Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. Bölüm

@_kubraakyol

1 Kasım, Cuma

Gök gürültüsüyle gözlerimi araladım, şiddetli bir yağmur vardı ve rüzgar kulaklarımda ıslık sesi bırakıyordu. "Günaydın sevgilim." dedim uykulu bir sesle yatakta gerinirken. Deniz aynanın önünde kravatını bağlıyordu. "İşe mi gideceksin?"

Deniz sesimi duyar duymaz arkasına dönüp yanıma geldi ve günaydın öpücüğümü yanağıma bıraktı. "Günaydın güzelim." dedi ışıldayan gözleriyle. "Evet işe gideceğim. Ama sen evde kalıp dayın, yengen ve kardeşinle vakit geçireceksin."

Gülümsedim. "Nasıl ikna ettin onları? Hadi dayımı falan anladım. Güneş'e nasıl söyledin? Ve ben nasıl anlamadım?"

"Ee işte ben böyle çaktırmam hiçbir şeyi. Yoksa sürpriz olmazdı."

"Yani dün Melis'in bizi apar topar evden çıkartması da planlıydı öyle mi?"

"Evet. Onu kıramayıp çıkacağını biliyordum." dedi kocaman gülümsemesiyle.

Elimi uzatıp yanağına dokundum. "Her şey için çok teşekkür ederim. Her şeyi düşünüp ayarlamışsın. Eren ve Melis desen, onlara ayrı minnettarım. Harika bir gece geçirdim sayenizde."

"Daha bir sürü harika gecelerimiz olacak. Ayrıca ben sana teşekkür etmeyi yasaklamamış mıydım?"

"Tamam tamam sustum." dedim gülümsemem yüzümden silinirken. "Babamdan bir haber var mı?"

"Baban normal odaya alınmış. Amcamı aradım, o söyledi. Yarın taburcu olur diyor."

"Mahkemeye de yarın çıkar o zaman."

"Evet, büyük ihtimalle öyle olacak." dedi çekingen bir sesle. "Nöbetçi mahkemeye çıkarılır."

"Melih'ten haber var mı peki?"

"Hayır, hala aynı. Nereye girdiyse artık bulamıyorlar bir türlü."

"Anladım." dedim oflayarak. "Çocuklar uyandı mı?"

"Onlar sabah gittiler." dedi Deniz hiç beklemediğim bir şeyi söyleyerek. "Eren'in okula dönmesi gerekiyordu. Melis'in de biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı. Bir de sizi yalnız bırakmak istediler."

"Benimle vedalaşmadan mı gittiler?" dedim kırgın bir sesle. Daha doğru düzgün teşekkür bile edememiştim.

"Olsun yine gelirler." dedi Deniz yüzümü severken.

Başımı salladım. "Deniz." dedim, dikkatle beni dinliyordu. "Ailenle aranı düzeltmen gerekiyor. Eğer biraz daha böyle devam ederseniz kendimi suçlu hissetmeye devam edeceğim."

"Bir şekilde yoluna girer Ada. Ama şu an zamanı değil. Hiçbir şey için uğraşmak istemiyorum. Bir şeyler düzelsin diye uğraşan tek kişi olmak beni zannettiğimden daha çok yordu. Eğer çok istiyorlarsa sakince alırlar beni karşılarına konuşurlar. Senin hakkında tek bir laf ettirmem. Bunu bilmeleri gerekiyor."

"Ama biz evleneceğiz." dedim. "Bu şekilde nasıl olacak? Onların rızası olmadan mı olacak? Hem dayıma ne derim?"

Deniz içli bir nefes verdi. "Sen bunları düşünme. Dedim ya illa yoluna girer. Eninde sonunda bana hak verecekler."

"Umarım." dedim yatakta doğrulup. Ardından yanağını öptüm. "Ben duşa gireceğim. Kahvaltıda görüşürüz."

"Ben kalmayacağım. Acil şirkete gideceğim. Akşam görüşürüz artık."

Yüzümü buruşturdum. "O zaman seni geçireyim." Deniz gülümserken yataktan kalktım ve pijamalarımın üstüne bir hırka geçirdim.

"Sevgilim beni yolcu mu edecekmiş?" dedi ayağa kalkıp kolunu omzuma atarak.

"Edeceğim tabii."

Deniz yanağıma sesli ve büyük bir öpücük kondurduğunda odadan çoktan çıkmıştık. "Yağmur çok fena yağıyor. Üşütme sakın. Dikkat et, tamam mı?"

"Ederim sevgilim merak etme." dedi Deniz. Bir süre susmuştu. "Bu halini sevdim."

"Hangi halim? Ne oldu ki?" dedim tek kaşımı kaldırıp.

"Beni işe gönderiyorsun, hasta olmamam için tembihliyorsun ya. Bundan bahsediyorum işte."

"Seni yolcu ediyorum çünkü seninle geçirdiğim bu fazladan beş dakika benim ömrüme beş sene daha ekliyor. Ayrıca hasta olmanı istemiyorum. Tabii ki tembihleyeceğim."

Deniz bana doğru döndü ve yüzümün her yerinde gözlerini gezdirdi. "Bak seni yiyeceğim ama."

Kıkırdadım. "Geç kalacaksın hadi."

Deniz dış kapının arkasındaki dolaptan bir şemsiye alıp kapıyı açtı. Normalde çıkmayacaktım ama dışarıda Uygar'ı görünce Deniz'in kolunun altına saklandım ve ona selam vermek için Deniz'le beraber aynı şemsiyenin altında Uygar'ın yanına gittim. Selam vermek için camı açmıştı ve son sesle müzik dinliyordu.

"Yavrum alayım mı seni?" dedi Deniz'e bakıp göz kırparak. Sırıtıyordu.

Deniz gözlerini devirdi. "Oğlum herkes uyuyor, kıs sesini şunun."

"Aaa ben unuttum sahi çok pardon." dedi Uygar ses düğmesini çevirirken.

Deniz alayla güldü. "Sizin nesliniz tükenmedi mi?"

"Kimin nesli?"

"Son sesle müzik dinleyerek kız tavlayabileceğini düşünen tiplerin."

"Ha ha çok komiksin." dedi Uygar oflayarak.

''Neyse, sen niye geldin? Bir şey mi oldu?''

''Öyle bir uğrayıp işe gidecektim de sen de mi geliyorsun?''

''Evet. Bugün yeni satın alma müdürü adayımızla bir görüşme yapacağım.'' Nil'e ne olduğunu merak etmiştim ama yağmur yağdığı için pek de bu konu üzerinde durmamıştım. Nasıl olsa Deniz bana daha sonra anlatırdı.

''E iyi, gidelim o zaman. Ada da üşümesin daha fazla.'' dedi Uygar bana bakıp göz kırparak. Gök gürlemişti.

''Tamam o zaman.'' dedim. ''Size kolay gelsin. Ben bugün ailemle güzel mi güzel bir gün geçireceğim.''

''Görüşürüz Adacım.'' dedi Uygar, ardından camını kapatıp arabasını ileri sürdü.

Deniz'i şemsiyeyle arabasına kadar götürüp ona iyi günler öpücüğümü bahşettim ve daha fazla ıslanmamak için şemsiyeyle koşa koşa eve geri döndüm. İlk işim Güneş'in odasına gitmek olmuştu.

