@_kubraakyol
|
"İyi misiniz?" Ellerimle saçlarımı geriye atıp birkaç saniye kendi yansımama baktım ve yutkundum. Kalp atışlarım hala düzene girmemişti. "Hı hı." dedim sessizce. "Yediğim bir şey dokundu sanırım." Ellerime baktım, titriyordu. Görmemesi için arkama sakladım. Tesadüflere inanıyordum. İki buçuk aydır başıma gelenler hep tesadüfler sonucu olmuştu. Tesadüf eseri Deniz'le tanışmıştım. Ondan sonra olan her şey de bunun sonucuydu. Ama şu an yaşadığım şey bir tesadüf olamazdı. Öldüğü kanıtlanmış biri tesadüfen geldiğim bir mekanda böyle karşımda duramazdı. Deniz daha iki gün önce mezarına gitmişti. "Şuradan bir çıkıp hava alın isterseniz." Korkuyordum, kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki nefesimi hissetmiyordum. Hayal değildi, bu oydu. İnsanlar bu kadar da çift yaratılamazdı. Beynim böylesine gerçekçi bir oyun oynayamazdı. Ve ben beynim bana oyun mu oynuyor yoksa gördüğüm şey gerçek mi diye öğrenmeden buradan ayrılmak istemiyordum. Derin bir nefes aldım ve ona doğru döndüm. "Sanırım öyle yapacağım." dedim güçlü durmaya çalışırken. Ne kadar başarılı olduğumu bilmiyordum ama belli etmemeye çalışıyordum. Korkumu anlamaması için sesimi de düzeltmeye çalışıyordum ama sanırım başaramamıştım. Bir süre onu izledim ve eskiden tanıdığım birini anımsamaya çalışır gibi baktım. Adını öğrenmek zorundaydım ve bunu belli etmeden yapmalıydım. "Kötü görünüyorsunuz." "İyiyim, teşekkürler." dedim gülümsemeye çalışarak. Muhtemelen dudaklarım hareket bile etmemişti. "Yüzünüz çok tanıdık geldi de. Aynı lisede okuduğum birine çok benziyorsunuz. Çok saçma olacak ama o olabilir misiniz acaba?" Gülümsedi. "American Lisesi'nden bahsediyorsanız olabilir." Sanki doğru bilmişim gibi şaşırdım. "Gerçekten mi? Evet ben de oradaydım. Hayat ne kadar garip ve dünya ne kadar küçük değil mi?" "Öyle. Ama ben pek çıkaramadım sizi. Adınız neydi?" "Esra." dedim bir anda aklıma gelen ilk ismi söyleyerek. Ne olur ne olmaz diye kimliğimi gizlemek daha iyiydi. "Sizinki neydi?" Kalp atışlarım daha da hızlandığında merakla ağzından çıkacak o ismi bekledim. Bayılmaktan korkuyordum. Çok korkuyordum. "Cansu." dedi saniyeler içinde. Dizlerimin bağı çözülmüştü. Dengemi sağlamakta zorluk çekerken elimle lavaboya tutundum. Yalan söylüyordu. "Ama adınız ve yüzünüz hala tanıdık değil." "Ya öyle mi?" dedim neredeyse kekeleyerek. "İnsanlar gerçekten de çift yaratılmış." Bir süre sustum ve bir ipucu yakalamak için bir şeyler düşündüm. Aklıma adını söylemek geldi. Bakalım ne tepki verecekti? "Cemre'ydi." dedim. "Bahsettiğim kız Cemre'ydi." Yüzünde bir mimik bile oynamadı. Ya gerçekten Cemre değildi ya da çok iyi rol yapıyordu. Hayal kırıklığıyla başını iki yana salladı. "Hmm hayır, öyle birini tanımıyorum." Ne kadar başarılı olduğumu bilmiyordum ama gülümsedim. Bütün vücudum titriyordu. Hissettiğim tek duygu korkuydu. Şaşkınlık duyamıyordum. Nedenini nasılını bile düşünemiyordum. Sadece korkuyordum. "Anladım." dedim yutkunarak. "Çok benziyorsunuz." Beni başını sallayarak yanıtladı. "Az önce konuşmanıza istemeden kulak misafiri oldum. İstanbul'a yeni mi geldiniz?" "Evet, dört yıldır İspanya'da yaşıyorum ve dört yıldır ilk kez İstanbul'a ayak basıyorum. Çok özlemişim." "İstanbul özlenecek en güzel şehir." dedim ve çantamı alıp son bir kez aynaya baktım. Bir ruhtan farksızdım. "Neyse, rahatsızlık verdiysem kusura bakmayın, iyi günler." dedim ve telaşla lavabodan çıktım. Zor tuttuğum gözyaşlarım saniyeler içinde yanağımı doldurmuştu. Ne hislerime ne düşüncelerime ne de kalp atışlarıma söz geçiremiyordum. Ruhum benden bağımsız hareket ediyor gibiydi. Sanki bir kukla arıyormuş da benim bedenimi seçmiş gibi. Koşa koşa arabaya vardım ve elimi göğsüme koyup nefes almaya çalıştım. Kerem korkuyla bana bakıyordu. "Ne oldu Ada? Ne bu halin? Neden ağlıyorsun?" dedi destek olmak için kolumu tutarak. "Biri bir şey mi yaptı? Ada söyle lütfen." "Gidelim Kerem. Buradan gitmek istiyorum hadi, hemen gidelim." "Tamam gideceğiz ama ne oldu? Biri bir şey mi yaptı? Bir şey mi söyledi? Gidip döveyim." "Hayır kimse bir şey yapmadı Kerem. Ne olur gidelim. Yalvarırım götür beni buradan." Kerem kolunu bana sardı ve beni koltuğa oturttu. "Tamam, gel şöyle. Dikkat et. Emniyet kemerini takmamı ister misin?" Başımı yavaşça salladım. Elimi kaldıracak bile halim yoktu. Kerem emniyet kemerimi de taktı ve koşarak kendi koltuğuna geçti. "Ada, seni böyle görmek istemiyorum. Lütfen neden ağlıyorsun söyle bana. İçeride ne oldu? Girerken hiçbir şeyin yoktu. İyiydin. Neden ağlıyorsun? Zaten yüzün de bembeyaz." "Kerem." Ellerimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. "Kerem." dedim. Sanki ağzımdan başka bir şey çıkmıyordu. "Kerem, beni Uygar'a götür." İçimi çeke çeke ağlıyordum. Sanki nefesim tükenmişti. "Deniz Bey'e haber vermemi ister misin?" "Hayır hayır hayır." dedim telaşla. "Uygar'a ihtiyacım var." "Ada ne oldu? Savaş'la ilgili bir şey mi? Söyle lütfen, yapabileceğim bir şey var mı?" "Yok yok. Sadece Uygar'a gitmek istiyorum." Kerem başını salladı ve beni düşüncelerimle baş başa bıraktı. İçim acıyordu, çok acıyordu. Eğer o Cemre'yse ne olacaktı? Nasıl oluyordu da yaşıyordu? Ölmüştü, babam öldürmüştü. Dört yıldır kendini katil zannediyordu. Deniz dört yıldır vicdan azabı yüzünden can çekişiyordu. Hayat ona zehir olmuştu. Geceleri gündüzleri birbirine karışmıştı. Dört yılın her gününü kendini suçlu hissederek geçirmişti. Bütün bu acılar, pişmanlıklar boşuna mıydı? Yaşıyorsa neden bu zaman kadar ortaya çıkmamıştı? Neden gizlenmişti? Deniz'e bunu neden yapmıştı? Ne çıkarı vardı? Deniz yıllardır acı çekerken Cemre bunu neden yapmıştı? Aklımı kaybetmek üzereydim. Bunca yıldır yaşanan acılar niyeydi? Deniz'i düşündüm. İçinde, ruhunda, kalbinde kocaman enkazlar vardı. Hem kaybettiği eski sevgilisinin acısını yaşıyordu hem de kendini bir cinayetten sorumlu tutuyordu. Bu vicdan yükü ona neden atılmıştı? Peki ya babam? Dört yıldır kendini katil sanıyordu. Dört yılını birinin canına kıydığını zannederek geçirmişti ve şimdi sırf bu yüzden hapisteydi. İşlemediği bir suç yüzünden hapisteydi. Gözyaşlarımı silip kendimi toparladım. Bir şeyler yapmak zorundaydım. O kızın Cemre olduğu aşikardı ama bunu nasıl ortaya çıkaracaktım? Babamı nasıl kurtaracaktım? Hepsinden en önemlisi Deniz'i bu kalp ağrısından nasıl kurtaracaktım? Elimle alnıma vurdum. Neden restorandan ayrılmıştım ki? Uygar'ı yanıma çağırsam daha iyi olmaz mıydı?! Büyük bir of çektim. Tüm bu olanları ne aklım alıyordu ne de kalbim alıyordu. Telefonumu çıkartıp Uygar'ı aradım, birkaç çalıştan sonra açmıştı. "Uygar neredesin?" dedim tedirgin bir sesle. Deniz'in yanında olmasını istemiyordum. "Ofisteyim Ada. Sen ne yaptın? Görüştün mü adamla?" "Evet görüştüm, dönüyoruz." "Sesin neden öyle geliyor? Bir şey mi oldu?" "Gelince anlatacağım Uygar. Sana anlatmam gereken bir şey var. Özel. Ben şirkete gelene kadar oradan ayrılma tamam mı?" "Tamam tamam buradayım ben daha. Görüşürüz." "Görüşürüz." dedi ve telefonu kapattım. Beynimin içini kemiren düşüncelerle birlikte yaptığım yolculuk nihayet bitmiş, gözyaşlarım da biraz olsun dinmişti. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Ne hissetmem gerektiğini bile bilmiyordum. Eğer o gerçekten Cemre'yse Deniz vicdan azabından kurtulacaktı. Gerçekten Cemre'yse babamın cezasında indirim yaptırabilirdik. Ama tüm bu güzel ihtimaller dört yıldır Deniz'in yaşadıklarını bir anda silip atmış olmayacaktı, ne yazık ki bunun farkındaydım. Asansöre binip odalarımızın olduğu katta indim. Uygar'ın kapısı açıktı. Koşarak ilerlemiş, kapıya vurmadan da içeriye girmiştim. "Uygar." dedim yanına giderken. Zar zor dindirdiğim gözyaşlarım yanaklarımı yine istila etmişti. "Uygar." diye hıçkırdım ve ona sımsıkı sarıldım. Utanmasam bayılacaktım. "Ada, ne oldu? Canım benim, ne oldu? Neden ağlıyorsun? Bu halin ne?" "Uygar bir şey oldu. Bir şey oldu, çok kötü bir şey. Ben gördüm." "Ne oldu Ada? Neyi gördün? Deniz'le mi bir şey oldu? Tartıştınız mı? Korkutma beni." dedi. Ona daha sıkı sarıldım. "Uygar." dedim. Kelimeler dilimden dökülmüyordu. Çünkü hıçkırıklarım boğazımda düğümlenmişti. Nefes bile alamadığımı fark ettim. Uygar sarılmamızı sonlandırdı ve kollarımdan tutup beni tekli koltuğa oturtarak bir bardağa su koydu. "Tamam, önce şunu iç." Titreyen elimi kaldırdım, Uygar şaşkınlıkla elime baktı. Endişeliydi. "Ada gerçekten çok korkmaya başladım. Ne oldu?" Suyu aldım ve diğer elimle kapıyı gösterdim. "Kapı." dedim sessizce. "Kilitler misin? Duymasın kimse." Uygar bu komutu bekliyormuş gibi ayağa kalktı ve kapıyı kapatıp kilitleyerek önüme çöktü. Sadece bir yudum içebildiğim suyu masaya bıraktım. "Evet dinliyorum, ne oldu Ada? Çok kötü görünüyorsun. Yani hortlak görmüş gibisin." Sinirlerim o kadar bozulmuştu ki gülmeye başladım. Çünkü yaşadığım şey tam olarak buydu. Uygar yaptığı şakanın gerçek olduğunu bilmediği için bana daha da endişeyle bakmaya başladığında yüzümü kapattım ve nefesimi kontrol etmeye çalıştım. Bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlıyor bir yandan da gülüyordum. "Tamam, ben Deniz'i çağırıyorum." dedi Uygar ayağa kalkıp. Kolunu tuttum ve onu durdurdum. "Hayır, hayır Uygar olmaz." "Adacım, güzel kardeşim benim. Hadi söyle o zaman. Ne oldu?" Alabildiğim en derin nefesi aldım. Dilim uyuşmuştu. ''Uygar ben Cemre'yi gördüm.'' dedim bir anda. "O yaşıyor." Uygar duyduğu cümlelerden çok benim halime şaşırmıştı. Çünkü delirdiğimi düşünmüştü. Ve delirdiğime inanmak, söylediğim şeye inanmaktan daha kolaydı. ''Adacım.'' dedi yüzümü ellerinin arasına alıp. ''Güzelim sen iyi misin?'' ''Uygar iyiyim. Bana inanmıyor musun?'' ''Ada.'' Uygar derin bir nefes aldı. ''Son birkaç gündür Cemre'yi çok konuştuk. İkimizin basketbol sahasında onu konuşması, ardından Deniz'in onun mezarına gitmesi ve yaşadığı ikilem. Bu ikilem yüzünden bunalıma girmesi, aranızın bozulması. Cemre'nin yaşamasını istediğin için yani nasıl desem? Bilinçaltında çok yer edin-'' ''Uygar ben delirmedim.'' dedim ayağa kalkıp onun lafını bölerek. ''Onu gördüm diyorum sana.'' Bana sabırla ve neredeyse acıyarak baktı. ''Ada, duyacakların için çok üzgünüm. Eğer kendi gözlerimle şahit olmasam sana elbette inanırdım. Ama Cemre'yi Deniz ve ben teşhis ettik. Morga girdik, Deniz ve ben. Cemre'ydi. Ne yazık ki ölmüştü. Olay yerinde ölmüştü.'' Başımı iki yana salladım. ''Uygar biliyorum inanması güç ama oydu.'' dedim gözyaşlarımı silerek. ''Yemin ederim oydu. Yanına gittim, tanıştım. Konuştum.'' Uygar devam etmemi bekleyen bakışlarla baktı. ''Adını sordum, Cansu dedi. Yalan söyledi. Belli ki adını değiştirmiş. Uygar hatırla, babam ne demişti? Öldürecek kadar hızlı çarpmadım demişti. İnip kontrol ettim ikisi de yaşıyordu demişti.'' Uygar odaya girdiğimden beri ilk kez bana inanıyormuş gibi baktı. "Cemre neden böyle bir şey yapsın Ada?'' ''Bilmiyorum Uygar ama inan bana oydu. Tanıştığım kız Cemre'ydi... Hangi lisede okuduğunu biliyor musun?'' ''Evet, American Lisesi'nde okuduk. Aynı okuldaydık.'' ''Al işte, o da aynısını söyledi Uygar. Bak, sana başka ne söyleyebilirim? Hmmmm. Telefonla konuşuyordu, onu duydum. Dört yıldır İstanbul'da olmadığını ve burayı çok özlediğini söylüyordu. Dört yıl Uygar. Öldüğünü sandığınızdan beri. Dört yıldır İspanya'da yaşıyormuş. Yeşil gözlüydü, saçları-'' ''Bir saniye Ada. Ne dedin? Nerede yaşıyormuş dedin?'' ''İspanya. Ne oldu?'' Uygar kaşlarını çattı. ''İspanya.'' dedi kendi kendine. ''Ne? Ne oldu? Ne önemi var İspanya'nın?'' Uygar içli bir nefes verdi. ''İspanya Cemre'nin yaşamak istediği ülkeydi Ada. Deniz'i oraya taşınmak için ikna etmeye çalışıyordu. Tahmin edersin ki Deniz istemedi.'' dedi Uygar, gördüğüm kızın Cemre olduğuna emin olmuştum. ''Uygar o kız Cemre. Onu bulmamız lazım. Ne işler döndüğünü öğrenmemiz lazım.'' ''Nasıl bulacağız? Nerede gördün sen onu?'' ''Kumburgaz'da gördüm.'' ''Yani anlamıyorum Ada. Diyelim ki haklısın, Gördüğün kişi Cemre. Koskoca İstanbul'da nasıl oluyor da senin gittiğin gün Cemre de oraya gidiyor? Aynı gün aynı yerde nasıl olabiliyorsunuz?'' ''Bilmiyorum Uygar, tesadüf olamayacak kadar saçma.'' Uygar derin bir nefes verdi. ''Tek bir ihtimal var. Senin oraya gideceğini biliyordu.'' dedi. Anlamayarak baktım. ''Bilerek yaptı, peşine düşelim diye. Her şey planlıydı.'' "Bizi izliyor mu yani? O zaman beni tanıyor, adımı biliyor. Kahretsin öğrenmesin diye adımı başka bir şey sallamıştım Uygar. Beni tanıyorsa, adımı biliyorsa, bilerek yanlış söylediğimi anladı. Oooofff sikeyim, onu tanıdığımı anladı. O yüzden adım Cansu dedi. Bildiğimi biliyor.'' "Bu iş çok kafa karıştırıcı olmaya başladı. Aklım gerçekten almıyor. Eğer dediğin gibiyse bunu neden yaptı? Bildiğini biliyorsa neden muhtemel oyununa devam ediyor? Bunca yıldır saklanıyorsa neden şimdi kimliğini riske atıyor?'' Omuz silkti. ''Tüm bunları öğrenmek için onu bulmalıyız.'' dedim ve biraz düşündüm. ''Tamam, bir otomobil kiraladığını biliyorum. Şimdi restorana gidip kamera kayıtlarını izlememiz gerekiyor. Plakadan kiraladığı firmayı buluruz. Takip cihazını kontrol eder nereye gittiğini izleriz.'' ''Harika bir fikir bu.'' dedi Uygar burnumdan makas alıp, kapıya doğru yönelmişti. ''O zaman ben gidiyorum.'' ''Ben de geliyorum.'' diye peşinden koştum. ''Hayır sen burada kalıyorsun ve görüşmeye gittiğin adamı araştırıyorsun. Ayrıca Deniz.'' dedi ve sustu. ''Ona hemen söyleyecek miyiz?'' ''Hayır, hemen söylemeyeceğiz. Önce benim emin olmam lazım. Deniz'le ilgili başka bir konu var. Sana söylememem gerekiyordu ama mecbur söyleyeceğim şimdi. Deniz'in bir sürprizi var bu gece senin için. Yani burada kalsan daha iyi.'' Anlamayarak baktım. ''Ne? Ne sürprizi?'' ''Adı üstünde Ada, sürpriz.'' dedi Uygar kapıyı açarak. ''Ben gidiyorum, haberleşiriz.'' ''Uygar tek gitme.'' ''Merak etme, Kerem'le gideceğim.'' "Tamam, sakın beni habersiz bırakma." Uygar beni el sallayarak yanıtlamıştı. Lavaboya gidip yüzümü yıkadım ve iyi olduğuma emin olunca Deniz'in odasının yolunu tuttum. Gerçekten Cemre'yse bunu öğrendiğinde ne hissedecekti? Kapısına vurduğumda dikkatle bilgisayar ekranına bakıyordu. "Girin." dedi başını kaldırmadan. Yavaşça içeriye girdim ve kapıyı kapattım. Sonunda bakışları beni bulmuştu. "Selam." dedim korkak bir sesle. Sanki evleneceğim adamla değil bir yabancıyla konuşuyordum. Deniz ayağa kalktı ve tıpkı benim gibi yavaş adımlarla bana doğru ilerledi. Hiçbir şey söylememişti. "Yani en azından Geldin mi? falan