Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45. Bölüm

@_kubraakyol

"İmkansız." dedi Deniz. Ayağa kalktı ve bir sigara yaktı. Elleri titriyordu, dudaklarının arasına yerleştirdiği sigara bile birazdan yere düşecek gibiydi. "Bu imkansız Uygar. İmkansız." Deniz çaresizce ve onay beklercesine Uygar'a bakıyordu. "Biz morga girdik. Sen ve ben morga girdik. Polis vardı. Yüzünü açtı, Cemre'ydi. Hatırla. Teşhis ettik Uygar, ölmüştü. Onu biz teşhis ettik."

"Hatırlıyorum Deniz. Her anını hatırlıyorum. İnanması çok güç ama sen de gördün. Videodaki oydu. Ölmemiş."

"BEN DÖRT YILDIR NİYE ACI ÇEKİYORUM O ZAMAN UYGAR? KİMİN MEZARINA GİTTİM BEN ÜÇ GÜN ÖNCE?"

"Sakin ol Deniz. Otur şöyle. Hepimiz şoktayız."

"Sakin falan olmayacağım. Bu imkansız. Sadece ona çok benziyor. Videodaki Cemre olamaz. Cemre böyle bir şey yapmaz. BÖYLE BİR ŞEY YAPMASI İÇİN HİÇBİR SEBEBİ YOK."

"Belki de vardır." dedim çekingen bir sesle. Deniz bakışlarını bana çevirdi ama bir şey söylememişti.

"Ada haklı Deniz. Belki de vardır. Öğrenmek için Cemre'yi bulmamız gerekiyor."

Deniz sigarasını bir elinin parmakları arasına aldı ve kolunu aşağı indirdi. Diğer eliyle de yüzünü kapatıp şakaklarını bastırdı. "Kabus, kabus görüyorsun Deniz, hayır gerçek değil, kabus, gerçek değil. Kabus." dedi kendi kendine.

Telaşla kalktım ve önünde durup yüzünü ellerimin arasına aldım. "Sssshh. Hayır hayır. Deniz. Deniz bana bak. Bak bana. Hadi sevgilim. Yüzüme bak. Bak bana lütfen." Deniz başını kaldırıp yüzüme baktı. O kadar dağılmış duruyordu ki onu kollarımın arasına saklamak istedim. "Nefes al. Dışarı çıkmak ister misin? Beraber hava alalım mı? Bak ben yanındayım."

Deniz ellerimin arasından sıyrıldı ve odada yürümeye başladı. Sanırım bu konuya dahil olmamı istemiyordu.

"Kim verdi bu kaydı sana Uygar?" dedi söylediklerimi görmezden gelerek. Sigarasını tekrar dudaklarına götürdü.

"Ben gittim aldım, mekanın sahibi verdi."

"Nasıl olabiliyor bu? Nasıl oluyor? Ada rastgele bir yere gidiyor. Rasgele bir yere gidiyor ve onunla, Cemre'yle mi karşılaşıyor? İnanamıyorum, gerçek değil bu. Değil. Cemre'yi tanıyorum. Cemre değil o. Sadece video kaydına bakarak inanmadın değil mi Uygar? Söyle gerçekten gördün mü? Cemre'yi gerçekten gördün mü yoksa saçma sapan bir video kaydına mı inanıyorsun?"

"Gören kişi ben değildim Deniz. Ada gördü."

Deniz bakışlarını bana çevirmedi ama eliyle beni işaret etti. Uygar'a bakmaya devam ediyordu. "Ada Cemre'yi bir kere bile gördü mü Uygar?" diye bağırdı. "Sadece fotoğrafından tanıdığı birini gerçek sanıyor o kadar. Aptal bir video kaydına nasıl inanabilirsin? Yok et o kaydı."

"Deniz." dedim titreyen bir sesle. Elini bana doğru kaldırıp beni susturdu. Yüzüme hala bakmıyordu.

"Deniz, seni anlıyorum." dedi Uygar ona doğru bir adım atarak. Ama Deniz onu da susturdu.

"Kimsenin beni anladığı falan yok. KİMSENİN. Siz delirmişsiniz. Hadi Ada benzetti, sen nasıl inanıyorsun Uygar? Fotoğrafta, videoda herkes herkese benzer. O kız Cemre değil, sadece benziyor!"

"Sakin ol Deniz yalvarırım. Sen de gördün."

"Neyine sakin olayım amına koyayım? Ne dediğinizin farkında mısınız siz? Ne gördüğümü gayet iyi biliyorum. Siz aklınızı kaçırmışsınız. Öldü o Uygar." dedi kahkaha atarak. "Ben polise gittim diye öldü. Melih'in emriyle öldü. Olay yerinde öldü. Cansızdı, nefes almıyordu. KENDİ GÖZLERİMİZLE GÖRDÜK."

"BİLİYORUM DENİZ!'' diye bağırdı Uygar. Ardından bir süre sessiz kaldı. ''Bir şeyler olmuş işte. Bir dinlesen-"

"Neyi dinleyeceğim ulan? Senin deli saçması şeylerini mi?"

''Yetti ama.'' Uygar Deniz'e yaklaştı ve yumruğunu sıktı. Ne yapacağını anladığımda onu engellemedim. "Özür dilerim ama bunu yapmazsam kendine gelemeyeceksin."

Deniz anlamaya çalışarak bakarken Uygar yumruk yaptığı elini kaldırdı ve Deniz'in çenesine vurdu. "Sus da otur şuraya dinle. Hepimiz şok geçiriyoruz görmüyor musun? Ada'nın haline bak. Ne suçu var bu kızın? Deli saçmasıymış. Ada ne gördüğünü bilecek kadar akıllı bir kız ve sen de gayet farkındasın bunun."

Deniz çenesine dokundu ve bir süre yaşadığı şeyi anlamaya çalıştı. Uygar'ın bunu yaptığına inanamamış gibiydi. Şaşkınlıkla ona baktı.

Uygar Deniz'i itti ve Deniz arkasındaki koltuğa düştü. "Otur şuraya da dinle.'' dedi gerçek bir sinirle. ''İnanmak istemediğinin farkındayım. Söylediklerimizin gerçek olduğunu biliyorsun. Bu yüzden korkuyorsun ve bu yüzden böyle davranıyorsun. Bunların da farkındayım. O kız Cemre'ye benzemiyor çünkü Cemre'nin kendisi. Kimse kimseye bu kadar benzemez." Deniz tek eliyle gözlerini ovuşturdu ve Uygar'a baktı. "Anlatacaklarımız var, dinle şimdi."

Uygar devam etmem için bana baktı ama konuşabilecek bir durumda hiç değildim. Keşke biri beni bu andan kurtarsaydı. "Ada, anlatır mısın?" dedi Uygar beni kolumdan tutup Deniz'in tam karşısındaki koltuğa oturtup.

Bakışlarımı Deniz'e çevirdim. Yüzündeki şok ifadesi hala silinmemişti. Bize hala inanmıyordu. Kim olsa inanmazdı. "Ben." dedim kekeleyerek. Ardından yutkundum. "Mekan sahibiyle görüşmeye gittim. Yavuz Hancı. Kısa bir süre konuştuk. Görüşmeden sonra da Kerem kahvaltı yapmam için beni bir yere götürdü. Kahvaltı yaptım. Sonra lavaboya gittim. Kabinde biri vardı. Telefonda biriyle konuşuyordu. Dört yıldır İstanbul'da olmadığını, burayı çok özlediğini söyledi. Garipsemedim çünkü herhangi biri dört yıldır İstanbul'da olmayabilir. Kabinden çıktıktan sonra onu gördüm." Sesim titriyordu. Kucağımdaki ellerime baktım. Deniz'in sıktığı elimin parmakları hala kıpkırmızıydı. "Bir şey diyemedim. Şok olmuştum çünkü. Bir şeyler öğrenmek için onu tanıyormuş gibi yaptım. Amerikan Lisesi'nde okuduğunu söyleyip adımı sordu. Kimliğimi gizli tutmak istedim. Esra dedim adıma. Ardından onun adını sordum. Cansu dedi."

"Cemre kendi adına neden Cansu desin Ada?" dedi sorgulayan bakışlarla.