''Aaa hala uyuyor musun sen? Hiç özlememişsin beni, anlaşıldı.'' dedim penceresine doğru yürürken. Ardından perdeyi sonuna kadar açtım. ''Oysa bugün için planlarım vardı.'' Perdeyi açtıktan sonra yatağa döndüm. Güneş gözlerini açmamıştı ama yatakta hareket ediyordu. Yanına hızla gidip yanağını öpücüklere boğdum.

''Günaydın dünyanın en güzel ablası.'' dedi Güneş ışıl ışıl bakan gözlerle. Hemen yanına kıvrıldım ve tıpkı eski günlerdeki gibi başını göğsüme çektim.

''Günaydın canım.'' dedim ve bir öpücük de saçlarına bıraktım. ''İyi uyudun mu?''

''Gece mutluluktan uyuyamadım, yatakta döndüm durdum. Sen yanımdasın, abimi buldun, dayım bizimle, yengem bizimle. Daha ne isterim ki ben bu hayattan?''

''Daha yeni başladık Güneş. Yaşayacağımız bir sürü şey var. Hayattan isteyeceğin çok şey olacak.''

''Hmm.'' dedi Güneş düşünceli bir sesle. ''Peki sen istiyor musun hayattan bir şeyler? Hayalin ne?''

O an istediğim tek şeyin bebeğimi dünyaya getirmek olduğunu fark ettim. Deniz, ben ve çocuğumuz. Küçük bir aile ama büyük bir çevre. Dayısı, teyzesi, amcası, halası, manevi teyzeleri ve manevi amcası olan bir bebek. Kalabalık arkadaş ortamlarımızın neşe kaynağı olacak olan bir bebek. Kocaman, dolu dolu sevgilerle büyüyecekti. Onu bir an önce sağlıkla kucağıma almak istiyordum. Daha önceye gitsek Güneş'in sorusuna Savaş'ı bulmak derdim ama zaten ona kavuşmuştum. Şimdi hayattan sadece bebeğimi istiyordum. ''Hmm bundan sonra kardeşlerimden ayrılmamayı istiyorum hayattan.'' Güneş'e neden gerçeği söylemediğimi ya da söyleyemediğimi bilmiyordum. Sanırım kimsenin öğrenmesini istemiyordum. En azından Deniz öğrenene kadar gizli kalmalıydı. Hem Güneş dayanamaz, ağzından kaçırırdı. Belki Selay'a söyleyebilirdim.

''Ayrılmayacağız zaten abla. Bundan sonra üçümüz birbirimizi hiç bırakmayacağız... Sahi bugün için bir planım var demiştin.''

''Belki dışarı çıkar ve abinle buluşuruz. Ne dersin?''

''Çok güzel olur. Hadi kalk çabuk.'' dedi yatakta doğrulup beni de kaldırarak. ''Hadi hadi, hazırlan buluşalım hemen. Gezelim, yemek yiyelim ya da denize karşı oturup birbirimizle ilgili anıları öğrenelim.''

''Güneş dur yavaş. Önce kahvaltı yapalım. Yengem ve dayım uyanmadı hala.''

''Yaa abla hadi o zaman uyandıralım. Zaten akşam dönüyoruz, vakit kaybetmeyelim hadi.''

''Tamam tamam. Kime çektin bilmem ki. Ne bu acele?''

''Sana çektim kime çekeceğim başka?'' dedi kıkırdarken. Kapı koluna varmıştım.

Odadan çıkmak üzereyken vazgeçtim ve yavaş adımlarla Güneş'in yanına gittim. ''Ne oldu? Niye döndün?'' dedi sabırsız bir ifadeyle. Çok heyecanlıydı.

''Güneş, şey diyecektim. Yani ister misin bilmiyorum.''

''Neyi ister miyim?''

''Savaş kesinlikle kabul etmiyor ama ben belki sen istersin diye düşündüm.. Babam hastanede ve yarın mahkemesi var. Eğer görüşmek istersen ya da ne bileyim yüzleşmek istersen götürebilirim seni.''

Güneş babamın yaşıyor olduğunu ve onu bulmuş olduğumu yeni fark etmişçesine irileşen gözlerle bana baktı. Yüz ifadesi donmuştu. Ne hissettiğini tartmaya çalıştım ama anlaşılmıyordu. ''Sahi öyle biri vardı değil mi?'' dedi öfkeyle karışık huzursuz bir sesle.

''Güneş babamız tutuklanacak. Ve belki de seni bir daha göremeyecek. Yaptığı her şeyi bir kenara koy. Ondan nefret edebilirsin, hiçbir şey hissetmeyebilirsin. Ama bir düşün. Onu görmek sana hiçbir şey kaybettirmez.''

''Bilmiyorum abla.''

''Yani hiç mi kafanda soru işaretleri yok? Hiç mi neden diye sormak istemiyorsun? Hiç merak etmiyor musun?''

''Yani karşısına çıkıp yakasına yapışmak istiyorum doğru. Ama buna hazır mıyım bilmiyorum.''

''Bunca zaman ben de hazır olmayı bekledim ama inan bana hayat hiçbir zaman senin hazır olmanı beklemez. Hayatın belli planları vardır ve sen onlara ayak uydurursun. Bu hep böyledir. Hayat beklemez, zaman da beklemez. Önüne ne kattıysa sürükler. O yüzden sen sağlam durmalısın. Hayat seni sürüklemesin diye güçlü olmalısın. Güçlü olduğunda zaten her şeye hazırsındır. Yüzleşmeye, düşmeye, bir şeyleri kaybetmeye ya da kazanmaya, bir hedefe ulaşmaya her zaman kendini hazırlaman lazım. Ve ben inanıyorum ki benim güzel kardeşim bunların hepsinin üstesinden gelebilecek kadar güçlü ve her şeye hazır biri. Bak hem korkma, ne yaşanırsa yaşansın ben hep yanında olacağım. Abin de hep yanında olacak.''

Güneş bana sarıldı ve bir müddet öyle kaldı. ''Abla seni çok seviyorum.''

''Ben de seni çok seviyorum.'' dedim ve duygusallaşmaya yer vermeden kollarımı Güneş'ten ayırdım. ''Ben dayımlara bakacağım. Sen de oyalanma ve aşağı in.'' Çenesini tuttum ve başını sağa sola salladım.

''Tamam, aşağıda görüşürüz o zaman.''

''Görüşürüz.''

Güneş'in odasından çıktıktan sonra üzerimi değiştirdim ve dayımların kaldığı odanın kapısını tıklattım. ''Gir.'' dedi bir ses. Yengemdi.

Kapıyı açtım. ''Günaydın.'' dedim neşeyle. ''Uyandıysanız kahvaltı yapalım diyecektim. Dışarı çıkacağız da Güneş gecikmek istemiyor.''

''Günaydın kızım, dayın lavaboda. Birazdan ineriz.''

''Tamam görüşürüz aşağıda.'' dedim ve hızlı adımlarla mutfağa gidip kahvaltı için Ülkü ablaya yardım etmeye başladım. Dayım ve yengem benden iki dakika sonra inmişlerdi. Onların da yardımıyla masayı kurduk ve Güneş'in de gelmesiyle hep birlikte kahvaltımızı yaptık.

