Yeni Üyelik
47.
Bölüm

47. Bölüm

@_kubraakyol

Deniz'in üstündeki kameranın görüntüsü gitmişti ama otomobil kiralama şirketinin kamerası hala çalışıyordu. Kısa bir süre izlemeye devam ettim. Deniz Cemre'nin yapacağı şeyi akıl etmiş olacak ki saniyeler içinde Cemre'nin kolunu tuttu ve bıçağı kendinden uzaklaştırdı. Her şey yolunda gibi görünüyor olabilirdi ama ben yine de burada durmak istemiyordum.

''Uygar.'' dedim korku dolu bir sesle. Kapıyı çoktan açmış, arabadan inmiştim bile. ''Uygar, Deniz.''

''Sakin ol Ada.'' dedi Uygar, ardından kapısını açtı ve arabayı kilitleyip peşimden koştu. ''Bir şey yapamaz merak etme. Deniz onunla başa çıkabilir.''

''Ama bıçağı var Uygar.'' dedim, bana çoktan yetişmişti.

''Olsun, sakin ol. Korkma sakın. Deniz kendini koruyabilir. Ama artık müdahale etmemiz lazım. Gel, hadi çıkalım yukarıya.''

Başımı salladım, asansöre gelmiştik. ''Uygar, çok korkuyorum.''

''Korkma Ada, zarar veremez bize.''

''Anlattıklarını duymadın mı Uygar? Şeytanın yeryüzündeki temsilcileri bunlar resmen.''

''Öylelermiş. Bu kadarını ben bile beklemezdim. Hamileliği bile yalanmış.''

Karnıma dokundum. ''Bir insan böyle bir konuda nasıl yalan söyleyebilir ki? İnsanlık dışı bu resmen. Benim içim içime sığmıyor Uygar. Yani bizim bir bebeğimiz olacak. Cemre için nasıl bu kadar basit bir şey olabilir bu? Hamileydim ama kürtaj yaptırdım demek bu kadar basit mi?''

''Basitmiş demek ki.'' dedi Uygar karnımın üzerindeki elime bakarken. Düşünceli görünüyordu.

''Ne oldu Uygar, ne düşünüyorsun?''

''Deniz'i düşünüyorum. Hiç olmayan bir bebeğin acısını yaşarken şimdi gerçekten bir bebeği olacağını öğrenince ne hissedecek acaba?''

İşte bunu ben de hiç bilmiyordum. ''Geldik.'' dedim asansörün kapısını açma tuşuna basarken.

Kapı açıldıktan sonra ilk inen Uygar oldu ve herhangi bir tehlikeye karşı bana siper olarak içeriye doğru yürüdü. Deniz ve Cemre'nin seslerini duyabiliyordum. Bir arbede olduğu kesindi. İkisinden birine bir şey olmamasını umdum. Deniz'in yaralanmasını ya da Cemre'ye verdiği herhangi bir zarar yüzünden ceza almasını istemiyordum.

Birkaç adım sonra kolonun arkasından Deniz ve Cemre görünmüştü. Deniz Cemre'nin sırtını kendi göğsüne bastırmış, elindeki bıçağı yere düşürmeye çalışıyordu. Şükür ki ikisinde de kan lekesi yoktu. ''Bırak şu bıçağı Cemre!'' diye bağırdı Deniz. ''Ölmek mi istiyorsun?''

''Buradan ancak ölüm çıkar benim. Asla cezaevine girmem duydun mu beni? Ya beraber canlı çıkacağız ya da beraber ölü.''

''CEMRE.'' diye bağırdı Uygar. Görüş alanlarına girmiştik.

''Vay vay vay Deniz'in sağ kolu da buradaymış meğer. Aaa bakın şuna. Esra, pardon Ada da buradaymış. Köşeye sıkıştırdınız demek beni.''

''Kes.'' dedi Uygar ve koşarak yanlarına gidip Cemre'nin bileğini tüm gücüyle sıktı. Bıçak saniyeler içinde yere düştüğünde Deniz Cemre'yi Uygar'a itti ve yanıma koşup bana sarıldı.

''İyi misin?'' dedim, kolundan koluma bir ıslaklık gelmişti. Telaşla geriye çekilip koluna baktım. Omzundan dirseğine kadar derin ve uzun bir kesik vardı. ''Deniz.'' dedim korkuyla. ''Deniz yaralanmışsın.''

''Ah, kıyamam telaşlandın mı sen?'' dedi Cemre, bana tiksintiyle bakıyordu. Uygar ise onu zapt etmeye çalışıyordu.

''Sana konuş diyen oldu mu lan?'' dedi Uygar bağırarak. ''Kes sesini.''

''İyiyim.'' dedi Deniz, bakışlarını benden hiç ayırmıyordu. "Merak etme."

''Gözlerim yaşardı aşkınız karşısında.'' dedi Cemre.

''Ya sen hala konuşuyor musun?'' diye tekrar bağırdı Uygar. Cemre'ye tahammülü yoktu. ''Kes sesini dedim sana. Türkçeyi mi unuttun?''

''Uygar, beni ne kadar çok sevdiğini unuttun mu sen?''

''Sahte ölümünü öğrenmeden önceydi o Cemre. Dünya üzerinde tiksindiğim tek insansın şu anda.''

''Ben sana bir şey yapmadım ki.''

''Deniz'e yaptıkların yeter.. Sahi Deniz, neyi sormayı unuttun.'' dedi ve Cemre'nin bileklerini daha da sıktı.

''Neyi?'' dedi Deniz yorgun bir sesle.

''Melih ve Özgür nerede?'' dedi Uygar sakin bir sesle. Bir eliyle Cemre'nin bileklerini tutmuş, bir eliyle de ense kökündeki saçları çekiştiriyordu.

''Bilmiyorum.'' dedi Cemre, alelade bir cevaptı. Uygar inanmamıştı, biz de inanmamıştık.

''YALAN SÖYLEME ULAN. NEREDE O İKİSİ?''

''Bilmiyorum, yemin ederim bilmiyorum.''

''Siktirtme yalanını. Neredeler söyle.''

''Uygar canımı yakıyorsun.''

''Yansın amına koyayım bana ne. Sen Deniz'in canını yaktın, senin de canın yansın.''

''Uygar bırak diyorum, bilmiyorum ben nerede olduklarını.''

''Üçe kadar sayacağım Cemre, eğer doğru cevabı vermezsen sahte ölümün gerçeğe dönüşür ve seni adının yazılı olduğu o mezara gömerim. DUYDUN MU BENİ?''

''Pişman olacağın şeyler söyleme. Buradan çıktığımda bedelini ödetirim.''

''Buradan çıkacağını mı düşünüyorsun sen? Çıkabileceğini mi düşünüyorsun? Amma geri zekalıymışsın. Ama evet. Buradan çıkarsın ama girdiğin yer neresi olur biliyor musun? Tek kişilik hücre olur Cemre. Senden başka kimsenin olmadığı bir hücrede ömrünü geçireceksin. Çok üzücü.''

''Ben o kadar emin konuşmazdım.''

''BİR.'' dedi Uygar bağırarak. ''Söyle, nerede Melih ve oğlu? İKİ. Ulan söylesene öldürürüm seni diyorum.''

''BEN DE SANA BİLMİYORUM DİYORUM. BUNUN NESİNİ ANLAMIYORSUN SEN?''

''KES SESİNİ, BAĞIRMA VE ÜÜÜÜÜÇ. CEMRE. ÜÇ. SÖYLE ÇABUK NEREDE MELİH VE ÖZGÜR.''

''BİLMİYORUM, BİLMİYORUM, BİLMİYORUM. SERHAN VE ÖZKAN GÜLER'E SORUN.''

''Onlar ne alaka?'' dedi Uygar ve Cemre'nin saçlarını yukarıya doğru çekti. Acısını ben bile hissetmiştim.

''Serhan ve Özkan kara para aklıyor. Ve daha bir sürü kirli işleri var. Bunları örtbas eden de Melih. Sus payı da veriyor tabii Melih bunlara. O iki dangalak o yüzden Melih'e boyun eğiyor. Melih ne istiyorsa yapıyorlar. Çıkar ilişkileri var yani.''

''Bu memlekette.'' dedi Uygar. Ardından yere eğilip bıçağı alarak Cemre'nin boynuna tuttu. Gözlerim irileşmişti, gerçekten onu öldürecek miydi? ''Ne diyordum? Hah, bu memlekette işini doğru düzgün yapan bir tane ahlaklı iş adamı yok mu?'' dedi sakince.

''Yani sen şimdi Serhan ve Özkan Melih'in yerini biliyor mu diyorsun?'' dedi Deniz.

''Biliyorlardır. Sizin için öğrenebilirim.''

''Sana neden güvenelim? Hayatın baştan aşağı yalanmış.'' diye bağırdı Uygar. Bıçak Cemre'ye daha da yaklaşmıştı.

''Şu an ölümle burun burunayım, sence yalan söyleme lüksüm var mı Uygar? Hayatımla tehdit ediliyorum.. Bakın gerçekten sizin için öğrenebilirim. Eğer siz sorarsanız şüphelenirler. Her şeyi bildiğinizi anlarlar. Ben sorarsam anlamazlar. İnanın bana lütfen. İsterseniz üstüme gps, kamera falan takın.''

''Sana zerre kadar güvenmiyorum. Melih ve Özgür'ün yerini bilmediğine de inanmıyorum.''

''Deniz sen?'' dedi Cemre yalvaran gözlerle Deniz'e bakarken. ''Sen de mi inanmıyorsun?''

''İnanmıyorum Cemre. Sana neden inanayım? Sen kendi ölüm planını yapan biriyken sana neden inanayım?''

''İnanmaktan başka çareniz yok. Eğer Uygar beni öldürürse tek bilgi kaynağınızı kaybederseniz. Size benden başka kim bilgi kaçırabilir?''

''Sen daha öz önce hamileliğim bile yalandı demedin mi?'' dedi Uygar. ''Allah bir desen şüpheye düşerim ben. Sen gelmiş, bana inanın diyorsun.''

''İyi o zaman öldür beni Uygar. Kaybedecek bir şeyim de yok zaten. Sevdiğim adamı kaybetmişim, her şey ortaya çıkmış. Ne kaybederim ki? Öldür hadi, al intikamınızı.''

Uygar bir süre Deniz'e baktı, ardından Cemre'yi serbest bıraktı. Bunu beklemiyordum, anlaşılan Cemre de beklemiyordu. Şaşkınlıkla bir Deniz'e bir Uygar'a bakıyordu.

