Yeni Üyelik
43.
Bölüm

43. Bölüm

@_kubraakyol

Dört yıl önce, 23 Eylül 2015

Uygar'la işe dalmıştık. İçimde gerçekten iç bunaltıcı bir his vardı. Sanki görünmez iki el boğazımı sıkıyordu. Bir şey olacaktı. Kötü bir şey.

Uygar sıkılmış olmalıydı, sürekli saate bakmasından bunu tahmin ediyordum. "Hava da ne güzel." dedi kalemi masanın bir kenarına atarak.

"Tam çıkıp gezmelik yani." dedim onu deneyerek. Elimdeki kalemi çeviriyordum. Uygar birazdan Evet, hadi gel çıkıp gezelim. diyecekti.

Bir süre durdu. "Evet, hadi gel çıkıp gezelim." dedi beni yanıltmayarak. Gülmemek için dudaklarımı bastırdım.

"Havamda değilim, çok işimiz var ayrıca."

Kalemimi çevirmeyi bırakıp parmaklarımın arasına alarak tekrardan çalışmaya döndüm. Gülşah kapıyı çalmıştı. "Deniz Bey size bir paket geldi, üzerinde kimin gönderdiği yazmıyor." dedi yanıma ilerlerken.

"Tamam Gülşah, sağ ol." dedim paketi alıp masanın bir kenarına koyarken. Gülşah kapıya doğru yönelmişti.

Uygar kalemini kulağına sıkıştırıp kaşlarını çattı. "Ne meraksız bir insansın. Açmayacak mısın?"

"Firmalardan gelen broşürlerindendir."

"Deniz, aç abi hadi ya."

Sabır dilenerek paketi aldım ama açamamıştım çünkü telefonum çalmıştı. Arayan kişiyi gördüğümde ekran kilidini kapatıp telefonu aldığım yere bıraktım.

"Cemre mi arıyor?"

Bıkkınlıkla telefona baktım. "Evet. Hala bir şansımız olduğunu düşünüyor."

"Deniz artık kalıcı bir çözüm bulman lazım. İkinize de haksızlık yani böyle."

"Ne yapayım Uygar? Bebeğimi öldürmeden önce düşünecekti."

"Açsaydın keşke. Önemli bir şeydir belki."

"Yok, yine bir daha deneyelim diyecek. Biliyorum."

''E iyi sen bilirsin.''

Uygar merakla masadaki pakete bakarken onu daha fazla bekletmedim ve paketi alıp ambalajı kenarlarından kestim. Kim bilir hangi şirketin broşürüydü? Ambalajı kestikten sonra almak için paketin içindekine dokundum. Beklediğimin aksine bir broşür değildi. Dokunduğum yapı normal bir kağıttı. Beklemeden çıkarttım, tahmin ettiğim gibi normal bir kağıttı. Beyaz bir kağıt. Üzerinde kırmızı lekeler vardı. Kan lekeleri.

''Bu ne?'' diye mırıldandım. Kağıdın bir köşesinde özensizce yazılmış bir yazı da vardı. Her şey yeni başlıyor... ''Bu ne?'' dedim bu sefer bağırarak, ardından kağıdı Uygar'a doğru attım. ''Uygar ne bu? Ne bu, bu ne? HER ŞEY YENİ BAŞLIYOR. yazmış bir de. Ne demek bu? Siktiğimin televizyonlarında yayınlanan dizi reklamı mı? Bu kan lekeleri ne Uygar? Kimin kanı bu?''

''Dur sakin ol Deniz.''

''Sakin olmak mı? SAKİN OLMAK MI? Kim gönderdi bunu? Dibime kadar nasıl soktular?'' Uygar gerçekten ne yapacağını bilemeyen bakışlarla bakıyordu. Beni sakinleştirmeye çalışmakla olanları anlamaya çalışmak arasında kalmıştı. Çaresiz görünüyordu. ''O orospu çocuğu yaptı kesin. Melih'in işi bu.'' dedim odada volta atarken. Birine bir şey yapmıştı. ''Kime ne yaptı bu Uygar?''

Uygar cevap verecekken telefonum yine çaldı. Melih'in notla ilgili aradığını düşünsem de arayan yine Cemre'ydi. Büyük bir of çektim. ''Ooooof bir sen eksiksin.''

''Deniz açsana, belki de notla ilgili arıyordur.''

Uygar'a bir anlam veremesem de telefonu açtım. ''Efendim Cemre. Ne oldu?''

Cemre'nin sesini beklerken arkadan gelen polis telsizi sesleriyle afalladım. Şaşkınlığımı tok sesli bir adamın sesi bölmüştü. ''Deniz Bey merhaba, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden arıyorum. Ben polis memuru Emre Baydar.''

''Evet buyurun.'' dedim tedirgin bir sesle. İçimde tiz bir çınlama sesi vardı. Kulaklarımdan başlayıp bütün hücrelerime yayılmıştı.

''Cemre Seçkin'in nesi oluyorsunuz?''

''Eski erkek arkadaşıyım. Kendisi nerede acaba? Onunla konuşabilir miyim?''

''Deniz Bey bir kaza yaşanmış.'' dedi bir anda, bacaklarımın bütün gücü bir anda yok olmuş gibi hissizleşmiştim. Beynimde birbirini kovalayan bir şeyler vardı. Nefes almamı engelleyen şeyler. Her şey yeni başlıyor, beyaz kağıt, kan lekeleri, Cemre, kaza.

Cemre'nin kanıydı, Melih bana Cemre'nin kanını göndermişti!

''Telefonundaki en son aramalarda sizin adınız var, başka kimseye ulaşamadık. Hastaneye gelebilir misiniz?''

''Nerede şimdi? Cemre iyi mi?'' dedim korkuyla. ''Söyleyin lütfen nerede o? Konuşmak istiyorum.''

