Yeni Üyelik
48.
Bölüm

48. Bölüm

@_kubraakyol

Deniz'in gözyaşlarına karışan şaşkınlığı karşısında gülümsedim. Yüzüme sanki yıllardır bu cümleyi duymayı bekliyormuş gibi bakıyordu.

"Hamilesin?" dedi, sesi daha çok soru sorar gibiydi. Yüzümü ellerinin arasına aldığında gülümsüyordu. "Çocuğumuz olacak bizim."

"Evet."

"Baba olacağım yani ben." dedi elleriyle bütün yüzümü severken.

"Evet." dedim, ellerini yüzümden çekip kollarını belime sardı ve beni havaya kaldırıp dudaklarıma güçlü bir öpücük bıraktı. Şaşkınlığı hala geçmemişti. Öyle ki henüz sevinememişti bile.

"Sevgilim bizim çocuğumuz olacak." dedi ve beni bir kez daha öpüp benimle beraber kendi etrafında dönmeye başladı. Şaşkınlığı nihayet yerini coşku ve sevince bırakmıştı. "BEN BABA OLUYORUUUUUUMMM. BABA OLUYORUMMMMMMM." dedi son sesiyle. Muhtemelen bütün ev halkı duymuştu. Dönmeye devam ediyordu.

''Sevgilim, başım.'' dedim, Deniz kaç kez dönmüştü bilmiyordum ama başım daha da dönmesin diye anında durduğunu biliyordum.

''Aşkım.'' dedi yüzümü tekrar ellerinin arasına aldığında. Gözleri hem yaşlarla doluydu hem de ışıl ışıl parlıyordu. Bakışları hala çok şaşkındı ama gülüşü o kadar güzeldi ki Dünyanın en güzel haberini aldım. gülüşünü sergiliyordu bana. "Sevgilim hamilesin."

''Sevgilim.'' dedim, onu taklit edip yüzünü ellerimin arasına aldıktan sonra. ''Evet hamileyim.''

Başını yukarıya kaldırdı ve tüm dünyaya haykırmak istercesine bir kez daha bağırdı. ''BİZİM BEBEĞİMİZ OLACAK. BEN BABA OLUYORUUUUUUMMM.'' Gülümsedim, Deniz bakışlarını tekrar bana çevirdi ve bu sefer normal düzeye inmiş sesiyle devam etti. ''Sen hamilesin ve o bebek bizim.'' dedi. Hala kendini ikna etmeye çalışmasına neredeyse kahkaha atacaktım. Çok kısa bir an yüzüme baktı, ardından beni yavaşça kendine çekip bana sımsıkı ama yumuşacık sarıldı. Elleri sırtımda gezerken hem beni hem bebeğimizi sarmaladığının farkındaydı. Sarılışı güçlüydü ama o kadar şefkat doluydu ki canımın yanmasından özellikle kaçıyor gibiydi. ''Sevgilim.'' dedi saçlarımı öpüp. Kollarımı tıpkı onun gibi ona sardığımda deniz kokusu ciğerlerime dolmuştu. Başım dönüyordu ama bu fiziksel değildi. Mutluluktandı. Bu odada iki değil üç kişi olduğumuzun farkındalığı başımı döndürüyordu. Ben, sevgilim ve bebeğimiz. Kalbim yerinden çıkacak gibi heyecanlıydım. ''Benim güzel sevgilim.'' diye fısıldadı, saçlarımın kokusunu içine çekerken. Elleri saçlarımda geziyordu. ''Seni seviyorum. Seni her şeyden çok seviyorum. Attığın her adımı, aldığın her nefesi seviyorum. Seninle tamamlanmayı, seninle her şeye yeniden başlamayı çok seviyorum. Seni özlemeyi bile seviyorum. İçinde sen olan her şeyi çok seviyorum ve sen bana şimdi bir bebeğimiz olacağını söylüyorsun. Hissettiğim mutluluğu, heyecanı ve aşkı sana anlatamam. Senden bir parça olacak hayatımızda. Sana ait, bana ait. Minik bir bebek. Ben çok şanslı ve çok mutluyum. Ve inan bana senden başka hiç kimse beni dünyanın en mutlu ve en şanslı adamı yapamazdı.'' Gözyaşlarım Deniz'in kazağını ıslattığında ona daha sıkı sarılma ihtiyacı duymuştum. Bebeğimi içimde taşıyordum, Deniz'i de içime sokasım geliyordu. Kaburgalarımda ona da bir yer bulunurdu elbet. ''Seni çok seviyorum.'' dedi tekrardan. Ben seni daha çok seviyorum. demek istedim. ''Bebeğimi de çok seveceğim. Ne seni ne de bebeğimizi hiç bırakmayacağım.'' Kollarını yavaşça çekip bir elini yüzüme bir elini tam karnımın üzerine koydu ve beni öpmeye başladı. Farklıydı, her zamanki gibi öpüyordu ama farklıydı işte. Daha korumacı bir öpücük diye bir şey var mıydı bilmiyordum ama şefkatli öpüyordu. Yumuşak ve yavaştı.

İçim içime sığmıyordu. Karnımın üzerindeki eli nefes almamı engelleyecek kadar heyecan vericiydi. Mutluydum çünkü günlerdir tek başıma yaşadığım bu heyecana artık Deniz de ortaktı. Beni öpüşü uzun sürmüştü. Bırakmak istemiyordu çünkü içinde onlarca duygu vardı. Heyecan, sevinç, mutluluk, coşku, şefkat ve aşk. Hatta belki öpücüklerinde teşekkür de saklıydı. Beni iyileştirdiğin için, o kapkara dünyadan beni alıp aydınlığa çıkarttığın için, bebeğimi dünyaya getireceğin için teşekkür ederim sevgilim. diyordu belki de.

Ben heyecanımla boğuşurken yaklaşık beş dakika sonra dudaklarını benimkilerin üzerinden çekti ve bu sefer bütün yüzüme onlarca öpücük bıraktı. Sanırım doymayacaktı, küçük bir kahkaha attım. ''Aşkım biraz sakin mi olsan?''

Eli hala karnımdayken düşünceli bir şekilde yüzüme baktı. ''Bu benim 28 senedir aldığım en güzel haber. Ben daha güzel bir şey yaşayamazdım herhalde. Nasıl sakin olabilirim ki Ada?'' Bakışlarını indirdi ve elinin değdiği yere baktı. ''Burada ikimizden bir parça var. Biz artık iki kişi değiliz. Biz artık üç kişiyiz. Ben, ben sana teşekkür ederim.''

İki parmağımla çenesini tuttum ve başını kaldırıp bakışlarımızı birleştirdim. ''Niçin teşekkür ediyorsun?''

''Yanımdan hiç ayrılmadığın için, beni sevdiğin için ve benden bir parçayı taşımayı istediğin için.''

''Sevgilim.'' dedim ve saniyeler içinde yüzümü yüzüyle birleştirip bu sefer ben onu öpmeye başladım. Bu kaçıncı öpüşümdü bilmiyordum ama şimdi içim çok tuhaftı. Deniz mutluydu, ben de mutluydum. Zaten aksi mümkün olmazdı, olamazdı.

Yüzümü çektiğimde Deniz bana endişeli bir şekilde baktı, baş parmağıyla karnımı hafifçe okşadı. ''Şimdi ne yapacağız?'' dedi, bakışlarındaki endişe sesine de yansımıştı.

''Neyi ne yapacağız aşkım?'' dedim merakla. ''Bir sorun mu var?''

''Sevgilim hamilesin. Gel.'' dedi ve beni yatağa sürükleyip oturttu. ''Senin yorulmaman lazım, dinlenmen lazım. Aç mısın ya da canın bir şey istiyor mu? Almamı istediğin bir şey var mı? İncir? Sen incir çok seversin, alayım mı sana? Ya da Ülkü ablaya söyleyelim yapsın hemen sana incir tatlısı. İster misin?''

''Aşkım.'' dedim gülerek. ''Hasta değilim, sadece hamileyim. Ve inanır mısın acayip iyi hissediyorum. İstediğim tek şey senin mutlu olman, başka hiçbir şey istemiyorum. Vallahi bak.''

''Ama hamilesin.''

''Evet, ne güzel bir haber değil mi?'' dedim konuyu değiştirmeye çalışıp. Deniz bu kadar endişelenmemeli ve korkmamalıydı. Çünkü böyle devam ederse ben gülme krizine yakalanacaktım.

''Evet, inanılmaz güzel bir haber.'' dedi, neyse ki şaşkınlıktan mıdır nedir bilmem konuyu başka yere çektiğimi anlamamıştı.

''Neyse, benim bal gözlü sevgilim. Hadi artık giyin yoksa biraz daha durmaya devam edersek daha birinci doğmadan ikinci çocuğu yaptığımızı düşünecekler.'' dedim, Deniz'in gülümseyen yüzü çatılan kaşlarıyla anında ciddiyet kazanmıştı.

''Birinciyi nereden biliyorlar ki ikinciyi düşünsünler?'' dedi şaşkınlıkla açılan gözlerle.

Dudaklarımı ısırdım. ''Şey. Eren ve Melis hariç herkes biliyordu.'' dedim tepkisini ölçmeye çalışırken.

''Bir saniye.'' dedi ve saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. ''Uygar?''

''Uygar da biliyordu. Onu her gün ağzından kaçırmaması için tehdit ettim.'' dedim kocaman sırıtarak.

''Uygar bunu saklamayı nasıl başardı? Bir de benden. Onun ağzında bakla ıslanmaz, anında gelir bana söyler.''

''Yani şöyle düşün sevgilim. Miray sana böyle bir şey söylese ve Uygar asla bilmesin dese. Ne yapardın?''

''Yani Miray'ın belirlediği güne kadar susardım ve Uygar'a hiçbir şey söylemezdim.'' dedi ve bir süre susup sırıttı. Aklımızdan aynı şeyin geçtiğine emindim. Kocaman sırıttım ve Deniz'le eş zamanlı olarak aklıma gelen şeyi söyledim. ''Uygar ve Miray henüz sevgili bile değil.''

''Uygar ve Miray sevgili değil ki.''

İkimiz de bir süre gülmekten konuşamayınca kendimi toparladım ve gülmemi sonlandırdım. ''Yani biz bunları çift yaptık bir de üstüne çocukları da oldu, farkında mısın?''

''Farkındayım farkındayım.'' dedi gülerken. Gülümsemesini izledim. Neden bu kadar güzel gülümsüyordu? ''Sen hamile olduğun için mi bu kadar çok yemek yiyorsun?'' dedi, tek kaşı yukarı kalkmıştı.

''Evet sevgilim. Bebeğimiz yüzünden yüz kilo olacağım.'' dedim ve artık gitmemiz gerektiğini düşünüp onu yataktan kaldırdım. ''Hadi artık giyin.''

Deniz giyinme odasına gitti ve sadece beş dakika sonra hazır bir şekilde yanıma döndü. Koyu mavi polo yaka tshirt, siyaha yakın lacivert keten bir pantolon giymişti. İnce bir hırkayı sırtına almış, hırkanın kollarını da tam göğsünün üzerinde bağlamıştı. Saçlarını güneş gözlüğüyle süslemişti. Beceremiyor olsam da ıslık çaldım. ''Benim sevgilim neymiş böyle ya?'' dedim onu baştan aşağı süzüp. Kasları tshirtün kollarını doldurmuştu. Kabul et, etkilendin Ada.

''Bilmem, neymiş senin sevgilin?'' dedi muzip bir gülüşle.

Yataktan kalkıp yanına gittim ve parmak uçlarımda yükselip bir yanağını öperek ellerimi belinin iki yanına yerleştirdim. ''Çok yakışıklıymış, çok etkileyiciymiş, çok çekiciymiş. Ve mükemmel bir baba olacakmış.''

Gözlerinin içi parlarken beni taklit edip baştan aşağı beni süzüp dudağıma iştahlı bir öpücük bıraktı. ''Kalbim duracak sanki. Ben baba olacağım. Minik bir bebeğimiz olacak. Sana benzemesini istiyorum.''

