@_kubraakyol
|
Bir bebeğiniz olacak. Doktorun söylediği cümle beynimin içinde dönüp dururken iki gözümden birden akan yaşları sildim. Bir bebeğimiz olacaktı. İçimde ikimize ait bir parça taşıyordum. Bir çocuk dünyaya getirecektim. Deniz ve ben aile olacaktık. Bir bebeği büyütecektik. Hastalandığında başında bekleyecek, düştüğünde yaralarını saracak, ağladığında gözyaşlarını silecek ve onu kocaman bir sevgiyle büyütecektik. İçimde onlarca farklı his vardı. İlk hissettiğim duygu, yüzüme de yayılan saf ve büyük mutluluktu. Bu mutluluğun yanında kaygılı ve korkuluydum da. Ona yetebilecek miydim? Mutsuz olduğunda fark edebilecek miydim? Fark edebilirsem ona yeterince yardımcı olabilecek miydim? Onu bu kadar kötü bir dünyadan koruyabilecek miydim? Kalbim yerinden çıkacakmışçasına atarken Savaş'a döndüm. ''Bizi Doktor Hanım'la yalnız bırakır mısın?'' Savaş ne söyleyeceğini bilemediği bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Benden daha şaşkın olduğunu hissedebiliyordum. Beni yargılayamazdı, hayatımda hiçbir yere sahip olmayacağını her seferinde belli etmişti ve bu yüzden onun hiçbir söz hakkı olamazdı. Gerçi aramıza yıllar girmemiş olsaydı bile bir şey söyleyemezdi. Deniz buna izin vermezdi. Ben ona çıkması için ısrarlı gözlerle bakarken yavaşça sandalyeden kalktı ve hızlı adımlarla odadan çıktı. ''Doktor Hanım.'' dedim tedirgin bir sesle. ''Bir yanlışlık olamaz değil mi?'' Doktor kaşlarını çattı ve telaşla beni izledi. ''Ada Hanım bir sorun mu var? İstenmeyen bir gebelik mi?'' Elimi hızla karnıma koydum ve telaşla başımı iki yana salladım. ''Hayır, hayır. Öyle bir şey değil. Bebeğimi istiyorum, çok istiyorum.'' İçimden bir of çektim ve derin bir nefes verdim. Deniz'le ilk kez beraber olalı sadece bir hafta olmuştu. Tamam hamile kalmam mümkündü ama bu kadar kısa sürede belirti göstermesi normal miydi? Ve ben bunu doktora nasıl söyleyecektim? ''Bir sorun yok ama şey. Yani nasıl desem? Henüz sadece bir hafta geçti. Bu kadar çabuk belirti göstermesi normal mi?'' Doktor anlamaya çalışırken daha açık nasıl anlatabileceğimi düşündüm ama neyse ki ben daha fazla düşünmeden beni anlamıştı. Yanaklarımın biraz da olsa kızardığını hissettim. ''Anladım.'' dedi doktor beni daha fazla utandırmamak için. ''Sorunuza gelelim. Aslında bu kadar çabuk belirti görülmüyor diğer gebeliklerde. Ama anlaşılan bu küçük yaramaz varlığını bir an önce öğrenmenizi istemiş ki böyle mide bulantınız başlamış." Gülümsedim. "Ve açıkçası bu işte bir uzman değilim. Bir kadın doğum uzmanına gitmenizde fayda var. O size daha detaylı bir bilgi verecektir.'' Derin bir nefes alıp sandalyeden kalktım. Elim hala karnımdaydı. "Teşekkür ederim Doktor Hanım. En kısa zamanda bir uzmana görüneceğim. Kolay gelsin." Doktor kocaman gülümsedi, ona karşılık ben de gülümsedim. "Teşekkürler Ada Hanım. İyi günler." Odadan çıktığımda Kerem telaşla yanıma geldi. "Neyin varmış Ada? İlaç verdi mi? "Bir şeyim yok Kerem. Bahsettiğim gibi kan değerlerim düşmüş biraz. O kadar. Ama şimdi bana biraz müsaade eder misin? Savaş'la konuşmam lazım." Kerem yan gözle Savaş'a bakıp ardından yine bana döndü. "Emin misin Ada? Bak şimdi yine canını sıkacak bir sürü şey söyleyecek." "Bir şey olursa hemen seni çağırırım Kerem. Onunla konuşmam lazım." "Tamam ben dışarıda bekliyorum o zaman. Kapının önündeyim." Elimi Kerem'in koluna uzattım ve ona dostça dokundum. "Tamam, hemen döneceğim." Kerem gittikten sonra hemen ilerideki bankta oturan Savaş'ın yanına gittim. Aslında ne konuşacağımı bilmiyordum ama ayaklarım beni buraya getirmişti. Ben ne diyeceğimi düşünürken ilk konuşan Savaş olmuştu. "Tebrik ederim." dedi sesindeki hafif gülümsemeyle. İkimiz de karşımızdaki duvarı izliyorduk. Ellerimi iki yanımdan oturduğum banka koydum ve bacaklarımı ileri geri sallamaya başladım. Sanırım çok heyecanlıydım. "Teşekkür ederim." dedim sessizce. "Savaş, bu aramızda kalsın. Olur mu?" Kabul edip etmeyeceğini bilmiyordum ve ondan ilk kez bir şey istemiştim. Umarım beni kırmaz diye düşünürken hiç bekletmeden cevap vermişti. "Deniz'in bebeğinizi istememe gibi bir durumu mu var? Neden gizliyorsun? Bu harika bir haber değil mi sizin için?" Gülümseyerek ona döndüm. Hala duvarı izliyordu. "Yok istemediğinden