''Kendisi konuşabilecek bir durumda değil Deniz Bey. Ayrıca Cemre Hanım'ın yanında 15-16 yaşlarında genç bir kız daha var. Üzerinden kimliği çıkmadı. Kim olduğunu bulmaya çalışıyoruz. Yardımcı olabilir misiniz?''

Elimi saçlarımdan geçirdim. ''Tamam, hangi hastane?''

Polis memuru hastane adını söyledikten sonra koşar adımlarla ofisten çıktım, Uygar da peşimdeydi. ''Ne oldu Deniz? Neler oluyor?''

"Cemre kaza yapmış Uygar." dedim. Uygar'ın adım sesleri hemen arkamdaydı ama bir süre herhangi bir tepki vermemişti.

''Kaza mı?'' dedi korkuyla. ''Deniz kan lekeleri.''

''Aynen Uygar. Acil hastaneye gidiyoruz.''

Koşarak otoparka vardığımızda Uygar beni durdurdu. ''Bu halde araba kullanamazsın, geç.'' dedi beni yolcu koltuğuna yönlendirip. Direnmedim, haklıydı. Bu halde değil araba kullanmak bir kağıda adımı bile yazamazdım.

Uygar arabayı çalıştırdığında beni nelerin beklediğini düşündüm. Neyle karşılaşacaktım? Cemre ne haldeydi? Neden konuşacak bir durumda değildi?

''Deniz sakin ol.'' dedi Uygar. ''Önemli bir şey yoktur, buna inanalım.''

''Adi orospu çocuğu, onu şikayet ettim diye yaptı.''

''Henüz bilmiyoruz Deniz. Sadece tahminimiz bu yönde. Tesadüftür belki de.''

Alayla güldüm. ''Sen bu söylediğine inanıyor musun?''

''Ben kötü düşünmeyelim diyorum.''

Elimle yüzümü ovuşturdum, o sırada telefonum çalmıştı ve bu sefer arayan Melih'ti. ''Seni öldüreceğim.'' diye açtım telefonu. ''Senin ölümün benim yüzümden olacak.''

''Ooo haberi aldın demek ki.''

''Ne yaptın Cemre'ye? ONA NE YAPTIN? KONUŞ.''

''Beni şikayet etmenin bedelini Cemre ödedi, yazık oldu. Gencecik kızcağız.''

Karşımda Melih varmışçasına arabaya tekme attım. ''Geberteceğim seni, yemin ederim geberteceğim.''

''Bana laf anlatacağına hastaneye koş istersen. Ölmeden görmek istersin belki.''

Telefonu yüzüne kapattım. ''Acele et Uygar, bas şu gaza.''

Melih'in söyledikleri kafamda yankılanırken tırnaklarımı avuç içlerime batırdım. İnanmıyordum, inanmak istemiyordum. Bir şey yoktu, kötü bir şey yoktu. Ölmeyecekti, Cemre ölemezdi. Daha yeni hayata tutunmuşken ölemezdi.

''Hayır.'' dedim kendi kendime. ''Hayır ölmedi.''

''Deniz kendine gel. Daha ne olduğunu bile bilmiyoruz.'' Bakışlarımı Uygar'a çevirdim. Benim aksime soğukkanlı görünüyordu.

''Kafayı yiyeceğim. Gerçekten kafayı yiyeceğim. Ne zaman oldu bu kaza? Nasıl oldu? Sabah beni aradı, açmadım. Açsaydım belki de böyle bir şey olmayacaktı.''

''Kendini mi suçlayacaksın Deniz? Saçmalama.''

Ofladım. ''Bilmiyorum Uygar, acele et artık yalvarırım. Cemre'yi görmem lazım.''

"Tamam, kısa yoldan gideceğim. Yetişeceğiz endişelenme."

Uygar hızını arttırdı ve dakikalar sonra hastaneye vardık. "Cemre Seçkin." dedim girer girmez. Danışmadaki kızlar korkuyla bakıyordu. "Ne duruyorsunuz? Söylesenize. Cemre Seçkin. Nerede?"

"Sakin olun beyefendi."

Masaya sertçe vurdum. Önümde olan her şeyi yıkmak istiyordum. "SAKİN OLMAYACAĞIM. CEMRE SEÇKİN NEREDE? AMELİYATTA MI? NEREDE?"

''Deniz Bey.'' dedi bir ses. ''Siz misiniz?'' Sesin geldiği yöne döndüm ve sabırsızca bekledim. Üniformalı bir polis bana doğru geliyordu. ''Ben Emre Baydar, telefonda konuşmuştuk. ''

''Cemre nerede?'' dedim, sabrım daha da azalmıştı.

''Deniz Bey sizden sakin olmanızı isteyeceğim.''

''Herkes sakin olmamı istiyor. Peki ben ne istiyorum biliyor musunuz? Cemre'yi görmek. Cemre nerede? Söyleyecek misiniz artık? Hangi odada?''

''Deniz Bey, Cemre Hanım'ın tek yakını siz misiniz?''

Cemre'nin tek yakını bendim. Evet annesi de vardı ama Cemre'nin varlığından haberi bile yoktu. Onu o kadar yalnız bırakmıştı ki Cemre'nin benden başka kimsesi yoktu. Artık ben de yoktum. ''Evet, lütfen söyler misiniz artık? Nerede Cemre? Bu kaza nerede olmuş, nasıl olmuş?''

''Deniz Bey, çok üzgünüm.'' dedi, kulaklarım uğuldadı. Ne için üzgündü? Kaza için mi? Hayır Deniz. Polisler bu sebepten çok üzgünüm demez. Polisler biri ölünce çok üzgünüm der.

''Hayır.'' dedim sözünü bitirmeden. ''Hayır, sus.''

Sanırım dengemi kaybetmiştim çünkü Uygar bana kolunu sarmıştı. ''Deniz Bey iyi misiniz?''