"Çünkü beni tanıyordu. Beni tanımasa adım Cemre derdi. Adını gizleme gereği duymazdı. Adımın Ada olduğunu biliyordu, oyun oynadığımı anladı ve benim oyunuma devam edip adım Cansu dedi." dedim kendimden emin bir sesle. Başka bir açıklaması olamazdı. "Dört yıldır nerede yaşadığını sordum Deniz. İspanya dedi. İspanya'da yaşıyormuş."

"İspanya Cemre'nin yaşamak istediği tek ülkeydi Deniz, hatırla." dedi Uygar. Deniz cevap vermemişti, devam ettim.

"Dün şirkete geldikten sonra görüşmeye gittiğim adamı araştırdım Deniz. Adamın adı Yavuz Hancı değil. Özkan Güler. Ve Cemre'nin annesi Hale'yle fotoğrafı var." Deniz anlamayan bakışlarla baktı. "Özkan Güler, Hale'nin kocası Serhan Güler'in kardeşi Deniz."

''Biliyorum, biliyorum.'' Deniz baş ve işaret parmağıyla burnunun direğini sıktı. "Hayır, hayır bu çok fazla. Ben." dedi kekeleyerek. "Ve ben seni onların kucağına attım öyle mi?" Mekan sahibinin adının sahte olmasından ve adamın Hale'nin tanıdığı olmasından çok beni oraya gönderdiği için korkuyla dolmuştu. Bunu hissedebiliyordum. Cemre'yi, Hale'yi, Özkan Güler'i bir kenara atmış, tek odağı ben olmuştum. "Yani planlı mıydı? Seni gerçekten tanıyor muydu? Şirkete e-posta attıkları günden beri her şey planlı mıydı?"

"Aslında seni görmek istiyordu." dedim. "Mekana gittiğimde seni sordu. Deniz Bey'i bekliyorduk dedi. Eğer benim yerime sen gitseydin muhtemelen Cemre senin karşına çıkacaktı."

Uygar sağa sola yürüdü. "Ne yapacağız şimdi? Onu bir düşünelim. Yaşadığını bildiğimizi biliyor. Bir hamle yapmasını mı bekleyeceğiz? Yoksa biz mi bulacağız?"

"Ben hala inanamıyorum. İnanmak istemiyorum, böyle bir şey olamaz."

"Deniz, Ada'nın babasının söylediklerini hatırla. Öldürecek bir hızda çarpmadım demişti. Çarptıktan sonra inip kontrol ettim, ikisi de yaşıyordu demişti. Yani belki de başka bir iş var." dedi Uygar.

"Nasıl bir iş Uygar? Biz Cemre'nin cansız bedenini gördük. Kafayı yiyeceğim artık. Bu nasıl mümkün olabiliyor? Teşhis ettikten saatler sonra ben morga tekrar gittim, hatırla. Saatlerce orada durdum, Cemre oradaydı. O masadan hiç kalkmadı."

"Belki de ikinci defa gittiğinde o masada yatan kişi Cemre değildi." dedim. İkisi de yüzüme baktı. "Sizin teşhis anınızda Cemre belki de sadece baygındı. Nabzını kontrol ettiğinizi zannetmiyorum."

Uygar başını iki yana salladı. "Hatırlamıyorum. Ama çok soğuktu Ada. Bedeni yani."

"Morgda on dakika bile dursa buz gibi olur zaten. Dayım da annem için aynı şeyi söylemişti... Yani biliyorum çok saçma ama düşünün. Teşhise gittiğinizde sadece baygındı. Teşhisten sonra da hastaneden çıktı ve gitti."

"Bütün bunlar çok saçma." dedi Deniz. Bana hala inanamıyordu.

"İkinci defa gittiğinde örtüyü kaldırmış mıydın Deniz? Hatırlıyor musun? Tekrardan bakmış mıydın?" Deniz hafızasını yokladı, kaşlarını çattı. "Yani evet. Evet alnına kadar açmıştım. Sadece saçlarını, kaşlarını ve alnını gördüm."

"Cemre değildi." dedi Uygar. "Ada'nın tahmini doğruysa ikinci defa gittiğinde gördüğün o cansız beden Cemre'nin değildi. Teşhis ettik, Cemre hastaneden çıkıp gitti ve yerine gerçek bir ceset koydular. Ama neden? Ben hala Cemre'nin bunu yapması için bir sebep göremiyorum. Çok saçma."

"Bunu öğrenmenin tek bir yolu var." dediğimde ikisi de bana baktı. "O da Cemre'yi bulmak."

"Ada haklı." dedi Uygar. Deniz nasıl bulacağız dercesine ikimize bakarken Uygar tekrardan sözlerine devam etti. "Bir otomobil kiralamış. Kiraladığı firmayı buldum. Bugün gidip görüşeceğim. Nasıl bir kimlikle teslim almış, geri ne zaman verecekmiş diye öğrenirim. Otomobili teslim etmeye geldiği zaman da oraya gideriz. Sen de kendi gözlerinle görmüş olursun."

"Çok saçma." dedi Deniz ayağa kalkıp. "Çok saçma, çok saçma. Daha yarım saat önce öldüğünü bildiğim birisini görmek için plan yapıyor olmamız çok saçma."

"Deniz." dedi Uygar elini Deniz'in omzuna koyarak. "Her ne olduysa öğreneceğiz tamam mı? Neden yapmış, kimle yapmış hepsini öğreneceğiz. Ama iyi olmak zorundasın. Ada için iyi olmak zorundasın."

Deniz ve Uygar'ı izlerken gözyaşlarımı tutamadığımı fark ettim. Acaba onları yalnız bıraksam daha mı iyi olacaktı?

Ben kararsızlıkla boğuşurken Deniz Uygar'ın yanından uzaklaştı ve varlığımı yeni hatırlamışçasına bana baktı. İki yanına sarkıttığı kollarıyla o kadar güçsüz, savunmasız ve çaresiz görünüyordu ki içinde her ne fırtına kopuyorsa hepsini dindirmek istedim.

''Hala anlayamıyorum.'' dedi Uygar. ''Tamam, Ada'nın babası öldürecek kadar şiddetli çarpmadı ve Cemre kazadan sağ kurtuldu, peki o zaman Melis'in durumu neden o kadar ağırdı? Sonuçta arabaya şoför tarafından çarpıldı. Cemre'nin ölmesi gerekirken ölmüyor da Melis nasıl ağır yaralanıyor? Her şey karman çorman, olay yerinde öldü raporunu kim verdi? Savcı, polis, doktor nasıl öldü diyebildi?''

''Belki de onlar da işin içindeydi.'' dedim fısıltı gibi bir sesle.

''Bu soruların hiçbirinin cevabını Cemre'yi bulmadan alamayacağız. Ben çıkıyorum Deniz. Hakan'la gideceğim. Siz burada kalın. Ne olursa haber vereceğim.''

Deniz başını salladı, Uygar çoktan çıkış kapısına yönelmişti. Ne diyeceğimi ve ne yapacağımı bilmiyordum. Tek istediğim Deniz'e sarılmaktı. Onun her gözyaşı sanki benim gözümden akıyormuş gibi içim acıyordu.

Deniz kısa bir an bana baktı ve pencereye dönüp Uygar'ın gidişini izledi. Yalnız kalmak istediğini düşündüm ve merdivenlere yöneldim. Bir şey dememişti.

Odamıza geldiğimde yatağa yattım ve yorganı üzerime çekip cenin pozisyonu alarak karnıma sarıldım. Bebeğimin varlığından güç almak istiyordum. Beni, Deniz'i ve bebeğimizi tüm bu belalardan ve kabuslardan kurtaracak bir mucize olmalıydı. Her şeyin geçmesini diledim. Burada Deniz'in yanında o kadar mutlu ve huzurluydum ki bir an bile bu huzuru ve mutluluğu kaybetmek istemiyordum. Gücümün farkına onunla varmıştım. Her şeyin üstesinden gelebileceğimi, ayakta yalnız da durabileceğimi onunla öğrenmiştim. Ama onu böyle gördükçe bütün gücüm tükeniyordu. Sadece onun için ayaktaydım, o kötü olunca benim de uğruna iyi olacak bir sebebim kalmıyordu.

Göz kapaklarım gözyaşlarım yüzünden birbirine yapışmışken ve hıçkırıklarım ciğerlerimi yakmaya başlamışken yatak odasının kapısı açıldı ve Deniz'i adım sesleri yaklaştı. Yalnız kalmak istemiyordu, benimle olmak istiyordu.