Kahvaltıdan sonra Güneş'le evden çıkmıştık. Dayım ve yengem evde kalmıştı. Dayım asla babamı görmek istemiyordu. Onunla konuşacağım tek bir kelime bile yok. demişti. Israr etmemiştim. Güneş'in gelmesi yeterdi.

''Nerede o şimdi?'' dedi Güneş, Kerem arabayı çoktan çalıştırmıştı.

"Hastanede. Deniz'in amcası yarın taburcu olacağını söylemiş."

"Ne konuşacağım ki onunla? Ne diyeceğim? Abimi neden verdin mi diyeceğim? Bütün soruların cevabını zaten biliyorum."

"İçinden ne geliyorsa onu söyleyebilirsin Güneş. Senin içinde bir şey kalmasını istemiyorum sadece."

"Neyse. Gidince göreceğiz artık."

"Evet." dedim, bir yandan da Savaş'a yazıyordum. Sen, ben, Güneş. Bugün hep beraber vakit geçirmeye ne dersin?

"Deniz'le ne zaman evleneceksiniz abla?"

"Bilmiyorum Güneşçim. Biliyorsun ailesiyle pek iyi günler geçirmiyor.''

Güneş sıkıntılı bir nefes verdi. ''Neyse, hani bana demiştin ya Hayattan isteyeceğin çok şey olacak. diye. İşte ne isteyeceğime karar verdim.''

''Hmm öyle mi? Neymiş bakalım öğrenebilir miyim?'' Savaş cevap vermişti. Daha iyi bir plan olamaz! Seni ve Güneş'i görmek için sabırsızlanıyorum.

''Deniz'le çok ama çok çok mutlu olmanızı ve bir an önce her şeyin düzelmesini diliyorum hayattan. Bence çok kısa zamanda ailesi sizi kabullenecek. Seni tekrardan seveceklerine eminim. Hem bence zor olmaz. Çünkü Melis ve Eren seni baya sahiplenmiş. Anne ve babaları da onlar gibi olacak. Demedi deme.''

''Bakalım, bunu zaman gösterecek.'' dedim ve Savaş'ı yanıtladım. Ne zaman buluşalım? Biz Güneş'le hastaneye gidiyoruz. Ondan sonra buluşalım mı?

''Abla ister misin şu iki hafta içinde seni istemeye gelsinler. Hem de Aydın'a. Ayyyy çok heyecanlıyım. Ablam evleniyoooo.''

''Güneşçim dereyi görmeden paçalarını sıvamaya başladın yine.''

''Ne var abla ya? İşin var, harika bir eviniz var. Birbirinizi deli gibi seviyorsunuz ki bence en önemli detay bu. Niye duruyorsunuz ki? Bekleyeceğiniz hiçbir şey yok. Hem abime de kavuştuk. Ertelemeye hiç gerek yok.''

''Değil mi ya?'' dedi Kerem varlığını hatırlatıp. Arabaya bindiğimizden beri sadece günaydın dediğini duymuştuk. ''Tam Ada ve Deniz Bey'e yakışır bir düğün yaparız, mis gibi. Onca şeyden sonra çok iyi gelir herkese.'' Gülümserken telefonuma gelen bildirime baktım. Savaş bekletmeden bana cevap vermişti. Hastane derken? Bir şey mi oldu?

Deniz'e verdiğim sözü hatırladım. Savaş'ı bulmadan evlenmek istemiyorum demiştim. Savaş şimdi hayatımdaydı ve Güneş'le Kerem'in de dediği gibi artık beklemeye gerek yoktu. Hem hamileydim. Yakın zamanda evlensek hiç fena olmazdı. ''Bilmiyorum, her şey Deniz'in anne ve babasına bağlı.'' Rehberime girdim ve Savaş'ın adını İkizimmm!! diye değiştirdim. Bu kadar küçük bir şeyin beni bu kadar mutlu edeceğini hiç düşünmezdim ama ayaklarım yerden kesilmiş gibi hissediyordum. Bir numara vardı ve o numara ikizime aitti.

''Neyse sizin iyice çeneniz düştü. Öncelikli olan daha önemli sorunlarımız var. Melih hala aranıyor ve babam mahkemeye çıkacak. Bunlara odaklanmamız lazım.''

Bu cümlemle birlikte Güneş'in biraz da olsa yüzü düşmüştü. "Abla ben çok endişeliyim. Yani bir yabancıyla bir araya geleceğim gibi bir his bu. Kendi öz babam ama o kadar duygusuzum ki söyleyebileceğim tek bir kelime bile yok ona karşı. Bizi tanımıyor. Onu tanımıyoruz. En sevdiğim rengi bilmiyor, küçükken gök gürlediğinde yorganın altına saklandığımı bilmiyor. En sevdiğim yemeği, hangi okulda okuduğumu bilmiyor. Kime benzediğimi bilmiyor. Bize yaşatmadığı her şey yüzünden ondan nefret ediyorum. Aynı zamanda yaşattığı her şeyden de nefret ediyorum."

"Sssh tamam sakin ol Güneş. Seni çok iyi anlıyorum. Sen ne hissediyorsan ben de aynı şeyleri hissediyorum. Nasıl bir hayal kırıklığı yaşadığını ve yıllardır kalbini yoran tüm eksiklikleri biliyorum. Ama eğer bu yüzleşmeyi yapmazsan her şey zorlaşır çünkü insan son sözü söyleyemediği kimseye kolay kolay veda edemiyor."

Güneş başını sallayıp ardından göğsüme koydu. Söylediklerime cevap vermemişti. Sanırım düşünüyordu. "Onu görmemize izin verirler mi peki?" dedi bir süre sonra. Usul usul nefes aldığını görünce ağladığını fark ettim. "Kapısında polis vardır."

"Hastane sahibi Deniz'in amcası. Ondan rica edeceğim. Yani görebiliriz diye düşünüyorum."

"Umarım." dedi Güneş ve hastane yolculuğumuzun son kelimesi bu oldu.

Hastaneye vardığımızda bizi Deniz'in amcası karşılamıştı. Bana Canan Hanım ve Fatih Bey gibi davranacağını düşünmüştüm ama yanılmıştım. Bizi sıcak bir tavırla karşılamıştı.

"Hoş geldin Adacığım." dedi gerçekten samimi bir sesle. Ardından Güneş'e baktı. "Sen de hoş geldin kızım."

Güneş'le aynı anda Hoşbulduk yanıtını verdikten sonra çok beklemeden asıl konuya girdim. "Bülent Bey babamı görmeye geldik. Görebilir miyiz?''

''Önce şunu söyleyeyim. Babanın durumu iyi Adacığım. Kapısında polis var tahmin edersin ki. Ama ben konuşacağım. Onun izni dahilinde görebilirsiniz tabii ki.''

Güneş'e bakıp elini tuttum. Hazırım dercesine gözlerini kısmıştı. ''O halde gidelim.'' dedim. Bülent Bey bizi yönlendirmişti.

Babamın kapısının önünde iki tane polis vardı ve bize geçit verecek gibi durmuyorlardı. ''Merhaba.'' dedi Bülent Bey ılımlı bir sesle. ''İyi görevler. Hastayı görmem gerekiyor.''