İyi olmak mı? Bu duyduklarımdan sonra iyi olmak mı? Bana Cemre'nin öldüğünü söyleyip iyi olmamı mı bekliyordu? ''Hayır.'' dedim, önümdeki her şeyi parçalara ayırmak istiyordum. Kendimi de parçalara ayırmak istiyordum. Hiç uyanamayacağım bir kabusun içinde gibiydim. Sanki biri bir anda tüm düşüncelerimi uyuşturmuştu. Siyah bir oyuğun içine doğru sürükleniyordum. ''Ölmüş olamaz.''

''Deniz.' dedi Uygar, beni sandalyeye doğru sürüklüyordu. Bir yandan da birilerine sesleniyordu. Sesi hemen yanımdaydı ama sanki kilometrelerce ötedeymiş gibi boğuk çıkıyordu. Kulaklarımın uğuldadığını ve tüm seslerin birbirine karıştığını fark ettim.

''Buraya bakar mısınız acil? Doktor, hemşire yok mu? Deniz, Deniz kendine gel.''

Kendime gelmek istemiyordum, Cemre'yi görmek istiyordum. O uyanırdı, beni görünce dayanamaz ayağa kalkardı. Daha yaşayacak çok şeyi vardı, hayata yeni tutunmuştu. Hayalleri vardı. ''Bırak.'' dedim Uygar'ın kollarından sıyrılıp. ''Bırak Cemre'ye gideceğim. Beni bekliyor o biliyorum. Sabahtan beri kaç kez aradı, beni bekliyor. Beklemesin.''

''Deniz, dur. Ne olur dur.'' dedi Uygar, dinlemedim.

''Nerede o?'' diye bağırdım. ''Cemre nerede? Hangi odada?''

''Deniz Bey.'' dedi polis memuru. Ona öfkeyle baktım. ''Cemre Hanım olay yerinde hayatını kaybetmiş. Her ne kadar bir kimlik bulsak da sizden maktulü teşhis etmenizi isteyeceğim. Lütfen dirayetli olun. Hazır hissettiğinizde bildirin, morga gitmemiz gerekiyor.''

''Ne morgundan bahsediyorsun sen? Ne maktulü? Ne saçmalıyorsun? Ölmedi o, yaşıyor.'' dedim üzerine yürüyerek. Aklımı yitirmek üzereydim. Uygar beni arkamdan sıkıca tuttu, yerimden kıpırdayamıyordum.

''Deniz yeter.'' dedi Uygar. ''Kendine gel.'' Birkaç hemşire dibimde bitmişti. Kapana kısılmış gibiydim, neden kimse beni Cemre'ye götürmüyordu?

''Çekilin.'' dedim aralarından sıyrılarak. Ardından polis memurunun kolundan tutup önümden yürüttüm. ''Beni ona götür.''

Asansöre binip -3'e indik. Hastane odalarını ne zamandan beri yerin altına yapıyorlardı?

Uygar koluma girdiğinde asansörden inmiştik. Güç almak istercesine yüzüne baktım, ağlıyordu. ''Neden ağlıyorsun Uygar?'' dedim bağırarak. ''Neden ağlıyorsun dedim.'' Beynim olanları reddediyordu. Yaşadığım anı reddediyordum. ''Niye buraya geldik? Söylesenize.''

''Beyefendi.'' dedi polis memuru Uygar'a bakarak. ''İsterseniz arkadaşınız daha sonra gelsin. Hiç iyi görünmüyor.''

''Hayır şimdi göreceğim. Onu neden buraya getirdiniz? Burası soğuk. O soğuğu sevmez. O sıcak sever, burada üşür.''

''Deniz yapma.'' dedi Uygar bana sıkıca sarılıp. Hala ağlıyordu. Onu üzerimden itip polisin önüne gittim.

''Beni ona götür.'' dedim çaresizce. Elim yanağımdaki ıslaklığa gitti. Ağlıyor muydum?

Polis koluma girip beni üzerinde morg yazan kapıya doğru yürüttü. O kapıya doğru yürüyen ayaklarımdan nefret ediyordum.

Polis kapıyı açtı. Odanın ortasında bir masa, masanın üzerinde de beyaz örtüyle örtülmüş bir beden vardı. Dizlerimden aşağısı bir anda erimiş gibi hissizleştim. Sanki biri başımdan aşağı buz gibi soğuk su dökmüştü. Yavaşça masaya ilerledim. Polis memuru hemen önümdeydi. Elini örtüye uzattığında kalbimin durduğunu hissettim. Cemre'yi görmek istemiyordum. Bir başkası olabilirdi ama Cemre olamazdı.

Polis örtüyü kaldırınca gözümü kapattım, görmek istemiyordum. Eğer oysa diye düşündüm. Eğer oysa ne yapacaktım? Kırgınlıklarımız ve kızgınlıklarımız devam ederken bana böyle mi veda edecekti? Daha yeni iyileşmişti ve hayattan böyle mi ayrılacaktı?

Tırnaklarımı avuç içlerime batırdım ve gözlerimi araladım. İlk gördüğüm kahverengi saçları olmuştu. Uzun ve dalgalı kahverengi saçları. Sonra alnı, kaşları, yeşil gözlerinin üzerine örttüğü göz kapakları, burnu, dudakları. Cemre bütün güzelliğiyle karşımda duruyordu.

''Hayır.'' dedim başımı iki yana sallayarak. ''Hayır, bu kabus. Ben kabus görüyorum.'' Yere yığılmak, avazım çıktığı kadar bağırmak, her şeyi yakmak ve kendimi bir uçurumdan atmak istiyordum.

Elimin tersiyle yüzüne dokundum. Buz gibiydi. ''Cemre, ben geldim. Uyan hadi. Gözlerini aç. Neden kapattın gözlerini? Hem üşümüyor musun? Kalkman lazım. Cemre, duyuyor musun?''

"Deniz gel." dedi Uygar. "Gel buradan çıkmamız lazım."

"Çekil." dedim onu üstümden savuşturup. "Çekil hiçbir yere gitmiyorum. Cemre. Cemre'yi uyandırmam lazım. Onu bizim hastaneye götüreceğim. Bizim hastaneye götüreceğim. Amcam Cemre'yi iyileştirir." dedim Cemre'yi kucağıma almaya çalışarak. Polis memuru ve Uygar beni engellemişti. "Bırakın beni. Ameliyat olması lazım. Olmadı değil mi ameliyat? Amcama götüreceğim onu."