değil." dedim çekinerek. "Anladım. Sürpriz yapmak istiyorsun. Tamam, sırrın sen söyleyene kadar bende de sır olarak kalacak. Merak etme." Savaş'ın söylediklerini şaşkınlıkla kafamda oturtmaya çalışırken bir yandan da Deniz öğrendiğinde ne yapacak diye düşünüyordum. Mutlu olacaktı çünkü daha İtalya'dayken bile kendine benzeyen bir çocuğumuz olmasını istediğini söylemişti. Adı Toprak olan ve Deniz'e benzeyen bir bebek. Kumral, bal renginde gözleri olan, açık kahverengi saçlara sahip bir bebek. Benim bebeğim, Deniz'in bebeği. Sanırım heyecandan düşüp bayılacaktım. "Evet, sürpriz yapacağım." Savaş bir süre cevap vermeyince bir şeyler söylemem gerektiğini düşündüm. Çünkü şu an Savaş her ne kadar reddetse de ailemizle ilgili önemli bir şey yaşanıyordu. Muhtemelen babam duruşma salonuna gelmişti ve mahkemesi görülüyordu. Acaba Melih'le ilgili bir gelişme var mıydı? "Savaş." dedim mahcup bir sesle. "Ada." Aynı anda o da benim adımı söylemişti. Adımı sesinden duymak çok hoşuma gidiyordu. Keşke bir gün kardeşim dediğini de duysam diye düşündüm ama sanırım o günlere daha çok vardı. "İzin ver ben konuşayım." dedi sessizce. Bir şey demedim ve konuşmasına devam etmesini bekledim. "Ben çok düşündüm Ada. Dün gece ifade verdiğim andan beri düşünüyorum." Susmuştu, cümlelerini toparlamaya çalıştığını fark ettim. "Ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Seni, olanları, hiçbir şeyi. Neden hatırlamadığımı da bilmiyorum. Belki hatırlasam bu kadar büyük bir tepki vermezdim. Hatta tıpkı beni bulduğunda mutlu olman gibi ben de seni bulduğumda sevinirdim, bilmiyorum. Dedim ya çok düşündüm. Hasta olan sen değil de ben olsaydım ve babam seni verseydi sen beni suçlamazdın. Benim sana davrandığım gibi davranmazdın." Başımı çevirip ona baktım. Gözleri dolmuştu, bense çoktan ağlamaya başlamıştım. "Sanırım doğru söylüyorsun." dedim sessizce. "Dayım çok merhametli olduğumu söyler her zaman. Aynı şeyi deden de senin için söylüyor gerçi." Sanırım biraz da olsa laf sokmuştum ve bu durum gülümsememe sebep olmuştu. Savaş bana döndü, onun da yüzünde bir gülümseme vardı. "He yani ben vicdansızım öyle mi?" "Evet." dedim çekinmeden. "Benim gibi bir ikizin var, çok şanslısın ama farkında değilsin." "Neden hiç benzemiyoruz?" dedi merakla. "Ben babama benziyorum. Sen hem anneme hem babama benziyorsun." "Mavi gözlü müydü?" dedi. Annemden bahsediyordu ama anne diyemiyordu. "Evet." dedim. "Kız kardeşim de anneme benziyor." "Adı neydi?" dedi merakla. Gözlerine dolan yaşlar usulca yanağına süzülürken içim sızlamıştı. "Annemin mi? Leyla adı. Kardeşim de Güneş. Leyla gece demek ama annem hiç adı gibi değildi. Altın sarısı saçları, mavi gözleri vardı. Hasta olmasına rağmen etrafa her zaman neşe saçardı. Aydınlıktı." "Nasıl geçti peki? Yaşadıklarının acısı yani." "Geçmedi ki." dedim buruk bir gülümsemeyle. "Hiç pes etmedin mi? Milyarlarca insanın olduğu bir dünyada sadece küçüklük halini bildiğin birini ararken yorulmadın mı?" "Pes etmek mi? Seni düşünmediğim tek bir günüm bile olmadı. Bize geldiğinde mavi bir deniz kabuğu göstermiştim ya hani sana. Onu bana sen vermiştin. Babam seni götürürken de yanında götürmüştün. Ben o deniz kabuğunu da aradım. Onu bulursam seni de bulacaktım. Hep buna inandım. İnandığım şey de seni bana getirdi." "Bu yüzden mi mavi deniz kabuğu bir kolyen var?" Kolyeme dokunup gülümsedim ve başımla onayladım. "Deniz'in hediyesi." dedim sessizce. "Seni çok seviyor." dedi bir anda. ''Bunu sizi ilk kez yan yana gördüğümde de fark etmiştim. Sana bakarken-.'' ''Gözlerinin içi gülüyor.'' dedim Savaş'ın cümlesini tamamlayarak. Savaş beni başıyla onayladı ve soran gözlerle baktı. ''Ya sen? Seviyor musun onu?'' Heyecanla ellerimi kaldırıp tekrar kucağıma koydum. ''Benim hiçbir şeye gücüm yoktu. O ve ona ait her şey öyle güzeldi ki ben ilk defa bir yere ait olmak istedim. Onu sevmeye başladığım andan beri kalbimin orta yerinde rengarenk balonlarla yaşıyormuş gibi hissediyorum... Cevabım yeterli oldu mu?'' dedim gülümseyerek. ''Oldu oldu.'' dedi benim gibi gülerek. ''Nasıl oldu peki? Nasıl aşık oldun?'' ''Bir anda. Böyle önümü asla göremediğim, yarınımı tahmin bile edemediğim karanlık bir yol uzanmıştı önümde. O karanlık yolda