Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41. Bölüm

@_kubraakyol

3 Kasım, Pazar

"Ada, hadi güzelim. Hazırsan çıkalım." Deniz'in seslenmesiyle montumu alıp koridora çıktım. Merdivenlerden iniyordu. "Geldim geldim." dedim ve hızlı adımlarla yanına ulaştım. "Uygar hazır mı?"

"Olmaz mı? Aşağıda bekliyor."

"Miray'ı o mu alacak ve biz şimdi nereye gidiyoruz?"

"Evet Miray'ı o alacak ve bizim otellerden birinin spor salonuna gidiyoruz."

Başımı salladım ve elimi uzatıp Deniz'in alnına dokundum. "Hala iyileşemedin, ateşin var sanki hala."

"Bir şey olmaz, merak etme sen beni." dedi ve kolunu boynuma sarıp alnımı öptü. "Sen iyi misin peki?"

"Sizin yanınızda olup iyi olmamak mümkün mü Deniz Bey?"

"Bak sen. Öyle mi bakalım Ada Hanım?"

"Harfi harfine doğru. Dünyada bir cennetten bahsedebilirsek eğer, orası sadece senin yanın olabilir."

Son kata inmemize az kala Deniz beni durdurdu ve iki kolunu birden belime sardı. "Dışarıya çıkmaktan vazgeçip odamıza geri mi dönsek acaba?"

"Ne yapacağız ki odamızda?" dedim, anlamış olsam da anlamamış gibi yaparak.

"Bilmem." dedi Deniz burnunu saçlarıma dayadığında. Çok iyi bildiğini biliyordum. "Seni özledim."

"Yanından hiç ayrılmıyorum Deniz." dedim. "Yine de özlüyor musun?"

"Yok, öyle değil. Başka türlü." dedi yüzünü uzaklaştırıp. "Neyse, hadi inelim. Yoksa biraz daha burada durmaya devam edersek gerçekten gitmekten vazgeçeceğim." Deniz'in aklından geçenleri anladığımda gülümsememek için kendimi zor tuttum ve elini tutup onu aşağı doğru yürüttüm.

"Hadi Deniz, şimdi sırası değil."

"Sonunda indiniz. Ağaç oldum burada." dedi Uygar bizi gördüğünde. "Hadi çıkalım daha fazla geç kalmadan."

"Miray'ı görmek için sabırsızlanıyorum demiyorsun da." dedi Deniz ağzının ucuyla. Ama Uygar duymuştu.

"Deniz kaşınıyorsun. Ben sana böyle mi yaptım?"

"Yapmadın mı Uygarcım? İnkar mı edeceksin?"

"Ne yapmışım pardon?"

"Bursa'da üçümüz kahvaltı yaparken Aşk olsun tabii ya. Aşk olmadan olur mu? diyen, ardından Ada'ya göz kırpan kimdi? Selay, Can ve Miray bana yemeğe geldiğinde Yaşasın ikiz yeğenlerim olacak deyip bir bana bir Ada'ya bakan kimdi peki Uygar Bey?"

"Hiçbir şeyi unutmuyorsun. Gözünden de hiçbir şey kaçmıyor. Senden korkuyorum artık."

''Ben olsam ben de benden korkardım Uygar.''

''Ama bak fena mı yaptım? Ne güzel evleneceksiniz işte. Of harika olacak.''

''Orası öyle.'' dedi Deniz ve kolunu boynuma sarıp başımı öptü. ''Sevdiğim kadınla evleneceğim.'' Başımı kaldırıp Deniz'e baktım, bana göz kırpmıştı.

"Neyse, siz önden gidin. Ben Miray'ı alıp geliyorum."

"Tamam, görüşürüz."

"Görüşürüz."

Uygar'la bahçede ayrıldık ve arabaya binip yola çıktık. Arabaya bindiğimde yaptığım ilk şey klimayı açmak olmuştu çünkü hava çok soğuktu. "Offf havaya bak. Buz gibi."

"Üzerini iyi sar."

"Gören de hasta olanın ben olduğunu zannedecek."

"İyiyim beeen. Sen kapat bakalım o montunun önünü. Hadi söz dinle biraz."

Deniz'in sözünü dinledim ve açık bıraktığım montun önünü kapatıp kollarımı göğsümde birleştirdim. Dışarıda şiddetli rüzgar vardı ve çürümeye yüz tutmuş yapraklar yerde küçük hortumlar oluşturuyordu. "Bu kış sert geçecek sanırım." dedim camdan bakarken. Mevsimden bahsetmiştim ama sert geçecek olan şeyin mevsim değil hayatımız olduğunu bilmiyordum.

"Öyle görünüyor."

Sessiz ve kısa geçen bir yolculuktan sonra otele varmıştık. Çok büyük bir oteldi, buraya ilk kez geliyordum. Zaten varlığını da yeni öğrenmiştim. "Buradan hiç bahsetmemiştin." dedim arabadan indiğimizde. Yavaşça Deniz'e sokuldum ve elini tuttum. Bakışlarım otelin duvarlarında geziyordu. Sekiz katlı, üç bin metrekare alana yayılmış ve şehirden uzaktı. Büyük bir ormanın içine yapılmıştı. Kum rengi olan dış boyası etrafındaki büyük çam ağaçlarıyla beraber çok güzel bir uyum içindeydi. Burayı sevmiştim.

"Konusu açılmamıştır, bir gün sana nerede neyimiz var bir bir anlatsam iyi olacak." dedi belli belirsiz bir sesle gülümseyerek. Ardından bir arabanın fren sesi duyuldu. Bakışlarımı çevirip baktım. Uygar ve Miray gelmişti.

Uygar arabayı durdurduğunda Miray hiç beklemeden indi ve koşa koşa gelip bana sarıldı. "Canım." dedi içten bir sesle. "Ben seni neden bu kadar özlüyorum acaba?"

Bedenimi ondan ayırıp dudağımı kıvırdım. "Bilmem."

"Deniz artık seni kıskanmaya başladım. Aldın Ada'mızı. Yüzünü gören cennetlik gerçekten."

"Üzgünüm." dedi Deniz arkamdan sarılıp boynumu öperek. "Özlemeye razı olacaksınız. Çünkü ben onsuz yaşayamıyorum."

Boynumu Deniz'e doğru kısıp ellerimi ellerinin üzerine koydum. Miray neşeyle gülümsedi. "Tamam, bu kadar romantik bir cevap beklemiyordum. O yüzden susuyorum."

Kısa bir süre gülümsedim. "Nasılsın Miray?"

"Çok iyiyim. O kadar çok yorulmuştum ki şimdi burada küçük bir kaçamak yapmak bana çok iyi gelecek."

"Patronun olarak söylüyorum, kimse sana o kadar çalış demiyor Miraycım." dedi Deniz gülerek. "Kendine zaman ayır biraz."

"Aynen ben de tam olarak bunu anlatmaya çalışıyordum." dedi Uygar yanımızda belirdiğinde. "Dinlenmeye tepki olarak doğmuş doktor hanım."

