@_kubraakyol
|
''Bu amına koyduğumun pezevengi her taşın altından çıkmak zorunda mı?'' dedi Uygar sinirle. Uygar her zaman pozitif ve neşeliydi, tamam nadir olarak sinirlendiği anlar elbette oluyordu ama onu ilk kez, tanıştığımızdan bu yana ilk kez bu kadar öfkeli görüyordum. Beyaz teni kıpkırmızı olmuştu. ''Yolunu yordamını, soyunu sopunu, gelmişini geçmişini siktiğimin şerefsizi. Kansız it.'' Deniz ellerini yüzünden çekip yavaşça ayağa kalktı. ''Kanını sikeyim!" dedi dudağının ucuyla. Ardından yürümeyi yeni öğrenmiş gibi ağır ağır yürüyüp alkol dolabının önüne gitti ve ellerini dolaba yasladı. Dolabın üstünde, duvara asılmış aynadan bakışlarımızı birleştirdi ama hemen ardından Uygar'a baktı. ''Ada'yı al ve çık buradan.'' dedi sakince. ''Çıkmıyorum.'' dedi Uygar, öfkesi hala yerli yerinde duruyordu. ''Üçüncüye söylemeyeceğim. Ada'yı al ve çık Uygar.'' ''Üçüncü defa da söylesen, bin üçüncü defa da söylesen çıkmıyorum Deniz. Derdin ne senin?'' ''Hıncımı senden almamı istemiyorsan defol git Uygar. Sana ne diyorsam onu yap. Yalnız kalmak istiyorum.'' ''Senin emirlerinden bıktım. Her zaman en iyisini biliyormuş gibi davranmandan da bıktım. Çıkmıyorum, sıkıyorsa çıkart beni buradan. Hadi bakalım. Nasıl alıyormuşsun hıncını?" Deniz bize doğru döndü, önce bana sonra Uygar'a baktı ve az önceki adımlarının aksine hızlı adımlarla Uygar'ın tam önüne yürüdü. ''Bir daha bağırsana.'' dedi, tırnakları avcunun içine gömülmüştü. ''SENİN EMİRLERİNDEN BIKTIM.'' dedi Uygar, bu durumda Deniz'i neden kışkırtıyordu ki? Konuşmamız gereken çok daha önemli konularımız yok muydu? Bu kavga da neyin nesiydi? ''Deniz, Uygar.'' dedim çekingen bir sesle. ''Kendinize gelin. Ne oluyor?'' Sesim onlara hiç gitmemişti. ''Benim evimde olduğunun farkında mısın yoksa ben sana anlatayım mı?'' ''Yok, farkında değilim. Anlat, anlat hadi.'' ''Uygar ne yapıyorsun?'' dedim. Deniz'in sinirleri bozulmuştu, normal davranmasını bekleyemezdim ama en azından Uygar normal olsaydı. "Derdiniz ne sizin? Kendinize gelin." "Sen karışma Ada." dedi Uygar sakin bir sesle. Deniz'e olan sesinin aksine bana karşı çok sakindi. "Bu bizim aramızda olan bir şey." Deniz başını yavaşça bana çevirdi ve çok kısa bir an bana bakıp tekrardan Uygar'a baktı. "Bizi yalnız bırakır mısın?" dedi sessizce. Uygar'a bakıyordu ama söylediği cümle banaydı. "HİÇBİR YERE GİTMİYORUM. KENDİNİZE GELİN." diye bağırdım. İki gözümden de aynı anda yaşlar süzülmüştü. "Ne yaptığınızın farkında mısınız siz?" "Ben farkındayım." dedi Uygar. "Sen çık Ada. Belli ki Deniz dayak yemek istiyor. Şahit olmanı istemiyorum." "KİMSE KİMSEYİ DÖVMEYE-" diye bağırdım ama cümlem yarıda kalmıştı. Çünkü Deniz Uygar'ın suratının ortasına okkalı bir yumruk geçirmişti. Çığlık attım. "DENİZ NE YAPIYORSUN SEN? Uygar, sen bari yapma Allah aşkına!" Uygar elinin tersiyle burnuna dokundu. Eli anında kırmızıya bulanmıştı. "Ya siz ne yapıyorsunuz? Kendinize gelin!" diye bağırdım. Beni dinlemeye hiç niyetleri yoktu. "Böyle mi hazmedeceksiniz olanları?" İkisi de beni duymuyor gibi duruyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Uygar'ın can acısıyla Deniz'e vuracağını düşünmüştüm ama o beni yanıltmış, Deniz'in bir yumruk daha atmasına müsaade etmişti. Bilerek mi yapıyordu? "Git dediysem git!" diye bağırdı Deniz. "Yüzünü dağıtmamı mı istiyorsun sen?!" Uygar yeni yarasına da dokundu ve bir süre Deniz'e bakıp hızlı adımlarla odadan çıktı. "O senin en yakın arkadaşın!" dedim bağırarak. "Özgür bizi vurmasın diye kendini öne atan arkadaşın! Bizim yüzümüzden ölümle cebelleşen arkadaşın! Kardeşim dediğin arkadaşın!" "Beni yalnız bırakır mısın Ada?" dedi sessizce. "Vur, kır, es, gürle. Sonra beni yalnız bırak. Hay hay Deniz Bey. Biz hepimiz sana uyalım. Çünkü bir tek sen dağıldın. Çünkü bir tek senin psikolojin bozuldu. Biz betondan yapıldık ya, hiçbir şey hissetmiyoruz. Bir tek sen işin içinden çıkamıyorsun." "Kardeşim olması duracağı yeri bilmeyeceği anlamına gelmiyor. Burası benim evim." "Senin evin? Tamam Deniz, ne yapıyorsan yap şimdi kendi evinde." dedim ve Uygar'ın peşinden ben de çıkışa doğru koştum. Arkamdan bir gürültü kopmuştu. Acaba neyi kırmıştı? Salondan ayrıldıktan sonra Uygar'ı buldum. Kış bahçesinde burnuna tuttuğu peçeteyle akan kanları temizliyordu. Yanına gidip elimi omzuma koydum. ''Uygar, iyi misin?'' ''Sorun yok.'' dedi boğuk bir sesle. Ağladı ağlayacaktı sanki sesi. ''İyiyim.'' ''Bunu neden yaptın Uygar? Keşke dinleseydin onu. Sinirleri çok bozuk.'' ''Eğer yapmasaydım kendine daha fazla zarar verirdi.'' dedi kana bulanan peçeteyi masanın üzerine fırlatarak. Anlamayan gözlerle baktım. ''Kendine karşı çok acımasız Ada. Eğer onu bıraksaydım kendine çok daha fazla zarar verirdi. Sinirlerini boşaltması lazımdı, ben de onu kışkırttım. Bana karşı daha merhametli olacağını biliyordum. Ki öyle de oldu. Canım yanmıyor, merak etme.'' ''Nasıl yani? Bile isteye mi yumruk atmasına izin verdin?'' ''Aynen öyle. Şimdi biraz daha azalan öfkesiyle evi dağıtıyordur, eminim.'' ''Salondan çıkarken bir şeylerin yere düştüğünü duydum.'' ''Bırak dağıtsın. Ben bile her şeyi yıkmak istiyorum Ada. Onun içinde neler kopuyor kim bilir? Sahte bir ölüm yüzünden kendini suçladı durdu. Dört sene, her gün ama her gün yıkılışını gördüm. Hepsi boşunaymış. Her şey planlı, programlı yapılmış. Sırf canı yansın diye yapılan bu tezgah Deniz'in kendisini aptal gibi hissetmesine sebep oluyor. Bir yalanı yaşadık yıllarca. İnanabiliyor musun?'' ''İnanmak istemezdim. Nasıl olabiliyor? Bu çok acımasızca bir şey. Hem de karmaşık. Ölmediyse, Melis neden ağır yaralandı? Her şey çok saçma.'' ''Cemre'yi bulmadan hiçbirini öğrenemeyeceğiz.'' ''Bu gece ben de sizinle gelmek istiyorum.'' ''Boş yere canını sıkmaktan öteye geçemezsin Ada. Deniz'in kendi yüzleşmesi lazım. Ben bile gitmek istemiyorum. Yani aslında gitmek istiyorum, benim de soracak hesabım var çünkü. Ama elimde kalır diye de korkuyorum. Benim kardeşime bunu neden yaptı? Nasıl yaptı? Ağzıma geleni söyleyesim var. '' ''Deniz'i yalnız bırakmak istemiyorum Uygar. Tek başına mı bırakacağız? Ya Cemre tek değilse ve Deniz'e bir zarar verirse. Sonuçta Melih'le çalıştığını biliyoruz.'' ''İkimiz arabadan izleriz, kötü bir şey sezdiğimiz zaman da içeriye gireriz.'' "O saate kadar burada bekleyecek miyiz peki?" "Ne yapmayı planlıyorsun?" "Eğer