''Sadece siz.'' dedi polislerden biri. Yanılmamıştım. İzin vermeyeceklerdi.

''Memur bey lütfen.'' dedim. ''Onu görmemiz lazım.''

''Hanımefendi yasak. Hasta bir suçlu ve doktor harici kimseyle görüşemez.''

''Siz de girin odaya o zaman.'' dedim umutla. ''Gerçekten sadece konuşacağız. Onu kaçırma gibi bir planımız yok. Lütfen. Siz de girin odaya bizimle birlikte. Uzaktan görüp konuşacağız. Yanına yaklaşmayacağız bile. Temas etmeyeceğiz.''

''Ben babamı daha önce hiç görmedim.'' dedi Güneş. ''Bu ilk görüşüm olacak. Lütfen müsaade edin. Kimse bilmeyecek, söz veriyorum.''

''Hanımefendi gerçekten işimizi zorlaştırıyorsunuz. Buna asla izin veremeyiz.''

Yenilgiyle geri çekildim ve kapıdan uzaklaşıp Deniz'i aradım. Belki İlker savcı bizim için bir şeyler yapabilirdi.

''Efendim sevgilim.'' dedi Deniz, ikinci çalışında bana yanıt vermişti.

''Deniz, babamı görmeye geldik ama memurlar izin vermiyor. İlker savcıyla konuşsan bir şeyler yapamaz mı?''

''Tamam ben arayacağım şimdi onu. Bakalım, izin verir belki.''

''Tamam, bekliyorum. Görüşürüz.''

''Görüşürüz canım.''

Telefonu kapattıktan sonra kapının yanındaki duvara dayandım ve ellerimi önümde bağlayıp içeriye gireceğim zamanı bekledim. Birkaç dakika sonra polislerden birinin telefonu çaldı, İlker savcının aramasını umdum. Kısa bir görüşmeden sonra polis memuru telefonunu kapattı ve diğer polis memuruna baktı. Beden diliyle konuşsalar da İlker savcının izin verdiğini anlamış, çekingen adımlarla odaya doğru yürümüştüm. Güneş de peşimden gelmişti. Memurlardan bir tanesi kapıyı açtı ve eliyle geçmemizi işaret etti. İçeriye doğru bir adım attığımda Güneş heyecanla elimi tuttu ve peşimden geldi. Polislerden biri de peşimizden geliyordu, Bülent Bey dışarıda kalmıştı.

Odaya girmiştik, babamın yüzü pencereye dönüktü. Dışarıyı izlediğini fark ettim. ''Vaktim doldu mu? Beni tutuklamaya mı geldiniz?'' dedi kısık bir sesle. Kim geldi diye bakmamıştı.

''Biz geldik.'' dedim ürkek bir sesle. Güneş'e diyordum ama ben de ne konuşacağımı bilmiyordum. Babam yavaşça başını çevirdi, gölgeli gözleri bir anda ışıl ışıl olmuştu. Bakışları bir bana bir Güneş'e kayıyordu. ''Ada.'' dedi sevinçle. Ardından Güneş'e baktı. ''Güneş. Güneş kızım sen misin? Kızım güzel kızım.''

Güneş hiçbir şey söylememişti, odanın tam ortasında kalakalmıştık. İçeriye giren polis memuru herhangi bir terslik ihtimaline karşı hemen babamın yanına gitmişti. ''Allah'ım şükürler olsun. Dünya gözüyle kızlarımı, oğlumu gördüm. Ölsem de gözüm açık gitmem. Çok şükür.''

''Güneş bu akşam Aydın'a dönecek. Belki görmek istersin diye düşündüm.''

''İstemez miyim Ada? İstemez miyim benim güzel kızım? Sana ne kadar teşekkür etsem az. Benim merhametli kızım.''

''Bizi neden bıraktın?'' dedi Güneş bir anda. ''Mahvolmuş hayatımızın tek sorumlusu sensin, biliyorsun değil mi?''

''Yapma kızım.'' dedi babam. ''Sizin hayatınız ne kadar kötüyse benimki de o kadar kötü geçti. Siz olmadan yaşamak kolay mıydı sanıyorsun? Her şey kısa sürecek derken on yedi yılımız geçti. Aşık olduğum kadın öldü. Evlatlarım elimden alındı. Gözümü her kapattığımda sizi gördüm ben. Neşeli kahkahalarınız, cıvıl cıvıl sesleriniz bir an olsun silinmedi kulağımdan. Yıllarca sizi aradım. Abinizi aradım. Sizin için nelere katlandım. Melih'e boyun eğdim. Onun yüzünden katil oldum ben. Böyle yapmayın ne olur.''

''Haklıymışsın gibi konuşmuyor mu? Kafayı yiyeceğim. Senin yüzünden benim annem ölmüş ya. Annem ölmüş. Sen bize daha nasıl büyük bir acı yaşatabilirsin ki? Biz annemin eksikliğini yaşadık senelerce. Senin adını anan bile olmadı. Annemsiz yaşamak zordu, sensiz yaşamak değil. Seni hiç aramadık bile. Senin hiçbir önemin yok bizim için.''

''Güneş lütfen.'' dedim ona iyice sokulup kolumu beline sararken. ''Sakin ol.''

''Olmayacağım abla. Karşımıza geçip pişkin pişkin söylediği şeylere bak. Utanmaz.''

''Sssh.'' dedi polis uyarıcı bir sesle. ''Böyle yapacaksanız sizi dışarıya almak zorunda kalacağım.''

''Tamam memur bey affedersiniz.'' dedim mahcubiyetle. Ardından Güneş'e döndüm. ''Ablacım lütfen.''

''Abla bu kadar yeter. Ben buraya sadece hayatımızı mahveden kişinin yüzünü beynime kazımak için geldim. Her gece beddua ettiğim kişinin yüzünü hafızamda canlandırabileceğim artık. Gidebiliriz şimdi.'' dedi Güneş nefretle. ''Keşke o kurşun doğru yere denk gelseydi de oracıkta ölseydin. Kurtulmuş olurduk senden.'' Güneş son cümlesinden sonra aceleyle odadan çıkarken tek yapabildiğim babama acı dolu bir bakış atmak olmuştu. ''Güneş dur.'' dedim ve başka hiçbir şey söyleyemeden Güneş'in peşinden gittim. Koridorda koşuyordu. ''Güneş bekle. Güneş sana diyorum, bekle beni.''

Sonunda ona yetişip kolundan tutarak kendime çevirdim. Ağlıyordu. ''Ablacım iyi misin?''

''Hayır, berbat hissediyorum. Onu öldürmek istiyorum çünkü ondan nefret ediyorum. Haklıymış gibi konuşuyor bir de. Aşağılık herif.''

''Güneş tamam, keşke seni getirmeseydim.''

''Abla özür dilerim ama ona karşı yapabildiğim tek şey bu. Ben onu affedemem. Tamam belki her şeyi senin için yaptı diye ona karşı biraz da olsa iyimser yaklaşmaya başlamış olabilirsin ama ben abim gibi düşünüyorum. O adam benim babam değil. Olmayacak da.''

''Biliyorum, biliyorum güzelim. Ayrıca iyimser yaklaşmıyorum inan bana. Onu affettiğim falan yok. Kendini yalnız hissetme tamam mı?''