Hareketleri yavaştı, yatağa oturdu ve yorganı açıp arkama kıvrılarak üzerimizi örttü. Burnumu çektim ve gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Deniz bana sarılmak için çaba harcıyordu. Bu kadar basit bir eylemi yaparken bile zorlandığını hissettim. Ruhuyla beraber bedeni de çökmüştü sanki.

''Bana neden söylemedin demeyecek misin?'' dedim nefesi boynumla buluştuğunda. ''Benden nasıl gizlersin diye kızmayacak mısın?''

''Hayır, bu sefer değil.'' Deniz ensemdeki saçlarımın üzerine bir öpücük bıraktığında nihayet kollarını bana sarabilmişti. Karnımın üzerindeki ellerimi ellerinin arasına aldı.

"İyi misin?" dedim soruma gerçekten bir yanıt arayan sesimle. Cevap vermemişti, konuşmak istemiyordu. ''Anlatmak ister misin?'' dedim onu konuşmaya zorlayarak. Ne hissettiğini bana anlatmasını her şeyden çok istiyordum. ''Ben dinlerim. Anlatman lazım çünkü bu tek başına atlatabileceğin bir şey değil.'' Deniz yine cevap vermemişti, sanırım kelimelerini toparlıyordu. ''Ben yanında olacağım, bunu unutma tamam mı? Hiçbir şeyi yalnız göğüslemek zorunda değilsin. Düşsen de yıkılsan da bittim desen de yanında olacağım. Düştüğünde seni kaldırmak için elimi uzatacağım ama eğer ayağa kalkmak istemezsen yanına uzanacağım.'' dedim minik bir gülümsemeyle. Deniz'in de gülümsediğini hissedebiliyordum çünkü nefes sesi değişmişti.

Kelimelerini toparlaması için bir süre sustum. Yutkundu ve acı bir sesle adımı söyledi. Hala titreyen sesi içimi acıtıyordu. Yüzü küçücük asıldığında bile içim yanarken şimdi onu böyle görmeye nasıl dayanacaktım? ''Öldüğünde.'' dedi tuhaf bir sesle. Sanki ağzından ilk defa bu harfler çıkıyormuş gibi bu kelimeye yabancıydı sesi. ''Kaza günü yani.'' Yine yutkundu ve bir süre susup derin bir nefes aldı. ''Hastanenin bahçesine çıktım. Uygar'ı bekliyordum. Kısa bir an dalmışım, bir rüya gördüm.''

''Ne gördün?'' dedim çekingen bir sesle.

Deniz saçlarımı kokladı ve bana daha da sıkı sarıldı. ''Seni.'' dedi bir anda. Şaşırmıştım çünkü bunu hiç beklemiyordum. ''Sen beş yaşında kalp ameliyatı olduktan sonra bir anda ortadan kaybolmuştun. Ondan sonra seni bir daha hiç görmedim ve yıllar geçtikçe yüzünü de unuttum. Ama o gün rüyama girdin Ada. Dört yıl önce, o kaza günü rüyama girdin sen benim. Beş yaşındaki halini gördüm. Siyah saçlı, ay tenli, gece gözlü minik bir kız çocuğu. Bana Beni bulman gerek çünkü bana ihtiyacın var. dedin. Adını öğrenmek üzereyken uyandım. Hastaneden eve gider gitmez yaptığım ilk şey sarı tokanı elime almak olmuştu. Şimdi bana bunu neden anlatıyorsun diyebilirsin ama eğer o gün o rüyayı görmeseydim, ayağa kalkacak gücü kendimde bulamazdım Ada. Bugün olduğum kişi olamazdım. Sen benim ayakta durma sebebimsin. Birbirimizin hayatında değilken bile gücümü o rüyadan aldım ben.''

Gözyaşım yanağımdan süzülüp yastıkla buluştuğunda ne hissedeceğimi bilemeden Deniz'e döndüm ve başını göğsüme saklayarak saçlarını sevmeye başladım. Bir şey söylemek istemiyordum çünkü bir şey söylersem Deniz susardı ama ben konuşmasını istiyordum. "Dört yıl boyunca kabus gördüm ben Ada." dedi kısık bir sesle. "Dört yıl boyunca her gece kabus gördüm. Kendimi sorumlu tuttuğum bir cinayeti gördüm. Her gece ona çarpan arabanın önüne atladım ben. Ama ölen hep o oldu. Bana hiçbir şey olmadı ama Cemre her gece benim kabuslarımda tekrar öldü. Kurtaramadım. Her sabah ağlayarak uyanmalarım boşuna mıydı benim? Ben yıllarca hiç olmayan bir ölümün acısını boşuna mı çektim?" Koynuma sakladığı yüzüne elimi koydum ve baş parmağımla okşadım. Bir yandan da saçlarını öpüyordum. Evet böyle iyileşmezdi ama elimden başka bir şey gelmiyordu, çaresizdim.

Olabildiğince derin bir nefes verdim. Deniz'in sorduğu sorulara bir cevabım yoktu, aslında ona söyleyemiyordum ama içten içe cevabım vardı. Hepsi boşunaydı. Boşu boşuna acıyla geçen koskoca dört sene. Heba olmuş bir hayat. "Kim, neden planladı böyle bir şeyi? Cemre neden uydu bu plana? Bunu yaşamamı neden istedi? Bu acıyı sanki hak etmişim gibi omuzlarıma yüklerken aklından geçen neydi? Her şeyden habersiz, sanki görevimmiş gibi bu ağrıyı yıllarca kalbimde taşıyıp durdum. Neden? Neden? Neden geri döndü? Karşıma çıkacak cesareti nasıl buldu?"

''Ssh, tamam geçti. Geçti sevgilim. Cemre'yi bulunca bunların hepsini öğreneceğiz. Söz veriyorum, hiçbir şeyi yalnız yaşamayacaksın. Duydun mu beni? Hepsinin cevabını öğreneceğiz.''

''Ondan sonra ne olacak? Öğrenmiş olmam neyi değiştirecek? Yaşadıklarım silinecek mi Ada? Diğerlerinin yaşadığı acılar silinecek mi? Hiçbir şey olmamış gibi mi devam edeceğiz biz yaşamamıza? Mesela baban. Adam kendini katil zannediyor. Dört yıldır yaşadığı bu acı azap bir anda silinecek mi?''

"Silinmeyecek belki ama en azından zamanla azalacak." dedim saçlarını geriye doğru severken. "Sen birinin ölümüne sebep olmadın. Olmamışsın. Bu bile yükünü azaltmaya yetmez mi?"

Deniz söylediklerime cevap vermedi. "Canım yanıyor." dedi acı dolu bir sesle.

"Biliyorum."

"Çok yanıyor."

"Biliyorum, biliyorum sevgilim."

"Ada."

"Efendim."

"Bir şey düşünme, yani yanlış bir şey düşünme. Yaşıyor olması hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Ben seni seviyorum."

Neredeyse utanmadan gülümseyecektim. Tüm bu olanların içinde çektiği acı yetmiyormuş gibi bir de benim sevgisinden şüpheleneceğimi düşünüp beni sevdiğini söylüyordu.

"Senin sevgin aklımda en ufak bir şüpheye bile yer bırakmayacak kadar derin bir sevgi. Onun yaşadığını öğrendiğimden beri aklımın ucundan bile geçmedi öyle bir şey Deniz. Kafanın karışmayacağını ve beni sevdiğini biliyorum."

"Buraya gelip yatağa kıvrılınca sandım ki."

Burnunu öperek onu susturdum. "Yalnız kalmak istediğini düşündüm."

"Yalnız kalmak istemiyorum. Yanımda olmanı istiyorum."

"Yanındayım. Ama bırak da sana yardım edeyim. Eğer kendini bana açmazsam ben sadece görebildiğim kadarıyla senin yaralarını sarabilirim. İçine sakladığın şeyleri göremezsem sana yardım edemem ki."

''Yeterince sarıyorsun.'' dedi yorgun bir sesle. Ardından bir süre sustu. "Burada hiçbir şey yapmadan durmayacağım. Adliyeye gidip dava dosyasını isteyeceğim İlker savcıdan.''