da demeyecek misin?" dedim laf sokarak. Deniz mahcup bir ifadeyle bana bakıyordu, dudağının kenarının kıvrıldığını görebiliyordum. Gülümsemişti. "Özür dilerim." dedi bir elini yüzüme bir elini belime koyarken. "O gün yaptığım kabalıktı." "Bu kelime biraz hafif kaldı sanki." dedim çekingen bir şekilde gülerken. "Kabalık değil, biraz ama böyle biraz öküzlük diyelim biz ona." Deniz sonunda gerçekten güldüğünde uzanıp yanağını öptüm. "Seni çok özledim." dedim kollarımı boynuna sararken. Deniz'in yanağımda olan eli de belimi buldu ve bana sıkıca sarıldı. "Seninle uyuyamamaktan, seninle uyanamamaktan, kokunu içime çekememekten, aynı evde yedi kat yabancı gibi yaşamaktan nefret ediyorum." "Ben de seni çok özledim." dedi. "Saçlarını." Saçlarımı öptü. "Yanaklarını." Bir yanağımı öptü. "Dudaklarını." Dudağıma küçücük bir öpücük bıraktı. "Boynunu." Eğildi ve boynumu öptü. "Kokunu." Burnunu boynuma yasladı ve kokumu içine çekti. "O zaman bizi bir daha böyle cezalandırma." "Bizi değil kendimi cezalandırıyordum Ada." dedi. "Özür dilerim." "Böyle kuru kuru özür dileyerek mi affettireceksin kendini?" dedim kaşlarımı çatarak. Ama o görmüyordu çünkü hala sarılıyorduk. "Bu akşam için bir planım var." dedi. Uygar'ın bahsettiği sürprizden bahsediyordu. "Seninle hiç baş başa yemek yemedik." "Yemeğe mi gideceğiz?" dedim. "Evet. Merak etme, elbisen evde hazır. Hatta ayakkabın, çantan ve güzel saçlarına takacağın tokan da hazır." "Elbise mi?" dedim heyecanla. "Nasıl bir elbise?" "Eve gidince görürsün sevgilim." "Ya Deniz. En azından rengini söylesen." "Hmmm, vişne kırmızısı renginde saten bir elbise." dedi. Ardından işaret parmağıyla enseme dokunup düz bir çizgi halinde belime kadar indi. "Böyle bir sırt dekoltesi var. Boyu da hesaplamalarıma göre şurana geliyor." Elini belimden indirdi ve kalçamdan sadece yarım karış aşağıya dokundu. Tek kaşımı kaldırdım. "Vişne kırmızısı? Derin sırt dekolteli, süper mini bir saten elbise?" dedim her kelimeye vurgu yaparak. Ardından sarılmamızı sonlandırıp yüzüne baktım. Bana Evet. dercesine bakıyordu. Ceketinin yakalarını parmaklarımın arasına aldım ve onu kendime doğru çektim. "Hatırladığım kadarıyla beni kıskanan hatta deli gibi kıskanan bir sevgilim vardı." Deniz küçük bir kahkaha attı. "Seni hala deli gibi kıskanıyorum." dedi eğilip boynumu öptükten sonra. "Kalabalık bir yere gitmiyoruz, ikimiz baş başa olacağız." Boynumu yanağına doğru kıstım, dudakları hala boynumdaydı. "Hmm nereye gidiyoruz?" Derin bir nefes aldı. 'Onu gidince görürsün artık.'' ''Peki o zaman, bu kadar detay şimdilik yeter. Biraz çalışsam iyi olacak.'' dedim ve kollarının arasından ayrıldım. Ama onun elleri kollarımın üzerindeydi. ''Sahi.'' dedi eliyle kolumu severken. ''Nasıl geçti görüşmeniz?'' Yüzümün değişmemesine dikkat ederek onu geçiştirdim. ''Sevgilin çok güzel bir iş aldı, benden söylemesi.'' ''Hmm, harika bir iş çıkaracağına eminim.'' dedi alnımı öpüp. Tedirgin olmuştum, Uygar'la yaptığımız bu gizli iş birliğini Deniz öğrenmemeliydi. Ona anlatana kadar iyi gizlemem gerekiyordu. Bu işin sonunda yine büyük bir Benden neden gizledin Ada? tartışması yaşayacağımıza emindim. Neyse ki bu sefer Uygar da bana ortaktı, en hafif hasarla atlatmayı umdum. ''O zaman sevgilim, ben çalışmaya gidiyorum.'' ''Git bakalım.'' Deniz'i öpüp odama gittim ve bilgisayarımı açtım. Uygar haklıydı, Cemre dört yıl boyunca bu kadar iyi saklanıp bugün karşıma tesadüfen çıkmamıştı. Yaptığım ilk iş her ne kadar sonuç vermeyecek olsa da Cemre'nin Instagram profiline girmek olmuştu. Çok fazla takipçisi ve gönderisi yoktu. Anlaşılan o da bendendi, hiçbir paylaşımı yoktu. Hayalet gibi takılıyordu. Hayalet mi? Gerçekten komik olmaya başladın Ada! Düşünmeyi bırakıp takipçilerinin hepsine tek tek bakıp bugün görüştüğüm adama benzeyen biri var mı diye kontrol ettim. Yoktu. Zaten böyle profesyonelce bir iş yapıp, işbirlikçisiyle sosyal medya üzerinden takipleşmesini bekleyemezdim ama yine de bir umuttu işte. Profilinden çıkıp bir açık bulacağımı dileyerek annesinin hesabına da girdim ve tek tek bütün takipçilerine baktım. Yine bir şey yoktu. Hesaptan çıkıp arama kısmına adamın adını yazdım. Yavuz Hancı. Bu ülkede ne kadar da çok Yavuz Hancı vardı böyle. Hangi birine bakacaktım? Oflladım ve orta yaşlı gibi duran bütün profilleri açtım. Hiçbiri o değildi. Ada, bu yaştakiler Facebook kullanıyor! dedim ve yıllar önce açıp asla kullanmadığım hesabıma girdim. Aramalara yine Cemre'den başlamıştım. Cemre'nin hesabında yine Yavuz Hancı diye biri yoktu. Benim bugün tanıştığım adama benzeyen bir profil de yoktu. Hesabı biraz inceledim. Cemre'nin profili Deniz'le doluydu. Paylaştığı bir sürü fotoğraf vardı ve hepsine de Deniz'i etiketlemişti. Deniz sadece bazılarını beğenmişti, yorum yaptığı fotoğrafsa hiç yoktu. Gökhan Türkmen'in Biraz Ayrılık şarkısını paylaşıp üzerine bir açıklama bırakmıştı. "Bu şarkıyı bizim kadar seven olur mu? @DenizAladag" Demek şarkıları buydu. Kaşlarımı çatıp video istatistiklerine baktım. Deniz yine bir yorum yapmamıştı. Sadece beğenmişti. Anlayamıyordum. Cemre Deniz'i bu kadar sevdiyse ona neden böyle büyük bir acı yaşatmıştı? Bunu hangi vicdanla yapmıştı? Nasıl bir akılla, nasıl bir kalple yapmıştı? Aklımda onlarca soru vardı. Mesela annesi yaşadığını biliyor muydu? Biliyorsa neden mahkeme günü Deniz'e ve bana saldırmıştı? Kafayı yemek üzereydim. Tekrardan ofladım ve annesi Hale'ye baktım. Aktifti, bir sürü iş adamıyla çekildiği fotoğrafları paylaşmıştı. O kadar çoktu ki içlerinde Yavuz Hancı olsa bile bulmam çok zordu. 2019'dan 2015'e kadar gitmiş, Yavuz'a benzeyen birini yine bulamamıştım. Ama pes etmek istemiyordum, profilde kalmaya devam ettim ve tüm yıllara sırayla baktım. 2014-2013-2012-2011. Tam pes etmişken hatta neredeyse Facebook'un icat edildiği yıla inmişken birkaç tane daha fotoğrafa baktım. 2008 yılında atılmış bir fotoğraf. Hale Hanım, adliyede yanında gördüğümüz adam, Cemre ve Yavuz Hancı. İşte oradaydı. Emin olmak istercesine fotoğrafı zoomladım. 11 sene önceydi ama oydu. Yavuz Hancı. Ellerim titrerken etiketlenen kişilere baktım. Hale Parlar, Cemre Seçkin, Serhan Güler, Özkan Güler. Özkan Güler mi? Yavuz Hancı Özkan Güler miydi yani? Kafam fena karışmıştı. Tamam, annesinin soyadı Parlar'dı yani Hale'nin kendi soyadı. Cemre'nin soyadı Seçkin'di, biyolojik babasını soyadı. Hale'nin yeni eşi Serhan Güler'di. Bu durumda Özkan Güler de Serhan'ın kardeşi oluyordu. Yani Cemre'nin üvey amcası. ''Oofff, benim aile soyağacımdan bile daha karışık.'' dedim arkama yaslanıp. Uygar arıyordu. ''Uygar çok bomba bir haberim var.'' ''Ney? Söyle çabuk.'' "Bugün görüşmeye gittiğim adamın Facebook hesabını buldum. Cemre'nin annesiyle fotoğrafı var." "Yuh." "Daha bitmedi." "Ne var başka?" "Adamın adı Yavuz Hancı falan değil. Özkan Güler." "Özkan Güler mi? Ada, fena kafa yakıyorsun." "Ve bu Özkan Güler Hale'nin kocasının kardeşi." "Serhan Güler." dedi Uygar kendi kendine. "Serhan Güler'in kardeşi yani. Yok artık. Bu ne amına koyayım? Neler oluyor Ada böyle?" "Bilmiyorum Uygar. Nasıl çıkacağız bu işin içinden?" "İnan hiçbir fikrim yok Ada. Ne zaman paylaşmışlar fotoğrafı?" "2008 yılında." "2008 mi? Mark Zuckerberg bile o yıl