onun bana gülümseyen yüzü benim fenerim oldu Savaş. Hiç beklemediğim bir anda hayatıma girdi ve bana yaşıyorum dedirtti. Yaşıyor olmak başka, yaşadığını hissetmek başka. Ben onunla yaşadığımı hissediyorum.'' ''Korkmadın mı peki hayatını öğrendikten sonra? Sonuçta pek de tekin bir hayatı yok.'' ''Aşk korkakları sevmez. Cesur olman lazım... Senin hayatında biri var mı?'' ''Aşk işlerine ayıracak vaktim olmadı. Bir şey sorabilir miyim?'' ''Evet.'' dedim başımı ona çevirip. O da bana bakıyordu. ''Doğum günün yani doğum günümüz ne zaman?'' Yanlış mı yorumluyordum bilmiyordum ama gözlerinde bir heyecan vardı. Meraklı ve telaşlıydı. ''14 Ocak 1997.'' dedim buruk bir gülümsemeyle. Kendime ne kadar üzülüyorsam Savaş'a da o kadar üzülüyordum. Kendi hayatına dair hiçbir şey bilmiyordu. Bir insanın doğduğu günü bilmemesi ne demekti hiç bilmiyordum. ''Kış çocuğuyuz yani.'' dedi ve gülümsedi. Başımla onayladım. ''Nasıl bir hayatın vardı? Yani İngiltere'deyken. Her şeyden uzak olmak zor değil miydi? Sana bakan kadın nasıl davranıyordu?'' ''Zor değildi. Orada olmayı daha çok seviyordum. Babamla yani Melih'le anlaşmak benim için bir azaptı. Hiçbir fikrimiz uymuyordu. Özgür desen düşmanım gibiydi. Basit bir kardeşlik kıskançlığı zannediyordum. Meğer bilmediğim ne çok şey varmış... Bana bakın kadın, teyzem diye bildiğim kadın yani. İyi biriydi, hiçbir kötü sözü ya da davranışı olmadı.'' ''Peki ailem Türkiye'deyken ben neden İngiltere'de yaşıyorum diye sorgulamadın mı?'' ''Eğitiminin daha iyi olması için diyorlardı. İlk başlarda garipsiyordum ama ailemle anlaşamadığımı fark edince önemsememeye başladım. Takmıyordum yani. Sevdiğim ve anlaştığım tek kişi dedemdi. Sadece onu görmeye geliyordum.'' ''Melih'in karısı, annen bildiğin kadın nasıl davranıyordu sana?'' ''Kendi halinde biriydi. Melih'in yaptığı şeylerden bile haberi yoktu. Mutsuzdu, odasından hiç çıkmazdı. Öyle kabullenmiştim onu." "Yaşanan her şey için çok üzgünüm." dedim mahcup bir sesle. Hiçbir şey yapmadığım halde yaşadığım bu suçluluk duygusu beni öldürecekti. "Senin hayatın nasıldı? Yani o günden sonra ne oldu?" "Zordu." dedim hiç düşünmeden. "Çok zordu. Aydın'da büyüdük. Kardeşim ve beni dayımla yengem büyüttü. Çocukları yok, bizi kendi çocukları gibi severler. Onların sayesinde hayata tutunduk. Eğer dayım olmasaydı her şey çok daha zor olurdu." "Güneş kaç yaşında? Ve ne yapıyor? Okula devam ediyor mu?" "Güneş 19 yaşında. Üniversitede ikinci yılına geçti bu yıl. Diş Hekimliği okuyor. Dayım ve yengem de diş hekimi." "Dedem bahsetmişti, sen de mimarmışsın." "Aslında henüz değilim. Vermem gereken bir ders var. Bu yıl o ders için okula gidiyorum. Sene sonunda mezun olacağım. Peki sen ne okudun?" "İşletme Yönetimi mezunuyum. Dedem şirketin yöneticiliğini yapmamı istiyordu. Onun izinden gittim ben de." "Anladım." dedim başımı sallarken. "Öldükten sonra yani şey." dedi ne diyeceğini bilemeyen bir sesle. Annemizden bahsediyordu. "Annem mi?" "Evet. Ne oldu ondan sonra?" "Annem, babamın seni götürdüğü gece intihar etti. Ne olduğunu anlayamamıştım. Saatlerce annemi izlediğimi hatırlıyorum. Sonra dayım geldi. Ardından da ambulans falan. Apar topar Aydın'a gittik. Önde dayım ve biz. Arkamızda da annemin tabutunun olduğu bir cenaze arabası." "Mezarı Aydın'da mı?" "Evet. Dayım Bursa'ya gömülmesini istememişti." "Az önce saatlerce annemi izlediğimi hatırlıyorum dedin." Acı bir tebessümle kıvrılan dudaklarım hangi kelimeyle şekillenecek hiç bilmiyordum. Bildiğim tek şey karşımdaki ikiz kardeşimken onu tanımaya çalışmanın canımı çok yaktığıydı. Kendi canımdan olan birini tanımaya çalışıyordum. Kendi canımdan olan biri beni tanımaya çalışıyordu. Bizden çok şey çalınmıştı. Bütün çocukluğumuz, gençliğimiz. Hepsinin bedelini ödetmek istiyordum ama tüm bunlarla uğraşacak gücüm hiç yoktu. "Babam seni götürdükten sonra annem yatak odasına gitmişti. Güneş'le salonda yalnızdım. Annem uzun süre gelmemişti. Seni sormak için yanına gittim. Çoktan ölmüştü." "Yani sen-" "Evet. Annem ölmüştü ve ben onu gördüm. Bir ip vardı boynunda. Kurtaramadım onu. Belki hemen peşinden gitsem kurtarırdım. Geç kalmıştım. O görüntü hiç gitmiyor biliyor musun? Sürekli kabus görüyorum. Hep aynı kabus. Güneş'in