"Deniz bırak kendine gel." dedi Uygar. Bir yandan beni kontrol etmeye çalışırken bir yandan da polis memuruna bir şeyler söylüyordu. "Memur Bey bu o. Doğru, bu kız Cemre."

Polis memuru bir şey dememiş, koluma girmişti. Uygar da diğer kolumdaydı. "Deniz gel kardeşim. Gitmemiz lazım."

"Gitmeyeceğim, bir yere gitmeyeceğim. Bırakın beni." dedim kurtulmaya çalışarak. Gücüm azalmıştı, direnemiyordum. Onlar beni sürüklerken odadan çıkana kadar Cemre'ye baktım. Son bakışımdı.

Morgdan çıktığımda "CEMRE." diye bağırdım. Sonra bir daha ve sayısını hatırlamadığım kadar daha. "CEMRE UYAN. CEMRE. CEMRE."

Beni bırakmışlardı. Arkamdaki duvara yaslandım ve yavaş yavaş yere çöktüm. Kabus gibi geçireceğim dört yılın ilk günüydü.

"Deniz, kalk kardeşim. Yapma böyle, hadi. Hadi gel." dedi Uygar beni kaldırmaya çalışırken. Ona boş gözlere baktım.

"Beni yalnız bırak." dedim. Polis memuru çoktan yukarıya çıkmak için asansöre binmişti. Bizi yalnız bırakmak istediğini düşündüm.

"Seni yalnız bırakmayacağım. Kalk, ne olur. Hadi gel, burada yapabileceğimiz bir şey yok. Ne olur kalk."

"Ölmüş." dedim. "Uygar inanmıyorum. Cemre ölmüş olamaz."

"Tamam, tamam hadi gel. Çıkalım buradan. Nefes alman lazım."

"Nefes almak." dedim kendi kendime. Cemre artık nefes alamayacaktı. Cemre bir daha aramızda olmayacaktı. Biz hayatımıza devam edecektik. O olmayacaktı. Biz uyuyup uyanmaya devam edecektik, yemek yiyecektik, dışarıya çıkacak hatta eğlenecektik. Cemre için bunlar sona ermişti.

Kendimi bir kaldırım taşı gibi hissediyordum. Yüzlerce insan üzerimden geçip üstüme basıyor gibiydi. Canım yanıyordu. Ona kızgın olsam da o benim üç yıl boyunca sevdiğim kadındı. Beraber yaşadığımız yüzlerce şey vardı. Her şeyden ümidi kestiği anda ben girmiştim hayatına. Yanında olmadığım tek bir gün bile yoktu. Onunla gülmek güzeldi. Onunla film izlemek, yemek yemek, onu seyretmek, onun güldüğü şeylere gülmek çok güzeldi. Etrafında kim varsa onu güldürmeyi çok seviyordu. O karanlık günlerinden sonra onu neşeli görmek benim için paha biçilemezdi. Her şeyi beraber atlatmıştık. Şimdi ise yoktu. Olmayacaktı.

"Melih’i öldüreceğim." dedim. "Belki zaman alacak ama onu öldüreceğim."

"Tamam, sonra konuşuruz bunları. Ne olur kalk. Böyle yapma. Güçlü olmak zorundasın."

"Güçlü olmak istemiyorum Uygar. Güçlü olmak bana bir şey kazandırmayacak."

Uygar son bir çabayla koluma girdi ve nihayet beni yerden kaldırdı. "Yaslan bana."

Tüm ağırlığımı Uygar'a verdim. Zaten benim yürüyecek halim de yoktu. Yürümek, nefes almak, gözümü açıp kapatmak istemiyordum. Göz kapaklarımın önünde Cemre'yi gördükçe kalbim sıkışıyordu. Sanki biri üzerime dünyayı yıkmıştı.

Asansöre binip yukarıya çıktık. Bir kadın bağıra çağıra bana doğru geliyordu ve o kadın Cemre'nin annesinden başkası değildi. Yanında bir ay sonra evlenmeyi planladığı adam da vardı. "Allah senin belanı versin." dedi üzerime yürürken. "Her şey senin yüzünden oldu. Allah belanı versin senin."

Uygar Cemre'nin annesiyle aramıza girip bana siper oldu. "Hale Hanım. Durun. Durun lütfen."

"Çekil önümden. Kızım öldü. Kızım öldü, çekil önümden. Senin yüzünden öldü. Bunun bedelini ödeyeceksin. Duydun mu? Bunun bedelini ödeyeceksin. Bir gün sana ödeteceğim."

"Hale Hanım lütfen kendinize gelin." dedi Uygar önümde dağ gibi dururken. Polis memuru yanımıza gelmişti.

"Hanımefendi sakin olun lütfen."

"Benim kızım bu adam yüzünden öldü. Şikayetçiyim. Bunu hapse atın. Hapse atın kızım öldü benim."

"Tamam lütfen gelin şöyle." dedi polis memuru. Ardından Cemre'nin annesini aldı ve dışarıya doğru yürüttü. Dikkatimi çeken bir şey vardı, Hale Hanım ağlamıyordu. Şok geçirdiğini varsaydım.

Uygar koluma girip beni dışarıya çıkarmaya çalışırken dağılmaktan korktum. Fiziksel ve ruhsal hiç halim kalmamıştı. Sanki bir saat içinde tüm gücüm bitmişti.

Polis memuru Hale Hanım'ı çıkardıktan sonra yanıma geldi. Elinde bir dosya vardı. "Deniz Bey kaza raporunu incelemek ister misiniz?"

Herhangi bir tepki vermedim. Kaza raporunu görmek istemiyordum. Çünkü kaza değildi. Melih'in Cemre'ye yaptığı bir suikasttı.