fotoğraf paylaşmamıştır." Neredeyse gülecektim. "Sende var mı bir haber?" "Yok. Şimdi geldim mekana. Kayıtları isteyeceğim. Umarım bir aksilik çıkmaz." "Hmm. Eğer adam izin vermezse İlker savcıya gideceğiz o zaman. Ne varsa anlatacağız. Savcı izniyle mecbur verir kamera kayıtlarını." "Evet. Yavuz Hancı'yı da kaybetmememiz gerekiyor. Yani pardon Özkan Güler'i." "Şüphelendirici bir davranışta bulunmamamız gerekiyor... Aa bir şey demişti o bana. Deniz Bey'i bekliyorduk biz aslında dedi. Benim yerime Deniz gitseydi belki de Cemre Deniz'in karşısına çıkacaktı." "Bilmiyorum. Olabilir. Her şey o kadar saçma ki inanamıyorum Ada." İnanamaması normaldi. Cemre'yi morgda görmüştü. Onu Deniz'le birlikte morgda teşhis etmişti. Deniz'in o an ne hissettiğini hayal etmeye çalıştım. Sevdiği kadının öldüğünü teyit etmek zorunda kalmıştı. Ölüsünü görmüştü. Onun için kapkaranlık bir dönem başlamıştı. Dört yıldır aydınlığa çıkamadığı bir zindandaydı. Karanlığı bu yüzden sevmiyordu. Ama artık sevmeye başlamıştı çünkü ben onun karanlığını aydınlatan bir yıldızdım. Uygar'a öyle demişti. "Neyse Adacım. Kapatıyorum şimdi. Kahvaltı yaptığın mekanın sahibiyle konuşacağım." "Tamam, beni habersiz bırakma ve dikkat edin." "Tamam, görüşürüz." "Görüşürüz." dedim ve kapatıp saate baktım. Altıya geliyordu. Eşyalarımı alıp bilgisayarımı kapattım ve odamdan çıkıp Deniz'in odasına gittim. O da bilgisayarını kapatıyordu. "Ben de tam sana geliyordum." dedi ceketini giyerken. "Çıkalım artık, çok acıktım." "Ben de o kadar acıktım ki." dedim Deniz tam önümde durduğunda. Ardından parmak ucuma yükselip dudaklarına kısa bir öpücük bıraktım. "Seni bile yerim." "Hmm fena bir fikre benzemiyor." dedi kolunu omzuma atıp beni kapıya yürüterek. "Bu gece müsaidim bunun için." "Ya Deniz çok fenasın." Eğilip kaşımın kenarını öptü. "Başımı döndürüyorsun." Güldüm. Ve ardından elimle dönme dolap işareti yaptım. "Nasıl?" dedim daha gülerek. "Böyle mi?" Deniz elimi tuttu ve havada bir dönme dolap işareti daha çizdik. "Eveeeeet böylee." dedi harfleri uzatıp. Kıkırdayarak odadan çıktık ve otoparka gittik. Deniz yeni hatırlamışçasına bana döndü ve Uygar'ı sordu. "Uygar nereye kayboldu, haberin var mı?" "Yoo, neden haberim olsun ki?" "Yani bilmem, belki söylemiştir diye." "Uygar nereye gittiğini bana söyleyecek ama sana söylemeyecek. Sen buna inanıyor musun?" dedim sahte bir gülüşle. Umarım yalanımı yakalamazdı. "Bilmem, içimden bir ses bir şeyler karıştırıyor diyor." "Yok, ne karıştıracak ki?" Konuyu dağıtmak için radyoyu açtığımda Deniz çoktan otoparktan çıkmıştı. "Gideceğimiz yer çok uzak mı? Ve nasıl bir yer?" "Çok uzak değil. Bir restorana gidiyoruz. İstanbul'un en güzel manzaralarından birine sahip." "İstanbul'un güzel bir manzarası varsa o da senin olduğun yerdir." dedim lafını bölerek. Sanırım hislerimi dizginleyemiyordum. Ve bu gerçekten hoşuma gitmişti. Deniz uzanıp yanağımdan makas aldı. "Sen yanımdaysan ben güzelim. Sen yanımda yoksan bir harabeden farksızım Ada. Beni güzel yapan şey sensin. Senin ışığın." Yanağımın üzerindeki elinin üzerine elimi koydum ve birkaç saniye yüzünü inceledim. Gülümsüyordu. Onu gülerken görmek çok güzeldi. Onu yanımda gülerken görmek ise başıma gelen en güzel şeydi. Birkaç kilometre sonra radyoda bir şarkı çıkmıştı. Bugün Cemre'nin profilinde gördüğüm şarkı. Deniz ve Cemre'nin şarkısı. Buz kesmiştim. Tesadüfler de bir yere kadar olmalıydı. Hayat resmen benimle dalga geçiyordu. Belli etmeden Deniz'e baktım. Yüzünde herhangi bir mimik yoktu. Hüzün ya da acı aradım. Hiçbir ifade yoktu. Belli ki hatırlamıyordu ama ben yine de bu şarkıyı dinlemek istemiyordum. Telaşla kanal değiştirme düğmesine bastım. Deniz anlamayan bakışlarla baktı. "Hiç bu modda değilim de." dedim kısa bir açıklamayla. Radyoda neşeli pop bir şarkı çalıyordu. Yani Ada modun bu mu? Deniz gülümsedi ve yola devam etti. Yolculuk boyunca çok bir şey konuşmamıştık. "Evet, bakalım. İşte geldik." dedi Deniz. Kapımı açıp arabadan indim ve Deniz'in yanıma gelmesini bekledim. Koşar adımlarla eve girdik ve odamıza çıktık. Yatağın üzerindeki elbiseye baktım. Elbise vişnenin en seksi tonuydu. Beklemeden elime alıp üstüme tutarak boy aynasına baktım. Satenin en yumuşak haliydi ve görünüşe bakılırsa üzerime tam oturacaktı. "Nasıl, beğendin mi?" "Deniz bunu gerçekten giyecek miyim? Yani bu biraz dar değil mi? Giyerken biraz zorlanırım sanki?" "Ben sana yardım ederim." "Ya olmazsa." "Ben seve seve soyunmana yardım ederim." dedi muzip bir gülüşle. Gülümsedim ve aynadaki görüntüme baktım. Boyu Deniz'in gösterdiği yerden daha kısaydı. "Ben çıkayım, sen rahat rahat hazırlan." Başını salladım ve elbiseyi yatağa koyup üzerimi çıkartmaya başladım. Deniz çoktan odadan çıkmıştı. Düşündüğüm gibi olmamıştı. Elbise üzerime çok rahat olmuş, cuk diye de oturmuştu. Sanki bana özel dikilmişti. Arkama dönüp baktım. Elbisenin ince zincir askıları sırtımda bir yerde birleşiyordu ve uzun uçları bel çukuruma kadar iniyordu. Bu detayı çok sevdim ve saçlarımla kapatmamak için saçımı topuz yapmaya karar verdim. Hızlıca taradığım saçlarımı ensemde topuz yapıp Deniz'in masaya bıraktığı pırlanta tokayla tutturdum. Ardından elbiseme ve saçıma uygun bir makyaj yapıp bordo rujumu sürdüm. Ve işte hazırdım. Siyah rugan ayakkabımı ve çantamı da alıp odadan çıktım. Deniz çıktığımı hissetmiş olacak ki odaya geliyordu. Uzun bir ıslık çalıp elimden tutarak beni kendi etrafımda döndürdü. "Sevgilime bakın. Bu nasıl bir güzellik?" "Abartıyorsunuz beyefendi." dedim gülümseyerek. Deniz yanağımı öptü. "Az bile söylüyorum." dedi ellerini belime sararken. "Dünyanın değil evrenin en güzel kadını." Gülümseyip boynuna küçük bir öpücük bıraktım. "Çok, çok güzel olmuşsun." "Teşekkür ederim. Hadi sen de giyin." Deniz başını sallayıp odaya girdi. Ben de onu beklemek için salona indim ve Uygar'ı aradım. "Uygar, ne yaptınız? Konuştun mu adamla?" "Konuştum konuştum. İzin verdi kamera kayıtlarını izlememize. İzleyeceğiz birazdan." "Çok iyi." dedim. "Yani böylece kameradan gördüğünde doğru söylediğimi de anlarsın." "Evet. İzledikten sonra haber veririm. Deniz nerede?" "Odada hazırlanıyor." "Ada sakın ha ona belli etme. Beraber açıklamamız daha iyi olacak." "Elimden geleni yapıyorum Uygar. Ama baştan söyleyeyim, bu işin sonunda fena bozuşacağız Deniz'le. Hazırlıklı ol." "Daha şimdiden Benden böyle bir şeyi nasıl saklarsın Uygar? diye kulağımın dibinde bağırışını hayal edebiliyorum." "Benim durumum da aynı olacak merak etme." "Sana bir şey diyemez bu konuda. Zaten demez. Seninle ilgili bir konu bile değil. Demeye kalksa bile ben müsaade etmem, merak etme sen." "Uygar ben çok korkuyorum." "Cemre'den mi?" "Evet. Yani annesi, annesinin eşi, bugün görüşmeye gittiğim adamın Hale'yle fotoğrafının olması. Bir sürü şey var. Neden yaptılar böyle bir şeyi?" "Sen hiç kafanı yorma. Önce Deniz bir öğrensin de ondan sonra hep beraber araştıracağız. Sana korkmayı yasaklıyorum. Yeğenim için stresten uzak durman lazım." "Uygar sana inanamıyorum. Benim canımın hiç mi kıymeti yok?" dedim sahte bir sinirle. Bebeğimi sahiplenmesi ve onu düşünmesi çok hoşuma gitmişti. "Şaka yaptım, hamilelik alınganlığın tutmuş senin. Üstüne gelmeyeyim en iyisi." "İyi