Başımı salladım. ''Ben de Can'a gitmek istiyorum Deniz. Babamın avukatı olmasını isteyeceğim ondan. Yani Cemre'nin yaşıyor olması davanın seyrini baştan aşağı değiştirir. Belki babamın cezasından indirim olur, bilmiyorum.''

"Tamam." dedi fısıltı gibi bir sesle. "Kerem seni götürür."

"Sen de yalnız gitme."

"Çocuklardan biriyle gideceğim. Sen beni düşünme ve korkma. Tamam mı?"

"Korkuyorum Deniz. Kimin oyunu bu? Yani seni sevdiyse sana nasıl böyle bir oyun oynayabildi? Aklım almıyor. Sana nasıl yapabildi?"

"Bilmiyorum Ada. Yakında öğreneceğiz." dedi nefesini verirken. Uzanıp yanağını öptüm ve doğruldum. "Ben Can'ı arasam iyi olacak."

***

Deniz'le aynı anda evden çıktık. Ben Kerem'le Can'ın ofisine giderken Deniz de bir korumasıyla adliyeye gidiyordu. Ona uzun uzun sarılıp iyi olması gerektiğini tembihledim ve arabaya bindim.

"Yani inanamıyorum Ada." dedi Kerem. "Bunca yıldır Deniz Bey boşuna mı yaşadı bu acıyı?"

"Öyle görünüyor." dedim kemerimi takarken. Midem fena halde bulanıyordu.

"Ah be Ada, sen niye beni çağırmadın dün? Cemre'yi kolundan tuttuğum gibi çıkarırdım Deniz Bey'in karşısına."

"Ne yapacağımı bilemedim Kerem. Hala da bilemiyorum. Her şey karmakarışık. Ve ancak Cemre'yle konuşunca netliğe kavuşur. Nasıl olabildiğine dair hiçbir tahminim yok. Öldü bildirisini kim, neden verdi? Cemre'nin haberi var mıydı? Offff yemin ediyorum bayılacağım artık. Her şey mi bizi bulur?"

"Dur şimdi sakin ol Ada. Bunun da üstesinden geleceğiz."

"Valla konu ben olunca hiç güvenemiyorum Kerem. Üstesinden mi geliriz yoksa tüm bu olanların altında mı kalırız hiç bilmiyorum açıkçası."

"Yok kötü düşünme sen. Ama var ya o kızı oldum olası sevmedim. Hep üstten bakan bir tavrı vardı. Çalışanlarla hiç konuşmazdı. Tek bildiği bizi azarlamaktı."

"Azarlamak mı? Deniz ne tepki veriyordu buna?"

"Deniz Bey'in yanında melek gibi davranıyordu."

"E siz söylemiyor muydunuz?"

"Sevgilisini patronumuza şikayet edecek halimiz yoktu değil mi Ada?"

Derin bir of çektim. "Başka bir sebebi var mıydı peki? Yoksa sırf size selamsız sabahsız olduğu için mi gıcıktın ona?"

"Deniz Bey'i kullanıyordu bence. Yaptığı her şeye uyuşturucu bağımlılığını bahane ediyordu. Başı beladan bir türlü kurtulmuyordu. Deniz Bey her defasında onun yanında oldu. Cemre de bu durumu kullandı. Cemre'nin ailesinin dağılmış olması, psikolojisinin bozuk olması Deniz Bey'in zaafıydı. Şefkatini kullandı onun. Sevdiğini bile düşünmüyorum. Zaten sevse kendini öldü gibi gösterir miydi? Dört yıl boyunca saklanır mıydı? Onun yüzünden Deniz Bey neler yaşadı ya dört yıldır. Seven insan buna göz yumar mı?"

"Bunları sen bile görebiliyorken Deniz nasıl göremedi peki? Hadi Deniz'i geçtim. Peki ya Uygar?"

"Belki de görmüştür ama merhametinden bırakamamıştır. Dedim ya Deniz Bey'in zaaflarını kullandı."

"Bu nasıl saçma bir olay ya? İnanamıyorum gerçekten. Her şey o kadar yanlış bir çizgide ilerliyor ki tüm bu olanları doğru olan çizgiye koysak Yok biz buranın yabancısıyız. der yine yanlış yola saparlar."

Kerem söylediklerimi görmezden gelip konuyu bana çevirdi. ''Sen nasıl hissediyorsun peki?''

''Yani, eh işte. Nasıl hissedebilirim ki?'' dedim geçiştirerek. ''Savaş'la konuşmam lazım. Can'ın yanına tek başıma gitmek istemiyorum.'' Telefonumu çantamdan çıkartıp numarasını tuşladım. Üçüncü defa çalmasına rağmen açmamıştı. ''Hadi Savaş aç şunu, uyumanın zamanı değil.''

''Salih abiyi arasana. Uyanmıştır o çoktan.''

Başımı sallayıp aramayı sonlandırdım ve Salih abiyi aradım. Beni sıcacık, sevecen bir sesle yanıtlamıştı. ''Günaydın güzel kızım.''

''Günaydın Salih abi. Ya şey diyecektim. Savaş uyandı mı? Onunla acil konuşmam gerek.''

''Savaş'ın Londra'dan bir arkadaşı geldi kızım. Havaalanından onu alacak. Sabah erkenden çıktı.''

''Anladım. Hay Allah, telefonunu almadı mı yanına? Açmıyor da.''

''Duymamıştır kalabalıktan. Bir daha ara istersen. Önemli bir şey mi oldu?''

''Salih abi iyi mi kötü bilmiyorum ama bir şey oldu, evet.''

''Hayırdır, söyle bakalım.''

'Nasıl söyleyeceğimi bilmeden ofladım. ''Cemre ölmemiş Salih abi, yaşıyormuş.'' Salih abi şoka girmiş olacak ki uzun bir süre hat boşta bekledi. ''İyi misin Salih abi?''

''Kızım senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?''

''Duyuyor Salih abi, yani maalesef. Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum. Her şey karmakarışık.''

''E Deniz nerede şimdi? İyi mi? Yüzleşti mi Cemre'yle?"

"Yok Salih abi. Cemre benim karşıma çıktı bir mekanda. Yani onu ben gördüm. Deniz de şimdi adliyeye gidiyor, Cemre'nin yaşadığını söylemeye.''

''Kızım ne zaman oldu tüm bunlar?''

''Dün öğrendik işte. Bugün de Uygar Cemre'yi bulmaya gitti. Ben de avukat bir arkadaşıma gidiyorum. Babamın savunmasını yapmasını isteyeceğim. Malum Cemre ölmediği için babamın cezasında indirim yapılır belki.''

''Anladım. Anladım ama olay yerinde öldü denen biri nasıl ölmeyebiliyor Ada kızım? Cemre'nin ölüm emrini veren benim bu aşağılık oğlum değil mi? Haberdar olmasın tüm bunlardan? Şeytanın ta kendisi olduğu için şüphelendiğim ilk kişi kendisi oluyor maalesef.''

''Yani ne gibi bir ilgisi olabilir ki? Bilmiyorum, olabilir mi?''

Salih abi derin bir nefes verdi. ''O kansız a'dan z'ye kontrol etmiştir her şeyi. Babana emir verdiği andan itibaren etmiştir. Böyle bir şey planladıysa takipsizlik yapmaz. Belki de bu sahte ölümü de o planladı.''

''Yani neden Cemre'nin öldüğünü sanmanızı istesin ki?''

''Bilemiyorum. Başka bir detay var mı?''

''Yani bir detay mı bilmiyorum ama dün bir mekana gittim Salih abi. Mekanın sahibinin Cemre'nin annesiyle fotoğrafı var."

''Kimmiş bu kızın annesi?'' dedi merakla.

''Hale Parlar diye biri.''

''Bu isim bana bir yerden tanıdık geliyor ama nereden?''

''Yani bilmem ki. Ben de ilk kez birkaç gün önce öğrendim.''

''Yok yok, kesin bir yerden duydum ben bu ismi. Hatırlamam lazım.'' Göremesem bile Salih abinin çenesini tutup düşündüğünü hissedebiliyordum. ''Ben şuna bir kafa yorayım. Hatırlayınca arayacağım.''

''Tamam Salih abi. Sağ ol her şey için.''

''Ne demek benim güzel kızım. Habersiz bırakma beni.''

''Olur Salih abi, görüşürüz.''

''Görüşürüz kızım.''