''Telefonun nerede?'' diye bağırdı Uygar. ''Nerede dedim?''

Cemre el çantasından telefonunu çıkarttı ve Uygar'a uzattı. ''Takip uygulaması indiriyorum. Attığın her adımdan haberimiz olacak. Olur da ters bir şey yaparsan o bıçak bu sefer gerçekten senin ölüm sebebin olur. Şimdi numaramı kaydediyorum. Her şeyin haberini vereceksin bana.'' Uygar, işi bittikten sonra telefonunu Cemre'ye verdi ve onu kapıya doğru itti. ''Ters bir şey yaparsan yemin ederim öldürürüm seni.''

''Bunu neden yaptınız?'' dedim şaşkınlıkla. Cemre koşarak ofisten çıktı. ''Savcıya söylerdik. Gelirdi, konuştururdu onu. Nasıl güvendin Deniz? Söylediği, yaptığı her şey yalan. Tehlikeli biri, benim adımı bile biliyordu ilk karşılaştığımız an. Ya bir şey yaparsa?''

''Yapamaz.'' dedi Uygar. ''Takip uygulamasından izleyeceğiz ne yaptığını. Gerekirse iki korumayla gezersin.''

''Ben iki korumayla gezmek istemiyorum Uygar. Ben tek başıma özgürce, korkusuz bir şekilde gezmek istiyorum.''

''O günler de gelecek.'' dedi Deniz ve kesilen sweatshirtünü çıkarttı. Kolu kıpkırmızı olmuştu. Konuşulanlara odaklanmaktan koluyla ilgilenememiştim.

''Çok acıyor mu?'' dedim yanına iyice sokulup. Ardından sweatshirtü elinden alıp kolunun en üstüne bağladım. Kanama hala devam ediyordu.

''Acımıyor.'' dedi, acıdığına emindim.

''Neyse hadi çıkalım şuradan.'' dedi Uygar. ''Bir günde bir aylık olay yaşadık. Çok yorulduk. Bir an önce hastaneye gitmek, ardından eve gidip günlerce uyumak istiyorum.''

17 Kasım, Pazar.

Deniz ve Cemre'nin yüzleşmesinin üstünden tam sekiz gün geçmişti ama ne Cemre'den ne annesinden, ne de Melih ve oğlundan haber vardı. Üstelik yaşananlarla ilgili hiçbir gelişme olmamıştı. Tabii babamın davası hariç.

Yeni bir dava açılmıştı ve İlker savcı Can'la beraber yeni deliller toplamaya çalışıyordu. Cemre'yle buluştuğumuz geceyi bizden başka kimse bilmediği için pişmandım. Keşke söyleseydik diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Belki de şimdi Cemre bilinmezlikte değil cezaevinde olurdu. İlker savcı bunu öğrenince bize çok kızacaktı. Babamla görüşmeme izin veren bir adamdan böylesine önemli bir şeyi sakladığıma inanamıyordum. Resmen bir suçlunun kaçmasına izin vermiştik.

''Ne düşünüyorsun sen?'' dedi Selay, bir alışveriş merkezinin yürüyen merdivenlerinden yukarıya doğru çıkıyorduk. ''Yarın sevgilinin doğum günü, ona baba olacağını söyleyeceksin ama hiç heyecanlı göremiyorum seni.''

''Hiç.'' dedim ama aklımda bin tilki dolaşıyordu. Bir sürü karmaşanın içinde ben nasıl bir bebeğimiz olacağını söyleyecektim ki? ''Nasıl söylesem diye düşünüyordum.''

''Bence söylemene gerek yok Ada, görünce anlayacak zaten. Parti nerede olacak, karar verdiniz mi?''

''Yani öyle çok kalabalık olmayız diyor Uygar. Yat teknesine sığarız dedi.''

''Kimler olacak?''

''Deniz, ben, sen, Can, Uygar, Miray, Savaş, Eren ve Melis.'' dedim. Bir yandan da parmaklarımla sayıyordum. ''Dokuz kişi oluyoruz.''

''Anne ve babasıyla hala düzelmedi değil mi?''

''Yani, bilmiyorum. Biliyorsun yönetimi aldı babası elinden. Bir haftayı geçti evdeyiz. Birkaç kez telefonda konuşmalarına şahit oldum, o kadar.''

''Çok saçma.'' dedi Selay kahve bardağındaki pipetten bir yudum çekerken. ''Senin hiçbir suçun yok, babanın da hiçbir suçu yok. Hala daha neyin kini bu?''

''Böyle affedeceklerse hiç affetmesinler Selay. Aa senin baban suçsuzmuş, gel yeniden bir bağ kuralım seninle, biz seni kabul ettik mi diyecekler yani hiçbir şey olmamış gibi? Babamı suçlu zannederken benimle yakınlık kursalardı neyse. Şimdi böyle bir yakınlığa kalkışırlarsa hiç samimi olmaz.''

''Çok haklısın. Cemre'den bir haber var mı?''

Pipetimden bir yudum çektim ve kaşlarımı havaya kaldırdım. ''Yok.''

''Neyse, hadi gel alalım şu mağazadan istediğin ayakkabıları.'' dedi Selay ve kolumdan tutup beni bir mağazanın içine soktu. Kafamı geriye çevirip Kerem'e baktım. Özel bir şey konuşacağımızı söylediğim için -ki bu özel bir şey Deniz ve benim bebeğimiz oluyordu.- bizi uzak bir mesafeden takip ediyordu. Sonuçta duymaması gerekiyordu. Ona elimle dışarıda beklemesini işaret ettikten sonra Selay'la reyonlara daldım. Önce kendim için 37 numara beyaz bir spor ayakkabı aldım, ardından aynı modelin ve rengin 41 numarasını erkek reyonundan Deniz için aldım. En sonunda da bebeğimiz için aynı renk ve modelden dokuz santimlik bir ayakkabı aldım ve kasaya geldim. Selay bebeğimin ayakkabılarını tek avcunun içine aldı. ''Ya Ada bu ne?'' dedi sevimli bir sesle. ''Bu kadar minik ayakları mı olacak benim yeğenimin? Selay teyzesinin bir tanesi ya.'' Selay'a gülümseyerek baktım. ''Evet Selaycım, sanırım o kadar küçük olacak.''

''Ama fikrin harika Ada. Dedim ya, Deniz görür görmez anlayacak. Çok tatlı bir sürpriz bence.'' Cemre'nin hamilelik yalanından sonra Deniz benim gerçek hamileliğime ne tepki verecekti çok merak ediyordum. Yaşadığı travma bana inanmamasına sebep olur muydu acaba? ''Ama Ada, sen çok düşüncelisin. Cidden her şey yolunda mı?''

''Yolunda Selaycım, merak etme. Sadece stresliyim biraz. Cemre yüzünden o da.'' dedim, kasiyer ayakkabıları okutmuştu, ödeme yapıyordum.

''Sıkma canını, her şey çok güzel olacak.''

''Umarım. Neyse eczaneye de gitsek fena olmaz. Hamilelik testi alacağım. Yani sadece Al bu ayakkabılar bebeğimizin ayakkabıları. demek olmaz. Deniz testi de görsün.''

''Ay Ada, Deniz'in sana inanmayacak hali yok herhalde.''

''İnanmayacağından değil ya, o ayakkabılara bakarken testi de göstereceğim.'' dedim gülümseyerek. Bence güzel plan Ada!

''Sen bu kadar romantik miydin ya?'' dedi Selay çattığı kaşlarıyla. Ayakkabı mağazasından çıkmış alışveriş merkezi içinde bir eczane arıyorduk. ''Ne cevherler varmış sende he.''

''Ben de şaşırıyorum kendime. Ne yalan söyleyeyim. Deniz beni değiştirdi.''

''Bence çok güzel oldun böyle. Seni böyle ışıl ışıl bakarken görmek çok güzel. Gerçi Savaş'ı bulmuş olman da çok etkili bu halinde.''

''Evet.'' dedim ve telefonumu elime aldım. ''İyi hatırlattın, mesaj atayım ona yarın için.'' Canım ikizim. Yarın geliyorsun değil mi? Bir aksilik çıktı deme sakın, bozuşuruz! (Kızgın surat emojisi)

''Babana hala tepkili mi Savaş? Hayır sonuçta babanız katil değil. Neden bu inat?''

''Çünkü Savaş babama kaza yüzünden değil, onu Melih'e verdiği için kızgın. İlk gözden çıkarılan biri olduğu için kızgın.''

''Bence zamanla onu da atlatır. Onu Melih'e vermeseydi sen yaşamayacaktın belki de Ada. Savaş'ın bunu görmesi lazım. Yani şimdi çok sevdiği ikizi ölmüş olacaktı. Daha mı iyi? Yani çok zor ama bir şekilde bu ayrı geçen on yedi yılı telefi edeceksiniz. Ölmüş olsaydın böyle bir şey olmayacaktı.''

''Zamana ihtiyacı var Selay, onu da anlıyorum.''

''Miray'la terapiye başlamış bu arada, yeni duydum.''

''Evet, bir seans yaptılar sadece. İyi geçmiş Savaş'ın demesine göre.''

''Evet, Miray da iyi geçtiğini söylüyor... Ada bir şey soracağım.''

''Sor Selay.''

''Sence Miray Uygar'dan hoşlanıyor olabilir mi?''

Kocaman sırıttım. ''Bilmem, nereden kapıldın bu düşünceye?''

''Yani biliyorsun Miray tam bir erkek düşmanı. Ama Uygar'ı dilinden düşürmüyor. Uygar aşağı Uygar yukarı. Arıyorum mesela, bana sürekli ondan bahsediyor.''

''İyi iyi, çok güzel.''

''Ya nesi iyi Ada? Miray diyorum.''

''E tamam hoşlansın işte. Uygar'ın hisleri karşılıksız olmasın, üzülürüm.''

''Ne? Ne hissi Ada? Doğru mu diyorsun sen?''

''Bak Selay, sakın belli etme ama Uygar Miray'dan çok hoşlanıyor. Hatta aşık, sana o kadarını söyleyeyim. Çünkü bizde de durumlar öyle. Uygar Miray'dan bahsedip duruyor. Özellikle son bir haftadır, Miray da Miray yani. Çocuğun alfabesi beş harften ibaret. M İ R A ve Y.''

''Ablama bak sen ya, ne yere bakan yürek yakanmış da haberimiz yokmuş.''

''E erkek düşmanlığı da bir yere kadar Selay. Hem Uygar mükemmel biri. Miray'ı çok mutlu edeceğinden eminim.''