''Ama sen İtalya'da Çocuğumun bana benzemesini istiyorum. demiştin?'' dedim sorgulayan bakışlarla.

''Doğru, demiştim evet. Ama vazgeçtim. Sana benzesin. Kaşı, gözü, huyu, suyu, saçı, burnu. Evin içinde dolaşan küçük bir Ada. Güzel bir kız çocuğu.'' dedi elimi karnımın üzerine koyarak.

''Kız mı?'' dedim şaşıran sesimle.

''Böyle biraz ısmarlama gibi olacak ama evet, kız çocuğu olsun. Evet evet, kız çocuğu istiyorum. Ne zaman belli olacak cinsiyeti? Ne zaman öğreneceğiz? Şimdi baksak olmaz mı?''

Büyük bir kahkaha attım. ''On altıncı haftayı beklememiz gerek. Seni sabırsız. Bir de bana diyordun.''

''Daha haftalar var.'' dedi canı sıkılmış bir sesle. ''Neyse, bekleyeceğiz artık. Hadi gidelim.'' dedi ve beni yine baştan aşağı gözden geçirdi. ''Sevgilim, sen öyle üşüyeceksin ama.'' dedi. ''Tamam yatın içinde olacağız ama deniz havası bu, güven olmaz. Üşüteceksin.''

''Bir şey olmaaaz, sen beni ısıtırsın. Isıtmaz mısın?'' dedim yanına yaklaşıp kollarımı boynuna sararak.

''Hmm benim yöntemlerim biraz sakıncalı olabilir. Hamilesin ya, o yüzden diyorum yani.'' dedi dudaklarını birbirine bastırmadan hemen önce. Tek kaşı yine yukarı kalkmıştı.

Kıkırdadım ve boynunun açıkta kalan kısmını öptüm. ''Doktor kontrolüne gittiğimde bunu da konuştum.'' dedim. Soran gözlerle baktı. ''Son bir aya kadar sevişmemizin hiçbir sakıncası yok. Yani daha yeni hamile olduğum için bir süre daha o yöntemlerini kullanabilirsin.'' dedim ve bu sefer yanağını öptüm.

''Olmaz.'' dedi net bir sesle. ''Olmaz Ada, bebeğimiz var. Nasıl yapalım?''

''Bundan önce nasıl olduysa öyle işte.'' dedim, kaşlarım yukarı kalkmıştı. Bu cümleyi sen mi kurdun Ada? dedi içimdeki ses. Aynı zamanda tek elini şaşkınlıktan ağzına kapatmış, tek elini de beline koymuştu sesin sahibi.

''O zamanlar hamile olduğunu bilmiyordum sevgilim.'' dedi ve bu sefer o benim boynumu öptü. ''Gidelim hadi, gel.''

Beni odadan çıkartırken arkasından baktım. ''Ne yani biz hiç.'' dedim ama cümlenin devamını getiremeden sustum. Deniz durdu ve geriye dönüp merakla yüzüme baktı.

''Biz hiç, ne?''

''Yani şey işte hiç, biz. Of Deniz.''

''Söyle hadi. Biz ne?'' dedi gülerek. ''Söylemeni istiyorum.'' Ne söyleyeceğimi anladığı halde neden söyletmeye çalışıyordu ki? Utanıyordum işte, neden soruyordu?

Utana sıkıla başımı başka yöne çevirdim ve ağzımın ucuyla bir şeyler söyledim. ''Yani hiç sevişmeyecek miyiz? Oh be söyledim işte. Söyleyemem sandın değil mi? Söyledim, ne oldu şimdi? Mutlu oldun mu?''

Deniz küçük bir kahkaha attı, ardından beni küçücük öptü. ''Evet, mutlu oldum. Sevişmek mi istiyorsun?'' dedi dünyanın en normal sorusunu soruyormuş gibi sakin bir sesle ve beni kucağına alıp yürümeye devam etti.

Başımı göğsüne gömdüm. ''Cevabını bildiğin soruları neden soruyorsun?'' dedim içime kaçmış gibi çıkan sesimle. ''Ayrıca ilk ben bir soru sordum. Önce sen cevap ver.''

''İsteyip istemediğini bilmeden sana nasıl bir cevap vermemi bekliyorsun?'' dedi, dudakları neşeyle yukarı kıvrılmıştı.

''Ya Deniz.''

''Sorumun cevabı bu değil sevgilim. İstiyor musun?'' diye sordu sabırsız bir sesle.

''İstiyorum.''

''Ne istiyorsun?''

''Sevişmek.'' dedim yutkunup. Kaşlarını çatıp ben cümlenin tam halini söyleyene kadar bekledi. ''İsti-'' Sesim git gide azalmıştı. ''-yorum.'' Deniz küçük bir kahkaha attı. ''Ee ama sen benim soruma cevap vermedin.'' dedim kaşlarımı çatarak. Küçük kahkahası yerini büyük bir kahkahaya bırakırken beni cevaplamayacağını çoktan anlamıştım.

Kış bahçesine gidene kadar Deniz yüzümün her yerini öpmüş, sürekli Ben baba olacağım, bizim bebeğimiz olacak. diye sevinç nidaları atmıştı. Onu mutlu gördükçe içimde adını dahi bilmediğim çiçekler filizleniyordu. ''Sevgilim.'' dedim sorgulayan bakışlarla. Salona inmiş, kış bahçesine doğru yürüyorduk. Aniden aklıma gelen şeyle yüzüne baktım. ''Sen beni sürekli kucağında taşıyorsun.''

''Evet, taşıyorum.''

''Ama Salih abinin teknesine gittiğimiz gün bana Seni sürekli taşıyamam. demiştin hatırlıyor musun?''

''Hatırlıyorum.'' dedi hiç düşünmeden. ''Sana öyle söyledim ama içimden, kendi kendime söylediğim cümle çok farklıydı.''

''Ne? Ne demiştin ki içinden?'' dedim merakla.

''Ben bu kızı taşırım. Kollarımda taşırım, sırtımda taşırım, kalbimde taşırım. Ben bu kızı ömrümün sonuna kadar taşırım. dedim.''

Kocaman açılmış gözlerimi gözlerine diktim. ''Daha yeni tanışmıştık.'' dedim yutkunup. ''Daha o zaman bile-''

Deniz yüzüme doğru eğilip saçlarımı koklayarak öptü. ''Ben sana aşık olacağımı seni ilk gördüğüm an anlamıştım.'' dedi nefesini saçlarıma bırakarak. ''24 Ağustos Cumartesi günü saat 20.25'te, 33 derece sıcaklıkta bir havada kıpkırmızı bir burunla kütüphaneden içeriye girdin. Üzerinde açık mavi bir bluz ve beyaz kot etek vardı. Saçların açıktı, omuzlarından aşağıya süzülüyordu. Bluzunla aynı renkte bir toka iliştirmiştin önündeki saçlarına. Eren'in yanına gidip onunla bir şeyler konuştun. Daha sonra hiç içmeyeceğin halde bir bardak kahve aldın. Tam karşımdaki masaya oturduğunda Saat 20.33'tü. Sonra gözlerin beni buldu. Yaklaşık on saniye yüzümü izledin.''

''Sen.'' dedim yutkunup. ''Bunları nasıl hatırlıyorsun?''

''Sana ait ne varsa hepsi aklımın en güzel köşesine kazılı. Ve o en güzel köşe sonsuza kadar sana ait olacak.''

''Sevgilim.'' dedim ve uzanıp dudağının kenarını öptüm. ''Sen benim tüm dünyamsın. Aldığım nefes, attığım adım, uyuduğum uyku, içtiğim su. Beni ben yapan her şey senin izin. Sen benim miladımsın. Kalbi tekrardan atmaya başlayan bu kız senin eserin ve ben bu eseri sonsuza kadar koruyacağım.''

Deniz'in yüzüne küçük bir gülümseme yayıldığında onu bir daha öptüm. ''Romantik biri olduğunu bilmiyordum.'' dedi şaşkın gözlerle. Ona daha şaşkın bir bakış attım.

''Nasıl ya? Daha önce de böyle güzel şeyler söyledim. Söylemedim mi? Söyledim. Ayrıca romantiğim ben. Bebek sürprizim bile çok roman-'' kelimelerim Deniz'in beni öpmesiyle kesilince sustum ve yumuşak öpücüklerine karşılık verdim.

Nihayet kış bahçesine girdiğimizde büyük bir coşkuyla karşılandık, öyle ki Uygar konfeti bile patlatmıştı. Eren ve Melis hariç herkes sevinç çığlığı atarken elimle ağzımı kapattım. Sanki Deniz'in doğum gününü değil, benim hamileliğimi kutluyorduk.

''Abi inanılmaz mutluyum.'' dedi Uygar.

''Ne oluyor ya?'' dedi Eren ve Melis aynı anda. Ah sizin haberiniz yok tabii ama bir sürprizim var. Yeğeniniz olacak. Ben hamileyim çocuklar.

Deniz yanağıma okkalı bir öpücük bırakıp kocaman sırıttı. ''BİZİM BEBEĞİMİZ OLACAK.'' diye bağırdı büyük bir neşeyle. ''Ada'nın ve benim. İkimizin bebeği olacak. Bizim bebeğimiz olacak.''

''NE?'' dedi Eren ve Melis aynı anda çığlık atarak. ''Ne diyorsunuz, şaka mı bu?''

''Yoo, yüzde yüz gerçek Erencim. Amca olmak istemiyorsan seve seve alabilirim bu unvanı senden. Gerçi ben zaten amcayım.'' dedi Uygar, kocaman sırıtıyordu.

Eren ve Melis anlaşmış gibi usul usul yanımıza geldiğinde Deniz beni yavaşça kucağından indirdi. ''İnanamıyorum.'' dedi Melis şaşkınlıkla. ''Çok sevindim Ada, gerçekten çok şaşkınım. Ama çok mutluyum.'' Kollarımı açıp bir tarafıma Melis'i bir tarafıma Eren'i aldım. İkisi de aynı anda yanağımı öpmüştü.

''Canım Adacım benim, ben Melis'ten daha çok sevindim.'' dedi Eren gizlemediği kıskançlığıyla. Gerçekten beni mi paylaşamıyorlardı yoksa ben mi yanlış anlıyordum?

''Hiç de bi' kere. Neden sen daha çok mutlu oluyormuşsun?'' dedi Melis ve kollarını üzerimden çekip Eren'e baktı.

''E ben Ada'yla senden daha önce tanıştım ve onu senden daha çok seviyorum.''

Melis Eren'e onu dövecekmiş gibi baktığında ikisinin de başını aynı anda çektim ve sırasıyla saçlarını öptüm. ''Çocuklaaaar.'' dedim neşe dolu bir sesle. ''Ne oluyor size?''

''Ya ama Ada, baksana ne diyor bu Eren?''

''Melis, Eren.'' dedi Deniz tatlı ama uyarıcı bir tonla. ''Niye tartışıyorsunuz siz?''

''E abi duymuyor musun?'' dedi Eren bana daha da sıkı sarılarak.

Deniz ellerini yukarı kaldırıp başını iki yana salladı. ''Ben size hiçbir şey demiyorum. Gerçekten.''

Eren ve Melis gülerek kollarımdan ayrılıp Deniz'e sarıldığında onları gülümseyerek izledim. Ve açıkçası amca ve hala olacakları için bu kadar sevineceklerini beklemiyordum.

"Abimmmmm. Yakışıklı abimm baba oluyor. Tebrik ederim canım abimm."

"Tebrik ederim abim benim. Çok çok mutluyum."

"Teşekkür ederim çocuklar. Altınlarınızı hazırlayın şimdiden." dedi Deniz bana bakıp göz kırparak.

"Ne altını abi? Yeğenim doğsun ben ona neler neler alacağım." dedi Melis yanıma tekrar gelip karnımı okşayarak. "Ayyy Ada ben hala olacağım."