"Çalışmayı seviyorum, ne yapayım?" dedi Miray. "Neyse ben kurt gibi açım. Kahvaltı yapmadınız değil mi?" Deniz'le aynı anda başımızı iki yana salladık. "E süper o zaman. Herkese uyuyorsa önce kahvaltı yapalım."

Hep bir ağızdan "Olur, hadi o zaman." dedik ve otele doğru yürüdük.

"Offf." dedim rüzgar yüzünden birbirine giren saçlarımı zapt etmeye çalışırken.

"Ne oldu güzelim?" dedi Deniz ve kolunu boynuma attı.

"Saçlarım. Çok karıştı baksana."

"Odaya geçince hallederiz."

"Eminim ki şu an cadıya benziyorumdur."

Deniz diğer eliyle çenemi sevdi. "Cadı olsan bile hala çok güzelsin, merak etme."

"Ben pek de emin olamadım."

"Sevgilim ben aşık olduğum için her halin güzel benim için. Cevabım seni tatmin etmediyse çocuklara sor istersen."

Kollarımı beline sardım ve yürümeye öyle devam ettim. Böylece üşümüyordum da. "İnandım inandım tamam."

Otelin içi dışından daha da güzeldi. Bebek sarısı duvarlar yaldızlı şeritlerle süslenmişti ve duvarlarda çeşitli resimler vardı. Lobi büyük ve ferahtı. Beklemek için bir sürü mobilya konmuştu. Tavan çok yüksekti ve avize yerine led aydınlatma yapılmıştı. Zemin ise mozaik desenli mermerle kaplanmıştı.

"Hoş geldiniz Deniz Bey." dedi genç bir adam telaşla yanımıza gelirken. "Sizi beklemiyorduk. Gece burada mısınız?"

"Hoş bulduk Tuna. Plansız oldu biraz. Gece kalmayacağız da neden telaş yaptın böyle? Gün içinde hiç boş oda mı yok?"

"Gece için dolu Deniz Bey. O yüzden ufak bir telaş yaptım ama gün içinde boş oda var." dedi adının Tuna olduğunu öğrendiğim çocuk. Gülümsüyordu. "Buyurun anahtarlarınızı vereyim. Kaç oda istiyorsunuz?"

"Üç tane ayarla bakalım." dedi Deniz bana sarılırken. ''Göle baksın üçü de."

"Tamamdır Deniz Bey, buyurun."

Tuna bize üç anahtar uzattığında birini biz, birini Miray, birini de Uygar almıştı. "Önce bir odalarımıza geçelim. Üstümüzü başımızı değiştirelim. Uyar mı size?" dedi Deniz, Uygar ve Miray'a bakarken.

"Olur olur. Şu yol yorgunluğunu bir atalım. Yarım saat sonra restoranda buluşuruz." dedi Uygar eliyle Miray'a yol verirken. "Buyurun doktor hanım."

"Teşekkür ederim Uygar Bey, çok kibarsınız."

"Ne demek, rica ederim. Buyurun lütfen."

Deniz'le birbirimize bakıp gülümsedik ve ikisinin arkasından asansöre doğru yürüdük. Anahtara baktım. 807 nolu odaydı. "Ne zaman yaptırdınız bu oteli? Ya da ne zaman aldınız?"

"Arazi dedemden kalmış. Babam da nasıl değerlendirsem nasıl yapsam diye düşünmüş ve insanların sıkıldıklarında kaçabilecekleri bir yer yapmak istemiş. Nihayetinde bir otel projesi çizdirmiş. Ben on üç yaşındayken temelleri atılmıştı. Ama o zamanlar bu kadar büyük değildi. Daha sonra arazi genişletilip yan yana ek binalar yapıldı. Tabii içeriden belli olmuyor bu eklemeler. Neyse işte en son noktayı da ben koydum, yapay göl yaptırdım."

"Dededen toruna yani."

"Dededen toruna." diye tekrarlayarak onayladı beni Deniz.

"Gölü çok merak ediyorum."

"Odaya çıkınca görürsün, yani güzel ama senin kadar değil."

"Ya Deniz." dedim koluna girip. Asansöre gelmiştik. Uygar ve Miray'a yetişemediğimiz için onlar çoktan çıkmıştı.

"Evet, işte gel bakalım." dedi. Onun hemen bir adım önünden asansöre geçtim ve elini tutup onu da kabine çekerek sekizinci katın düğmesine bastım.

''Buraya sık geliyor muydun peki?''

''Ben değil de bizimkiler çoğunlukla buradalar.'' dedi buruk bir sesle. Anne ve babasından konu açıldığı için huzursuz olmuştu.

''Deniz annen ve babanla konuşman gerekiyor. Seni böyle gördükçe ve elimden bir şey gelmedikçe canım yanıyor. Ağzını bile açmıyorsun ama gözlerinin içine bakınca ruhundaki acıyı görebiliyorum.''

''Ben iyiyim Ada. Ruhumda acı falan yok. Yanlış hissediyorsun.''

''Gerçekten iyi olduğun halini bilmesem ikna olurdum. Ama değilsin, biliyorum. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsun. Hiç etkilenmemiş gibisin. Bir sürü şey oldu ama sanki, sanki senin değil de başkasının başına gelmiş gibi. Başına gelenleri reddediyorsun.''

''İnan bana iyiyim.''

''Garip olan da bu. İyi olduğunu düşünmen. Her zaman iyi ve güçlü olmak zorunda değilsin Deniz. Bazen canın acımalı, bazen canın yanmalı. Ve canının yandığını bana belli ettiğinde senin zayıf olduğunu düşünmem. Bazen zırhını indirmen gerekir. Bunu yapmıyorsun.''

''Bu konuyu kapatalım mı Ada? Lütfen.''

''Neden hep kaçıyorsun Deniz? Artık yalnız değilsin, bak ben yanındayım. Tamam, ne hissettiğini bilmiyorum ama-''

''Ada lütfen.'' dedi Deniz biraz sert bir sesle. Sustum. Tamam, konuşmak istemiyorsa uygun zamanı bekleyecektim.

Asansör durduğunda Deniz elimi tuttu ve kabinden çıktık. Koridor iki yana doğru da çok uzundu ve bir sürü kapı vardı. Ne tarafa doğru döneceğimizi merak ederken Deniz beni bekletmedi ve sola doğru döndük. Koridor yürüdükçe uzuyormuş gibi hissettim. Sonu olmayan bir yol gibiydi. Kapılardaki numaralara baktım, ilk gördüğüm 819 numaralı odaydı. Yani yaklaşmıştık. 818, 817, 816...

Birkaç adımdan sonra nihayet kapının önündeydik. Deniz anahtarı dijital okuyucuya okuttu ve kapı onay sesinden sonra açıldı. ''Geç bakalım.''

Odaya girer girmez pencereye koştum ve perdeyi açtım. Karşımda yemyeşil bir manzara vardı. Bir yanda çam ağaçları bir yanda kocaman, tertemiz, kuğulu bir göl.

