@_kubraakyol
|
"İyi misin?" dedi Deniz adliyenin önüne geldiğimizde. Etraf gazeteci ve polis kaynıyordu. "Bilmiyorum." Başımı adliye kapısına çevirdim. İlker savcı bazı basın mensuplarına bir şeyler söylüyordu. "Neden bu kadar kalabalık burası?" dedim kendimce bir serzenişte bulunarak. "Kalabalık seni tedirgin ettiyse eve dönelim, ister misin?" dedi Deniz çıkartmaya çalıştığı emniyet kemerini tekrar kilitleyerek. Vazgeçeceğimi düşünmüş olmalıydı. "Yok, kalacağım." dedim, başımı birkaç kez koltuğa vurmuştum. Radyoda çalan şarkı dudaklarıma acı bir gülümseme yerleştirmişti. Hadi yüreğim ha gayret Şarkının ritmiyle beraber başımı yavaş yavaş koltuğa vurmaya devam ettiğimde aklımı yitirmiş olmaktan korktum. "Tüm bunlar bittiğinde aklımı tamamen kaybetmiş olmaktan çok korkuyorum. Melih denen o alçak hala yakalanmadı. Özgür desen her an bir yerden çıkacakmış gibi hissediyorum. Ve onlar dışarıda gezerken babam birazdan belki de hiç çıkmamak üzere hapse girecek. Tüm bunlara sebep olan kişiler ise dışarıda. Şaka gibi." Deniz kucağımdaki elimi tutup avucumun içine bir öpücük bıraktı. "Yakalanacaklar sevgilim. İnan bana. Daha ne kadar saklanabilirler ki?" "Bilmiyorum Deniz. Çok tedirginim. Sanki üzerimizde bir gölge var. Böyle bütün aydınlığımızı kapatıyor sanki. Sanki bu karanlığın içinden hiç çıkamayacakmışız gibi hissediyorum." "Hayır Ada. Böyle kötü şeyler düşünme artık. Dedim ya, biz artık geçmişe bakmayacağız. Önümüzde hayal edemeyeceğin kadar güzel bir hayat var." Uzanıp yanağını öptüm ve geri çekildikten sonra bir süre düşündüm. "Hadi gidelim." Adliyenin önünde kargaşa vardı. İlker savcı sinirlenmiş, medyayı adliye bahçesinden çıkartmaya çalışıyordu. "Evet hadi, boşaltıyoruz burayı. Durmayın, hadi herkes çıksın. Herkes, hadi." İlker savcının cümleleri üzerine polisler medya mensuplarını kuvvet uygulayarak bahçenin dışına çıkarmışlardı. Ama bu sefer de yakalanan biz olmuştuk. "Deniz bey olanlar hakkında ne söyleyeceksiniz? Cemre Hanım'ın katili sonunda yakalanmış. Neler hissediyorsunuz? Melih Karahan hala yakalanmadı. Sizce nerede saklanıyor?" "Açıklama yapmayacağım arkadaşlar." dedi Deniz kamera ve mikrofonların arasından geçmeye çalıştığımızda. "Müsaadenizle." "Kız arkadaşınızın parmağında yüzük var. Evleniyor musunuz? Düğün nerede olacak?" "Arkadaşlar lütfen, açıklama yapmayacağız. Hiç sırası değil bu soruların. Lütfen." Zar zor olsa da muhabirlerin arasından sıyrıldık ve bizi kapıda bekleyen İlker savcıya ulaştık. İkimizle de el sıkışmıştı. "Merhaba." dedi gergin bir sesle. "Sabahtan beri buradalar. Akbaba gibi hepsi." Başıyla medyayı göstermişti. "Bir haber koparmadan da gitmezler." dedi Deniz. "Dava ne zaman görülecek?" "Bir on dakikaya başlar. Siz katılacak mısınız?" dedi İlker savcı bakışlarını ikimiz üzerinde gezdirerek. "Evet, yani eğer bir engel ya da yasak yoksa ." "Herhangi bir sakıncası yok. Buyurun." Ağır adımlarla adliyeye girdik, bekleme koridoru ıklım tıklımdı. "Babam nerede şimdi?" "Mahkeme salonunda. Hakimi bekliyorduk. Adliye önünü duyunca çıktım apar topar. İyi ki de çıkmışım. Yoksa giremezdiniz." "İlker Bey bu Melih denen alçaktan haber yok mu hala?" dedi Deniz ağır ağır yürürken. Koluna girdim ve başımı koluna yasladım. "Adamlarından birkaç tanesini bulduk. İfade aldım ama bir tanesi bile nerede olduğuna dair bir şey söylemedi. Karısı gözaltında ama kendine bile hayrı yok. Bitkisel hayatta yaşıyor sanki." "Özgür." dedim soran bir sesle. "O da mı yok?" "Onu da arıyoruz. Ama o babasının işlerine bulaşmış gibi durmuyor. Üzerindeki tek suç arkadaşınız Uygar'ı vurmuş olması. Hakim ne karar verir bilemiyorum. Anlayacağınız babası kadar uzun süre yatmaz." "Babasıyla yaşayıp babasının yaptığı işlerden uzak durması imkansız. Yani tek suçu Uygar'ı vurmak olamaz. Beni kaçırdığını ve benimle zorla birlikte olmaya çalıştığını da unutmayın lütfen." dedim çatallaşan sesimle. O anları hatırlamak bile istemiyordum. "Dediğim gibi hakim ne karar verecek bilmiyorum. Ama hak ettiği cezayı alması için elimden geleni yapacağım. Hiç şüpheniz olmasın." "Önce bir yakalansınlar da." dedi Deniz. İlker savcı duruşma salonun kapısını açmıştı. Ağır adımlarla içeriye girdim. Salonda babam ve devletin atadığı avukat hariç iki tane memur vardı ve babamın yanında duruyorlardı. Babamı öyle görünce içimden bir şeyler kopmuştu. Yarım kalan bir hayatımız vardı ve hiç tamamlanmamak üzere bugün kapanacaktı. Babam beni görünce ayağa kalkmaya çalışmıştı ama kurşun yarası buna izin vermemişti. Bacağında olan eli anında karnına giderken yüzündeki acıyı hissedebiliyordum. "Kızım." demişti. Sesini duymamıştım ama dudaklarını okuyabiliyordum. Beni görmeyi beklemediği her halinden belliydi. Hissettiği acıya rağmen yüzündeki heyecandan bunu anlamıştım. Mübaşir bize yerlerimizi gösterdi, İlker Savcı makamına oturdu ve hemen ardından hakim de salona girdi. Deniz'le eş zamanlı ayağa kalktık. "Oturabilirsiniz." Hakimin komutundan sonra yavaşça olduğum yere çöktüm. Deniz