"Evet Melisçim, hala olacaksın."

"Ben de amca oluyorum." dedi Eren yanıma gelip koluma sarılarak. "Ada, söyle ne istiyorsun? Ne hediye alayım sana? Ama güzel bir şey iste. Ablamınkinden daha güzel olsun benim alacağım hediye."

''Eren bak kardeşimsin demem ağzının ortasına vururum bir tane. Niye kıskanıyorsun bu kadar Ada'yı benden?''

Eren omuz silkti. ''Çünkü Ada'yı çok seviyorum Melis.''

''Melis mi? Sen ne zamandan beri bana adımla sesleniyorsun? Ben senin ablanım.''

Eren kıkırdayarak Melis'in yanına gitti ve yanağından makas alıp Melis'e sarıldı. ''Şaka yapıyorum ablacım. Özür dilerim.''

''Seni vururum Eren.'' dedi Melis ve Eren'in kafasının arkasına sertçe vurup ardından öptü. ''Bu Aladağ erkekleri benim sinirlerimi bozuyor.''

''Ben ne yaptım ya?'' dedi Deniz çattığı kaşlarıyla. ''Durup dururken laf yiyoruz. Olmuyor böyle Melisçim.''

''Sana dünden kızgınım abicim. Neyse, hadi artık yata gidelim.'' dedi kolumdan çıkıp kapıya yürürken. Anlaşılan sıkılmıştı. ''Orada paylaşırız Ada'yı. Tamam mı Erencim?''

''Ama Savaş ve Miray gelmedi daha.'' dedim kol saatime bakarak. Eş zamanlı olarak zil de çalmıştı. ''Aa biri geldi galiba.'' dedim ve kapıya doğru koşmaya başladım. Uygar arkamdan bana seslendi. ''Miray direkt marinaya gelecek. Savaş gelmiştir.''

''Dur, nereye koşuyorsun sen?'' dedi Deniz Uygar'dan hemen sonra. Sesi gittikçe yaklaşıyordu. ''Düşeceksin şimdi, ben açarım kapıyı.'' Bana yetişti ve beni durdurup normal hızla kapıya doğru yürüttü.

''Sence de biraz ama böyle biraz abartmıyor musun sevgilim?'' dedim kaşlarımı çatıp yüzüne bakarak. O bana değil kapıya bakıyordu.

''Koşmak yok sevgilim, koşmak hiç yok.''

Homurdandığım sırada kapıya çoktan ulaşmıştık. Deniz kola uzandı ve kapıyı açtı. Savaş gelmişti.

''Savaaaaaaş.'' dedim büyük bir mutlulukla boynuna atlarken. ''Dünyanın en mükemmel ikizi geldi, hoş geldiiiiii.''

''Hooop.'' dedi Savaş kollarını bana sarıp. ''Hoş buldum canımın içi.'' dedi ve başını çevirip yanağımı dört kez aralıksız öptü.

Güldüm. ''Aaa ne oldu? Neden dört kere öptün?''

Savaş geri çekildi ve saçlarımı karıştırdı. Bunu yapmasını çok seviyordum. ''Sabah dayım, yengem ve Güneş'le konuştum. Seninle buluşacağımı söyleyince Onu bizim için öper misin? dediler. Ben de Seve seve. dedim. Üçü onlar için, biri de benim için. Yani o yüzden dört.'' dedi sırıtırken. Ardından Deniz'e döndü ve onunla el sıkıştı.

''Hoş geldin Savaş, geçsene.'' dedi Deniz içten bir samimiyetle.

Savaş içeriye doğru bir adım attı. ''Hoş buldum Deniz, n'aber?''

''İyi, ne olsun? Aynı. Senden?''

''Valla güzel ikizimi görünce benim içim bir şenleniyor ki sorma. Çok iyiyim yani.'' dedi neşeyle. Gerçekten neşeli görünüyordu. Yani hiç yıllardır annesi bildiği kadının ölümüne üzülmüş gibi bir hali yoktu. Neyse neydi, bu sonranın konusuydu. Bugün Deniz'in günüydü ve ben Seren'in ölümünün bu güzel günü bozmasını istemiyordum.

"Hiç girmeyin bence." dedi Uygar Savaş'la tokalaşırken. "Hoş geldin Savaş." Uygar ve Savaş Deniz'in Cemre'yle yüzleştiği gece hastanede tanışmıştı. Uygar Deniz'le ilgileniyordu, benim psikolojim dağılmıştı ve yanımda Savaş'ı istemiştim. Savaş sadece yarım saat içinde yanıma gelmişti ve Uygar Deniz'le ilgilenirken benimle de o ilgilenmişti.

Savaş "Hoş buldum." dediğinde bütün ev halkı kapıya gelmişti bile. Büyük bir selamlaşma faslından sonra da nihayet evden çıktık.

Kısa bir süre sonra nihayet kıyıya gelmiştik. Yata geçmeden önce Melis ve Eren koşa koşa yanımıza gelmişti. "Abi gel, hediyemizi vereceğiz." dedi Melis Deniz'in kolundan tutup onu çekiştirerek. O sırada Miray arabasıyla bize doğru yaklaştı. Uygar çoktan karşılamaya gitmişti bile.

"Yatta verirsiniz abicim. Ne bu acele?" dedi Deniz, bakışlarımı Uygar'dan alıp tekrardan Deniz'e çevirdim.

"Orada veremeyiz abi, hadi gel."

Deniz kaşlarını çatıp önce Melis'e sonra Eren'e baktı. "Ne işler karıştırıyorsunuz siz çocuklar?"

"Bir şey karıştırmıyoruz abi ya. Hadi." dedi Eren ve Deniz'in diğer koluna girerek onu Melis'le beraber limandaki arabalara doğru yürüttü.

"Ben geldiiiiim." dedi Miray. Herkes bir anda odağını Miray'a çevirince ben de ona doğru döndüm. Uygar'la birlikte utangaç adımlarla yanımıza doğru geliyordu.

''Ablaların en güzeli.'' dedi Selay Miray'a sarılırken. ''Hoş geldin.''

''Hoş buldum canım.'' dedi Miray ve sırayla hepimizi kucakladı. ''Ee doğum günü çocuğu nerede?''

''Eren ve Melis'in hediyesine bakıyor da biz yata mı geçsek? Esiyor burası. Üşüme. Yani, şey üşümeyelim demek istedim.'' dedi Uygar, kelimeleri birbirine karıştırmıştı. Ne kadar toparlamaya çalışsa da ilk düşündüğü kişinin Miray olduğunu ağzından kaçırmıştı bir kere. Onun için endişeleniyordu ve bu nereden bakarsanız bakın aşktı işte.

Kocaman sırıttım. ''Tabii Uygarcım, üşümesin.'' dedim gözlerimle Miray'ı işaret edip. ''Yani, şey üşümeyelim demek istedim.''

''Adacım sen sussan mı acaba? Hepimizin iyiliği için diyorum yani. Yoksa fena bozuşacağız seninle.'' dedi telaşlı bir sesle. Eli ayağına dolaşmış, hızlı hızlı yata doğru yürüyordu. ''Beni izleyin.''

Miray utangaç bir edayla sağa sola bakarken herkes kocaman sırıtıyordu. İkisi de çocuk gibiydi. Neden hala itiraf edemiyorlardı ki? En iyisi bu işe bir el atmaktı.

Uygar önde Selay, Miray ve Can onun arkasında, Savaş ve ben de en sonda yavaş yavaş yata doğru yürüdük. Savaş kolunu omzuma atmış ceketiyle beni rüzgardan korumaya çalışıyordu. ''Üşümüyor musun sen böyle Ada? Yanına bir şey almadın mı?''

''Çıks.'' dedim dilimi ve damağımı birbirine çarptırarak. ''Yatta bir şeyler vardır illa ki. Onlardan birini alırım merak etme.''

''Merak etmeden olur mu? Kendimi bile senin kadar düşünmüyorum ben.''

''Savaş.'' dedim kocaman gülümsemeyle. ''Seni çok seviyorum.''

''Ben seni daha çok seviyorum sevgili ikizim.''

Gülümsedim ve kollarımı ona sarıp yata kadar öyle yürüdüm. "Evet, işte geldik." dedi Uygar yata atlarken. Ardından Miray'a elini uzattı ve onun binmesine yardım etti. Miray yata atlamıştı ama sanırım anın büyüsünden dolayı elini Uygar'ın elinden hemen çekmemişti. Kısa bir süre birbirlerine baktılar, Miray telaşla elini çekti ve koşar adımlarla içeriye ilerledi. Gülümsedim, bu kız en az Uygar kadar aşıktı.

Miray'dan sonra hepimiz Uygar'ın yardımıyla yata bindik. Hava çok soğuk değildi ama rüzgar esiyordu. Uygar o yüzden her şeyi içeriye hazırlatmıştı. Masanın baş köşesinde iki katlı kocaman bir pasta, yanında da çeşitli alkoller, çerezler ve mezeler vardı. Deniz baş köşeye geçeceği için ben de hemen oraya geçtim. Diğer herkes masadaki yerini alırken Savaş yanıma geldi. ''İçinde kalmasın diye söylüyorum, öğrendiğin şeyi biliyorum.'' dedi kulağıma fısıldarken. Herkes kendi arasında muhabbete dalmıştı. Başımı Savaş'a çevirdim. ''Sakın dert etme bunu, ben iyiyim.'' Yüzünde sıcacık bir gülümseme vardı, bana bir süre baktı ve yanağıma kocaman bir öpücük bıraktı. Üvey de olsa annesi ölmüştü. Üstelik öz annemiz gibi intihar ederek ölmüştü. Savaş ve Seren arasında nasıl bir bağ vardı bilmiyordum. Belki Seren Savaş'ı hiçbir zaman Gökalp'in yerine koyamamıştı, hatta belki de Savaş'tan hiçbir zaman hoşlanmamıştı. Ya da Gökalp'in yokluğunda Savaş'la avunmuştu. Bilmiyordum. İlgilendiğim tek şey Savaş'ın nasıl hissettiğiydi.

''Ben üzgünüm.'' dedim fısıltıyla. ''Yani sonuçta annen olarak biliyordun... Sana kim söyledi?''

''Dedem söyledi.'' dedi içli bir nefesi ciğerlerinden dışarıya bırakırken. Gözleriyle odada bir şeyler arıyordu. ''Bugün cenaze töreni var.''

Kaşlarımı çattım. ''Melih ve Özgür biliyor mu sence?"

''Bilmiyorum. Neyse güzelim.'' dedi ve merakla yüzüme baktı. ''Deniz biliyor mu?'' Bakışlarını bir saniyeliğine karnıma götürdü, ardından masmavi gözlerini benim gözlerimle birleştirdi. Başımı aşağı yukarı sallayıp ellerimi karnıma koydum, bunu ne zaman yapsam yüzümde kocaman bir gülümseme beliriyordu. ''Bekle, geliyorum.'' dedi biraz ileriye doğru yürürken. Koltuğun üzerine alelade atılmış bir şalı aldı ve yanıma döndü. ''Al bakalım şunu sırtına.''

''Ama Savaş üşümüyorum ki.''

''İtiraz istemiyorum sevgili ikizim. Hadi bakalım, nazlanma.'' dedi ve şalı sırtıma sarıp uçlarını önümde bağladı. Garip bir şekilde hırka gibi olmuştu.

''Teşekkür ederim.'' dedim, her ne kadar üşümüyor olsam da Savaş'ı kırmadım ve şala iyice sarıldım.

Savaş bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki Uygar herkesin duyabileceği şekilde bana seslendi.

''Ya Ada.'' dedi bir bardağa viski koyarken. ''Şu Deniz'i bir darla gözünü seveyim. Artık evlenin, şöyle kırk gün kırk gece düğün yapalım.'' dedi kocaman sırıtırken.