''Beğendin mi?'' dedi Deniz yanıma gelip arkamdan sarılarak. Tıpkı aşağıdaki gibi yine boynumu öpmüştü. ''Evet çok güzel. Şanslı bir adamsın.'' dedim biraz hüzünlü bir sesle.

''Evet çünkü sen hayatımdasın." dedi gülümseyerek.

Gülümsedim. ''Başka şeyleri kastetmiştim. Çoğu insan bu imkanlara sahip değil. Bazıları için buraya gelmek bile lüksken sen buranın sahibisin. Benim hiç böyle kafam estiğinde gidebileceğim bir yerim olmadı. En fazla Selay'a gidiyordum. Tabii bunlar maddi şeyler. Mesela manevi olarak da çok şanslısın. Ailenden yaralı değilsin. Tamam, belki şimdi aranız kötü ama senin bir ailen var. Annen ve baban seni, Melis'i, Eren'i çok seviyor. Her zaman yanınızda olmuşlar. Ne yaparsanız yapın destek olmuşlar. Deniz, arkanda kocaman bir dağ var senin. Bu yüzden şanslısın işte. Benim gibi kimsesiz hissetmemişsin hiçbir zaman. Bütün bunlar bana o kadar uzak ki hayalini bile kuramayacağım şeyler hepsi.''

Deniz bir şey söylemedi ve arkamdan çekilip bir sandalyeye getirerek beni manzaraya karşı oturttu. ''Biraz bekle, geliyorum.'' dedi banyoya giderken. Ne yaptığını hiç anlamamıştım. Söylediklerim canını mı sıkmıştı?

''Dön bakalım önüne.'' dedi omuzlarımdan tutup beni pencereye çevirip. ''Manzaranın tadını çıkart.''

''Ne oluyor Deniz?'' dedim merakla.

''Saçların karıştı diye üzülmüyor muydun? Onu halledeceğiz şimdi. Saçını tarayacağım.''

Derin bir nefes aldım. O kadar cümle kurmuştum ama yine ailesiyle ilgili konudan kaçmıştı. Sanki ailesinden bahsetmek suçtu. Anne ve baba tabu kelimeler olmuştu.

Deniz tarağı saçlarımdan aşağı kaydırırken canımın yanmadığını fark ettim, eli çok hafifti. Daha önce de yaptığı bir eylem olduğunu anlamam uzun sürmemişti. ''Annem Melis'in saçlarını tararken, önceden yani hep ben de izlerdim. Melis bir meleği andırıyordu. Kardeşim olduğu için çok şanslı olduğumu düşündüm her zaman. Annem onun saçlarını tararken aralarındaki bağın daha da kuvvetlendiğini düşünür, Melis'i annemden kıskanırdım. Sanki o saç tarama dakikaları onları daha da yakınlaştırıyordu. Çocukluk işte, böyle saçma sapan bir düşünceye kapıldım. Bir gün annemden gizli Melis'in odasına girdim ve Saçını taramamı ister misin? diye sordum. O günden sonra benden başka kimseye taratmadı saçlarını. Ben de ondan başka kimsenin saçını taramadım.'' Son cümlesi kalbimi eritmeye yetmişti. Melis ve ben onun için ayrıydık. Deniz saç taramak gibi basit bir şeyin iki insan arasındaki bağı güçlendirdiğini düşünüyordu. Onun için özeldi. Ve beni de bu çocukluk inancına dahil etmişti. Ona sarılmak için bir nedenim daha olmuştu.

Arkama dönüp bakıp ona kocaman, sevgi dolu bir gülümseme gönderdim. ''Peki dört yıldır annen mi tarıyor Melis'in saçını?''

Deniz gülümsedi. ''Hayır, Eren'e devrettim.''

''Demek Melis'le bağınız bu saç tarama merasimlerinde güçlendi.'' dedim tekrar önüme dönerken.

''Evet.''

''Peki Eren? Onunla bir anınız var mı?''

''Eren gök gürültüsünden çok korkardı, bunu bildiğim için her yağmur yağdığında odasına gider yanına uzanır ve uyuyana kadar masal okurdum. Tabii on yaşına geldiğinde falan sanırım, artık büyüdüğünü ve korkmadığını söylemeye başladı. Tam ergen havaları anlayacağın. Bana sorarsan hala korkuyor. Çünkü her yağmur yağdığında kulaklığını takıp son sesle müzik dinler.''

''Gök gürültüsünü duymamak için.''

Deniz eğilip başımı öptü. ''Evet, gök gürültüsünü duymamak için.'' dedi ve bir süre sustuktan sonra tekrar devam etti. ''Az önce bir şey dedin, tüm bunlar hayal edemeyeceğim şeyler gibi bir cümle. Tamam, benim sahip olduğum şeyler senin hayal edemeyeceğin şeyler. Peki hayal ettiğin şeyler ne?''

''Ben geçmişte pek hayal kurmadım. O yüzden şimdikileri söylesem olur mu?'' dedim sevimli bir sesle.

''Söyle bakalım.''

"Hmm mesela hayallerim arasında aynı yatakta sana bir sürü kitap okumak var. Yağmurda seninle dans etmek, her ne kadar sudan korksam da uçsuz bucaksız bir denizde seni öpmek, sana dilediğimce sarılma özgürlüğümü hiç kaybetmemek. Daha bir sürü var ama şimdi aklıma gelmedi ki.'' dedim dudağımı sarkıtıp. ''Peki senin en büyük hayalin ne?'' Deniz tarağı yatağa fırlattı ve alnımın bittiği yerdeki saçlarımı parmaklarının arasına aldı, başımı kaldırıp baktım. ''Şimdi ne yapıyorsun?''

''Ponpon kız olmayacak mısın? Saçını öreceğim.'' dedi sırıtarak.

''Deniz.'' dedim gülerek. ''Ponpon kız mı? Bunun için çok büyüğüm.''

Deniz bir eliyle saçımı tutarken diğer eliyle çenemi tuttu ve yüzüme eğilip iki yanağımı da belki onlarca kez öptü. ''Hayır sen benim tatlı, güzel, küçük bebeğimsin.'' dedi öpücüklerinin arasından. ''Tezahürat istiyorum.''

Başımı iki yana salladım. ''Koca bebek.'' Deniz saçlarımı ikiye ayırdı, sanırım iki yanımdan da örecekti. ''Ee sen cevap vermedin. Senin en büyük hayalin ne?''

''Şu an tek bir hayalim var. O da ben senin saçlarını tararken kızımızın koşa koşa yanımıza gelip Baba benim de saçlarımı tarar mısın? demesi. Daha büyük bir hazinem olamaz, hayattan istediğim her şeyi almış olurum.''

''Kızımız mı?'' dedim tek kaşımı kaldırarak.

''Evet. Evimizin içinde sağa sola heyecanla koşan, en az annesi kadar güzel ve güçlü, minik bir kız.''

''Kızımız.'' diye tekrarladım fısıltıyla. Deniz olmasa karnıma dokunur, bebeğimi hissetmeye çalışırdım. "Gerçekten ister miydin? Yani diyelim ki oldu, sevinir miydin?"