elimi sıkı sıkı tutmuştu. Hakim dosyayı uzun diyebileceğim bir süre boyunca inceledi, ardından sözü babamın avukatına çevirdi. "Evet, dosya sizde de mevcut. Selçuk Dündar için savunmanıza geçebilirsiniz." Babamın avukatı sesini düzeltti ve cübbesini toparlayarak ayağa kalktı. "Hakim Bey, zanlı Selçuk Dündar on üç yıl boyunca Melih Karahan'ın buyruğunda çalışmış ve onun emirlerinden çıkmamıştır. Selçuk Dündar tüm bu yaptıklarını çocuklarını korumak adına yapmıştır. Biliyorsunuz ki Melih Karahan ülkenin dört bir yanında aranıyor. Selçuk Dündar yaptığı hiçbir şeyi kendi rızasıyla yapmamış, çalıştığı süre boyunca tehdit edilmiştir. Cemre Seçkin ve Melis Aladağ'ın olduğu arabaya da yine Melih Karahan'ın tehditleriyle çarpmıştır. Selçuk Dündar'ın ifadesini hatırlatmak isterim. Çarptıktan sonra inip baktım, ikisi de yaşıyordu. Ölümcül bir darbe yoktu. Öldürmek için çarpmadım." "Öldürmek için çarpmaması Cemre Seçkin'in ölmüş olduğu gerçeğini değiştirmez." "Hakim Bey Selçuk Dündar çocuklarını korumak zorundaydı. Melih Karahan'ın kaçırdığı oğlunu ve geride kalan iki kızını korumak için yaptı her şeyi. Burada çaresiz bir baba görüyorsunuz. Bu yüzden cezasında indirim talep ediyorum. Yirmi beş yıl olan cezası on yıl düşürülmeli." "Yirmi beş değil on beş yıldı. On beş yıl değil miydi? Öyle demişlerdi." dedim belli belirsiz bir sesle. Ama hakim beni duymuştu. "Hanımefendi sessiz olun." dedi ters bir sesle. Yüz ifadesi o kadar sertti ki olduğum yere saklanmak istemiştim. Cevap veremeyecek bir durumdaydım. Bu yüzden hakimi Deniz yanıtlamıştı. "Affedersiniz, bir daha olmayacak." Hakim bakışlarını bizden çekip babamın avukatına çevirdi. "Bir mafyanın adamı olmak zorunda değildi. Gelip derdi neyse savcıya, polise anlatsaydı. Savunmanızı reddediyorum." "Hakim Bey bakın. Dosyayı siz de okudunuz. Melih Karahan'ın nasıl bir canavar olduğunu siz de biliyorsunuz. Bu zamana kadar karda yürüyüp izini belli etmemiş. Selçuk Dündar'ı kim ciddiye alırdı ki? İspat edebileceği hiçbir delil yoktu elinde. Kim ona inanıp Melih Karahan hakkında soruşturma yürütürdü?" "Melih Karahan'ın bulaştığı onca suç varken delil toplaması hiç zor olmazdı avukat bey. Savunmanızı tekrar reddediyorum." Kalbim sızlarken yüzümü buruşturdum. Babam başını geriye çevirip bana baktığında gözümün ucunda bekleyen gözyaşım yanağıma süzülmüştü. Olmayacaktı. Onu kurtarabileceğim hiçbir şey yoktu. Babam yanağını silip önüne döndü ve ayağa kalktı. "Ben de bir şeyler söyleyebilir miyim?" Hakim eliyle onay verdi. "Hakim Bey, ben her şeyi çocuklarımı korumak için yaptım. Haklısınız bu savunma yaptıklarımı haklı çıkarmaz. Bana istediğiniz cezayı verebilirsiniz. Adalet karşısında duracak biri değilim. Sadece çok pişman olduğumu belirtmek isterim. Cezamda indirim talep etmiyorum çünkü her şeyi hak ettim. Oğlumu Melih'e verdiğimde, karımın ölümüne sebep olduğumda, kızlarımın benden ayrılmasına sebep olduğumda, Melih'in yanında olduğum her saniye ve o masum kızın ölümüne sebep olduğumda yani tüm bu anlarda ceza çekmeyi hak ettim. Sizden merhamet dilenmeyeceğim. Kanun neyse onu uygulayın." Hakim şaşkın gözlerle bakarken boğazımdan kuru bir kelime çıkmıştı. "Baba." Deniz elimi serbest bıraktı ve kolunu omzuma atıp bana sarıldı. Hakim cevap vermedi ve yanındaki memurlarla bir şeyler konuşup bize tekrar döndü. "Duruşmaya on beş dakika ara veriyoruz." Hakim ve diğer memurlar salondan ayrılırken babamın yanına gitmemek için kendimi zor tutuyordum. "Gel biraz dışarıya çıkalım." dedi Deniz, başımı yavaşça salladım. Babam salonda kalmıştı. Kendini savunmamış olmasına inanamıyordum. "Sence ne olacak?" dedim stresle sağa sola yürürken. "Ne kadar ceza alacak?" "Bilmiyorum güzelim. Gel otur şöyle." Deniz'le koridordaki sandalyelere oturduğumuzda stresimi yönetmeye çalışıyordum ama olmuyordu. Tırnaklarımı yiyecek kadar gergindim. Deniz ara sıra beni teselli etmeye çalışıyordu ama ne yazık ki hiçbir işe yaramıyordu. Dakikalar geçmişti. Duruşmanın ikinci yarısına katılmak istememiştim çünkü bayılmaktan çok korkuyordum. Koridorda beklemeye karar vermiştik. Ara sıra kalkıp koridorda sağa sola yürüyordum. Deniz endişeliydi ama benim için soğukkanlı davranıyordu. Sürekli saçlarımı öpüyor, elimi tutup yanımda olduğunu hissettiriyordu. Nihayet kapı açıldığında kalbimi yokladım. Sanki durmuştu. Babam yanında iki polisle birlikte yaşlı gözlerle yürüyordu. Ellerinde kelepçe vardı, dikişlerinden kan geliyordu. Neden iyileşmeden mahkemeye çıkmıştı ki? Biraz daha bekleseler olmaz mıydı? Babamdan önce İlker savcı yanımızda belirmişti. O kadar gergindim ki ne soracağımı bile bilmiyordum. Neyse ki Deniz benim yerime bir şeyler sormayı akıl edebilmişti. "Karar nedir İlker Bey?" İlker savcı üzgün gözlerle bana baktı. "Avukat çok uğraştı." dedi hüzünle. Devamında ama olan bir cümleydi bu. "Ama?" "Aması olmadı. Hakim yirmi beş yıl verdi." ''İlker Bey on beş yıl değil miydi? Neden yirmi beş yıl oldu?'' dedim iki gözümden aynı anda