Kerem'e bakarken üst dudağımı ısırdığımın farkında değildim ama o iğrenç metalik tat dilimle buluştuğunda bunu ne zamandır yaptığımı düşündüm. ''Peçete var torpido gözünde, al oradan.'' dedi Kerem torpido gözünü bakışlarıyla işaret ederken. İşaret parmağımı kanattığım yerin üzerine tutmuş, ilahi bir güçle iyileşmesini bekliyordum. ''Sakin ol Ada. Ne dedi Salih abi?''

'Savaş evde yokmuş. Cemre'nin annesinin ismi çok tanıdık geldi dedi.''

''Salih abi öyle diyorsa kesin vardır bir şey. Tam bir yaşlı kurt. Aklına hayranım onun.''

Dudaklarımla bilmem mimiği yaptım ve Savaş'ı tekrar aradım. Nihayet açmıştı. ''Adacım.'' dedi neşeyle. ''Aramışsın, açamadım. Özür dilerim.''

''Sorun değil Savaş. Çok önemli bir şey söylemem gerekiyor.''

"Kötü bir şey mi oldu?"

"Bence iyi bir şey ama insanların boşu boşuna acı çekmesine sebep olduğu için aynı zamanda çok kötü de bir şey."

"Tamam, sakin ol önce. Sesinin tınısından bile iyi olmadığın anlaşılıyor."

"Offfff." dedim gerçekten bıkkın bir sesle. "Savaş Cemre ölmemiş."

"Ne!?" dedi Savaş gerçekten büyük bir şaşkınlıkla. "Nasıl yani ölmemiş derken? Nereden çıktı şimdi bu?"

"Onu gördüm Savaş. Elimizde görüntüleri de var. Şimdi Can'ın ofisine gidiyorum."

"Can'ın ofisine mi? Deniz nerede peki? Haberi var mı? İyi mi?"

"Var var. Yani nasıl olsun? Yıkıldı resmen."

"Yani anlamıyorum Ada. Hani kaza anında ölmüştü?"

"Ölmemiş işte. Deniz adliyeye gidiyor şimdi. Cemre'nin ölüm belgesini kimin onayladığının araştırılmasını isteyecek."

"Yani bu durumda Selçuk Dündar katil olmamış oluyor."

"Evet Savaş. Babamız katil değil. Yani cezasında indirim olur belki, bilemiyorum. Sonuçta ölmemiş. Sadece kasten adam yaralama ya da kasten adam öldürmeye teşebbüsten yargılanır."

"Bilemiyorum artık orasını. Sen bu yüzden mi Can'a gidiyorsun?"

"Evet. Seni de yanımda istemiştim ama arkadaşın gelmiş."

"Sen Can'ın yanına git. Ben arkadaşımı kalacağı otele yerleştirip senin yanına geleceğim."

"Tamam, görüşürüz."

"Görüşürüz Ada. Kendine iyi bak ve seni çok seviyorum."

Böyle bir anda bile gülümseyebilir miydi bir insan? Gülümsemiştim. Çünkü kardeşim artık canımı yakmak için değil beni mutlu etmek için uğraşıyordu. "Ben de seni seviyorum." dedim ve telefonu kapattım.

Kısa süren yolculuğumuzun ardından nihayet Can'ın ofisine gelmiştik. Can'ın ofisi Beşiktaş'ta bir iş merkezindeydi ve binada birden çok farklı alanlarda ofis vardı. Kerem'i aşağıda bekleme salonunda bıraktım ve beşinci kata çıktım. Selay da buradaydı.

"Kuzum." dedi beni görür görmez. "Çok özledim seni."

"Ben de sizi özledim." dedim ve ellerimi Selay'ın sırtında gezdirdim. Kucaklaşmamız bittiğindeyse Can'a da sarıldım ve usulca tekli koltuğa geçtim.

"Ben sizin gündeminize yetişemiyorum artık." dedi Selay gerçekten üzgün bir sesle. "Yani yuh neler olmuş."

Elimi saçlarımdan geçirdim ve nefesimin ciğerlerimden çıkmasına izin verdim. "Anlatmadan önce bir şeyler içsek? Dilim damağım birbirine yapıştı."

"Beyaz şarap?" dedi Can büfeye giderken. "Sakinleşirsin belki."

"Yok alkol içemem." dediğimde bana sorgu dolu bakışlarla baktılar. Ellerimi yüzüme kapattım ve büyük bir nefes aldım. "Tabii ben sürpriz yapacaktım ama şimdi böyle olunca siz de bilin en iyisi."

"Ay ne olur kötü bir haber olmasın."

"Yok Selay. Kötü değil."

"E ne o zaman?"

Bakışlarımı ikisinin arasında gezdirdim ve heyecanımı bastırıp uzun bir nefes aldım. "Çocuklar, bir yeğeniniz olacak. Hamileyim." dedim bir anda. İkisi de yüzüme sanki En sevdiğim meyve incir değil. demişim gibi baktığında ne yapacağımı bilemeden baktım. Ne yani bir tepki vermeyecekler miydi? "Ee bu kadar mı yani? Bir şey demeyecek misiniz?"

"Bir dakika bir dakika. Şaka yapmıyorsun değil mi Ada?"

"Böyle bir şeyin şakası mı olur Selay?" dedim belli belirsiz bir sesle. "E hadi sevinmeyecek misiniz ya? Yeğeniniz olacak diyorum."

Selay hıçkırarak yerinden kalktı ve koşa koşa yanıma gelip bana sımsıkı sarıldı. "Nasıl ya ağlıyor musun sen?" dedim, çenem omzuna çarpıyordu.

"Aptal kız bana söylemek için neyi bekledin?"

"Ya yüz yüze söylemek istedim ama fırsat olmadı ki... Ama Selay neden ağlıyorsun?" dedim titreyen sesimle. Bir dakika sen de ağlıyorsun Ada!

Sakinim! Sakinim.

"Çok duygulandım Ada ne yapayım? İnanamıyorum Adakuşumun bebeği olacak, GERÇEKTEN İNANAMIYORUM!" Selay kucaklaşmamızı sonlandırdı ve geri çekilip yüzümü ellerinin arasına aldı. ''Ada ne diyeceğimi bilmiyorum. Hangi koşullarda olursak olalım yanında olacağım, bunu sakın unutma tamam mı?'' Yüzümdeki ellerini çekti, karnıma koydu. ''Merhaba.'' dedi tatlı bir sesle. ''Ben Selay. Annenin en yakın arkadaşıyım ve seni şimdiden çok seviyorum.''

''Ya Selay.'' dedim elimin tersiyle gözyaşımı silerken. ''Ağlatmasana beni. Zaten gözyaşlarım her daim akmaya hazır göz ucumda bekliyor, bilmiyor musun?''

"Bunlar mutluluk göz yaşlarındır bence." dedi gözyaşlarının arasından gülümserken.

"Sanırım öyle." dediğimde Can geldi ve ayağa kalkmamı bekleyip bana sıkıca sarıldı. "Adacım benim." dedi tok bir sesle. "Çok, çok sevindim. Tebrik ederim."

"Teşekkür ederim canım arkadaşım."

"Deniz biliyor mu?" dedi Selay gözyaşlarını yüzünden temizlediğinde.

"Yok hayır bilmiyor." dedim, Can'la sarılmamız sonlanmıştı. "Doğum gününde söylemek istiyorum ama o kadar saçma sapan şeyler oluyor ki sanki bütün kötü şeyler bebeğimiz olacağı haberini gölgeleyecek gibi."

"Saçmalama. Ay Deniz çok sevinir kesin. Çok heyecanlıyım... Yani keşke sen de benim kadar heyecanlı olsaydın Ada."

"Ne yapayım Selay? Yani yaşadığım şoku atlatamadım daha. Düşünsene dört yıl boyunca birinin ölümüne üzülüyorsun ve hatta bu ölümden kendini sorumlu tutuyorsun. Sonra o öldü sandığın kişi ortaya çıkıveriyor. Hiçbir şey olmamış gibi."

"Ben bu kızdan çok korkuyorum Ada. Yani insan böyle bir şeyi nasıl yapar? Niye yapar?"

"Ben de korkuyorum Selay. Deniz karşılaştığı zaman ne hale gelecek düşünemiyorum bile."