Ben bir tepki vermeyince polis dosyayı indirdi. "Sizden bir şey rica edeceğim. Cemre Hanım'ın yanında bir kız daha var demiştim. Kimliğini hala tespit edemedik. Belki tanıyorsunuzdur. Şu an ameliyatta. Ameliyattan önce fotoğrafını çekmiştik. Bakabilir misiniz?"

Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. Belki polisin bahsettiği kız kazayla ilgili bir şeyler anlatabilirdi. "Cemre Hanım'ın kız kardeşi var mıydı? Yanındaki o olabilir mi?"

Sesim yok olmuş gibi bir tepki veremiyordum. Beş harfi yan yana getirmek Cemre'yi hayata döndürmek kadar zordu. İçimde işkence vardı. İç organlarımın parçalara ayrıldığını düşündüm.

"Hayır yoktu." dedi Uygar benim yerime cevap vererek.

"Anladım, öyleyse buyurun." dedi polis ve bize yolu gösterdi.

Peşinden ağır ağır yürüdük. Her adımımda acı çekiyordum. Cemre ölmüştü. Cemre benim yüzümden ölmüştü. Cemre benim düşmanlarım yüzünden ölmüştü. Hiçbir şey yapamamıştım.

"Kaza ne zaman olmuş?" dedim kuru bir sesle. ''Ve nerede olmuş?''

''Beykoz'da.'' Polis arkasına dönüp bana baktı. "Bir buçuk saat önce. Yani ben sizi aramadan elli dakika önceye denk geliyor." Cemre sabah aramıştı, kazadan saatler önce aramıştı. Eğer açsaydım belki de bu kaza olmayacaktı. Kaza Beykoz'da olmuştu. Bizim eve mi gidiyordu? Benim yanıma gelirken mi kaza geçirmişti?

"Kim görmüş peki? Kim haber verdi?" diye sordu Uygar.

"Yoldan tesadüfen geçen biri."

"Nasıl olmuş?"

"Araba park halindeyken olmuş. Bir otomobil hızını kesememiş ve Cemre Hanım'ın aracına çarpmış."

"Çarpan kişi nerede? Ona bir şey olmamış mı?"

"Yaralı kurtulmuş. Başka bir hastaneye sevk edilmiş. İfadesini aldık. Frenler tutmadı dedi."

"Doğru mu söylüyor sizce?" diye şüpheyle sordum. Cinayetten şüphelenmiyor muydu?

"Yolda fren izi var. Yani ifadesini destekliyor."

Uygar kısa süreli sessizliğimizi bozdu. "Diğer kızın durumu nasıl?"

''Durumu çok kritik. Doktor yaşaması mümkün değil diyor.''

Kim olduğunu düşündüm, Cemre'nin o yaşlarda bir tanıdığı yoktu.

Sonunda hastanenin emniyet ve asayiş odasına girdik. Uygar beni bir sandalyeye oturttu. ''Su ister misin?'' Başımı iki yana salladım.

Polis birkaç saniye içinde karşıma geçti ve bir zarftan büyük ebatlı fotoğrafları çıkarttı. Bir süre kendisi incelemiş, daha sonra da bana doğru çevirerek masaya koymuştu. Bakışlarımı büyük bir çabayla fotoğrafa çevirdim. Kalbimde bir yanardağ patlamış kadar içim yanmıştı çünkü fotoğraftaki kişi Melis'ti! ''Hayır. Hayır yanlış görüyorum.'' dedim ayağa kalkarak. Fotoğrafı elime alıp gözümün önüne tuttum. Mümkünmüş gibi baktıkça değişmesini bekliyordum ama değişmiyordu. ''Melis kardeşim.'' Hayır olamazdı, hayır mümkün değildi. Bugün bir şoku daha kaldıramazdım. Bu acıya dağ bile dayanamazken ben hiç dayanamazdım. Kardeşim ölmek üzere miydi?

''Melis. Nerede kardeşim? Ameliyatta mı nerede? Ameliyatta dedin.'' dedim koşarak odadan çıkarken. Koridorda yana yakıla ameliyathane yazısını arıyordum ama hiçbir yerde yazmıyordu. Yanımdan geçen bir hemşireyi durdurdum. ''Ameliyathane nerede? Kardeşim ameliyatta, bilgi almam lazım. Nerede kardeşim?''

''Üçüncü katta.''

Hızımı olabildiğince arttırdım ve merdivenleri atlaya atlaya çıktım. Koridorda bir hemşire vardı. "Kardeşim. Melis Aladağ. Ameliyattaymış. Durumu nasıl?" dedim. Yanaklarımı gözyaşlarım istila etmişti. Güzel kardeşim canıyla cebelleşiyordu. O ölüm kalım mücadelesi verirken ben her şeyden habersizdim.

"Ameliyat devam ediyor beyefendi. Ne yazık ki geçirdiği kaza çok büyük ve ameliyatı da çok riskli. Size bunlar dışında bir şey söylemem mümkün değil. Doktorumuz elinden geleni yapıyor."

"Elinden geleni değil elinden gelenin fazlasını yapmak zorunda. Kardeşimi kurtarmak zorunda. Duydunuz mu beni? Ona bir şey olamaz. Olamaz."

"Çok üzgünüm beyefendi ama kendinizi her ihtimale karşı hazır-"

"Hayır." diye bağırdım ve arkama dönüp sandalyeye tekme attım. Uygar beni durdurmuştu.

"Deniz dur, dur tamam. Sakin ol yalvarırım."

"Siktir git Uygar!" diye bağırdım. "Daha Cemre'nin ölümünü bile yeni öğrenmişken kardeşimin ölmek üzere olduğunu öğreniyorum ve sen bana sakin olmam gerektiğini mi söylüyorsun?"

"Bağırma Deniz. Burası hastane ve Melis şu an içeride ameliyat oluyor. Ne yapmak istiyorsun? Derdin ne?" dedi kolumdan tutup beni merdivenlere yürütüp. "Yürü dışarı çıkıyoruz. Hava almak zorundasın."