Güneş bana kısa bir süreliğine sarıldı. ''Gidelim artık buradan. Abim gelmedi mi?''

''Gelmiş olmalı.'' dedim ve Güneş'in göz yaşlarını silip onu kapıya doğru çevirdim. Birkaç dakika sonra dışarıya çıkmıştık. Savaş arabasının kaputuna yaslanmış bizi bekliyordu. Onu görür görmez az önce yaşadığımız bütün huzursuzluk içimden silinip gitmişti. Güneş'le aynı anda Savaş'ın yanına koştuk ve birimiz bir tarafına birimiz de bir tarafına sarıldık. 'Abicimmmm.'' dedi Güneş heyecanla. Sanki az önce ağlayan kendisi değilmiş gibi bütün neşesi yerine gelmişti.

''Canım.'' dedi Savaş bize sıkıca sarılırken. ''İyi misiniz bakalım?''

''İyiyiz, seni görüp kötü olmak mümkün mü? Sen nasılsın?''

''Valla bir yanımda kardeşim, bir yanımda ikizim. Ben nasıl iyi olmayayım?''

Sarılmamızı bitirip geri çekildim, Savaş'ın gözlerinin içi bile parlıyordu. ''Geldiğin için teşekkürler.''

''Gelmeyip ne yapacaktım?'' dedi Savaş kaşlarını çatıp. ''Bundan sonra ayrılmak yok. Siz nereye ben oraya.''

''Ay benim abim ne güzel şeyler söylüyor.''

Savaş kısa bir süre güldü. ''Ee ne yapıyoruz şimdi?''

''Bir yerde oturup bir şeyler içelim mi? Birbirimize kendimizi anlatırız. Senin hakkında öğrenmek istediğim çok şey var.''

Savaş bir kolunu benim omzuma bir kolunu da Güneş'in omzuna attı. ''Bak sen, öyle mi kardeşim?''

"Evet öyle." dedi Güneş gülerek.

"Hadi o zaman, daha fazla vakit kaybetmeden gidelim."

Kerem'i eve gönderdikten sonra Savaş'ın arabasıyla sahil kenarında güzel bir kafeye gittik ve siparişlerimizi alıp güzel bir masaya oturduk. Hep birlikte geçirdiğimiz ilk gündü ve ben içime sığmayan bir mutlulukla dolup taşıyordum. Oturduğumuz süre boyunca birbirimize bir sürü sorular sormuştuk. Neler yaşadığımızı, nasıl bir hayatımızın olduğunu, neleri sevip neleri sevmediğimizi. Her şey konuşulmuştu ve birbirimiz hakkında artık daha çok şey biliyorduk. Savaş hatırladığım gibiydi. En sevdiği renk ve yemek hala aynıydı. Yağmuru hala çok seviyordu ve en sevdiği mevsim kıştı.

Bize dair bir şeyler hatırlamak için kendini çok zorlamıştı ama yine de olmamıştı. Sanırım Miray'dan profesyonel bir yardım almaya karar vermişti. Çünkü anılarımızı silik bir şekilde yaşamak değil doya doya yaşamak istiyordu.

Saatlerce oturduktan sonra eve dönme zamanımız gelmişti. Güneş her anımızı çektiği fotoğrafları bize gönderdikten sonra kalktık ve arabaya döndük. Savaş bizi eve bırakıp herkesle vedalaştıktan sonra kendi evine gitmişti. Ve sıra dayımlarla vedaya gelmişti. Beni yalnız bırakmak her ne kadar onlara zor gelse de evden ayrılmışlardı. En kısa zamanda tekrar bir araya gelme umuduyla onları uğurladığımda saat akşam yedi olmuştu ve Deniz'in eve gelmesine dakikalar kalmıştı. Bütün günüm ondan uzak geçmişti ve ben sanki bir gün değil de bir yıl uzak kalmışım gibi onu çok özlemiştim.

"Ben bakarım Ülkü abla." dedim çalan kapıya koşarken. "Deniz gelmiştir." Birkaç saniye içinde kapıya ulaştım ve beklemeden açtım. Deniz kocaman bir çiçek buketiyle bana gülümsüyordu.

"Deniiiiz." dedim boynuna atlayarak. "Sevgilim hoş geldin."

"Hoş buldum güzelim." dedi gülerek. "Ne oldu?" Deniz bir koluyla beni havaya kaldırırken diğer yandan da çiçeği ve bilgisayar çantasını tutmaya çalışıyordu.

"Seni özledim." dedim yere inerken. Ardından elimi yanağına yerleştirdim. Çok sıcaktı. "Deniz ne oldu sana? Ateş gibisin."

"Biraz üşüttüm galiba. Önemli bir şey değil."

Çiçeğimi ve bilgisayar çantasını alıp kapının yanındaki askılığa bıraktım. "Normal bir üşütmeye benzemiyor." dedim elimin tersini yüzünde gezdirirken. "Ateşin var."

Deniz muzip bir gülüşle elini belime sardı. Diğer eliyle de yanağımı seviyordu. "Evet, ateşim var doğru. Seni görünce tenim ısınıyor."

İmasını anladığımda sırıttım. "Edepsiz." dedim daha da gülerken. "Geç hadi daha fazla üşümeden."

Deniz odamıza çıkmıştı. Bense mutfağa gidip ona ballı, limonlu, zencefilli ıhlamur yaptım ve onu daha fazla bekletmeden yanına gittim. Üzerini değiştirmiş, yatağa uzanmıştı.

"İşte geldim." dedim yanına oturup. "Bunu içersen hemen iyileşirsin."

"Senin elinden su içsem onunla bile iyileşirim ben." dedi ona uzattığım kupayı alıp bir yudum içerken. "Sevgilim ne var bunun içinde. Çok lezzetli."

"Bal, limon, zencefil. Gerçekten beğendin mi?" dedim yerime geçip uzanarak. Başımı göğsüne koydum ve kolumu beline sardım.

"Evet çok güzel. Eline sağlık."

"Afiyet olsun... Bugünün nasıl geçti?"

"Tatsız, tuzsuz, sıkıcı ve siyah beyaz. Benim hayatımı renklendiren tek şeysin ve sen olmayınca hiçbir şeyin anlamı kalmıyor. Seni görmediğim için hasta oldum bak."

Kolumu ona daha sıkı sardım ve başımı ona gömüp dudaklarımın denk geldiği yere bir öpücük bıraktım. "Ben seni iyileştiririm."

"Bak sen. Nasıl olacakmış o?"

"Ihlamurunu iç önce." dedim parmağımı kolunda gezdirirken.

"Tamam tamam." diye güldü. "Siz ne yaptınız peki?"

"Önce Güneş'i babama götürdüm. Sonra Savaş'la buluştuk. Üçümüz saatlerce oturup muhabbet ettik. Harika bir gündü."

"Eskiden hayalini kurduğun şeyleri şimdi gerçekten yaşıyorsun ve gözlerin ışıl ışıl oluyor. Seni hep böyle görmek için her şeyi feda ederim. Deseler ki Ada hep gülecek ama sen bir an bile mutlu olmayacaksın. Hiç düşünmeden kabul ederdim. Çünkü senin mutluluğunu izlemek her şeye bedel."

