in yanağına kocaman bir öpücük bıraktı. "Aferin benim meleğime."

Hep beraber aşağı inerken sevildiğimi hissetim. Kendi ailem bana sırtını dönmüştü ama hayat beni sevildiğim bir noktaya getirmişti. Her ne olursa olsun ben şanslıydım.

"Ee ne yemek istersiniz?" dedim dolabın kapağını açarken. "Ne hazırlayayım size?"

"Hmmmm. Krep yapalım mı?" dedi Melis sandalyeye oturduğunda. "Uzun zamandır yemiyorum."

"Olur, tabii yaparım. Eren sen ne istersin?"

"Özellikle istediğim bir şey yok Adacığım. Ben sana yardım edeyim."

Dolaptan süt çıkartıp tezgaha giderken midem o kadar çok bulanmıştı ki kendimi tutamadım ve elimdeki süt kutusunu Eren'in eline tutuşturarak banyoya koştum. Zaten gergin olduğum için bulanan midem süt kokusu yüzünden daha da çok bulanmıştı. Normalde sütü çok severdim. Şimdi neden böyle olmuştum ki?

Birkaç zoraki öğürmeden sonra midemdeki her şeyi çıkartmıştım. Kustuğum için midem daha da bulanmıştı. Sanırım banyodan çıkamayacaktım. "Ada." dedi Melis ve Eren aynı anda. Kapıyı tıklatmışlardı. "Ada iyi misin? Her şey yolunda mı?"

"İyiyim iyiyim. Sadece biraz midem bulanıyor." Biraz? dedim kendi kendime. Sanki biri mideme kepçe sokmuştu ve o kepçeyle midemi karıştırıyordu.

"Yardıma ihtiyacın var mı? Abime haber vermemizi ister misin?"

"Yok yok." dedim ağzıma su alırken. Ardından suyu ağzımda iyice çalkalayıp tükürdüm. Birkaç defa aynı işlemi yaptıktan sonra nihayet ağzım ve yüzüm temizlenmişti. Havluyla suları silerek banyodan çıktım. "Ada iyi olduğuna emin misin?"

"İyiyim Melisçim. Stres yaptım ya o yüzden mideme vurdu. Geçer birkaç saate."

"Emin misin Ada? Rengin soldu birden. Sapsarı oldun.''

Ellerimin tersini yanaklarıma koydum. "Evet evet iyiyim. Açlıktan oldu herhalde. Hadi mutfağa gidelim artık. Su kaynamıştır. Şöyle güzel bir çay demleyelim."

Eren ve Melis ikna olmasalar da peşimden mutfağa doğru gelmişlerdi.

''Çocuklar.'' dedi Ülkü abla hemen arkamızdan mutfağa girdiğinde. Sanırım seslerimize uyanmıştı. ''Ne zaman geldiniz siz?''

Melis ve Eren Ülkü ablanın yanına koştu ve ona kocaman sarılıp yanaklarından öptüler. ''Günaydın sultanım.'' dedi Eren.

''Günaydın, günaydın. Hoş geldiniz güzel çocuklarım benim. Hiç duymadım sesinizi. Ne zaman geldiniz siz?''

''Bu sabah geldik, yarım saat olmuştur.''

''Ne iyi etmişsiniz. Abiniz gördü mü sizi?''

''Gördü gördü, Uygar abimle çalışma odasındalar. Gelirler herhalde birazdan.''

''O zaman ben şöyle güzel bir kahvaltı hazırlayayım. Siz geçin içeriye hadi.''

''Biz hazırlıyorduk.'' dedim gülümseyerek. ''Bugün bizden olsun.''

''Ada sen bence Ülkü ablayı dinle. İyi değilsin zaten.'' dedi Melis.

''Hayırdır kızım, neyin var?''

''Ada az önce kustu.'' dedi Eren. ''Bence Melis ve Ada içeriye geçsin, biz hazırlayalım seninle.''

Ülkü abla bir elini benim belime bir elini Melis'in beline koydu ve bizi kapıya doğru yürüttü. ''Prensesler dinlensin. Bugün biz Eren'le hazırlayalım, başka bir gün siz hazırlarsınız. Hadi bakalım.''

Melis'le birbirimize bakıp gülümsedik ve salona gidip karşılıklı oturduk. ''İyi misin?'' dedi sıcacık bir gülümsemeyle.

''İyiyim, sen nasıl hissediyorsun?"

"İyiyim." dedi Melis ve derin bir nefes aldı. "Abim senden sonra çok değişti biliyor musun?" Kaşlarımı kaldırdım, Melis gülümsedi. "Kötü anlamda değil Ada, öyle bakma. Yani nasıl desem? Eski haline geri dönmüş gibi. Hayat enerjisi geri gelmiş gibi."

"Aslında tek değişen o değil. Ben de onunla tanıştıktan sonra değiştim. Abin bende daha iyi biri olma isteği uyandırıyor."

Melis ışıldayan gözlerle ve heyecanla bana baktı. "Abimi ilk gördüğünde ne hissettin? Bunu o kadar merak ediyorum ki."