''E niye açılmıyor o zaman?''

''Utanıyor çünkü.''

''Uygar mı utanıyor? Uygar benim tanıdığım iletişim becerisi en yüksek insanlardan biri. Çok cana yakın ve samimi biri ama.''

''Ee konu aşk olunca işler değişiyor demek ki. Neyse, bak şurada eczane var. Hadi alalım şu testi.'' dedim, Savaş'tan cevap gelmişti. Tam saatinde, olmamı istediğin yerde olacağım Adacım. Hiç merak etme. Seni çok seviyorum. Bal yanaklarından öptüm. (Kalpli öpücük emojisi)

Selay'la gebelik testi aldıktan sonra kapalı otoparka indik. Selay benimle vedalaşıp arabasına binip giderken biz de Kerem'le siyah Range Rover'a doğru gidiyorduk. Poşetlerimi ona verdim.

''Yıllık ayakkabı stoğu mu yaptın Ada?'' dedi gülerek.

Burnumu kırıştırıp gülümsedim. ''Ha ha çok komiksin Kerem. Hatırlat, evde de güleyim olur mu? Boşa gitmesin.''

Kerem sırıtırken poşetleri bagaja attı. ''Tamam ya bir şey demedim.'' dedi, kapımı açıp yolcu koltuğuna oturdum ve kemerimi taktım. Kısa süre sonra o da gelmişti.

''Şimdi nereye gidiyoruz?''

''Başka bir işim yok, eve gidelim.''

''Hay hay.'' dedi Kerem ve arabayı çalıştırdı.

Eve geldiğimde Uygar da bizdeydi. Hatta Melis ve Eren de bizdeydi. Koşarak ikisine de sarıldım. "Allah'ım kimler gelmiş. Yiyeceğim ben bunları ya." dedim, iki yanımdan onlara sarılırken. Ardından Eren'in, sonra da Melis'in saçlarından öptüm. "İnanılmaz özledim sizi. İyi ki geldiniz."

"Sen beni bile bu kadar özlemiyorsun sevgilim." dedi Deniz saklamadığı bir kıskançlıkla. Gülümsüyordu.

Melis abisine doğru dönüp başını omzuma yasladı. Kolumu ona sarıp saçlarını bir kez daha öptüm. "Abi sen bizi mi kıskanıyorsun?" dedi güzel gülümsemesiyle.

Eren de abisine döndü ve kolunu omzuma attı. "Nasıl kıskanmasın ablacığım? Abim, Ada en çok kendisini sevsin istiyor. En çok kendisini özlesin istiyor. Haksız da sayılmaz."

"En çok beni seviyor zaten?" dedi Deniz kendinden emin bir sesle. Ardından bana göz kırptı. Haklıydı. En çok onu seviyordum. Bir de bir kere dilimden dökülse çok güzel olacaktı ama işte, bir türlü söyleyemiyordum.

Küçük bir kahkaha attım ve çocukların kollarından sıyrılıp Deniz'e doğru ilerleyerek dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım. ''Seni herkesten çok özlüyorum.'' dedim kulağına fısıldayarak.

Gülümsedi. "Hoş geldin." dedi ve geri çekilmeme müsaade etmeden dudaklarımızı bu kez de o birleştirdi. Uzun bir öpücük olmuştu.

"Öhö öhö." dedi Eren muzip bir gülüşle. "Biz çıkalım isterseniz."

"Sus bakalım sen hergele." dedi Uygar. "Bırak da doya doya yaşasınlar aşklarını."

"Pek bir içli söyledin." dedim Uygar'a dönüp. "Hayırdır."

"Ne hayrı canım. Öylesine söyledim işte."

"Hadi hadi." dedim Deniz'in yanına çöküp. Deniz kolunu arkamdan sardığında başımı omzuna yasladım. "Ben yaşayamıyorum bari Ada ve Deniz yaşasın der gibi bir halin var."

"Ne alakası var canım? Allah Allah. Çok ayıp. Öyle denir mi? Hiç öyle bir şey yok yani. Hem ne alaka? Kimle yaşayacakmışım bu aşkı ben? Onu da söyle bari tam olsun."

"Miray'la yaşayacaksın Uygar. Başka kimle olacak?" dedi Deniz gözlerini devirirken. Kocaman bir kahkaha attım.

Uygar'ın eli ayağına dolanmıştı. "Offf, sizin hepinizin dili uzadı. Farkında mısınız? Keseceğim yakında çok az kaldı." dedi ve mutfağa doğru yürüdü.

Ardından bir süre kahkaha atmıştık. "Uygar abim neden böyle?" dedi Eren. "Yani çok özgüvenli. Hiç utangaç biri değil. İletişimi de güçlü. Ama konu Miray abla olunca ne yapacağını şaşırıyor."

"Aşk böyle bir şey Erencim." dedi Melis. "Tabii sen ve ben henüz bilmiyoruz. Yaşayınca göreceğiz."

"Kızım benim sevgilim var. Unuttun mu?" dedi Eren.

"Ayyy ergen aşkı. Vıcık vıcık. Benim ilişkim öyle olmayacak."

Deniz sert bir kahkaha attı. "Sen hayırdır aşk falan Melis? Ne oluyor?"

"Asıl sana ne oluyor abicim? Yasak mı bana aşık olmak?"

"Ben seni kimseye veremem Melis. Unut aşkı falan."

"Saçmalama abi. Ya Ada bir şey söyle. Ne diyor bu abim?"

"Bilmem." dedim şaşkınlıkla Deniz'e bakarken. "Ne diyorsun sevgilim?"

"Melis daha çok küçük. Hoş, büyük olsa ne olacak? Yok ben güvenemem o zibidiye."

"Ne zibidisi abi? Olmayan birine zibidi diyorsun farkında mısın?" dedi Melis sırıtırken. "Kıskançlıkta bir numarasın cidden. Hangi çağdan sesleniyorsun bize? Tunç Çağı? Demir Çağı? Çakmak bulundu mu bari? Yoksa taşı taşa sürtüp mü ateş yakıyorsunuz?"

"Ha ha. Ne kadar komiksin Melis."

"Komiğim tabii. Hem güzelim de."

"Bütün bu özelliklerin bir sevgilin olacağı anlamına gelmiyor Melis."

"Sevgilim." dedim Deniz'e bakıp. "Şaka yapıyorsun herhalde. Yasak mı koyuyorsun kıza?"

"Siz hayırdır ya gelin görümce. Bana karşı bir tavır aldınız."

"Kız dayanışması." dedim Melis'e göz kırparak. Bana gülümsedi, ardından abisine döndü.

"Ya abi ciddi değilsin değil mi bak? Sevgilimi alnından vuracak gibi bir halin var."

"Sevgilin mi var Melis?"

"Hayır abi ya. Olursa diyorum."

"Bunu, olursa düşünürüz Melis."

"Tamam diyorsun yani."

"Hiçbir şeye tamam demiyorum Melis."

"Ya bak söz, ilk seni tanıştıracağım."

"E zaten. Aksi söz konusu bile olamaz Melis."

"Aaaa adımı mı öğreniyorsun abi? Melis, Melis, Melis, Melis. Güzelime, meleğime ne oldu?"

"Adını öğreniyorum Melis."

"Off." dedi Melis bana bakarak. "Ada bu abim bazen aşırı gıcık oluyor ya."

Gülümsedim. Abi kardeş kavgası böyle oluyordu demek ki.

"Ben kardeşimi paylaşamam. Güvenemem kimseye. Bin türlü insan var. İyi midir kötü müdür, hırlı mıdır hırsız mıdır. Yok yok. Çok riskli."

"E Savaş niye bir şey demiyor Ada'ya? O da izin vermesin o zaman seninle sevgili olmasına."

"O ayrı Melis."

"Neresi ayrı ya?" dedi Melis ve tam karşımıza oturdu. "Dua et yarın doğum günün abi. Yoksa bilirdim ben."

"Çok korktum." dedi Deniz ve yerinden kalkıp mutfağa yürüdü. "Uygar'a bakacağım ben. Onunla konuşmam gereken bir şey var."

"Kaç sen kaç." dedi Melis. "Artist ya. Egoya bak. Ada ben döverim abimi böyle giderse."

"Melisçim abin korumacı yaklaştığı için böyle söylüyor. Elbette bir sevgilin olduğunda böyle tepkiler vermeyecek. Abin medeni bir insan."

"Nasıl tepkiler vermeyecek? Böyle dağ ayısı gibi tepkiler mi yani?" dedi sırıtırken.

"Yani tam olarak öyle isimlendirmesek?" dedim, gülüşüm tüm yüzüme yayılmıştı.

"Neyse neyse. Abime ne aldın Ada? Biz Eren'le yarın sabah gidip alacağız. Aynı şeyi almayalım seninle."

"Ben bir şey almadım çocuklar. Benim hediyem daha farklı bir şey."

"Ya." dedi Eren. "Nasıl yani?"

"Yani manevi bir şey."

"Şey gibi mi, senin için değerli olan bir şeyi hediye etmek gibi mi?"

Gülümsedim. Tam olarak olmasa da Eren çok yaklaşmıştı. Benim için çok önemli olan bir şey vardı. Şimdi benim bedenimdeydi ama aylar sonra Deniz'in kucağında olacaktı. Ve ben bu hediyeyi ona doğum gününde söyleyecektim. "Yani evet. Yarın öğreneceksiniz ne de olsa. Fazla sormayın. Ağzımdan kaçırmak istemiyorum."

"Peki o zaman." dedi Eren ve az önce abisinin kalktığı yere oturdu.

"Seni çok özlemiştik Ada. Seni görmek bana da ablama da çok iyi geldi."

"Ben de sizi özledim çocuklar. İyi ki bir gün önceden geldiniz."

Melis yerinden kalktı ve diğer tarafıma oturup başını göğsüme koydu. "Annem ve babama hala kızgınız. Senin babanın masum olduğu kanıtlanmak üzere. O ikinci lastik izinin kime ait olduğunu bulacaklar yakında. Hem Cemre de ölmemiş. Ama hala tavırları çok keskin."

"Zamanla düzelir." dedim iç çekerek.

"Cemre'nin bunu yaptığına inanamıyorum. Neden yaptı bunu? Dört yıldır neler çektik biz." dedi Eren. "Seninle karşılaştıktan sonra bir daha ortaya çıkmaması çok garip. Madem saklanacaktı, neden senin karşına çıktı?"