"Öyle deme." dedim huysuz bir sesle. "Senin mutlu olmadığın bir dünyada benim gülümsüyor olmam düşünülemez bile. Beraber gülmeyeceksek hiçbir anlamı yok. Ben seninle gülüyorum, seninle güzelleşiyorum."

"Öyle ama." dedi düşünmeden. "Benim tek motivasyonum seni gülerken izlemek. Dünyalar benim oluyor sanki."

"Benim tek bir dünyam var biliyor musun?" dedim heyecanla. "O da şimdi kollarımın arasında."

Deniz elindeki kupayı yanındaki çekmeceye bırakıp bana döndüğünde ona susamış gibi onu öpmeye başladım. "Hasta olacaksın, sana da bulaşacak." dedi bana karşılık verirken.

"Buna değer." dedim ve bir saniye bile durmadan onu öpmeye devam ettim. Onu seviyordum, her şeyden çok seviyordum. Beş dakika bile yanından ayrılsam özlüyordum. Elini tutmak, sarılmak, öpmek, beraber uyumak, beraber uyanmak, onunla her şeyin üstesinden gelmek ve ne olursa olsun yan yana olmak, onu sevmek, onu özlemek kelimelere dökemeyeceğim kadar güzel şeylerdi. Bir an için bile olsa hayatımda olmadığını hayal edemiyordum çünkü onsuz bir hayat, hayat değildi benim için.

Bir insanın kalbine bu kadar büyük bir sevginin sığabileceğini hayal bile edemezdim ama şimdi bunu yaşıyordum. Dokunduğu her şeyi, onu saran havayı, bastığı toprağı, bana sevgiyle bakan gözlerini, ellerini, yüzünü, kokusunu, ona ait her şeyi çok seviyordum. Sanki benden bir parçaydı. Ve ben bu parçayı ömrümün sonuna kadar yanımda görmek istiyordum.

"Sana doyamıyorum." dedi öpüşlerinin arasından. "Ne yaptın sen bana böyle?"

"Bir şey yapmadım." dedim hafif bir sesle kıkırdarken.

"Pek de öyle sayılmaz." dedi. Bir an için bile birbirimizi öpmeyi bırakmamıştık ve kelimelerimiz birbirimizin dudakları üzerine dökülüyordu. "Ben sana aşık olmak için doğmuşum."

Deniz'in yumuşak öpücükleri boynuma kayarken gözlerimi kapattım. Onsuz yaşayamazdım, bensiz yaşayamazdı. Çünkü biz birbirimize aşık olmak için doğmuştuk.

2 Kasım, Cumartesi

Deniz'in sayıklamalarıyla gözlerimi araladım ve telaşla doğrulup ona baktım. Su gibi terlemişti. "Deniz. Uyan. Deniz, sevgilim." dedim elimi alnına koyarak. Teni ateş gibiydi.

Deniz öksürükle karışık bir mırıldanmayla gözlerini araladı ve kuruyan dudaklarını diliyle ıslatmaya çalıştı. "Deniz hiç iyi görünmüyorsun, hastaneye gitmemiz lazım."

Yavaşça doğruldu ve sırtını yatağın başlığına yaslayıp eliyle yüzündeki teri sildi. "Ne olmuş bana böyle?" dedi zor bir çabayla.

"Sen baya üşütmüşsün Deniz. Hadi gel, hastaneye gidelim."

"Sevgilim ölmüyorum, sadece soğuk aldım." dedi gülümsemeye çalışırken. Dudakları kıvrılmamıştı bile.

"Tamam." dedim pes etmiş gibi yaparak. Böyle devam ederse daha kötü olacaktı, bu yüzden hastaneye gitmek için onu ikna etmek zorundaydım. "Tamam, gel o zaman duşa gir. Hadi gel." Deniz ikna olmuş olacak ki uzattığım elimi tutarak yataktan kalkmaya çalıştı. "Tamam yavaş."

"Sanki biri bütün kemiklerimi kırmış gibi hissediyorum." dedi buruşturduğu yüzüyle.

"Tamam biraz dayan. Duş alınca geçecek hepsi." dedim, banyoya girmiştik. "Evet, gel bakalım." dedim terden sırılsıklam olan kazağını üstünden çıkartıp.

"Ben bu anı hatırlıyorum." dedi gülerken. Hatırlayıp hatırlamadığımı ölçen bakışlarla beni süzdü. Hatırlıyordum, ben hasta olduğumda o da aynı benim şimdi yaptığım gibi beni duşa sokup buz gibi suyu üzerime tutmuştu.

"Olay benim evimde geçiyor." dedim sırıtırken. "Uygar'ı beklerken beni banyoya götürmüştün ve soğuk suyun altında dakikalarca durmuştuk."

"Hatırlıyorsun." dedi ışıldayan gözlerle.

"Ateş senin başına falan mı vurdu?" dedim, eşofmanını çıkartmakla uğraşıyordu. "Sana ait hiçbir şeyi unutmadım. Unutmayacağım da."

"Mmmh." dedi yanağıma güçlü bir öpücük bırakırken. "Güzel sevgilim benim."

Deniz'den sonra ben de üzerimi çıkartım ve duşakabine girdik. Onun gibi acımasız değildim. Suyu soğuk değil ılık açmıştım. "Fazla merhametlisin." dedi suyu bir anda soğuğa çevirirken.

"Aaay." Önce küçük bir çığlık attım. "Ne yapayım? Sana kıyamıyorum." dedim üşümediğime inanmaya çalışırken. Su hissedilir derecede soğuktu. "Daha kötü hasta olacaksın farkında mısın?"

"Aksine daha iyi olacağım. Sen hemen ayaklanmıştın hatırlatırım."

Hafızamı biraz yokladığımda haklı olduğunu fark ettim. Soğuk su bir süre üzerimize aktıktan sonra Deniz suyu sıcağa çevirdi. Gerilen bedenim saniyeler içinde gevşemişti. "Şimdi daha iyi oldu." dedim yüzümü kaldırıp. Su damlaları yüzüme çarpıyordu. "Bu çok güzel."

"Ney çok güzel?"

"Seninle olduğum her anın huzur dolu olması, bütün endişelerimin yok olması."

"Hmmm." dedi Deniz bir anda beni havaya kaldırıp. Yürümeye bile hali yokken beni havaya kaldırabilmesine inanamamıştım.

Dengem biraz da olsa bozulduğu için saniyeler içinde bacaklarımı Deniz'in beline sarmış, kollarımı da boynuna dolamıştım. "Deniz ne yapıyorsun?" dedim şaşkınlıkla. Beni duvar ve kendi bedeni arasına sıkıştırmıştı.

"Benim ilacım sensin." dedi dudaklarıma kapanmadan hemen önce. "Seninle iyileşirim ben ancak."

Sıcak su üzerimizden geçerken düşmemek için Deniz'e biraz daha sarıldım. Duygularım karmakarışıktı. Ama hissettiğim en baskın duygu mutluluktu. Zorlu olacaktı ama eninde sonunda Deniz'le evlenecektik. Bir bebeğimiz olacaktı. Deniz beni gün geçtikçe daha fazla seviyordu. Tamam kara bulutlar dağılmamıştı ama en azından griye dönmüştü.