''Hmmm. Deniz'i görünce ilk ne hissettim?'' Düşüncelerimi ve hislerimi yoklayıp derin bir nefes aldım. ''Huzur.'' dedim. Kendimi gülümserken bulmuştum. ''Hani böyle rüzgarlı bir günde denizin karşısına oturursun, saçların dalgalanır, rüzgar tenine çarpar ama sen kaygısız bir şekilde önündeki manzarayı izlersin ya işte öyle bir huzur.''

Melis gözlerini kapatıp başını geriye attı. ''Acaba ben de bir gün sizin yaşadığınız gibi bir aşk yaşayacak mıyım?''

Yanına gidip elini elinin üzerine koydum. ''Sen o kadar güzel bir aşk yaşayacaksın ki biz bile gölgede kalacağız.''

Melis gözlerini açıp bana doğru döndü. ''Uygar abim bir şey anlattı.''

''Ne?'' dedim merakla.

''Şirkette siz koridorda yürürken size hayran hayran bakan insanlar varmış. Sizin aşkınıza aşık insanlar. Siz koridorda el ele yürürken işini bırakıp sizi izleyen insanlar. Bu çok güzel değil mi? Herkes birbirinizi ne kadar çok sevdiğinizi biliyor. Herkes şahit.''

''Uygar abin kendinden bahsediyor olabilir mi?'' dedim sırıtarak.

''Hoop.'' diye bir ses duyduğumda başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Uygar tek eliyle destek aldığı koltuğun üzerinden atlayıp bir anda koltukta uzanır bir hale geçmişti. ''Adım geçti.''

''Evet dedikodunu yapıyorduk Ada'yla.'' dedi Melis. O sırada koltuğun hemen arkasında bizi izleyen Deniz'e bakıyordum.

''Yapın tabii ya. Eğleniyor musun bari?''

''Evet, çok.'' dedi Melis ayağa kalkıp mutfağa doğru giderken. Olanlara rağmen neşesini yerindeydi.

Uygar ellerini ensesinde birleştirip gözlerini kapattı. O sırada Deniz de ağır adımlarla bana doğru geldi ve yanıma oturdu. ''Sen iyi misin?'' dedi durgun bir sesle. ''Solgun görünüyorsun.''

İyiyim. diyecekken Melis benden önce davrandı. ''Ada biraz önce kustu.'' dedi başını çevirip. Ardından mutfağa doğru yürümeye devam etti.

Deniz yüzümü ellerinin arasına aldığında gözlerinin içine baktım. Telaşla beni izliyordu. ''Ateşin yok.'' dedi alnımı öptükten hemen sonra. ''Neyin var? Üşüttün mü?''

''Bir şeyim yok, iyiyim. Stresten oldu sanırım. Midem bulanıyor sadece.''

Deniz kolunu omzuma attı ve bana sarılıp koltuğa yaslandı. Başımı omzuna yasladım, saçımı koklayarak öptü. ''Kahvaltıdan sonra hastaneye gitmek ister misin?''

Başımı iki yana salladım. ''Gece hiç uyumadım, uyumak istiyorum.''

Deniz cevap vermemiş, başını sallamakla yetinmişti. Zaten bir şey söyleyecek olsa bile söyleyemezdi çünkü telefonu çalmıştı. Kollarının arasından sıyrılıp onu izlemeye başladım. Gerilmişti. ''Babam arıyor.'' dedi sessizce. Uygar telaşla doğruldu ve tıpkı benim gibi Deniz'i izlemeye başladı.

''Efendim baba.'' dedi çok gergin bir sesle. "Evet ikisi de yanımda ve evet ikisi de iyi... Evet Ada da burada, olması gerektiği yerde... Sizin derdiniz ne? Ada'nın hiçbir suçu yok... Ada babasını yıllardır görmüyor bile. Bunu daha kaç kez anlatmam gerekiyor? ... Cemre ve Melis'in başına ne geldiyse Ada da aynı şeyi yaşadı. Bilmem farkında mısınız? Melih Ada'yı öldürmeye kalktı. Benim sevdiğim kadın hayatını kaybedecekti, bu da yetmiyormuş gibi Özgür onu kaçırdı. Bunlar için sizi bir kez bile suçlamadı. Ama siz babasının yaptığı şey yüzünden Ada'yı suçluyorsunuz. İzin vermeyeceğim buna... Bütün bu olanlar bizim başımıza Ada ya da babası yüzünden gelmedi. Bu olanlar Gökalp öldü diye bizim başımıza geldi. Gökalp öldü diye Cemre öldü. Gökalp öldü diye Melis'in şu an bir kalbe ihtiyacı var. Anlıyor musun? Ada yüzünden değil. Gökalp öldü diye... Ada hakkındaki düşünceleriniz değişmediği sürece beni göremezsiniz... Ne demekse o demek. Babasını Ada seçmedi. Selçuk Dündar'ın kızı olmak onun seçimi değildi... Ne düşünüyorum biliyor musun baba? Belki de Gökalp gerçekten de senin bir hatan yüzünden öldü. Belki de Melih haklıydı, belki de gerçekten Gökalp senin yüzünden öldü ve BÜTÜN BU OLANLAR BİZİM BAŞIMIZA SENİN YÜZÜNDEN GELDİ. BELKİ DE BİZ SENİN GÜNAHININ BEDELİNİ ÖDÜYORUZ." dedi Deniz bağırarak. Ardından telefonunu hemen karşısındaki duvara fırlattı. Telefon anında tuzla buz olmuştu. "Sikeceğim artık, yeter. Yeter bıktım."