Evlilik budalası değildim. Hatta hayatımız içinden çıkılmaz problemlerle doluyken bir de evlilik hazırlıklarıyla nasıl uğraşacaktık? Ama Uygar haklıydı, hamileydim. Zaman geçmeden evlensek gerçekten fena olmazdı. Yani böyle de kendimi mecbur kaldığım için evleniyormuş gibi hissediyordum ama öyle de denilmezdi tabii. Evlenmek istiyordum çünkü Deniz'i çok seviyordum ve hayatımı onunla geçirmek istiyordum.

''Cidden.'' dedi Selay. ''Şöyle güzel bir düğün hiç fena olmaz. Bütün kurtlarımızı dökeriz.''

''Kim evleniyor?'' dedi Eren içeriye girdiğinde. Deniz de hemen arkasında Melis'e sarılmış, içeriye doğru yürüyordu. Odaya girer girmez bakışları beni bulmuştu. Sıcacık bakıyordu.

''Abin ve Ada. Başka kim olacak?'' dedi Uygar kendinden emin bir sesle. Merakla Deniz'e baktım. Ne düşünüyordu?

''Uygar, bu araba değiştirme fikri... Senin başının altından çıktı değil mi?'' dedi Deniz konuşulanlar hiç umurunda değilmiş gibi. Melis'in kolundan ayrıldı ve yanıma gelip bir kolunu belime sardı. Boşta kalan elini de karnıma koymuştu. Gerçekten konuşulanlar umurunda değildi. Zaten bunca olan şeyin arasında evlilik düşünecek vakti nasıl olacaktı ki?

Çocuk yapacak vakti oldu ama Ada!

İçimdeki sesi susturup Uygar'a baktım. ''Vallahi benim fikrim değildi. Melis'in fikriydi. Laf arasında söylemişsin. Aklında kalmış kızın. Eren'le beraber böyle bir sürpriz hazırlamak istemiş. Ben de onlara yardım ettim. Ne var bunda?''

''Yani size inanamıyorum. Araba almak ne çocuklar?''

''Abi bi' sus Allah aşkına.'' dedi Melis sahte bir öfkeyle. ''Yıllardır sen bizim için uğraşıyorsun. Biz senin için bir şey yapınca niye yanlış oluyor?''

''Yanlış demedim güzelim. Ama bir daha böyle boyunuzdan büyük işlere kalkışmayın, bozuşuruz.''

Eren ve Melis Deniz'in söylediklerini umursamadan Deniz'in yanına geldi ve ikisi de sırayla onu öptü. ''Doğum günün kutlu olsun bizim biricik huysuz abimiz. Seni çok seviyoruz. '' dedi Melis kollarını Deniz'in beline sarıp.

Deniz'in yanından biraz uzaklaşıp çocuklara sarılması için alan açtığımda Savaş onlara bakıp özenmiş gibi kolunu omzuma attı ve beni kocaman öptü. Bazen yaşadığım şeylerin rüya olmasından şüpheleniyordum. Savaş'ı bulmuştum, yanımdaydı. Üstelik beni çok seviyordu. Senelerdir eksik olan yanım tamamlanmıştı. Gördüğümü sandığım bu rüyadan uyanacağım diye çok korkuyordum.

''Neyse.'' dedi Deniz. Melis ve Eren onun yanından uzaklaştığında bana elini uzattı ve Savaş'ın onayını alıp beni yanına çekerek saçlarımı öptü. ''Bugün sadece sizin değil benim de bir sürprizim var.'' dedi heyecanla. Meraklı bakışlarımı yüzüne çevirdim. Dolmuş gözlerle bana bakıyordu. ''Ben bugün hayatımın en güzel haberini aldım. Baba olacağım. Aşık olduğum kadın sayesinde hem de.'' Herkes bize hayran hayran bakıyordu. Sanki dünyanın en aşık iki insanı bizdik. ''Ben bir hafta önce bir şey yaptım.'' dedi bana bakarken. Merakla devam etmesini bekledim. Bir kolunu bana atıp beni iyice kendine çekti, boşta olan elini de yine karnımın üzerine koydu. ''Sevgilim sana sormadan yaptım ama bunun artık olması gerekiyordu.''

''Ne?'' dedim merakla.

''14 Aralık Cumartesi günü için yaptığınız bütün planlarınızı iptal edin.'' dedi, diğerlerine söylüyordu ama bakışları hala benim üzerimdeydi. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken Deniz bana gülümsüyordu. Bir süre sustu. ''Şimdi neden diye soracaksınız, haklısınız da. Madem az önce konusu açıldı, ben de size 14 Aralık Cumartesi günü evleneceğimizin müjdesini vereyim.'' dedi bir anda. Şaşkınlıktan kocaman açılmış ağzımı elimle kapattım. Herkes sevinç çığlığı atarken benim tek tepkim bu olmuştu. Sanırım şoktaydım. Çünkü Deniz evleneceğimizi söylüyordu. Hem de sadece dört hafta sonra! Dört haftada evlilik hazırlığını nasıl yapacaktım?

''Ne?'' dedim ağzımın ucuyla. ''Nn-ass-ıll?'' Harfler uygun yerlere neden yerleşmiyordu? ''Nasıl yani? Evleniyoruz derken? Nasıl evleniyoruz?''

''Nikah defterine imza atarak sevgilim.'' dedi ve alnıma büyük bir öpücük bıraktı. Başımı göğsüne yasladığında bakışlarımı odadakilerin üzerinde gezdirdim. Hepsi kocaman gülerek bize bakıyordu. ''Yani sana sormadım ama dediğim gibi artık olması gerekiyordu. Sana sürpriz yapacaktım ama asıl sürprizi sen bana yaptın.''

Kollarımı beline sarıp, kulağım kalp atışına denk gelecek şekilde başımı göğsüne yasladım. Kalp atışlarındaki ritmi çok seviyordum, bana çok huzurlu hissettiriyordu.

''Rüyalarım gerçek oluyor.'' dedi Uygar keyifli bir sesle. ''Allahım sana teşekkür ederim. Şu günleri de gördüm ya sonunda.''

''Ya abicim, bugün aldığım ikinci süper haber bu. Mutluluktan bayılacağım şimdi.''

''Aman Melisçim sen bayılma.'' dedi Uygar kocaman gülerken. Bize doğru yürüyordu. ''Ben senin yerine bayılırım.'' Uygar yanımıza geldi ve ikimize de aynı anda sarıldı. ''Beni aşka inandıran canım çiftim. Mutluluğunuz ebedi olsun. Sizi çok seviyorum.''

''Biz de seni seviyoruz.'' dedi Deniz Uygar'ın saçlarını karıştırırken.

''O zamaaaan ben şampanyalarımızı dolduruyorum.'' dedi Can. Herkes büyük bir coşkuya kapılmıştı. Bugün üç büyük mutluluk yaşayacağımı düşünmezdim ama hayat böyleydi işte. Sevgilimin doğum günüydü, baba olacağını öğrenmişti ve yaklaşık dört hafta sonra onun karısı olacaktım.

Herkes bize sarılmak için sıraya girmişken hoparlörden bir anda bir müzik sesi yankılandı. Yerel bir şarkı çalıyordu, ilk üç kelimeyi duyduktan sonra kahkahaya boğuldum. Çünkü Uygar, Bursalı Mısın Kadifeli Gelin? adlı oyun havasını açmıştı.

''Oğlum bu ne?'' dedi Deniz, o da aynı diğer herkes gibi kahkaha atıyordu.

''Ne demek ne?'' dedi Uygar. Kendi etrafında dönerek çiftetelli oynuyordu. ''Düğün için prova yapıyorum. Sonuçta Ada Bursalı ve bu şarkı da düğünde çalmalı. Repertuara kesin eklemeliyiz.''

''Ay yok.'' dedim kahkahalarımı durdurmaya çalışırken. ''Uygar dur oynama, gülmemi durduramıyorum.''

''Harbiden Uygar, Allah aşkına dur. Yani cidden düğünümüzde bu şarkıda mı oynayacaksın?''

''Ne var bunda? Ben kurtlarımı dökmeyecek miyim yani? Bütün gün keman dinletisi yapmayacağız herhalde değil mi düğününüzde? Çok sıkıcısınız gerçekten.''

''Uygar haklı.'' dedi Selay. ''Şöyle bir göbek atalım ya.'' Şampanyasını alıp mutluluk çığlığı attı ve Uygar gibi oynamaya başladı. Ardından Miray, Savaş, Eren, Melis ve Can da oynamaya başladığında Deniz'e yaslandım ve gülümseyerek onları izledim. Çevremde benim mutluluğumla mutlu olan insanlar gördükçe sevildiğimi iliklerime kadar hissediyordum. Bu his bana yaşamayı sevdiriyordu.

Şarkı ve oyun oynama faslı bittiğinde Can içeceklerimizi dolduruyordu. ''Ada'ya, Melis'e ve Eren'e limonata koyun.'' dedi Deniz, birkaç saniyeliğine etrafa bakmış, ardından o güzel bakışlarını Eren'e çevirmişti. Çünkü Eren abisine itiraz ediyordu.

''Abi yapma ya. Birkaç ay sonra reşit olacağım. Bırak da ilk kez senin yanında içeyim. Başkalarının yanında mı alışayım yani? Bak ne güzel denetimin altındayım.''

''Sağda solda, itin kopuğun yanında alkol kullandığını duyarsam seni bacaklarından tavana asarım Eren.''

''Biliyorum, o yüzden şimdi içeyim diyorum ya işte. Hem ne var yani? Madem zararlı sen neden içiyorsun?''

''Ben yetişkinim abicim. Ne zaman, nerede, ne kadar içeceğimi kontrol edebiliyorum. Ama sen henüz tecrübeli değilsin.''

''Tamam ben de senin yanında tecrübe kazanayım işte.''

''Hayır Eren. Daha erken.''

''Ya Uygar abi, abime bir şey söyle, ne olur ya.''

Uygar Deniz'e onu ikna etmek istercesine baktığında amacına ulaşmıştı. Bunu Deniz'in göz devirmesinden ve Eren'in zafer dolu gülümsemesinden anlamıştım. ''İyi, ne istiyorsan iç. Ama sadece bir bardak. Fazlası yok.''

''Abim benim.'' dedi Eren ve Deniz'e öpücük gönderip kendine beyaz şarap doldurdu. ''Ada en çok beyaz şarap seviyor.'' Gülümsedi. ''Onun zevkini merak ediyorum.''

''İlk kez içiyorsun.'' dedim. ''Beklediğin gibi olmayabilir. Bir yudumdan fazla içemeyebilirsin hatta.''

Eren bardağını doldurup tereddütle bir yudum aldı, ardından yüzü o kadar komik bir ifade almıştı ki herkes kahkahaya boğulmuştu. ''Ya işte Eren, yalvarmana değdi mi?'' dedi Deniz keyifle. ''Şu yüzünün aldığı şekle bak.''

''Nasıl içiyorsunuz bunları ya?'' dedi Eren kadehini masaya bırakıp. ''Bana limonatamı verin.''

''Ohoo sen en hafif alkollü içkiyi bile içemiyorsan viskiyi, tekilayı, votkayı nasıl içeceksin acaba?'' dedi Deniz. Gülüşü yüzüne iyice yayılmıştı. ''Aa içebileceğin bir şey buldum, bir ara seninle çilingir sofrasına oturalım Erencim. Rakı seversin bence. Hafif o diğerlerine göre.'' Deniz apaçık dalga geçiyordu. Çünkü rakı diğerlerinden daha ağırdı.

''Dalga geçme abi.'' diye homurdandı Eren. ''Tamam içmiyoruz ama rakının ağır olduğunu da biliyoruz.''

''Çok bilmiş.'' dedi Melis Eren'in saçlarını karıştırıp. Pipetini bardağına koymuş yudum yudum limonatasını içiyordu. Eren'in aksine keyfi yerindeydi.