"İstemek, sevinmek ne kelime Ada?" dedi heyecan dolu bir sesle. "Delirirdim, kafayı yerdim herhalde."

Gülümseyip başımı kaldırdım. Deniz tanımlayamayacağım bir coşkuyla bana bakıyordu. "Gerçekten mi?" dedim heyecanla.

Deniz alnımı öptü ve saçımı örmeye devam etti. "Evet, gerçekten. Ama önce senin hayallerini gerçekleştirelim. Sen bana yatağımızda bir sürü kitaplar oku, yağmurda dans edelim, denize girelim ve sen beni istediğin kadar öp."

Elimi kaldırıp işaret parmağımla ona gel işareti yaptım. "Gel bakalım. Bi' yerden başlamak lazım."

Deniz yavaşça eğildiğinde yanağına onlarca öpücük bıraktım. "Oh benim sevgilim ya. Ne güzel kokuyormuş, ne güzel gülüyormuş."

"Şımaracağım böyle devam edersen."

"Hep ben mi şımaracağım? Biraz da ben seni şımartayım." dedim kaşlarımı kaldırıp.

Deniz güldü. "Eh peki madem."

"Bir şey soracağım. Açlık durumun ne? Çok aç mısın?"

"Aslında hayır. Neden?"

"Ben diyorum ki bizim şu taze çifti yalnız bırakalım. O ikisi kahvaltı yapsın. Biz otelin mutfağımda bir şeyler atıştıralım. Ne dersin?"

"Hmmm çöpçatanlık mı yapıyormuş benim sevgilim?"

"Yani tam olarak beceremiyorum sanki ama amacım o, evet."

"Tamam, ben birazdan Uygar'ı arıyorum o zaman." dedi Deniz ve saçımı örmeye devam etti. Bitirdiğindeyse saçlarımı bağlayıp telefonunu kulağına götürdü. "Uygar ne yaptın? ... Hmmm anladım, ben de hazırlanıyorum şimdi... Yoo bir şey olmadı da Ada biraz rahatsız. Ben kendim ineceğim kahvaltıya... Evet sabah iyiydi ama midesi bulanıyor yine, biz de anlamadık... Tamam tamam söylerim geçmiş olsun dileklerini... Miray aşağıda zaten. Ben de geliyorum on dakika sonra... Tamam görüşürüz."

Deniz telefonunu kapatıp tam önümde durdu. "Şimdi aynı şeyleri benim için sen Miray'a söyle."

Telefonumu alıp Miray'ı aradım. Bekletmeden açmıştı. "Efendim canım."

"Miraycım ne yaptın? Hazır mısın?"

"Evet birazdan hazır olurum. Sen ne durumdasın?"

"Ben hazır sayılırım da Deniz biraz hasta ya, bir anda bir halsizlik çöktü üzerine. Kahvaltıya yalnız geleceğim. Onu söylemek için aradım."

"Önemli bir şeyi yok değil mi? Yapabileceğim bir şey var mı?''

"Yok yok, teşekkürler. Biraz onunla ilgilenip ineceğim. Sen in, Uygar aşağıda zaten."

"Tamam Adacım, o zaman görüşürüz aşağıda."

"Görüşürüz."

Miray telefonu kapattıktan sonra Deniz'le bir beşlik çaktık. "Hoppa, oldu bu iş.'' dedim aynaya doğru dönerken. Saçımı görmek istiyordum.

''Deniz, çok güzel olmuş saçlarım.'' dedim iki yanımdan saçlarımı tutup. Deniz yanıma geldi ve arkamdan sarılıp yanağımı ve boynumu öpmeye başladı. Boynumu kısıp gülümsedim. ''Ne yapıyorsun?''

''Enerji topluyorum maç için... Biraz buradan, biraz buradan, biraz da buradan. Oh şimdi hazırım işte.''

Gülümsedim ve Deniz'e doğru dönüp yüzünü ellerinin arasına aldım. ''Beni hiç bırakma olur mu?''

Kaşlarını çatıp bana huzursuz bir bakışla baktı. ''Bunu da nereden çıkardın? Sen benim en büyük dayanağımsın. Senin varlığın benim yaşama tutunma sebebimken kendimi senden nasıl mahrum bırakırım? Bunun için aklımı yitirmiş olmam gerekir."

"Hayatımda olmadığın ihtimalini düşündükçe-"

"Sssh hayır hayır. Sen istediğin sürece yanında olacağım. Eğer bir gün seni bırakmak zorunda kalırsam bu ancak sen istediğin için olur. Ben istediğim için değil. Bunu aklından çıkarma tamam mı? Ve bir daha bu konudan bahsetme.''

Parmak ucumda yükselip Deniz'i öpmeye başladım. Elleri sırtımda biraz oyalandıktan sonra belime kaymıştı. ''Seni öpmenin nasıl bir mucize olduğunu sana anlatabilseydim keşke.'' diye bir şeyler mırıldandığında gülümsedim. Dudaklarım dudaklarının üzerindeydi.

''Hmm nasıl bir mucizeymiş bakalım?''

''Bana her gün yeniden doğmuş gibi hissettiren bir mucize. Karanlığın aydınlığa dönmesi gibi. Fırtınadan hemen sonra güneş açması gibi. Sen hayatın bana verdiği en güzel hediyesin.''

''Sen de benim başıma gelen en güzel şeysin. Beni çok seviyorsun. Bana sahip çıkıyorsun. Bana o kadar sahip çıkıyorsun ki uyurken boşluğa düşer gibi olduğumda bile senin beni tutacağını biliyorum.''

Deniz tıpkı benim gibi yüzümü ellerinin arasına aldı ve burnumu öptü. ''Canım benim.'' dedi fısıltıyla. Ardından çenemdeki küçük çukuru öptü. ''Benim güzel sevgilim. Düştüğün an sana uzanan bir elim daima olacak. Seni çok seviyorum.''

Yarım kalan öpücüklerine devam ederken gözlerimi kapattım. Çok kısa bir süre sonra Deniz'in telefonu bizi bölmüştü. ''Kimse seni öpmemi istemiyor farkında mısın?'' dedi hafif sitemli bir gülüşle. Dudakları en sevdiğim halini almış, yukarıya doğru kıvrılmıştı. ''Seni alıp teknolojinin olmadığı bir yere kaçıracağım. İşte o zaman sevgilim, kimse beni seni öpmekten alıkoyamayacak.''

Deniz yanımdan uzaklaşıp telefonunu aldı, ekrana baktığında yüzü asılmıştı. Kimin aradığını çok merak etmiştim. Neyse ki Deniz beklemeden yanıt vermişti.

"Efendim anne." dedi buruk bir sesle. Mahcup bir hali vardı ya da bana öyle geliyordu. "Hayır evde değilim. Ne oldu? Melis'e bir şey mi oldu?''

.....

''Neden aradın o zaman?''

.....

''İstanbul'dayım evet, otellerden birinde.''

.....

''Yanımda, neden soruyorsun?''

.....