edersin." "Neyse Adacım. Ben kapatıyorum. Haber veririm sana." "Tamam görüşürüz." Telefonu kapatıp siyah kabanımı aldım, Deniz merdivenlerden iniyordu. Siyah bir takım elbise giymişti. Üzerine tam oturmuştu ve inanılmaz yakışıklı görünüyordu. Ve ben bu gece birbirimize karşı koyabileceğimizi hiç zannetmiyordum. "Çok yakışıklıyım itiraf et." dedi gülerken. "Gözümü senden alamayacağım bütün gece. İyi ki benim sevgilimsin." Deniz son adımlarında hızlandı ve kabanımı tutup giymeme yardım etti. "Asıl ben senden gözümü alamayacağım. Eve geri dönmek için sabırsızlanıyorum." "Deniz." dedim hafif uyarıcı bir sesle. Ama açıkçası ben de eve dönmek için sabırsızlanıyordum. Çünkü onu çok özlemiştim. "Efendim sevgilim?" "Aklından ne geçiyor çok merak ediyorum." "Bence hiç merak etme çünkü aklımdan geçenleri hayal bile edemezsin." "Benim hayal gücümü hafife alıyorsun. Sınırım yok, bunu bilmiyor musun?" "Hmm, bir gün görürüm belki. Hatta bu gece. Neden olmasın?" "Yürü Deniz." dedim koluna girip onu kapıya yürüterek. "Ülkü abla duyacak." "Ülkü abla kız kardeşine gitti, yalnız kalmak istediğimizi söyledim." "Sen baya baya sıkı hazırlanmışsın. Düşünülmüş bir organizasyon yani." "Harfi harfine hem de." Beraber gülerek evden çıktık, Deniz arabamın kapısını açtı ve koltuğa oturup kemerimi taktım. Yolculuk boyunca aklımı Cemre'den uzak tutmaya çalışmıştım. Ne kadar başarılı olmuştum bilmiyordum ama Deniz bir şey sakladığımdan hiç şüphelenmemişti. Sanırım bir şeyler gizleyebilmeyi öğreniyordum. Ama bu iyi bir şey miydi yoksa kötü bir şey miydi tartışılırdı tabii. Boğaz manzaralı bir restorana geldiğimizde Deniz kapımı açtı ve koluna girdim. Şehir resmen ayaklarımızın altındaydı ve gerçekten İstanbul'un en güzel manzarasına sahip bir yer olabilirdi. "Hoş geldiniz Deniz Bey." dedi bir vale bizi karşıladığında. Deniz anahtarını verdi. "Buyurun." "Hoş bulduk, teşekkürler." "Masanız hazır efendim." "Peki, o zaman müsaadenizle." Valeye gülümsediğim sırada içeriye ilerliyorduk. "Deniz burası çok güzel." "Evet, en az senin kadar." "İltifat etmeden duramaz mısın? Ne söyleyeceğimi bilemiyorum artık." dedim gülerek. Gerçekten bir karşılık verememek beni çok korkutuyordu. Sevgimi gösterememe korkusu beni tedirgin ediyordu. "Yok, duramıyorum. Bu kadar güzel olmasaydın sen de." "Deniz." dedim yanına iyice sokularak. Onun çevresinde olmak dünyada en sevdiğim şeylerden biriydi. Benim en büyük konfor alanım onun yanıydı. Bir insan bir insanın nefesini duyuyor diye nasıl bu kadar huzurlu olabilirdi ki? Sanki nefesi benim oksijenimdi. Cam kenarındaki masamıza geçmiştik. Işıklar kaplıydı. Etrafa yayılan ışığın kaynağı bizim masamızdaki mumlardı. Bir de gözlerimizin ışıltısı. Her şey mükemmel görünüyordu. Tabii beyaz şarap hariç. Şimdi bunu Deniz'e çaktırmadan nasıl yok edecektim? Midem bulanıyor desem anlayabilirdi. İçmeyeceğim desem başka bir alkol önerebilirdi. Bardağı kırsam bir tane daha isterdi. Offf ne yapacaktım? "Ne düşünüyorsun Ada?" dedi Deniz merakla. "Bir sorun mu var?" "Ha yok, şey. Bir şey yok. Hadi yiyelim." Deniz başını sallayıp çatalını ve bıçağını eline aldı. ''Ben aslında bir şey konuşmak istiyordum.'' ''Dinliyorum.'' dedim sesimi ciddileştirerek. Sanırım önemli bir şeyler söyleyecekti. ''Annem ve babamla konuştum.'' dedi havadan sudan bahseder gibi. Neredeyse yemeğim boğazımda kalacaktı. Sesimi düzelttim ve Deniz'e devam etmesini istediğim bakışlarla baktım. ''Evet?'' ''Yani tahmin edersin ki çok iyi bir konuşma olmadı.'' Beynim uğulduyordu, bu konuşmanın nereye gideceğini çok merak etmiştim. ''Yani evet tahmin edebiliyorum.'' ''Benden bir seçim yapmamı istediler.'' ''Bir saniye bir saniye. Yani.'' dedim kekeleyerek. Doğru mu anlamıştım? Bir veda yemeğinde miydik? ''Yani sen aileni seçtin? Pekala, işte bunu hiç beklemiyordum.'' Gözümden istemsiz bir yaş akmıştı. Buraya kadar mıydı? Ada ve Deniz'in hikayesi böyle mi bitecekti? Kalbimde bir bıçak sızısı hissettim. Deniz'i kaybetmek istemiyordum. ''Evet, anlıyorum. Anlıyorum bu yüzden üç gündür böyle. Yani senle ben.'' Peçetemi aldım ve ağzımı sildim. Deniz ne zaman ayağa kalkmıştı ve yanıma ne zaman gelmişti hiç fark etmemiştim. Koluma dokunmuştu. ''Benden vazgeçtiğini söylemek için yemeğe gelmek zorunda değildik.'' ''Ada. Ada hayır. Ne yapıyorsun? Sssh.'' dedi beni ayağa kaldırarak. Önce benim kollarımı kendi beline, ardından kendi kollarını benim belime sardı. ''Ada, hayır. Zannettiğin şey yanlış." Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinde garip bir ifade vardı. "Şu an tek mal varlığım evimiz ve iki tane arabam. Bir de yat teknem. Bazı şeylerin sahibi değilim artık. Bir süre şirket yöneticiliği de yapmayacağım." Kaşlarımı çattım. ''Nasıl? Nasıl yani?'' ''Yanisi eğer senden ayrılmazsam miraslarından menedeceklerini söylediler. Bu kadar ucuz bir tehditle gelmelerini beklemezdim.'' ''Ve sen her şeyden vaz mı geçtin?'' ''Hayır, her şeyden vazgeçmedim. Çünkü benim her şeyim sensin ve ben senden vazgeçmem.'' Yüzünü ellerimin arasına aldım. ''Deniz, Deniz sana inanamıyorum.'' ''Bunda inanamayacak ne var benim dünyalar güzeli sevgilim? Dünyayı ayaklarımın altından çekseler de yapmayacağım tek bir şey var. O da senden vazgeçmek." "Ben sandım ki." "Ne? Ne sanıyordun? Ailemi dinleyip seni bırakacağımı falan mı? Seni bırakmam için ölmüş olmam gerekiyor." ''Deniz onlar senin ailen. Yani Eren, Melis. Onlar ne olacak?'' ''Onlar hayatımda olmaya devam edecek. Ben onların abisiyim Ada. Bu değişmeyecek. Sevgili annem ve babam beni cezalandırmaya çalışıyor sadece.'' Durdu ve bir süre düşündü. ''Bu gidişle seni dayından annem ve babam değil, Salih abi isteyecek." dedi gülümseyerek. "İstemek mi?" dedim şaşkınlıkla. "Neden dünyanın şekli üçgen demişim gibi bakıyorsun güzelim?" dedi daha da gülerek. "Evleneceğimizi unuttun herhalde." "Yok, unutmadım. Unutmadım da böyle bir merasimi yapacağımız hiç aklıma gelmezdi." "Bana kalsa hemen gider nikah kıyarım da dayına ayıp olur." dedi sırıtarak. "Rızasını alalım." ''Alırız alırız ama senin ailenle durumun ne olacak? Yani bu ne kadar sürecek Deniz? Bir sonu yok ki.'' ''Onlar pes edene kadar.'' ''Ya pes eden onlar değil de-'' dedim ama Deniz beni öperek susturdu. Küçük bir buse sanmıştım ama durmamıştı. Beni uzun süre öpeceğini anladığımda ellerimi sırtına yerleştirdim, onun elleri de belimdeydi. Nefes aldığımı hissettim. Günlerdir hasret kaldığım elleri sonunda belimdeydi, tadını özlediğim dudakları dudağımda ve boynumda geziyordu. ''Pes etmeyeceğim.'' dedi geri çekilirken. Ardından baş parmağıyla dudağıma dokundu. ''Bu gece rujunun sadece dudaklarıma değil de tenime karışma ihtimali yüzde kaç?'' dedi kıstığı gözleriyle. Sesi çatallıydı. İşaret parmağımla çenesine hafifçe vurdum. ''Yüzde yüzden başka bir cevabı kabul etmeyeceksin değil mi?'' Kaşlarını kaldırıp dudaklarını birbirine bastırarak başını iki yana salladı. ''Etmeyeceğim.'' Gülümsedim. ''Neyse hadi daha fazla bekletmeden yemeğimizi yiyelim.'' dedi sandalyemi çekip beni oturtarak. Ardından kendi sandalyesine oturdu ve bir süre beni izledi. Telefonuma gelen mesaja baktım. Uygar art arda bir şeyler yazmıştı. -Ada kamera kaydını izledim. -Haklıymışsın bu Cemre. -Böyle bir şey nasıl olabilir? -O ölmüştü. -Ha siktir, gerçekten ha siktir. Titreyen ellerimi zar zor sakladım ve mesajları okuyup bir süre cevap vermeden telefonumu elimde tuttum. Zaten bildiğim bir şeyin şimdi gerçekten doğru olduğunu öğrenmiştim. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Deniz'e baktım. Her şeyden habersiz yemek yemekle meşguldü. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. O gülümsemenin silinmesini istemiyordum. Dudaklarımı dişlerimin arasına aldım. Çenem titriyordu. Bu ana kadar iyi idare etmiştim ama eğer kendimi toparlamazsam Deniz bir şeyler karıştırdığımı anlayacaktı. +Cemre Deniz'i bulmadan ona bizim söylememiz gerekiyor Uygar. Bizden öğrenmeli. -Tamam, bu gece söyleyelim. Eve kaçta döneceksiniz? +Bu gece olmaz. -Neden? Bu gece olmazdı çünkü Deniz'le başka planlarımız vardı. Ve bu gece Uygar gelecek dersem Deniz kendisinden kaçtığımı düşünebilirdi. İç çektim ve Uygar'a cevap vermeyerek telefonumu masaya bıraktım. Bütün iştahım kaçmıştı. Deniz kadehini bana uzattığında kadehimi uzattım. ''Bize.'' dedi neşeyle. ''Bize.'' dedim, kadehimi dudağıma götürdüm ve içiyormuş gibi yaptım. Deniz tesadüf eseri arkasına baktı. Sanırım bana bir şey gösterecekti. Bunu fırsat bilip kadehteki şarabı camın önündeki saksıya dökerek içimden çiçekten af diledim. Umarım solmazdı. ''Şu manzaraya bak, tam senin çizeceğin bir tabloyu izliyorum sanki.'' dedi ve bana baktı. ''Ne çabuk içtin Ada? Yavaş mı olsan?'' Sanki dudağımdaki şarap kalıntılarını temizliyormuş gibi dilimi dudaklarımda gezdirdim. ''Tadı hoşuma gidince öyle bir anda içtim. Ama yetti.'' dedim ikinciyi teklif etmemesi için. ''Sen nasıl istersen.'' dedi, kısa süreli sessizliğimizin son cümlesiydi. Yemeklerimizi bitirdikten sonra bir şarkı çalmaya başlamıştı. Karaoke yaptığımız gün benim söylediğim şarkı. Geçmiş değil bugün gibi Deniz ayağa kalktı ve elini uzatıp beni dansa kaldırdı. ''Sizinle dans edebilir miyim hanımefendi?'' Elimi uzatıp elini tuttum. ''Memnuniyetle.'' dedim ayağa kalkarken. Masadan uzaklaştığımızda bir sahne ışığı üzerimize yansıdı. Her yer karanlıktı, aydınlık olan sadece bizdik. ''Seni ne kadar tanırsam tanıyayım hep eksikmiş gibi geliyor.'' dedim gözlerine bakarken. Deniz kollarını bana sarıp bedenimi bedenine bastırdı. Dans etmiyorduk, sağa sola sallanıyorduk. ''Sanki keşfetmem gereken bir sürü yönün varmış gibi.'' ''Neyi merak ediyorsun mesela?'' ''Hmm mesela küçükken ne olmak istiyordun?'' ''Küçükken kaptan olmak istiyordum. Böyle uçsuz bucaksız denizlere, okyanuslara açılmak istiyordum. Bulunduğum yerden bir süreliğine uzaklaşma fikri beni çok heyecanlandırıyordu.'' ''Hmm mesleğin kaptanlık değil ama kullanmayı biliyorsun... Bir gün kaçsak ya böyle üç beş günlüğüne. Olmaz mı? Olur bence. Olsun ya. Çok istiyorum. Tekne tatili harika olur.'' Deniz boynumu öptü. ''Olur, sen ne zaman istersen.'' ''Bu yaza ne dersin? Sen, ben.'' Ardından içimden devam ettim, Bebeğimiz. Hesaplarıma göre temmuz ayında doğacaktı. Hayal ettiğim tatili yaz aylarının sonunda yaparsak bebeğimiz de bizimle olacaktı. ''Şöyle Ege'ye açılırız, koyları gezeriz. Sen bana korkmadan suya girebilmeyi öğretirsin.'' dedim Deniz'i sekiz yüz yedi gün göremeyeceğimi bilmeden. ''Uçsuz bucaksız bir denizde beni öpmek gibi bir hayalin vardı. Unutmadın umarım.'' dedi muzip bir gülüşle. Deniz'i küçücük öptüm. ''Unutmadım merak etme." dedim ve bir süre sustuktan sonra devam ettim. "Senin de böyle hayalini kurduğun basit mutlulukların var mı? Tamam kızımızın saçlarını taramak istiyorsun biliyorum ama başka var mı?" "Kıştan nefret ediyorum ama kış mevsiminde çok sevdiğim bir dönem var." dedi. Ne söyleyeceğini tahmin ettiğim için onunla aynı anda aynı cümleyi söyledim. "Yeni yıl zamanı." "Yeni yıl zamanııııı." dedim heyecanla. "Eveeet." dedi heyecanla. Ardından devam etti. "Şimdi düşün. Sen, ben ve güzel kızımız. Beraber Noel ağacı süslüyoruz. Dışarıda kar yağıyor, kızımız da salonun bir kenarındaki "Çok güzelmiş." dedim. "Ama kızımızı beklemeyelim, bu yıl da süsleyelim olmaz mı?" Deniz gülümseyerek burnumu öptü. "Olmaz olur mu sevgilim? Nasıl istersen öyle yaparız. Hangi renk istiyorsun?" "Beyaz olsun." dedim. "Hayatımıza açtığımız sayfa gibi. Temiz, bembeyaz." "Seninle açtığım bu beyaz sayfayı çok seviyorum. Benim elimi bırakmadığın için ve her koşulda yanımda olduğun için o kadar şanslıyım ki bir kez daha doğsam yine seni seçerdim. Hayatımın senden öncesini hatırlamak bile istemiyorum." ''Boş ver şimdi geçmişi." dedim saatime bakıp. "Hiç güzel şeyler yaşanmadı biliyorum ama hepsi geride kaldı. Ve artık gidelim mi?'' "Olur gidelim." dedi, dansımız bitmişti. Masaya döndüm ve kabanımı giyip Uygar'dan haber var mı diye telefonuma baktım. Bir mesaj ya da arama yoktu. Telefonumu cebime atıp Deniz'in koluna girdim. Midem düğüm düğümdü, aklımı kaybetmek üzereydim ama bu geceyi Deniz'e bir şey belli etmeden kapattığım için mutluydum. Yemeğimiz benim yüzümden zehir olmamıştı. "Bu gece için teşekkür ederim." "Rica ederim ama seni böyle baş başa bir yemeğe çıkarmak için çok geç kaldım. Bunun için özür dilerim." "Önümüzde yıllar var, telafi edersin." dedim gülerek. "Hiç şüphen olmasın." *** Eve geldikten sonra arabadan indik. Deniz beni kucağında taşımayı tercih ettiği için kapıyı açmakta biraz zorlanmıştı. "Sen biraz kilo mu aldın?" dedi anahtarı kilide sokmaya çalışırken. Yüzümü astım. "Kilo alırsam beni sevmeyecek misin yani?" "Seni her durumda ve koşulda seveceğim güzelim ama sadece biraz." "Sadece biraz ne? Şişman mıyım yani Deniz? İndir o zaman beni yere. Hadi." dedim bacaklarımı sallayarak. "Madem taşıyamıyorsun." "Ada." dedi kahkaha atarak. "Ben öyle mi dedim? Ülkü ablanın yemekleri sayesinde iyi besleniyorsun." "Aynen, kesin böyle demek istiyorsundur." Aslında alınmamıştım ama şu an trip attığımı zannettiği için o kadar eğleniyordum ki hiç bozmak istemiyordum. Ayrıca yemekler yüzünden kilo aldığımı zannetmesi beni neredeyse güldürecekti. Aldığım bir iki kilonun Ülkü ablanın yemekleri yüzünden değil de bebeğimiz yüzünden olduğunu öğrenince ne yapacaktı acaba? "Evet, işte oldu." dedi kapıyı açtığında. İçeri girdikten sonra da topuğuyla kapıyı ittirdi ve kapı kapandı. Odamıza gidiyorduk. Bir ayağımla bir ayakkabımı, bir ayağımla da diğer ayakkabımı çıkarttım. Yere düşmüşlerdi. "Küçülüp beş santim kalsan bile, onlarca kilo alsan bile, bana küçücük sebeplerden trip atsan bile seni çok seveceğim. Bunu öğrenmiş olman gerekiyordu." dedi sahte bir hayal kırıklığıyla. Merdivenlerden çıkıyorduk. "Seninle uğraşmayı seviyorum." dedim yüzümü boynuna gömüp. "Biliyor musun? Burası dünyada en sevdiğim yer." Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinin içi parlıyordu. "Evet, biliyorum." dedi kendinden emin bir sesle. "Ama sana daha önce hiç söylemedim ki. Nereden biliyorsun?" "Sevildiğini anladığın yerlerde çiçek açıyorsun. Yanımdayken yüzün gülüyor. Kucağımda yani böyle kollarımın arasında olduğun zamanlardaysa sadece yüzün değil gözlerinin içi bile gülüyor. Sadece çok sevdiğin bir şey başına geldiği zaman gözlerinin içi güldüğü için oradan anladım ben de." "Yani beni gözlerim mi ele verdi?" "Evet, istesen de benden bir şey saklayamazsın." Dudaklarımı ısırdım. Keşke düşündüğün gibi olsa Deniz. Şu an senden sakladığım şeyi bilsen muhtemelen bana çok kızardın. "Sonunda geldik." dedi ayağının ucuyla kapıyı ittirip. "Odamı hiç bu kadar özlememiştim." "Sadece odanı özledin yani?" diye yakındım. Deniz'le zıtlaşmak çok güzeldi. Neden daha önce yapmamıştım ki? Deniz beni yavaşça yatağa bırakıp yanıma uzandı. Bir koluyla yataktan destek alıyordu. Boşta kalan eliyle de yüzümü seviyordu. "Benden uzaklaşmanı istemiyorum." dedim elimin tersiyle yanağını okşarken. "Bir şey olduğunda sırf beni üzmemek için kendi içine dönmenden nefret ediyorum. Ayrı geçirdiğimiz bu üç gün, üç sene gibiydi ve ben seni inanılmaz çok özledim." "Ne kadar özledin?" dedi merakla. Yüzümdeki elini indirmiş, elinin tersiyle omzumu ve köprücük kemiğimi seviyordu. "Sen yanımdan beş dakika bile ayrılsan burnumda tütüyorsun. Bırak beş dakikayı üç gün ayrı kaldım, üç." dedim parmaklarımla üç yaparken. Deniz elimi kendine çekti ve parmaklarımı öptü. "Aynı evde sana sarılamamak, seni öpememek, seninle uyumamak işkence gibiydi resmen." "Acısını çıkaralım o zaman. Olmaz mı?" dedi, gözlerindeki bitmek bilmez arzuyu görünce elimi ensesine götürdüm ve kendime doğru yaklaştırdım. "Olur, çıkaralım." dedim, dudaklarım dudaklarına çarpmıştı. "Çok güzel kokuyorsun." "Ada." dedi, sesi sabırsızdı. "Deniz." dedim, sesim ondan daha sabırsızdı. Şu an düşünmem gereken çok daha önemli konular vardı. Mesela Cemre neden kendini ölmüş gibi göstermişti? Bunu kim ve neden planlamıştı? Dört yıl sonra neden ortaya çıkmıştı? Hala Deniz'i seviyor muydu? Kimliği açığa çıkınca ne olacaktı? Deniz ne hissedecekti? Cemre'ye olan hislerini hatırlayıp benden uzaklaşır mıydı? Onların aşkının arasına giren bir reklam olmaktan çok korkuyordum. Sanki asıl hikaye onlarındı. Bense figürandım. Kalbim, ruhum, aklım bir günde o kadar çok şeyi hazmetmeye çalışmıştı ki altından nasıl kalkacağımızı düşündüm. Bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum. Belki de hayatlarımız temelinden değişecekti ve biz bambaşka yollara sürüklenecektik. Düşüncelerimi bir kenara attım. Çünkü şu an düşünmek ve hissetmek istediğim tek şey Deniz'in dokunuşlarıydı. Onun eli tenimde gezerken elimi yüzüne koydum ve gözlerinin içine baktım. Neden bu kadar güzel bakıyordu ki? Yüzüne yaklaşıp onu öpmeye başladım. Bu duyguyu çok seviyordum. Beni her şeyin güzel olacağına inandırıyordu. Bulutların bile rengi değişiyordu. O kapkara bulutlar Deniz beni öpünce birden pespembe oluyordu. Midemin tam üstünde, kalbime çok yakın bir yerde atlı karıncalar dönüyordu. Bütün insanlar yok oluyordu ve sadece biz kalıyorduk. Sanki kimse yoktu, sadece Deniz ve ben vardık. Onun ellerini, gözlerini, dokunuşlarını bin cihana değişmezdim çünkü onu çok seviyordum. Minik bebeğim özür dilerim ama dünyada en sevdiğim insan hala baban. diye içimden geçirdim. Deniz beni yavaşça kaldırıp elbisenin zincir askısını çözdü, ardından tokamı çıkartıp arkasına dönmeden çekmecenin üzerine koydu. Saçlarım saniyeler içinde belime döküldü. Askısını açtığı elbiseyi belimden yukarı çekip çıkarttığında yarı çıplak kalmıştım. Hamilelik hormonu diye bir şey kesinlikle vardı. Yoksa Deniz'i bu kadar istiyor olmamın başka hiçbir açıklaması yoktu. Ellerim gömleğinin düğmelerine gitti. O kadar acele ediyordum ki parmaklarım birbirine karışmıştı. Neden açılmıyordu bu lanet düğmeler? Deniz telaşımı anlayıp ellerini ellerime getirdi ve benim yapamadığım işe kendisi devam etti. Bir yandan düğmelerini çözüyor, bir yandan beni öpüyor, bir yandan da düğmeleri açamadığım için gülüyordu. Güldüğünü anladığımda ben de gülmüştüm. Deniz bütün düğmelerini açtığında gömleğini çıkarttım ve bir kenara fırlattım. Dudaklarım boynuna, onun elleri de belime gitmişti. Onu uzun süre öpmüştüm, bunun yeterli olduğunu düşündüm ve kemerini çıkartıp onu da tıpkı gömleği gibi rastgele bir yere attım. Deniz hafifçe doğruldu ve pantolonunu çıkarttı. Onu yavaşça ittirip sırtüstü yatırarak bacaklarımı iki yana açtım ve karnının üstüne oturdum. Üzerine eğildiğimde ona ağırlığımı vermemek için dirseklerimle yataktan destek alıyordum. Boynundan köprücük kemiğine giden yolu öperken Deniz'in dudaklarından kısa ama derin bir inilti döküldü. Yüzümü çekip beni öpeceğini sanmıştım ama kontrolü bana bıraktığını fark etmem uzun sürmemişti. Ellerini yatağa bastırıp parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim. Vücudu biraz olsun gerilmişti. Gözlerine bakmak istemiştim ama gözlerini kapatmış, başını geriye atmıştı. Bana teslim olduğunu fark ettim. Onu her öptüğümde bedeni biraz daha kasılıyordu. Sabrının sınırlarıyla oynamak için hızımı kestim, teninde gezen dudaklarım çok yavaştı. Ara sıra adımı sayıklayan dudaklarına yöneldim ve üst dudağını kendiminkilerin arasına aldım. Sabırsızlandığını hissetmek beni eğlendiriyordu. Bir süre öpmeden durdum, dudağından ayrılan dudağım önce çenesini, sonra adem elmasını, sonra göğüs kafesindeki çizgiyi, en sonda da kasıklarını bulmuştu. Deniz derin bir nefes alıp ellerini ellerimden kurtardı ve saniyeler içinde yer değiştirdik. Sanırım buraya kadar dayanabilmişti, gülümsedim. Çok kısa bir an gözlerime baktı. Sonrasında daha az önce adımı sayıklayan nefesini boynumda hissettim ve ona istediği alanı açarak bacaklarımı beline sardım. Boynumdaki kısa ve yumuşak öpücükleri kalbimi durduracak kadar güzeldi. Tırnaklarımı sırtına geçirdim. Canı yanmış olacak ki kısa bir an inledi. Öpücükleri göğsüme indi, ellerimi başına götürdüm ve parmaklarım saçlarının arasında gezmeye başladı. "Deniz." dedim kısık bir sesle. Aldığım nefesler derinleşmişti. Gözlerimi kapattım, Deniz oluşturduğu rotada gezerken ellerim teninde geziyordu. Göğüs kafemde, göğüslerimde, karnımda ve kasıklarımda gezen öpücükleri yüzünden neredeyse heyecandan bayılacaktım. Sanki ilk kez sevişiyorduk. Nabzım değiştiği için derin nefeslerim yerini kısa ve sığ nefeslere bırakmıştı. Ben nabzımla cebelleşirken Deniz önce benim iç çamaşırımı sonra kendi iç çamaşırını çıkarttı ve yüzüme yaklaştı. Onun nefesinin de düzensiz olduğunu fark ettiğimde kollarımı boynuna sarıp yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdım. "Seni seviyorum." dedi usulca, dakikalardır sabırsızlıkla beklediğim şey nihayet olduğunda sesli ve hiç olmadığı kadar derin bir nefes verdim. Gözlerine baktım, bal gözleri simsiyah olmuştu. Onun da beni özlediğini fark ettim. Deniz gözlerini kapatıp beni öpmeye devam ederken az önceki tırnak izlerine yenilerini ekledim. Boğazından dökülen erkeksi hırıltılar yüzünden onu daha çok istiyordum. İstemsiz bir şekilde dudağını ısırdım. Deniz inlemeyle karışık hafifçe güldü ve çok kısa bir an yüzüme bakıp beni tekrar öpmeye devam etti. Onu ve onun olmayı çok seviyordum. *** 8 Kasım, Cuma "Sevgilim, hadi uyan." diye bir sesle uyandım. Deniz üzerimi eğildi ve yanağıma belki beş, belki altı öpücük bıraktı. Yavaşça gözlerimi araladım, beni izliyordu. "Günaydın." dedim henüz açılmayan sesimle. Ardından yatakta doğruldum. Üzerimde Deniz'in sweatshirtü vardı. Hangi ara giymiştim? "Günaydın güzelim." dedi üzerime şaşkınlıkla baktığımı fark edince. "Gece üşüdün, ben de elime aldığım ilk şeyi üstüne geçirdim." Gülümseyip yanağını öptüm. "Teşekkür