Aklım bin bir düşünceyle meşgulken hormonlarımı dizginlemeye çalıştım ama sanırım nafileydi. Bulunduğumuz yer, olduğumuz pozisyon, üzerimize yağan sıcak su ve Deniz'in tenime bıraktığı yumuşak öpücükler. Hepsi sanki beni ele geçirmişti.

Durmamız lazımdı çünkü biraz daha burada durmaya devam edersek bayılacaktık. "Deniz." dedim. "Sevgilim."

Deniz benimle aynı şeyi düşünmüş olacak ki beni yavaşça aşağı bıraktı. "Soğuk duş ve sevgili öpücüğü. Artık iyileşmemek için hiçbir sebebim yok."

Gülümsedim ve duşakabinin kapısını açtım. "Hadi sen güzel güzel duşunu al. Ben mutfağa iniyorum. Çok geçmeden gelirim."

Deniz başını sallamakla yetinmişti. Deniz'i bırakıp odaya geçerek üzerime bir şeyler giydim ve beklemeden aşağı indim. Hava henüz aydınlanmadığı için Ülkü abla uyuyordu. Dolaptan çorba malzemesi çıkartıp hepsini kaynaması için tencereye attım. Deniz'in hastaneye gitmeme ihtimaline karşı evde alternatif tıp uygulasam çok iyi olacaktı.

Su kaynayıp bütün sebzeler haşlandığında ocağın altını kapattım ve çorbayı blenderdan geçirdim. Su kaynamaya devam ederken dün geceki ıhlamurdan da yapmıştım.

Hazırladıklarımı bir tepsiye koyup oyalanmadan yukarıya çıktım, Deniz banyodan çıkmış, saçlarını kurutmuş, yatakta uzanıyordu. Beni görünce doğruldu ve sırtını başlığa yasladı. "Ülkü ablayı mı uyandırdın?" dedi hafif çatallı sesiyle.

"Hayır." dedim kendimden emin bir sesle. "Ben yaptım."

Deniz hastalıktan açamadığı gözlerini heyecanla açtığında önüne oturdum ve tepsiyi bacaklarının üzerine koydum. "Sana mis gibi bir çorba yaptım. İçince hemen iyileşeceksin."

Kaşığa çorba doldurup soğusun diye biraz üfledim ve içmesi için Deniz'e uzattım. "Aç bakalım ağzını."

Deniz ağzını açmak yerine kocaman sırıtmıştı. "Ben bu anı da hatırlıyorum."

"Yaşadığımız anların paralellerini yaşayacağız galiba böyle." dedim gülerek. Ardından bir kaşık çorbayı Deniz'in ağzına sokuşturdum. "Hadi bakalım Deniz Bey içmezsen iyileşemezsin."

Deniz çorbayı birkaç saniye ağzında tutup yuttu. "Hayatımda içtiğim en lezzetli çorbalardan biri. Ne koydun içine sen bunun?"

"Meslek sırrı." dedim kaşığı bir kez daha uzatırken. "Hadi bakalım bir kaşık daha. Ohh şifa olsun.''

Deniz iştahla içtiği çorbayı bitirince kaseyi masaya koydum ve Deniz'in yanına uzanıp ona sarıldım. Kısa sürede ıhlamurunu da bitirdi ve iki kolunu birden bana sardı. O kadar sıkı sarılmıştı ki kemiklerim kırılacak sanmıştım. "Seni alıp kaburgama falan sokmak istiyorum."

"Ama yok olurum." dedim kıkırdayarak. "Bir daha beni göremezsin."

"Mmmm. O zaman senin bir klonunu mu yapsak? Şöyle beş santim falan. Güzel olurdu. Seni hep cebimde taşırdım."

"Ya Deniz." dedim daha da gülerek. "Nereden geliyor bunlar aklına?"

"Aşırı aşktan ne dediğimi bilmiyorum galiba." dedi esneyerek.

"Sen biraz daha uyusan mı acaba?" dedim parmaklarımı kolunda yürüterek. "Gözlerinden uyku akıyor."

Deniz ağzının ucunda bir şeyler mırıldandı ama anlamıştım. "Biraz uyusam fena olmaz, evet."

Hareketsiz bir şekilde dakikalarca durduktan sonra Deniz nihayet uykuya dalmıştı. Göğsüme sakladığı saçlarında parmaklarımı gezdirdim. Saçları yumuşacıktı ve o kadar savunmasız görünüyordu ki onu hiç kollarımdan ayırmak istememiştim. Sanki hep böyle kalsak kimse ona zarar veremezdi.

Bir süre Deniz'in yanında durduktan sonra aşağı indim ve Ülkü ablayla kahvaltı yapıp yukarıya çıktım. Uykum yoktu, çalışma odasına geçip biraz resim yapmaya karar verdim. Babam nöbetçi mahkemeye çıkacağı için aklım hep ondaydı ve biraz olsun kafamı boşaltmak istiyordum.

Fırçalarımı bulamamıştım ve nereye koyduğumu hatırlamıyordum. Hiç istemiyor olsam da çekmeceleri karıştırmaya başladım. Elbet birinden çıkacaktı.

Artık umudumu kaybettiğim sırada son çekmeceyi açtım. Karşıma siyah kapaklı bir defter çıkmıştı. Normalde insanların eşyalarını karıştırmaktan hiç hoşlanmazdım ama Deniz sevgilim olduğu için defteri alıp bakmakta bir sakınca görmemiştim.

İlk sayfayı açtığımda bu defterin sıradan bir defter değil de Cemre'nin günlüğü olduğunu anlamam sadece iki saniyemi almıştı. Bir günlüktü ama Cemre günlüğe değil Deniz'e anlatıyordu. Her sayfaya Canım sevgilim Deniz. diye başlamıştı ve o gün ne yaşadıysa satır satır hepsini yazmıştı. Deniz'i ne kadar sevdiğini yazdığı onlarca cümle vardı.

Yaptığım anılarına saygısızlıktı belki ama evleneceğim adama bir zamanlar aşık olan kadının neler hissettiğini ve neler düşündüğünü çok merak ediyordum.

Yazılanların hepsini tabii ki okumayacaktım, tek yaptığım göz gezdirmekti. Sayfaları hızlı hızlı çevirdim. Her yazdığını Seni çok seviyorum diye bitirmişti. Benim ağzımdan hiç çıkmayan o üç kelime. Seni çok seviyorum.

Sayfalar arasında bir de fotoğraf vardı. Yakından çekilmişti. Cemre Deniz'in arkasından boynuna sarılmış, bir ormanı andıran yeşil gözleriyle objektife bakıyordu. Kocaman gülümsemişti. Kahverengi saçları Deniz'in omuzlarına dökülmüştü. Deniz ekrana değil Cemre'ye bakıyordu. Burnunu onun yanağına dayamıştı. Mutlulardı. Her şey mahvolmadan ne kadar zaman önceydi diye merak ettim. Fotoğraftan bile yaşadıkları duyguyu anlayabiliyordum. Birbirine çok aşık iki genç vardı önümde. Deniz bana nasıl bakıyorsa Cemre'ye de öyle bakıyordu. Hiç bitmeyeceğini düşündükleri bir rüyanın içinde gibi hissettiklerine eminden. Heyecanları yüzlerinden okunuyordu.