Kolundan kurtuldum. "Bırak beni, burada kalacağım. Melis içerideyken hiçbir yere gitmem."

"Sen gitmeyebilirsin ama ben götürürüm." dedi ve bir kolumu geriye büküp belime yapıştırdı. "Yürü Deniz." Beni merdivenlere doğru sürüklerken direnmedim.

"Şimdi bağır ne kadar bağırmak istersen." dedi. Dışarıya çıkmıştık. Sonbahardaydık ama güneş tenimi yakıyordu. Belki de içimin ateşi tenime vuruyordu. Ben burada acılar içinde kıvranırken Cemre buz gibi bir morgun ortasında hareketsiz yatıyordu. Kardeşim, güzeller güzeli kardeşim, tırnağının kırılmasına bile kıyamadığım kardeşim ölümle savaşıyordu.

"Melih denen orospu çocuğunu geberteceğim. Sana yemin ederim er ya da geç öldüreceğim onu. Benim yüzümden ölecek."

"Sakin ol Deniz yalvarırım. Sen güçlü olmak zorundasın. Sizi senden başka kimse toplayamaz. Melis uyandığında seni böyle görmemeli."

"Melis neden Cemre'yleydi? Kafayı yiyeceğim. Nefes alamıyorum Uygar." dedim. Hem ağlıyor hem sağa sola yürüyordum. "Nasıl olabilir nasıl? Her şey korkunç bir kabus gibi. Melis daha bu sabah beni öperek işe gönderdi. Cemre daha sabah beni arayıp duruyordu. Şu hale bak, biri morgda biri ameliyatta. Bu nasıl olabiliyor?"

Telefonum çaldığında küfrettim. Melih arıyordu. "Gelmişini geçmişini sikeceğim senin. Allah belanı versin. Cemre'nin, kardeşimin ne suçu vardı?"

"Seni uyarmak için aradım Deniz. Eğer bir kez daha polise gidersen bu sefer Eren'i de öldürürüm. Anneni, babanı, o çok sevdiğin Uygar'ı da öldürürüm. Senin aşağılık baban benim oğlumu öldürdü. Ben de sizin gözünüzün yaşına bakmam. Sevdiklerinin ölümünü izlemek istemezsin herhalde?"

"Orospu çocuğu!" dedim ve telefonu yüzüne kapattım. "Ne yapacağım ben Uygar? Ben ne yapacağım? Yalvarırım bana akıl ver. Ben ne yapacağım? Cemre öldü. Tamam ayrıldık ama ben onu çok sevdim Uygar. Onun ne günahı vardı? Onun ne suçu vardı?"

Uygar hızla yanıma geldi ve kemiklerimi kırarcasına bana sarıldı. "Geçecek Deniz. Yapma topla kendini. Bunu onun yanına bırakmayacağız söz veriyorum. Bugün değil ama elbet bir gün o adam da oğlu da bedelini ödeyecek. Ama sen böyle yaparsan Eren ne olur düşündün mü? Daha çok küçük. Onu düşün."

"Ben bununla nasıl başa çıkacağım? Bu vicdan azabıyla nasıl yaşayacağım? O şerefsiz piç benimle düşman diye Cemre'yi öldürdü. Melis'in durumu çok kötü. Ne yapacağım ben?"

"Ne yapacağımızı Melis iyileşince konuşacağız Deniz. Topla kendini. Yalvarırım. Ben hep yanında olacağım. Bu zamana kadar yanından ayrılmadım. Yine ayrılmayacağım."

"Uygar içim acıyor."

Uygar kollarını çekti. "Tamam gel, şöyle otur."

Uygar beni bir banka yürüttü ve oturttu. Hareket etmeyi beceremeyen bir bebek gibiydim. Uygar olmasa yıkılışım kaçınılmaz olacaktı. "Ben sana su getireceğim şimdi. Hem annenlere de haber vermemiz gerekiyor. Ben arayıp söyleyeceğim. Onu dert etme tamam mı?"

Başımı aşağı yukarı salladım ve daha sonra geriye atıp bankın arkasındaki duvara dayadım. Gözlerim istemsiz kapandı ve kendimi bir rüyanın içinde buldum.

Uçsuz bucaksız bir denizin ortasında sırtüstü yatıyordum. Hava buz gibiydi. Cemre'nin teni kadar soğuk bir suyun üstünde yatıyordum. Gözlerim açıktı, üzerimde toplanan bulutları izledim. Yağmur yağacaktı. Cemre yağmuru hiç sevmezdi. Bulutları görmemek için gözlerimi kapattım. Buraya nasıl ve neden geldiğimi bilmiyordum. Zaman geçtikçe bedenim buza dönüyor, hareketsizleşiyordu. Önce ayaklarım, sonra ellerim buz parçasına dönmüştü.

Kurtulmam gerektiğini düşündüm ve gözlerimi araladım. Hemen üzerimde bana gülümseyen bir kız çocuğu vardı. Onu tanımıyordum ama çok güzeldi. Simsiyah saçları, gece kadar siyah gözleri, uzun kirpikleri ve dolunay gibi beyaz yüzü vardı. İnci gibi dişleri yüzünü süslemişti. Yanakları pembeydi. Minicik elini yüzüme koymuştu. "Deniz, kalk hadi. Beni bulman gerek." dedi. Buz tutan ayaklarım ve ellerim bir anda çözülmüştü.

Gülümsedim. "Sen kimsin?"

"Beni unuttun mu?" dedi hayal kırıklığıyla. Ardından gülümseyerek omuz silkti. "Neyse, nasıl olsa beni yine bulacaksın."

"Seni nerede bulacağım? Nasıl bulacağım?"

"Bunu sana söyleyemem. Sudan çıkman gerek. Toprağa ihtiyacın var." dedi elimi tutup beni arkama çevirip. Küçük bir ada parçası vardı.

"Ama burada az önce böyle bir şey yoktu."

"O benimle birlikte geldi. Bana ihtiyacın vardı, ben de geldim işte."

