Yeni Üyelik
42.
Bölüm

42. Bölüm

@_kubraakyol

4 Kasım, Pazartesi

Hayatlarımızın mahvolmasına sadece birkaç hafta kaldığını bilmeden okuldan çıktım. Dün gece Deniz'in söylediklerini duyduktan sonra hiç uyuyamamış, bütün gece düşünmüştüm. Vicdan azabı hissim son zamanlarda azalmıştı ama Deniz'in söylediklerinden sonra tekrardan kendimi suçlu hissetmeye başladım. Tamam Deniz üzülmemem için bana yansıtmıyordu ama gerçekten hissettiği şeyleri duyduğumda kelimenin tam anlamıyla yıkılmıştım. İyi olmadığını biliyordum. Bu beni üzüyordu. Neden iyi olmadığını bilmek ise beni daha çok üzüyordu. Babam yüzünden huzursuzdu. Ama benim yapabileceğim bir şey de yoktu. Ailemi, babamı, geçmişi, Cemre'nin ve Melis'in başına gelenleri değiştiremezdim. Deniz de farkındaydı ama yine de böyle hissettiğini bilmek beni derin bir acıyla yaralamıştı. Çok huzursuzdum. Görünmez bir kalem aklımın bir köşesine felaket senaryoları yazıyor gibiydi. Okudukça dehşete düşüyordum. En kötüsü de Deniz'den ayrı kalmaktı.

Çok karanlık hissediyordum. Deniz'in bile aydınlatamayacağı bir karanlığın içine doğru sürüklenmiştim. O lanet düşünce yine tüm benliğimi sarmıştı. Hiçbir şey yoluna girmeyecek.

Dışarı çıkınca Savaş'ı aradım. Bir saat sonra adliyede duruşması vardı, onunla gidip destek olacaktım. Sonunda Gökalp Karahan adından kurtulup Savaş Dündar olacaktı. O da benim gibi babamın soyadını taşımayı reddetmiş, dayımın soyadını almak istemişti. Ama dayımı uğraştırmak istemediği için Dündar soyadına razı olmuştu. İlk derdi Karahan soyadından kurtulmaktı. Sonrasına daha sonra karar verecekti.

"Savaş birazdan gelir." dedim arabaya vardığımda. Kerem yolcu kapısının yanında beni bekliyordu.

"Heyecanlı mısın?"

"Evet, çok heyecanlıyım. Sonunda resmi olarak kardeşim olacak."

"Her şey istediğin gibi olduğu için çok mutluyum. Seni üzmüyor değil mi?"

Kulağımın ucunu tutup kafama vurdum. "Nazar değmesin diyelim. Her şey çok güzel. Daha da güzel olacak. Daha tam alışamadık birbirimize."

"Olur olur, zamanla daha iyi olacak."

"Buna hiç şüphem yok biliyor musun? Biz birbirimize çok iyi geleceğiz."

Kerem başını salladı. "Savaş gelene kadar arabada beklesene hava çok soğuk."

"Yok, az önce konuştuk. Gelir birazdan."

"Tamam, akşam eve o mu bırakacak seni? Net bir şey söylemedik. Yalnız gelme sakın yoksa Deniz Bey beni keser."

"Yok yok yalnız gelmem. Merak etme sen beni." dedim ve bir fren sesi tam önümüzde yankılandı. Savaş gelmişti.

"Ha bak geldi işte. Sen de git daha fazla üşümeden."

Kerem koluma dostça dokundu ve sürücü tarafına ağır ağır yürüdü. Bakışlarımı Savaş'ın arabasına çevirdim. Bir Jeep'le gelmişti. Beni bekletmeden arabadan indi ve hızlı adımlarla yanıma geldi.

"Canım." dedi bana sıkıca sarılırken. Bana her canım dediğinde kalp ritmim değişiyordu. Bunu duymak için on yedi yıl beklemiştim. "Çok bekledin mi?"

"En fazla üç dakika olmuştur. Hem ben seni on yedi yıl bekledim. Üç dakika ne ki?" dedim gülümseyerek. Ardından sarılmamızı sonlandırdım.

Savaş buruk bir şekilde gülümsüyordu. "Gelmezsin diye tahmin ediyordum."

"Seni hiç yalnız bırakır mıyım? Sonunda ikizim Savaş olacaksın. Rüyada gibiyim."

"Neyse ki rüya değil, gerçek. Hadi gel bak sana ne göstereceğim."

"Ne? Ne göstereceksin?"

Savaş elimi tuttu ve beni arabanın bagajına doğru yürütüp kapağı açtı. İçinde ellerimle taşıyamayacağım kadar büyük bir koli vardı. "Ne var bunun içinde?"

"Aç bakalım."

Kolinin üzerindeki bandı çektim, ardından kanatlarını açtım. İçinde büyük bir tuval, büyük bir kalem kutusu ve çeşitli boyalar vardı.

"Savaş." dedim heyecanla. "Çok güzel bu. Neden zahmet ettin?"

"Ne zahmeti? Sen benim kardeşimsin. O kadar heyecanla aldım ki beğenecek misin diye yerimde duramadım."

"Beğenmek mi? Bayıldımmm. Çok teşekkür ederim." dedim ve ona kocaman sarıldım.

"Seni mutlu etmek için bir şeyler düşündüm ve aklıma bu geldi. Seni tanıdıkça hediye seçeneklerim de artacak."

Sırıttım. "Senin varlığın bana en güzel hediye."

"Canım benim. İyi ki beni buldun." Gülümsedim, Savaş beni arabaya yönlendirdi. ''Hadi hava buz gibi, çabuk arabaya geçelim.''

Başımı sallayıp koşar adımlarla yolcu tarafına geçip emniyet kemerimi taktım. Savaş gerçekten de yerinde duramıyordu. "İnanılmaz heyecanlıyım." dedi göz ucuyla bana bakarken. "Ama sende bir şey var. Neyin var?"

"İçimde inanılmaz büyük bir huzursuzluk var Savaş. İçimde bir şey var sanki ve iyi olan bütün her şeyi yiyip bitiriyor gibi hissediyorum. Bir şey olacak ve her şey değişecek gibi. Çok korkuyorum."

"Dün bir şey mi oldu?"

"Aslında dün çok güzeldi. Ta ki dün gece ben uyuyana kadar."

"Ne oldu?"

"Deniz'i ve Uygar'ı konuşurken duydum. Yani uyuduğumu zannedip yanımda konuştukları için ben de onları biraz dinlemiş olabilirim."

"Tamam, ne konuşuyorlardı?"

"Daha önce hiç herhangi bir imada bulunmamasına rağmen dün akşam Deniz Uygar'a babamın katil olmasından rahatsızlık duyduğunu söyledi. Ya tabii ki bunu tahmin edebiliyordum sonuçta ailesi beni bu yüzden istemiyor. Ama Deniz'in ağzından duyunca yani bir garip oldum işte. Evleneceği kadının babası katil. Rahatsız olması, beni istememesi çok normal değil mi? Köklü bir ailesi var, bir de bana bak. Babam katil."

"Katil olan sen değilsin. Selçuk Dündar'a öldür emri veren de sen olmadığına göre senin ne suçun var Ada? Suçluluk duyduğunu söylemeyeceksin değil mi?"