sen Deniz'in yanında olacaksan ben babama gitmek istiyorum Uygar." "Buradan ayrılmayacağım Ada, merak etme sen beni. Kerem'i al, öyle git. Ama telefonun hep elinde olsun. Sana her an ulaşabiliyor olmalıyım." Başımı salladım ve ona sıkıca sarıldım. "Tamam, akşam görüşürüz." "Görüşürüz Ada, Deniz bana emanet." Uygar'ı kış bahçesinde bırakıp dışarıya çıktım ve Kerem'in yanına gittim. "Bir yere mi gidiyoruz?" dedi garaja doğru bakarak. "Arabayı çıkarayım." "Evet, cezaevine gideceğiz Kerem." dedim, bana soran gözlerle baktı. "Babamı göreceğim." "Tamam, geliyorum birazdan. Bekle burada." Kerem garaja girdi ve yaklaşık bir dakika sonra siyah Range Rover ile çıktı. Onu bekletmeden arabaya binip kemerimi taktım ve İlker savcıyı aradım. "Alo." dedi. Sesi oldukça gergindi. "İlker savcım, benim Ada." "Ben de tam sizin davaya bakıyordum." dedi, sesinin biraz olsun yumuşadığını hissettim. "Bir gelişme var mı? Birine ulaşabildiniz mi? Yani o dönemin savcısı, polisi, doktoru ya da ne bileyim herhangi birine yani?" "Henüz değil. Babanın ifadesini okuyorum. Kontrolümü kaybettim ve görünmez bir kaza yaptım, araba dört takla attı, buna rağmen ikisi de yaşıyordu ama polisten korktuğum için kaçtım demişti. Buraya kadar normal." "Evet, anormal olan nedir?" "Az önce elime bir fotoğraf ulaştı. Kaza günü kaza raporuna eklenmesi gereken ama bana daha yeni ulaşan bir fotoğraf." "Nasıl bir fotoğraf?" "Kaza yerinde başka bir lastik izi daha var. Babanın kullandığı arabanın izlerine çok yakın bir iz. Yani oraya biri daha gelmiş. Ama kim?" "Ne?" dedim, büyük bir şok yaşıyordum. "Ben hiçbir şey anlamadım. Nasıl yani? Bi' saniye fotoğrafı kim göndermiş size? Bu zamana kadar nasıl saklamış? Sakladıysa neden şimdi açığa çıkarıyor?" "Kim gönderdi bilmiyoruz. Araştırıyoruz. Her ne haltsa işin içinden çıkamıyorum. Her şey Amerikan polisiye filmi gibi." dedi ve derin bir nefes verdi. "Sen ne için aramıştın?" ''Bb-ben.'' dedim kekeleyerek. ''Babamı görmek istiyordum. İzniniz olursa eğer, Cemre'nin yaşadığını söyleyecektim.'' ''Tamam, ben de zaten cezaevine gideceğim ifade almak için. Avukatı varsa haber ver istersen. Tek geleceksen de orada görüşürüz.'' ''Tamam, tamam. Görüşürüz savcım.'' dedim ve telefonu kapattım. Ellerim titriyordu. ''Ne oldu Ada?'' ''O kadar saçma sapan şeyler oluyor ki anlayamıyorum artık. Beynimi kullanamıyorum. Her şey çok kötü.'' ''Adaaa, bi' kendine gelir misin? Ne oldu?'' ''Cemre'nin öldüğü zannedilen kazada ikinci bir lastik izi varmış.'' ''İkinci lastik izi mi?'' ''Evet, bu zamana kadar dosyada olmayan bir fotoğraf. Kim bu fotoğrafı sakladı, onca zaman sonra neden savcıya gönderdi? Her şey saçma sapan." ''Savcı bulacak artık kim olduğunu... Yani bu davanın seyrini değiştirir." Başımı salladım. Çantamdan su çıkarıp kafama diktim ve bir dikişte bitirdim. Midem çok bulanıyordu. Can'ı aradım. ''Ada.'' dedi meraklı bir sesle. ''Ne yaptınız?'' ''Cezaevine gidiyorum Can. Savcı da geliyor. Sana ihtiyacım var. Çok saçma şeyler oldu. Avukatı olacaksın ya babamın, bilmen gereken şeyler var.'' ''Tamam, çıkıyorum ofisten zaten ben de. Bir saate kalmaz yanındayım." "Tamam Can, görüşürüz." "Offf." dedim büyük bir sıkıntıyla. "Yani her şey o kadar saçma ki Kerem, biz bu olanları nasıl çözeceğiz hiç bilmiyorum gerçekten. Öldü zannediyoruz bir anda ortaya çıkıyor. Kaza yerine ait başka bir delil buluyorlar. Cemre yaşıyor ama Melis ağır yaralanıyor, her ne hikmetse? ... Araba yavaş takla atmış, zaten raporda yazdığı gibi arabada ağır bir hasar yok. Buraya kadar normal. İkisinin hafif yaralanması da normal. Ki zaten Cemre ölmemiş. Ama Melis neden ağır yaralanıyor?" "Melis'in kalbine bir şey saplanmıştı Ada. Arabadan kopan bir parça. Yani Melis o parçanın üstüne düşmüş." "Aklıma bir şey geliyor. Yani çok saçma ama. Neyse, boş ver." "Söyle sen." "Babam, kalbine bir şey saplanan bir kız için durumu iyiydi, yaşıyordu demez. Şöyle bir teorim var. Babam sadece çarptı. Sonra biri geldi. Kim geldiyse de artık, o bahsettiğin parçanın Melis'in kalbine saplanmasına sebep oldu." Kerem bir süre sustu. "Eğer bu söylediğin doğruysa mimar değil dedektif falan ol Ada." Kerem çok tuhaftı, beni en olmayacak zamanlarda bile gülümsetiyordu. "Ne? Olmayacak bir şey mi söylediğim? Gayet makul bir şey söyledim bence." "Olabilir, evet. Neyse şu an mutluyum. Çünkü Deniz Bey dört senedir kendini bir ölümden sorumlu tutuyordu, şimdi bu vicdan azabından kurtuldu. Ne olursa olsun bu çok iyi bir şey değil mi? Tamam, kandırıldı. Kendisini katille eş değer zannetmesine sebep oldular belki ama Cemre yaşıyor. Artık her şey daha da iyi olacak bence." "Keşke ben de senin kadar iyimser olsam Kerem. Belki de Cemre'nin sevgisi bile yalandı. Ki olanları düşündükçe bu çok yakın bir ihtimal, yani Deniz böyle ağır bir şeyi nasıl atlatacak?" "Deniz Bey seni çok seviyor Ada. Seninle atlatacak. Sen bilmiyorsun tabii ama kıyaslamak da saçma farkındayım. Yani nasıl desem. Seninleyken gözlerinin içi bile gülümsüyor. Onunla yani Cemre'yle böyle değildi. Sen yanında olduğun sürece en ağır savaşlardan bile sağ çıkar." "Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" "Bırak da patronunu tanıyayım." Sanırım Kerem haklıydı. Çünkü Cemre İspanya'da yaşamak isterken Deniz bu fikre yanaşmamıştı. Ama ben İtalya'dayken orada yaşama fikrini sunduğumda daha dünden razıymış gibi hemen kabul etmişti. Hafifçe başımı salladım ve dışarıyı izleyerek gece olacakları düşündüm. Bu gece çok büyük bir yüzleşme yaşanacaktı ve ne yazık ki bu yüzleşmeyi yaşayacak olan kişi dünyada en sevdiğim kişiydi. En hafif hasarla atlatmasını umdum. *** "Merhaba." dedi İlker savcı benimle tokalaşırken. Cezaevi kapısında karşılaşmıştık. "Merhaba savcım." "Tek başına mı geldin? Avukatı yok mu babanın?" "Birazdan gelir." dedim saatime bakarak. Ellerim titriyordu. "Tamam, öyleyse geçelim." "Ben teşekkür ederim savcım. Babamı görmeme izin verdiğiniz için." "Önemli değil. Hadi geçelim." Yavaş yavaş cezaevi kapısına doğru ilerledik. Kapıda duran jandarmalar anında kapıyı açmışlardı. Yani Ada Bir savcının forsundan yararlanmadım demezsin artık. dedim içimden. Şimdi elimi kolumu sallayarak geçtiğim bu kapıdan yanımda savcı olmasa asla geçemezdim sonuçta. Düşüncelerimi savuşturdum. Ne zaman hayatımla ilgili çok önemli bir şey olsa, ne zaman stres yapsam