yanından kalkıp yatak odasına gidiyorum. Bakıyorum annem kendini asmış, uyanmıyor. Ağlamaya başlıyorum. Ağlarken de uyanıyorum. Sonra ertesi gün yine aynı. Bazen farklı rüyalar da görüyorum ama. Mesela kapıyı açtığımda annem yatağında oluyor ve beni görür görmez kalkıp bana sarılıyor. Öpücüklere boğuyor beni. Öyle rüyalardan sonra uyanınca daha kötü oluyorum biliyor musun? Olmayan ve olmayacak olan bir şey benim canımı daha çok yakıyor. Annem beni hiç beklemeyecek mesela. Beni görünce bana heyecanla sarılmayacak. İşte böyle sadece rüyalarımda. Annem şimdi huzurludur bence. Seni buldum çünkü. Ama ben çok korkuyorum." Derin bir nefes alıp elimi karnıma koydum. "Çok korkuyorum çünkü ben nasıl anne olunur bilmiyorum. Ya ben de çocuğumun canını yakarsam? Ya ona büyük bir acı ve travma bırakırsam? Çözümü kaçmakta bulup onu yalnız bırakırsam? Ya ardımda bıraktıklarımın farkında olmayacak kadar çaresiz kalırsam?" Savaş yüzünü bana çevirdi. "Sen çok güçlüsün Ada. Çocuğun dünyanın en şanslı çocuğu olacak. Onu çok seven annesi ve babası olacak. Anne olmak için bir rehbere ihtiyacın yok. Kalbinin sesini dinle yeter. Çünkü sen üzüleceğini bilsen de kalbinin sesini dinliyorsun ve kalbinin sesi etrafında olan her şeyi aydınlatıyor." "Teşekkür ederim." Savaş'ın söyledikleri beni biraz da olsa rahatlatmıştı. Onunla sohbet etmek çok güzeldi. Tamam hala kardeş gibi değildik ama beni dinlemesi, acımı paylaşması, bana destek olması içimi sıcacık yapmıştı. Bugün yaşananların bizim kardeşliğimizin temelini oluşturan ilk adımlar olmasını umdum. Çünkü ben olanlara ve söylediklerine rağmen Savaş'la düşman değil kardeş olmak istiyordum. "Ben artık kalksam iyi olur. Arkadaşıma gideceğim." dedim kalkamaya hazırlanırken. "Tamam." dedi Savaş buruk bir gülümsemeyle. "Dikkatli ol." "Sen de." dedim yanağımdan akan yaşı silerken. Ardından yavaşça kalktım ve çıkışa doğru yürüdüm. "Ada." Savaş adımı seslenince olduğum yerde durup ona doğru dönmüştüm. Bu şartlarda olmasak nasıl bir kardeş ilişkimiz olurdu diye düşündüm. Onun beni hiç üzmediği, sürekli şakalar yaptığı, beni bütün tehlikelerden koruduğu bir kardeş ilişkimiz olurdu. Hatta şimdi dayı olacağı için havalara uçma ihtimali bile vardı. Ama ne yazık ki biz o kadar farklı noktalardaydık ki şimdi bana yedi kat el kadar uzaktı. Düşüncelerim gözyaşlarına dönüştüğünde bana doğru yürüdüğünü fark ettim. O da ağlıyordu ve sanırım söylemek istediği bir şeyler vardı. ''Ada.'' dedi tekrar, tam karşıma geldiğinde. ''Dur.'' Merakla ne söyleyeceğini bekledim ama beni bir şey söylemek için durdurmamıştı. Beni, bana sarılmak için durdurmuştu. Ve benim içimdeki karanlığa birden güneş doğmuştu. Önümde artık kapkara gece değil masmavi bir gökyüzü vardı. Kardeşim bana sarılmıştı. Her nefes aldığımda içimi yakan o keskin acı şimdi yerini tarifi olmayan bir heyecana ve uçsuz bucaksız bir mutluluğa bırakmıştı. Sanki içimde dünyanın en güzel duygularından oluşmuş bir şenlik vardı. Savaş bana sarılmıştı. Sanırım hayal görüyordum, olmasını istediğim şeylerin hayalini görüyordum. Çünkü Savaş o kadar yıkıcı sözlerden sonra bir anda gelip bana böyle sarılamazdı. Ya da sarılır mıydı? Öfkesi bu kadar çabuk diner miydi? Daha dün akşam söylediklerinden sonra kararını hemen değiştirebilir miydi? Babamdan ve benden nefret ederken duyguları bu kadar çabuk değişebilir miydi? Hareket etmeyi akıl ettiğimde kollarım iki yandan aşağı sarkıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum, sanırım şoka girmiştim. Hareket etmek bir yana hiçbir şey söyleyemiyordum bile. Sanki biri beni olduğum yerden almıştı ve hiç ait olmadığım bir yere koymuştu. Kendimi başkasının dublörü gibi hissediyordum. "Savaş." dedim boğazımdan bir hıçkırık dökülürken. Kollarım hala iki yanımda hareketsiz duruyordu. "Tüm söylediklerim öfkeyle ağzımdan çıkan şeylerdi. Seni olanlar yüzünden suçladığım için beni affedebilir misin?" İki gözümden de aynı anda yaşlar süzülürken boğazımdan boğuk bir hıçkırık daha döküldü. "Dedim ya, çok düşündüm. Senin suçun değil hiçbiri. Hasta doğman, annenin intihar etmesi, Selçuk'un beni götürüp Melih'e vermesi. Sonrasında yaşanan daha bir sürü olay. Sen aramızda en masum olansın. Ben seninle tıpkı senin de hayalini kurduğun