"Hayır ama Deniz bana her baktığında babamın katil olduğu gerçeğini hatırlarken ben onun yüzüne nasıl bakacağım? Bakamam ki."

"Kolay şeyler yaşamıyoruz Ada. Üçümüzün de hayatı temelinden değişti. Zor bir süreçten geçiyoruz, Deniz'in böyle hissetmesi normal değil mi?"

"Evet normal ama Deniz ya bunu aşamazsa? Ya acısı bana olan sevgisinden daha ağır basarsa? Zoruma gidiyor dedi Savaş. Boğazım düğümlendi. Bir gün pişmanlık duymasından çok korkuyorum. Bana baktığında aşık olduğu kadını değil de babası katil olan bir kızı görüyor. Beynim uyuşuyor resmen. Benim babam birinin hayatına son vermiş. Benim babam masum bir kızın kalbe muhtaç yaşamasına sebep olmuş. Ve bu kız Deniz'in canı gibi sevdiği kız kardeşi. Cemre'yi de zaten biliyorsun."

"Deniz'in sevgisinden şüphe duyuyor musun?"

"Hayır hayır. Öyle bir şey değil. Yani ben sadece onun yanında gururla durmak isterdim. Alnım ak, utanacak, mahcubiyet duyacak bir şey olmadan... Babam yüzünden ömür boyu Deniz'e karşı suçluluk hissedeceğim."

"Deniz'in sevgisinden şüphe duymuyorsan ona sadece biraz zaman vermeni önerebilirim Adacığım. Dedim ya zor şeyler yaşıyoruz. Kafası karışık olabilir, sağlıklı düşünemiyor olabilir. Stresli olabilir. Ben bunu atlatacağınıza eminim. Yani Melis için bir kalp bulunsa Deniz'in düşünceleri değişir diye düşünüyorum ben. Vicdan azabı çektiği için herkesi suçluyor olabilir. Ama seni suçlayacağını sanmıyorum. Zaten öyle bir şey olsa karşısında beni bulur."

"Bilmiyorum. O söylediklerinden sonra duyduğum vicdan azabı ve mahcubiyeti anlatamam. Konuşmalarını duyduğumu bilmiyor ama bu sabah uyandığımızda aramızda kocaman bir duvar vardı sanki. Düşüncelerini bildiğimi biliyormuş gibi kaçtı benden. Ben de ister istemez uzaklaştım. Çünkü gerçekten yüzüne bakamıyorum. Bakışlarından düşüncelerini göreceğim diye gözlerine bile bakamadım. Beni katilin kızı olarak görmesi içimi o kadar yakıyor ki. Benim hakkımda öyle düşünüyorsa neden hayatındayım?"

Savaş elini uzatıp elimi tuttu. "Ssh hayır hayır. Nasıl düşünceler bunlar böyle?"

"İçim içimi yiyor bir gün beni sevmekten vazgeçecek diye."

"Deniz seni sevmekten vazgeçmez. Güven bana. Ailesi yüzünden arada kalmış hissediyor sadece. Onunla konuşmaya ne dersin?"

"Ne konuşacağım? Babamın katil olması zoruna gidiyor ama buna rağmen beni sevmeye devam edecek misin? mi diyeceğim?"

"Hayır kardeşim öyle demeyeceksin tabii ki. Kıyamam, kafan neden bu kadar karıştı senin? Bak ne yapalım biliyor musun? Duruşmadan sonra Deniz'in şirketine gidelim. Böyle uzak durursanız olmaz."

"Olmaz, duruşmadan sonra hastaneye gitmem gerek. Hamile olduğumu öğrendiğimden beri uzman bir doktora gidemedim." dedim elimi karnına koyarak. "Hem şirkete gitmedi Deniz. Birkaç gün Uygar'la birlikte evden çalışacak."

"Hmm pekala o zaman. Doktora beraber gideriz. Seni yalnız bırakmak istemiyorum."

"Olur, beraber gideriz." dedim ve minnetle gülümsedim.

Adliyeye geldiğimizde yaptığımız ilk şey Melih ve oğlu hakkında bir gelişme var mı diye sormak olmuştu. İlker savcı adliyede olmadığı için bize detaylı bir bilgi verilmemişti ama ufak da olsa bir gelişme vardı, bir balıkçı Çatalca açıklarında Özgür'ü gördüğünü iddia edip robot resim çizdirmişti. Savaş da ben de pek benzetememiştik. Zaten polis de hedef şaşırtmak için yapıldığını düşünüyordu.

"Polisten önce bulursam her ikisini de öldüreceğim." dedim Savaş'ın davasının görüleceği salona doğru yürürken. "Ülkede binlerce savcı ve polis var. Ama hala elle tutulur bir şey yok. Doğru düzgün görgü tanığı bile yok."

"Dert etme Ada. Bak şu an iyi ve güvendeyiz." dedi Savaş kol saatine bakarak. "Dedem nerede kaldı?" Başını kaldırdı ve telaşla etrafa baktı.

"Ssh tamam gelir birazdan. Sakin ol biraz." dedim ve ona sarıldım. "Her şey geçecek. Beraber her şeyi atlatacağız."

Savaş bir müddet bana sarılmaya devam ettikten sonra kollarını çekti. Nihayet Salih abi de gelmişti.

"Çocuklar." dedi iki kolunu da açarak. Beni bir tarafına Savaş'ı da bir tarafına aldı ve ikimize de sımsıkı sarıldı. "Canım çocuklarım benim."

"Nerede kaldın dede?" dedi Savaş sitemle. "Birazdan çağıracaklar bizi."

Salih abi önce benim sonra Savaş'ın saçını öptü. "Trafik vardı oğlum. Seni yalnız bırakacağımı düşünmedin herhalde değil mi?"

"Düşünmedim ama daha erken gelseydin de fena olmazdı yani."

"Eşek sıpası." dedi Salih abi gülerek. "Heyecanlı mısın?"

"Biraz korkmuyor değilim."

"Korkmak mı? O da nereden çıktı?"

"Bambaşka biri olacağım. Kimliğim, adım, sahip olduklarım, kısaca her şey değişecek. Bu da beni ürkütüyor."

"Sadece adın ve soyadın değişecek oğlum. Sahip olduğun hiçbir şey değişmeyecek. Hatta sahip olduklarının üstüne yenileri eklenecek. Bak dünyalar güzeli ikizin ve kız kardeşin oldu. Her şey daha güzel olacak bundan sonra. Ben her zaman sizin yanınızda olacağım." dedi hem Savaş'a hem bana bakarak. "Hissettiğin şey korku değil heyecan ve mutluluk olmalı."

"Melih ve oğlunun bulunamaması canımızı çok sıkıyor. Daha ne kadar böyle tetikte yaşayacağız?"

"Bulunurlar elbet. Sıkma canını şimdi. Bak bugün ne güzel bir gün."

Savaş'ın dudakları tek bir çizgi halini aldığında mübaşir adını söyledi. "Gökalp Karahan, Salih Karahan. Duruşma salonuna.
Gökalp Karahan, Salih Karahan. Duruşma salonuna."