Buruk bir şekilde gülümsemekle yetindim. Aslında her şey konuşulmuştu. Deniz Cemre'ye hesap sormuştu ama kimseye söylemediğimiz için bilmiyorlardı. "Bir gün ortaya çıkar ne de olsa. Savcı her yerde arıyor, endişelenmeyin."

"Savcı Melih ve Özgür'ü de arıyor ama onlar da yok ortada." dedi Melis.

"İyi saklanıyorlar demek ki." dedi Eren. Haklıydı.

"Neyse, hadi kış bahçesine. Akşam yemeği hazır olmuştur."

Çocukların koluna girip kış bahçesine doğru yürüdüm. Ülkü abla son tabakları koyuyordu. "Oy benim kuzularım, geçin bakalım hadi. En sevdiğiniz yemekleri yaptım size."

"Allaaaaah." dedi Eren. "Karne aldıktan sonra boş boş sokaklarda gezip acıkınca yediğimiz menü bu."

Sofraya baktım. Her türden köfte, bolca patates kızartması, spagetti makarna, alman pastası ve asitli içecekler vardı. Gülümsedim. Her şey çok iştah açıcı görünüyordu ya da ben çok acıkmıştım.

"Ee Uygar abi ve abim." dedi Eren.

"Onlar çalışma odasında. Ben söyledim ama gelmeyeceğiz dediler. Önemli bir şey konuşuyorlarmış. Daha sonra yeriz dediler."

"Tabii bir şey kalırsa yerler." dedi Melis ve tabağını doldurup yemeye başladı. "Allah’ım, dümdüz patates kızartmasını bile nasıl herkesten güzel yapabilirsin Ülkü abla?"

Ülkü abla güldü ve içeceklerimizi koymaya başladı. "Afiyet olsun güzel kızım."

Yerime oturup masada ne varsa hepsinden tabağıma aldım. Sanırım gerçekten çok acıkmıştım.

"Ada." dedi Eren şaşkın bir bakışla. "Sen bu kadar yemek yemezdin. İştahın mı açıldı senin acaba?"

"Oldu bir şeyler." dedim gülerken. Çatalıma spagetti sarmaya çalışıyordum. "Şu spagetti de çok güzel ama yemesi de çok zor. Of ağlayacağım şimdi. Neden olmuyor?"

"Sabırsızsın çünkü." dedi Deniz. Ne ara gelmişlerdi?

"Siz daha sonra gelmeyecek miydiniz?" dedi Melis. "Ben bunların hepsini yemeyi planlıyordum da."

"Dedi, iki patates yedikten sonra doyacak olan kız." dedi Eren, gülüyordu.

Deniz yanıma oturup çatalımı aldı ve tabağın tam ortasına dik bir şekilde koydu. Ardından çatalı yavaşça kendi etrafında döndürdü. Belli bir kalınlığa ulaştığındaysa çatalı kaldırdı. Çatala bir sürü spagetti sarılmıştı. Kocaman sırıttım. "Aç bakalım ağzını." dedi Deniz.

Dediğini yapıp ağzını açtım ve uzattığı spagettiyi saniyeler içinde ağzımın içine attım. "Teşekkür ederim." dedim, bir yandan çiğniyor bir yandan da konuşmaya çalışıyordum.

"Şimdi ne istiyorsun? Köfte? Patates?"

"Patates." dedim. Deniz çatalı birkaç patatese batırdı ve onu da ağzıma getirdi. Beklemeden onları da ağzıma attım.

"Siz niye bu kadar güzelsiniz ya?" dedi Uygar. Yine bize hayran hayran baktığı anlardan birindeydik. "Şu birbirine yemek yedirme klişesi bile sizinle birlikte nasıl böyle romantik bir ana dönüşebilir?"

"Şimdi Uygar abicim, Ada ve abim bizzat kendileri de çok güzel olduğu için yaptıkları şeyler de çok güzel duruyor." dedi Melis ve neresinden çıkardığını anlamadığım telefonla bizi fotoğraf çekti.

"Ay çok kötü çıktım kesin." dedim Melis'e bakarken. "Bakabilir miyim?"

"Bak tabii yengecim." Melis telefonunu uzatıp bana fotoğrafı gösterdi. Beklediğimin aksine çok güzel çıkmıştık.

"Bana atar mısın bunu?" dedim ve Deniz'in önümde tuttuğu köfteden bir ısırık aldım.

"Sevgilim, sen de yesen mi acaba biraz bir şeyler?"

"Sen doy da gerisi önemli değil. Ben yemesem de olur."

"Ama aşkım." dedim, bu köfte ne kadar da lezzetliydi böyle. "Senin de yemen lazım. Hem böyle yersem çok kilo alırım ben. Aldım da zaten."

Deniz yanağımı öpüp yarım bıraktığım köfteyi bir daha bana uzattı. "Çabuk yakıyorsun sen. Alsan da hemen veriyorsun."

Ah sevgilim, bilmediğin şeyler var. Hamileyim ve bu dokuz ayda veremeyeceğim kiloları alacağım belki de ben.

Neyse Ada, moral bozmak yok.

"Bir dakika ya nasıl anlıyorsun ki sen?" dedi Uygar. "Ada'yı tanıdığımdan beri aynı, bir şey değişmedi ki."

"Ben anlarım." dedi Deniz kendinden emin bir sesle. Haklıydı, anlardı. Çünkü beni neredeyse her gün kucağına alıyordu. Kolları bir zaman sonra terazi görevi görmeye başlamıştı demek ki.

"Siz ne konuştunuz?" dedim önce Deniz'e sonra Uygar'a bakıp. "Önemli bir şey mi var?"

"Yok bir şey." dedi Deniz. "İşle ilgili konuştuk. Babam bir haftadır ne yapıyor onu anlattı Uygar. Şirketle ilgili şeyler yani."

"Benimle ilgili bir şey oldu mu peki Uygar? Yani uzaktan bağlantıyla halletmeye çalışıyorum, Gülşah da her gün bana rapor veriyor ama yine de eksik kalmış hissediyorum kendimi."

"Birkaç talep var yine. Mimari dekorasyonla ilgili. Ama araştırıyoruz şu an. Malum önce ne olduğunu gördük." dedi Uygar tatsız bir sesle. Özkan Güler'den bahsediyordu.

Yüzümü asıp bir yudum ayran aldım. "Tamam, güvenilir olduğuna inandığında haber ver. Çalışmaya başlayayım ben de."

"Tamam Adacım. Yarın netleşirse atarım sana programı e-posta üzerinden."

"Tamam okuldan sonra bakarım ben de."

"Ee ne yapıyoruz yarın? Yatta mıyız?" dedi Melis tabağına bolca makarna sosu koyarken.

"Büyük ihtimalle öyle." dedi Uygar. "Hava durumuna baktım. Fırtına, yağmur yok. Yani yatta kutlayabiliriz. Tabii Deniz, senin istediğin herhangi bir yer varsa oraya bakalım."

"Yok, yat iyi. Oraya geçeriz öğleden sonra."

"Pek fazla kişiyi çağırmadım. Hatta kimseyi çağırmadım. Biz böyle beşimiz olacağız. Bir de Can, Selay, Miray ve Savaş gelecek."

Deniz başını salladı. "Bana kalsa hiç gerek yok böyle şeylere."

"Benimle geçireceğin ilk doğum günün bu sevgilim. Önemi yok mu yani?"

"Olmaz olur mu güzelim? Evde de keserdim pastamı, o yüzden."

"Neden sürpriz sevmiyorsun abi ya?" dedi Eren. "Biz neden senin doğum günü partini seninle beraber planlıyoruz?"

"Bilmediğim şeyler beni geriyor Erencim. Bilmem lazım. Planlı programlı bir adamım ben. Bir saat sonra yapacağım iş bile belli benim. Tam böyle planımın ortasında, benim planıma tamamen ters bir şey yaparsanız o sürpriz beni mutlu etmez. Aksine sinirlendirir."

"Bir saat sonra ne yapacakmışsın?" dedi Melis kaşlarını çatıp.

"Sevgilimi alıp odamıza kaçacağım. Uykum var çünkü. Çok da yorgunum. Bir de sizden sıkıldım."

"Aşk olsun abi ya." dedi Eren sahte bir üzüntüyle. "Ayda yılda bir geliyoruz. Onda da sıkılıyorsun."

Deniz küçük bir kahkaha attı. "Sizden tabii ki de sıkılmadım Eren. Şaka yapıyorum. Ben odama gitmezsem ablan da gitmiyor. Ablan odasına gitsin diye odama gidiyorum. Dinlenmesi lazım çünkü. Ama sabahtan beri ayakta."

"Yorulmadım ki."

"Yatınca anlıyor insan ne kadar yorulduğunu. Ayaktayken anlamazsın."

"Abi vallahi bak yorulmadım diyorum."

"Ben anlamam Melis. Bir saat sonra yatağına gidiyorsun."

"Saat daha sekiz buçuk abi. Dokuz buçukta odama mı gideceğim yani?"

"Evet."

"Ya sen biraz da Eren'le uğraşsana. Geldiğimden beri benimle uğraşıyorsun."

"Melisçim, güzelim. Eğer bugün söylediğim saatte odana gidersen yarın istediğin saate kadar yatta bizimle oturabilirsin."

"Ayyy gerçekten mi abi?"

"Gerçekten."

Melis yerinden kalkıp Deniz'i öptü ve tekrardan yerine döndü. "Teşekkür ederim abilerin en yakışıklısı, en karizmatiği, en-"

"Tamam tamam şımarma hemen. Vazgeçeceğim yoksa.''

''Dur ya vazgeçme, tamam sustum. Şımarmıyorum.''

''Güzel.'' dedi Deniz önüme bir dolu çatal patates kızartması getirdiğinde. ''Hadi bakalım, bunu da yiyorsun.''

Başımı çevirip yüzüne baktım. Bakışları sıcacıktı, üşüyor olsam bakışlarına bakıp ısınırdım. İşte o kadar sıcacıktı.

Nihayet doyduğumda bir peçete aldım ve ağzımı sildim. Yemek boyunca sadece ayran içirme işlevi gören ellerim şimdi ağzımı siliyordu. Çünkü tabağımdaki her şeyi bana Deniz yedirmişti. Bana bile bebeği gibi bakarken bebeğimize nasıl bakacaktı acaba? İçim kıpır kıpırdı. Bir an önce yarın olsun istiyordum.

''Evet çocuklar.'' dedi Deniz, salona gelmiştik. ''Hadi odalarınıza gidin siz. Biz bir şeyler konuşacağız.''