"Deniz ne yaptın sen?" dedi Uygar kocaman açılmış gözlerle. "Sakin ol."

"Sakin falan olmayacağım. Her şeyi düşünmekten, her şeyi kontrol etmeye çalışmaktan, herkesin iyiliğini düşünmekten, yıllardır içimi kemiren şu kahrolası vicdan azabından çok sıkıldım."

Eren ve Melis koşa koşa salona geldiğinde Deniz'in sakinleşmesini diledim. Beni çok korkutmuştu.

"Abi ne oluyor?" dedi ikisi de aynı anda. "Niye bağırıyordun? Kimle tartıştın?"

"Yok bir şey çocuklar." dedi Uygar hızla ayağa kalkıp ikisine de kollarını sararak. "Tartışma yok, bir şey olmadı. Kahvaltı hazır mı?" Melis'i ve Eren'i tekrar mutfağa doğru çevirmeye kalksa da çocuklar buna müsaade etmemiş, hızla Deniz'in yanına gelmişlerdi.

"Abi babamla mı konuşuyordun?" dedi Melis. "Kavga mı ettiniz?"

Deniz Melis'in başını okşadı. "Hayır güzelim. Kavga etmiyorduk."

"Babam çok sinirliydi abi. Seninle sakince konuşabilecek durumda değildi."

"Melisçim, sen Eren'i al ve Ülkü ablanın yanına git. Hadi güzelim. Hadi meleğim."

"Bir yere gitmiyoruz." dedi Eren. "Ben sizi böyle görmek istemiyorum. Her şey kötü. Her şey çok kötü."

"Düzelecek Eren." dedi Uygar Eren'e sarılıp. "Biz ne konuştuk? Zamana ihtiyacımız var. Her şey bir anda yoluna giremez."

"Yolunda gitmiyorsa biz de başka bir yola geçelim abi. Çok yorulduk biz."

"Bir yol arıyoruz zaten Erencim. Deniz, sen söyle. Aramıyor muyuz? Arıyoruz."

Deniz başını salladı. "Eren." dedi yorgun bir sesle. "Ablanla mutfağa git. Biz birazdan geliyoruz."

"Ama abi." dedi Melis.

"Çocuklar lütfen. Bana biraz müsaade edin. Tamam? Hadi, biz de geleceğiz birazdan." Eren istemeyerek de olsa Melis'in koluna girdi ve beraber mutfağa gittiler.

Çocuklar gittiğinde Deniz televizyonu açmıştı ve ben ekranda babamla Melih Karahan'ı görmeyi hiç beklemiyordum.

Bir haber kanalıydı. Alt yazıda Son Dakika yazıyordu ve haber Flaş Haber diye yansıtılmıştı. Bir muhabir adliye önünde canlı yayındaydı, bir şeyler anlatıyordu.

"Evet sayın izleyenler dört yıl önce Cemre Seçkin'in ölümüne ve ünlü iş adamı Deniz Aladağ'ın kardeşi Melis Aladağ'ın ağır yaralanmasına sebep olan kazanın faili nihayet tutuklandı. Fail dün gece kendini ihbar edip kazaya dair her şeyi itiraf etti. Bugün mahkemesi görülecek ve bilirkişiler failin en az 15 yıl hapis cezasına çarptırılacağını söylüyor. Evet, bu noktada söyleyeceğimiz çok şey var fakat asıl şaşkınlık yaratan bir detaya değinmek istiyorum. Bu olaylarla ilgili ünlü iş adamı Melih Karahan hakkında da yakalama kararı çıktı. Evet yanlış duymadınız. Melih Karahan bu kazanın azmettiricisi olarak yargılanacak. Tabii sadece bununla sınırlı değil. Savcılığın Melih Karahan için yürüttüğü cinayet azmettirme, kara para aklama, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, çocuk kaçırma, ihaleye fesat karıştırma, adam yaralama ve kaçırma gibi dosyalar da mevcut. Polis şimdi her yerde onu arıyor ve söylenilene göre Melih Karahan en az 164 yılla yargılanacak. Olaylar bu şekilde seyrederken her iki tarafın avukatından da herhangi bir açıklama gelmedi. Selçuk Dündar'ın bir saat içinde adliyeye getirileceği söyleniyor. Beklemedeyiz."

"Evet, teşekkürler Ezgi. Gözümüz, kulağımız sende. Bütün Türkiye bu olaya kilitlenmiş durumda. Orada bir hareketlilik var mı?"

"Şu an için adliye önünde sadece medya var Yavuz. Bir gelişme olursa aktaracağız."