Savaş ve Salih abi bana bir kez daha sarılıp salona doğru ilerledi. Keşke bu davaya da İlker savcı baksa diye düşünürken koridorda sağa sola yürümeye başladım. Duvardaki saatten gözümü alamıyordum. Zaman bir türlü geçmiyordu. İçeriye saat 13.10da girmişlerdi ve saat henüz sadece 13.30'du.

Koridorda dolaşmayı bırakıp Güneş'i aramak için bahçeye çıktım. Hava soğuktu ama koridorda gürültü yapmak istemiyordum.

"Ablacım." dedi heyecanla. "Bitti mi duruşma?"

"Hayır henüz değil. Abin çok heyecanlıydı."

"Tahmin edebiliyorum. Ben de çok heyecanlıyım. Sonunda her şey eskisi gibi olacak. O kadar mutluyum ki."

"Ben de Güneşçim."

"Sesin neden durgun geliyor? Ters giden bir şey mi oldu?"

"Yok güzelim. Sadece stresliyim biraz, o kadar. Duruşmadan sonra geçer merak etme. Hem bak sesini duydum, nasıl iyi geldi bilsen."

"Ablam benim. Seni de abimi de çok seviyorum."

"Biz de seni çok seviyoruz güzelim."

"Aydın'a ne zaman geleceksiniz? Burada hava mis gibi. Orası buz gibidir şimdi. Ben sana incirli tatlı da yaparım hem. Beraber vakit geçirmeyi çok istiyorum ve sizi çok özledim."

"Abinle konuşur sana haber veririm."

"Çok açmayın ama arayı. Sahi Deniz nasıl?"

"İyi, bildiğin gibi işte. Evde çalışıyor."

"Ee ben ne zaman ablamın düğünü için elbise bakmaya başlamalıyım?"

"Güneş. Yine uzadı dilin."

"Ne var abla ya? Şöyle güzel bir düğün yapalım. Enerjimiz değişsin. Eğlenmeye hakkımız yok mu?"

"Ben değiştireceğim şimdi senin enerjini."

"Sen bugün hiç modunda değilsin, anlaşıldı. Davaya veriyorum bu durumu."

Derin bir iç çektim. "Özür dilerim. Haklısın biraz modum düşük. Davadan sonra geçer dert etme. Senin de keyfini kaçırmak istemiyorum."

"İyi olmanı istiyorum abla. Üzülme sakın. Biz üçümüz her şeyin üstesinden geleceğiz. İnan bana."

"Biliyorum. Dayım ve yengem nasıl?"

"İkisi de çok mutlu. Üçüncü bir çocukları olduğu için ne kadar mutlu olduklarını söyleyip duruyorlar."

"Tamam, onları öp benim için tamam mı? Birbirinize iyi bakın."

"Olur öperim. Sen de benim için Selay'ı ve Miray ablayı öp. Onları da çok özledim."

"Tamam canım. Öperim. Kapatıyorum şimdi. Görüşürüz sonra."

"Görüşürüz ablacığım."

Telefonu kapattıktan sonra içeriye döndüm. Salon kapısı hala kapalıydı ve herhangi bir hareketlilik de yoktu. Zaman geçtikçe daha çok geriliyordum. Neden her şey bir anda olup bitmiyordu ki?

Gergin ve huzursuz bekleyişim devam ederken çalan telefonuma baktım. Uygar arıyordu. Deniz aramıyordu, Uygar arıyordu. Yanımda olmadığı yetmiyormuş gibi aramıyordu bile.

"Efendim Uygar."

"Ne yaptın? Adliyede misiniz?"

"Evet. Kırk dakika oldu, devam ediyor hala."

"İyi misin peki? Sesin hiç iyi gelmiyor."

"İyiyim, her şey yolunda."

"Deniz geldi mi?"

Kaşlarımı çattım. "Deniz mi gelecekti?"

"Yani evden çıktı bir şey demeden. Ben senin yanına geleceğini düşünmüştüm. Gelmedi mi?"

"Ben Deniz'le en son bu sabah konuştum Uygar. Yani geleceğinden bahsetmedi." Sesim titremişti. Ona ihtiyacım vardı ve yanımda değildi. Geleceğini düşünmüyordum çünkü öyle bir şey olsa bana mutlaka söylerdi.

Sanırım korktuğum başıma geliyordu. Deniz beni cezalandırmaya başlamıştı.

"Sürpriz yapacak belki de. Ben bir arayayım istersen."

"Olur. Bana da haber verirsin olur mu? Eğer gelirse de ben sana haber veririm."

"Tamam Adacığım. Ha bir de sana ne diyeceğim. Hani Deniz sana geçen hafta bir iş vermişti. Bir restoranın mimari dekorasyon işi."

"Evet hatırlıyorum. Hani şu hiçbir ilerleme kaydedemediğim restoran."

"Evet. Restoran sahibiyle görüşmen lazım. Bu perşembe görüşmeye gidebilir misin?"

"Olur, zaten mekanı görmek istiyordum. Nerede bu restoran?"

"Kumburgaz'da. Sahile yakın. Ben sana konum atarım."

"Tamam, Kerem'le giderim."

"Anlaştık."

"Anlaştık Uygarcım."

Telefonu kapatıp gözlerimi kapıya diktim. Sanki ben baktıkça açılma süresi azalacakmış gibi hissediyordum. Zaten stresli olan bedenim Deniz'in yanımda olmaması yüzünden daha da streslenmişti. Nerede olduğunu bile bilmiyordum. Belki ailesinin yanına gitmiştir diye düşündüm. Aralarındaki buzları eritmek istemiş olabilirdi.

Dakikalar birbirini kovaladığında bakışlarımı bir an bile ayırmadığım kapı nihayet açıldı ve Savaş koşa koşa yanıma gelip bana sımsıkı sarıldı. "Oldu. Oldu Ada. Savaş oldum artık. O adamın oğlu değilim. Kurtuldum."

"Kardeşim." dedim sarılmasına karşılık verirken. "Savaş, benim canım kardeşim."

"Çok şükür bitti. İnanılmaz mutluyum. Artık seninle kardeşiz. Ailem sensin."

"Savaş." dedim hükmedemediğim gözyaşlarımla. "Beni hiç bırakma."

"Bundan sonra ayrılmak yok. Herkes gitse bile ben seni asla bırakmam. Canımın yarısısın sen benim. Of çok heyecanlıyım."

Gülümsedim ve kollarımı çekip yüzüne baktım. Savaş da ağlıyordu. "Dur ağlama. Beni daha çok ağlatacaksın."

"Mutluluktan ağlıyorum." dedi gülerken.

"Bugün yeni hayatının ilk günü."

"Evet, bazı şeyleri kaybettim ama olsun." dedi gülerek.

Kaşlarımı çattım. "Ney? Neyi kaybettin?"

"Yani Gökalp'ken Avrupa vatandaşlığım vardı. Melih'in işe yaradığı tek konu. Şimdi Savaş olunca vatandaşlığım düştü."

"Dert ettiğin şey bu olsun." dedi Salih abi yanımıza gelip. "Yine vatandaş olursun ama bir daha Ada gibi bir kardeş bulabilir misin?"

"Şaka yapıyorum." dedi Savaş saçlarımı karıştırıp. "Yarın yeni kimliğimi ve yeni ehliyetimi alacağım. Çok heyecan verici."