''İşin bir de hukuki yanı var.'' dedi Selay, Can'a bakarken. Can başını salladı.

''Bahsettiğin videodaki kızın Cemre olduğu kanıtlandığında baban için hemen yeni bir dava açarız Ada. Yani evet çok, çok büyük bir indirim olacağını düşünmüyorum. Çünkü kasti olarak yaptığını itiraf etmişti. Tam anlamıyla bir cinayet olmasa da teşebbüs var. Yargının bunu göz ardı edeceğini düşünmüyorum. Ayrıca Melis'in durumu da malum.'' Yüzümü astım. ''Anladığım kadarıyla sen babanın hemen çıkmasını istiyorsun.''

Başımı eğip ellerime baktım. Deniz'in sıktığı elimin rengi git gide koyulaşıyordu. Sanırım moraracaktı. ''Yani.'' dedim utangaç bir sesle. ''Ortada bir suç var. Ama dediğin gibi teşebbüs olarak kalmış olacak. Babam tamamen aklansın demiyorum ama en azından şöyle bi' beş sene indirim olmaz mı Can? Hiç mi şansı yok?''

Can kaşlarını çattı. Sanırım beş yıl diyerek fazla abartmıştım. Olsa olsa üç yıl falan indirim olurdu. ''Tamam abarttım, o zaman üç yıl diyeyim. Üç yıl indirim olmaz mı? Offf.''

''Adacım biraz-.'' dedi Can hafif bir gülümsemeyle. Sözünü kestim.

''Biliyorum abarttım. Ama ne bileyim Can. Yıllar sonra hem kardeşime hem babama kavuşunca hemen aile oluruz sanmıştım. Yirmi beş yıl çok fazla.''

''Ada, fazla kötümsersin. Delillere göre on yıl bile indirim uygulanabilir. Tabii burada savcılık süreci-''

''Ne?'' diye heyecanla yerimden kalkıp Can'a sarıldım. ''Ne diyorsun Can sen? Doğru mu duydum ben? Yok yok hayal görüyorum değil mi?''

''Dur deli kız, sakin ol. Evet on yıl. Ama dediğim gibi savcılığın işi iyi yürütmesi lazım. İlker savcının bu konuda başarılı olacağını düşünüyorum. Çok başarılı bir adam.''

Can'la sarılmamı sonlandırıp tekrar yerime oturdum. Az önce sildiğim gözyaşlarım tekrardan akmaya başlamıştı. ''Yani on beş yıla iner mi?''

''Evet, hatta Melih'in emirleriyle yaptığı o diğer karanlık işlerin cezasını da para cezasına çevirmek için elimden geleni yaparım. Geriye sadece cinayete teşebbüs kalır. Doğru savunmayla yirmi beş yıl olan ceza, olur sana on yıl.''

''İnanamıyorum, ben buraya o kadar umutsuz gelmiştim ki bana Saçmalama Ada, ne indirimi? falan diyeceğini düşünüyordum. Ne hissedeceğimi bilemiyorum.''

''Mutlu hissetmelisin.'' dedi bir ses. Savaş'ın sesiydi. Sevinçle ayağa kalkıp boynuna atladım. ''Savaş. Duydun mu? İnanamıyorum, tamam harika bir haber değil ama çok mutluyum.''

''Duydum güzelim.'' sesi neşe doluydu. Kaşlarımı çatıp geriye çekildim. ''Ama sen neden mutlu görünüyorsun? Nefret ediyorsun sen, babamdan yani. Hapisten erken çıkacak olması seni sinirlendirmiyor mu?''

''Ben onun hapisten erken çıkacak olmasına değil senin mutlu olmana seviniyorum Adacım. Evet, hala nefret ediyorum ondan ama senin yüzünde açan bu çiçekler tüm her şeye bedel. Benim canım kardeşim, benim güzeller güzeli ikizim.''

Gözlerimi indirip gözyaşlarımın son kez akmasına izin verdim ve Savaş'a kocaman sarıldım. Evet çok sarsıcı şeyler olmuştu ama güzel şeyler de oluyordu. Umarım burnumuzdan gelmez Ada.

''Savaş, iyi ki varsın ve iyi ki seni buldum.''

Savaş bana bir süre sarıldıktan sonra kollarımdan ayrıldı ve Can'la Selay'a döndü. ''Ee beni tanıştırmayacak mısın en yakın arkadaşlarınla?''

''Tabii, tabii tanıştıracağım. Selay, Can.'' dedim sırasıyla elimle işaret ederken. ''Selay benim on yedi yıllık arkadaşım. Can da onun erkek arkadaşı.''

Savaş ikisiyle el sıkışıp yanıma geldi ve kolunu omzuma attı. Konuşmaya devam ettim. ''Can'ı biliyorsun, avukat. Selay da veteriner hekim. Kliniği var. Onunla Aydın'dayken yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi ama İstanbul'a taşındıktan sonra farklı ilçelere yerleşmek zorunda kaldık. Ama ne olursa olsun bağımız hiç kopmadı. Ha bir de Miray var. Selay'ın ablası. Deniz'in hastanesinde psikolog. Onunla da tanıştıracağım seni.''

''Olur olur, sen ne zaman istersen.''

''Savaş biliyor musun? Bu kızın senin adını anmadığı tek bir gün bile yoktu. Her gün hayalini kurduğu tek şey seni bulmaktı. Dağıldı, yıprandı, pes etti, düştü ama umudunu da hiç kaybetmedi. Şimdi onu böyle gözlerinin bile içi gülerken görmek hepimizi çok mutlu ediyor.''

Savaş omzuma attığı koluyla beni iyice kendine çekti ve başımın üzerini öptü. ''Keşke o günler yaşanmasaydı evet ama az önce dedin ya düştü, dağıldı diye. Bundan sonra hiç yaşamayacak bunu. On yedi yıl sen sahip çıkmışsın ona. Düştüyse kaldırmışsın, yanında olmuşsun çok teşekkür ederim ama artık gözünden tek damla yaş akmaması için ve tekrar dağılmaması için uğraşan kişi ben olmak istiyorum.''

''Ya ben artık ağlamak istemiyorum Savaş, sus lütfen.'' dedim, burnumun direği öyle bir sızlamıştı ki neye uğradığımı şaşırmıştım.

''Tamam tamam. Ee, ben sonuna yetiştim muhabbetin. Tam olarak ne oluyor? Anlatın bakalım.'' dedi Savaş ve az önce benim kalktığım yere oturdu.

***

''Yani sence deden haklı olabilir mi?'' dedi Can tekli koltuğun kolçağına yaslanıp. Selay'ın omuzlarına ellerini koymuştu. ''Cemre'nin sahte ölüm planını Melih yapmış olabilir mi?''

''Bilmiyorum.'' dedi Savaş ve konuşmanın başından beri yani yaklaşık bir buçuk saattir oyalanarak içtiği vişneli votkasını bir anda kafasına dikti. ''Hale Parlar ismi bana hiçbir yerden tanıdık gelmiyor. Dedem nereden tanıyor ki öyle birini?''

''Eskiden tanıdığı biridir belki de. Ya da birlikte çalıştığı biri olabilir mi sence?'' dedim.

''Dedem kimle çalışıyorsa hepsini biliyorum Ada. Bence dedemle ilgili biri değil. Başka biriyle bağı var bu kadının. Ama kim?''

Olduğum yerden kalkıp kendime ikinci ya da on ikinci bardak suyumu koyup kafama diktim. İçtikten sonra da bardağımı büfenin üzerine koyup büfeye doğru yaslandım ve ellerimi dayadım. ''Melih Karahan.'' dedim kendimden emin bir sesle. Hepsi biraz şaşkınlıkla yüzüme baktı. ''Çok basit.'' dedim dudaklarımı yalayarak. ''Kazayı Melih planladı. Deden sahte ölümü de Melih'in planladığını düşünüyor ve Hale Parlar isminin tanıdık geldiğini söylüyor. Melih ve Hale ortaktı. Beraber yaptılar.''

''Diyelim ki dediğin gibi oldu.'' dedi Selay. ''Cemre neden yaptı bunu o zaman? Annesinin aklına neden uymuş? Bir insan neden böyle bir şey yapar ki? Üstelik Deniz herhangi biri de değil. Üç yıllık sevgilisi.''