''Bu konu hakkındaki kararımı biliyorsunuz. İster saygı duyar yanımda olursunuz ister aynen böyle yabancı gibi yaşamaya devam edersiniz. Seçim sizin.'' Deniz bir yandan odada volta atıyor bir yandan annesini dinliyordu. Gerilmiştim çünkü tartışmalarını, hele benim yüzümden tartışmalarını hiç istemiyordum. ''Anne, ben çocuk değilim. Ne yapmam gerektiğini size sormayacağım. Seçimlerimin ya da kararlarımın bedelini ben öderim merak etme.''

.....

''Benim üzülmediğimi mi zannediyorsunuz siz? Benim için kolay mı bu yaşanılanlar? Hak etmediğim yükleri üzerime yüklerken hiç düşündünüz mü? Ne istediğimi sormadan beni aldınız şirketin başına getirdiniz. Neden? Sevgili babacığım yönetici olmayı beceremediği için. Aa sahi doktor olmayı da becerememişti değil mi? Bir çocuk ölmüştü bilmem hatırlıyor musunuz? Hani babam köşesine çekildiği için yıllardır bana bela olan düşmanlarımız vardı. Onunla savaşmayı bile beceremediği için öne attığı kişi ben olmadım mı? Size zarar gelmesin diye yıllardır Melih'le ben uğraşmıyor muyum?''

.....

''Ben size bir şey olmasın diye kendimi yeterince cezalandırdım.''

.....

''Size bir şey olmasın diye dört yıldır nelerle savaştım hiç bilmiyormuş gibi konuşma lütfen.''

.....

''Konumuz bunlar değilse ne o zaman?''

.....

''Benim vicdanım rahat çünkü sonunda o adam cezasını çekiyor. Hepimizin isteği bu değil miydi?''

.....

''Hayır Ada'yla beraberim diye siz benim hata yaptığımı düşünüyorsunuz ve bu saçma sapan düşünceniz yüzünden de beni cezalandırmaya kalkıyorsunuz.''

.....

''Hata falan değil. Sizin hata diye gördüğünüz şey benim hayattaki tek gerçeğim.''

.....

''Tamam, madem ileri gittiğimi düşünüyorsunuz durdurabilirseniz durdurun. Çünkü ben onu bırakmayacağım." Deniz telefonu yatağa fırlatıp pencereye doğru yürüdü. ''İyi misin?'' dedim pürüzlü bir sesle. Cevap vermemişti ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Düşündüğüm tek şey yalnız kalmanın ona iyi geleceğiydi. ''O zaman ben aşağı iniyorum.'' dedim yine pürüzlü bir sesle. Başını sallamakla yetindi ve dışarıyı izlemeye devam etti.

***

Miray aradığında Deniz'in yanından ayrılalı yaklaşık yarım saat olmuştu ve otelin mutfağında bir şeyler atıştırıyordum. "Nerede kaldın Ada?" dedi. "Deniz de yok. Ne işler karıştırıyorsunuz?"

Yorgun bir nefes verdim. "Bir şey karıştırmıyoruz. Uygar geldi mi?"

"Geldi. Ada kahvaltıya geç gelecek dedi. Sen de bana Deniz geç gelecek demiştin. Neler oluyor?" Sesinde küçük bir gülümseme vardı. Keşke heyecanına ortak olabilseydim ama moralim o kadar bozulmuştu ki bir an önce bugünü atlatmak istiyordum.

"Sonra anlatırım olur mu? Şimdi ikimiz de konuşacak durumda değiliz. Sahada buluşuruz."

"Kötü bir şey mi oldu?"

"Yok. Yani evet. Neyse Miraycım size afiyet olsun. Endişelenecek bir şey yok."

"Korkmaya başladım."

"Korkma korkma. Ben birazdan geçiyorum sahaya."

"Tamam o zaman, orada görüşürüz."

"Görüşürüz." dedim ve telefonu kapatıp basketbol sahasına gittim. Tahmin ettiğim gibi boştu. Adım seslerim yankılanırken sahanın ortasına ilerledim ve yerde duran topu aldım. Gözümde biriken yaşlara ve titreyen çeneme aldırmadan, üzüntümü biraz olsun alması için topu potaya doğru attım. Tıpkı poligondaki gibi isabetsiz bir atış olmuştu.

Pes etmeden topu defalarca potaya attım ama isabetli bir tane bile atışım olmamıştı. Zaten her şey kötü değilmiş gibi atışlarım da kötü olunca sinirlendim ve kendi kendime söylenip ağlamaya başladım.

''Bir şey de yolunda gitsin. Ama yok konu Ada olunca her şey aksi olmak zorunda. Ada kim ki işleri yolunda gitsin? Topu bile atamıyorum ben, bebeğime nasıl bakacağım? Hoş şimdi neden bebeğimi düşünüyorum ki? Daha ne zaman evleneceğimiz bile belli değil. Belki de Deniz ailesini dinleyecek ve beni hayatından çıkaracak. Belli mi olur? ... Offf sen iyice saçmalamaya başladın Ada!'' dedim gözyaşlarımı silip arkama dönerken.

Yalnız olduğumu düşünürken tam karşımda şaşkınlıkla duran Uygar'ı görmeyi hiç beklemiyordum. Küçük çığlığım sahada yankılanmıştı. ''Uygar.'' dedim sitemle. ''Böyle sessiz gelinir mi? Aklımı aldın.'' Baş parmağımı üst dişlerime ittirdim. ''Ne zamandan beri buradasın sen?'' Acaba söylediklerimi duymuş muydu? Duyduysa hamile olduğumu da öğrenmişti. Umarım ağzından kaçırmaz diye düşündüm.

''Bebek?'' dedi soran bir sesle.

Kendi kendime konuştuğum cümleleri duymuştu. Elimle ağzıma vurdum. ''Ha siktir. Salak. Salak Ada. Dış sesimi si-''

''Ada senin bebeğin mi var?'' dedi Uygar daha da şaşkın bir sesle. ''Bir bebeğin mi vardı? Bize neden söylemedin? Nerede şimdi, kim bakıyor?''

Kaşlarımı çatıp Uygar'ın düşüncelerini çözmeye çalıştım. ''Ne?'' dedim en az onun kadar şaşkın bir sesle.

''Bebeğini neden söylemedin? Deniz kabul ederdi. Babası olurdu bebeğinin.''

Nihayet Uygar'ın aklından geçenleri anladığımda neredeyse kahkaha atacaktım. ''Uygar ne saçmalıyorsun? Ne bebeği? Daha yeni hamileyim ben.''

Uygar'dan büyük ve coşkulu bir tepki beklerken elimi sıktı ve benimle tokalaştı. ''Aa öyle mi tebrik ederim. Allah analı babalı büyütsün.''

''Amin amin.'' dedim ve bakışlarımı Uygar'a diktim. Anlaması için imalı imalı baksam da yüzündeki o yeni anlamış olmanın getirdiği aydınlanma hala yoktu. ''Uygar amca oluyorsun.'' dedim dayanamayarak.