akan yaşları silerken. ''On beş yıldı.'' ''Kararda değişikliğe gidildi. Melih'in yaptıklarına göz yummuş. Suça ortaklık ve birçok şey daha eklendi babanın dosyasına.'' Yüzümü bir kez daha sildim. Babam olabilecek en kötü haliyle önümüzden geçerken onu izledim. Yaptığı tek bir hata onu buralara sürüklemişti. Eğer yıllar önce Melih'e evet demeseydi şu an bunların hiçbirini yaşamıyor olacaktı. Oflayarak elimi saçlarımın arasından geçirdim. Diyebilecek hiçbir şeyim yoktu. Babam suçluydu, her ne kadar aksini istesem de hakim doğru karar vermişti. Ne yapmak istediğimi biliyordum ama içimden bir ses beni babamın tam karşısında durdurdu. "Bir dakika lütfen." dedim hemen yanındaki memurlara. Ardından İlker savcıya döndüm. "İlker Bey bir dakika istiyorum, lütfen." Savcı polislere başıyla onay verdiğinde hala ne yapmak istediğimi düşünüyordum. Babam katildi. Birini öldürmüştü. Her şey bizim içindi ama bu sebep yaptığı hiçbir şeyi aklamıyordu. Hukuken suçluydu. Ama ne olursa olsun benim babamdı. "Özür dilerim kızım." dedi yorgun bir sesle. "Kızım her şey için özür dilerim. Seni ve kardeşlerini çok seviyorum. Onlar sana emanet." Nasıl cesaret etmiştim bilmiyordum ama o an dilimden dökülen tek kelime Baba. olmuştu. Bunu hayatım boyunca söyleyebileceğimi hiç düşünmemiştim ama şimdi dilimden dökülüvermişti işte. Babam duyduğu şeyden emin olmak istercesine yüzüme baktı. Yaşadığı şaşkınlığa aldırmadan ona sarıldım. Yanağıma süzülen gözyaşlarım babamın omzunu ıslatmıştı. Yaptığım doğru muydu bilmiyordum ve açıkçası düşünmek de istemiyordum. Sadece içimden geleni yapmak istiyordum. Elleri kelepçeli olduğu için babam bana sarılamamıştı ama bu bile bana yetmişti. Sanki yıllardır üzerimde olan tonlarca ağırlık bir anda uçup gitmişti. Hafiflemiş hissediyordum. Sanki her şeyi geride bıraktığım an, bu andı. "Kızım." dedi hırıltılı bir sesle. Omzumu öpmüştü ve gözyaşlarına boğulmuştu. "Güzeller güzelim. Canım kızım." Yavaşça geri çekildim. Bakışlarında on yedi yıl vardı. Annem, Güneş, Savaş vardı. Ben vardım. "Gözün arkada kalmasın. Kardeşlerime çok iyi bakacağım." dedim ellerimle gözyaşlarımı silerken. Gözü arkada kalacaktı. Yıllarca hasretini çektiği ailesine kavuşmuştu ama bu kavuşma o kadar kısaydı ki küçük bir rüya gibiydi. Gözlerimi kaçırdım. Polisler verdikleri iznin yeterli olduğunu düşünmüş olacaklar ki çıkışa doğru yürümeye başladılar. Babamın gitmesini, onu götürmelerini istemiyordum. Utanmasam ayaklarına kapanıp yalvaracaktım. Yutkunamıyordum. Babam dışarıya çıkana kadar gözünü kırpmadan beni izlemişti. Gözümü kırpmadan onu izlemiştim. Keşke elimden gelen bir şey olsaydı. Keşke bütün her şeyi değiştirecek bir gücüm olsaydı. Bir mucize istiyordum. "İyi misin?" dedi Deniz bana sıkıca sarıldığında. "Bilmiyorum. Ne hissetmeliyim bilmiyorum. Ona karşı merhamet beslediğim için kendimden utanıyorum. Vicdanım çok rahatsız." "Zamanla geçecek. İnan bana." Deniz'in haklı olmasını umdum ve sarılmamızı sonlandırdım. "Deniz." dedi bir ses. Bu sesi ilk defa duymuştum. Duyduğumuz sesle birlikte başımızı geriye çevirdik. Orta yaşlı bir kadın ve adam bize doğru geliyordu. "Hale Hanım." dedi Deniz pürüzlü ve mahcup bir sesle. Hale Hanım da kimdi? "Merhaba." dedi elini uzatırken. Deniz tereddüt etse de önce Hale Hanım dediği kişinin sonra da adamın elini sıktı. "Merhaba Hale Hanım, Serhan Bey." "Sonunda kızımın katili tutuklandı." dedi kadın sevinçle. Bir anda buz kesmiştim. Karşımda Cemre'nin anne ve babası vardı. "Yıllar sürdü ama çok şükür kızımın katili olacak o cani yakalandı. Cemre'm artık rahat uyuyacak." Deniz buruk bir ifadeyle önce bana sonra da karşısındaki iki çift göze baktı. "Gözümüz aydın." Kadın önce neşeyle baktı, ardından yeni fark etmişçesine beni izledi. Kaşlarını çatmıştı. "Hayatında biri olduğunu bilmiyordum." Deniz'in suçluluk duygusuna kapılacağından endişelendim ve elinde olan elimi çekmeye çalıştım. Bana müsaade etmemiş, aksine elimi daha sıkı tutmuştu. "Gerçekten toparlandın, Cemre'yi unuttun ve hayatına devam ediyorsun öyle mi?" Bu kadın neler söylediğinin farkında mıydı acaba? Deniz tek kaşını kaldırdı. ''Anlamadım?'' dedi kendinden emin bir sesle. Anladığına emindim. Karşımızdaki insanların çizgiyi aştıklarını fark etmelerini bekliyordu. ''Gayet açık konuşuyorum. Cemre'yi tamamen sildin mi?'' ''Cemre'nin anısına saygısızlık bu yaptığınız. Kendinize gelin. Hayatımla ilgili kimseye hesap vermem.'' ''Kızım senin başındaki belalar yüzünden öldü. Ve hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyorsun. Bir zahmet iki çift lafım olsun.'' Deniz alayla güldü. ''Bunu Cemre öldükten sadece bir ay sonra dillere destan bir düğünle evlenen Hale Hanım mı söylüyor? Yanlış mı hatırlıyorum? Bir ay sonra evlenmediniz mi?'' Hale Hanım ne diyeceğini bilemeyen bir ifadeyle bize bakarken merakla bekledim. ''Bakın, hayatınız hakkında yorum yapmak benim haddim değil. Tıpkı sizin de haddiniz olmaması gibi. Ama madem bunları konuşuyoruz, benim de