''Ama saat daha dokuz buçuk olmadı ki.'' diye nazlandı Melis. Haklıydı, daha dokuz buçuk olmamıştı. Ayrıca biz ne konuşacaktık?

''Biliyorum güzelim ama Uygar abinizle ve Ada'yla konuşmam gereken şeyler var. Özel. Yetişkinleri ilgilendiren şeyler yani. Rica ediyorum, odanıza gidin. Hadi bakalım.''

''Kötü bir şey mi var abi?'' dedi Eren. ''Cemre'yle mi ilgili?''

''Kötü bir şey değil, siz canınızı sıkmayın. Bahsettiğin kişiyle ilgili değil.'' dedi Deniz, Cemre'nin adını bile anmıyordu.

Eren de Melis de aynı anda yerlerinden kalktı ve biri Deniz'in bir yanağını, biri de bir yanağını öptü.

''Tamam o zaman, iyi akşamlar abicim. Seni çok fena seviyorum.'' dedi Melis. Ardından Deniz'in yanaklarını sıktı.

''Bu yeni neslin sevgi dili beni benden alıyor.'' dedi Deniz. Gülüyordu. ''Çok fena seviyorum ne demekse artık.''

''Fena işte abi. Çok yani.''

''İyi bakalım, ben de sizi çok fena seviyorum diyeyim o zaman.''

Melis Deniz'in yanağını bir kez daha öptü. ''Abicim benim. Sabah doğum gününü kutlayacağım ya, odama gelir misin?''

Deniz kaşlarını çattı. ''Senin benim yanıma gelmen gerekmiyor mu? Hani benim doğum günüm ya.''

''Ee benim dinlenmem lazım, kendimi yormamam lazım ya abicim. O yüzden yani.''

''İyi bakalım, dediğin gibi olsun.''

Eren Melis'in koluna girdi ve onu merdivenlere yürüttü. ''Hadi ablacım, gidelim artık.''

''Herkese iyi akşamlar.'' dedi ikisi de aynı anda, merdivenlere yaklaşmışlardı. ''İyi akşamlar.'' dedim.

Uygar'a baktım, Deniz'in konuşacağı şeyden onun da haberi yok gibi görünüyordu. Deniz'e mimikleriyle Ne oluyor? dedi. Yani bence öyle demişti. Deniz, Eren ve Melis'e baktı. Gittiklerinden emin olduktan sonra da arkasına yaslanıp derin bir nefes aldı.

''E abi anlat artık ne anlatacaksan. Çatlayacağım artık. Yemekten önce de geldin, bir şeyler geveledin. Ne oluyor?''

''İlker savcının eline bir delil ulaşmıştı. Bir fotoğraf.''

''Evet?'' dedi Uygar sabırsız bir sesle. ''Kimin gönderdiğini mi bulmuş?''

''Evet bulmuş, Seren göndermiş fotoğrafı.''

''Nasıl yani?'' dedim. ''Kocasını ve oğlunu ele vermek mi istiyor bu kadın?''

''Görünüşe bakılırsa evet.''

''E durdu durdu şimdi niye gönderdi o zaman? Bu zamana kadar neyi beklemiş?''

''Ceza alacağını anladı bence, indirim yapsınlar diye de kanundan yana gibi davranmaya çalışıyor.'' dedi Uygar.

''Ceza falan alamaz.'' dedi Deniz net bir sesle.

''Ne demek alamaz Deniz? En az kocası ve oğlu kadar suçlu bu kadın. O da aynı koca-''

''Alamaz Uygar.'' Deniz Uygar'ın lafını kesti ve ara vermeden devam etti. ''Ceza alamaz çünkü Seren ölmüş.''

Uygar tek eliyle ağzını kapattı, en az benim kadar şaşırdığını fark ettim. ''Hay lanet olsun. Nasıl ölmüş?''

''İntihar etmiş, tabancayla.''

''Ne zaman?''

''Bu sabah saatlerinde.''

''E niye hiç duymadık?''

''Gizlilik kararı var. Medya bilmiyor. İlker savcının kesin emri var anlayacağın.''

''Şaka gibi.'' dedim uğradığım şoku atlattığımda. ''Yaptıkları vicdanına ağır geldi ve kendini mi öldürdü yani? Hapiste olmalıydı, mezarda değil. Kolay olanı seçmiş.''

Uygar ve Deniz aynı anda başını salladı. Benim ardımdan konuşan ise Uygar olmuştu. ''İlker savcıya söylemeliydik Cemre'ye baskın yaptığımızı. Şimdi belki de böyle olmayacaktı.''

Deniz bir süre sustu. Ardından hiç beklemediğimiz bir şey söyledi. ''Biliyordu zaten, haberi var her şeyden.''

''Nasıl ya?'' dedi Uygar. ''Ne diyorsun Deniz sen? Doğru düzgün anlat şunu.''

''O gece otomobil kiralama şirketine gitmeden önce İlker savcıyı arayıp her şeyi anlattım. Bir plan yaptık. Yüzleşmemize bu yüzden izin verdi. Özgür'e ve Melih'e Cemre yoluyla ulaşabileceğimizi biliyordu. Yani şu an Cemre'yi sadece biz değil, İlker savcı da izliyor. O gece o da oradaydı zaten.''

''Nasıl yani? Sen o yüzden mi gitmesine izin verdin?'' dedim. ''Zaten savcı peşinde diye mi?''

''Evet, yoksa bırakmazdım Ada.''

''Yani Cemre açık versin diye savcı tarafından arandığını ona söylemedin, sadece bizim tarafımızdan izlendiğini zannettiği için daha rahat olacak. Ve bu rahatlık bizi önce Cemre'ye, sonra da Melih ve oğluna götürecek.''

''Aynen öyle Uygar. Cemre hiçbir şekilde polis ya da savcı tarafından takip edildiğini anlamamalıydı.''

''E bize niye söylemedin Deniz? Günlerdir kendi kendimizi yiyoruz, savcıya söylemeliydik diye.''

''Gizliydi Uygar, savcı istemedi. Söylediğinin dışına çıkmak istemedim. Bizim için yaptıklarından sonra yapamazdım. İkimizin arasında olan bir şeydi yani.''

''Sekiz gündür nasıl sakladın ya? Hiç açık vermedin.''

''Yani zor oldu ama mecburdum.''

''Peki şimdi neden anlattın? Savcı ve benim aramda demiştin.''

''Konuştuk bugün, Seren'in öldüğünü söylemek için aradığında senin tedirgin olduğundan bahsettim.'' dedi Deniz, gözlerimin içine bakıyordu. ''Yani ben öyle söyleyince, rahatlaman için anlatmama izin verdi. Korkmanı ya da korkmanızı gerektirecek bir şey yok anlayacağınız. Cemre'yi an be an takip ediyor. Şu ana kadar Serhan ve Özkan'la ya da Melih ve Özgür'le görüşmedi.''

''Annesiyle peki.''

''Onunla telefonda konuştu. İspanya'daymış Hale. Adliye çıkışına bize söylenmişti ya, o gün İspanya'ya gitmiş.''

''E o zamanlar suçlu olduğu bilinmediği için rahatlıkla kaçmış tabi.''

''Aynen öyle Uygar.''

''E bu Seren'in ölümü her şeyi yine değiştirecek.'' dedim.

Beni yanıtlayan Uygar olmuştu. ''Pek fazla bir etkisi olmaz. Seren öldüğüyle kaldı, o kadar. Gitmeden son kıyağını yapmış ama bak o iyi oldu. O delil sayesinde anlaşıldı her şey.''

''Belki tutuklanırdı ve kocasının, oğlunun yerini söylerdi.''

''Bildiğini sanmıyorum sevgilim.'' dedi Deniz. ''Bugüne kadar hangi vicdanla sustu acaba? Bir insan nasıl göz yumar ki böyle bir şeye?''

''Ya bu Melih Seren'in öz kardeşini bile öldürtmüş. Seren gıkını bile çıkartmamış. Ya ağır psikolojik rahatsızdı ya da Melih susturuyordu.''

''Savaş bahsetmişti, kendi halindeydi her zaman demişti. Melih susturdu bence, şimdi onlar ortada olmayınca korkacak bir şeyi kalmadı ve o delili gönderdi.''

''Yine de ölmesini tercih etmezdim.'' dedi Uygar. ''Neyse. Ateşi bol olsun, darısı kocası ve oğlunun başına.''

Yüzümü asıp Deniz'e baktım. Onun da tadı kaçmış gibi görünüyordu.

''Ben müsaadenizle kaçıyorum.'' dedi Uygar ayağa kalkıp.

''Burada kalsaydın, nasıl olsa yarın buraya geleceksin.'' dedi Deniz.

''Yok, çok işim var Deniz. Sen gittiğinden beri her şey sarpa sardı. Hiçbir şey yolunda gitmiyor ve ben hiçbir şeye yetişemiyorum. İflas edeceksiniz demedi deme. Fatih abi sanki iki bin beş yılındaymışız gibi şirket yönetmeye çalışıyor. Yani kullanmak istediği yöntemler tedavülden kalkalı yıllar oluyor. Hayır, sözümü de dinlemiyor hiç. Arada kaldım iyice.''

''Müstahak ona, daha da kötü olur umarım.''

''Deniz, gün gelecek baban her şeyi yine sana bırakacak. Enkaz mı devralmak istiyorsun?''

''Ben her türlü enkazı yeniden inşa ederim etmesine ama bunun için Ada'ya yalvarmaları gerek. Ben onları affetmeden o şirkete adımımı atmam Uygar. Böyle uzaktan çalışmak daha keyifli hem. Bütün gün evdeyim. Uzanarak çalışıyorum, televizyon izlerken çalışıyorum, yemek yerken çalışıyorum. Çok rahatım. Takım elbise yok, şirket kuralları yok. Sevgilim de yanımda, ben daha ne isterim?''

''Of senin bu inadın.''

''Hadi Uygar, hadi. Sen gitmiyor muydun en son?''

''Gidiyorum gidiyorum, hadi yarın görüşürüz.''

''Görüşürüz.'' dedim ve Deniz'in göğsünden ayrılıp yüzüne baktım. ''Bana yalvarmalarını istemiyorum Deniz. Şirkete dönmen gerek. Ailen istediği için değil, ben istediğim için.''

"Sana kendilerini affettirmeleri gerek Ada. Hiçbir şey olmamış gibi devam edemem. Seni affederlerse baban katil değil diye affedecekler. Ben bunu istemiyordum. Ben, baban katil bile olsa seni suçlamamalarını istiyordum. Yani senin yüzüne nasıl bakacaklar çok merak ediyorum doğrusu."