böyle saçma sapan şeyler düşünüp andan sıyrılmaya çalışıyordum. O çok önemli konudan uzaklaştığımı düşünmek beni rahatlatıyordu ama nihayetinde cezaevindeydik ve ben stresten bayılmak üzereydim. Keşke Deniz yanında olsaydı Ada! "Buyurun savcım." diye karşıladı bizi, orta yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim ve oldukça resmi giyinmiş bir hanımefendi. Müdire olmalıydı. "Biz de sizi bekliyorduk." Sesi olduğu mekandan bağımsız kadife gibiydi ve yüzü çok güzeldi. "Merhaba Elif Hanım." dedi savcı ve beni gösterdi. "Ada Hanım, Selçuk Dündar'ın kızı." Elif Hanım elini bana uzattı. "Merhaba." dedim sessizce. Sözlerimi İlker savcı devraldı. "Ada, Elif Hanım bu cezaevinin müdiresi." "Memnun oldum." dedim utangaç bir tavırla ellerimi önümde birleştirip. Acaba bir şeyler söylemeli miydim diye düşünürken İlker savcı beni bu zahmetten kurtarmıştı. "Selçuk Dündar nerede? Koğuşta mı?" "Sizin geleceğinizi öğrenince sorgu odasına aldık. İçeride şimdi. Hemen görüşecek misiniz? Bir çay ikram etseydik." Savcı fikrimi almak istercesine bir anlığına yüzüme baktı. İstemediğimi belli etmiş olmalıydım ki adının Elif olduğunu öğrendiğim kadını Hayır. diye yanıtladı. "O kadar vaktimiz yok. Bir an önce halletmemiz gereken problemler var. Belki daha sonra." "Peki savcım. O zaman buyurun." Savcı ve müdire önde, ben arkada binaya doğru ilerliyorduk. Kalbim yerinden çıkacak gibi hissediyordum. Beni yatıştıracak bir şeye, yani Deniz'e ihtiyacım vardı. Ama olmadığı için ondan bir parçaya dokunmak istedim. Elim istemsiz karnıma gittiğinde elimden kalbime bir sıcaklık yayıldı. Hiç olmayacak bir andaydık ama gülümsedim. "Evet, Selçuk Dündar içeride." dedi müdire içeriye girdiğimizde. İlerideki camdan babamı görebiliyordum. Ama o bizi göremiyor, duyamıyordu. İlker savcı bana baktı. "Ada, çok fazla vaktin yok. Yani en fazla on dakika babanla görüşebilirsin. Ondan sonra sorguya alacağız. Ama Cemre'nin yaşadığını senin söylemeni istemiyorum. Yani bu dosyayla ilgili bir şey. Avukatıyla ona açıklamamız gerek." "Tabii, siz nasıl isterseniz. Ama siz sorgudayken sizi izleyebilir miyim buradan?" "Tabii." dedi İlker savcı. Gülümsedim ve babamın olduğu odaya ilerledim. Birazdan beni göreceğinden habersiz, hüzünlü bir şekilde oturuyordu. Ona sarılmak istiyordum. Sen katil değilsin demek istiyordum. Tek suçun Savaş'ı Melih'e vermek, cezanda indirim olabilir demek istiyordum. Kapıyı yavaşça açtım. Babam başını çevirmemiş, önünde birleştiği ellerine bakıyordu. Babam mahcuptu. Yaşadığı ve yaşattığı her şeyden mahcubiyet duyuyordu. Bunu iliklerime kadar hissetmiştim. Yıllar önce sadece kızını yaşatmak için girdiği bu yol şimdi onu bir koğuşa getirmişti. Pişman olduğunu biliyordum ama yine olsa yine aynısını yapacağını bilecek kadar tanıyordum artık onu. "Baba." dedim mum alevi gibi titreyen sesimle. Babam algılarını toplarken başını kaldırdı ve sesimin yönüne doğru baktı. Yüzü yüzümle buluştuğunda idrak etmeye çalışıyordu. Gördüğüm şey gerçek mi? diye düşünüyordu belki de. "Kızım." dedi telaşla sandalyeden kalkarken. "Ada. Sen mi geldin?" "Evet." dedim biraz heyecanla. "Nasılsın?" "Bb-ben." dedi. Harfleri uygun yerlere yerleştirmek için çaba sarf ettiğini fark ettim. "İyiyim. Orada mı duracaksın?" Babamın sorusu sanki bir komutmuşçasına minik adımlarla yanına ilerleyip karşısında durdum. Ona sarılmak istiyordum ama önce onun yapmasını istiyordum. Canım kızım. diyerek tıpkı eski günlerdeki gibi beni bağrına basmasını istiyordum. Ben ona sığınmadan önce o çoktan bana güvenli alanımı yaratsın istiyordum. İstediğim olmuştu. "Canım kızım." dedi babam ve güçlü kollarını etrafıma sardı. Tereddüt etmeden kollarımı ona sardım ve başımı göğsüne saklayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Elleri saçlarımın üzerinde geziyordu. "Güzel kızım. Canımın içi kızım. Gece gözlü yavrum benim. Ah sen bana baba diyorsun ya bütün dünya benim oluyor sanki. Şu gece siyahı saçlarının tek teli için her şeyi yaparım." Boğazımdan derin bir hıçkırık döküldü. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Sanırım sadece babam konuşsa bana yeterdi. "Ben sorguya gireceğim zannediyordum. Seni görünce-" "Sorgu olacak zaten." dedim zannettiği şeyi doğrulayarak. "İlker savcı burada. Davayla ilgili önemli bir şey oldu. Biraz sonra sana hepsini anlatacaklar. Arkadaşım Can da geliyor, avukatın olacak." "Ne?" dedi babam ve sarılmamızı sonlandırdı. Masada karşısına geçip sürahideki sudan bardağa doldurup ona uzattım. "İç bunu." Babam titreyen eliyle bardağa uzandı ve bir yudum aldı. "Neler oluyor kızım?" "Ben açıklayamam. Sadece yanında olmak istedim. Birazdan her şeyi öğreneceksin. Çok fazla kalamayacağım." "Kötü bir şey mi oldu? Melih bir şey mi yaptı kızım?" dedi telaşla. "Birine bir şey mi yaptı?" "Hayır, herkes iyi. Yalnızca bilmen gereken bazı şeyler oldu işte. Savcı anlatacak hepsini. Endişelenme... Sen nasılsın?" "İyiyim. İyi olduğunuzu öğrendim daha iyi oldum. Savaş nasıl? Güneş?" "İkisi de iyi. Merak etme sen. Savaş'la aramız çok iyi. Eski günlerdeki gibi. Çok güzel vakit geçiriyoruz." Babamın gözünden bir yaş aktı. "Çok, çok sevindim. Dilerim beni bir gün affederler." "Bence affedecekler." dedim kendimden emin bir sesle. "Sen her zaman daha merhametliydin. Annen gibiydin yani. Savaş biraz daha sertti. Kolay affetmezdi. Biraz acımasızdı. Hala öyle sanırım." "Aslında öyle değil. Sen tutuklandıktan hemen sonraki gün konuştuk biz. Yani çoktan affetmişti beni." "Sen onun ikizisin güzel kızım." dedi gülümseyerek. "Sana kıyamaz ki o. Kimseyi affetmese bile seni affeder. Bak mesela ne anlatacağım. Dördüncü yaş gününüzde Güneş Savaş'ın pastasından alıp ağzına atmıştı. Güneş küçücük olmasına rağmen Savaş ona çok kızmıştı. Sonra sen de çatalını aldın ve Savaş'ın tabağındaki pastadan küçük bir parça aldın. Savaş sana kızmamış, kızmadığı gibi bir çatal da kendisi vermişti sana." Küçük bir kahkaha attım. "Sana olan merhameti kimseye karşı yok." "Yıllar geçmiş ama hala hatırlıyorsun." dedim. "Hepi topu beş sene geçirebildim sizinle. Tüm anılarımız aklımda. Sana masal okumazsam asla uyumazdın. Savaş peynir yesin diye çok yalvarmıştım. Ya da Güneş, önce benim kucağımda uyurdu. Sonra yatağına yatırırdım onu. Böyle küçük anılar bile aklımda." "Savaş peynirden hala nefret ediyor." Babam gülümsedi. "İnatçı