söyleyeceklerim var. Ben kızınızın anısını dört sene kalbimde taşıdım. Siz madem kızınıza saygı bekliyorsunuz Cemre yaşarken neden bunu dile getirmediniz? Siz sevmediniz ben sevdim, siz korumadınız ben korudum. Onu yapayalnız bıraktığınız günlerde yanında sadece ben vardım. Sizin yapmanız gereken şeyleri ben yaptım. Her zaman yanında oldum. Bir kere arayıp sormadığınız kızınızın yanından bir an bile ayrılmadım. Uyuşturucu bağımlılığından ben kurtardım. Alkol komasına girdi, hastanede yanında ben vardım. Hiç haberiniz bile olmadı. Çok iyi bir anne olsaydınız onu öldükten sonra değil yaşarken düşünürdünüz.'' ''Cemre bizden kopmuştu, istesem de yanınd-'' ''Ben neyin ne olduğunu gayet iyi biliyorum Hale Hanım. Bana hiç açıklama yapmayın. Yaşarken adını anmadığınız kızınız şimdi mi aklınıza geldi? Neyin rolü bu? Ne yapmamı bekliyorsunuz?'' Hale denen bu utanmaz kadın Deniz'in yüzüne afallamış bir şekilde bakarken Deniz beni çıkışa doğru yürüttü. ''Gidelim yoksa katil olacağım.'' Deniz hızlı hızlı yürüdüğünde peşinden koşmak zorunda kalmıştım. Sinirden gözü dönmüş gibiydi. ''Deniz iyi misin?'' dedim adliyeden çıktığımızda. Medya hala burada bekliyordu. ''Eğer biraz daha burada kalırsak birilerinin boğazına yapışacağım. Hadsize bak, karşıma geçmiş neler diyor. Sanki Cemre çok umurundaymış gibi.'' ''Tamam, tamam sakin ol. Gel hadi gidelim.'' Deniz başını çevirip bana baktı. ''Senin de canını sıktım değil mi?'' ''İyiyim ben, dert etme. Gidelim artık, hastasın zaten. Daha çok üşüteceksin." Deniz'in yüzündeki öfkeli ifade bir anda gitmişti. "İyileştirmek için güzel tedavi yöntemlerin var. Hasta olsam bile iyileştirirsin." dedi çapkın bir gülüşle. ''Neymiş o yöntemler?'' dedim nazlı bir sesle. ''Hmm. Mesela beni öpmen, bana sarılman, göğsümde uyuman, bu güzel ellerini saçlarımda gezdirmen. Daha birçok şey sayabilirim.'' ''Nasıl yani? Çorba ve ıhlamurun etkisi yok mu?'' ''Yani, onların da etkisi vardır tabii ama seni tercih ederim diyelim.'' Kıkırdadım ve iyice yanına sokuldum. Bütün yaşananlara rağmen beni mutlu etmenin bir yolunu buluyordu. "Artık gidelim mi?" "Gidelim sevgilim." Vakit kaybetmeden arabaya geçmiş, yola koyulmuştuk. Aklımda tonlarca düşünce vardı. Neyi düşüneceğimi bile bilmiyordum. "Cemre'nin hayatı." dedim tedirgin bir sesle. "Nasıldı? Yani biraz özel bir soru biliyorum ama." Deniz içli bir nefes verdi. "Onunla lise yıllarımda tanışmıştım. Aynı okuldaydık. Dağılmış bir ailesi ve hayatı vardı. Her türlü kötülüğe bulaşmıştı. Pek muhabbetimiz yoktu. Sadece uzaktan tanıyordum. Sonra okul bitti, üniversiteye gittik. Aradan yıllar geçti. Son seneme geçtiğimde onu bizim hastanede gördüm. Tedavi görüyordu. Madde bağımlısıydı. Tek başınaydı. Yanında oldum, önceleri arkadaştık." "Sonra ona aşık oldun." dedim. Deniz beni onaylamasa da söylediğimin doğru olduğunu biliyordum. "Sabah bulduğun günlük, hastanede yazdığı günlüktü. Bir ara yurt dışına gitmek zorunda kalmıştım. Sanırım bir aylık bir süreydi. O bir ayda yaptıklarını yazmıştı." "Belki de senin hayatından korktuğu için değil de kendinden korktuğu için bebeğinizi aldırdı. Annesi gibi bir anne olmak istemiyordu belki de. Ona güzel bir aile olamamaktan korkmuştur, kim bilir. Yaşadıkları kolay şeyler değilmiş." "Hepsini aşmıştı, yani aşmıştık. Son bir buçuk senemizde tedavisi bitmişti. Herhangi bir zararlı madde içmedi. Sağlıklıydı. Annesiyle olan iletişimsizliğini kabullenmişti. Yalnız olmadığını biliyordu. Her zaman yanında olacağımı biliyordu." "Yine de ne hissettiğini öğrenmek isterdim." dedim belli belirsiz bir sesle. "Kendimi onun yerine koyuyorum da. Bilmiyorum." Deniz kısa bir süre sustu. "Onun yaptığını yapabileceğini mi söylüyorsun yani?" "Hayır yani sadece ne hissettiğini bilmiyoruz. Haklı olduğu yerler de vardır diye düşünüyorum." "Haklı falan değildi Ada. O bebeğin babasıydım. Cemre bunu sakladı. Yani anlamıyorum, herhangi bir kötü durumda tıpkı Cemre gibi böyle bir şeyi benden saklayacağını mı söylüyorsun?'' Başımı telaşla iki yana salladım. Evet ben de bir bebeğimiz olacağını gizliyordum ama bunu eninde sonunda söyleyecektim. Tek amacım sürpriz yapmaktı. Acaba öğrendiğinde Cemre'yi suçladığı gibi beni de suçlar mıydı? "Saçmalıyorsun Deniz. Geçmişinde böyle bir travman varken sana böyle bir şey yapabileceğimi nasıl düşünebilirsin?" Deniz camını açtı ve gergin bir nefes verdi. "Tamam, şu konuyu kapatalım mı artık? İkimiz de yeterince gerginiz." Çekinerek de olsa elimi uzattım ve Deniz'in elini tutup öptüm. "Tamam, affedersin." Deniz sakin görünse de içten içte huzursuzdu. İyi olmadığını hissedebiliyordum. Düşünmeye ve zamana ihtiyacımız vardı. Zor bir gündü. Eve varmamıza az bir süre kala Deniz kendi evine değil Uygar'ın evine doğru sürmüştü. Buna ne zaman karar verdiğini ve neden oraya gittiğimizi bilmiyordum. "Uygar'a mı gidiyoruz?" dedim sessizce. "Haftaya işler yoğun olacak. Uygar'ı alıp bize götüreceğim. Evden çalışmamız gerekiyor biraz." "Anladım." dedim dışarıyı izlerken. İşlerin