Salih abiyle gülümsedik. "Deniz nerede Ada? Neden gelmedi?"

Yüzüm asılmıştı. Ne Uygar'dan bir haber vardı ne de Deniz buraya gelmişti. Artık endişelenmeye başlamıştım.

"Uygar'la baya bir işi var da o yüzden gelemedi."

"Allah Allah seni hiç yalnız bırakmazdı oysaki o."

Buruk bir şekilde gülümsedim. "Taze kardeşleri baş başa bırakmak istedi muhtemelen."

Salih abi küçük bir kahkaha attı. "Neyse çocuklar. Sizi yalnız bırakayım. Benim de artık eve geçmem gerekiyor. Malum benim de işlerim var. Siz kardeş olmanın tadını çıkarın beraber."

"Tamam, sonra görüşürüz." dedim ve Salih abiye sarıldım.

"Görüşürüz kızım."

Savaş da sarıldı ve Salih abi yardımcısıyla birlikte adliyeden ayrıldı.

"Hadi o zaman hastaneye." dedi Savaş koluma girerek. "Canım yeğenim nasılmış bakalım."

Gülümsedim ve koluma sardığı elini tuttum. "Gidelim bakalım."

Savaş'la hastaneye gittik, benden kan almışlardı. Sonuçları beklerken Savaş'la beraber yemek yemiş ve gelecek planlarımızdan bahsetmiştik. Dedesinin şirketini büyütmek, kariyerini geliştirmek istiyordu. Tabii bunları yaparken benim yanımdan hiç ayrılmak istemiyordu.

Bunların dışında hobilerimizden bahsetmiştik. Ben sudan çok korkarken Savaş yüzmeyi çok seviyordu. Resim yapmaktan hiç anlamıyordu. En sevdiği şey kamp yapmaktı ve benim aksime duygusal değil mantıksal hareket ediyordu.

"Nasıl yani hiç mi aşık olmadın?" dedim gülerken.

"Bunu bana daha yeni aşık olan ikizim mi soruyor acaba?"

"Benim bütün hayatım seni bulmaya odaklıydı. Başka şeylerle ilgilenmedim. Senin sebebin ne?"

"Ben de sadece işimle ilgilendim. O yüzden çevreme bakmaya vaktim olmadı."

"İşinle mi ilgilendin? Tam bir oğlak burcusun... Gökalp'in burcu neydi? Yani doğum gününü ne olarak biliyordun?"

"13 Mart'tı. Hiç anlamam burç işlerinden. Ne oluyormuşum?"

"Balık. Ama sana hiç uymuyor."

Savaş gülümsedi. "Aslında lisede bir kızdan fena halde hoşlanıyordum."

"Yaa öyle mi?" dedim heyecanla. "Açıldın mı peki?"

"Hayır. Kız İngiliz'di ve bana hiç pas vermemişti. Platonik takıldım ben de. Zaten bir süre sonra başka okula nakil oldu, bir daha hiç görmedim."

"Yaa çok üzüldüm." dedim saate bakarken.

"Hadi kalkalım. Sonuçların çıkmıştır."

Başımı sallayıp ayağa kalktım, Savaş hesabı ödedikten sonra yanıma geldi ve koluma girdi. Yemek yediğimiz yer hastaneye yakın olduğu için yürüyerek gidiyorduk. "Daha iyisin değil mi?" dedi Savaş hastane kapısından girerken. "Biraz olsun kafan dağılmıştır diye düşünüyorum."

"Yani evet, şimdi daha iyiyim. Seninle olmak çok güzel hissettiriyor."

"Bak böyle dersen dibinden ayrılmam ama."

"Ayrılma." dedim sırıtıp.

Gülümseyerek hastaneye girdik, beklemeden sonuçlarımı aldım ve randevu aldığım doktora gösterdim. Hamileliğim çok yeni olduğu için bebeğimin doğum kesesi bile yoktu. Doktorun demesine göre bir ay kadar sonra oluşacaktı. Kan değerlerim iyiydi. Genel sağlık durumumda da bir sorun yoktu. Yani şimdilik her şey çok iyi gidiyordu. Doktorun bir ay sonra yine kontrole gelmem gerektiğini söylemesinden sonra odadan çıktım. Eve gitme vaktiydi.

Hastaneden çıktıktan sonra Savaş beni eve bırakmıştı ve ısrar etmeme rağmen içeriye girmemiş, bana aldığı hediyeleri korumalara bırakıp gitmişti. Deniz'in arabası ortalarda görünmüyordu. Dönmemiş miydi?

"Hoş geldin Adacığım." dedi Uygar beni kapıda karşıladığında. "Gözüm yollarda kaldı."

"Hoş buldum. Deniz gelmedi mi?"

Uygar'ın gülen yüzü biraz olsun asılmıştı. Onun da tedirgin olduğunu hissedebiliyordum ama bana belli etmiyordu. "Gelmedi."

"Hiç konuşmadın mı peki?"

"Yok, konuşmadım."

"Anladım. Eren'i ya da Melis'i aradın mı? Aile evine gitmiş olamaz mı?"

"Aradım aradım. Eve de gitmemiş."

Oylayarak ilerledim ve çantamı bir köşeye fırlatıp koltuğa çöktüm.

"Hoş geldin güzel kızım. Aç mısın? Sofrayı kurayım mı?" dedi Ülkü abla elindeki bardağı kurularken.

"Hoş buldum Ülkü abla. Aç değilim. Ama Deniz birazdan gelir herhalde. Sana yardım edeyim." dedim yerimden kalkarak.

"Ben hallederim kızım. Oturun siz."

Uygar kolumu tuttu ve beni koltuğa oturttu. "Dinlen biraz."

"Nerede bu çocuk Uygar? Artık korkmaya başladım."

"Bir şey olmamıştır merak etme. Gelir illa."

"Hakan'ı arasaydın. O biliyordur."

Uygar gözlerini kaçırdı ve ayağa kalktı. "Gelir ya endişelenme. Ben yemeğe yardım edeyim."

Hızla yerimden kalkıp onu durdurdum. "Hop hop hop dur bakalım. Ne oluyor?"

"Bir şey olmuyor Ada."

"Yok yok, var bir şey. Deniz'in nerede olduğunu biliyorsun sen."

"Ada, gerçekten bilmiyorum." dedi Uygar. Dışarıdan bir araba sesi duyulmuştu. "Ha bak geldi işte. Kendisine sor, neredeymiş diye."

Uygar'ın gözlerine bir süre baktım. Pişman görünüyordu. O an bildiğini anladım.

Uygar'ı salonda yalnız bırakıp kapıya gittim ve Deniz'in çalmasını beklemeden açtım. "Deniz." dedim soran bir sesle. Sesim bana bile yabancıydı.

"Geldin mi?" dedi sadece. Sabahtan beri birbirimizi görmüyorduk ama bana sorduğu ilk soru Geldin mi? olmuştu.

"Gelmemeli miydim?"

"O nasıl soru Ada?" dedi çattığı kaşlarıyla.

"Neredeydin?"

Deniz boş bakışlarla baktı ve cevap vermeden salona ilerledi. Arkasından bir süre baktım.