Can Eren'e limonatasını uzatırken içli bir şekilde beyaz şaraba baktım. İçmeyi özlemiştim ama bir süre benim için mümkün olmayacaktı. Tatlı bir hüzünle bakışlarımı Deniz'e çevirdim. O da bana bakmıştı. Kaşlarını çatmış bir şeyler düşünüyordu. ''Bir saniye. Biz seninle yemeğe gittik?''

''Evet, gittik.''

''Sen şarap içtin.'' dedi endişeyle. Küçük bir kahkaha attım.

''İçmedim.'' dediğimde merakla baktı. ''Sen görmeden saksıdaki çiçeğe döktüm. Bebeğimize zarar verecek bir şey yapmadım merak etme.'' Bir süre gülümseyerek yüzüme baktı, ardından dudağımın kenarına minik bir öpücük bıraktı.

''Eveeeet.'' dedi Can kadehini ortaya uzatıp. Herkes ona uyup kadehini ortaya doğru uzattığında ben de içinde limonata olan bardağımı kadehlere doğru uzattım.

''Bugün hem Deniz'in doğum gününe, hem Ada'nın hamileliğine, hem de evliliklerine içiyoruz.'' Bulunduğumuz ortam bardakların birbirine çarpma sesiyle yankılandığında herkesin yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşmişti. ''Ada ve Deniz'e.'' dedi Uygar neşeyle. ''Yani canım kardeşime ve yengeme.''

''İşin gücün şov.'' dedi Deniz kocaman gülerek. ''Ada resmi olarak yengen olsun diye gün sayıyorsun değil mi?''

''Evet.'' dedi Uygar sırıtıp. ''Tam üstüne bastın. Neyse hadi mumları yakalım. Dilek dile. Sonra da pasta yiyelim.'' Cebinden çakmağını çıkarttı ve mumları yaktı.

Deniz'le pastanın tam arkasındaydık. ''En büyük dileğim yanımda, üstelik en büyük sürpriziyle beraber. Ama ben yine de dilemek istiyorum. Ada söylenmesini pek doğru bulmuyor ama bence sizin duymanızda bir sakınca yok.'' dedi onayımı isteyen bakışlarla bana bakarak. Sorun yok. dercesine baktım. ''Aslında bu dileği üçüncüye dilemiş olacağım. Birincisi Bursa'daydı. Ada'yla gökyüzünü izlerken yıldız kaymıştı. O an bir dilek diledim. İkincisi Roma'daydı. Aşıklar Çeşmesi'nde de aynı dileği dilemiştim. Şimdi üç olacak. Üç uğurlu sayım olduğu için garantiye almak istiyorum çünkü.'' dedi gülerek. Sonrasında gözlerini kapatıp pastaya doğru eğildi ve omzumdaki elini indirip elimi tuttu. ''Hayatın bana verdiği bu en güzel hediyeyi sonsuza kadar yanımda görmek istiyorum.'' dedi ve saniyeler içinde mumları üfleyip yüzüme baktı. Akmayı bekleyen gözyaşlarım Deniz'in gözlerini görünce aşağıya doğru süzülmüştü. Çünkü onun gözleri dolmuştu.

''Seni çok seviyorum sevgilim.'' dedi beni öpmeden hemen önce. Ardından kollarını bana sarıp hiç bırakmak istemiyormuş gibi sarıldı. ''Ve inan bana seni çok seveceğim.''

''İyi ki doğdun sevgilim.'' dedim boğuk çıkan sesimle.

''İyi ki doğdum ve iyi ki seni buldum.'' dedi ve başımın üzerini öptü. Herkes alkışlarken bizim aramızda geçen konuşmalar bunlar olmuştu.

''Ben size boşuna yılın çifti demiyorum.'' dedi Uygar, bize gururla bakıyordu. ''Nazar duası bilen varsa okusun. Bakın Allah'ın adını verdim. Biri Ada ve Deniz'e nazar duası okusun. Hatta bildiği tüm duaları okusun."

Sırıtarak Uygar'a baktım. "Uygar abartma." dedim, gülüşüm kulaklarıma varmıştı.

"Vallahi ben öyle çok dua bilmem." dedi Selay. "Abla sen biliyordun sanki."

"Öğrendiğim son dua ilkokul beşteydi Selay. Ben de bilmem ki."

"İş başa düştü." dedi Uygar elini açıp. Ardından ağzının ucuyla sessizce bir süre bir şeyler söyledi ve ellerini yüzüne sürdü. "Amin." dedi bağırarak. "Hadi siz de amin desenize." Sesi tatlı ama azar doluydu.

Hep bir ağızdan Amin Amin derken şaşkınlıkla yüzüne baktım. ''Ee sen biliyormuşsun işte, neden başkalarının okumasını istedin?''

''Benim dualar yanlış yere gidiyor Adacım.'' dedi kaçamak bakışlarla Miray'a bakarken. ''Maazallah sizin için ettiğim dua kabul olmaz diye başkası okusun istedim ama kimse de bilmeyince bana kaldı.''

''Hmm anladım.'' dedim bıçağı elime alırken. ''Belki doğru yere gidiyordur da farkında değilsindir.'' Göz kırptım ve bıçağı pastaya batırdım. ''Hadi kesiyorum pastayı, tabakları ayarlayın bana.''

Ben pastayı dilimlemekle uğraşırken Savaş tabakların yanına gidip hepsini aldı ve yanıma gelip en üsttekini bana verdi. Çatal yardımıyla bir dilimi alıp tabağa koydum. Herkes kendi servisiyle meşgul olmaya başladığında çatala pasta batırıp Deniz'in ağzına zorla sokuşturdum. ''Aşkım benim tatlıyla aram yok.'' dedi kafasını geri çekerek.

''Ne demek aram yok? Kendi pastanı yemeyecek misin? Hadi bir çatal daha. Aç bakalım ağzını.''

''Sevgilim, yetti bir çatal. Gerçekten yiyemem. Bir çatal fazla bile.''

''Ya sen tatlı ihtiyacını nasıl karşılıyorsun? Nasıl fazla olabilir? Sadece bir çatal yedin.''

''Tatlı ihtiyacımı seninle karşılıyorum sevgilim.'' dedi muzip bir gülüşle. ''Seni öpünce bütün ihtiyacım karşılanmış oluyor.''

Kaşlarımı çatıp biraz da olsa aralanan dudaklarımı kapatmaya çalıştım. ''Sana inanamıyorum.'' dedim Deniz'in reddettiği pastayı ağzıma gönderirken. ''Tatlı olmadan yaşayamam herhalde.''

Deniz yanağımı öptü. ''Neyse ben biraz ikizini kaçıracağım. Konuşmam gereken şeyler var. Malum kardeşini isteyeceğim. Bir sormak gerekiyor. Ne lazım, örfleriniz, adetleriniz nedir?''

''Ben hiç anlamam ki o işlerden.'' dedi Savaş tedirgin bir sesle. ''Biz şimdi aslen Bursalıyız ama ben daha yeni Bursalı oldum, hem de Ada dayımın nüfusunda olduğu için Aydınlı görünüyor. Bursa'nın geleneğine, göreneğine mi bakacağız yoksa Aydın'ın mı?'' Kocaman gülüyordu.

''Hmm.'' dedi Deniz sırıtarak. ''Bunu düşünmemiştim.''

''Yani Bursalı da olsak Aydınlı da olsak kardeşimi öyle kolay alamazsın onu söyleyeyim en baştan.'' dedi Savaş kendinden emin bir sesle. Gülümsüyordu. ''Bunca senedir yanında olamadım. Düştüğünde kaldıramadım. Yalnız hissettiğinde başını yasladığı omzu olamadım. Hayatının her alanında eksik hissederken onu tamamlayamadım belki ama bundan sonra onun yanındayım. Kimse olmasa bile ben olacağım yanında. Onun üzülmesine göz yummayacağım. Tamam, sen zaten Ada'ya gözün gibi bakıyorsun ama olur da onun senin yüzünden üzüldüğünü görürsem karşında beni bulursun. Örf, adet, gelenek görenekten ziyade senden sadece bunu istiyorum Deniz. Kardeşimi sakın üzme. Çünkü o çok güzel gülümsüyor, yüzünün asıldığını görmek istemiyorum.'' Yavaş adımlarla Savaş'ın yanına gittim ve yanına geçip kollarımı ona sardım. Kolunu omzuma atıp saçımı öptü. Dünyada cenneti yaşayan biri varsa o kişi bugün için kesinlikle bendim. Kalbim havaya uçacaktı sanki.

''Bundan hiç şüphen olmasın Savaş.'' dedi Deniz bir süre bizi gülümseyerek izledikten sonra. ''Ada'yı kendimden bile sakınıyorum ben. O bahsettiğin güzel gülümsemesi yüzünden silinmesin diye tüm dünyayı yakarım, buna emin ol.''

''Ben de öyle tahmin etmiştim... Ee sen örf, adet diyordun?'' dedi Savaş kocaman gülerken. Deniz Savaş'ın gülüşüne güldü ve yanımıza doğru geldi.

''Bunları baş başa konuşalım en iyisi biz.'' dedi ve Savaş'ın koluna girip onu dışarıya doğru yürüttü. Gerçekten geleneklere ve göreneklere göre mi evlenecektik? Sadece nikah kıysak olmuyor muydu?

Başımı iki yana salladığım sırada Uygar yanıma geldi. Diğer herkes muhabbete dalmıştı. Eren Can'a avukatlıkla ilgili sorular soruyordu. Selay, Miray ve Melis de bir yandan pasta yiyor bir yandan da düğünümüzde ne giyeceklerini konuşuyordu.

''N'aber Adacım?'' dedi Uygar yanıma oturup. Koca bir dilim pasta dolu tabağını ve bir kadeh şampanyasını da hemen önümüzdeki masaya bıraktı. Deniz tatlı sevmiyordu ama anlaşılan Uygar seviyordu. Birbirinin zıttı olup nasıl bu kadar iyi anlaşıyorlardı acaba?

''İyiyim Uygarcım. Sen nasılsın?''

''Ben harikayım. Çünkü nihayet evleniyorsunuz.'' dedi kocaman sırıtıp.

Başımı iki yana sallayıp gülümsedim. Bu çocuk gerçekten deliydi. ''Uygar, senden bir şey isteyeceğim.''

''İste Adacım.''

''Sen hani Deniz'le basket maçı yapmıştın ve kazanmıştın. Karşılığında da Deniz bir ay boyunca senin her istediğini yapacaktı.''

''Evet.''

''Ben senden Deniz'den bir şey istemeni istiyorum.''

''Ne istiyorsun?''

''Ailesiyle konuşup barışmasını istiyorum Uygar. Bunu ben istedim, asla kabul etmiyor. Ama bunu sen istesen ve kazandığın iddiayı öne sürsen belki kabul eder.''

''Hiç sanmıyorum.'' dedi net bir sesle. ''Deniz inatçı biri.''

''Biliyorum. Ama o inatçıysa ben ondan daha inatçıyım. Bak diyorum ya işte, iddiayı kazandım ailenle konuş diye biraz baskı yapsan kabul eder belki. Ben Deniz'i üzgün görmek istemiyorum Uygar. Benim yüzümden ailesiyle arası açıldı. Düzelmeleri gerekiyor. Hem yakında evleneceğiz. Hem de.''

''Torunları olacak.''

Derin bir nefes verdim. ''Evet.''

''Affettin mi peki onları? Seni ve babanı suçladıkları için?''

Bunun cevabı hayırdı. İçimde büyük bir şey kırılmış, parçalara ayrılmıştı. Sevdiğim adamın ailesinin gösterdiği muameleyi hak etmemiştim. Ben masumdum, babam suçlu olsaydı bile masumdum. Beni suçlamalarını, benim yüzümden Deniz'i üzmüş olmalarını asla unutmayacak ve affetmeyecektim. ''Evet.'' dedim sessizce, umursamıyormuş gibi omuz silktim. ''Konuşacak mısın Deniz'le?''

''Konuşacağım Adacım, madem affettin tamam.'' dedi elini koluma koyarak. ''Dert etme.''