"Peki Ezgi, görüşmek üzere."

"Görüşmek üzere."

"On beş yıl." dedim fısıltıyla. Uygar ve Deniz beni duymamıştı. Kazandıkları zaferi kutluyorlardı.

"Başardık." dedi Deniz. "Uygar başardık. Melih hapiste çürüyecek. Bitti, sonunda bitti."

"Bitti kardeşim. Kazanacağımızı biliyordum. Bitti artık. Kurtulduk."

Onlar birbirine sevinçle sarılırken televizyona bakmaya devam ediyordum. Ekranda hala babam vardı. Katil yazıyordu. Kazanın faili. Cemre'nin katili. Melih'in adamı.

Melih'ten kurtulmuştuk. Ama sevinemiyordum. İçim o kadar buruktu ki içimde küçücük bile bir sevinç yoktu. Artık başımızda Melih gibi bir bela olmayacaktı. Bunca kötülüğün sebebi Melih artık yoktu. Henüz yakalanmasa da elbet tutuklanacak, ömrünün kalanını hapiste geçirecekti.

Melih olmayacaktı. Ama babam da olmayacaktı. "On beş yıl." dedim yine kendi kendime. Deniz bir anda kollarımın altından tuttu ve beni havaya kaldırdı. "Artık endişe etmek, korkmak yok. Artık hepsi bitti Ada. Birilerinden kaçmak yok. Korkarak yaşamak yok."

Herhangi bir tepki vermediğimde Deniz beni sakince indirdi. "Sevgilim." dedi tedirgin bir sesle. "Sevgilim duymadın mı? İyi misin?"

"On beş yıl." diye tekrarladım. Deniz'in gülen yüzü normal ifadesine dönerken koltuğa yavaşça kendimi bıraktım.

Deniz ciddileşen yüz ifadesiyle Uygar'a döndü. "Bizi biraz yalnız bırakır mısın?"

Uygar Deniz'i dinledi ve arkasına dönerek mutfağa doğru ilerledi.

"Ada." dedi Deniz yanıma otururken. "Sevgilim iyi misin?" Aynı soruyu ben Deniz'e sorduğumda cevap verememişti. Şimdi o bana soruyordu ve ben hiçbir şey söyleyemiyordum. Kelimler boğazıma dizilmişti. İyi değildim, hiç iyi değildim ve Deniz'i üzmemek için bunu dile getirmek istemiyordum. "Güzelim. Bi'tanem benim. Cevap ver bana hadi. İyi misin?"

"Dışarıya çıkalım mı?" dedim sorusunu görmezden gelerek. "Hava çok güzel." Hızla ayağa kalktım ve salonda oradan oraya yürümeye başladım. "Hava çok güzel, dışarıya çıkalım biz. Çiftliğe gidelim mi? Atlara bakarız. Yağmur da durdu. Bence atları sevebiliriz. Olmaz mı? Yoksa kahvaltı mı yapalım önce? Kahvaltı yapalım değil mi? Çocuklar burada çünkü. Acıkmıştır onlar. Ülkü abla hazırlıyordu. Ben en iyisi yardıma gideyim. Ama benim midem bulandı mutfakta. Midem bulandı ve kustum. Kusmak istemiyorum."

Deniz beni kollarımdan tutup kendine çevirdiğinde yanaklarımdaki ıslaklığı yeni fark etmiştim. "Ada kendine gel."

"Kendimdeyim." dedim ama değildim. İçimde kara bir delik oluşmuştu. Sanki ben bir hiçtim ve bunun farkına yeni varıyordum.

"Değilsin Ada. Gel." dedi beni koltuğa oturtup. "Sevindiğim nokta Melih'in tutuklanacak olması. Babanla ilgili değil."

"Biliyorum." dedim kuru bir sesle.

"Sorun ne o zaman?"

"Benim yüzümden babamın yaptığı seçimler ve o seçimler yüzünden hayatımızın mahvolmuş olması. Benim hayatım, senin hayatın, Savaş'ın hayatı, Melis'in hayatı. Şimdi de kendi hayatı. On beş yıl dedi Deniz. Haberi veren kız on beş yıl dedi. Ne hissedeceğimi bilmiyorum."

Deniz derin bir nefes alıp elimi tuttu. "Baban için üzgünüm." dedi sessizce.

"Ben de. Ama yaptıklarının sonuçlarına katlanacak. Cemre'yi geri getiremeyiz ama babam bunun bedelini ödemek zorunda. Tehditle de olsa Cemre'nin ölümüne sebep oldu. Melis hala bir kalp arıyor."

"O kötü bir baba değil Ada. Yaşadıkları yüzünden kötü şeyler yapmaya mecbur kalmış. Evet masum değil, tabii ki de cezasını çekecek. Ama baban olarak onu affedebilirsin."

"Bilmiyorum Deniz." dedim ve telefonumu çıkartıp dayımın numarasını açtım. "Kimse hiçbir şey bilmiyor. Dayıma, Güneş'e ve yengeme olanları anlatmam lazım. Daha Savaş'ı bulduğumu bile bilmiyorlar." Deniz yavaşça başını sallayıp beni onayladı. "Oysa ne düşlemiştim biliyor musun? Savaş'la beraber kapılarını çalıp, bakın size kimi getirdim demeyi düşlemiştim."