"Adını söylemeyecek misin?"

Küçük kız adını söyleyeceği sırada ismimi duydum ve yerimden sıçradım. "Deniz aç gözünü. Bir refakatçi odası ayarlayalım. Orada uyu istersen." dedi Uygar. Kurumuş dudaklarımı dilimle ıslattım. "Deniz iyi misin?"

Elimle yüzümü ovuşturdum. "Bütün hücrelerim eriyor gibi hissediyorum Uygar. Bütün kemiklerim ufalanıp toza dönüyor sanki. Tenim buharlaşıyor."

"Tamam, al iç bunu önce."

Titreyen elimi kaldırıp Uygar'ın verdiği suyu saniyeler içinde bitirdim, ardından bardağı elimde sıktım. Kâğıt bardak saniyeler içinde üst üste katlanmıştı. "Kalbim şu bardak gibi. Birileri alıp sıkıyor, şeklini bozuyor. Şimdi elimi açtığımda bardak eski haline gelmeyecek. Kalbim nasıl gelsin?"

"Deniz yalvarırım böyle yapma kardeşim. Beni endişelendiriyorsun. Ne olur topla kendini."

"Cemre'nin ölümünün ağırlığını nasıl kaldıracağım? Benim yaptığım hatanın bedelini o ödedi. Kardeşim içeride zor bir ameliyat geçiriyor. Ona bir şey olursa yaşayamam. Nasıl dayanacağım?"

"Melis'e hiçbir şey olmayacak. Sana söz veriyorum. Dünyanın en iyi doktorunu bulmamız gerekirse gidip bulacağım ama ölmesine izin vermeyeceğim. Duydun mu beni?"

"Ben ölmeliydim. Cemre değil. Ölmeyi hak eden bendim. Melih tarafından öldürülmeyi hak etmedi."

Uygar elini omzuma koydu. "Polise anlatacak mısın Deniz? Melih'in yaptığını biliyoruz. Ofise gönderdiği notu da alsaydık keşke."

"Hayır, hayır susacağım. Susacağız tamam mı? Bir daha aynı şeyi yapmasını izleyemem. Ailene zarar veririm, teker teker herkesi öldürürüm dedi Uygar. Buna dayanamam."

"Bir şey yapamaz Deniz. Bak polis içeride. Gidip anlatalım. Her şeyi açık açık anlatalım."

"Hayır Uygar. Ben aksini söyleyene kadar hiçbir şey yapmayacağız. Günü geldiğinde ben vereceğim onun cezasını."

"Yine yapmayacağının bir garantisi var mı Deniz? Sen polise gitsen de gitmesen de bu adam rahat durmaz."

"Uygar şu an sağlıklı düşünecek bir durumda değilim. Yukarı çıkmak istiyorum. Bir gelişme vardır belki.''

Uygar yavaş yavaş başını salladı ve beni hastaneye yönlendirdi. ''Tamam gel... Annenleri aradım, geliyorlar. Eren de gelecek. Sakın bırakma kendini. Eren için, Melis için güçlü olmak zorundasın.''

''Kimse benim için güçlü oldu mu Uygar? Kimse bana sen dinlen, biraz da biz savaşalım dedi mi? Kimse üzerimdeki yükü aldı mı? Herkesin güçsüz olmaya hakkı varken benim neden hiç olmadı? Neden hep güçlü olmam gerektiği söylendi bana?"

''Ben yanında oldum, olacağım da. Senin yetemediğin yerde ben olacağım. Her zaman güçlü olmak zorunda değilsin biliyorum. Olma da. Ama bugün her zamankinden daha güçlü olmak zorundasın.''

Ameliyathane kapısı önüne geldiğimizde duvara yaslanıp yere çöktüm. Bir bacağımı uzattım, bir bacağımı karnıma çektim. Kolum dizimin üstündeydi. Başımı da koluma yasladım. Her şey düzelene kadar buradan kalkmak istemiyordum.

Dakikalarca öyle durdum, belki kırk belki kırk beş dakika sonra annemler gelmişti. Eren'i kollarımın arasına aldım. Beraber yerde otururken sanki onun da başına bir şey gelecekmiş gibi, sanki kollarımın arasından alacaklarmış gibi ona sımsıkı sarıldım. Sanki daha önce öpmemiş gibi saçlarını öptüm. Annem ve babam koridorda dört dönüyordu, saatler geçmişti. Hiçbir hareketlilik yoktu. Nefes alamıyordum.

Aşağı indim, art arda sekiz tane sigara içtim, boş sokaklarda yürüdüm. Hiçbir yere sığamıyordum. İnsanlar yanımdan geçti, ağaçlardan yapraklar düştü. Hava karardı, gün bitti. Bir günde hayatım karardı. Bir günde yüz sene yaşlandım. Bir günde Cemre ölmüştü. Bir günde Melis yaralanmıştı.

Kalbimin üzerinde ateş vardı sanki. Acının getirdiği ateşti. İntikam ateşiyle birlikte içimi kor gibi yakıyordu. Ben suydum ama içimdeki ateşi söndüremiyordum. Yetmiyordu. Hiçbir su içimdeki yangını söndürebilecek gibi durmuyordu. Tüm bu belirsizlikler içinde, tüm bu acılar içinde kor gibi kavrulmuştum.

Cemre'nin yüzü gözümün önünden gitmiyordu. Ölmüştü ama hala çok güzeldi. O her zaman güzeldi. Neden ölen ben değildim de oydu? Neden yaşamına devam edecek olan bendim?

Yağmur başlamıştı, hastaneye geri dönüp morga girdim. Cemre hala o örtünün altında yatıyordu. Açıp bakamamıştım, içim el vermiyordu. Cesaretim yoktu. Morgun bir duvarına çöküp ağladım. Yarım saat, bir saat, bir buçuk saat. Bir mucize olmasını, uyanmasını istedim. Gözlerini son bir kere daha görsem onu affedecektim. Ama ne gözlerini görebilirdim ne de affedecek olan kişi bendim. Ben artık affedecek olan değil af dileyecek olan kişiydim.