çocuk." "Çok. Benden bile inatçı." "Ooo bak işte orada dur. Kimse senin inadınla başa çıkamaz." Kaşlarımı çatarken yüzüme bir gülümseme yayıldı. Anlatmasını bekliyordum. "Televizyonda sevdiğin çizgi film çıktığında seni dışarıya çıkarmak mümkün olmuyordu. Sırf bu yüzden hastane randevuna geç kalmıştık. Ben bile ikna edememiştim. Çığlık çığlığa bağırdığını hatırlıyorum. Dışarıdan duyanlar seni dövdüğümüzü falan düşünmüşlerdir." Burnumu kırıştırdım. "Ben de az değilmişim." dedim. Babamın yüzünü bir hüzün kapladı. "Sen benim için hala o küçük kız çocuğusun Ada. Güzel kızım benim." "Yine olsa." dedim yutkunarak. "Annemin canına kıyacağını bile bile yine de Savaş'ı verir miydin?" "Verirdim." dedi düşünmeden. "Ama bu sefer annenin ölmesine müsaade etmezdim. Engellemek için elimden geleni yapardım." Başımı salladım. "Sence neden yaptı bunu? Yani sonuçta yine de geri dönülemez bir yol değildi. Bir gün Savaş'ın geri döneceğine hiç inanmadı mı?" "İnanmıyordu. Ki haklı çıktı. Ben ona en fazla bir sene sonra Savaş dönecek diyordum. Çünkü Melih Salih'i öldürmeyi planlıyordu. Salih ölünce Savaş geri gelecekti." "Salih abi ölmedi, Savaş da dönemedi." dedim. "Ben çok üzgünüm. Yaşanan her şey için. Annen haklı çıktığı için. Yani Savaş'ın gelmeyeceğine emin olmuş ki canına kıymış. Yüreğim parçalanıyor hala. Senin onu gördüğünü hatırladıkça." "Bizim için savaşması gerekiyordu. Ardında iki kızı vardı." dedim yutkunarak. "Hastalığın son evresiydi Ada. Yani ölümü kendi seçmesi bile birkaç ay sonra yaşamını yitirecekti. O zamanlar tıp böyle gelişmemişti. Bizim durumumuz da malum." Babam yanaklarına süzülen gözyaşlarını sildi ve bana ışıl ışıl gözlerle baktı. "İyi ki geldin kızım. Seni çok seviyorum." Yutkundum. Ben de babamı seviyordum. Onu ne zaman affettiğimi ve sevdiğimi fark ettiğimi bile hatırlamıyordum. Cesaretimi toplamak istedim. Aynı cümleyi söylemek istedim. Ama İlker savcı Can'la birlikte odaya girdi. "Ada, ziyaret saatin doldu." Yavaşça oturduğum yerden kalktım ve babama sarıldım. Keşke burada biraz daha kalmam mümkün olsaydı ama hayat böyleydi işte. İstediğimiz şeyleri bize sadece bir süreliğine veriyordu. Sonra da geri alıyordu. Odadan çıktım ve beni görmelerini engelleyen camın arkasına geçtim. Şükürler olsun ki İlker savcı konuşmalarını duymama izin vermişti. Babam yavaşça oturdu, İlker savcı ve Can da karşına oturduğunda pür dikkat izlemeye başladım. Can dosyaya bakarken babam az önce koyduğum sudan bir yudum aldı. "Evet Selçuk, buraya önemli şeyler konuşmaya geldik. Davanın seyrini değiştirecek kadar önemli şeyler. Şimdi ifadenin üzerinden bir daha geçeceğiz." "Sizi dinliyorum savcım." dedi babam. "Kazadan sonra İki kızın da durumuna baktım, yaşıyorlardı. İkisi de iyiydi. demiştin." "Evet. Hala da öyle diyorum. Söylediğim şeyin arkasındayım." "Peki, sana şöyle bir soru. Cemre ve Melis, hangi pozisyondaydı? Arabanın içindeler miydi?" "Cemre de Melis de arabanın içindeydi. Cemre'nin kolunda, karnında ve boynunda yaralar vardı. Melis'in alnı, beli ve bacağı kanıyordu. Söylemiştim, ölecek kadar hızlı çarpmadım." "Peki yaralar böyle söylediğin gibi basitse bu kız nasıl öldü Selçuk? Melis neden ağır yaralandı? Hiç düşünmedin mi?" "Düşündüm. Yardım geç gittiği için kan kaybından öldü sandım. Ya da iç kanama yüzünden olduğunu düşündüm." "Anladım. Peki ikisi de arabanın içinde dedin ya. Koltuktalar mıydı?" "Evet." "Yani demene göre Melis'in kalbine saplanmış bir şey yoktu?" Babam şaşkınlıkla baktı. "Hayır, öyle bir şey yoktu savcım." "Peki ben sana Melis arabanın yanında, yerde, yüzüstü bulundu desem, kalbine arabadan bir şey saplanmıştı desem ifaden hala aynı mı kalır? Bir şeyler saklıyorsun gibime geliyor da." "Ne?" dedi babam şaşkınlıkla. "Hayır, hayır öyle bir şey asla olmadı. Öyle bir şey yoktu. Ben yapmadım. Ben küçücük bir kızı öldürmem. Öldüremem." "Arabayla çarparsın ama." dedi İlker savcı iğneleyici bir sesle. "Neyse, konumuz bu değil. Yalan söylemediğini ve senin yapmadığını biliyorum. Kaza alanında senin kullandığın arabadan farklı bir lastik izi çıktı Selçuk." "Ben gerçekten anlamıyorum. Anlamıyorum. Yani nasıl? Sadece yaralı olduğunu biliyordum. Nasıl yaralı olduğunu bilsem, kalbine bir şey saplandığını bilsem." "Bu dosya alelade işlenmiş. Bugün bana bir delil geldi." dedi savcı ve poşet içindeki fotoğrafı babamın önüne işaret parmağıyla uzattı. "Bu fotoğraf bana bugün geldi. Olay yerinde çekilmiş." Eline bir kalem aldı ve bir lastik izini işaret etti. "Bu senin kullandığın arabanın izi." Kalemi kaldırdı ve hemen yanına yakın izleri de gösterdi. "Bu da diğer arabanın izleri. Bu izler senin izlerinden daha sonra olmuş. Sen gitmişsin o gelmiş. Yani kim geldiyse artık. Bir fikrin var mı? Melih olabilir mi?" "Herhangi bir tahminim yok. Sadece olanları anlamaya çalışıyorum." "Asıl haberim başka benim." dedi savcı fotoğrafı babamın önünden çekerken. "Cemre." dedi ve babamın odaklanmasını bekledi. "Olanlar için çok üzgünüm. Keşke yaşatma imkanım olsaydı." "Yaşıyor zaten." dedi savcı bir anda. Evet bunu ben de beklemiyordum. Bu gerçeği ben bile henüz kabullenememişken babamın kabullenmesini elbette bekleyemezdim. Duyduğu şeyi algılamaya çalışıyordu. Kulaklarından beynine uzanan yolda ona yardımcı olmak istemiştim ama sanırım şu an pek de mümkün değildi. Beyaz olan yüzü daha da beyazlaşırken bir yudum su içti. "Ben ciddi şeyler konuşacağız zannediyordum. Siz benimle dalga geçmeye gelmişsiniz." "Dalga geçmek için ayağına kadar gelecek halim yok. Cemre yaşıyor. Nasıl olduğunu bilmiyoruz. Zaten konumuz bu değil. Konumuz, bu planın içinde kimler var? Tahmin ettiğin birileri var mı?" "Çok, çok hızlı ilerliyoruz. Ben anlamıyorum." "Hızlı ilerlemek zorundayız zaten!? Bak, birinin ölümüne sebep olmamışsın. Katil değilsin ve bunu ispat etmeye çalışıyorum. Yardımcı olman gerekiyor. Anlatman lazım." "Neyi nasıl anlatacağım? Ben ne duyduğumu idrak etmeye çalışıyorum. Bu nasıl olabilir?" "Zaten sen de ölmediğini söylemiyor muydun? Bak ölmemiş işte. Ölmüş gibi göstermiş kendisini. Neden yaptı? Nasıl yaptı? Kimle yaptı? Öğrenmemiz lazım." "Ben bilmiyorum. Yani ben katil değilim öyle mi?" "Bunu delillerden sonra kanıtlayacağız artık... Tamam, o zaman şöyle yapıyoruz. Melih'le nasıl yaptın bu planı? Arada başka birisi var mıydı? Yani adı geçen başka biri