"Deniz sana diyorum. Bütün gün oldu yanımda yoktun. Sana ihtiyacım vardı, ortadan kayboldun ve soruma cevap bile vermiyorsun."

"Uygar salondan çık." dedi Deniz salona girdiğimizde. Uygar üzgün üzgün bana baktı ve mahcup bir halde mutfağa doğru ilerledi.

"Ne oluyor?" dedim elimi saçlarımdan geçirip. "Neredeydin ve bana neden böyle davranıyorsun?"

"Kardeşinle yalnız kalman için yanına gelmedim. Savaş'la beraber vakit geçirmeni istedim. Sen iyi misin? Neden bu kadar gerginsin?"

"Gergin değilim. Tedirgin oldum. Neredeydin Deniz? Uygar da söylemedi."

"Şirkete gittim."

"Şirkete gitsen Uygar söylerdi. Ayrıca Uygar evden çalışmanız için bizde kalmıyor mu? Sen neden onu bırakıp gidiyorsun?"

"Şirkete gittim Ada, işim vardı." dedi ve bir şişe çıkarıp bardağına viski doldurdu.

Yanına gidip onu kendime çevirdim. "Lütfen bana yalan söyleme Deniz. Benim yapmamdan nefret ederken aynı şeyi kendin yapma yalvarırım."

Deniz bardağı konsolun üzerine bıraktı ve koltuğa doğru yürüdü. Sanırım içmekten vazgeçmişti. "Bilmesen daha iyi."

"Bırak da neyin iyi neyin kötü olduğuna ben karar vereyim."

Deniz koltuğa çöküp başını arkaya yaslayarak gözlerini kapattı. "Cemre'nin mezarına gittim."

Deniz'e büyük bir hayal kırıklığıyla baktım. Sanki içimin tam ortasına bir ateş bırakmıştı. Ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. Kekeledim. "Ne?" dedim fısıltı gibi bir sesle. "Bunu benden saklarken aklında ne vardı Deniz? Ne diyeceğimi düşünüyordun? Uygar'ı bile buna alet edecek kadar ben sana ne yaptım?" dedim Deniz'in az önce konsola bıraktığı bardağı alıp yere atarak. Şiddetli bir cam kırılma sesi tüm salonda yankılanmıştı. "Bunu benden saklamak için hiçbir sebebin yoktu."

"Ada n'apıyosun?" dedi Deniz telaşla ayağa kalkarken. "Sakin ol."

"Sakin olmak mı? Sana engel olacağımı mı düşündün Deniz? Cemre'nin mezarına gidemezsin diyeceğimi mi düşündün? Sebebin neydi?"

"Engel olacağını falan düşünmedim Ada."

"Bana yalan söyledin Deniz." dedim her kelimenin üstüne basa basa. "Niye yaptın bunu? Senden bir şey saklamamdan nefret ediyorsun. Sen neden aynı şeyi bana yaptın?"

"Nasıl? Kötü oluyormuş değil mi? Sevgilinin senden bir şeyler saklaması nasıl hissettiriyormuş?"

"Ne?!" dedim bağırarak. "Biz bu konuyu kapatmadık mı? Üzerinden haftalar geçti. Beni şimdi mi cezalandıracaksın? Kısasa kısas yapmayı mı bekliyordun? Bunu hep içinde mi tuttun?"

Deniz bir süre sustu. "YALNIZ KALMAK İSTEDİM ADA. BAĞIRMAYI BIRAKSAN ANLATACAĞIM. YALNIZ KALMAK İSTEDİM. YANLIŞ ŞEYLER DÜŞÜNME DİYE, AKLINA SAÇMA SAPAN ŞEYLER GETİRME DİYE SÖYLEMEDİM TAMAM MI? CEMRE'YE BİR BORCUM VARDI."

"Yanlış şeyler düşünmezdim." dedim viski şişesini de yere atıp kırarak. Neden bu kadar sinirlendiğimi bilmiyordum. İçim ve dışım yer değiştirmişti sanki. "Yanlış şeyler düşünmek için hiçbir sebebim yoktu."

"Ne oluyor burada?" dedi Uygar hızla geri döndüğünde. "Ne bağırıyorsun kıza Deniz?"

"Uygar bizi yalnız bırak."

"Bırakmıyorum." dedi Uygar yanıma gelip kolunu bana sararak. Ardından beni yavaşça yürüttü ve koltuğa oturttu. "İyi misin Ada?" Başımı yavaşça iki yana salladım. İyi değildim. Hiç iyi değildim. "Ne oluyor size? Ne oldu burada?"

"Bir şey yok. Konuşuyoruz." dedim toparlamaya çalışarak. "İyiyiz Uygar, gerçekten gidebilirsin."

"Gitmeyeceğim. Sakin olun önce ikiniz de. Böyle tartışarak halledemezsiniz."

"İyiyiz Uygar. Sakiniz tamam. Yalnız kalmamız lazım." dedi Deniz gerçekten biraz da olsun sakinleşen sesiyle.

"Sakin haliniz bu mu? Kırılmayan bir şey bırakmayacaksınız gelmesem."

"Bir şey yok Uygar, tamam. Gerçekten gidebilirsin."

"Gideyim de birbirinizi yiyin değil mi Deniz? Neden senin aklına uydum ki? Ada bilseydi böyle olmayacaktı."

"Olan oldu Uygar." dedim sessizce. "Sadece Deniz'den mantıklı bir açıklama bekliyorum."

Deniz kendini yavaşça arkasındaki koltuğa bıraktı ve bir süre etrafı inceledi. Huzursuzdu. "Cemre'ye bir borcum vardı." dedi sessizce. "Yıllardır aranan katili sonunda bulundu. Artık rahat uyuyabileceğini söylemek için mezarına gittim. Evet beni duymuyor, evet yaptığım çok saçma ama bunu ona ben söylemek istedim." Deniz elini boynuna götürdü ve hafifçe sıktı. "Yıllardır beni boğan bu vicdan azabı, yıllardır boğazıma yapışan bu vicdan azabı bir nebze olsun hafifledi, anlıyor musunuz? Biraz olsun hafiflemiş hissediyorum. Bu kadarına hakkım yok muydu?"

"Deniz hakkın vardı. Ama bana söyleseydin de bir şey değişmezdi çünkü seni anlıyorum."

"Hayır beni anlamıyorsun. Hiç anlamıyorsun. Cemre'nin katili senin baban diye dolu dolu sevinemiyorum ben. Oh be diyorum, Cemre'nin katili yakalandı. Ama sonra bir hatırlıyorum katil Ada'nın babası. Bütün sevincim yarım kalıyor. Bir de şu var mesela. Nihayet babanı buldun diye düşünüyorum. Sonra babanın katil olduğunu hatırlayınca." dedi ve sustu.

"Evet? Hatırlayınca? Ne düşünüyorsun? Aman Allah’ım evleneceğim kadın bir katilin kızı. Hem de Cemre'nin katilinin kızı mı diyorsun?" dedim gözümden akan yaşlarla. "Hani ben babamdan bağımsızdım Deniz? Hani benim hiçbir suçum, günahım yoktu? Hani benim hakkımda asla katilin kızı diye düşünmezdin? Ne değişti?"

"Bir şey değişmedi Ada."