"Sevgilim." dedim "Boş ver. İnan sorun değil." Aslında sorundu. Bana ve Deniz'e söylediklerini unutamıyordum. Ama aralarının düzelmesi için bunu bir sorun olarak görmemem gerektiğini de biliyordum.

Deniz söylediklerimi hiç önemsemedi ve beni bir çırpıda kucağına alıp merdivenlere doğru yürüdü. Bir şeyler mırıldanıyordu. Gittiğimiz restoranda baş başa yemek yerken çalan şarkıydı bu. Ve sanırım bizim şarkımızdı.

Geçmiş değil bugün gibi
Yaşıyorum hala seni
Sen hep benim yanımdasın
Gündüzümde gecemdesin
Çalınmasın söylenmesin
Sen benim şarkılarımsın

"A-aa sevgilim ne oldu?" dedim merakla gözlerine bakarken.

"Bir şey olmadı. Her şeye rağmen çok mutluyum. Yarın doğum günüm ve ben yeni yaşıma sevgilimin kolları arasında gireceğim.''

''Hmm, ne kadar mutlusun?'' dedim ve yüzümü boynuna sakladım.

''Herhangi bir ölçütü yok, sınırsız. Uçsuz bucaksız. Ne demişti Melis? Fena. Hah işte, fena mutluyum.''

Kıkırdadım ve Deniz'in yüzüne bakıp çenesinin tam altını öptüm. ''Ya aşkım.''

''Efendim güzelim.''

''Bir şey olmadı.'' dedim ve yanağına uzanıp yanağını da öptüm.

''Biliyor musun?'' dedi yutkunurken.

''Neyi?''

''Kimseyi senin kadar sevmediğimi, sevemeyeceğimi. Seninle tamamlandığımı ve sen olmazsam yarım kalacağımı.''

''Öyle deme.'' dedim huysuz bir sesle.

''Nasıl demeyeyim?''

''Sen olmazsan deme. Sensiz bir dakika bile geçiremiyorum ben. Üstelik ben öyle senin gibi yarım falan kalmam. Tamamen eksilirim, yok olurum. Hem, hem neden böyle şeylerden bahsediyoruz ki? Güzel şeylerden bahsedelim. Tamam, yolunda gitmeyen bir şeyler var evet ama yine -'' dedim ama cümlem yarıda kalmıştı. Çünkü Deniz beni öperek susturmuştu.

''Olur.'' dedi dudakları benimkilerin üzerindeyken. ''Güzel şeylerden bahsedelim. Mesela senin gözlerinden, saçlarından, yanaklarından, gülüşünden, fındık burnundan, inci dişlerinden, dudaklarından falan. Olur mu?''

''Hep beni mi konuşacağız?'' dedim kaşlarımı çatıp.

''Bana kalsa ömrümün sonuna kadar seni konuşurum bebeğim. Bir sakıncası mı var?''

Bebeğim dediği an kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Çünkü Deniz farkında olmasa da benimle beraber bebeğimizi de kucağında taşıyordu. Kocaman gülümsedim. Tabii bunu keşke Deniz'e belli etmeden yapsaydın Ada!

''Ne oldu aşkım? Niye gülüyorsun?'' dedi, odamıza gelmiştik. Beni yavaşça yatağa bıraktı.

''Hiç, bir an komik geldi de. Yani sürekli beni konuşan bir Deniz hayal ettim bir an.''

''İstersen başka bir Deniz de hayal edebilirsin.'' dedi edepsiz bir gülüşle.

Kocaman güldüm. ''Olmaz Deniz, çocuklar burada.''

''E ne olmuş buradalarsa? dedi ciddiyetle. Ciddi ciddi sevişmeyi mi planlıyordu yani? Birkaç saat sonra doğum günü Ada, bunu planlamasından daha doğal ne var? Onun en büyük hediyesi sen değil misin en nihayetinde?

''Olmaz işte.'' dedim ve onu sırtüstü yatırıp başımı göğsüne koydum. Elleri saçlarımı bulmuştu ve her telini usul usul okşuyordu.

''Kimse beni ciddiye almıyor ama bir gün gerçekten kimsenin bizi tanımadığı bir yere gideceğim. Öyle telefon falan da olmayacak. Böylelikle seninle istediğim gibi vakit geçirebileceğim.''

Güldüm. ''Belki bir gün, neden olmasın?''

Derin bir iç çekti. ''Neden olmasın?''

''Ne zaman böyle göğsüne yatsam, ne zaman saçlarımı okşasan uykum geliyor.'' dedim kolunda hayali şekiller yaparken.

''Huzurlu hissediyorsun, bu da senin uykunu getiriyor.''

''Nereden biliyorsun?'' dedim esnerken. Saat daha dokuzu kırk geçiyordu, bu saatte neden uykum geliyordu ki?

''Çünkü aynısı bana da oluyor.'' dedi, neşesi sesine yayılmıştı. ''Senin saçlarını okşamak beni çocukluğuma götürüyor. Huzurlu, mutlu ve tedirginlikten uzak o çok neşeli günlerime dönüyorum. Kaygısız hissediyorum. Sen göğsüme yatınca bana Kıyamet mi kopuyor? Kopsun hallederiz. rahatlığı geliyor.''

Yüzümü göğsüne çevirip dudaklarımın denk geldiği yeri öptüm ve bakışlarımı kısa süreliğine gözlerine çevirdim. ''Çocukluk deyince.'' dedim. ''Konusunu açmaya fırsat olmadı hiç. Uygar tek çocuk demiştin bana.''

''Evet, dedim.''

''Ablası varmış. Neden hiç bahsetmedin?''

''Uygar için çok hassas bir konu. O anlatmadan anlatmak istemedim. Ne zaman konusu açılsa çok üzülüyor. Ben de onu üzmek istemiyorum. Sen nereden biliyorsun?''

''Kendisi anlattı. Havuzda boğulmuş, kurtaramamışsınız.''

''Çok uğraştım ama olmadı. Çok küçüktüm Ada, elimden o kadar gelmişti. Uygar yüzmeyi çok da iyi bilmiyordu. Yani kurtarabilecek kimse yoktu. Aslında İlayda iyi yüzüyordu ama kurtaramadım işte.''

''Altı yaşındaymışsın Deniz, nasıl kurtarabilirdin ki? ... İlayda mıydı adı?''

''Evet. Uygar çok düşkündü ona. Onu kaybedince de beni koydu yerine. Sanki ablası yokmuş da ta ezelden beri aslında erkek kardeşi varmış gibi yaşadı hep.''

''Bu yüzden sana çok bağlı.''

''Ben de aynı şekilde ona bağlıyım Ada. Eren ve Melis neyse Uygar da aynı benim için.''

Başımı salladım. ''Sevgilim, ben uyusam olur mu?''

Deniz başıma bir öpücük bıraktığında çoktan gözlerimi kapatmıştım. ''Uyu aşkım, tatlı rüyalar.''

***

Alarmla uyandım, tamam ergenceydi belki ama Deniz'in doğum gününü kutlayan ilk kişi ben olmak istiyordum. O yüzden 23:59'a alarm kurdum. Neyse ki Deniz alarmın sesine uyanmamıştı. Alarmı kapatıp yatakta doğruldum ve saatin tam 00.00 olmasını bekledim. Normalde su gibi akan zaman 23.59'dan 00.00'a bir türlü gelmiyordu.

Sıkıntıyla iç geçirdim, Deniz hareket etmişti. Uyanıyor muydu? Uyanmasındı, ben uyandıracaktım.

''Daha duracak mısın?'' dedi uykulu sesiyle. Uyanmıştı işte. Üstelik böylece durduğumu da anlamıştı. Nereden anlamıştı? ''Yaklaşık otuz saniyedir duruyorsun da.''

''Uyandın mı sen?'' dedim hayal kırıklığıyla.

''Bir dahaki sefere alarm sesini biraz daha kıs, böylece uyanmam. Saatin 00.00 olmasını mı bekliyorsun?''

''Of.'' dedim ve telefonumu çekmecenin üzerine koydum. ''Niye uyandın ya?'' Deniz hızla doğruldu ve beni belimden tutup yatağa geri yattı. Böylelikle ben de üstüne yatmış oldum. ''Ah Deniz ne yapıyorsun?''

Sorumu görmezden gelip gözlerini kapattı. ''Tamam kutla hadi.'' dedi ellerini belime sararken.

''Ama böyle olmadı ki. Ben öpe öpe uyandıracaktım seni.''

''Hmm rüyamdaki gibi yani.''

''Rüyandaki gibi mi?''

''Evet, sana tatlı rüyalar dedim ama tatlı rüya gören ben oldum sanırım. Sen pek bir huysuzsun uyandığından beri. O yüzden diyorum.''

''Huysuz falan değilim. Hem gördüğün rüya tatlı değil olsa olsa erotik rüya olur Deniz.''

Deniz gözlerini yavaşça açtı ve benimkilerle buluşturdu. ''Ada.'' dedi uyarıcı bir sesle. Ne demiştim ki? ''Gecenin on ikisindeyiz. Seni deli gibi istiyorum ama sırf çocuklar burada diye uzak duruyorum. Ama sen bana bu saatte böyle kelimeler kullanırsan çocuk falan dinlemem haberin olsun.''

Şaşkınlıkla aralanan dudaklarımı kapatmaya çalışsam da başarılı olamamıştım. Başarılı olamadığımı da Deniz'in cümlesiyle anlamıştım. ''Şimdi, öpmemek için kendimi zor tuttuğum dudaklarını kapat ve uyu. Hadi sevgilim.'' Bir elini belimden çekti ve başımı göğsüne bastırdı. Kulağım kalbinin üzerine denk geldiğinde yataktan destek almayı bıraktım ve bedeni el verdiğince ona sarıldım.

''Doğum günün kutlu olsun.'' dedim tereddütlü bir sesle. ''Seninle olduğum her saniye için çok şanslıyım. İyi ki doğdun ve iyi ki beni buldun sevgilim. Ellerimizin hiç ayrılmadığı bir ömür diliyorum senin için.''

''Ben seninle iyi ki doğdum sevgilim. Yanımda olduğun için çok teşekkür ederim.'' Utana sıkıla başımı kaldırdım ve saniyeler içinde dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım. Küçük bir öpücükten bir şey olmazdı. Yani benim için olmazdı. İnşallah Deniz için de olmazdı. Sonuçta erotik kelimesinden etkilenmişti, bir öpücükten de etkilenebilirdi.