Deniz elini yanağına koyup alnımı öptü. "Bir gün o da olacak. İnan bana. Bunun olması için uğraşacağız beraber."

"Sen olmasan bu olanlarla nasıl mücadele ederdim ben?" dedim ve ekranıma bakıp dayımı aradım. Uzun süre çaldırmıştım ama açmamıştı, sanırım uyuyordu. Daha sonra aramayı düşünürken elim kapatma tuşuna gitti. Ama son anda duyduğum ses beni durdurmuştu.

"Ada." dedi dayım telaşlı, uykulu ve korku dolu bir sesle. "Ada kızım."

"Günaydın dayı." dedim dayımın aksine sakin bir sesle. "Uyandırdım mı?"

"Evet, uyuyordum kızım. Kötü bir şey mi oldu?"

"Yani bir şey oldu evet ama kötü değil. Bir şey anlatmam lazım."

"Korkmalı mıyım?"

"Hayır." Derin bir nefes verip cümlelerimi toparladım ve bir anda dile getirdim. "Dayı ben Savaş'ı ve babamı buldum."

Dayım kısa bir süre sessiz kaldığında geçirdiği şoku atlatmasını bekledim. "Nasıl?" dedi kekeleyerek. "Adacım doğru mu duyuyorum ben?"

"Evet dayı. Haberleri açar mısın? Babamın tutuklanma haberini gösteriyorlar."

"Tutuklanma mı?"

"Evet. Babam kendini ihbar etmiş. Tutuklandı, mahkemesi vardı bugün. On beş yıl ceza aldı."

Dayımın yataktan kalkıp yürüdüğünü duyabiliyordum. Telaşlıydı. Birkaç saniye sonra televizyon sesini duydum. "Kızım bütün bunlar ne ara oldu?"

"Önce Savaş'ı bulduk, sonra babamı. Bir sürü şey oldu."

"Ne diyeceğimi bilmiyorum Ada. Savaş nerede peki? Bu zamana kadar neredeymiş? Nasıl buldun onu?"

"Savaş'ı Melih Karahan almış dayı. Karşılığında da bana ölen oğlunun kalbini vermiş. Babam benim yüzümden Savaş'ı vermek zorunda kalmış."

"Kızım dur, dur yetişemiyorum anlattıklarına. Savaş Melih'in yanında mıymış yani? Siz nasıl öğrendiniz bunu? Savaş öğrendi mi gerçeği? Bu zamana kadar neden anlatmadın?"

"Dayı o kadar uzun ki anlatmak, şu an sadece Savaş'ın her şeyi bildiğini ama beni kabul etmediğini bilmen yeterli. Bu zamana kadar anlatamadım çünkü Savaş'la size gelip sürpriz yapmak istiyordum. Tabii onun beni istemeyeceğini bilmiyordum."

"Sen onun kardeşisin. Ne demek seni istemiyor?"

"Benim kalbim yüzünden babam onu verdiği için. Uzun hikaye."

"E haberlerde Melih'in de tutuklanacağını söylüyorlar."

"Soruşturma yürütülüyordu ya Melih hakkında. Babam tutuklanınca bildiği her şeyi anlatmış. Tutuklu yargılanacak. Tabii yakalanırsa. 164 yılla cezalandırıldı."

"İyi misin peki kızım sen? İstanbul'a gelelim mi? Savaş'la konuşurum."

"İyiyim dayı. Yok hiç kalkıp da gelmeyin boş yere. Savaş'ın zaman ihtiyacı var. Düzelir, yani ben öyle umuyorum."

"Güneş peki? Yani anlatmamız lazım ona da."

"Ben arayacağım onu dayı. Her şeyi detaylıca anlatacağım. Belki ben gelirim Aydın'a. Bilmiyorum."

"Tamam kızım. Beni habersiz bırakma. Bir şey olursa hemen haber ver."

"Tamam dayı. Daha sonra arar bütün detayları anlatırım sana da. Sizi çok seviyorum."

"Biz de seni seviyoruz canım kızım benim."

Telefonu kapattım, Deniz bana sıkıca sarıldı. "Sevgilim. Bak yanındayım. İyi olacak her şey. Eğer istersen adliyeye gidelim. İster misin?"

Başımı iki yana salladım. "Çok yoruldum Deniz. Hiçbir şeye yetişemiyorum. Hani sen dedin ya her şeyi kontrol altında tutmaya çalışmaktan sıkıldım diye. Ben de hiçbir şeyi kontrol altında tutamamaktan sıkıldım, yoruldum."

"Tamam, gel şöyle." dedi başımı göğsüne bastırıp. Ardından koltuğa yaslandı, kolumu ona sardım. "Zamana bırakacağız. Ne yapsak ne etsek bu olanları değiştiremeyiz. Üzülme bak ben yanındayım."

"Ailen beni istemeyecek." dedim. "Haklılar. Kim olsa istemez."