"Bir şey değişmediyse bu söylediklerin ne Deniz? Bu söylediklerin ne? Ama biliyordum. Bir gün bundan rahatsızlık duyacağını biliyordum. Bir gün bir yerde patlak vereceğini biliyordum."

"Ada beni yanlış anlıyorsun. Beni hiç mi tanımadın?"

"Doğru anlayacağım şekilde anlat o zaman."

"Bak yine söylüyorum. Senin hakkında asla katilin kızı diye düşünmedim. Düşünmeyeceğim. Katilin kızı diye düşünen sensin ve ömür boyu bu etiketi üzerinde taşıyacaksın. Ben ne kadar aksini söylesem de bunu hep içinde yaşayacaksın. Asla hak etmediğin halde kendin hakkında bunu düşüneceksin. Ben bunu istemiyorum anladın mı? Zoruma giden şey bu. Asla hak etmediğin bir sıfatı kabullenip, bu senin kimliğin gibi yaşayacaksın. Bunun olmasını istemiyorum. Cemre'nin mezarına gittiğimi söylemedim çünkü yine vicdan azabı çekmenden korktum. Vicdan azabı çekmeni istemiyorum. Hissettiğin güzel olan her şeyi dibine kadar yaşa istiyorum. Babana sarıldığında beş yaşındaki haline döndün Ada. Ben o beş yaşındaki kızın heyecanını elinden almak istemiyorum. Benim yüzümden hislerini saklamanı istemiyorum. Daha nasıl anlatabilirim ya da daha kaç farklı şekilde anlatabilirim bilmiyorum ama sen benim için sadece Ada'sın. Aklımı başımdan alan, bütün hayat planımı istekleri üzerine yaptığım, uğruna ailemi bile yok sayacağım kadar aşık olduğum Ada'sın. Bunu hiçbir şey değiştiremez. Sen bile değiştiremezsin."

Titreyen çeneme söz geçirmeye çalışırken gözyaşlarımı sildim. Uygar'ın kolu hala bana sarılıydı ve teselli için parmaklarını sürekli kolumda gezdiriyordu. "Bunları bana söyleseydin ben de saçma sapan düşüncelere girmezdim." dedim sakin bir sesle.

"Söyleyemedim çünkü bu hale geleceğini tahmin ettim. Ada ben düşsem de kalkarım. Bir şekilde üstesinden gelirim. Bugünler de geçer, atlatırım. Ama sen düşersen ve ben kaldıramazsam işte o zaman ben de kalkamam. İkimizin de hayatından onlarca şey çalınmış. Hiçbirine dur diyememişiz. Ama bu saatten sonra senin yüzündeki o gülüşlerin çalınmasına izin vermeyeceğim. Benim yüzümden yüzünün asılmasına izin vermeyeceğim. Benimle ilgili hiçbir şeyi dert etmeyeceksin."

"Biz evleneceğiz Deniz." dedim. "Ortak bir hayatı paylaşacağız. Senin derdini derdime katmayacaksam bütün bunların ne önemi var? Sadece sen mi benim için uğraşacaksın? Sen gözlerimin önünde böyle üzgün dururken öylece duracak mıyım? Görmezden mi geleceğim?"

"Hayır bunları kastetmiyorum. Ben yalnızca mutlu olmanı istiyorum Ada. Benim yüzümden hissettiğin tek duygu mutluluk olmalı. Acı değil."

"Ben zaten mutluyum Deniz. Ama seni böyle gördükçe acı çekiyorum. Canım yanıyor, içimde bir şeyler kopuyor sanki. Bir şeyler yapamamak beni altüst ediyor. Benden kaçınca, duygularını saklayınca kendimi yabancı gibi hissediyorum. Ben sana yaklaşmaya çalıştıkça sen uzaklaşıyorsun."

"Zarar görmenden korkuyorum Ada. Zarar görmemen için de seni tüm bu karanlık hislerimden uzaklaştırmak zorundayım. Bunun başka türlü bir yolunu bulamadım."

Dirseklerimi dizlerime koyup ellerimi yüzüme kapattım ve birkaç saniye nefes alışverişlerimi düzene sokmaya çalıştım. Alamıyordum. Yapmak istediğim tek şey yalnız kalmaktı.

Ellerimi çekip bir süre Deniz'i izledim. Aynı şeyi o da yapıyordu. "Ben yalnız kalmak istiyorum." dedim yavaşça kalkarak. "Uyumaya ihtiyacım var."

Deniz bir şey dememişti. Zaten diyeceğini de düşünmüyordum.

7 Kasım, Perşembe

Derin bir iç çekmeyle uyandım. Üç gecedir doğru düzgün uyuduğum söylenemezdi. Pazartesi gününden beri gecem ve gündüzüm birbirine karışmıştı. Deniz'le aramız çok kötüydü. Kavga etmiyorduk, tartışmıyorduk. Çünkü hiç konuşmuyor, yan yana bile gelmiyorduk. Onunla yaşamaya başladığımdan beri en iletişimsiz dönemimizi yaşamıştık. Şirkete giderken, eve dönerken hatta şirketteyken bile konuşmuyorduk. Bana sanki hayatında ilk kez gördüğü biri gibi davranıyordu.

Üç gece boyunca benimle uyumamıştı. Uygar'la sabaha kadar çalıştığı için yanıma gelmemiş, salonda uyumuştu. Ya yorgunluktan uyuyakalıyordu ya da benden kaçıyordu. İlk ihtimal olmasını diliyordum.

Bu yatakta onsuz uyumaktan ve yine onsuz uyanmaktan, elimi attığımda onu bulamamaktan nefret etmiştim. Tenim tenini özlüyordu.

Giyinip merdivenlerden salona indiğimde Deniz'i ve Uygar'ı koltukta uyurken görmeyi bekliyordum ama ikisi de yoktu. Oflayarak yüzümü ovuşturdum. "Onlar çıktı." dedi Ülkü abla yanıma geldiğinde. "Şirkete gittiler. Uygar da eşyalarını topladı. Eve dönüyor."

"Bir saniye Ülkü abla. Şirkete mi gittiler dedin? Bensiz mi?"

"Evet kızım. Sen bugün Kerem'le başka bir yere gidecekmişsin. Vallahi Uygar söyledi ama hiç aklımda tutamadım."

Avucumun içiyle alnıma vurdum. "Doğru, bugün Kumburgaz'a gideceğim."

"Dalgınsın kızım. Ne oldu size? Her şey yolunda mı?"

Her ne kadar hiçbir şey yolunda olmasa da Ülkü ablayı geçiştirdim. "İyiyim iyiyim. Ben çıkayım artık. Kerem burada mı?"

"Evet bahçede. Az önce kahvaltı yaptı. Sen yemeyecek misin?"

"Canım bir şey istemiyor Ülkü abla sağ ol. Gideyim ben."

"Tamam kuzum. Dikkat et. Akşama istediğin bir şey var mı? Ege yemeği yapayım mı sana?"

Zor da olsa gülümsedim. "Olur."

Ülkü ablayı salonda yalnız bırakıp dışarı çıktığımda Kerem beni bekliyordu. "Ada, bu halin ne? Ruh gibisin." dedi kaygılı bir sesle. "İyi misin?"

"Gibisi fazla Kerem." dedim kapımı açıp koltuğa binerken. "Hadi acelemiz var."