''Ne kaynatıyorsunuz burada?'' dedi Miray diğer tarafımdaki sandalyeye çöküp.

''Hiç.'' dedim pastamdan bir dilimi mideme gönderirken. ''Uygar ne kadar mutlu olduğundan bahsediyordu.''

''Sen bizim kızı baya sevmişsin.'' dedi Miray Uygar'a bakıp. ''Bu kadar sevindiğine göre.''

''Ada'yı sevmemek mümkün mü?'' dedi Uygar. ''O kadar kötü bir zamanda girdi ki hayatımıza, siyah olan her şey beyaza döndü. Sayesinde Deniz mutlu oluyor. E Deniz mutlu olunca da ben mutlu oluyorum. Ada etrafında olan her şeyi güzelleştiriyor. O harika biri.''

''Öyledir, Ada küçükken de böyleydi. Tamam, içine kapanık bir çocuktu. Mutsuz görünürdü ama herkes ona bakınca huzur dolardı.''

''Ya Miray şımartmasana beni.''

''Ee Adacım bugün senin günün. Tabii ki şımaracaksın.''

''Miray haklı Ada. Tadını çıkar. Şımarabildiğin kadar şımar. Aşk sana çok yakışıyor.''

''Sana da yakışıyor canım.'' dedim ikisi arasında bakışlarımı gezdirip. Uygar her zamanki gibi utanıp bir anda ayağa kalktı.

''Neyse, ben Deniz'in yanına gidiyorum.'' dedi alelacele. ''Şimdi beni arar o. Bir şey sorar illa. Yanında olayım. Aramasın beni.''

Kocaman sırıtıp arkasından baktım. ''Neden öyle dedin?'' dedi Miray çattığı kaşlarıyla.

''Miraycım.'' dedim elinin üzerine elimi koyarak. ''Aramızda insan davranışlarıyla ilgili en donanımlı bilgiye sahip kişisin. Uygar'ın davranışlarını analiz edemediğini söyleme bana sakın.''

''Uygar'ın davranışlarını analiz etmek gibi bir çabam olmadı Adacım.''

''Yapma Miray.'' dedim. ''Çocuk sana aşık. Görmüyor musun?'' Artık dayanamamış, söylemiştim. Tabii bunu keşke doğru zamanda yapsaydım çünkü Miray'ın ağzına attığı pasta boğazında kalmıştı.

Birden öksürmeye başladığında sırtına vurdum. ''Helal helal.''

''Ne diyorsun Ada sen? Allah Allah. Ne aşkı?''

''Baya aşk işte. Görmüyor musun sürekli dibinde. Sen yokken bile seni konuşuyor bu çocuk. Gece gündüz senden bahsediyor. Ayrıca hiç inkar etme, sen de onu dilinden düşürmüyormuşsun.''

''Nerenden çıkarıyorsun bunları Ada? Biz sadece-''

''Ya Miray, hadi yeme beni.'' dedim pipetimden limonatamı çekerken. ''Çok yakışıyorsunuz.''

''Ama biz arkadaşız Ada.''

''Evet, işte çok kötü bir durum. Sadece arkadaşsınız. Keşke sevgili olsanız değil mi?''

''Ada ben erkeklerden nefret ederim.''

''Erkeklerden nefret ediyorsun, Uygar'dan değil. Ayrıca kaçamak cevaplar verip durma.''

''Kaçamak cevap vermiyorum Ada.''

''Aynen Miraycım. Hiç kaçamak cevap vermiyorsun.'' dedim alayla. ''Tanıdığım en net insansın. Doğruların vardır, yanlışların vardır. Bunlardan asla şaşmazsın. Ama konu Uygar konu olunca bütün şirazen kayıyor.''

''Ada. Bak gidiyorum he.''

Gözlerimi devirip sıkıntılı bir nefes verdim. ''Ne yapacağım sizinle bilmem. Neyse, bir şey soracağım.''

"Gönder gelsin."

''Hasta gizliliğine aykırı biliyorum ama Savaş'la yaptığın seans nasıl geçti? Detay istemiyorum. Sadece onun nasıl hissettiğini anlamaya çalışıyorum.''

Miray sesini düzeltip pastasından yemeye devam etti. ''Yani, travmaları en az senin kadar ağır Ada. Yıllarca annesi, babası, abisi bildiği insanların sahte olduğunu öğrendi. Senin varlığına tutunarak aşmaya çalışıyor.''

''Neden hatırlamıyor peki hiçbir şeyi?''

''Travmaları yüzünden. Çok etkilenmiş. Beyni de kötü olan her şeyi silmiş, yok saymış. Zamanla hatırlayacağını umuyorum. Hatırlamasa bile sıfırdan bir sayfa açtınız Ada. Ve bu sayfa gördüğüm kadarıyla çok güzel. Birbirinize çok iyi geliyorsunuz. Haksız mıyım?''

''Haklısın da işte yine de hatırlamasını isterdim. Çocukluk anılarımız sadece bana aitmiş gibi hissediyorum.''

''Canını sıkma Adacım. Zamana ihtiyacı var.'' Başımı salladım ve pencereden Deniz'e ve Uygar'a baktım. Derin ve önemli bir sohbete dalmış gibi görünüyorlardı. Anlaşılan Savaş Deniz'in yanından ayrılmıştı. ''Ben sana bir şey soracağım Ada.'' dedi Miray pürüzlü sesini düzeltip.

''Dinliyorum.''

''Hamile olman güzel bir şey. Yani bir bebeğin olacak.''

''Beni bir Ama. bekliyor gibime geldi.''

Miray mahcup bir ifadeyle gülümsedi. ''Haklısın. Evet. Bir Ama'm var. Hamile olman çok güzel ama erken değil mi? Yani daha 22 yaşındasın Ada. Çok gençsin. Evet aşıksın ama kendinle ilgili istediğin hiçbir şeyi gerçekleştirememişken şimdi bir bebeği büyütecek olman sana korkutucu gelmiyor mu? Daha okulun bile bitmedi. Mimar olmak istiyordun ama seni ders çalışırken göremiyorum bile. Sürekli bir kaosun içindesin. Ve o kaosun içinde bir bebek büyütmeye çalışacaksın. Üstelik Deniz'le tanışalı sadece üç ay oluyor.''

''Tek başıma olmayacağım Miray. Babası da var bebeğimin. Ayrıca hem bebek bakıp hem okula devam eden bir sürü insan vardır emin ol.'' dedim Deniz'le yeni tanışıyor olmamı umursamayarak.

''İlla ki vardır ama sizinki çok aceleyle ve kazayla olmuş gibime geliyor bana. Senin hayatın bile belli bir düzenin içinde değil. Şimdi onca problem varken bebeğinizi nasıl büyüteceksiniz? Planlı bir hamilelik miydi bu?''

Bakışlarımı kaçırdım. ''Hayır.'' dedim utangaç bir sesle. ''Öyle bir düşüncemiz yoktu.''

''Keşke doğum kontrol yöntemlerini deneseydiniz.''

''Ne demek istiyorsun Miray?''

''Bana az önce insan davranışlarıyla ilgili en donanımlı bilgiye sahipsin demiştin ya. O cümleye dayanarak bir şeyler söylemek istedim sadece, o kadar. Yani seni tanıyorum Ada. Kendini hayallerini gerçekleştirmeden bebek sahibi olman beni korkutuyor. Sen de korkuyorsun. Sana ya da herhangi birine Melih tarafından bir zarar gelecek diye çok korkuyorsun. Bebeğin için de endişeleneceksin. O şerefsiz piçler yakalanana kadar bekleseydiniz keşke.''

''Yanılıyorsun Miray. Kimseye bir şey olmayacak. Bebeğim için endişelenecek olsam bile bu her annenin duyduğu endişe gibi olacak. Fazlası değil. Ve inan bana hem bebeğime bakıp hem okulumu bitireceğim. Sonra da çok başarılı bir mimar olacağım.''

''Başarılı bir mimar olacağın konusunda hiçbir şüphem yok. Tek korkum içinde bir şeylerin ukde kalması. Bebeğinin senin hayallerinin önünde bir engel olması.''

''Sana söz veriyorum neyi hayal ettiysem gerçekleştireceğim. Bebeğim dahil kimse beni bundan alıkoymayacak.'' dedim ve Miray'a sarıldım. Miray Selay'a nazaran daha gerçekçi bir insandı ve her ne kadar ona belli etmesem de söylediği şeyler benim de kafamı kurcalayan şeylerdi. Daha gençtim, önümde zorlu bir yıl vardı. Hayatla ilgili hiçbir şey bilmiyordum ama sekiz ay sonra kollarımda bebeğim olacaktı. Sadece kendimi değil artık onu da düşünecektim. Buna hazır mıydım bilmiyordum, sadece hazır olmam gerektiğini biliyordum.

''Seni çok seviyorum Adacım, bana kırılma çünkü ben senin iyiliğin için söylüyorum.''

''Biliyorum, ben de seni seviyorum.'' Ellerimi bir süre Miray'ın sırtında gezdirdim. ''Ben çocukların yanına gideceğim biraz.'' dedim ayağa kalkıp. Miray başını salladı ve yarım bıraktığı pastasını yemeye devam etti.

Güverteye çıktım. Deniz ve Uygar'ın yanına varmamış olsam da konuşmaları duyuluyordu. Zannettiğim gibi önemli şeylerden bahsediyorlardı.

''İlker savcı duyurmuş basına Seren'in öldüğünü.'' dedi Deniz. Video kayıt sesi geliyordu. Telefondan bir şey açmış olmalılardı. ''Bir saat sonra cenaze töreni var.''

''Melih ve Özgür duydu mu acaba?'' dedi Uygar. Yanlarına varmıştım. İkisi de sigara içiyordu. ''Onları tanıyorsam asla üzülmemişlerdir. Keşke cenazeye gelseler ama risk almazlar. Bütün ülke onları arıyor.''

''Evet Uygarcım söndür bakalım sigaranı.'' dedi Deniz henüz yeni başladığı sigarasını önündeki kül tablasında söndürürken. Etrafıma baktım, karadan epey uzaklaşmıştık. ''Sevgilim hamile biliyorsun.''

Gülümsedim. ''Açık havadayız sevgilim. Bir şey olmaz, içebilirsiniz.''

''Yok, söndürsün. Bak ben de söndürüyorum.''

''Eh siz bilirsiniz... Sahi Savaş nerede?'' dedim gözlerimi gezdirip. Deniz'in bakışları yukarıyı gösterdiğinde bakışlarını takip edip yukarıya baktım. Savaş manzarayı izliyordu.

''Ne konuşuyordunuz?'' dedim Deniz'in beline sarılıp. Uygar sigarasını söndürmekle meşguldü.

''Bütün basın Seren'in ölümünü konuşuyor. İlker savcı canlı yayın yaptı az önce. Bu iş benim canımı çok sıkmaya başladı Deniz. Nerede saklanıyor bunlar? Cemre sayesinde izlerini süreriz diyorduk ama ondan da bir şey çıkmadı.''

''Bilmiyorum Uygar. Şu an düşünmek istemiyorum. Özellikle bugün düşünmek istemiyorum.''

''Haklısın, neyse.'' dedi Uygar ve bir süre sustu. ''Deniz, anne ve babanla konuşup barışman lazım.''

''Ben onlarla hiçbir şey konuşmam Uygar. Söyledikleri hala aklımda.''

''Şaka mı yapıyorsun Deniz? Ada hamile, evleneceksiniz. Ailenle aran bu şekilde mi olacak?''

''Ben halimden memnunum.''

''Hayır efendim ben değilim. Basket maçında iddiaya girmiştik, bir ay boyunca istediğim her şeyi yapacaktın. Ben de senden bunu istiyorum. Ailenle konuş.''

''Abuk sabuk bir şey istememen konusunda anlaşmıştık.''