gibi kardeş olmak istiyorum Ada. Ama onu affedemem. Selçuk denen adamı affedemem." "Savaş." dedim tekrardan ve nihayet kollarımı kaldırıp Savaş'a sarıldım. Yüzüm omzuna gömülmüştü, bana sıkı sıkı sarılıyordu. "Beni affedecek misin?" "Affederim." dedim hıçkıra hıçkıra ağlarken. "Affederim." Ben de ona sımsıkı sarılmıştım. "Savaş ben seni çok özledim. Ben seni o kadar özledim ki ömrüm boyunca bu anın hayalini kurdum. Sana sarılmanın hayalini kurdum senelerce. Şimdi ne hissedeceğimi bilmiyorum, ne söyleyeceğimi de bilmiyorum... Hep yalnızdım ben, eksiktim. Canımın diğer yarısı yoktu. Hep seni aradım." "Artık yalnız değilsin." dedi. Hala sarılıyorduk. "Artık ben varım. Bundan sonra hayatının her anında yanında olacağım. Birbirimize tutunacağız. Seni kimsenin üzmesine izin vermeyeceğim. Güneş'i de kimsenin üzmesine izin vermeyeceğim. Duydun mu? Geride kaldı her şey. Gözlerinden tek damla yaş bile akmayacak." Biraz durdu ve düşündü. "Mutluluktan ağlayabilirsin ama." Sesindeki gülümsemeyi hissedebiliyordum. "Şu anki gibi mi?" dedim gülümserken. Ve bedenimi ondan ayırdım. Savaş'ın da gözlerinde yaşlar doluydu. Buna rağmen yüzünde büyük bir gülümseme vardı. "Kendimi yabancı hissettiğim insanların yanında büyüdüm. Hep yalnız hissediyordum. Meğer siz yoksunuz diyeymiş. Kimsem yok zannederken şimdi ikiz kardeşim oldu. Bir de kız kardeşim oldu." dedi eliyle karnıma hafifçe iki kez vurarak. "Üstelik dayı oluyorum." Kocaman gülerken bir yandan da ellerimin tersiyle yanağımdan akan yaşları siliyordum. "Bize bunu yaşatan herkes bedelini ödeyecek. Ayrı kalmamıza sebep olan herkesi öldürmek istiyorum... O Melih'i bulacağım. Bulduğum gibi de kendi ellerimle polise vereceğim." Kollarımı kaldırdım ve Savaş'a yine sarıldım. O benim kardeşimdi. İçimde taşıdığım on yedi yıllık hasreti şimdi ona sıkı sıkı sarılarak telafi etmeye çalışıyordum. Acılarımı hemen silmezdi belki ama kardeşime sarılmak beni iyileştirecekti. Onu da iyileştirecekti. Zaman geçtikçe bana daha çok alışacak, beni daha çok benimseyecekti. Tıpkı beş yaşındayken olduğu gibi beni çok sevecekti. Telefonumun çalmasıyla sarılmamı sonlandırdım ve arka cebimden telefonumu çıkarttım. Uygar arıyordu, bekletmeden açtım. "Efendim Uygar." dedim telaşla. Sanırım bir gelişme vardı. "Sevgilim benim." dedi Deniz. Kendi telefonu kırıldığı için beni Uygar'dan arıyordu ve sesi çok huzursuzdu. "Neredesin? Selay'da mısın?" "Şey, yoldayız daha. Varmadık. Siz ne yaptınız? Bir gelişme var mı?" "Bir şey söyleyeceğim ama sakin ol." "Ne? Ne oldu? Kötü bir şey mi oldu Deniz?" dedim telaşla. Kesin kötü bir şey olmuştu. "Kerem'e söyle seni hastaneye getirsin." "Ne hastanesi Deniz? Söyler misin lütfen, ne oldu?" Deniz bir süre düşündü ve sonra bir anda cümlelerini sıraladı. "Ada, adliye önünde çatışma çıktı. Baban araçtan indirilmişti, polislerle binaya yürüyordu." Ne duyduğumdan emin olmak istercesine dışarıdan gelen bütün seslere kulaklarımı kapattım. Deniz'in söylediklerini idrak etmeye çalışıyordum. "Ne?" dedim kekeleyerek. "Ne çatışması Deniz? Ne hastanesi? Birine bir şey mi oldu? Sen iyi misin?" "Ada çok üzgünüm." dedi yorgun bir sesle. "Baban çatışmada vuruldu." Kulaklarım çınlamaya, başım da dönmeye başlamıştı. Hayır bu kadarı olamazdı, bunu da yaşayamazdım. Tam her şey yoluna girmişken, tam hayatımdaki eksikler bir bir tamamlanıyorken yine kimseyi kaybedemezdim. Dağılamazdık. İnanmak istemiyordum. Kalbim sıkışıyordu. "Korkacak bir şey yok, telaşlanma. Şu an ameliyathanede. Durumu iyi." Elimi kalbime koyup bir oh çektim. "Kim yaptı Deniz? Bir de adliye önünde. Bu nasıl cesaret?" "Yakınlardan bir yerden geldi kurşunlar. Melih yaptırmıştır. Hala bulunamadı." "Tamam, ben Kerem'e söylerim. Hastaneye geliyorum." Deniz derin bir nefes verdi. "Dikkat et Ada. Seni çok seviyorum." dedi ve bir şey söylememi beklemeden telefonu kapattı. Savaş soran gözlerle bana bakarken kısa bir nefes aldım. Ne tepki vereceğini merak ediyordum, muhtemelen umurunda bile olmayacaktı ama yine de söylemem gerekiyordu. "Babam vurulmuş." dedim gözlerimi kaçırırken. "Hastaneye gitmem gerekiyor." Savaş bana bir asır gibi gelen süre boyunca düşündü. "Gelmemi ister misin?" Kalbimdeki endişe, telaş ve korku yerini