Uygar gözlerini kıstı ve beklediğim o aydınlanma yavaş yavaş yüzüne yayıldı. ''Ne?'' dedi büyük bir çığlıkla. Ardından bir sürü çığlık daha. ''Ne? Ne? Ne? Ada nasıl?''

Bir anda kendimi Uygar'ın kollarının arasında bulduğumda sırıttım. ''Deniz baba mı oluyor? Kardeşim baba oluyor.''

''Sshhh bağırma Uygar. Sus, Deniz duyacak.'' Uygar bana o kadar sıkı sarılmıştı ki neredeyse nefes alamayacaktım. ''Haberi yok sürpriz yapacağım.''

Uygar sarılmamızı sonlandırdı ve benden biraz uzaklaşıp kendi kendine çiftetelli oynamaya başladı. ''ALLAHIMMMM AMCA OLUYORUM. AMCAAAA OLUYORUMMM.''

''Uygar Allah aşkına sus ne olur. Biri duyacak şimdi.''

Uygar birkaç tur kendi etrafında döndükten sonra nihayet durdu ve beni süzdü. ''Benden başka kim biliyor? İlk bana söyledin değil mi?''

''Savaş biliyor, ilk o öğrendi.''

Uygar hayal kırıklığıyla beni biraz daha süzdükten sonra kaşlarını çattı. ''Kardeşin olduğu için görmezden gelebilirim, neyse...Bir dakika, sen neden ağlıyordun ben geldiğimde? Ne oldu?''

İçli bir nefes verdim. ''Gel şöyle oturalım.'' dedim ve hemen ilerideki tribüne yürüyüp bir benche oturdum.

''Anlat dinliyorum.''

''Deniz'in annesi aradı. Yine tartıştılar.''

''Offf, niye böyle yapıyor bunlar anlamıyorum. Hiç de öyle insanlar değiller. Bu Kadar katı olmaları için hiçbir sebep yok. Ne kadar konuşsam da anlamıyorlar.''

''Deniz çok mutsuz.''

''Farkındayım. Bir de iyi olduğunu iddia etmiyor mu, kafayı yiyorum sinirden.''

''Bu konu hakkında hiç konuşmuyor. Lafını bile açmıyor. Ne hissettiğini hiç bilmiyorum. Yaşadığı ikilemi tahmin ediyorum çünkü bir katilin kızıyla beraber. Üstelik bu katil herhangi bir katil değil. Cemre'nin katili. Ve Melis'in bu halde olmasına sebep olan bir katil.''

''Hala kendini suçluyorsun değil mi?''

''Evet, acı çekiyorum resmen. Bir yanım ben Deniz'i hak etmiyorum diyor. Bir yanım da masum olduğumun farkında. Ailesi haklı Uygar. Çok korkuyorum. Tamam belki saçmalıyorum ama ya Deniz ailesinin yanında olursa ve beni hayatından çıkarırsa?"

''Hemen bu düşünceden kurtul yoksa bir bebeğiniz olacağını Deniz'e söylerim.''

Başımı çevirip Uygar'a ters ters baktım. ''Uygar, kaşınma istersen.''

''Senin Deniz'i hak etmemen gibi bir şey olabilir mi Ada? Sakın bir daha duymayayım. Ayrıca Deniz asla ailesinin sözüne bakıp da seni bırakmaz. Deniz seni hiçbir koşulda bırakmaz."

"Bilmiyorum Uygar. Geçmişte olanlar, ailem, yaşadıklarım o kadar karanlık ki ve Deniz tüm bunların aksine o kadar aydınlık ki bu karanlığın onu yutmasından çok korkuyorum. Baksana ailesiyle ne halde."

"Düzelecekler. İnan bana. Söz veriyorum bak."

"Düzelmeleri için büyük bir mucize gerekiyor Uygar. Başka türlüsü güç gibi."

"Bazen diyorum ki keşke Cemre ölmeseydi. Evet Deniz ve Cemre asla tekrar olmazdı ama en azından işler bu kadar kördüğüm olmazdı. Yani bana ölmüş birini tekrar hayata döndürme hakkı verseler Cemre'yi seçerdim."

Başımı Uygar'ın omzuma yasladım ve yanağıma süzülen yaşı sildim. "Deniz'i çok seviyorum." dedim usulca. "Bu sevgi her şeyden daha güçlüymüş gibi hissediyorum. Onun sevgisi bana her şeyi yapabilecekmişim gibi güçlü hissettiriyor. Ama sanki bir şey olsa yani kötü bir şey, bu bahsettiğim güç bir anda eriyip bitecek gibi. Çaresiz kalacakmışım gibi."

"Çaresiz kalmazsın. Ben varken hiç kalmazsın. Sen benim kardeşim oldun. Benden her zaman, her şeyi isteyebilirsin. Sana yardım edemeyeceğim tek bir konu yok. Ayrıca Deniz'i kendimden bile iyi tanırım. Seni kaybetmektense her şeyini kaybetmeyi tercih eder. Yani boşuna korkuyorsun. Endişelerini törpüle çünkü benim tatlı yeğenim kötü etkilenebilir."

Başımı Uygar'ın omzundan kaldırdım. "Ya Uygar." dedim hafif bir gülümsemeyle.

"Deniz'e ne zaman söyleyeceksin? Çok sevinecek. Aşırı heyecanlıyım."

"Doğum gününde söyleyeceğim." dedim gülümserken.

"Ohoo o güne kadar ben tutamam ki içimde. Daha on beş gün var."

"Uygar sakın bak. Tamam Deniz'e söylemediğin hiçbir şey yok ama bunu söyleyemezsin. Bak silerim seni."

Uygar saçlarımı karıştırdı. "Korkma. Şaka yaptım." dedi sırıtırken. Ardından birkaç adım sesi duyduk. Miray ve Deniz gelmişti.

"Ooo nerede kaldınız Deniz Bey? Ben de bir an vazgeçtiniz sanmıştım."

Deniz boynundaki havluyu yavaşça bana uzattı ve uzanıp yanağımı öptü. "Geldim geldim. Seni sabırsız. Yenilmek için bu kadar heveslenmek de yani bilemedim."

"Bence Uygar kazanacak." dedi Miray heyecanla.

"Teşekkür ederim doktor hanım." dedi Uygar Miray'ın önünde reverans yaparken.

"Ben oyumu Deniz'den yana kullanıyorum." dedim.

Deniz bana göz kırpmıştı, neden olduğunu daha sonra anlayacaktım.' 'Önce biraz ısınalım mı?'' dedi topu yerde sektirirken.

Uygar'ın ''Olur.'' demesiyle ayağa kalktım.

''Isınma turu eşli olsun mu?'' dedim Deniz'in yanına sokulup topu elinden alırken. ''Söz maç esnasında ayak bağı olmayacağım.''

Deniz kolunu boynuma sardı ve saçımı öptü. ''Olur.''

''Bence de olur.'' dedi Uygar ve farklı potalara dağıldık.

''Daha iyi misin?'' dedim Uygar ve Miray uzaklaştığında.

''Evet ateşim daha iyi. İyileşiyorum.''