''Bu abuk sabuk bir şey mi Deniz? Tamam, söyledikleri yenilir yutulur şeyler değil ama sen daha az önce Savaş'a Aydın'a gitmekten, Ada'yı dayısından istemekten bahsetmiyor muydun? Tek başına mı gideceksin? Ada'nın dayısı ve yengesi ne düşünür sence?''

''Düşünürüm bir şeyler.'' dedi Deniz iç geçirip.

''Düşünme, eyleme geç. Hem Ada affetmiş anne ve babanı.''

Deniz başını eğdi ve yüzüme baktı. Uygar'ın söylediği cümleyi onaylarcasına başımı salladım. ''Uygar haklı sevgilim.'' dedim. ''Ailenle konuşmanı istiyorum. Bebeğimiz olacak. Bu, olan biten her şeyi unutturacak kadar güzel bir şey değil mi? Yeni bir sayfa açarız. Benimle yeni tanışmışlar gibi davranırız. Her şeyi unuturuz.''

''Bilmiyorum.'' dedi içli bir sesle. ''Şimdi bunları konuşmayalım, içeriye geçelim. Üşüyeceksin.''

''Ben bile üşüdüm.'' dedi Uygar. ''Hadi, hem hediyelerini veririz.''

İçerisi bıraktığım gibiydi. Herkes büyük bir neşeyle muhabbet ederken hepsine sevgi dolu bakışlarla baktım. Deniz ve Uygar masaya ilerlediğinde ben kapının yanında kalmıştım. Hemen arkamdan Savaş da geldi ve kapıyı kapatarak kolunu omzuma atıp kaşımın bittiği yeri öptü.

''Eveeeeet, şimdi hediye vakti.'' dedi Uygar.

''Ya arkadaşlar, cidden ne gerek vardı böyle şeylere?''

''Sen bugün konuşma abi.'' dedi Melis. ''Allah aşkına sadece eğlenmene ve mutluluğuna bak.''

''Evet, en güzel hediyeyi Ada verdi. Biz bunun üstüne çıkamayız ama idare et artık.'' dedi Uygar ve cebinden bir kağıt çıkarttı.

''Ne bu Uygar?'' dedi Deniz kağıdı alırken.

''Bursa'da almak istediğin bir arsa vardı. Onu aldım şirket adına. Artık otel mi yaparsınız hastane mi yaparsınız bilmem.''

Deniz sevinçle Uygar'a baktı. ''Oğlum ben bu arsanın peşinde koştum haftalarca alamadım da sen nasıl aldın?''

''Bana satması için yalvardım.'' dedi hüzünlü bir ifadeyle. Herkes gülmüştü. ''Gülmeyin, cidden yalvardım. Ne diller döktüm bilseniz. Sonunda ikna oldu. Pazarlık bile yapmadı ama ne yapalım? Ne istiyorsa o fiyata aldım.''

Deniz Uygar'a sarıldı. ''Teşekkür ederim kardeşim benim, iyi ki varsın.''

''Rica ederim Denizcim. Ama duygusala bağlamayalım lütfen. Ağlamaktan hoşlanmam.''

''Tamam tamam.'' dedi Deniz Uygar'ın kollarından ayrılıp.

''Bu benden.'' dedi Miray askılıktaki bir paketi alıp Deniz'e uzatırken.

''Hiç gerek yoktu.'' dedi Deniz, kollarını açtı ve Miray'ı kucakladı.

''Olmaz öyle.'' dedi Miray ve Deniz'in kollarından ayrıldı. ''Hadi aç bakalım beğenecek misin?''

Deniz bir çocuğun heyecanıyla paketi açtı. Ne olduğunu ben de merak ediyordum. Paketten Dolce & Gabbana kutusu çıkmıştı. Bir parfümdü. ''Çok teşekkür ederim.'' dedi Deniz. Kutuyu açıp bileğine bir fıs sıktı. ''Harika kokuyor.''

''Zevkini bilmediğim için tamamen iç güdülerime dayanarak aldım.''

''İç güdülerin seni doğru yönlendirmiş.'' dedi gülerek. O sırada Savaş, Deniz'in yanına gitmişti. "Çok güzel bir seçim."

"Güle güle kullan."

''Bu da benden.'' dedi Savaş aldığı saati Deniz'e uzatırken. Paketi açmamıştı ama ben Savaş'ın ne aldığını bildiğim için saat olduğunu biliyordum. 60.000 lira değerinde Universe Constant marka siyah bir saat almıştı. Keşke benim de bir Salih dedem olsaydı diye içimden geçirdim. Savaş dedesinden zengindi. Senin de müstakbel kocan para babası ya Adacım?!

''Vauv.'' dedi Deniz. ''Savaş bu harika. Teşekkür ederim.'' Saati çıkardı ve kordonlarını açıp bileğine sardı. Yardım etmek için yanına gittim ve saati koluna taktım. Çok şıktı.

''Zamanın değerini bilen birine böyle bir hediye yakışırdı.'' dedi Savaş. ''Güle güle kullan.''

Deniz bir süre saatine baktı. Hediye verme sırası Selay ve Can'a gelmişti. Can, The North Face marka bir mont, Selay da Prada güneş gözlüğü almıştı. Deniz onları da kocaman kucaklayıp teşekkür ettikten sonra herkes yerine geçti. Uygar yatın küçük mutfağına gitti ve birkaç dakika sonra dokuz paket pizza kutusuyla geri geldi. ''İşte en sevdiğim zaman dilimine nihayet geldik. Pizza zamanı.'' dedi coşkuyla. Ardından ilk kutuyu Miray'a verdi.

''Ay mis gibi koktu.'' dedi Selay. ''Ee bir saattir buradayız. Nasıl dumanı üstünde bunların? Soğumamış mı yani hiçbiri?''

"Mutfakta mikrodalga var Selaycım." dedi Uygar. "Isıttım hemen. Taze sıcak gibi olmuyor ama idare edin artık."

"Soğuğa bile razıyım." dedim. "Çok acıktım."

Deniz sırıtarak bana baktı. "Sevgilim daha evdeyken Yüz kilo olacağım. diye ağlayan sen değil miydin?"

Dudağımı aşağı sarkıttım. "Ama çok güzel kokuyor. Hem yemezsem bebeğimizin canı çeker."

Herkes küçük birer kahkaha attığında karnımı seviyordum. Sonuçta her şey onun içindi. O sırada Deniz kolunu omzuma atıp başımı kendine çekip saçlarımı öptü. "Şaka yapıyorum sevgilim. Ne istiyorsan onu ye."

''Yiyorum zaten.'' dedim en hanımefendi ses tonumla.

''Aşkım, hani senin açlık hormonların değişti ya hamileliğin yüzünden. Ani ruh hali değişimlerin de hamileliğin yüzünden mi oluyor?'' dedi Deniz yanağımdan makas alıp.

''Nesi varmış ruh halimin?'' diye carladım az önceki hanımefendi kişiliğime tamamen ters bir sesle. ''Benim ruh halim mi değişiyor Deniz?'' dedim masadakiler üzerinde bakışlarımı gezdirip. ''Siz söyleyin arkadaşlar. Benim ruh halim değişiyor mu? Hayır ben gayet uslu bir hanımefendiyim. Değil miyim?''

''Bu değişmemiş hali mi?'' dedi Savaş, herkes gülüyordu.

''Ne gülüyorsunuz ya?'' dedim elimi karnıma koyup. ''Bebeğim görüyor musun bize gülüyorlar.''

''Aşkım.'' dedi Deniz, hem gülüyor hem bir şeyler söyleme çalışıyordu. ''Sen her zaman uslu bir hanımefendisin. Değişmiyor ruh halin, tamam. Sakin ol.''

Pizza dilimini sinirli bir şekilde ısırıp kaşlarımı çattım. ''Sakinim zaten.''

''Belli oluyor.'' dedi Selay. ''Bizi bile yiyecek gibisin sinirden.''

''Selaaaay.'' dedim uyarıcı bir sesle. ''Gerçekten kızıyorum ama.''

Deniz elini karnıma koyduğunda bütün sinirlerim gevşedi ve yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı. ''Bebeğim.'' dedi karnıma doğru. Bebeğimizle konuşuyordu. ''Eğer annenin dengeleriyle oynamaya devam edersen annenle bozuşacağız.''

Elimi elinin üzerine koydum. ''Yok o olmaz işte.'' dedim yanağını öpüp. ''Bebeğimiz dahil bizim aramızı kimse bozamaz.'' Ruh halim mi değişmişti benim? Masadakiler haklıymış Ada, ruh halin değişiyormuş. O kadar da olsun canım.

''Neyse.'' dedi Uygar, küçük lcd ekran televizyonu açmıştı. "Şöyle neşeli bir şeyler dinleyelim."

Uygar kanalları gezerken bir haber kanalında duyduğu sesle o kanalda kaldı. Seren Karahan'ın cenazesini gösteriyorlardı. Gözlerim Savaş'ı bulduğunda büyük bir taşın boğazıma yerleştiğini hissettim. Nefes almamı engellemişti. Tamam Seren hakkında hiçbir şey bilmiyordum ama sonuçta Savaş yıllarca onu annesi bilmişti. Ona karşı bir nefret beslediğini düşünmüyordum. Tek suçu sessiz kalmaktı. ''İyi misin?'' dedim kulağına eğilip. Buruk bir gülümsemeyle başını sallayarak cevap vermişti.

''Evet sayın seyirciler. Tüm ülkede kırmızı alarmla aranan Melih Karahan'ın eşi Seren Karahan dün sabah evinde ölü bulundu. İlk aldığımız bilgilere göre Seren Karahan intihar ederek yaşamına son verdi. Dosyanın savcısı İlker Arman'ın açıklamalarını az önce size izletmiştik. Davayla ilgili henüz bir gelişme yok, Melih ve Özgür Karahan bulunamadı. Seren Karahan'ın neden intihar ettiği konusu ise hala gizemini koruyor. Şimdilik gelişmeler bu kadar.''

''Rica ediyorum kapatır mısın?'' dedi Savaş ekrandan gözlerini kaçırıp. ''Bugün hiçbir şey keyfimizi kaçırmasın.''

Uygar televizyonu kapatmıştı kapatmasına ama hepimizin yüzü düşmüştü bir kere. Aç olduğum halde bütün iştahım kaçmıştı. Her şey sarpa sarıyormuş gibi hissediyordum. Nasıl oluyordu da hiçbir gelişme olmuyordu? Cemre bile işimize yaramamıştı. ''Neyse.'' dedi Uygar. ''Savaş haklı. Gülümseyin bakalım.'' Telefonunu çıkartıp ayağa kalktı ve ön kamerasını açıp bize arkasını döndü. ''Çekiyorum, herkes kameraya baksın.''

Deniz mümkünmüş gibi bana iyice sokuldu ve bir kolunu omzuma atıp bir elini karnımın üzerine koydu. Kameraya bakıyordu, bense onu izliyordum. ''Tamam, bir tane daha çekiyorum. Poz değiştirin.'' Bu sefer kameraya baktım. Deniz hızlıca kalkıp arkamdan bana sarıldı ve dudaklarını yanağıma bastırdı. ''Tamam, bu da çok güzel oldu. Şimdi bir tane daha.'' Deniz çenesini omzuma koydu ve yanağını yanağıma değdirdi. Kocaman gülümsüyordu. Ben de gülümsedim.

''Şimdi gruba atıyorum, herkes alsın oradan.'' dedi Uygar. Ardından sırayla herkesin yanına gidip selfie çekildi. Miray'ı sona bırakmıştı ve bana kalırsa diğerleriyle çekilmesi Miray'la çekilmesi için bahaneydi.

Whatsapp'a girdim. Üç tane toplu fotoğraf, sekiz tane de Uygar'ın hepimizle çekildiği selfieleri vardı. Benden sonra Deniz de telefonunu alıp Instagram'a girdi ve toplu çekildiğimiz fotoğrafları seçip uygulamaya yükledi. Açıklamaya My soul is in love with hers. Forever. yazıp beyaz kalp koyduktan sonra beni her fotoğrafta kalbine etiketleyerek paylaşa bastı. Bu sefer yorumları kapatmamıştı. Kocaman gülümseyerek yanağını öptüm. Ne güzel bir cümleydi. Ruhum onunkine aşık. Sonsuza dek.