"Seninle ailemin kararıyla sevgili olmadım ki senden onların isteğiyle ayrılayım. Sence onların söylediklerinin bir önemi var mı?"

"İnsanın ailesinin olmaması ne demek iyi biliyorum Deniz. Neyi göze aldığının farkındasın değil mi? Belki de seninle bir daha görüşmeyecekler. Son söylediklerini baban affetmeyebilir."

"Affetmesin. Ben de onları affetmeyeceğim. Ne olacağını zaman gösterecek. Üzülme ne olur. Endişelenme de."

Yavaşça göz kapaklarımı kapattım ve birkaç saniye Deniz'in kokusunu içime çekip tekrardan gözlerimi açtım. O sırada Uygar içeriye geldi. "Avukat aradı." dedi düz bir sesle. "Olanları anlattı. Duruşmaya göre babanı direkt cezaevine göndereceklermiş." Deniz'in kazağına doğru akan gözyaşımı sildim ve bir şey söylemeden başımı salladım. "Sosyal medya çalkalanıyor. Melih için atılmış binlerce tweet var. Herkes bir an önce bulunup ceza çekmesini bekliyor."

"Ya bulamazlarsa onu?" dedim. "Kaçmayı başarırsa? Yurt dışına da kaçabilir."

"Havaalanlarına da haber gitmiş. Karayolları da haberdar, avukat söyledi."

"Bu adamın kendi özel uçağı da var." dedi Deniz. "Onunla da kaçabilir. Tekneleri var, onlara bakmışlar mı?"

"Uçağı ve tekneleri olduğu yerdeymiş hala. Ama başka birinin uçağı ya da teknesiyle gidebilir. Neyse biz yine de olumsuz düşünmeyelim. O Melih denen orospu çocuğu eninde sonunda o deliğe girecek."

"Kahvaltı hazır." dedi Melis salon girişinden kafasını uzatıp. "Gelin hadi."

Yavaşça olduğumuz yerden kalkıp mutfağa gittik. Midem o kadar bulanıyordu ki her şey çok güzel göründüğü halde hiçbir şey yiyememiştim. Tek istediğim uyumaktı ama önce Selay'a gitmek istiyordum.

"Ben adliyeye gideceğim." dedi Deniz masadan kalkarken. "Orada yapmam gerekenler var. Tekrardan ifade vereceğim. Ada sen evde kal."

Su içtiğim bardağı yavaşça masaya bıraktım. "Selay'a gitmek istiyorum." dedim. "Ona ihtiyacım var."

Deniz sandalyemin arkasına geldi ve ellerini omzuma koyup yanağımı öptü. "Tamam." dedi sessizce. "Kerem seni bıraksın."

Başımı salladım. Deniz ve Uygar çıkmıştı. Yukarı çıkıp üzerimi değiştirdim ve çocuklarla vedalaşıp evden çıktım. Kerem arabanın yanında beni bekliyordu.

"Selay'a gideceğim Kerem. Götürür müsün beni?"

"Deniz Bey söyledi Ada. Hadi geç." dedi arabanın kapısını açıp. Arabaya bindim ve başımı geriye attım. "Selay'dan önce hastaneye gitmek istiyorum. Ama Denizlerin hastanesine değil."

"Bir sorun mu var?" dedi Kerem motoru çalıştırıp.

"Biraz başım dönüyor ve midem bulanıyor Kerem. Şimdi Denizlerin hastanesine gidersem Deniz'in kulağına gider. Boş yere telaşlanmasın. Zaten bir ton işi var. Sen beni bildiğin en yakın hastaneye götür ve ben aksini söyleyene kadar bu hastane meselesini kimseye söyleme."

"Tamam ama peki şimdi iyi misin?"

"İyiyim iyiyim. Birkaç ay önce yine böyle olmuştum. Kan değerlerim düşük çıkmıştı. İlaçlarımı kullanmadım. Muhtemelen yine aynısı oldu. Şimdi çok uykum var. Sen varınca beni uyandırırsın olur mu? Biraz uyuyacağım."

"Tamam." dedi Kerem. O sırada çoktan gözlerimi kapatmıştım.

*** 

Kerem seslendiğinde gözlerimi açtım. Uyuduğum uykudan hiçbir şey anlamamıştım, ne çabuk gelmiştik? "Geldik mi?" dedim pürüzlü bir sesle.

"Evet Ada geldik." Kerem hızla arabadan indi ve kapımı açıp koluma girdi. "İyi görünmüyorsun. Sana yardım edeyim."

Kerem'in yardımıyla arabadan indim. Randevum olmadığı için hastanenin acil servis kısmından girmiştik. Ben banka oturmuştum, Kerem de benim için sıra alıyordu. Deniz ve Uygar'ı merak ediyordum ama arayıp da önemli bir anı bölmek istemiyordum.

"Önünde beş kişi var." dedi Kerem yanıma geldiğinde.

Başımı salladım. "Tamam, ben hemen bir lavaboya gidip geleceğim."

"Tamam ben buradayım." dedi Kerem. Yavaşça yerimden kalktım ve okların gösterdiği yöne doğru ilerledim.