Karnımın tam ortasında bir ağrı hissettim. Kalbim de bir tuhaf olmuştu. Sanki biri nefesimi içimden çekip almıştı. Neden böyle olmuştum? Deniz hala bu defteri sakladığı için mi? Yoksa fotoğraftaki kızı öldüren kişi babam olduğu için mi?

Bugün bu kızın davası görülecekti. Ölümüne sebep olan kişi yani babam hak ettiği cezayı çekecekti. İlahi adalet sonunda yerini bulmuştu. Nasıl bir tesadüfün içine düştüğümü düşündüm. Tam da mahkeme günü neden karşıma çıkmıştı ki bu fotoğraf? Bütün duygularım alt üst olmuştu. Bir tarafta Deniz bir tarafta Cemre bir tarafta da babam.

Hayattan koparılan bir kız ve bir daha asla eskisi gibi olmayacak iki hayat. Neden nefes alamıyordum?

Deftere damlayan gözyaşlarımı alelacele sildim. Ellerim yüzümde kalmıştı, boğazımdan dökülen hıçkırıkları dizginlemeye çalışıyordum ama nafileydi. Bir krize yakalanmıştım.

"Ada." diye bir ses duyduğumda başımı kaldırdım. Bu şekilde Deniz'e yakalandığım için kafamı duvara vurasım geliyordu. "Ada ne oldu?" dedi telaşla yanıma çöküp ellerini yüzüme koyarak. "Niye ağlıyorsun sevgilim, ne oldu?"

"Fırçalarım yok." dedim kısılan sesimle. "Resim yapacaktım. Fırçalarımı arıyordum. Yemin ederim eşyalarını karıştırmıyordum. Önüme çıktı, fırçalarımı arıyordum."

"Ssh Ada tamam. Sorun değil, ağlama bunun için."

"Elime aldım. Neden aldım bilmiyorum. Sonra fotoğrafınızı gördüm. Resim yapmak için gelmiştim ben. Ama fotoğrafınızı gördüm. Artık hayatta olmayan birinin fotoğrafını görmek çok kötü biliyor musun? Biliyorsun tabii."

"Ada, güzelim kendine gel. Ne oluyor sana?"

"Ama Cemre artık rahat uyuyabilir çünkü babam bugün tutuklanıyor. İçin biraz da olsa rahat olsun. Yani öyle olmalı."

"Tamam, gel bakalım." Deniz kollarımdan tutup beni ayağa kaldırdı. "Biraz dışarıya çıkalım. Temiz hava alalım."

Deniz bir kuklaymışım gibi beni odaya götürüp üzerimi değiştirmeye başladı. Bir yandan yüzümü izliyor bir yandan da beni giydiriyordu. "Evet böyle üşümezsin." Nereye gideceğimizi merak etsem de sormadım. Bana kalın bir sweat kazak ve mont giydirmişti. Kendi de üzerine daha kalın bir şeyler aldıktan sonra aşağıya indik ve dışarıya çıktık. Çardakta oturacağımızı düşünsem de beni arabaya götürmüştü.

Yola çıktığımızda Anadolufeneri köyünün tabelası yanından geçince sahil kenarına gittiğimizi anladım. Deniz havası almanın bana iyi geleceğini düşünmüş olmalıydı.

Yol boyunca susmuştum. İçimden konuşmak gelmiyordu. Neyse ki Deniz bunun farkındaydı ve hiçbir şey sormamıştı.

Sessiz geçen yolculuktan sonra sahile varmıştık. Deniz arabayı uygun bir yere park ettiğinde beklemeden inip Deniz'in yanına gittim ve ona sarıldım. Başıma bir öpücük bırakmıştı. "Gel bakalım."

Suyun bitiş çizgisine kadar yürümüştük. Günün ilk ışıkları denize renkli yansımalar bırakıyordu. Dalga sesleri o kadar huzurluydu ki içimdeki bütün karanlık sanki bir anda yok olmuştu. "Daha iyi misin?" dedi Deniz kolunu omzuma atıp. Ona yaslandım ve iki kolumu da beline sardım.

"Hı hı." dedim yorgun bir sesle. "Teşekkür ederim."

"Ne için teşekkür ediyorsun?" dedi beni karşısına alıp ellerini yanaklarıma koyarak.

"Buraya geldiğimiz için. Ben daha anlatmadan içimi gördüğün için. Neye ihtiyacım olduğunu ben söylemeden anladığın için."

Deniz kollarını boynuma sardığında ona sığındım ve ben de onun beline sarıldım. Kafam kollarının arasında kaybolmuştu. ''Hayatımda olduğun için çok şanslıyım.''

Hafif bir yağmur başlamıştı, hava hissedilir derecede soğuktu, Deniz hastaydı ve biz kuşların bile uçmadığı bir yerde öylece duruyorduk. Aşk gerçekten çok tuhaf bir şeydi.

''O defterin varlığını bile unutmuştum.'' dedi benimle beraber bedenini sağa sola hafif hafif sallarken. ''Senin önünde görünce hatırladım öyle bir şey olduğunu. Aklımdan tamamen çıkmış. Özellikle sakladığım bir şey değil. Eğer bu yüzden ağladıysan.''

Başımı iki yana salladım. ''Hayır, hayır o yüzden değil. Ben üzüldüm, çok üzüldüm. Cemre'ye üzüldüm. Sana, babama. Olan her şeye. O yüzden oldu. Tutamadım kendimi.''

''Pamuk kalpli sevgilim benim. Üzülme artık. Her şey eskide kaldı. Biz artık geleceğe bakacağız.''

''Elimde değil... Bugün babam hapse girecek.''

''Zor bir gün farkındayım. Ama bak ben yanındayım. Hep olacağım. Ne olursa olsun yanında olmaktan ve seni sevmekten vazgeçmeyeceğim. Bak söz veriyorum çok güzel günlerimiz olacak. Şuraya bak.'' dedi eliyle etrafı göstererek. ''Burası bizim gizli cennetimiz olacak. Sen, ben, çocuklarımız. Burada o kadar güzel günlerimiz olacak ki, hayallerinden bile daha güzel.'' Deniz'in ağzından çıkan çocuk kelimesi beni o kadar heyecanlandırmıştı ki ona belli edeceğim diye ödüm kopuyordu. ''Mmm mesela burada piknik yaparız. Ya da mesela ben çocuklarımıza yüzme öğretirken sen gülümseyerek bizi izlersin. Onlar kumdan kaleler yaparken biz burada güneşin tadını çıkarırız.''

Deniz o kadar heyecanlıydı ki sanki bir an önce o günlere geçmek istiyordu. ''Deniz.'' dedim ve yüzünü avuç içlerime alıp ona tutkulu bir öpücük bahşettim. Neden sürekli öpmek istiyordum ki?

Kısa öpücüğümün ardından Deniz bana yine sarıldı, saçlarımın üzerinde derin nefesini hissetmiştim. ''Mahkemeye gitmek ister misin? Yani babanın yanında olmak istersin belki.''

''Olur.'' dedim düşünmeden. Sanki Deniz'in bunu sormasını bekliyordum. ''Olur, gidelim.''

''Hadi o zaman, yolumuz uzun.'

Loading...
0%