Kerem beklemeden sürücü tarafına geçti ve motoru çalıştırdı. "Uygar Bey sana konum attığını söyledi. Adres bende yok, navigasyona ihtiyacım var. Telefonunu açar mısın?"

Çantamdan telefonumu çıkarttım. Gerçekten de Uygar bana bir konum atmıştı. Bunun haricinde mesajda iletişime geçeceğim kişinin adı, soyadı ve numarası da vardı. Numarayı çevirdim. Beni hemen yanıtlamıştı. "Merhaba Yavuz Bey. Aladağ Holding'ten arıyorum. İsmim Ada."

"Merhaba Ada Hanım. Buyurun."

"Bugün restore edilecek mekanınızı görmeye geleceğim. Direkt adrese mi geleyim yoksa beni bir yerden alacak mısınız?"

"Ada Hanım ben zaten mekandayım. Rica etsem direkt adrese gelebilir misiniz?"

"Tabii Yavuz Bey. Ben şimdi yoldayım. En geç bir buçuk saate orada olurum."

"Tamam Ada Hanım. Görüşmek üzere."

"Görüşmek üzere."

Telefonu kapatıp navigasyonu açtım ve Kerem'e verdim. "Ee ne diyorsun bakalım Kerem Bey? Yetişebilir miyiz bir buçuk saate?"

"Sen beni hafife mi alıyorsun yoksa bana mı öyle geliyor Ada?" dedi Kerem neşeyle. Kerem'i gerçekten seviyordum. Deniz'in onlarca adamının arasında en iyi anlaştığım kişi oydu. Sanırım beraber atlattığımız o korkunç kaza bizi birbirimize yakınlaştırmıştı.

"Yok canım estağfurullah. Senin gibi bir şoförüm varken ben daha ne isterim."

"Eh, ben de öyle düşünmüştüm zaten." dedi kıkırdayarak. Ardından radyodan neşeli bir şarkı açtı. Ona hayretle baktım.

''Gerçekten mi?'' dedim çattığım kaşlarımla.

''Ney gerçekten mi?''

''Havaya göre şarkı dinleme huyun yok mu senin? Dışarıda fırtına var ve biz neşeli şarkılar mı dinleyeceğiz?''

''Modum yüksek Adacığım ne yapayım? Depresyona sokacak şarkılar mı dinleyelim?"

"Üzgünüm Keremcim." dedim radyoyu kapatıp. "Bugün benim ruh halimle yolculuk yapacağız."

Telefon tutacağından telefonumu alıp bluetootha bağlandım ve son iki gündür kulağımdan eksik olmayan şarkıyı açtım. Sesi sonuna kadar açtıktan sonra telefonu tekrar tutacağa koydum ve başımı cama yasladım. Bu şarkı beni uçurumun dibine sürüklüyor, ardından tam düşecekken kurtarıyordu.

Saatin nasıl geçtiğini anlamamıştım ama nihayet Kumburgaz'a gelmiştik. Buraya daha önce hiç gelmemiştim, çok sakin bir yere benziyordu. İstanbul'un karmaşasından sıyrılmış, nezih bir sahil kasabası havası vardı ve sanırım burayı sevmiştim.

"Evet bakalım Ada Hanım, umarım gerekli memnuniyeti sağlayabilmişimdir. Ha eğer sağlayamadıysam mevcut şikayetlerinizi bizzat bana bildirebilirsiniz." dedi Kerem karşımda emir eri gibi durduğunda. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı.

Kıkırdayarak yanına yaklaştım. "Sağladın sağladın. Maşallah bak bir saat on dakikada geldik. Hedeften daha hızlı vardık." dedim sırtına birkaç kez vurarak. "Yolların ustası. Helal olsun."

"Eksik olmayın." dedi Kerem daha da gülerken. "Seninle gelmemi ister misin?"

"Yok Kerem sağ ol. Burada beklesen yeterli. Ha bir de buralarda bir şeyler yiyeceğimiz bir yer varsa bakar mısın? Acayip açım. Şu görüşmeden sonra yemek yesem fena olmaz."

"Anlaşıldı, ben bir göz gezdireyim o zaman."

"Tamam, görüşürüz." dedim ve restorana doğru ilerledim. Hava buz gibiydi, o kadar rüzgar vardı ki denizin dalgaları restoranın verandasına kadar sıçrıyor, sonra geri çekiliyordu. Rüzgarın açtığı trençkotumu önümde birleştirdim ve açılmasın diye kollarımı bastırdım. Gök gürlüyor, şimşek çakıyordu. Gökyüzü simsiyahtı, anlaşılan şiddetli bir yağmuru bekliyorduk.

Koşar adımlarla restorana girdim. Beni orta yaşlarına henüz gelmemiş ama çok genç de sayılmayan bir adam karşılamıştı. "Hoş geldiniz." dedi uzattığı eliyle bana doğru yaklaşırken. İçerisi dışarıya göre sıcaktı, umarım kemiklerim ısınır diye düşündüm. "Ada Hanım değil mi?"

"Hoş buldum. Evet ben Ada Dinçer. Aladağ Holding'ten geliyorum."

"Vallahi Ada Hanım Aladağ Holding'in adını o kadar çok duyduk ki sizden başka kimseyle çalışmak istemedik. Günlerdir gözümüz yollarda kaldı. Tanışmak bugüne kısmetmiş."

"Kusura bakmayın. Yoğunluk sebebiyle hemen dönüş yapamadık. Ama hızlı bir çalışmayla telafi edeceğimizin garantisini verebilirim."

"Ona ne şüphe Ada Hanım? Size güvenim tam. Yalnız Deniz Bey'i bekliyorduk biz."

"Deniz Bey holdingin sahibi. Yani mimar değil, yönetici. Holding bünyesinde birden fazla iş kolu olduğu için bizler yardımcı oluyoruz kendisine."

"Öyle mi? Onunla tanışmayı da çok isterdim."

"Harika bir fikrim var. Tadilat ve dekorasyon bittiğinde Deniz Bey'le misafiriniz olalım. Ne dersiniz?"

"Onur duyarım Ada Hanım... Neyse, gördüğünüz gibi mekan bu. Nasıl adam edebiliriz burayı?"

Etrafıma baktım. Bir sürü usta bir şeylerle uğraşıyordu. Bazıları duvarlara sıva yapıyordu, birileri su hattıyla uğraşıyordu, bazılarıysa elektrikle ilgili işlere bakıyordu. Derin bir nefes verdim. Çok işimiz vardı. "Şimdi anladığım kadarıyla tadilat işleriniz henüz bitmemiş. Bittikten sonra tekrar gelirim, daha da net belirleriz her şeyi. Sizin aklınızda bir fikir var mı? Yani bir teması olacak mı restoranın?"

"Klişe istemiyorum Ada Hanım. Evet deniz kenarındayız ama sadece balık restoranı olmayacak. Türk mutfağının her yöresinden bir şeyler alacağız. Dünya mutfağından da yemekler, tatlılar, içecekler olacak. Anlayacağınız deniz temalı bir şey istemiyorum."

"Anladım. Bana bırakıyorsunuz o zaman. Doğru mu anladım?"

"Tam olarak öyle Ada Hanım."