sıcacık bir duyguya bırakırken Savaş'a bir gülümseme gönderdim. "Hadi o zaman geç kalmayalım." Apar topar dışarı çıkmıştık. Hiç beklemeden arabaya atladım, Savaş da hemen arkamızda bizi takip ediyordu. "Ne olmuş Ada? Neden hastaneye gidiyoruz?" "Babam vurulmuş Kerem. Acele etmen lazım." Kerem yan gözle bana bakıp hemen ardından bakışlarını tekrar yola çevirdi. "Offf nasıl ya? Nerede vurulmuş? Nasıl olmuş?" "Adliye önünde olmuş." dedim ve radyoyu açtım. Haberleri dinlesem iyi olacaktı. Çeken bir radyo frekansı yakaladığımda sesi açtım. "... bir polis memurunun da yaralandığı çatışmada Selçuk Dündar yaralı olarak hastaneye kaldırıldı." Bir elimle ağzımı kapattım. "İnanamıyorum." dedim. "İnanamıyorum. Kerem duydun mu?" "Adliye önündeki meraklı bekleyiş devam ediyor. Gözler, soruşturmayı başından beri takip eden İlker savcının üzerinde. Olayla ilgili henüz net bir açıklama yapmasa da herkes bu saldırının arkasında Melih Karahan'ın olduğunu düşünüyor. Unutmadan söylemek istiyorum, Melih Karahan hala bulunamadı." "Orospu çocuğu." dedi Kerem direksiyona avucunu sertçe vurarak. "Allah'ın belası geberemedi gitti. Kim bilir hangi delikte saklanıyor." "Bu adamı durduracak hiçbir şey yok mu?" dedim gözlerimden akan yaşları silerken. "Kerem inanamıyorum. Polis memurunu vurmuşlar." "Vicdansız pislik. Allah'ın cezası. Böyle bir şey yapacağını tahmin etmeleri lazımdı ama. Ah ulan elime verseler tek kurşunla öldürürüm onu. Aşağılık herif." Kerem'e cevap vermedim ve telefonumdan çıkan haberlere bakmaya başladım. Bir sürü başlık vardı ve o başlıkların altında herkes Melih'e küfürler ve hakaretler yağdırmıştı. Bu kadar çok şeyin bu kadar kısa sürede yaşanması başımı fena halde döndürmüştü. Hiçbir şeye yetişemiyordum ama böyle her şeyin hızlı gelişmesi de bir yandan iyiydi çünkü tüm bu olanlardan bir an önce kurtulmak, Deniz ve bebeğimizle birlikte yepyeni, mutlu, güzel bir hayata başlamak istiyordum. Farkında olmadan elim karnıma gittiğinde Kerem bir şeyler mırıldandı. Anlamamıştım. ''Ne dedin Kerem? Duyamadım.'' ''Savaş diyorum. Ne anlattı? Seni üzecek bir şey söylediyse direkt Deniz Bey'e söyleyeceğim haberin olsun. Kardeşin falan dinlemem yani.'' Gülümsedim. ''Bu durumda bile beni güldürüyorsun Kerem.'' dedim ona bakarak. ''Kötü bir şey söylemedi. Aksine çok iyiydi. Sanırım her şeyin farkına vardı. Beni tanımaya çalışıyor.'' ''İyi iyi, öyleyse güzel. Ama yanlış bir şey yaparsa haberim olsun yoksa Deniz Bey'den önce ben dağıtırım yüzünü.'' Güldüm. ''Neyse.'' dedim. ''Bu adam nereye saklanıyor sence? Onu bulmamız lazım.'' 'Sen hiç bulaşma, polis arıyor zaten.'' İçimden derin bir off çektim. ''Sence Özgür de tutuklanacak mı?'' ''Üzgünüm ama hiç zannetmiyorum Ada. O Melih ne yapar ne eder oğlunu sıyırır bu işlerden. Tüm suçu üstlenir.'' ''Oooffffff. Ha siktir yani, yine de kurtulmuş sayılmıyoruz öyle mi?'' Kerem kaşlarını çatarak bana baktı. Yüzünde hafif bir gülümseme görmüştüm. "Ne oldu Kerem? Küfür edemez miyim?" Kerem daha da gülümsedi. ''Edersin edersin de bir sakin ol. Önce şu Melih soysuzu yakalansın da Özgür'ü sonra düşünürüz.'' Başımı sakince sallayıp cama yasladım ve yan aynadan arkamızdaki arabaya baktım. Savaş arayı açmamış, peşimizden geliyordu. Ne düşündüğünü merak ediyordum. Acaba sarıldığımızda ne hissetmişti? Beni hatırlayacak mıydı? Kaygılarımı ve üzüntülerimi bir kenara bırakıp bana sımsıkı sarıldığı anı düşündüm ve gözlerimi kapatıp uykuya daldım. *** ''Ada, geldik. Uyan hadi.'' Kerem'in seslenmesiyle gözlerimi araladım. Hastanenin önündeydik, kocaman harflerle yazılmış Aladağ Hastanesi yazısını görebiliyordum. Başımı camdan kaldırıp saçlarımı geriye atarak gözlerimi ovuşturdum. Sabırlı olmam gerekiyordu, her şey düzelecekti biliyordum. Hayatımızın üzerindeki kara bulutların dağılacağını, bundan sonra her şeyin istediğimiz gibi olacağını da biliyordum. Çünkü bebeğimiz bize iyi gelecekti. Kapımı açmaya çalışırken hemen yanımıza park eden arabaya baktım, gelen Savaş'tı ve saniyeler içinde arabadan inmişti. Onu daha fazla bekletmeden ben de arabadan indim ve yanına gittim. ''İstersen sen gelme.'' dedim belli belirsiz bir sesle. ''Yok geleceğim, senin için. İyi misin sen?'' ''Ben iyiyim. Ya sen?'' Savaş cevap