''Ondan bahsetmiyorum Deniz. Annenle olan konuşmandan bahsediyorum.''

Deniz topu elimden alıp yerde birkaç kez sektirdi ve potaya doğru koşup zıplayarak topu fileden geçirdi. Giydiği basketbol formasının üzerinde çok iyi durduğunu yeni fark etmiştim.

Topa doğru yürüdüm ve elime alıp Deniz'e attım ama o ''Sıra sende.'' diyerek bana geri atmıştı.

''Ben beceremiyorum, ayrıca soruma cevap vermedin.''

Deniz ısrarla cevap vermemeye devam ederken yanıma geldi ve dizlerimden tutup beni havaya kaldırarak potaya yaklaştı. Kalçam omzuyla aynı hizaya gelmişti. ''Hadi at.''

Topu havaya kaldırıp potaya attım. Amacım topu fileden geçirmek değildi, rastgele atmıştım. Zaten fileden geçmemişti. ''Odaklanarak at Ada. Karpuz atmıyorsun, hedefe odaklan.'' dedi Deniz beni yavaşça aşağı indirirken.

''Odaklanamıyorum çünkü aklım hala sende ve ailende.''

''Bu yüzden mi ağladın?'' dedi yüzüme dokunup. ''Benim için ağlamanı istemiyorum. Çünkü ben iyiyim.''

''Ağladığımı nereden anladın?''

''Gözlerin nemli çünkü.'' dedi topa doğru giderken.

''Tamam, konuyu değiştirme.''

Deniz eğilip topu aldı ve yine ilk atışta fileden geçirdi. Topu bana atmasını bekledim ama bunun yerine arkama geçip ve topu önümde tuttu. ''Sen de tut.''

Dediğini yapıp ellerimi ellerinin üzerine koydum ama o benim ellerimi alta geçirdi ve ellerini ellerimin üzerine koydu. Ardından topu havaya kaldırıp açıyı ayarlamaya çalıştı. Doğru açıyı yakaladığına emin olduğundaysa topun ivme kazanması için dirseklerimi hafif büküp kollarımı aşağı indirdi. ''Tamam şimdi atıyoruz.''

Deniz topu hızla ittirdi, top yönünü hiç bozmadan potaya yaklaştı ve saniyeler içinde fileden geçti. Gülümsedim, Deniz boynumu öptü. ''İşte böyle.''

Deniz topu tekrardan alıp defalarca sektirdi ve bu sefer bana vermeden art arda onlarca basket attı. Hiç ıskalamamıştı. Ona bir beşlik çaktığımda beni omuzlarına aldı, bacaklarım iki yandan önüne sarkmıştı. ''Deniz düşeceğim ne yapıyorsun?'' Ellerini havaya kaldırdı, ellerimi uzatıp iki elini de tuttum.

''Bana güvenmiyor musun?'' dedi, Uygar ve Miray'ın yanına doğru yürürken.

''Ben bu hayatta en çok sana güveniyorum.''

''O zaman uçuyoruz.'' dedi koşarken. Ben gerçekten deli bir adama aşıktım.

''Hazır mısın?'' dedi Uygar, Deniz beni yere indiriyordu.

''Hazırım, hadi başlayalım.''

Miray'la benche döndük. Deniz ve Uygar beklemeden maça başlamıştı.

Maç çok eğlenceliydi, Deniz daha iyiydi ve her sayı aldığında yanıma koşup beni öpüyordu. Rekabetleri kıyasıya devam ederken bu maçı şüphesiz Deniz'in alacağını düşündüm. Ama sonlara yaklaştıkça formunu düşürdü ve Uygar'ın sayı almasına neredeyse müsaade etti.

Neler olduğunu anlamasam da aynı heyecanla maçı izlemeye devam ettik. Ben Deniz'e, Miray da Uygar'a tezahürat yapmıştı ve maçın sonunda yüzü gülen Uygar olmuştu.

Çocuklar bize doğru gelirken buruk bir gülümsemeyle kalktım ve Deniz'e sarıldım. Uygar'ın heyecanı o kadar yüksekti ki koşarak Miray'a yaklaştı ve ona sarıldı. Birkaç saniye sonra yaptığı şeyi idrak ettiğindeyse alelacele sarılmasını sonlandırıp üstünü başını düzeltti. "Pardon, affedersin. Böyle birden şey oldu. Yani sevinçle birden." dedi kekeleyerek.

Gülmemek için kendimi zor tuttum.

"Sorun değil." dedi Miray, o da gülümsüyordu. Utangaç bir gülümsemeydi.

Uygar konuyu değiştirip Deniz'e döndü. ''Eee Deniz Bey hazır mısınız bir ay boyunca istediğim her şeyi yapmaya?''

''Sakın abuk sabuk şeyler isteme yoksa rövanş isterim.''

''Ohooo sen şimdiden anlaşmayı bozdun be kardeşim. İddiaya girerken böyle mi konuştuk?''

''Neyse ne.'' dedi Deniz havluyla terini silerken. ''Ben baştan söyleyeyim de.''

''İstediğin kadar konuş Deniz, kaybettin ve her dediğimi yapacaksın.''

Deniz yumruk yaptığı elini Uygar'ın omzuna vurdu, bir müddet erkek şakalaşması yapmışlardı ve gülüşleri sahayı dolduruyordu.

Gitmeye karar verdiğimizde Miray ve Uygar bizden birkaç adım gerideydi. Deniz'e sokuldum. "Sen daha iyiydin. Neden Uygar'ın kazanmasına izin verdin?" dedim duymayacakları bir sesle.

"Bir erkeğin yanında yeni yeni hoşlanmaya başladığı bir kız varsa bütün galibiyetler o erkeğe bırakılır. Erkekliğin şanındandır."

"He sen o yüzden maçtan önce bana göz kırptın."

Deniz gülümsedi. "Aynen öyle benim akıllı sevgilim."

Kıkırdadım ve yüzümü göğsüne gömüp yürümeye öyle devam ettim. Güzel bir gündü, yaşanılan onca şeye rağmen mutlu olmayı başardığımız için şanslıydık.

***

Eve döndüğümüzde direkt salona geçip koltuklara yayılmıştık. Maç yapan onlardı ama yorgun olan benmişim gibi hissediyordum. Koltuğa kıvrıldım ve ellerimi yanağımın altına sıkıştırdım. Uygar ve Deniz viski içiyordu.

"O kadar şeyin üstüne böyle bir maç hepimize iyi geldi." dedi Uygar.

Deniz bardağından bir yudum aldı. "Bundan sonra sık sık yaparız."

"Olur olur. Bana her zaman uyar biliyorsun."

"Miray'ı da çağırırız."

Uygar heyecandan bardağını neredeyse elinden düşürecekti. "Dur be abi sen de hemen. Utandırıp durmasana."

"Şapşal herif. Nasıl sarıldın ama heyecandan."

"Deniz sus yoksa dilini kopartacağım."

"Hadi ya. Denesene bir kere." dedi Deniz gülerek. Gözlerim yavaş yavaş kapanmıştı.