"Bir renk var mı aklınızda? Yani yoğun olmasını istediğiniz bir renk. Onun üzerinden gidelim."

"O da size kalsın."

"Hmm pekala." dedim gülümseyerek. "Gördüğüm kadarıyla yerlere parke yapılacak, duvarlara sıva ve alçı yapılacak, ardından boya yapılacak. Aydınlatma planlanacak, ardından en sevdiğim kısım. Mobilya ve aksesuar seçimi."

"Evet, biz ana sorunları yarıladık sayılır. Bir haftaya biter gibi görünüyor."

"O zaman bir hafta sonra bana Kumburgaz yolu göründü desenize."

"Öyle görünüyor." dedi adam gülerek. "Ah ne kadar düşüncesizim. Bir şey ikram etseydim size."

"Çok sağ olun. Gitmem gerekiyor artık. Şirkete dönmem gerek."

"Peki bir dahaki sefere için sözünüzü alıyorum o zaman."

"Anlaştık." dedim gülerek ve elimi uzattım. "Memnun oldum tanıştığıma."

"Memnun oldum Ada Hanım. İyi günler dilerim."

"İyi günler." dedim ve mekanın sahibi beni kapıya kadar yolcu etti.

"Kerem sen etrafa göz gezdirmeyecek miydin?" dedim sahte bir sitemle. Arabanın yanında beni bekliyordu.

"Haritadan baktım Adacım sinirlenme hemen. Yakında bir yerlerde harika bir kahvaltıcı var. Oraya götüreceğim seni."

"Eh, iyi o zaman. Geç hadi, donmayalım burada. Hava buz gibi."

Kerem kapımı açtı ve koşa koşa yerine geçti. Çok kısa bir süre sonra dediği mekana varmıştık. "Hadi gel sana kahvaltı ısmarlayayım."

"Ben evde yedim, teşekkür ederim. Yapmam gereken bir telefon görüşmesi var hem."

"Hmm." dedim muzip bir gülüşle. "Kiminle yapacaksın bakalım bu görüşmeyi? Gönül işleri mi yoksa?"

Kerem utangaç bir şekilde güldü. "Gibi." dedi sadede.

"Gibi mi? Oyalıyor musun yoksa kızı?" dedim kaşlarımı çatıp.

"Yok öyle değil. Çok yeni. O yüzden."

"Hee ağırdan alıyorsun yani."

"Aynen öyle Adacım. Hızlı başlayan her şey çabuk biter."

"Peki peki. Ben seni yalnız bırakıyorum. Beni burada bekle. Bir yere kaybolma sakın, bacaklarını kırarım yoksa."

Kerem sahte bir korkuyla bana baktı. "Bacaklarımı çok seviyorum. O yüzden burada olacağım, hiç merak etme."

Küçük bir kahkaha attım ve kafeye girip boş bir masaya oturdum. Garson çok kısa bir süre sonra gelmişti. "Hoş geldiniz." dedi menüyü uzatırken. "Buyurun."

"Hoş buldum. Hiç menü almayayım." dedim. "Tek kişilik kahvaltı alabilir miyim? Ekstra olarak pişi, menemen ve pankek de rica edeceğim."

"Tabii hanımefendi. En kısa sürede hazır olacak."

"Teşekkürler." dedim telefonumu alıp gelen mesajlara baktım. Selay Instagram üzerinden bir sürü komik video atmıştı. Güneş ve Savaş ortak WhatsApp grubumuzdan mesajlaşmıştı, tam 328 mesaj vardı.

"Hey! Ne konuştunuz bu kadar? Özet geçin, okuyamayacağım." dedim bir sürü gülücük ekleyerek.

"Üşenme de oku." yazmıştı Güneş.

Savaş ise Güneş'in aksine "Ben sana kısadan anlatırım." demişti.

"Abi şımartma onu kıskanacağım yoksa."

"Güneş'im ben seni de şımartırım merak etme."

Gülümsedim ve sohbetten çıktım. Deniz'den herhangi bir mesaj ya da arama yoktu. Oflayarak telefonumu masaya bırakıp etrafı izlemeye başladım. Çok geçmeden kahvaltım da gelmişti. Bu gidişle bu minik bebek yüzünden onlarca kilo alacaktım.

Aldırmadım. Önümde günlerdir yemeyi hayal ettiğim pankekler vardı ve ben yemek için daha fazla beklemeyecektim.

Kahvaltım bittikten sonra ağzımı sildim ve lavaboya gittim. İki kişilik bir tuvaletti ve bir kabin doluydu. Boş olana girdim. Yan kabindeki kız telefonla konuşuyordu.

"Hayır daha yeni indim, iki saat falan anca oluyor... O kadar yorgunum ki anlatamam, hemen uyumak istiyorum... Ondan sonra da saat kaç olursa olsun, kalkıp bütün İstanbul'u gezeceğim... E tabii kızım dört yıl oldu gelmeyeli. Çok özledim... Evet kahvaltı yaptım az önce... Tamam, bir otomobil kiraladım. Geldiği zaman sana geleceğim... Tamam görüşürüz, çok öptüm."

Kızın telefon konuşması bittiğinde benim de tuvaletteki işim bitmişti. Kabinden çıktım ve ellerimi yıkamaya başladım. Hemen arkamdan kabindeki kız da çıktı ve yanımdaki musluğu açtı. Kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu ama bakma ihtiyacı hissetmemiştim. Ta ki bana bir şey söyleyene kadar.

"Hava da çok soğukmuş." dedi, sesi çok yumuşaktı.

"Efendim?" Ona doğru dönmeden başımı kaldırdım ve aynadaki yansımasına baktım. Bakar bakmaz bütün sinirlerim boşalmıştı. Delirdiğimi düşündüm çünkü karşımdaki kız gerçek olamazdı. Ellerim ve ayaklarım uyuşmuştu. Kemiklerim beni taşıyamayacak kadar ufalanmış gibi hissediyordum. Saç diplerimden ayak parmaklarıma kadar kanım çekilmişti. Gözlerim gördüğü şeyin gerçek olup olmadığını anlamaya çalışırken tuttuğum nefesimi dışarıya verdim. Beynim bana oyun oynuyordu. Midem o kadar bulanmıştı ki kusmak istiyordum.

Bakışlarımı kendi yansımama çevirdim, zaten beyaz olan yüzüm kar gibi beyaz olmuştu. Kararan göz bebeklerimin içinde kırmızı çizgiler vardı ve gözlerimin beyazı kana bulanmış gibi kızarmıştı.

Avucumun içini suyla doldurup yüzüme çarptım. Sonra bir daha, bir daha. Gözlerimi kapatıp birkaç saniye bekledim. Açtığımda, karşımda gördüğüm silüetin yok olmasını ve beynimin, bana oynadığı bu oyunu sonlandırmasını diledim ama oradaydı. Endişeyle bana bakıyordu.

Bu gördüğüm gerçek olamazdı. Bu ışıl ışıl orman yeşili gözler, olduğu yerdeki herkesi kıskandıracak kadar güzel olan bu muhteşem yüz gerçek olamazdı. Çünkü bu orman yeşili gözlü kız dört yıl önce ölmüştü.

Çünkü babam onu öldürmüştü.

Loading...
0%