Deniz gözlerini açmamıştı, kaşlarını da çatmamıştı, anlaşılan bir sorun yoktu. Başımı tekrar göğsüne koyup kalp atışlarını dinledim.

''Hediyeni şimdi vermeyeceğim. Evden yata gitmeden önce vereceğim.''

''Senin varlığın benim için en büyük hediye zaten. Neden aldın?''

''Olmaz, doğum gününde hediye alınır. Hem öyle çok masraflı bir şey değil. Ama çok seveceksin. Yani bence öyle.''

''Merak ettim şimdi, ipucu ver bakalım.''

''Yok uyuyacağım ben.''

''Ada, söyler misin?''

''Sen az önce bana uyu demiyor muydun? Bak gözlerim kapalı benim. Uyuyorum. Sorma başka soru.''

''İyi, sabah çocuklara sorarım ben de.''

''Kimse bilmiyor ki.'' diye ufak bir yalan söyledim. Aslında Melis ve Eren hariç herkes biliyordu. Ama Deniz'in çocuklardan kastı Melis ve Eren olduğu için içim rahattı.

''Nasıl yani, fikir almak için kimseye sormadın ve hediyemi alınca da kimseye söylemedin mi yani?''

Dilimle çıks sesini çıkardım. ''Hiç boşuna dil dökme sevgilim. Yarın öğreneceksin.''

Deniz iç geçirdi. ''İnatçısın sevgilim.''

''Öyleyim sevgilim.'' dedim ve gözlerimi kapattım. Uyku yine beni çağırıyordu.

***

18 Kasım, Pazartesi.

Bu sefer uyandığımda güneş çoktan doğmuştu ama gecenin aksine Deniz yanımda yoktu. Kaşlarımı çatıp banyoyu dinledim. Su sesi yoktu. Aşağı mı inmişti?

Yataktan zor bela kalkıp banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkayarak aşağı indim. Çocuklar kahvaltı için Ülkü ablaya yardım ediyordu. ''Günaydın çocuklar.'' dedim ikisini de yanaklarından öperek.

''Günaydın yengecim, sen de erkencisin bakıyorum.'' dedi Eren.

''Aşk olsun Erencim, unuttun mu? Bugün günlerden pazartesi ve benim dersim var, okula gideceğim."

''Aa evet doğru. Valla unutmuşum Ada ya."

"Neyse neyse, hadi affettim. Sen gitmiyor musun okula?"

"Bugünlük gitmeyeceğim Adacım. Son senemiz olduğu için pek takmıyor öğretmenler zaten."

"Anladım. Abiniz nerede?"

"Terastalar. Uygar abim geldi.''

Önemli bir gelişme mi olmuştu acaba? Olduysa da neyle ilgiliydi? ''Hmm. Ee planınız ne? Hediye bakacağız diyordunuz. Kahvaltıdan sonra beraber çıkalım isterseniz.''

''Valla bana uyar.'' dedi Eren.

''Bana da uyar.''

''Tamam o zaman, yiyelim bir an önce de çıkalım. Geç kalacağım ben yoksa." dedim ve sandalyeme oturup tabağıma birkaç kahvaltılık aldım. Bugün iştahım yoktu. Yani aslında bebeğimin iştahı yoktu. Çünkü ben yaklaşık bir aydır kendi iştahıma göre değil onun iştahına göre yemek yiyordum.

Tabağımdakileri bitirdikten sonra terasa çıktım. Uygar ve Deniz kahve içerek bir şeyler konuşuyordu. "Günaydın." dedim konuşmalarını bölerek. "Girebilir miyim?"

Deniz kolunu uzattı ve parmaklarıyla gel işareti yaptı. "Günaydın güzelim." dedi. Neredeyse koşarak yanına vardım.

"Neden gelmediniz kahvaltıya?"

"Ben birazdan çıkacağım." dedi Uygar. "İşle ilgili konuşmamız gereken şeyler vardı. Öyle bir uğradım. Acil çıkacağım şimdi."

Uygar'dan cevabımı aldıktan sonra Deniz'e döndüm. ''Henüz acıkmadım.''

''Peki öyleyse, ben okula gideceğim de onu söyleyecektim. Çocuklar da benimle gelecek.''

''Çocuklar mı? Neden, ne oldu?''

''Hediye alma işini son güne bırakmışlar çünkü.'' dedi Uygar. ''Bir şey deme sakın çocuklara, içlerinden geliyor. Bırak da alsınlar ne istiyorlarsa. Yani senin istediğin bir şey varsa onu alsınlar tabii.''

''Porsche Cayenne arabamı Porsche Cayenne S Platinum Edition'la değiştirmek istiyorum Uygar. Değiştirsinler, hadi bakalım.''

''Çüş.'' dedi Uygar. ''Yani küçücük çocuklar ne anlasın Deniz araba değiştirmekten?''

''Ee kendin demedin mi senin istediğin bir şeyi alsınlar diye?''

''Dedim de yani abartma sen de.''

''Asıl onlar abartmasın, söyle onlara. Uçmasınlar sakın. Hele Melis, sakın geçen seneki gibi gidip de bana telefonumun bir üst modelini almasın. Ona harçlık veriyorum, gidiyor bana hediye alıyor.''

''Ne yapsın kız? Senin için bir şeyler yapıyor işte.''

"Yapmasın. Sağlıklı olması bana verebileceği en iyi hediye."

"Hevesini kırma Deniz çocukların. Sana çok düşkünler. Bırak da ne istiyorlarsa yapsınlar."

"Tamam tamam bir şey demedim. Neyse Uygar. Hadi geç kalmadan gidin artık. İşle ilgili detayları sonra konuşuruz.''

''Tamam, Ada benimle gelsin. Zaten benim işim az. Kerem de çocukları götürür. Ben de işim bitince Ada'yı okuldan alır eve gelirim.''

''Tamam, çok oyalanma. Sevgilimi özlemek istemiyorum çünkü.''

''Yok yok, dedim ya, işim az. Hemen çıkarım şirketten.''

Gülümsedim ve ayak ucumda yükselip Deniz'i öptüm. ''Uygar gelmezse Kerem'i ararım, onlarla gelirim. Yani beni çok özlemeyeceksin merak etme.'' Gülümsüyordu. ''Tekrardan iyi ki doğdun canım sevgilim. Okuldan sonra görüşürüz.''

''Görüşürüz sevgilim.'' dedi Deniz ve Uygar'la merdivenlere yürüdük.

''Ben üzerimi değiştireceğim.'' dedim bir alt kata indiğimizde. ''Aşağıda biraz bekle beni.'' Uygar başını sallarken ben çoktan odamıza girmiştim bile. Hava mevsim normallerine göre biraz ılık olduğu için beyaz bisiklet yaka triko kazakla yetindim, altıma da ten rengi kalın külotlu çorap ve bebek sarısı mini kot eteğimi giydiğimde hazırdım. Sadece trençkotum ve beyaz botlarım kalmıştı, onlar da zaten aşağıdaydı. Çıkarken alacaktım.

Çantamı alıp odadan çıktım ve koşar adımlarla aşağı indim. Herkes beni bekliyordu. ''Ada, çok tatlı olmuşsun.'' dedi Melis. ''Sarı sana çok yakışmış.''

''Teşekkür ederim Melisçim.'' dedim ve ayakkabılığa yönelip beyaz botlarımı çıkardım. ''Bekletiyorum ama ayakkabımı da giyeyim, hazırım.''

''Bizim vaktimiz var, geç kalacak olan sensin.''

''Off doğru.'' dedim ve botlarımı alelacele giyip trençkotumu da giydim. ''Hadi çıkalım.''

Evden çıkmıştık, Kerem bizi kapıda bekliyordu. ''Şimdi, nasıl yapıyoruz Uygar Bey?''

''Ada benimle geliyor. Sen de çocukları nereye isterlerse götürüyorsun. Konuştuğumuz gibi Porsche'yle gideceksiniz.''

''Tamam Uygar Bey.''

''Uygar abi, arabanın ruhsatı nerede?''

Uygar ceplerini karıştırdı ve Eren'e ruhsatı uzattı. ''Burada koçum, al.''

''Ya noterden abime mesaj giderse?'' dedi Melis.

Gerçekten beynim yanmıştı. Neden Range Rover'la gitmiyorlardı da Deniz'in ayda yılda bir kullandığı Porsche'yle gidiyorlardı? Eren ruhsatı ne yapacaktı ve noterde ne iş- ''Yuh.'' dedim son dakika aydınlanması yaşayarak. ''Arabayı mı değiştireceksiniz?''

''Abime sakın çaktırma Ada.''

''E ama sen yukarıda Çüş. dedin Uygar. Küçücük çocuklar ne anlasın araba değiştirmekten? dedin. Şimdi arabayı değiştireceğinizi öğreniyorum.''

''Sürprizimizi tam on ikiden vurduğu için Çüş. dedim Ada. Milyonlarca istek arasından gitti, ona yapacağımız sürprizi buldu. Şimdi o dedi diye değiştiriyoruz sanacak ama çoktan planlamıştık zaten.''

''E siz bana dün bana sordunuz.'' dedim çocuklara. ''Daha o zaman belli miydi yani ne alacağınız?''

''Evet ama senin de haberin vardır belki abimin arabasını değiştirmek istediğinden diye düşündük. Ve bizimle ortak olursun belki diye sana da teklif ettik. Ama sen bilmiyormuşsun."

''He, evet haberim yoktu benim.'' dedim.

''Neyse, vakit kaybetmeden gidelim hadi. Çok heyecanlıyım.'' dedi Melis.

''Aynen Melis haklı. Hadi Ada biz de gidelim.'' dedi Uygar. Onun arabasına doğru yürüdük.

***

Uygar beni okula bıraktığında dersin başlamasına daha on beş dakika vardı. Kantine gidip soğuk kahve aldım ve sınıfa doğru yürüdüm. İpek de buradaydı.

''Ada.'' dedi sevecen bir sesle. Yanıma doğru koşturuyordu. ''Ada, selam.''

''AA, selam İpek. N'aber?'' Arkadaş mı oldunuz Ada?

''İyiyim ben de. Görünce sesleneyim dedim.''

''Hmm iyi yapmışsın. Da okulda ne işin var? Sen mezun oldun? Ya da olmamış mıydın?''

Kocaman gülümsedi. ''Oldum oldum, diplomamı almaya geldim. Senin nasıl gidiyor?''

''Yani, her pazartesi geliyorum işte böyle. Bu sene bitirmek istiyorum şu bölümü.''

''Bitirirsin bence.''