de olabilir?" "İkimizdik. Başka kimse yoktu. Bana, çarp ve kaç dedi. Dediğini yaptım. Başka bir kişi yoktu. Sadece ikimizdik." "O zaman senin haberin olmadan Melih başka kişi ya da kişilerle başka anlaşmalar yaptı." "Bilmiyorum." dedi babam. Sesi sakindi. "Gerçekten bilmiyorum." "Neyse, Cemre Seçkin'i arıyoruz. Bulunduğunda her şey ortaya çıkar. Soruşturmayı yeniden açacağım. Şimdi sizi avukatınızla yalnız bırakıyorum. Gelişmelerden Can Bey aracılığıyla haberdar olacaksınız zaten. Benden buraya kadar, şimdilik." Babam başını salladı ve ayağa kalktı. İlker savcı delil dosyasını aldı ve Can'la babamı yalnız bırakıp odadan çıktı. Savcının Hale Parlar'dan, Esat Soydan'dan, Seren Karahan'dan haberi yoktu. Cemre'nin bugün araba kiralama şirketine gideceğinden ve bizim onu baskına gideceğimizden haberi yoktu. Söylemeli miydim bilmiyordum. Sanırım susmak en iyisiydi. Deniz Cemre'yle yüzleşmeden Cemre'nin tutuklanmasını istemiyordum. "Şimdilik burada yapacağım bir şey kalmadı. Gidelim." dedi savcı yanıma geldiğinde. "Tamam." dedim ve çıkışa doğru yürürken Can'a mesaj attım. Seni dışarıda bekleyeceğim, çıkışta görüşürüz. "Bir gelişme olursa beni haberdar edin olur mu savcım?" dedim, dışarıya çıkmıştık. "Ben Can'ı bekleyeceğim." "Tamam, dikkat et. Bir gelişme olursa ben de sizlerden haber bekliyorum. Yani herhangi bir mesaj gelebilir ya da not. Ne bileyim? Her şeyi söylemenizi istiyorum. Küçücük bir ipucu bile çok önemli." "Tabii." dedim gözlerinin içine baka baka yalan söylediğim halde. "Küçücük bir haber bile olsa haberiniz olacak." Savcı benimle el sıkıştı, arabasına doğru yürüdü. Ben de Kerem'in yanına gittim ve arabaya atladım. "Ee?" dedi Kerem merakla. "Ee'si babam öğrendi. Can'ı bekliyorum şimdi. O çıksın, biz de gideriz." dedim ve telefonuma gelen mesaja baktım. Uygar'dan gelmişti. -Ada, ne yaptınız? +Çıktım, babam Can'la görüşüyor. O çıktıktan sonra geleceğim hemen. Deniz nasıl? Beni anında cevaplamıştı. -Yani, biraz daha iyi sanırım. Başımı ekrandan kaldırdım. Can bizim arabaya doğru geliyordu. Camımı indirdim. "Evet?" dedim açıklama beklerken. ''Çabuk geldin.'' ''Şimdilik sadece öyle bir üstünden geçtik babanla. Geniş bir zamanda tekrar geleceğim ve uzun uzun konuşacağız. Zor bir süreç başlıyor, onu baştan söyleyeyim. Her şey Cemre'nin bulunmasına bağlı." "Anladım. Yani şurada birkaç gün öncesine kadar sadece Melih ve Özgür'ü arıyorken bir de şimdi Cemre çıktı başımıza." dedim yükselen bir sinirle. "Evet. Ama moral bozmak yok. Sonu güzel olacak inan bana. Bu davaya çok iyi çalışacağım Ada. Baban için yapacağım bunu." "Teşekkür ederim Can. İyi ki varsın." "Sen de iyi ki varsın Adacım. Ben şimdi gidiyorum. Herhangi bir şey olursa haber veririm." "Tamam, Selay'ı öp benim için. Görüşürüz." Can işaret ve orta parmağını birleştirip iki kaşının ortasına koydu. "Baş üstüne. Hadi görüşürüz." "Hadi biz de gidelim." dedim Kerem'e dönüp. "Bu gece uzun bir gece olacak." Kerem ayağını frenden çekti ve araba ileriye atıldı. Bir yandan bir an önce eve gitmek istiyordum. Bir yandansa buradan hiç ayrılmak istemiyordum. Neyin içine düştüğümüzü ve düşeceğimizi çok merak ediyordum. Midem kramplarla dolu bir organdı benim için. Neden bu kadar acı çektiğimi bile bilmiyordum. *** "Hoş geldin." dedi Uygar kapıyı bana açtığında. "Deniz kış bahçesinde." "Anlatmam gereken çok önemli şeyler var Uygar." dedim ve kış bahçesine doğru hızlı adımlarla ilerledim. "Ne oldu? Bir gelişme mi var?" "Evet, oldukça önemli hem de." "Ne oldu yine? Kötü bir şey mi?" "Zaten karmaşık olan işlerimiz iyice karmakarışık oldu Uygar. Bu kadarını söyleyeyim sadece." Uygar sinirli olduğu her halinden belli olan bir kahkaha attı. "Bu işin sonunda hepimizi ya tımarhaneye ya da cezaevine atacaklar gibime geliyor ama hadi bakalım." Kış bahçesine girmiştik. Deniz etrafı küçük taşlarla çevrili olan ve üzeri ağaç yaprağıyla dolmuş gölü izliyordu. Adım seslerimizi duyunca bize doğru döndü. Ben evden çıkmadan önce tartışmıştık ama şu an bu ikimizin de umursadığı bir şey değildi. Hiç yaşanmamış gibi yanına koştum ve ona sıkıca sarıldım. Elleri saçlarımda gezerken hissettiğim huzuru hiçbir yerde ve hiç kimsede hissetmediğimi fark ettim. "İyi misin?" dedim. Yüzüm hala göğsüne kapalıydı. Başını salladı. Çenesi hafifçe başıma vurdu. "Peki ya sen?" dedi, daha çok kendi kendine konuşur gibiydi. Göğsünden ayrılıp yüzümü yüzüne sabitledim. "İyiyim. Anlatmam gerekenler var." "Tamam o zaman oturalım şuraya hadi." dedi Uygar. Deniz'le birlikte hemen yan taraftaki çift kişilik koltuğa oturduk. Uygar da karşımızdaydı. ''Evet Ada, ne öğrendin?'' ''Cezaevine gidip babamı görebilmek için İlker savcıyı aradım. Bana Elime yeni bir delil ulaştı. dedi.'' ''Delil mi? Ne delili?'' Önce Uygar'a sonra Deniz'e baktım. ''Olay yerine ait bir fotoğraf. Babamın kullandığı araçtan başka bir lastik izi daha varmış kaza yerinde. Babam çarpmış, sonra ne olduysa olmuş. Daha sonra da başka bir araç gelmiş.'' ''E kim saklamış bu delili bunca zaman? Ve şimdi neden ortaya çıkarıyor?''' ''Vallahi o kadarını bilemiyorum. Savcı babama Cemre ve Melis'i kontrol ettiğini söyledin, hangi pozisyondalardı? diye sordu. Babam İkisi de koltuğundaydı. dedi.'' ''Melis arabanın yanında, yüzüstü ve kalbine bir şey saplanmış şekilde bulundu ama.'' dedi Uygar. Ardından bir anda ayağa kalkıp elini havaya kaldırdı, parmaklarını şıklattı. ''Baban baktığında ikisi de koltuğundaydı, sonra baban gitti. Babanın ardından biri geldi ve Melis'i arabadan aşağı attı. Kazada ölmediği için öyle öldürmek istedi.'' Uygar'la aynı şeyi düşünüyorduk. Deniz'e baktım. Herhangi bir tepki vermemişti. Yüz ifadesini okuyamıyordum. ''Evet.'' dedim pürüzlü bir sesle. ''Ama kim?'' ''Baban katil değil.'' dedi Deniz. ''Baban, Melis'in bu halde olmasına sebep olan kişi de değil.'' Deniz gülümsüyor muydu bilmiyordum ama benim dudaklarımda sadece çok yakından bakanların göreceği bir tebessüm vardı. Babamın vicdan azabı çekeceği bir şey yoktu artık. Benim kendimi kötü hissetmemi gerektirecek bir şey yoktu. Bütün bu olanları yaşarken bunu gözden kaçırmıştım ama Deniz unutmamıştı. ''Bu sonranın konusu.'' dedim ve elimi Deniz'in bacağına koydum. ''Şu karmakarışık polisiyeden bir kurtulalım da.'' ''Şimdi.'' dedi Uygar. ''Plan nedir? Ne yapıyoruz?'' *** Otomobil kiralama şirketinin bodrumundaki