vermedi ve koluma dokunup beni hastaneye doğru yönlendirdi. "Hadi gidelim." Kerem de diğer tarafımdaydı. Birkaç metre sonra hastaneye girmiştik. Savaş aşağıda kalmıştı. Bense beklemeden, hatta koşarak ameliyathane katına gittim. Deniz gergin bir halde sağa sola yürüyordu. Beni görünce olduğu yerde durup kollarını açtı. "Deniz." dedim ona koşup. Ardından kollarımı beline sardım ve ona sımsıkı sarıldım. "Aşkım." dedi saçlarımı öpmeden hemen önce. "Güzelim iyi misin?" Bana o kadar derin ve içten Aşkım demişti ki kollarından ayrılmayı hiç istememiştim. "İyiyim." dedim başımı sallayıp. "Nasıl oldu? Sana bir şey olmadı değil mi? Babam nasıl?" "Bana bir şey olmadı. Baban ameliyatta. Durumu kötü değil." "Polis memuru peki?" "O da iyi. Kötü bir şey olmadı merak etme." Deniz'le konuşmaya daldığımızda bir hemşire hızla ameliyathaneden çıktı ve koşmaya başladı. "Durun." dedim telaşla. "Babam nasıl? Kötü bir şey mi var? Neler oluyor?" "Kan lazım. Acil." "Hangi grup? Nedir kan grubu?" dedim tıpkı hemşire gibi telaşla. "0 rh+" "Tamam, tamam benden alın. Benim kan grubum bu. Benden alabilirsiniz." Hemşire bana yolu gösterdiğinde Deniz'e baktım. Endişeliydi. "Tamam buradan gidelim." dedi hemşire. Peşine takılmıştım. Birkaç metre sonra bir kan alma odasındaydık. Yatağa yattığımda hemen arkamızdan Deniz de geldi ve yatağın yanındaki sandalyeye oturdu. Hemşire damar yolu açarken Deniz serbest olan elimi iki eliyle tuttu ve yüzünü ellerimizin üzerine kapattı. Kan alma işlemi bitene kadar da öyle durmuştu. Yaklaşık 10 dakika süren işlemden sonra hemşire bir ünite kanı aldı ve dinlenmemi söyleyip bizi yalnız bıraktı. "Sevgilim." dedi Deniz. "Tenin çok solgun görünüyor. Sen iyi misin?" Eliyle alnımdan geriye doğru saçlarımı seviyordu. Yutkundum ve büyük bir nefes aldım. Zaten düşük olan tansiyonum kan verdikten sonra daha daha düşmüştü. "İyiyim." dedim dilimle dudaklarımı ıslatıp. "Kan verdim ya o yüzden oldu." Deniz uzanıp alnımı öptü. "Uyumak ister misin? Bütün gece uyumadın. Dinlenmen lazım." "Sana sarılıp uyumak istiyorum." dedim kedi gibi bir sesle. "Alt kata inelim. Orada normal hasta odaları var." dedi belli belirsiz gülerken. Ardından koluma girip kalkmama yardım etti. Zar zor da olsa yürüyebiliyordum. Acaba hamileyken kan vermek sağlıklı mıydı? Bunu neden düşünmemiştim? Ya bebeğimize bir şey olduysa düşüncesi içime yayıldığında alt kata çoktan gelmiştik. Deniz kapıyı kilitledi, beni yavaşça yatırdı ve arkama yatıp üzerimizi örttü. Bir kolunu belimin altından, bir kolunu belimin üzerinden sardığında elleri tam karnımın üzerine denk gelmişti ve avuç içlerinin sıcaklığı kalbimi de sıcacık yapmıştı. Dokunduğu yerde bebeğimiz vardı. Henüz çok minikti. Belki nokta kadar bile değildi ama vardı. Deniz baba olacaktı. Çocuğunun annesi olacaktım. Bu zamana kadar gerçekten mutlu olduğum anların sayısı çok azdı. Mesela üniversiteyi kazandığımda, Deniz bana evlenme teklifi ettiğinde, Deniz'le ilk kez beraber olduğumda ve en son Savaş'ı bulduğumda çok mutlu olmuştum. Ama bir bebeğimizin olacağının mutluluğu hepsinden daha güçlüydü. Daha derindi, daha huzurluydu. Ayaklarımı yerden kesecek kadar büyük bir duyguydu. Öğrendiğim ilk an yeteri kadar sevinemediğimi düşündüm. Sanırım Savaş yanımda olduğu için gerilmiştim. Şimdi sevincimi Deniz'in yanındayken daha iyi yaşıyordum. İçimde bir bebek büyüyecekti. İkimize ait bir parçayı büyütecektim. Sonra dünyaya gelecekti. Acaba kime benzeyecekti? Ona dünyanın en büyük sevgisini verme isteği içimde dolup taşıyordu. Sevdiğim adamın çocuğunu kucağıma alacaktım. Ona ninniler söyleyecek, masallar anlatacak, biraz büyüdüğünde onunla bir sürü oyunlar oynayacaktım. Her zor anlarında yanında olacaktım. O gülünce gülecek, ağlarsa da onunla ağlayacaktım. Elimi Deniz'in elinin üzerine koyduğumda Deniz'e ne zaman ve nasıl söyleyeceğimi düşündüm. Baba olmak hakkında ne düşündüğünü biliyordum. Baba olmak istiyordu, bir çocuğumuz olsun istiyordu. Bunu anlatırken bile gözlerinin içi gülmüştü. Öğrenince ne tepki vereceğini deli gibi merak ediyordum. Ansızın aklıma bir düşünce gelince ister istemez huzursuz olmuştum. Cemre Deniz'in bebeğini taşıdığı için hiç mi mutlu olmamıştı? Hiç mi sevinmemişti? Sevdiği adamın