Hastane çok büyüktü ve gösterilene göre lavaboyu hala bulamamıştım. Yürüdükçe yürüyormuşum gibi geliyordu ve başım dönmeye başlamıştı. Hızımı azaltıp duvara tutunarak yürüme başlamışken daha fazla yürüyemeyeceğime karar verdim ve elimi alnıma götürüp bir süre durdum. Bacaklarım da titriyordu. Tansiyonum benimle oynamak için hiç güzel bir zaman seçmemişti. İçimden küçük bir lanet mırıldandım ve gücümü toplamaya çalıştım. Bir ses odağımı değiştirmişti. "Ada." dedi, sesi telaşlıydı. Ya da bana öyle geliyordu. Çünkü Savaş benim için telaşlanmazdı.

"Savaş." dedim şaşkınlıkla. "Burada ne işin var?"

"İyi misin?" dedi kolumu tutup ayakta durmama destek olurken. "Neden tek başınasın?" Kolumda hissettiğim eli içimi sıcacık yapmıştı. Kardeşlik bağı içimin bütün hücrelerini yoklarken Savaş'ın benim hissettiklerimi hissetmediğini hatırlayınca içim sızladı.

"İyiyim. Adliye, Deniz adliyeye gitti de."

"Yüzün neden bembeyaz? Ada iyi görünmüyorsun."

"İyiyim. Lavaboya gideceğim."

"Tamam, gel bu tarafta." dedi ve koluma girip beni yürütmeye başladı.

"Bana neden yardım ediyorsun?" dedim merakla.

"Soru sorma." dedi düz bir sesle. Sinirli ya da öfkeli değildi.

Gülümsedim. "Bak beni istemiyorsun ama hayat bizi sürekli karşılaştırıyor." Bir şey dememişti. "Neden buradasın?"

"Mahkemeden isterler diye DNA testi yaptırıyorum. Onların çocuğu olmadığımı kanıtlamam lazım. Hiçbir hakim bizim anlattıklarımızı kanıt olarak kabul etmez. Kanıt oluşturuyorum ben de."

"Olanlardan haberin var mı?"

"Var. Dedem anlattı. Selçuk Dündar tutuklanmış. Mahkemeye çıkacakmış. Melih denen şerefsiz de aranıyormuş."

"Nerede peki biliyor musun?"

"Bilmiyorum Ada." dedi Savaş, lavaboya ulaşmıştık. Bana düşmanıymışım gibi davranmıyordu. Aksine vicdanlı ve merhametliydi. Gerçekleri öğrenmeden önceki gibi benimle sohbet ediyordu.

"Teşekkür ederim." dedim. "Lavaboya getirdiğin için yani."

Savaş sorun değil dercesine başını salladı. Ona ulaşmayacak olsa bile gülümsedim. Belki de beni kabullenmek için bir yol arıyordu, ona yardımcı olmak istiyordum. Kardeşim beni istemiyordu ve ben istemesi için çabalıyordum. Bu nasıl bir hayattı?

Lavaboya girip yüzümü yıkadım ve daha fazla oyalanmadan dışarıya çıktım. Savaş gitmemişti. Beni mi beklemişti?

"Hangi bölüme geldin Ada? Kaçıncı kattasın?"

"Randevusuz geldim, acildeyim. Bu kattayız."

"Aladağ Hastanesi'ne neden gitmedin? Randevusuz gitsen bile alırlardı seni. Ayrıca tek mi geldin buraya?"

"Boş ver." diye bir iç geçirdim. "Tek gelmedim. Deniz'in bir korumasıyla geldim."

Savaş yine cevap vermemiş, başını sallamıştı. Zaten bekleme yerine gelmiştik. Kerem beni görür görmez yanıma geldi ve beni Savaş'ın kolundan alıp koluma girdi. Sanırım tedirgin olmuştu. "Sorun yok Kerem." dedim. "Sıram geldi mi?"

"Bir kişi kaldı. Nerede kaldın?"

"Madem merak edecektin ne diye yanında değildin? Niye yalnız bıraktın?"

Kerem kolunu kaldırdı. Bir kargaşa çıkmasından korktum ve kolunu tuttum. "Kerem hadi sen beni götür. Savaş sana da teşekkür ederim tekrardan. Hadi Kerem." dedim muayene odalarına dönüp. Birkaç adım attığım sırada ekranda adım yazdı, hızlandım ve kendimi bir anda odaya attım.

"Merhaba." dedi doktor eliyle arkamdaki sedyeyi gösterirken. "Buyurun, ne şikayetiniz vardı?"

Yavaşça sedyeye oturdum. "Merhaba." dedim usulca. "Şiddetli mide bulantısıyla uyandım bu sabah. Ve başım çok dönüyor."

"Yediğiniz bir şey dokunmuş olabilir. Ya da uzun süre aç mı kaldınız?" Doktor sandalyesinden kalktı ve tansiyon ölçme aletini alıp yanıma geldi.

"En son dün öğleden sonra yemiştim. Onlar da her zaman yediğim şeylerdi."