kapalı otoparkta, Uygar'ın mat siyah Audi Q8'inin içinde oturuyorduk. Buraya 21.50'de gelmiştik, şu an saat 22.37'ydi ve Cemre'nin kiraladığı aracı teslim etmesine yirmi üç dakika kalmıştı. Deniz, şirketin danışma kısmında oturduğu tekli koltukta Cemre'yi bekliyordu. Bizim önümüzde bir laptop vardı. Ekranda iki kamera kaydı açıktı. Biri otomobil şirketinin kamera ağıydı. Biri de Deniz'in üzerindeki kameranın kaydıydı. Uygar Deniz'in yakasının iç kısmına böcek kadar küçük bir mikrofon ve taktığı ince zirkon kolyenin ucuna da mikro kamera yerleştirmişti. Böylece ne konuştuklarını duyacak ve olanları izleyecektik. Ters bir durum olunca da beklemeden yukarıya çıkacaktık. Keşke Deniz'in de bizi duyabileceği bir şeyler bulabilseydik ama herhangi bir kulaklık takması durumunda Cemre fark ederdi ve bu tercih ettiğimiz bir şey değildi. ''Çok gerginim.'' dedi Uygar. ''Hani normal insanlar üniversite sınavında ya da ne bileyim ehliyet sınavında falan bu kadar gergin ya da stresli olur. Ama ne yazık ki biz normal insanlar değiliz.'' ''Yapma Uygar.'' dedim. ''Anormal olan biz değiliz, anormal olan başımıza gelenler.'' Bir süre sustum ve gerginliğimizi azaltmak için konuyla hiç alakası olmayan bir soru sordum. ''Sahi sen üniversiteyi nerede okudun?'' ''Amerika'da, Rice Üniversitesi'nde okuduk. Deniz'le birlikte. O işletme istiyordu, nitekim istediği de oldu. Malum, otel zincirleri var ve bu zincire sürekli yeni oteller ekliyorlar. Ben de E madem arkadaşım bu otelleri yönetecek, ben de mühendisliğiyle, yapısıyla, mimarisiyle falan ilgileneyim. dedim ve Mimarlık ve Yapı okudum.'' Deniz sevgilimdi ve ben hangi üniversitede okuduğunu bile bilmiyordum. Onun hayatı kocaman bir denizdi ve benim öğrendiğim sadece bir kaşık su kadardı. Acaba derinlere indiğimde neleri keşfedecektim? ''İşte Deniz işletme okudu, sonra yönetici oldu. Sonra CEO falan.'' ''Kaç otelleri var?'' ''Ben yirmi sekizde saymayı bıraktım. Yani en son 2015'te yirmi sekizdi. Ondan sonra üstüne birçok otel daha alındı ya da yapıldı. Öyle yani. Sadece otelleri yok. Hastaneleri de var. Bir tanesini zaten biliyorsun. Bülent amca çalışıyor. Bak otelleri bilmiyorum ama kaç hastaneleri olduğunu biliyorum.'' ''Kaç?'' ''Yedi tane. Bir tanesi burada. İki tane Ankara'da var. Bir tane Antalya'da, bir tane Muğla'da, bir tanesi İzmir'de ve sonuncusu da Eskişehir'de.'' ''Hastane yönetimleriyle kim ilgileniyor? Yani o bambaşka bir alan. Deniz anca otellere falan yetişebiliyordur.'' ''Evet, Deniz anca otel ve inşaatlarla ilgileniyor. Hastane ayağı Deniz'in amcasında. Yani otellerle Fatih abi ilgileniyordu, hastanelerle Bülent abi.'' ''Fatih Bey bütün her şeyi bırakınca Deniz'e kaldı yani her şey.'' ''Evet.'' ''Peki böyle bilmediğim başka şeyler var mı? Mesela bizim evimizin Deniz'e dedesinden kaldığını biliyorum ama hangi dedesinden kaldı bilmiyorum. Yani eğer varsa anneannesi, babaannesi nerede?'' ''Şimdi oturduğunuz ev Fatih abinin babası Mahir dedenin eviydi. Deniz küçüklükten beri çok sever orayı, orada büyüdü sayılır. Mahir dede Melis'in kazasından iki yıl önce falan kalp krizinden öldü maalesef. Eşi Füsun babaanne da üzüntüsüne dayanamadı. O da öyle gitti anlayacağın.'' Yüzümü astım. Bu dünyada ne kadar çok dram vardı böyle. Füsun babaanne Mahir dedeyi, ardından üzüntüden ölecek kadar çok seviyordu demek ki. Ya sen Ada? Sen de Deniz'i öyle sevmiyor musun? ''Peki anneannesi ve diğer dedesi?'' ''Deniz'in anne tarafı biraz karışık. Anneannesi Eskişehirli, dedesi Ankaralı. Ama ayrılmışlar daha Canan abla küçücükken. Canan abla teyzesiyle büyümüş, burada İstanbul'da. Pek bahsetmez ailesinden ama pek de hayırlı insanlar değillermiş anladığım kadarıyla. İsimlerini bile bilmiyorum mesela. Ama anneannesinin öldüğünü biliyorum.'' ''Anladım.'' dedim. Ardından kulaklığımda bir ses duyuldu. Deniz'in sesiydi. ''Nerede kaldı bu Uygar? Hani bugün on birde gelecekti arabayı teslim etmeye?'' Deniz bizi duyamayacağını bile bile söyleniyordu çünkü gerilmişti. Saate baktım. 22.48'i gösteriyordu. ''Deniz bu yüzleşmeye hazır mı sence?'' dedim. ''Çok korkuyorum.'' ''Korkma Deniz bir zarar vermez ona.'' ''Ondan korkmuyorum ki. Cemre'nin bir zarar vermesinden korkuyorum.'' ''Korkma, öyle bir şey olmayacak.'' ''Keşke savcıya haber verseydik Uygar. Bu yaptığımız duyulursa hiç iyi şeyler olmaz çünkü. Resmen kanun tarafından aranan birine baskın yapıyoruz. Bir suçluyla görüşeceğiz farkında mısın?'' ''Korkma Ada ortaya çıkmayacak. Güven bana. Gerildiysen, bana az önceki gibi sorular sorabilirsin. Eğer yatışmanı sağladıysa.'' Biraz düşündüm ve aklıma Uygar'ın vurulduğu gece kulübü geldi. ''Otel ve hastane dışında hangi alanlarda iş yapıyorlar? Aladağ Holding bünyesinde başka ne var yani?'' Uygar anlamış gibi yüzüme baktı ve eski anıları silmek istercesine başını hızlıca iki yana salladı. ''Başka bir şey yok aslında. O vurulduğum gece kulübü ilk işleri olacaktı, tabii eğer olsaydı. Fatih abi eğlence sektöründe de adını duyurmak istemişti.'' ''Senin hayatına mal olacaktı neredeyse!'' dedim sinirle. ''Öyle olacaktı evet.'' ''Hiç korkmadın mı? Yani ölecektin Uygar. Özgür blöf yapmıyordu.'' ''Korkmadım. Aynı şey benim başıma gelse Deniz de hiç düşünmeden aynısını yapardı, biliyorum.'' ''Yani sen hayat ve umut dolusun Uygar. Hayattan bu kadar çabuk vazgeçmen-'' ''Deniz için her şeyi yaparım Ada. Sen Savaş için, Güneş için yapmaz mısın?'' ''Yaparım.'' ''Tamam işte. Onlar senin nasıl kardeşinse Deniz de benim kardeşim. Söz konusu o olduğunda risk alıyorum. Kardeşlik bunu gerektirir.'' ''Hiç kardeşin olmadan kardeşlik bağını bu kadar yaşaman, yani nasıl desem? Çok tuhaf.'' ''Yaşamadığımı kim söyledi?'' dediğinde ona anlamayan gözlerle baktım. ''Bir ablam vardı.'' ''Ablan mı?'' dedim şaşkınlıktan aralanan dudaklarımla. ''Evet.'' dedi ve cebinden ne zaman çıkardığını fark etmediğim sigarasını dudaklarının arasına götürdü. ''Ne oldu peki ablana?'' dedim, kulaklarım kötü şeyler duyacağını hissetmiş gibi tıkanmıştı. Uygar'ın bir ablası olduğunu bilmiyordum. Çünkü Deniz bana Uygar tek çocuk demişti. ''On yaşındaydı boğulduğunda.'' dedi, gözlerim gözyaşıyla dolmuştu. Elimi koluna götürdüm, bana akmayı bekleyen yaşlarla bakıyordu. ''Evimizin bahçesinde havuz vardı, bir yaz günü güneşleniyorduk. Ablam, ben, Deniz. Biz Deniz'le altı yaşındaydık