yoğun olmasına sevinmiştim. Belki bu sayede Deniz'in kafası dağılırdı ve işiyle ilgilenirken bu kadar huzursuz olmazdı. ''Nil'in yerine başka biriyle görüşmüştün. Anlaşma sağlayabildiniz mi?'' ''Evet, Pınar adında biri başlayacak birkaç gün içinde.'' ''Hmm.'' dedim düşünceli bir sesle. İlkel dürtülerim mi ortaya çıkmıştı bilmiyordum ama sanırım kıskanmıştım. Keşke kadın değil, erkek birini alsaydı. ''Nasıl biri bu Pınar? Yani donanımlı mı? Kaç yaşında? İş tecrübesi nasıl, güvenilir mi?'' Deniz küçük bir kahkaha attı. ''Sevgilim, bunları merak ettiğine emin misin?'' ''Evet, neden sordun? Yine aynı şeyleri yaşamanı istemem.'' ''Merak etme, referansı çok iyi. Salih abinin şirketinden geldi.'' ''Salih abi mi? Onun şirketinden neden ayrılmış?'' Deniz kısa bir süreliğine bana bakıp düşüncelerimi okumuşçasına gülümsedi ve tekrar yola baktı. ''Evlendiği için ayrılmış, bir süre ara vermiş. Salih abi de Pınar'ın tekrardan-'' ''Evlendiği için mi?'' dedim Deniz'in lafını bölüp. ''Evli mi yani?'' Neredeyse derin bir oh çekecektim. Neden tanımadığım birini kıskanmıştım ki? ''Evet evli. Ama Adacım, aksi olsa bile bir şey değişmezdi çünkü benim gözüm senden başkasını görmüyor. Kulağım senin sesinden başka tüm seslere kapalı. Kıskanmana gerek yok yani.'' dedi Deniz keyifli bir gülüşle. Neredeyse bu halimden zevk almıştı. ''Ben zaten bunları biliyorum.'' dedim nazlı bir sesle. ''Anladım, çevreye güvenmiyorsun.'' dedi yüzüne yayılan gülümsemeyle. ''Alnımın ortasına Ada'ya çok aşığım dövmesi yaptırsam nasıl olur?'' ''Yok, o kadarına gerek yok.'' dedim, aynı onun gibi gülümserken. ''Ama sevgilim çok yakışıklı ve kızların ilgisini çekiyor. Yani kıskanmam normal sanki.'' ''Gel buraya.'' dedi Deniz kolunu uzatıp. Onun koltuğuna yaklaştım ve başımı omzuna yasladım. Saçlarımı öpmüştü. ''Ben izin vermediğim müddetçe kimse yanıma yaklaşamaz. Ve nefes aldığım sürece kimseye öyle bir izin vermeyeceğim. Bunu hiçbir zaman unutma. Anlaştık mı?'' ''Anlaştık.'' dedim ve koltuğuma geri çekildim. ''Nil nerede peki şu an?'' ''Tutuklu, onun hesap hareketleri ve bizim hesap hareketlerimiz inceleniyor. Resmen dolandırılmışız ve ruhum bile duymamış. Kafayı yiyeceğim artık.'' ''İyi değildin Deniz, kendine bunu yapma. Hesaplar incelendikten sonra evi ve arabayı verirler size. Yani yanlış mı düşünüyorum?'' ''Olay bize verip vermemeleri değil ki. Ben nasıl fark etmedim böyle bir şeyi? Bu kadar her şeyden habersiz olamaz insan. Salak gibi hissediyorum kendimi." ''Nil çok profesyonel çalışmış Deniz. Tahmin edemezdin ki. Altı yıl sizinle çalışmış biri. İster istemez güvendiğin biri olmuş sonuçta." Deniz derin bir nefes aldı. ''Haklısın, neyse. Yeterince zor bir gündü. Bu konuyu kapatalım artık.'' ''Peki.'' dedim, başımı koltuğa yaslayıp. ''Ne olursa olsun yanında olacağım.'' ''Tutunduğum tek şey bu zaten Ada.'' *** Birkaç kilometre gittikten sonra Uygar'ın evine gelmiştik. Bizi görmeyi beklemediğini kapıyı şaşkınlıkla açmasından anlamıştım. ''Deniz? Ada?'' dedi açıklama bekleyen bir ifadeyle. Kapıya yaslanmıştı. ''Ne oldu? Kötü bir şey mi oldu? Yani pardon hoş geldiniz öncelikle.'' ''Bir şey olmadı. Seni almaya geldim birkaç günlüğüne. Evden çalışacağız.'' Uygar saçlarını kaşıdı. ''Geçsenize içeriye.'' Uygar'ın peşinden giderken meraklı gözlerle evi inceledim. Vintage bir mimariye sahipti ve o kadar güzel dizayn edilmişti ki mimarı bulup tebrik etmek istedim. Acaba ben de bir gün böyle güzel mimari dekorasyonlar yapabilecek miydim? ''Annem ve babam sizinkilere gitti. Evde kimse yok. Rahat takılabilirsiniz.'' Deniz başını yavaşça salladığında salona girmiştik. ''Otursanıza abi.'' dedi Uygar azarlayan bir sesle. ''Niye ilk defa gelmiş gibi duruyorsun? Neyin var senin? İyi misin?'' Deniz afallayan bir ifadeyle baktı. ''Bir şeyim yok. Hadi sen git toparlan.'' ''Bilmediğim bir iş mi aldık Deniz? Her şey yolunda mı? Bu kadar aciliyet gerektiren bir şey yoktu en son?'' ''Bir arsa sahibini ikna etmeye çalışıyordun ya en son. Dün konuştuk, anlaşmaya çok yakın. Çarşamba günü toplantı istiyor. Ona çalışmamız lazım. Ama hiç şirkete gidesim yok. Evden yürütelim.'' ''E peki madem, patron ne derse o. Gidip eşyalarımı toparlayayım o zaman.'' Uygar ve Deniz konuşurken evi incelemeye devam etmiş, konuşmaları bitince de koltuklardan birine çökmüştüm. Deniz konsolun önünde durdu ve küçük bir şişe çıkarıp kafasına dikti. Birden bire neden bu hale gelmişti? Daha sabah deniz kenarında güzel bir hayat vaat eden, umut dolu Deniz gitmiş yerinde huzursuz bir Deniz gelmişti. ''Deniz, sen iyi misin?'' ''İyiyim.'' dedi ama iyi olmadığına emindim. Gerçekten iyi olan haliyle şu anki hali arasında uçurum vardı. ''Emin misin?'' dedim, yanıma çöküp başını omzuma yaslamıştı. Elimi saçlarına götürdüm ve parmaklarımı saç telleri arasında gezdirmeye başladım. Deniz bana cevap vermemiş, başını aşağı yukarı hareket ettirmekle yetinmişti. Kaç dakika öyle durduğumuzu ve Deniz'in canının neden sıkıldığını