''Belki de o da oyun oynuyordu.'' dedim. ''Başından beri yani... Belki de Deniz'i hiç sevmedi.''

''Eğer öyleyse Deniz bu travmayı nasıl atlatacak? Sevildiğini sandığı kişinin ihanetiyle yıkılıyor şimdi. Bir de hiç sevilmediğini öğrenirse, nasıl düzelteceğiz biz bu çocuğun psikolojisini?'' dedi Savaş. Bilmiyordum.

''Neyse, Deniz'in işi bitmiştir. Ben artık onun yanına gitsem iyi olacak.''

Can da Selay da beni başıyla onayladı, Savaş'la beraber onlara veda edip ofisten çıktık ve aşağı indik. Kerem beni bekliyordu. ''Ada.'' dedi ayağa kalkıp. ''Hakan abi aradı. Uygar Bey'in işi bitmiş. Deniz Bey'in evine gidiyorlar.''

''Tamam, biz de gidelim. Deniz de dönmek üzeredir.''

''Burak'la konuştum.'' dedi. Soran gözlerle baktım. ''Koruma ekibinden, Deniz Bey'i adliyeye o götürdü.'' Onaylarcasına ve devam et dercesine baktım. ''Dönüyorlarmış onlar da.''

''Tamam biz de gidelim o zaman.'' dedim ve Savaş'a dönüp sarıldım.

''Bir şey olursa haber ver mutlaka. Beni habersiz bırakma sakın.''

''Olur, sen de beni ara bir şey olursa.'' dedim ve kollarından sıyrılıp Kerem'e döndüm. ''Hadi Kerem, daha fazla oyalanmayalım.''

***

Nihayet eve gelmiştik. Saat öğlen bire geliyordu ve Deniz'in de Uygar'ın da arabası birazdan garajlara çekilmek üzere taşlı yoldaydı. Arabadan iner inmez koştum ve kapıya vardım. Deniz beni camdan görmüş olacak ki ben daha zile basmadan kapıyı açtı. Yaptığı ilk şey bana sımsıkı sarılmak olmuştu. Bir süre öyle durduk.

''Hoş geldin Ada.'' diye bağırdı içeriden Uygar. Deniz'in bedeninden uzaklaşıp gözlerine baktım. Bir şey söyleyebilecek gibi durmuyordu. Elinden tutup onu içeriye sürükledim. ''Gel.''

''Ne zaman geldiniz? Bir şey kaçırdım mı?'' dedim koltuğa çökerken. Elele olduğumuz için Deniz de benim yanıma çökmüştü.

''Ben geleli on dakika, Deniz geleli de yaklaşık yedi dakika oluyor. Bir şey kaçırmadın, seni bekledik.'' Başımı salladığım anda Deniz'in ellerimize baktığını fark ettim.

''Ben mi yaptım bunu Ada?''

''Önemli bir şey değil.'' dedim, ben de elime bakıyordum. Önemli değildi evet ama rengi sabaha göre daha da mordu. Beyaz tenli olduğum için bu kadar rengi değişmişti, canım çok fazla yanmıyordu.

''Elini neden çekmedin Ada? Sana zarar vermeme nasıl izin verirsin?''

''Benim elimi sıkmasaydın kendine zarar verecektin. Ayrıca acımıyor. Beyaz tenli olduğum için bu kadar değişti rengi.''

''Ada, neredeyse parmakların kırılacakmış.'' dedi sinirle. Kendine kızdığını biliyordum.

''Deniz o an gözün dönmüştü. Ne yaptığını bile bilmiyordun.'' dedi Uygar. ''Ayrıca acıyor olsa Ada mutlaka söylerdi, değil mi Ada?''

Uygar'ın beni bu muhabbetten kurtarmasıyla tekrardan konuya döndüm. ''Evet, doğru diyorsun. Neyse hadi, kim başlamak ister?''

Uygar eliyle beni gösterdi. ''Sen anlat, bizim üzerine konuşacağımız şeyler daha çok ve daha karışık muhtemelen.'' Bilgisayar ekranına bakıyordu. ''O yüzden seninkileri aradan çıkartalım.''

''Ben olsam anlatacaklarımı hafife almazdım. Ayrıca sen hala video kaydını mı izliyorsun?''

''Evet.'' Uygar sıkıntılı bir nefes verdi ve ekranı bana çevirdi. İzlemeye başladım. ''Resmen izlenmişsin Ada. Sen kahvaltı yapmak için mekana giriyorsun, hemen ardından Cemre içeriye giriyor ve senin görmeyeceğin bir masaya oturuyor. Sen hareketlenince artık tahmin etti herhalde, tuvalete gideceğini anlıyor ve senden önce giriyor. Muhtemelen kabinde telefonla konuşması da bilinçliydi. Yani sana yakalanmamış. Bilerek konuşmuş telefonla, anla diye.''

''Yani resmen onu bulmamızı istiyor öyle mi? Kendi niye çıkmıyor o zaman karşımıza?''

''Kim bilir ne derdi var? Neyse, Deniz bu kaydı izletti savcıya.'' dedi, ikimiz de Deniz'e baktık. İşaret parmağının tersini dudaklarının üzerine kapatmış, baş parmağıyla da sakallarıyla oynuyordu. Hala inanamadığı o gerçekle yüzleşmeye çalıştığı çok belliydi. Ne demişti Savaş? Bir de sevilmediğini öğrenirse, nasıl düzelteceğiz biz bu çocuğun psikolojisini?

''İyi misin?'' dedim koluna dokunup. Gözlerini bir süre kapatıp tekrardan bize baktı. ''Soruşturma açacak İlker savcı, tabii önce Cemre'nin bulunması lazım. Yani kimler var bu işin içinde, neden yapıldı, nasıl yapıldı vs işte. Ben viski içeceğim. İsteyen?''

Uygar bu soruyu Evetlerken ben başımı iki yana sallamakla yetinmiştim. Deniz ağır adımlarla alkol dolabına gitti ve hem Uygar'a hem kendisine birer viski koyup yerine oturdu. ''Yani bu büyük bir suç. Ölmediyse o raporu kim verdi? Hangi doktor yaşayan birine öldü raporu verir ki?'' dedi belli belirsiz bir sesle. Sanırım Cemre'nin yaşadığı gerçeğine alışmıştı ve şimdi sadece neden olduğunu sorguluyordu. ''Kaza anında olay yerine giden savcı en basitinden. Ölümcül bir kaza olmadığını anlayamamış. Ama Melis neden o halde peki? Bilmiyorum, düşündükçe beynim sulanıyor. Tamam bir yere kadar anlayabiliyorum ama biz onu nasıl öldü sandık? O hastane, o doktor, o savcı hatta polis. Hepsi mi bu planın içindeydi yani?''

''Öyle görünüyor'' dedi Uygar. ''Kimmiş o dönemin savcısı? Söyledi mi İlker savcı?''

''Evet, o kazadan sonra şehir dışına atanmış. İstanbul'da değil şu an.''

''Peki o doktor ve polis?''

''Keşke şaka olsa ama onlar da piyasada yok. Kim bilir neredeler? Dünyanın en saçma şeyiyle uğraştığıma inanamıyorum. Benim şurada kendi geleceğim için uğraşmam gerekirken, evlilik hazırlığı yapmam gerekirken ve karımla kuracağım yuvayı inşa etmeye çalışmam gerekirken ben neyle uğraşıyorum? Aslında hiç ölmemiş olan eski sevgilimin oynadığı oyunu çözmekle uğraşıyorum. Olaya bak, hay sikeyim ya.'' dedi sinirden gülerek. Kaşları çatılmıştı.

''Ne lanet bir şey bu ya. Yani sen öl, bize onca acıyı yaşat. Sonra dört yıl geçsin, ortaya çık. Hem de peşinde bir sürü soru işaretiyle. Olacak iş değil.''

Deniz elindeki bardağı sıktı ve Uygar'a baktı. ''Ee sende ne var ne yok? Ne dedi otomobil kiralayan şirket?''

''Harika bir haberim var. Cemre arabayı sadece bir günlüğüne kiralamış. Veee bu gece saat on birde teslim edecekmiş.'' Kalp atışlarımın hızlandığını hissettiğimde Deniz'e baktım. Gözbebekleri büyümüştü. ''Bir ayrıntı daha var. Yani artık emin olduk ama söylememde fayda var. Kaydı kendi adıyla yapmış. Cemre Seçkin.''