o zamanlar. Neyse işte bir şey oldu. Ayağı kaydı ablamın. Düşüverdi havuza. Yüzmeyi de biliyordu aslında ama işte. Deniz kolundaki can simitleriyle atladı hemen havuza. Çok uğraştı çıkarmak için. Ben o kadar iyi yüzemiyordum. Neyse Deniz çıkarmayı başardı ablamı. Ama geç kalmıştık.'' dedi ve gözlerine biriken yaşlar aynı anda yanağına süzüldü. ''Evde de kimse yoktu. Kısmet işte. Kalp masajı yapmaya çalıştık ama küçücüğüz tabii. Nasıl başaralım?'' ''Uygar.'' dedim ve ona sarıldım. ''Uygar ben çok üzgünüm.'' ''Deniz belki ablamı kurtaramadı ama en azından kurtarmak için uğraştı ya işte benim ona borcum var Ada. Vefa borcu. Hem o günden sonra beni bir gün bile yalnız bırakmadı. Ablamın yokluğunu hissetmemem için çok uğraştı. Ablamı kaybettim ama bir erkek kardeş kazandım ben o gün. O yüzden biliyorum yani kardeşlik bağını.'' Derin bir nefes aldı, sonra devam etti. ''Çok güzeldi ablam. Sarı, kıvırcık saçları vardı. Ela gözlüydü. Teni güneşte kalmış gibi kavruktu.'' ''Miray gibi.'' dedim şaşkınlıkla. ''Evet Miray gibi. Yani belki de bu yüzden.'' ''Belki de bu yüzden ne?'' ''Yani belki de bu yüzden bu kadar etkilendim.'' Sarılmamızı sonlandırıp Uygar'ın yüzüne bakışlarımı diktim. ''Miray'dan mı?'' dedim buruk bir gülümsemeyle. Bir yandan da gözyaşlarımı siliyordum. Uygar gözyaşlarıyla karışık bir gülümseme bahşetti bana. ''Etkilenmek mi? Düpedüz aşıksın bence.'' dedim ve cevap vermesini beklemeden önümüzdeki ekrana baktım. Kalbim duracaktı çünkü Cemre kadraja girmişti. ''Uygar, geldi.'' dedim kulaklığımı kulağıma iyice yerleştirip. Tek bir harfi bile kaçırmak istemiyordum. ''Uygar Cemre geldi.'' Deniz henüz Cemre'yi görmemişti çünkü biz giriş kapısından görmüştük. İçeriye girdiği an Deniz'in görüş açısına da girecekti. Heyecandan kalp krizi geçirebilirdim, acaba Deniz ne hissediyordu? Ona Cemre'nin geldiğini söylemek için nelerimi vermezdim. ''Sakin ol.'' dedi Uygar. Az önce yaşanan andan sıyrılmış, şimdiye odaklanmıştı bile. ''Uygar çok korkuyorum.'' ''Sen korkarsan ben her şeyi batırırım Ada. Panik yapmaman gerekiyor. Sakin ol lütfen.'' ''Tamam, tamam.'' dedim kekeleyerek. ''Sakinim.'' Cemre siyah stiletto ayakkabılarını siyah straplez bir elbiseyle tamamlamıştı ve üzerine de yine siyah bir palto almıştı. Açık kahverengi saçları dalgalıydı ve omzundan göğsüne doğru dökülüyordu. Çantası askısızdı, küçük bir el çantası tercih etmişti. Bir yere katıldığı davetten buraya geldiğini düşündüm. Muhtemelen buradan onu birisi alacaktı ya da taksiyle de dönebilirdi. Bir sürü ihtimal vardı, buradan gitmeden savcının gelmesi gerekiyordu. Ve ben çok gerilmiştim. Cemre kapıyı açtı, Deniz duyduğu tok seslerle birlikte başını kaldırdı ve hiç şok yaşamıyor gibi, sanki Cemre'nin öldüğünü zannetmiyormuş gibi bakarak ayağa kalktı. Cemre'nin yüzünde bir şaşkınlık ya da korku aradım, herhangi bir ifade yoktu. ''Bu kız her zaman duygularını bu kadar iyi mi saklıyordu?'' dedim sinirle. ''Neden şaşırmadı Uygar bu?'' Deniz'e baktım, az önceki ifadesiz yüzü Cemre'ye baktıkça beyazlaşıyor gibiydi. ''Yani yakalandı ve şaşırmadı. Çok saçma.'' ''Ruh hastası.'' dedi Uygar ciddi bir sesle. Neredeyse gülecektim. Deniz ve Cemre hala birbirine bakıyordu. Sanırım ikisi de birbirinin konuşmasını bekliyordu. ''Ekran mı dondu? Neden bir şey konuşmuyorlar?'' dedim. Nihayet Cemre pes etti ve sessizliği bozdu. ''Ben Ada'yı bekliyordum aslında.'' dedi kendinden emin bir sesle. ''Seni görmeyi beklemiyordum açıkçası. Akıllı kızmış. Buranın izini sürdüğüne göre.'' ''Bir daha senin sesinden Ada'nın adını duyarsam ses tellerinle vedalaşmak zorunda kalırsın.'' dedi Deniz, sesi sakin ama ciddiydi. ''Ha ha ha. Doğru ya, Esra demişti kendi adına.'' dedi sinir bozucu bir kahkahayla. ''Onu tanımadığımı zannetti ama yine de açık vermek istemedi. Bu yüzden adım Esra dedi. Yani unuttuğu bir şey var aslında, söylersin ona da. Eğer o bir şey biliyorsa ben çoktan biliyorumdur. Bu yüzden kafasını biraz karıştırmak istedim. Cansu dedim adıma. Bahsetmiştir sana da.'' ''Sen hangi tür bir manyaksın?'' dedi Deniz, olması gerektiği gibi sakindi. Ama ben hiç sakin değildim. Bu kızın saçlarını falan yolmak istiyordum. ''Bunları mı konuşacağız? Beni çok özlediğini söylemeyecek misin?'' ''Soru sorması gereken benim!'' diye bağırdı Deniz. İşte bu hiç olmaması gereken bir şeydi. ''SEN ÖLDÜN! ÖLDÜN LAN ÖLDÜN. SENİ BEN TEŞHİS ETTİM. MORGTAYDIN!'' ''Öyle bir şey vardı değil mi? Tatsız bir olay tabii. Sahi Melis nasıl?'' Deniz Cemre'nin üzerine yürüdü ve kolunu tutup parmaklarını etinin içine kadar gömdü. ''Konuş! KONUŞ DEDİM. ANLAT. O arabadan sağ çıktığın halde neden seni öldü bildik? Anlat. ANLAT! KİMLE PLANLADIN? ANLAT! KİM VAR BU İŞİN İÇİNDE?'' ''Ne planı Denizciğim?'' dedi Cemre, neredeyse masum olduğuna inanacaktım. ''Plan falan yapmadım ben.'' ''YALAN SÖYLEME! Bir bir anlatacaksın. Bir bir her şeyi, baştan sona, harfi harfine anlatacaksın.'' ''Deniz, bırak canımı yakıyorsun.'' dedi Cemre kolunu kurtarmaya çalışırken. ''Sana diyorum, bırak kolumu.'' ''Sen yaşıyorken Melis neden hala ölümle savaşıyor? Delireceğim. Söylediğim şeylerin hepsine cevap vereceksin! Duydun mu beni? Buradan çıkamazsın yoksa.'' ''Sana bir açıklama yapmayacağım.'' ''Ne demek yapmayacağım ya?'' dedi Deniz. Cemre'nin kolunu daha da sıkmıştı. ''Neden seni bulalım diye uğraşıyorsun o zaman iki gündür? Buraya kadar geleceğimizi bile tahmin etmişsin? Bile bile karşına çıkmamız için uğraşan sen değil misin?'' ''Ben, sen karşıma çık diye uğraştım! O kızla karşılaşmak için değil.'' ''Hastasın sen!'' dedi Deniz tiksinti dolu bir sesle. ''Zaten hep öyle değil miydin? Zaten hep bozuk değil miydi psikolojin?'' ''Bir zamanlar zaafın olan psikolojim şimdi tiksindiğin bir şeye mi dönüştü? Yapma Deniz, sen bu değilsin.'' ''Neymişim peki?!'' ''Sen bana aşıktın, hala da öylesin. Beni unutmak için berabersin o kızla. Bal gibi ortada.'' ''Sen, gerçekten hastasın.'' dedi Deniz ve Cemre'yi geriye doğru itti. ''Neden öldüğünü düşünmemizi istedin, konuş yoksa polisi çağıracağım.'' ''Bizzat Adalet Bakanı'nı da çağırabilirsin.'' Derin bir nefes alıp Uygar'a baktım. Yumruğunu sıkmıştı. ''Bu kızı geberteceğim ben anlaşıldı.'' dedi dişlerinin arasından. ''Profesyonel bir ruh hastası bu. Dedim ama sana ben. Elimde kalacak dedim.'' Deniz'in sesiyle başımı tekrardan