bilmiyordum. Tamam bir sürü şey olmuştu. Cemre'nin günlüğünü bulmuştum, bu da Deniz'e Cemre'yi hatırlatmış olabilirdi. Sonra Cemre'nin annesi ve onun söyledikleri vardı. Bunlar yüzünden tekrardan vicdan azabı duymaya mı başlamıştı? Ya da eski anıları mı canlanmıştı? Cemre'yle yaşadıklarına ya da yaşamadıklarına mı üzülüyordu? Ne hissettiğini ve ne düşündüğünü öğrenmeyi çok istiyordum ama Deniz kapalı kutu olmayı o kadar iyi biliyordu ki ben ona sadece onun istediği zamanlarda ulaşabiliyordum. Uygar elinde bir valizle ve yüzünde kocaman neşeyle yanımıza döndü. Valizine odaklandım. Sanki üç günlük değil de bir aylık geliyormuş gibiydi. ''Bu ne Uygar?'' dedi Deniz alayla. Küçük de olsa yüzünde bir gülümse görmek beni mutlu etmişti. ''E bize geliyorsun demedin mi? Çanta hazırladım işte ben de.'' ''Çanta mı? Koca bir bavul hazırlamışsın Uygar. İnsanlar bu boyutta bir çantayı altı aylık askerlik için falan hazırlıyor.'' dedi Deniz. Kendi söylediğine kendi de gülmüştü. Ben de neredeyse kahkaha atacaktım. ''Of Deniz, kalk hadi.'' dedi Uygar elini uzatıp Deniz'i olduğu yerden kaldırarak. "Tamam stres topun benim ama bu kadar da yapma yani. Yengemin yanında ayıp oluyor." Uygar bana bakıp göz kırpmıştı ve Deniz'in görmediği bir açıda tüm dişleriyle sırıtıyordu. Atışmalarını seviyordum. Hatta çok seviyordum. Bana gerçek aile hissi veriyordu. "Tamam aslanım ya sinirlenme hemen. Bir şey demedim. Küsme hemen nazlı çocuk." "Siktir ya ne küseceğim. Ben yüzsüzüm bilmiyor musun?" "Biliyorum biliyorum." dedi Deniz ve elini uzatıp beni de ayağa kaldırdı. "Hadi gidelim." Gülerek kalktım ve Deniz'in koluna girip başımı koluna yasladım. ''Ha bu arada formdan düşmüşsün, beni zor kaldırdın.'' dedi Deniz alaycı bir sesle. Uygar inanamayarak baktı. ''Şaka yapıyorsun herhalde.'' dedi kol kaslarını gösterip. ''Bunlar ne o zaman?'' ''Bilmiyorum artık orasını. Eski Uygar yok gibi.'' Uygar bana baktı. ''Adacım üzgünüm, sevgiline biraz zarar vereceğim.'' dedi saniyeler içinde ve kolunu Deniz'in omzuna atıp diğer eliyle Deniz'in tam göğsüne bir yumruk attı. Görünüşe bakılırsa Deniz'in canı yanmamıştı ama Uygar'la uğraşmaktan zevk aldığı için sahte bir acıyla inlemişti. ''Ah.'' dedi elini göğsüne koyup. ''Bu kadar mı yani? Beş metre koştuktan sonra nefessiz kalacakmış gibi bir halin var. Gücüne ne oldu senin?'' ''Gücüm yerinde duruyor Denizcim. İstersen yarın bir basket maçı yapalım, boyunun ölçüsünü alırsın.'' ''Boyumun ölçüsünü biliyorum ama sen unutmuşsun anlaşılan.'' ''Ne oldu? Yenilmekten korktun değil mi?'' ''Ben mi korkacağım? Tamam kabul, yarın basketbol maçımız var. Ama öyle bedava olmaz. Nesine oynuyoruz?'' Uygar bir süre düşündü. ''Kaybeden bir ay boyunca kazanan ne istiyorsa onu yapsın?'' ''Olmaz. Şimdi asla yapmayacağım bir şey istersin yapmam, bozuşuruz.'' ''Kaybedeceğini mi düşünüyorsun?'' ''Of Uygar of, tamam kabul.'' ''İşte bu.'' dedi Uygar yerinde zıplayarak. ''Bir ay boyunca kölem olmaya hazır ol.'' ''Git işine Uygar.'' Kahkahalarla gülerken evden çıkmıştık. Uygar kendi arabasıyla arkamızdan geliyordu. Eve de kısa bir süre sonra ulaşmıştık çünkü Deniz ve Uygar'ın evi birbirine yakındı. "Hoş geldiniz çocuklar." dedi Ülkü abla kapıyı açtığında. "Uygar oğlum sen de hoş geldin." "Hoş bulduk." dedik hep bir ağızdan ve yorgun argın salona doğru ilerledik. "Size bir paket geldi Deniz." dedi Ülkü abla. "Ne olduğunu bilmiyorum." "Paket mi? Nereden gelmiş?" "İtalya yazıyordu." "İtalya mı?" dedim heyecanla. "Deniz satın aldığın resim gelmiş... Ülkü abla nerede paket? Bakabilir miyim?" Salonda olduğunu düşünüp koşmaya başladım. "Salonda kızım ama koşma düşeceksin." "Bir şey olmaz." dedim salona girdiğimde. Onlar arkamda kaldığında bakışlarım odada geziyordu. Paket orta sehpanın üzerindeydi. Alelacele paketi aldım ve saniyeler içinde ambalajı yırttım. İşte İtalya gezimizde satın aldığımız o muhteşem resim ellerimin arasındaydı. "Sonunda gönderebilmişler." dedi Deniz benimle beraber resmi tutarken. "Nereye asalım?" "Şimdi burada benim yaptığım resim var, o yüzden bunu başka bir yere asalım diyorum ben. Sen ne dersin?" "Tamam, odamıza asalım o zaman. Olur mu?" "Olur." dedim nazlı bir sesle. Ardından uzanıp Deniz'in yanağını öptüm. "Teşekkür ederim." "Gerçekten çok güzelmiş." dedi Uygar yanımıza geldiğinde. "Kesin Ada'nın zevkidir. Deniz böyle güzel şeylerden anlamaz çünkü." "Güzelden anlamasaydım Ada sevgilim olmazdı Uygar. Şimdi zevzekliği bırak." dedi Deniz bana bakıp göz kırparak. Küçük bir gülümsemeden sonra resmi Deniz'in elinden aldım. ''Ben gidip asayım.'' Deniz başını sallarken salondan çıkıp çivi ve çekiç sormak için Kerem'in yanına gittim. Beni bir süre bekletmiş, sonunda da garajdan küçük bir matkap ve çivi getirmişti. ''Bunlar işini daha iyi görür ama Deniz Bey mi yapsaydı? Bir zarar verme kendine.'' ''Yok Kerem, merak etme sen. Ben hallederim.'' ''E peki o zaman, hadi git as bakalım.'' ''Teşekkür ederim.'' dedim ve odaya çıktım. Resmi tam karşımızdaki duvara