Deniz'in kararan gözleri aynı zamanda buğulanmıştı. Gri bir perde görüyordum. Sis düşmüştü sanki. Dünyaya şeffaf değil bulanık bakıyordu.

''Deniz iyi misin?'' dedi Uygar. Deniz'in bu gerçekle yüzleştiğini ve iyi olmadığını, hatta hiç iyi olmadığını anlamıştı. Kim olsa anlardı.

''Bu durumda biri nasıl olabilirse öyleyim Uygar. Kulaklarımın duyduğuna, gözlerimin gördüğüne inanmak bile istemiyorum. Neydi bu kızın derdi Uygar? Yani bunu yapması için-''

''Deli olması gerekiyor.'' dedi Uygar Deniz’i tamamlayıp. ''Neyse, ne olur ne olmaz biz saat on birden önce orada olalım. İlker savcıya da haber versek iyi olur. O da gelsin bizle.''

''Hayır.'' dedi Deniz, sesi net ve sertti. ''Önce ben hesabımı göreceğim. Ondan sonra polisi, savcısı ne yapıyorsa yapsın."

''E iyi, biz haber veririz, o da o saatte gelir. Yani saat kaçta istersen.''

Deniz derin bir nefes aldığı sırada bana bakıyordu. Artık anlatma sırası bendeydi. ''Sen ne yaptın? Ne dedi Can?'' dedi Uygar.

''Can'ın söylediklerinden önce benim size söylemem gereken başka bir şey var.''

''Ne?'' dedi ikisi de aynı anda merakla.

''Can'ın yanına Savaş'la gitmek istediğim için Savaş'ı aradım ama o açmayınca Salih abiyi aradım ve olanları anlattım. Haliyle inanamadı. Bu sahte ölümün altından da Melih'in çıkacağını düşünüyor. Yani neden öyle düşündüğünü bilmiyorum. Düşününce olabilir geldi bana da. Neyse bir şey daha var.'' dedim derin bir nefes alıp. ''Hale Parlar ismi ona çok tanıdık geldi. Tam olarak hatırlayamıyor ama bir yerlerden tanıdığına emin.''

''Yani olabilir sonuçta Hale bir iş kadını. Belki zamanında iş yapmıştır onunla.''

''Hayır, Savaş öyle bir şey olsa bilirdim dedi. Kesinlikle daha önce çalışmamışlar. Benim başka bir teorim var.''

''Ne?''

''Yani bu planlı bir sahte ölümse, Salih abi Melih'ten şüpheleniyorsa ve Hale ismi ona çok tanıdık geldiyse bu planı ikisi yaptı. Melih ve Hale yani.'' dedim beni onaylamalarını bekleyen bir bakışla.

''Ne yani Hale'nin haberi var mıydı? Neden kendi kızının sahte ölümünü planlasın Ada? Hem de Melih'le. Çok saçma.'' dedi Uygar.

''Evet, bence haberi vardı. Ayrıca neden planlamasın?'' dedim.

''Yani ne çıkarı olacak ki?'' dedi Uygar. Deniz bir şey söylemiyordu. Uygar'la ikili diyaloğa dönmüştük. ''Hale ve Melih? Bilemiyorum. Cemre annesini neden dinlesin? Hem de Melih'ten bu kadar korkarken.''

''Belki de korkmuyordu Uygar. Ne bileyim böyle bir oyunla herkesi öldüğüne inandırdıysa, sizi Melih'ten korktuğuna da inandırmıştır.''

''Ya bu kızın annesiyle arası leş gibi kötüydü. Neden annesini dinlesin? Ben hala oradayım.''

Deniz nihayet bir şeyler söylemek için dudaklarını araladığında ona dikkat kesildim. ''Hiç ağlamamıştı.'' dedi şaşkın bir sesle. ''Biliyordu, haberi vardı.''

''Ne? Kim ağlamamıştı Deniz? Kim neyi biliyordu, neyden haberi vardı? Anlamadım, neyden bahsediyorsun?'' dedi Uygar.

''Hale... Kaza günü hastaneye geldiğinde, kızının ölüm haberini aldığında. Ağlamıyordu... Hatırla Uygar üzerime yürürken gözünde tek bir damla bile yaş yoktu. Hiç ağlamamıştı. Ada doğru söylüyor, biliyordu. Hale biliyordu. Haberi vardı.''

''Yok artık, ebesinin a-'' dedi Uygar, ardından kendini toparladı ve sustu.

Deniz'in telefonu çaldığında bakışlarımız telefona yönelmişti. ''Salih abi arıyor.'' dedi yanıtlarken. Ardından hoparlöre alıp telefonu orta sehpaya bıraktı. ''Efendim abi.''

''Nasılsın oğlum?'' dedi tedirgin bir sesle. ''Olanları duydum.''

''Yani, nasıl olabilirim? Boşuna yaşadığım dört yılı sorguluyorum sabahtan beri.''

''Çok üzgünüm olanlar için. Ada kızımla konuştuk sabah. Birinden bahsetti. Hale Parlar.''

''Evet, Cemre'nin annesi.''

Salih abi bıkkınlıkla bir nefes verdi. ''Kim olduğunu buldum Deniz. Söylemesi biraz zor olacak.''

''Kimmiş abi?''

''Esat Soydan'ı biliyorsun.''

''Evet Seren'in erkek kardeşi. Faili meçhul bir cinayete kurban gitmişti. Hale'yle ne ilgisi var?''

''Hale.'' dedi Salih abi kocaman olduğunu tahmin ettiğim bir nefesi dışarıya verirken. ''Esat'ın eski eşiydi.''

Ben Seren kim? Esat Soydan kim? Neler oluyor? Yine ne işler dönüyor? diye düşünürken Deniz ve Uygar birbirlerine o kadar korkunç bir şaşkınlıkla bakıyorlardı ki öğreneceğim şeyden korktum.

''Ha siktir abi ya.'' dedi Uygar yüksek bir sesle. ''Kamera şakası mı amına koyayım? Bu ne?''

Deniz eliyle Uygar'ı susturdu. ''Abi, nasıl yani? Emin misin? Öyle olsa yani ne bileyim öyle olsa haberimiz olurdu.''

''Sadece üç yıl süren bir evlilik. 2005'ten falan bahsediyorum. Sen hatırlamazsın o dönemleri. Esat öldükten sonra Hale bir süre görünmedi ortalıkta. Cemre öldükten sonra da Serhan'la evlendi.''

''Serhan'ı biliyorum. Red Meat & Red Wine restoran zincirinin sahibi. Kardeşi de Özkan Güler. Ada mekanına gitti bir de bu adamın.''

''O kızı bir yere gönderirken iyi araştır Deniz. Aşık olduğundan beri açık veriyorsun. Bak Cemre de bulmuş izini.''

Deniz sıkıntılı bir nefes verdi ve konuyu kapattı. ''Neyse abi, bir gelişme olursa arayacağım. Sen de bir şey olursa ararsın.''

''Tamam oğlum, görüşürüz.''

Deniz telefonu kapatıp koltuğa fırlattı ve soran gözlerimle karşılaşınca başını ellerinin arasına alıp koltuğa çöktü. ''Kafayı yiyeceğim. Kafayı yiyeceğim. Kafayı yiyeceğim. Sikeceğim artık yeter amına koyayım. Ne yaşıyorum ben?''

Deniz'in yanına oturup birinin bir açıklama yapmasını bekledim ama ikisi de hala o kadar şoktaydı ki beni görmüyorlardı bile. Uygar'a baktım, merakımı görünce soracağım soruyu beklemeden bana bir şeyler söylemeye başladı.

''Büyük ihtimalle haklısın Ada. Melih ve Hale'nin iş birliği konusunda yani.''

''Hiçbir şey anlamıyorum Uygar. Şimdi Salih abinin söylediklerinden bunu nasıl anladınız? Ayrıca Seren kim? Esat Soydan kim? Beynimi yakıyorsunuz.''

Uygar derin bir nefes verdi. ''Seren kim mi? Seren, Melih'in karısı Ada. Esat Seren'in erkek kardeşiydi, öldü. Hale de Esat'ın eski karısıymış. Al sana bin bilinmeyenli denklem. Çöz bakalım çözebilirsen.''

 

Loading...
0%