ekrana çevirdim. Bulunduğu yerde volta atıyordu. ''Kim planladı bunu? Annen ve Melih mi? Söyle artık, sabrım taşmak üzere!'' ''Sen bana kıyamazsın ki.'' dedi Cemre masum bir sesle. ''Sabrın taşsa ne olacak?'' ''Öyle bir kıyarım ki neye uğradığını şaşırırsın. ULAN HAYATIM MAHVOLDU BENİM! BENİM HAYATIMI MAHVETTİNİZ SİZ. DÖRT YILDIR BEN NELER YAŞADIM BİLİYOR MUSUN? ÖLDÜĞÜNÜ ZANNEDİYORDUM ÖLDÜĞÜNÜ! NİYE YAŞATTIN SEN BANA BUNU?'' ''Ben.'' dedi titreyen bir sesle. Nihayet olanları anlatacaktı sanırım. '' Deniz sakin ol.'' ''ŞAKA MI YAPIYORSUN?'' dedi Deniz ve Cemre'nin kolunu tekrardan tuttu. ''SAKİN OLMAK MI? SAKİN OLMAK MI?'' Deniz öfkeden deliye dönmüştü ve kontrolsüz bir şekilde bağırmıştı. Ardından korkutucu bir fısıltıyla devam etti. ''Seni şuracıkta gerçekten öldürürüm. Duydun mu beni? Bana yaşattığın bu dört yılın hesabını vereceksin! Kardeşimin başına gelenlerin hesabına vereceksin! Karşıma çıkmaya cesaret ettiysen bunları da açıklayacaksın. DUYDUN MU BENİ?'' Deniz Cemre'yi sürükledi ve az önce oturduğu koltuğa itti. ''Annen ve Melih mi yaptı? Sana soruyorum ulan!! ANNEN VE MELİH Mİ PLANLADI?'' Cemre yüzünü ellerinin arasına aldı, dirseklerini dizlerine dayadı. ''Şuna bak.'' dedi Uygar. ''Suçsuzmuş gibi ağlıyor bir de. Deniz iyi sabrediyor. Bana kalsa yerden yere vurmuştum bunu.'' ''Deniz ben bir şey yapmadım.'' dedi Cemre boğuk bir sesle. ''Sen daha ne yapacaksın ki? Sen daha ne yapacaksın Cemre? Kimsen yoktu ben vardım. Üç yıl boyunca her gün yanında oldum. Her gün iyileşmen için uğraştım ben. NEDEN CEMRE? NEDEN?'' ''Doğru söylüyorsun.'' dedi Cemre kısık bir sesle. Sesi zar zor geliyordu. ''Annem ve Melih.. Onların oyunuydu.'' Deniz kendinden emin ama sinirden olduğu her halinden belli olan bir kahkaha attı. ''Bana bildiğim şeyleri anlatma. Bilmediklerimi anlat. EN BAŞTAN ANLAT.'' ''Deniz anlatacağım ama şunu bil. Ben seni gerçekten seviyordum.'' ''Yalanını sikeyim.'' dedi Uygar. ''Sevgi anlayışını sikeyim. Aptal. Senin sevgi anlayışın bu mu?'' ''Bırak yalanı.'' dedi Deniz. ''Konuya dön. En baştan anlatacaksın. Sabaha kadar beklemem gerekse bile her şeyi öğrenene kadar gitmeyeceğim buradan.'' Cemre derin bir nefes aldı. 'Annem 2005'te babamla boşandıktan kısa bir süre sonra Esat Soydan'la evlendi. Yani annem ve Melih bu sayede tanıştı. Beni kimse tanımıyordu çünkü velayetim babamdaydı. Onunla yaşıyordum. Tabii Esat, Seren, Melih, Özgür falan tanıyordu beni. Hepsinin de haberi vardı bu plandan.'' ''Ne planı?'' ''Aynı yaştaydım ben seninle, Melih sana yaklaşmak için beni kullandı. Her şey planlıydı. Yani tek yapmamız gereken senin bana aşık olmanı sağlamaktı. Esat buna karşıydı ama annem kararını vermişti. Çünkü yapacağımız şey karşılığında Melih dünya yüküyle para teklif etmişti. Dedim ya Esat istemiyordu diye, bir gün ansızın öldü. Melih'in emriyle yani. Neyse, aynı liseye yazıldım seninle. O zamanlar ilgini çekememiştim. Üniversiteden sonra hastanenize geldim. Bu sefer ilgini çekmek zor olmamıştı çünkü merhametliydin. Zaafın vardı. Onu kullandık. İlgiye muhtaç gibi görünüyordum, tahmin ettiğimiz gibi ilgini bir an bile ayırmadın benden.'' ''Bir saniye, bir saniye o da mı yalandı? Uyuşturucu bağımlısı olman yalan mıydı?'' ''Hayatımda kullandığım tek zararlı madde sigara Deniz. Bir kere bile uyuşturucu kullanmadım ben.'' ''Annenle aranızın kötü olması?'' ''Annemle aram hiçbir zaman kötü olmadı. Dedim ya merhametin üzerinden yakınlaşmak çok kolay bir yöntem oldu bizim için. Ben kimsesiz, çaresiz ve ilgiye muhtaç oldukça bana yakınlaştın. Nihayetinde bana aşık oldun. Bak olanlar çok acımasızca biliyorum ama benim hislerim gerçekti Deniz. Hesapta olmayan bir şey vardı. Tüm bunlar olurken ben sana aşık oldum.'' ''Neden ben peki?'' dedi Deniz. ''Melih babamdan intikam almak varken neden beni seçti? Böyle saçma oyun mu olur? Elinize ne geçecekti?'' ''Acı çekmeni istiyordu. Dünya üzerinde yaşanabilecek bütün acıları yaşamanı istiyordu. Sen bütün acıları yaşadıktan sonra da seni öldürecekti. Babandan intikamını böyle alacaktı. Fatih Aladağ oğlunu acı çekerken görecekti, en sonunda da oğlunun öldüğünü görecekti.'' ''DAHA AÇIK KONUŞ.'' diye kükredi Deniz. ''Dünya üzerinde yaşanabilecek bütün acılar ne?'' ''Sevgilinin öldüğüne şahit olman, bu ölümden kendini sorumlu tutman, kardeşinin hasta olması ve elinden bir şey gelmemesi, evlat acısı çekecek olman falan işte. Bunlar yeterince büyük acılar.'' ''Evlat acısı derken?'' ''Ben hiç hamile kalmadım Deniz.'' Deniz burnunun direğini baş ve işaret parmağının arasına aldı ve bir süre durdu. ''Yani bir bebeğin olmayacaktı. Evet biz beraber oluyorduk ama ben şey. Her zaman önlemimi alıyordum.'' ''KES. DETAYA GİRMENE GEREK YOK.'' ''Yani hamile kalmadım, kürtaj olmadım ama böyle düşünmeni istedi Melih. Tıpkı ölümüm gibi hamileliğim de kürtajım da sahteydi.'' ''Öldüğüne nasıl ikna olduk? ANLAT.'' ''Melih bir savcı ve doktor ayarladı. Olay yerinde öldüğüm işlendi dosyaya.'' ''Morgda nasıl ölüydün o zaman?'' ''Ölü değildim Deniz, baygındım. Hafif yaralar almıştım, ölmem imkansızdı. O an nabzımı kontrol ettiğini düşünmüyorum.'' ''Saatler sonra morga tekrar geldim, hala oradaydın.'' ''Değildim, sen teşhis ettikten sonra apar topar ayrıldık. Yerime çok benzeyen birini koydular sanırım. Onu tam bilmiyorum. Yani o gerçek bir ölüydü.'' ''Senin ölmen imkansızsa Melis nasıl daha ağır yaralandı? Senin olduğun taraftan çarpıldı arabaya.'' ''İlk çarpan kişiden sonra Özgür geldi olay yerine.'' ''O mu yaptı? Melis'in kalbine o parçayı o orospu çocuğu mu sapladı?'' ''Yani ben olamayacağıma göre.'' ''Melih, Özgür, sen, annen. Daha başka kim varsa hepiniz hapiste çürüyeceksiniz. Biliyorsun değil mi?'' ''Kanıtlayamazsın.'' ''Buradan çıktığım an savcıya gideceğim. Yaptıklarınız cezasız mı kalacak zannediyorsun sen?" ''Buradan çıkabilirsen tabii.'' ''Ne saçmalıyorsun sen?'' Cemre yavaşça ayağa kalktı ve ağır adımlarla yürüyerek Deniz'in tam karşısında durdu. ''Bir şey saçmalamıyorum canım.'' dedi ve yavaşça eğilip eteğini kaldırdı. ''Ne yapıyor bu ya?'' dedi Uygar sinirle. Ayağa kalkmıştı. Ekrana baktım, Cemre siyah kurdeleyle bacağına bağladığı bir bıçağı saniyeler içinde yerinden çıkardı. "Cemre, dur." Duyduğum son ses Deniz'in sesiydi. Gördüğüm son görüntü ise Deniz'in kolyesindeki kameraya yaklaşan bıçak olmuştu.
|
0% |