asacaktım. Çiviyi matkaba yerleştirip duvarda uygun bir yer ayarlayarak matkabı duvara doğru tuttum. "Burası iyi herhalde." dedim kendi kendime. Ardından matkabı çalıştırdım, dört yıl boyunca yalnız yaşadığım için böyle şeylerden anlamak benim için kaçınılmazdı. "Halledebildin mi?" Matkabı duvardan çekmeme saniyeler kala Deniz'in sesini duydum, beni korkutmuştu. Panik yaptığım için de matkap elimden düştü ve ucu kırılan çivi elimin üzerini kesti. "Hii." dedim kanayan yeri ağzıma götürüp. "Ne zaman geldin sen?" Deniz telaşla yanıma gelip elimi tuttu. "Hay Allah, sevgilim özür dilerim korkutmak istemedim. İyi misin?" "İyiyim." dedim ama kesik küçük bile olsa canım çok yanmıştı. "Önemli değil, çok küçük zaten." "Kanıyor Ada, gel aşağı inelim. Pansuman yapmamız lazım. Yara bandıyla üzerini kapatırız." ''Deniz gerçekten iyiyim, hiç gerek yok.'' dedim ama Deniz beni dinlememiş, elimden tuttuğu gibi de aşağı doğru yürütmüştü. ''Aa ne oldu eline kızım?'' dedi Ülkü abla, mutfağa girmiştik. "Önemli değil Ülkü abla. Küçük bir kesik." ''Ülkü abla tentürdiyot, temizleme bezi ve küçük bir sargı bezi verir misin?'' ''Vereyim oğlum.'' Ülkü abla ecza dolabından saniyeler içinde Deniz'in istediklerini çıkarttığında Deniz beni çoktan sandalyeye oturtmuştu. ''Evet, uzat bakalım elini.'' Deniz'in dediğini yapıp elimi uzattım. Eli o kadar hafifti ki canımı hiç yakmıyordu. Önce kanı iyice sildi, yarayı temizledi. Ardından tentürdiyot sürdü ve sargı bezini yapıştırdı. Yara bandının iyileştirebileceği bir yara olmadığını elimin üzerindeki kan lekeleri silinince anlamıştım. Küçüktü ama derindi. Varlığını hissetmiyordum ama canımı çok yakıyordu. Tıpkı bugün yaşadıklarım gibiydi. Deniz elime sargı bezini bantladıktan sonra salona geçtik. O Uygar'la çalışırken ben de onlara uzak bir köşede Güneş ve Savaş'la mesajlaşıyordum. Ortak bir grup kurmuştuk, Güneş sürekli bizi özlediğini yazıyordu. "Aynı şehirde olmanız beni çok sinirlendiriyor. Birbirinizi her zaman görebilirsiniz ama ben sizi canım istediği zaman göremeyeceğim." "Sen sıkıldıkça ben senin yanına gelirim Güneş'im, merak etme sen." "Aslan abim benim. Ablamı da al ama gelirken." "Ablan olmadan olur mu canım? O da gelecek tabii. Değil mi canım ikizim?" "Bensiz olmaz." yazdım ve sohbetten çıkıp Savaş'ı aradım. İlk çalışında açmıştı. "Adacım." dedi neşeyle. "Nasılsın canım kardeşim?" "Eh işte." dedim buruk bir sesle. "Seninle konuşmaya ihtiyacım var." Savaş konuşmamı beklerken hislerimi nasıl ifade edeceğimi düşündüm. "Savaş bugün babamın mahkemesi vardı." "Biliyorum." dedi umursamaz bir tavırla. Gerçekten de umurunda değildi. "Yirmi beş yıl vermişler." "Kendimi çok kötü hissediyorum." Göz pınarlarımda biriken yaşlara ve titreyen sesime aldırmadan konuşmaya çalıştım. "Yani tek bir hatanın sonucunda ödediği bedel canımı çok yakıyor. O kadar üzgün ve huzursuzum ki sanki bugüne kadar yaşadığımız şeylerden daha kötülerini yaşayacakmışız gibi hissediyorum." "Onu da nereden çıkardın? Bak her şey yoluna girmeye başladı. Biz seninle ayrı geçen on yedi yılı telafi edeceğiz. Bak söz veriyorum sana. Kimse ne sana ne bana ne de kardeşimize zarar veremeyecek." "Melih hala bulunamadı. Özgür desen o da yok. Allah aşkına nereye girdi bunlar Savaş? Bulunmadıkları her dakika daha da tedirgin oluyorum. Fırtına öncesi sessizlik gibi." "Dedemle sürekli düşünüp konuşuyoruz. Aklıma hiçbir şey gelmiyor. Ama ben tehdit altında oldukları için herhangi bir şey yapabileceğini zannetmiyorum. Bence sadece kaçmakla meşgul." "İntikam almaz mı yani?" "Öyle bir vakti yok. Bütün adamları tutuklandı. Kiminle yapacak intikam planını?" "Kimseyle yapmayacak. Kendisi ve Özgür denen oğlu. İki kişiler ve eğer bir şey yapmayı düşünüyorsa iki yeterince büyük bir sayı." "Yani sen diyorsun ki nasıl olsa ömrü hapiste geçecek diye intikamını alır. Kaybedeceği bir şey yok zaten diyorsun. Öyle mi?" "Aynen öyle diyorum Savaş." "Tamam, şimdi öncelikle kötü düşünmeyelim. Ben pazartesi günü karakola gidip daha detaylı bilgi alacağım. Gerekirse ifademin üzerinden bir daha geçeriz. Eksik söylediğim bir şey varsa üzerine eklerim." "Yanında olmamı istersen seninle gelebilirim." "Yok Adacım. Senden sadece ne istiyorum biliyor musun?" "Ne?" "Kendine ve yeğenime iyi bak." "Ya Savaş." dedim nazlı bir sesle gülerek. "Tamam bakacağım." "Bak güzel bir haberim var." "Ne? Ne oldu?" "Pazartesi günü Karahan soyadından tamamen kurtuluyorum. DNA testi sonuçlandı. Onların ailesinden olmadığım resmi olarak da kanıtlandı. Pazartesi günü Savaş Dinçer oluyorum. Çok havalı." "Gerçekten kardeşim oluyorsun Savaş. Bu harika bir haber." "Evet, tıpkı eski günlerdeki gibi. Ada, Savaş ve Güneş. Harika bir üçlü olacağız." "Savaş." dedim yutkunarak. "Beni kabullenmek adına bana şans verdiğin için ve beni sevdiğin için çok teşekkür ederim. Sen benim canım kardeşimsin." "Asıl ben sana teşekkür ederim, o ağır sözlerimden sonra beni affettin. Her şeye rağmen bana hep sevgiyle yaklaştın. Yüzünü