ederim." "Rica ederim. Hadi gel kahvaltı yapalım." "Uygar'ı da çağıralım mı?" dedim. "Kahvaltıya yani." "Zaten beni o uyandırdı. Size geliyorum dedi. Çok önemli bir şey anlatacakmış. Artık ne anlatacaksa." Gözlerimi kaçırdım. "Yani bilmem ki." dedim. Aslında gayet iyi biliyordum ve kalbim inanılmaz çarpıyordu. "İşle ilgilidir belki. Biz gitmeyeceğiz ya, gelip sana soracağı bir şeyler olabilir." "Sen neden Uygar'ı çağıralım dedin?" dedi merakla. Sanırım ikimizin bir şeyler karıştırdığını anlamıştı. Ne diyeceğimi düşünürken çalan zile şükrettim. Neyse ki Uygar tam zamanında gelmişti. "Geldi galiba, gidip açalım." dedim telaşla yataktan kalkarken. Deniz anlamış olacak ki kolumu tuttu ve beni olduğum yere sabitledi. "Bilmediğim bir şey mi var Ada?" Artık kaçışım yoktu, anlamıştı. "Biz." dedim öksürerek sesimi düzeltirken. "Uygar'la sana söylememiz gereken bir şey var Deniz. O yüzden geldi Uygar." Kaşlarını çattı. "Ne oldu? Neyle ilgili?" İç çektim ve elini tutup onu odadan çıkarttım. "Önce aşağı inelim." Aşağı indikten sonra kapıyı açtım. Uygar ikimizi de kucaklamıştı. "Günaydın çocuklar." dedi. Yaşadığı şok hala üzerindeydi. Acaba ben de böyle korkunç mu görünüyordum? "Günaydın günaydın." dedi Deniz. "Geç bakalım." Beraber salona yürüdük. Deniz önümüzdeydi. Ne yapacağız şimdi? dercesine Uygar'a baktım. Aynı soru onun gözlerinde de vardı. Ve ben ne yapacağımızı bilmiyordum. "Evet." dedi Deniz salona geçtiğimizde. "Dinliyorum, ne anlatacaksınız?" Deniz'in karşısına geçtiğimizde öğretmeninden azar yiyen çocuklar gibiydik. Bize sabırla bakıyordu. "Önemli bir konu var." dedi Uygar. "Yani herkesin hayatını değiştirecek kadar önemli. Dün bir şey öğrendik Deniz." "Daha dün hayatlarımızı değiştirecek kadar önemli bir şey öğreniyorsunuz ve bana şimdi mi söylüyorsunuz yani?" dedi bir ayağını art arda yere vururken. Belli bir ritim tutturmuştu. Sinirlendiğini hissedebiliyordum. "Doğru olduğunu kanıtlamamız gerekiyordu. Yani emin olana kadar bilmeni istemedik. Ki zaten ben de emin olmalıydım. Çünkü boş yere senin canını sıkmak istemedim." "Neyi bilmemi istemediniz Uygar? Açıklayacak mısınız artık?" dedi Deniz ve kollarını göğsünde birleştirdi. Birazdan öğreneceği şeyin ruhunda yaratacağı hasardan habersiz, bakışları ikimiz arasında gidip geliyordu. "Sevgilim ve en yakın dostum benden ne gibi bir önemli bilgiyi saklıyor?" Bana hayal kırıklığıyla baktığında kalbim ezilmişti sanki. Ona daha kaç kez Senden bir şey saklamayacağım. dedikten sonra hala saklamaya devam edecektim acaba? Özür dilerim dercesine başımı iki yana salladım. O sırada Uygar Deniz'in bilgisayarına doğru ilerliyordu. "Anlatınca inanmayacaksın muhtemelen, o yüzden bunu izlesen daha iyi. Ama şuraya otur önce." dedi gözleriyle koltuğu işaret edip. "Yani izleyeceğimiz şeyi kaldıramayabilirsin." Deniz yavaşça koltuğa çökerken gözleri üzerimdeydi. Bakışlarındaki hayal kırıklığını ve soruları görebiliyordum. Dün gece aklında ne vardı? Benden ne saklıyordun? Benden bir şey saklarken benimle öyle bir geceyi nasıl geçirdin? Hiçbir şey olmamış gibi nasıl davranabildin? Beni nasıl öpebildin? Bir şey sakladığını anlamamam için mi benimle seviştin? diyordu bana. Ya da ben öyle zannediyordum. Kasılan çenesine dokunup onu sakinleştirmeyi çok istiyordum ama muhtemelen bunu istemeyecekti. Neden bana bu kadar üzgün bakıyordu ki? İçim acımıştı. "En yakın arkadaşım sevgilimle birlik olup arkamdan iş çeviriyor. Gerçekten size inanamıyorum. Özellikle Ada." dedi ve bana daha da büyüyen bir hayal kırıklığıyla baktı. "Özellikle sana inanamıyorum." "Videoyu izleyince bize hak vereceksin Deniz. Sakın Ada'ya kızmaya kalkma yoksa fena bozuşuruz. Söylememesi gerektiğini ben söyledim ona." Deniz gözlerini benden çekip Uygar'a baktı. "Bekliyorum Uygar, neymiş göster hadi ne göstereceksen." Uygar laptopu kucağına aldı ve Deniz'in dizlerinin üzerine koyarak ekrandaki videoyu başlattı. "Birazdan göreceksin Deniz. Ama lütfen sakin ol." Deniz'in yanına oturup izlemeye başladım. Uygar videoyu hızlandırmıştı. Ekranda ben vardım, kahvaltı yapıyordum. Buraya kadar bir şey yoktu. Daha sonra kalkıp lavaboya gittim, birkaç dakika sonra da kelimenin tam anlamıyla şoka girmiş bir halde lavabodan çıktım. Korkunç ve telaşlı görünüyordum. Deniz kaşlarını çatıp bana baktı. "Orada ne oldu Ada? Lavaboya giderken bir şeyin yoktu? Neden o halde çıktın?" "Bekle." dedi Uygar. "Birazdan göreceksin." "Melih mi? Ada, Melih ya da Özgür mü çıktı karşına?" Başımı iki yana salladım. "Hayır, onlar değildi Deniz." dedim ve yanımdaki elini iki elimin arasına aldım. Deniz dikkatle ekrana bakarken kalbim duracak gibi olmuştu. Deniz'in hissedeceği şeyleri tahmin bile edemiyordum. Kızacak mıydı? Korkacak mıydı? Yaşıyor diye sevinecek miydi? Deniz'i izlemeyi bırakıp ekrana baktım. Uygar görüntüyü ağır çekime almıştı. İlk birkaç saniyede ekran boştu, sonrasında Cemre duvarın arkasından çıktı ve benim gibi çıkış kapısına doğru yürüdü. Bakışlarımı ekrandan çektim ve yavaşça Deniz'e doğru çevirdim. Yüzü o kadar donuktu ki çok korkmuştum. Bir tepki verememişti ama dudaklarını biraz olsun araladığını görebiliyordum. Teninin rengi tıpkı benim gibi bembeyaz olmuş, daha az önce sıcacık olan eli buz kesmişti. Hiçbir şey söyleyemese de vücudunun verdiği bir tepki vardı. Elimde olan eliyle parmaklarımı sıktı. Nasıl bir refleksle yaptığını bilmiyordum ama canım çok yanmıştı. Umursamadım. Çünkü onun ruhunun acısı benim elimin acısından çok daha fazla derindi. Ve kendine bir zarar vermesindense bana zarar vermesini tercih etmiştim. "Deniz." dedi Uygar şefkat dolu bir sesle. "İyi misin?" Deniz elimi daha da sıktı, aynı anda gözünden bir yaş damlamıştı. Göğsüne baktım. Nefes alıp verdiğine dair bir belirti vermiyordu. "Uygar." dedim telaşla. "Uygar, nefes alamıyor." Uygar laptopu Deniz'in kucağından aldı ve ekranı kapatarak arkaya bir yere fırlattı. Ardından Deniz'in yüzünü kendine çevirdi. "Kendine gel Deniz. İyi misin? İyiyim de bana hadi. Nefes al. Bak bana. Bana bak, hadi kardeşim." Uygar ve Deniz'i izlerken gözyaşlarımı tutamadım ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Biz bunu nasıl atlatacaktık? Deniz bu yaşadığımız şeyin içinden nasıl sağ çıkacaktı? "Deniz, biliyorum çok korkunç bir şey bu. Nasıl olduğunu ben de bilmiyorum. Aklım ermiyor bir türlü. Ama sakin ol. İyi olman lazım." Deniz'in göğsü nihayet hareket ettiğinde saniyelerdir vermediği nefesi ciğerlerinden dışarıya süzüldü. Uygar da ben de ağzından çıkacak herhangi bir kelimeyi bekliyorduk, girdiği şoktan henüz çıkmamıştı. Uygar elini Deniz'in omzuna koydu, Deniz'in vücudu hala gevşememişti. Elim hala elinin içindeydi. Kemiklerimin eridiğini hissettim. "Deniz kendine gelmen lazım. Hava almak ister misin? Gel dışarı çıkalım." Deniz kısa bir nefes alıp dışarıya baktı, dudakları biraz daha aralanmıştı. Sanırım bir şeyler söyleyebilecek gücü kendinde bulmuştu. "Cemre." dedi fısıltı gibi bir sesle. "O gerçekten Cemre mi?" Sesi o kadar titriyordu ki sesine bile sarılmak istemiştim. İçim kavruluyordu. Ben bile bu haldeyken Deniz'in içinde nasıl bir fırtına kopuyordu? "Evet." dedi Uygar ikna etmeye çalıştığı bir sesle. "Ta kendisi Deniz. Cemre yaşıyor."
|
0% |