çocuğuna hamileydi, ona nasıl kıyabilmişti? Ölmesine nasıl karar vermişti? Deniz'e söylemeden bu kararı nasıl verebilmişti? Tamam Deniz'in hayatı tehlikeliydi, belki de korkmuştu. Ben de korkuyordum ama bu korku bebeğimi dünyaya getirme isteğimden daha baskın değildi. Deniz bizi korurdu. Bir yolunu bulurdu. Evet belki o bebek doğsaydı şu an Deniz ve ben olmazdık ama yine de yaptığı yanlıştı. "Doğru mu yaptım?" dedim sessize. Baş parmağımla karnımın üzerindeki elini okşuyordum. "Ne için?" dedi Deniz. Nefesi enseme değiyordu, içim karıncalanmıştı. "Babama kan vermem doğru muydu? Yani onu yaşatmaya yardımcı olmak, bilmiyorum Deniz." "Sevgilim. Güzel sevgilim. Sen doğru olanı yaptın. Eğer benim yüzümden rahatsızlık duyuyorsan o histen kurtul. Ben babanın ölmesini değil, onun ceza çekmesini istiyorum." Derin bir nefes verdim. "Kim yaptı bunu? Yakalandı mı?" "Yakalandı. Melih'in köpeklerinden biri yapmış. İtiraf etti. Polis Melih'in yerini öğrenmeye çalışıyordu en son." "Sence yakalanacak mı?" "Eninde sonunda olacak olan bu Ada. O adam hapsi boylayana kadar takip edeceğim bütün süreci." "Ben sana bir şey söyleyeceğim Deniz." "Söyle hayatım." "Ben Savaş'la karşılaştım." "Ne zaman? Nerede?" "Burada, aşağıda." dedim yalan söyleyerek. Gerçeği söylersem neden başka bir hastaneye gittiğimi sorgular ve hamile olduğumu öğrenirdi. Öğrenmesini istemiyordum. "Bu çocuk her defasında sizi istemediğini söylemiyor mu? Ne işi var burada? Ayrıca nasıl öğrendi bu olanları?" "Salih abi söylemiş olabilir. Bilemiyorum. Neyse bunlar önemli değil, beni dinle." "Tamam, bir şey dedi mi sana? Canını sıkacak bir şey yani?" "Savaş kardeş olmak istediğini söyledi Deniz. Beni suçladığı için af diledi. Bana sarıldı. İnanabiliyor musun? Bana sarıldı. Nasıl bir hayat geçirdiğimi sordu." Deniz bir süre düşünmüş olacak ki hiçbir şey söylememişti. "Nasıl yani? Söylediği onca şeyden sonra mı yaptı bunu?" "Evet. Yani ben de beklemiyordum. Ama bir sürü şey konuştuk. Artık yalnız olmadığımı, ayrı geçen tüm senelerimizi telafi etmek istediğini söyledi. Tabii bunlar ayaküstü konuştuğumuz şeyler. Oturup her şeyi detaylı ve düzgün konuşmamız lazım." "İstersen Salih abiyi ve Savaş'ı bize çağıralım. Olur mu? Dediğin gibi doğru düzgün konuşursunuz." "Olur." dedim sessizce. "Şimdi biraz uyumak istiyorum." Deniz arkamdan saçlarımı öptü. "Tamam canım. Ben buradayım, sen uyu." Gözlerimi kapattıktan sonra çok kısa ve çok sığ bir uykuya dalmıştım. Belki yirmi belki yirmi beş dakika anca uyumuştum. Neden bilmem, uyuyamıyordum. Sanırım babam ameliyatta olduğu için stres yapmıştım. Aynı zamanda heyecanlıydım da. İçim kıpır kıpırdı. "Deniz." dedim mırıldanır gibi. "Uyudun mu?" "Uyumadım Ada. Neden uyandın?" "Uyuyamadım çünkü. Aşağı inelim mi? Hava almak istiyorum." Deniz omzumun üzerinden bir nefes alıp boynumu öptü ve yavaşça yatakta doğrulup beni de kaldırdı. "Tamam, gel o zaman hadi." Deniz'in desteğiyle yataktan kalktım ve koluna girdim. Başım gerçekten çok dönüyordu. Bir an keşke kan vermeseydim diye düşündüm çünkü ondan sonra daha kötü olmuştum. "Ada sen gerçekten iyi görünmüyorsun." dedi aşağı indiğimizde. Bir banka oturmuş, önümde rüzgardan sallanan ağaçları izliyordum. Soğuk hava iyi gelmişti. "Sabah hiç doğru düzgün kahvaltı yapmadın. Bir de üstüne kan verince... Senin bol sıvı alman lazım. Nasıl akıl edemedim ben bunu? Sen bekle burada. Ben sana bir şeyler alıp geleceğim." "Tamam." dedim sessizce ve hastaneye girmesini izledim. Deniz'in hemen ardından Savaş gelmişti ve elinde bir bardak meyve suyu vardı. "Kan vermişsin." dedi yanıma oturup. "Sıvı tüketmen lazım ama o sağlıksız meyve sularından içmene gönlüm razı olmadı. Senin için taze meyvelerden yapılmış meyve suyu yaptırdım." Ona kocaman gülümsedim ve uzattığı bardağı alıp bir yudum içtim. "Teşekkür ederim." "Hamilesin Ada. Sağlıklı beslenmen ve stresli olmaman lazım. İki kişilik düşüneceğiz bundan sonra. Sahi Deniz'e ne zaman söyleyeceksin?" "Birkaç hafta sonra doğum günü. Doğum gününde söyleyeceğim." Savaş yavaşça başını salladı ve omzuma yaslandı. "Birbirimizi iyileştirmemiz mümkün mü sence?" "Bence olmazları oldurabiliriz." dedim gülümseyip. "Bundan sonra bizim için yepyeni bir hayat başlıyor." |
0% |