Uyuyakaldığımı gözlerim tekrar açılırken fark ettim. Koltuğun diğer tarafına dönmüştüm, üzerime bir şey örtülmüştü. Deniz ve Uygar işle ilgili bir şeyler konuşuyordu. Viski içmeye devam ettiklerini fark ettim. Çünkü belirli aralıklarla bir bardağın zeminle buluşan sesi kulağımı dolduruyordu.

"Tamam, bu kadar iş yeter. Anlat bakalım Deniz Efendi. Neden bu haldesin?" dedi Uygar sessiz bir sesle. Muhtemelen uyanmamam için sessiz konuşuyordu ama ben çoktan uyanmıştım.

"Ben iyiyim Uygar. Ne var halimde?"

"Ne var halimde mi? Aynaya bakmıyor musun sen? Mutluymuş gibi yapıyorsun ama içten içe kendini yiyorsun."

"Yanılıyorsun Uygar. Dedim ya iyiyim. Neden böyle düşünüyorsunuz anlamıyorum. Ada da seninle aynı şeyleri söyleyip duruyor."

"Ada da fark ettiğine göre kesin bir şey var. Anlat hadi. Ne oluyor sana?"

Deniz bir süre sustu. Benden kaçtığı gibi Uygar'dan da kaçacak mıydı merak ediyordum. "Dün Cemre'nin annesiyle karşılaştık adliyede." dedi derin bir nefesten sonra.

"Ne? Yuh. Ne dedi?"

"Ada'yı yanımda görünce delirdi hadsiz."

"Yıllarca görmezden geldiği kızının duruşmasına gelmek nereden geldi acaba aklına? Çok umurundaymış gibi."

"Bilmiyorum Uygar. Abuk sabuk şeyler söyledi. Ada'nın da canını sıktı."

"Çok normal. Seni vefasız ilan etmiştir bir de."

"Aynen öyle yaptı. Cemre'yi nasıl unutmuşum. Yerine nasıl başkasını koymuşum. Sorduğu sorular bunlardı."

"Ada ne yaptı peki?"

"Ne yapsın? Sessizce durdu. Yaptığı şeylerden hatta yapmadığı şeylerden bile mahcubiyet duyuyor. Sanki hiçbir şeye hakkı yokmuş gibi hissediyor. Onun için yaptığım her şeyi bir lütuf gibi görüyor. Halbuki içimden geldiği için ve hak ettiği için yapıyorum. Hayat ondan o kadar çok şey almış ki şimdi önüne ne sersem garipsiyor. Çünkü kaybetmeye alışmış, kazanmaya değil.''

''Haksız sayılmaz. Ve bu kaybetme korkusu yüzünden elinde olan her şeyi kaybedeceğini sanıyor. Sanki ona sahip olma hakkı tanınmamış gibi... Annenle tartışmışsın, Ada söyledi.''

''Evet, yine bir sürü şey söyledi. Tahammül edemiyorum artık. Ne yapacağımı da bilmiyorum. Köşeye sıkıştım sanki. Her şey saçma sapan ilerliyor. Kafayı yemek üzereyim. Ada üzülmesin diye belli etmemeye çalışıyorum. Gülüyorum, eğleniyorum ama içimde kocaman bir kaygı var. Yutuyor sanki beni. Bir hata yapmaktan çok korkuyorum.''

"Bu konu hata yapacağın bir konu değil ama Ada aileni seçip onu terk etmenden çok korkuyor Deniz. Bugün sahada sizi beklerken biraz konuştuk. Onun seni kaybetme korkusunu iliklerime kadar hissettim. Seni çok seviyor."

"Ailemi seçmek mi? Ada'yı bu kadar çok severken mi? Onsuz geçirdiğim tek bir saniye bile beni zehirliyor. Onu bırakmam, ölsem bırakmam.''

"Zaten ben de aksini düşünmüyorum Deniz. Ama Canan abla ve Fatih abi neden seni bir seçime zorluyor? Ada'nın hiçbir suçu yokken hem de. Bu kadar katı olmaları çok anlamsız. O kadar dil döktüm bana mısın demiyor ikisi de.''

''Çünkü bu zamana kadar onların sözünden hiç çıkmadım, hiç hata yapmadım ve şimdi onların gözünde hatalıyım. Bunu kabullenemiyorlar.''

''İyi de sen sadece aşık oldun. Bu bir hata değil, bu dünyanın en güzel şeyi. Bak sen onlar için kendini hayattan soyutladın, ne yaşandıysa tek başına göğüsledin. Bir kere bile hayır demedin. Tam istedikleri gibi kusursuz biri olmaya çalıştın. Kendi hayatından çaldın. Tamam belki isteyerek yaptın ama artık kendi seçimlerini yaşa Deniz. Kendi istediğin hayatı yaşa. Onların istediği hayatı değil.''

''Bundan şüphen mi var Uygar? Onları dinleyip Ada'dan ayrılacağımı düşünmüyorsun herhalde?''

''Hayır tabii ki düşünmüyorum. Eğer öyle bir şey yaparsan en büyük düşmanın olurum bunu bil. Ada'yı üzemezsin.''

Deniz bir süre sustu ve konuyu değiştirdi. ''Aslında çok zoruma gidiyor biliyor musun?"

"Ney zoruna gidiyor?"

"Cemre'nin katilinin Ada'nın babası olması. Ada'nın babasının katil olması. Kendimi ne kadar bu düşünceden uzak tutmaya çalışsam da olmuyor. Ada'ya çok aşığım ama bu gerçeği hatırladıkça içimde bir şeyler kopuyor sanki. Ona belli etmemeye çalışıyorum. Olan olmuş, biten bitmiş, hiçbir şeyi değiştiremeyiz ama keşke bunu değiştirebilsem.''

''Bence Selçuk Dündar'ı Ada'nın babası olarak görmemeyi başarırsan her şey daha güzel olur.''

''Deniyorum.''

''Hayat ne kadar garip değil mi Deniz? Baban bir çocuğun ameliyatına giriyor, çocuk ne yazık ki ölüyor ve kalbi yıllar sonra aşık olacağın kıza naklediliyor. Belki Gökalp ölmeseydi Ada şimdi hayatta olmayacaktı. Yani bir yandan iyi ki Gökalp ölmüş diyorum çünkü bu sayede Ada hayatta kalmış. Bir yandan da keşke ölmeseydi diyorum çünkü yaşasaydı Melih gibi bir düşmanınız olmazdı. Bütün ahlaki değer yargılarım alt üst oldu şu anda. Belki yanlış düşünüyorum ama bunu söylemeden geçemeyeceğim, iyi ki ilk ihtimal gerçekleşmiş ve o kalp Ada'ya nakledilmiş.''

Deniz içli bir nefes verdi. ''Hatırlıyor musun Uygar? Eskiden gündüzleri severdim, şimdi Ada'nın o gece siyahı gözleri yüzünden geceleri seviyorum. Karanlığı sevmezdim çünkü hiç ışığım yoktu. Şimdi o var, o benim karanlığımı aydınlatan tek yıldızım.''

Loading...
0%