"Önemli bir hastalığınız var mı peki? Böbrek ya da diğer organlarınızda?"

"Kalp nakli olmuştum küçükken. Ama onunla ilgili hiçbir sıkıntım olmadı bu zamana kadar."

"Tamam. O zaman buradan çıkınca koridorun sonuna gidip kan verir misiniz? Neyiniz varmış öğreniriz ve nasıl bir tedavi uygulayacağız ona bakarız."

"Olur." dedim.

"Tansiyonunuzu ölçeceğim şimdi. Ben söyleyene kadar konuşmamanız gerek." Başımı salladım. Doktor tansiyon ölçeri nabzımın üzerine koydu, yaklaşık bir dakika sonra da cihazı kolumun üzerinden çekti. "5'e 8. Çok düşük."

"Ne yapacağız peki?"

"Siz kan verin. Ben süreci hızlandıracağım."

"Tamam, teşekkür ederim." dedim ve odadan çıktım. Kerem de Savaş da kapıda bekliyordu.

"Ne dedi doktor?" dedi Savaş merakla.

"Bir şey demedi. Kan vermem gerekiyor. Şuradan vereceğim." dedim kan verme ünitesine ilerlerken.

Savaş da Kerem de peşimden geliyordu. "Ada keşke Deniz'in hastanesine gitseydin gerçekten. Şimdi sonuç bekleyeceksin. Hayır niye gitmedin hala anlamadım gerçi."

Cevap vermedim ve görevlinin yanına gidip dakikalar içinde kan verdim. "Ne zaman çıkar sonuç?" dedim merakla. "Doktor Hanım hızlandıracağını söylemişti ama."

"Ben hemen ilgileneceğim. Detaylı bir test istememiş zaten. Yarım saate çıkar sonuç."

"Teşekkür ederim." dedim odadan çıkıp.

Kerem de Savaş da merakla beni bekliyordu. Kerem'i anlıyordum ama Savaş neden benim için meraklanıyordu? Benim hakkımdaki düşüncelerini bilsem benim için endişelendiğini bile düşünürdüm. Ama endişelenmek bir yana Savaş benden nefret ediyordu.

"Sonuçlar yarım saate çıkar dedi." dedim ve acil kapısına yürüdüm. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Yapabildiğim tek şey sandalyeye oturup saati izlemekti. Saniyeleri kovalıyordum. Önemli bir şey olmadığına emindim ama yine de bir an önce öğrenip şuradan gitmek istiyordum. Selay'a ihtiyacım vardı. Deniz'in yanında tam olarak duygularımı belli edemiyordum. Babamın tutuklanması ve aldığı ceza beni tahmin ettiğimden daha çok üzmüştü. Bunu Selay'la paylaşmak istiyordum. Hem belki Can babamın avukatı olurdu.

Ben kara kara düşünürken Savaş da tam karşımdaki kolona yaslanmış zamanı bekliyordu. Acaba ne hissediyordu? İyi olmadığına emindim. Keşke böyle olmasaydı ve ben ona sarılabilseydim. Bana bundan daha güzel bir teselli ve destek veremezdi. Ama o bana zaten teselli ve destek vermek istemiyordu.

Ekranda tekrar ismim yandığında yavaşça kalktım ve odaya yürüdüm. Kapıyı çalıp odaya girdiğimde Savaş da hemen benim peşimden odaya girmişti. Doktor ne olduğunu anlamaya çalışan gözlerle baktı. "Sadece tek bir hasta alabiliyorum, sıranızı bekleyin." dedi Savaş'a.

"Hasta değilim Doktor Hanım. Hastanın yakınıyım. Bir sakıncası yoksa ona ne olduğunu öğrenmek istiyorum."

Doktor emin olmak için bana baktı, başımla onayladım. İçim kıpır kıpır olmuştu çünkü hastanın yakınıyım demişti. Hastanın yakınıyım. Bir cümle insanı ne kadar mutlu edebilirse o kadar mutlu olmuştum. Utanmasam sevinçten ağlayacaktım. Acaba zihnim bana oyun mu oynuyordu? Olmasını istediğim şeyleri mi görüyordum? Hastanın yakınıyım dediği yetmiyormuş gibi bir de bana ne olduğunu merak etmişti.

"Tamam buyurun o zaman." dedi doktor sandalyeleri gösterirken.

Savaş'la doktorun önündeki sandalyelere oturduk. Doktor o sırada ekranı inceliyordu. "Evet sonucunuz çıkmış. Bir bakalım." dedi kaşlarını çatıp. Gerilmişti ve benim de gerilmeme sebep olmuştu. Yine nasıl bir belaya düşmüştüm?

Doktorun gerilen yüzü saniyeler içinde normale dönmüş hatta yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşmişti. "Doktor Hanım. Ne oldu? Neyim var?"

"Çok sağlıklısınız. Korkmanız gereken bir şey yok." dedi gülümserken. Bir şeyler daha söyleyeceğini tahmin ettiğim için devamını bekledim. "Ada Hanım tebrikler. Bir bebeğiniz olacak."

Loading...
0%