Ne kadar durduğumu ve ne kadar ağladığımı bilmiyordum. Göz pınarlarımda nasıl bu kadar su olabilirdi? Gözümü her kapattığımda yanaklarıma süzülen gözyaşlarımı artık silmekten vazgeçip ayağa kalktım ve örtünün üzerinden Cemre'ye sarıldım. Cansız bir beden. Cansız, soğuk bir beden. Ona son sarılışımdı. Onun bedenine son dokunuşumdu.

Örtünün altından sarkan saçlarına dokundum. Hala ipek gibiydi. Şekli bozuluyor diye saçlarına dokunmamı hiç sevmezdi, şimdi dokunabiliyordum.

"Bak saçlarına dokunuyorum, hadi kalk ve bana yine kız Cemre. Söz dokunmayacağım. Yemin ederim saçlarına dokunmayacağım. Yeter ki uyan." dedim, gözyaşlarım görüşümü engelliyordu. Her şey bulanıktı.

Uyanmasını istiyordum. Geri dönmesini istiyordum. Bir insanın benim yüzümden hayatının sonlanmasını istemiyordum. Her şeyi yarım kalmıştı. Yeni başladığı ve bitiremediği kitapları, dizileri vardı. İzlemek istediği filmler vardı. Gitmek istediği ülkeler vardı. En çok gitmek istediği ülke İspanya'ydı. Sevgilim, bir gün benimle İspanya'ya taşınmak gibi bir çılgınlık yapar mısın? demişti. Hayır. demiştim. Ben her şeyi geride bırakamazdım. O kadar cesur bir adam değildim. Ama Evet. deseydim, Hayalini yaşatsaydım. dedim içimden. Belki de hayatta olacaktın.

Eğilip saçlarının kokusunu içime çektim ve belki onlarca kez saçlarını öptüm. Yarın bunu yapamayacak olmak beni binlerce yerimden bıçaklamıştı. Birini son kez görmek, onu son kez öpmek, ona son kez sarılmak insanın canını uçurumdan düşmek kadar acıtıyordu. Her hücrem beni yakmak için birbirine söz vermiş gibi hissediyordum. İçim, kalbim, ruhum yanıyordu. Ateş kelimesi benimle vücut bulmuştu.

"Beni affetmeyeceksin biliyorum." dedim yutkunarak. Sesim çıkmıyordu. Belki ağlamaktan belki de utançtandı bilmiyordum ama sanki konuşmamam gerekiyormuş gibi sesim çıkmıyordu. "Haklıymışsın. Melih bizi dağıttı. Seni kaybettim. Ama sana söz veriyorum sana bunu yapan ve yaptıran kişiler cezalarını çekecek. Bunun olması için elimden geleni yapacağım ve olduğu gün sana gelip bu haberi ben vereceğim. O güne kadar sana gelemem çünkü yüzüm yok. Şimdi burada böyle konuşmaya bile yüzüm yok çünkü. Ama bir gün rahat uyuman için her şeyi yapacağım. Söz veriyorum Cemre. Verdiğim sözü tutacağıma da söz veriyorum." Örtüyü biraz indirip Cemre'nin alnına son kez dudaklarımı dokundurdum. Sabahkinden daha da soğuk olan bedeni ruhumu bile üşütmüştü. Şimdi bile buz gibi olan bedeni toprağın altındayken nasıl olacaktı?

Kalbim sıkışmıştı, kendimi dışarıya attım ve ameliyathanenin önüne döndüm. Herkes perişan görünüyordu. Ben de öyle mi görünüyordun? Aynaya bakmaktan, kendimi görmekten çok korkuyordum. Sanki aynaya bakacak bir yüzüm yoktu. Doğrusu kimseye bakacak bir yüzüm yoktu. Bütün bunlar başımıza benim yüzümden gelmişti. Polise gitmeseydim Melih bunu yapmayacaktı.

İçimde neler olduğunu anlatacak bir duygum yoktu ama çok pişmandım. Polise gittiğim için çok pişmandım ve dört sene boyunca her gün, her saniye bu pişmanlığı hissedecektim. Cemre'yi düşündüm, Melis'i düşündüm. Polise neden gittiğimi düşündüm ve ölmek istedim. Bir zamanlar sevdiğim kadın ölmüştü. Herkesten sakındığım kız kardeşim ağır yaralıydı. Zamanı geri almak istedim. Cemre'yle hala beraber olduğum bir güne dönmeyi çok istedim. Her şey güzelken ve yolundayken ne kadar da mutluyduk. Ne olmuştu da her şey tersine dönmüştü? Ne olmuştu da uzaklaşmıştık?

Belki ayrılmasaydık böyle olmayacaktı. Belki bu kaza yaşanmayacaktı. Bir suçlu varsa o bendim. Neden Cemre'yi anlamak istememiştim? Neden aldığımız tehditleri ciddiye almasına bu kadar kızıyordum? Sırf Melih'ten korkuyor diye bebeğimizi öldüren Cemre'ye bu kadar kızmakta haklı mıydım? Hayır haklı olan Cemre'ydi ve korktuğu başına gelmişti. Haklıydı, o görmüşken ben bunu nasıl görememiştim? Melih bize zarar verecek. diyordu sürekli. Ondan korkuyorum, ondan kurtulana kadar bir çocuk doğuramam. diyordu. Ben ise şımarıklık yaptığını söylüyordum. Melih sana zarar veremez. Melih kimseye zarar veremez. diyordum. Bu cümlem suratıma tokat gibi çarpıyor, beni duvardan duvara vuruyordu.

Melih kimseye zarar veremez.

Hayat beni en emin olduğum cümleden vurmuştu. Dört yıl boyunca da vurmaya devam edecekti. Ve asıl darbesini dört yılın sonunda vuracak, beni gerçek aşkı bulduğum kadından ayıracaktı.

 

Loading...
0%