kara çıkarmamak için elimden geleni yapacağım. Seni seviyorum canım ikizim benim." "Ben de seni seviyorum." "Tamam bu kadar duygusallık yeter. Şimdi hemen o gözlerine biriken yaşları sil." "Nereden bildin ağladığımı?" dedim şaşkın bir ifadeyle. "İkizler hisseder güzelim." dedi Savaş. Gerçekten hissetmiş miydi yoksa tahmin mi etmişti bilmiyordum. Savaş görmese de gülümsedim ve Deniz'le Uygar'a baktım. Deniz beni izliyordu. "Tamam, o zaman görüşürüz." dedim Deniz'e bakarken. "En kısa zamanda yine buluşalım." "Tamam, kendine dikkat et. Selam söyle Deniz'e." "Söylerim." Telefonu kapattıktan sonra mutfağa gittim. Ülkü abla akşam yemeğini hazırlıyordu. "Kolay gelsin Ülkü abla." dedim servislere yöneldiğimde. "Kurt gibi açım. Neler yaptın bu akşam?" "Yayla çorbası, tavuklu bezelye ve pilav. Seversin değil mi?" Elimdeki tabakları ada tezgaha bıraktım ve Ülkü ablaya dönüp yanağını öptüm. "Sen yaparsın da sevmez miyim?" "Oh oh çok iyi. Kara kara düşünüyordum Ada kızım sever mi acaba diye." "Severim severim. Zaten iştahım açıldı biliyor musun? Böyle yedikçe yiyesim geliyor sanki." dedim az önce bıraktığım tabakları elime alıp. "Şunları götüreyim de bir an önce yiyelim. Düşüp bayılacağım yoksa." "Aa bak sen şu bizim kıza. Ağzına lokma koymazdın. Ne oldu sana böyle?" "Bilmem." dedim ve mutfaktan çıkıp salondaki masaya ilerledim. "Evvveeet beyler yemek zamanı. Hadi bırakın o elinizdeki işleri. Hadi sofraya ikiniz de. Hadi." "Şükür ya. Açlıktan beyin hücrelerim soldu. Şöyle bir kendimize gelelim." dedi Uygar ve bilgisayarının başından kalktığı gibi mutfağa koştu. "Deniz, gelsene." dedim tabakları masaya dizerken. "Yemeyecek misin?" "Canım istemiyor." dedi. Bakışlarını bir saniyeliğine bana çevirmiş, ardından yine ekrana bakmıştı. İyi olmadığını biliyordum. Tamam gün içinde gülüyordu, şakalaşıyordu, hatta bana olan ilgisinden de bir şey kaybetmemişti ama bir şeyler eksikti. Bunu tüm hücrelerime kadar hissediyordum. "Sen yemezsen ben de yemem." dedim ve masayı bırakıp yanına ilerledim. "Hayır güzelim. Sen yiyeceksin." Dilimle çıks sesini çıkardım. "Yemeyeceğim. Senin iyi olduğunu hissedene kadar yemeyeceğim." "Ada ben iyiyim." dedi bana dönüp. Bir bacağının üstüne oturup kollarımı boynuna sardım. "O zaman masaya geliyorsun ve uslu bir çocuk gibi yemeğini yiyorsun." "İkna yöntemlerin bunlarla mı sınırlı?" dedi muzip bir gülüşle. O kadar güzel gülümsemişti ki onu öpmek zorunda kalmıştım. Çünkü yukarı doğru kıvrılan dudağına karşı koymak benim için çok zordu. ''Opsss, pardon.'' diye bir ses duyduğumuzda yüzümü Deniz'in yüzünden ayırdım ve apar topar kucağından kalktım. Uygar yerin dibine girmek istercesine karşımızda duruyordu. ''Yanlış zamanlama. Hemen gidiyorum.'' ''Gel buraya Uygar.'' dedi Deniz özgüvenli bir sesle. Ben ise tıpkı Uygar gibi utancımdan yok olmak istiyordum. Uluorta neden Deniz'i öpmüştüm ki? ''Geç masaya, aç değil miydin sen?'' ''Aşka saygım sonsuz, o yüzden açlığımdan fedakarlık edebilirim.'' ''Uygar, geç şuraya hadi.'' Hep beraber masaya geçip yemek yedikten sonra Ülkü ablaya yardım etmiş, masayı toplamıştım. Deniz ve Uygar çalışmaya devam ediyordu ama benim onlara eşlik edecek enerjim kalmamıştı. Bebeğimi çok seviyordum ama bu küçük yaramaz hormonlarımı o kadar değiştirmişti ki erkenden uykum geliyordu, sürekli acıkıyordum ve olur olmadık zamanlarda Deniz'i öpmek istiyordum. Uyku ve yemeği bir şekilde hallediyordum da Deniz'e karşı olan çekimime de bir çare bulsam hiç fena olmayacaktı. ''Ada, ne duruyorsun orada? Gelsene.'' dedi Uygar, kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Kapıya yaslanıp onları izlediğimin farkında bile değildim. ''Yok.'' dedim esneyerek. ''Fena yoruldum. Size iyi çalışmalar.'' ''Yarın geliyorsun değil mi basketbol maçımızı izlemeye?'' Saçlarımı kaşıyıp kısa bir süre düşündüm. ''Yani, bilmem.'' ''Bak, çok eğlenceli olacak. Hem yalnız olmayacaksın. Miray da geliyor.'' ''Miray'a da mı söyledin?'' dedi Deniz şaşkınlığa düşerken. ''Ne ara söyledin oğlum?'' ''Laf arasında basketboldan hoşlandığını söylemişti. Ben de davet ettim. Ne var bunda?'' ''He sen o yüzden basket maçı teklifi yaptın.'' dedi Deniz ani bir aydınlanma yaşarken. ''Miray'a şov yapmak için.'' Yanındaki yastığa uzandı ve Uygar'ın karnına sertçe vurdu. ''Çakal herif.'' ''Ne alakası var oğlum? Denk geldi işte.'' ''Aynen aynen. Öyledir tabii.'' ''Deniz sus abicim ya. Çalışıyoruz şurada.'' Gülümsedim ve iki elimi birden iki kez salladım. ''Size iyi didişmeler, pardon iyi çalışmalar. Ben uyumaya gidiyorum.'' Uygar gözlerini kısıp bana o kadar komik bir ifadeyle bakmıştı ki ona sarılmak istemiştim. ''Deniz, bu kız iyice sana benzedi. Farkında mısın?'' dedi mutlu bir ifadeyle. Bizi yan yana görmekten, Deniz'e alışmış olmamdan ve onu seviyor oluşumdan çok memnundu. Bunu hissediyordum. Kocaman sırıttım ve arkama dönüp merdivenlere yöneldim. Elim karnımdaydı. Bebeğim dünyanın en mükemmel babasına ve en iyi manevi amcasına sahip olacaktı. |
0% |