''Bakalım, amacım o.'' dedim. Acaba Ozan'ı sorsam yanlış anlar mıydı? ''Fransa'ya gitmiştin en son.'' dedim belli belirsiz bir sesle.

Az öncekinden daha büyük bir gülümsemeyle güldü. ''Yarın yine gideceğim.''

''Öyle mi?'' dedim. Demek Ozan'la hala beraberdi. ''Çok sevindim.''

''Yani seninle hiç sağlıklı bir ilişkim olmadı biliyorum. Bunu sana söylemem ne kadar doğru onu da bilmiyorum ama Ozan'la çok iyiyiz. Yani tabii her şey çok yeni ama. Ben belki onu merak etmişsindir diye şey yaptım.''

''Her şeyin yolunda olmasına çok sevindim İpek.''

''Senin hayatında her şey yolunda mı?''

Gülümsedim. ''Yolunda.'' dedim. Ufak pürüzler -ki o ufak pürüzler Melih, Özgür, Hale, Cemre, Serhan, Özkan oluyordu- vardı ama yine de yolundaydı işte.

''Anladım. Ben seni tutmayayım. Kendine iyi bak Ada.''

''Sen de kendine iyi bak İpek. Ozan'a benden selam söyler misin?''

İpek bana dostça gülümsedi, ben de gülümsedim. ''Söylerim Ada.''

İpek'le vedalaştıktan sonra derse gittim. Bu Allah'ın cezası ders her geçen gün daha da zorlaşıyordu sanki. Nasıl mezun olacaktım gerçekten hiç bilmiyordum doğrusu.

Zorlu geçen dersten sonra okuldan çıktım. Uygar çoktan gelmiş, kapıda beni bekliyordu. ''Selam.'' dedim koltuğuma geçtiğimde. ''Çok bekledin mi?''

''Yok, beş dakika ya oldu ya olmadı. Heyecanlı mısın?''

''Çok heyecanlıyım Uygar.''

''Ne zaman söyleyeceksin?''

''Hemen söylemek istiyorum, parti boyunca onu mutlu görmek istiyorum çünkü.''

''Tamam, o zaman gidelim.'' dedi, kocaman gülüyordu. ''Amca olacağım, inanamıyorum.''

''Sen mi ben mi?'' dedim arkama iyice yaslandığımda. ''Çocuklar ne yapmış?''

''Almışlar arabayı. Şimdi onlar direkt limana gidecekler yeni arabayla. Eve giderlerse Deniz görür çünkü. O yüzden Hakan korumaların arabalarından biriyle gidip alacak onları limandan. Sonra da eve götürecek.

''Anladım. Sahi birkaç iş var demiştin. Mimari dekorasyonla ilgili.''

''Evet, mailine attım dosyaları. Yarın bakarsın.''

''Tamam.'' dedim ve telefonumu alıp Savaş'a yazdım. Kaçta geleceksin? ''Ee sen ne aldın Deniz'e?''

''Uzun zamandır kovaladığı bir arsa vardı, Bursa'da. Onu aldım. Tabii Deniz'in şahsına almadım. Aladağ Holding bütçesinden Aladağ Holding bünyesi için aldım. Artık oraya hastane mi yaparlar otel mi yaparlar bilmiyorum. Deniz maddi hediyeleri pek sevmez. O yüzden bu arsa onu, ona alacağım bir kol saatinden daha mutlu edecek. Emin ol.''

''Çok iyi düşünmüşsün.'' dedim. Savaş yazmıştı. Yoldayım, bir saate Deniz'in evinde olurum.

Onu yanıtladım. Dikkat et, gökyüzü gözlü ikizimmm.

***

Nihayet eve gelmiştik. Can, Selay, Eren ve Melis de gelmişti. Sadece Savaş ve Miray daha gelmemişti. Onlar da yirmi dakikaya burada olurdu.

''Ben gidip hazırlanayım.'' dedim Can ve Selay'la kucaklaştıktan sonra. ''Savaş ve Miray gelince hep beraber çıkarız.''

''Ben de geleyim.'' dedi Deniz. ''Hazırlanmadım çünkü.''

''Yok, ben gideyim, sen sonra gelirsin.''

''Yok, geleyim. Beraber hızlıca hazırlanırız. Aradan çıkmış olur. Çocuklar da bizi beklememiş olur.''

''Biz gelene kadar niye hazırlanmadın?'' dedim çattığım kaşlarla. Sesim de biraz yüksek çıkmıştı. Ya da bana öyle geliyordu. ''Ben gidiyorum, haber veririm sana geleceğin zaman.''

Deniz bu ani çıkışıma anlam vermeye çalışsa da bu çabası başarısız olmuştu. Gelmemeliydi çünkü ben daha ayakkabıları yatağın üzerine koymamıştım. Üstelik gebelik testini de yapmamıştım.

''Sevgilim.'' dedi tereddütlü bir sesle. Gülümsedim. Ne kadar da hızlı ruh hali değiştiriyordum böyle. ''Efendim sevgilim.''

''Sen iyi misin?''

''Hiç bu kadar iyi hissetmedim.'' dedim ona öpücük atarken. Deniz birazdan öğreneceği şeyden habersiz, orada öylece oturuyordu. Çok masumdu. ''Seslendiğimde gelirsin olur mu?''

Deniz başını salladı. ''Olur.''

Apar topar merdivenlerden çıkıp ayakkabıları sakladığım yerden çıkarttım ve yatağın üzerine yan yana koydum. İlk sırada Deniz'in ayakkabıları vardı, ikinci sırada benim ayakkabılarım, sonda da bebeğimizin ayakkabıları. Sırıtmamı sonlandırıp tuvalete gittim ve gebelik testini yaptım. Bir dakika sonra çift çizgi olmuştu bile. Bugün gerçekten ağzım kulaklarımda gezecektim sanırım.

Tuvaletten çıktıktan sonra gebelik testini bir peçeteye sardım, ardından çekmeceye koydum. Daha sonra gardıroba gidip Deniz'in bana evlenme teklifi ettiği gün giydiğim fitilli, karpuz kollu beyaz elbiseyi buldum ve alelacele giydim. Saçımı da aynı o günkü gibi ensemde topuz yapıp halka küpelerimi taktım.

İşte, hazırdım.

Seslenmek yerine Deniz'i aradım, anında açmıştı. ''Aşkım'' dedim en sevecen sesimle. ''Hadi gel, ben hazırım. Sen de hazırlan.''

''Tamam sevgilim. Geliyorum.''

Kalbim yerinden çıkacak gibi hissetmiyordum. Kalbim yerinden çıkmış gibi hissediyordum. Nabzım muhtemelen üç yüz olmuştu. Kalp atışlarımın hiç bu kadar hızlı attığını hatırlamıyordum. O gün gelmişti, Deniz baba olacağını öğrenecekti. Heyecandan ölmek üzereyken odada volta atıyordum. Nerede kalmıştı ki?

İçimden saymaya başladım. Bir, iki, üç, dört, beş..

''Altı, yedi, sekiz.'' dedi Deniz. Ne ara gelmişti? Ve ben dışımdan mı sayıyordum? "Bu kadar mı sabırsızlandın gelmem için?'' dedi kocaman gülerek.

Dilimi yutmuş gibi sadece ''Hı hı.'' diyebildim.

Deniz yavaşça yanıma gelip elimi tuttu ve beni kendi etrafımda döndürdü. ''Bu elbise.'' dedi ve yutkundu. ''Bu elbise ilk.''

''İlk ne?'' dedim bakışlarımı bakışlarına sabitleyip.

''İlk seviştiğimiz gün giydiğin elbise.''

Gözlerimi devirdim. ''Evlenme teklifi ettiğim gün giydiğin elbise de diyebilirdin.''

Deniz gözlerini kısıp elinin tersiyle yanağımı sevdi. ''Diyebilirdim. Ama onu üzerinden çıkarttığım anı düşününce... Öyle çıktı işte ağzımdan.''

Bu sefer yutkunma sırası bendeydi. Sevişmek yok Ada, ev fena kalabalık!! Derin bir nefes aldım ve onu yatağa sürükledim.

''Sana hediyeni vereceğim.'' dedim, bayılmamak için kendimi çok zor tutuyordum

Deniz yatağa baktığında bir süre ifadesiz kaldı. Hatta uzun bir süre ifadesiz kaldı. Hayal görüp görmediğine ikna olmaya çalışıyordu. ''Ada?'' dedi, sesinde soru iması vardı. ''Sevgilim bunlar ne?'' Sesi o kadar titriyordu ki ağzımdan çıkacak tek bir kelimeyi duymak için sabırsızlandığını fark ettim. Anlamıştı. İki gözümden birden yaşlar aktığında Deniz'in de benden farksız olduğunu gördüm.

''Sana ayakkabı aldım.'' dedim. Sesim çok titriyordu. Konuşan ben miydim?

''Anladım.'' dedi, kendi ayakkabımı gösterdim. ''Sana alınca kendime de aldım.'' dedim. Sesim gittikçe yabancılaşmıştı. Hem ağlıyor hem gülüyordum. ''Kendime alınca-'' Cümlemin devamını getiremedim çünkü hıçkırıklarım buna müsaade etmemişti.

Deniz yatağa doğru bir adım attığında bakışlarını bebeğimizin ayakkabılarına çevirdi. ''Ada?'' dedi, sesi Artık söyle. der gibiydi. ''Ada sen? Doğru mu bu?''

Dudaklarımı birbirine bastırıp titreyen çenemi durdurmaya çalıştım, ardından çekmeceden testi alıp Deniz'in yanına giderek onu kendime çevirdim. Yanaklarını istila etmiş gözyaşlarını tek elimle sildim ve testi tuttuğum elimi kaldırıp sonucu ona gösterdim. Zaten anladığı bir şeyi ona göstermiştim ama zaten anlamış olması onu büyük bir şoktan kurtarmamıştı.

Deniz önce teste, daha sonra bana baktı. Sonra yine teste, ardından bana. ''Ada.'' dedi. Sesinde milyonlarca duygu vardı. Ama bana en çok yansıyan duygu mutluluktu. Nemli gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Deniz her zaman güzel bakıyordu ama şimdi bir başka güzel bakıyordu. İlk kez gördüğüm bu bakışı içimi sıcacık yapmıştı. Onu daha fazla bekletmek istemiyordum. Baba olacağını anlamıştı ama duymak da istiyordu.

''Sevgilim.'' dedim hala titreyen sesimle. ''Sevgilim, ben hamileyim. Sen baba olacaksın.''

 

Loading...
0%