Beklemeden Instagram'a girdim ve paylaştığı fotoğrafları beğendim. Uygar'ın telefonuna bildirim gelmişti.

''Allah, Deniz fotoğraf paylaştı.'' dedi heyecanla. ''İnşallah yorumları kapatmamışsındır. İlk yorumu ben atacağım.''

Deniz şaşkınlıkla Uygar'a baktı. ''Yuh. Bildirimlerimi mi açtın Uygar? İnanamıyorum sana. Sanki çok bir şey paylaşıyormuşum gibi.''

''Açtım tabii. Nadir olsa da bir şey paylaştığın an bana bildirim geliyor.''

''Sapık gibisin Uygar.'' dedi Deniz gülerken. ''Fanım mısın oğlum sen benim?''

''Sence?'' dedi Uygar. ''Ben senin kişisel sapığınım, unuttun herhalde.''

''Unutmuşum.'' dedi Deniz dudağını sarkıtıp. ''Ama artık ilişkimize bir mesafe koyalım Uygar. Ben yakında evleniyorum.''

''Mesafe mi? Nasıl bir mesafe?'' dedi Uygar, bir çocuk gibi yüzü düşmüştü.

''Normal mesafe işte Uygar. Kuma olmayı mı düşünüyordun?''

''Vallahi bana uyar.'' dedi Uygar, az önce düşen yüzü yeniden büyük bir gülüşle aydınlanmıştı. ''Seni en iyi takip eden birini kaybetmek istemezsin herhalde.''

''Madem beni bu kadar iyi takip ediyorsun söyle bakalım kaç takipçim var benim? Biliyor musun?''

''501.376 oldu.'' dedi hiç düşünmeden. En son 380.000'di. Ne ara artmıştı ki bu kadar? Yine kıskançlık krizim tutacaktı sanırım.

''Yuh, yarım milyon insan.'' dedim huysuz bir sesle. Ardından kendi bildirimlerime baktım. 30.000 takip isteği vardı. Yani 30.000 insan sırf Deniz'in sevgilisiyim diye beni takip etmek mi istiyordu gerçekten? ''Bu insanlar delirmiş.'' dedim kendi kendime. ''Niye beni takip etmek istiyorlar ki?''

''E Deniz önemli biri. İnsanlar onun için önemli olan birine önem veriyor ve merak ediyor. Onunla ilgili bir şey paylaşırsın diye takipte olmak istiyorlar.'' dedi Uygar.

Omuz silkip yarım bıraktığım pizzamı tekrar aldım ve büyük bir parçayı mideme gönderdim. ''Yaşasın ilk yorum benden.'' dedi Uygar. Deniz'in profiline girip Uygar'ın fotoğraflarımıza attığı yoruma baktım. Yılın çifti yazmıştı kalpli emojilerle. Yazalı saniyeler olmuştu ama yorumu üç yüz beğeni almıştı bile. Uygar'ın profiline girdim. Deniz kadar olmasa da onun da takipçi sayısı yüksekti ve Deniz'in aksine uygulamayı aktif kullanıyordu. Aşağıya doğru indim. Profili fotoğraflarla doluydu. Çoğu fotoğraf gittiği ülkelere ait turistik fotoğraflardı. Kalan fotoğraflarda da kendisi vardı. Deniz'le, Eren'le ve Melis'le çekildiği fotoğrafları da paylaşmıştı. Tekrardan yukarıya çıktım. Az önce üç tane fotoğraf paylaşmıştı ve açıklamaya Adamım, iyi ki doğdun. yazıp Deniz'i etiketlemişti. İlk fotoğrafta Deniz pastasındaki mumları üflüyordu. Fotoğrafı kaydırdım. İkinci fotoğraf Deniz'le çekildiği selfieydi. Üçüncü fotoğrafa geçtim, Miray'la çekildiği selfieyi paylaşmıştı. Kocaman sırıttım. Onu da etiketlemişti. Hem de göz bebeğinin içine. Bilinçli yapmış olduğuna emindim ama ona sorsak inkar ederdi tabii.

***

Çok eğlendiğimiz ve güldüğümüz günün ardından eve dönmüştük. Eren ve Melis evine dönmüştü. Evde yalnızdık, saat 22.00'a yaklaşmıştı. Çok güzel bir gündü ama içime dokunan bir şey vardı. Deniz'in ailesi doğum gününü kutlamak için Deniz'i aramamıştı.

"İyi misin?'' dedim, odamızda üzerimizi değiştiriyorduk. Elbisemi çıkarmış, pijamalarımı arıyordum.

''İyiyim sevgilim. Neden sordun?''

''Annen ve baban.'' dedim yutkunup. ''Ailen yani, doğum gününü kutlamadılar.''

Deniz derin bir nefes alıp bir anlığına yüzüme baktı, ardından düğmelerini çözdüğü gömleği tekli koltuğa fırlattı. ''Dert edeceğim bir şey değil. Sen de takma kafana.''

''Takıyorum Deniz. Benden önce harika bir aile bağınız vardı. Birlikte onlara gittiğimizde şahit oldum, kendi gözlerimle. Şimdi sizi böyle gördükçe çok üzülüyorum. Bu kadar uzaklaşıyor olmanıza inanamıyorum. Nereye kadar devam edecek?''

''Yarına kadar.'' dedi tek bir nefeste. Sorgulayan bakışlarla baktım. ''Yarın onlara gideceğim. Sen de gelmek ister misin?''

Gözlerimin ışıldadığını hissettim. ''İsterim.'' dedim yanına yürüyüp kollarımı beline sararak. ''Aranızın düzelmesini istiyorum. Ama sen neden kararını değiştirdin? Asla bir adım atmam diyordun. Hem de bu sabah.''

''Sanırım bebeğimiz kararımı değiştirmemde etkili oldu. Aile olmak, bir evlada sahip olmak insana asla yapmam dediği şeyleri yaptırıyormuş ve aile olmak gerçekten çok önemliymiş. Düşünüyorum da ileride çocuğumla ayrı düşsem üzüntüden kahrolurdum herhalde. Ama şöyle bir şey var. Açıkçası onları affetmeseydin yarın onlara gitmezdim.'' dedi saçlarımı koklayıp. Aslında ailesini affetmemiştim. Ama Deniz'in ailesinden daha fazla uzaklaşmasını istemiyordum, bu yüzden affettiğimi zannetmeliydi. ''Yarın babana da gidelim mi? Ne dersin?''

''Babama mı?'' dedim heyecanla. ''Olur gidelim. Onu özlemiştim. Ama neden gideceğiz?''

''Dilemem gereken bir özür var. Sonuçta ona katil olduğunu söyledim.'' dedi, sesi buğuluydu.

''Sen iyi misin?'' dedim parmaklarımı tenine iyice bastırdığımda. Cevap vermek yerine yavaşça dizlerinin üzerine çöktü ve ellerini tam belime koyup yüzünü bana yaklaştırıp karnımı öptü. Ellerimi saçlarının arasına daldırdım, yumuşak saçlarından o güzel kokusu yayılmıştı.

Dudaklarının arasından küçük bir inilti döküldüğünde ağladığını fark ettim. Ağlamamalıydı. ''Sevgilim.'' dedim, sesim pürüzlüydü. Ben de ağlıyordum. "İyi misin?''

Bana cevap vermemişti. Dudaklarının denk geldiği yeri bir kez daha öpüp başını kaldırarak yüzüme baktı. Yanağımdan damlayan gözyaşım onun yanağına düşmüştü. Gözyaşım gözyaşı olmuştu. Onu taklit edip dizlerimin üzerine çöküp yüzünü ellerimin arasına aldım. ''Sevgilim, ne oldu?''

Deniz ellerimi tutup iki avucumu da öperken aklım karmakarışık olmuştu. ''Ben.'' dedi ağlarken. ''Ben baba olmayı bu kadar istediğimi bilmiyordum.'' Yavaşça yere oturduğunda onu izledim. Yatağa dayandı, ardından beni de yan bir şekilde bacaklarının üzerine oturttu. Başımı boynuna yasladım. ''Ben yıllarca baba olma hakkımın elimden alındığını düşünüp durdum. Hamileliğini benden gizlemesine, sakladığı hamileliği kürtajla sonlandırmasına üzülüp durdum. Daha birkaç ay öncesine kadar Çocuğum doğsaydı şimdi üç yaşında falan olurdu. diye düşünüyordum. Bunu yaşamamı istediler Ada. Her gün bu acıyı yaşamamı istediler. Yaşadım da. Acı olan ne biliyor musun? Boşa yaşamış olmam. Hiç olmamış bir çocuğun dünyadan koparılmasına üzüldüm durdum dört senedir, aptal gibi. Her şey kocaman bir yalanmış. Ama şimdi.'' dedi işaret parmağıyla göğü göstererek. ''Yaşadıklarımın mükafatı olarak bana seni verdi, bana bebeğimizi verdi. O kadar karmakarışık bir haldeyim ki anlatamıyorum. Çok, çok büyüleyici bir şey bu. Aşık olduğum kadın benim çocuğuma hamile.''

Deniz'in gözyaşlarını silmek acılarını dindirmezdi belki ama her an yanında olacağımı bilmesi belki bir işe yarardı. Ona bunu söylemek istiyordum, bilmeliydi. Hayatımın son anına kadar yanından hiç ayrılmak istemediğimi bilmeliydi. ''Yaşadıklarını silmez belki ama ben senin yanından hiç ayrılmayacağım sevgilim. Hani diyorsun ya Ben senin hayatından ancak sen istersen giderim. diye, öyle bir şey olmayacak. Çünkü ben gitmek istemiyorum, senin gitmeni de istemiyorum. Dünya üzerinde benim senin kadar güzel bir yansımam daha yok. Biz birbirimizin aynasıyız ve ben bu aynayı ölene kadar karşımda görmek istiyorum. Zaten biz toprak ve suyuz. Su olmadan toprak kurur, çöle döner. Ben de sen olmadan göremem, duyamam, hissedemem, gülemem. Yaşayamam işte. O yüzden ben senden gitmem, gidemem. Bana ömrümüzün sonuna kadar böyle kalalım desen gıkımı bile çıkarmam, burada bacaklarının üzerinde oturur başımı da boynuna yaslarım. Zaten burası yuvam.'' Deniz gülümsedi ve elini yüzüme koyup başımı kendine doğru yaklaştırdı. Elimi ensesine götürüp saçlarını parmaklarımın arasına aldım. İçimde onu öpmek arzusu vardı. ''Sevgilim.'' dedim yutkunarak. ''Hani bana Gözlerin gece gibi siyah ama bana bakarken bu gece siyahı gözler gökyüzünde ışıldayan birer yıldıza dönüşüyor. demiştin ya.''

''Evet dedim.'' dedi burnuyla burnumu severken.

''Yani ben senin yıldızın mıyım?'' dedim nazlı bir sesle. Dudaklarım dudaklarına çarpıyordu.

''Evet, sen benim karanlığımı aydınlatan tek yıldızımsın.''

''Hmmm ama senin de benim bir şeyim olman lazım. Daha büyük bir şey. Güneş nasıl? Evet evet, sen güneşsin. Güneş sisteminin merkezindeki en büyük yıldız güneş olduğu için ve sen de benim merkezimde olduğun için sen benim güneşim oluyorsun.''

''Mutlu olunca çok güzel şeyler söylüyorsun, biliyorsun değil mi? Ha bir de birazcık çenen düşüyor.'' dedi hafifçe gülerken.

''Susmamı mı istiyorsun?''

''Hayır, beni öpmeni istiyorum.'' dedi beni kendine yapıştırıp. Yüzümü iyice ona yaklaştırdığımda yüzümdeki elini sırtımda gezdirip sütyenimin kopçasını açtı ve askılarını yavaşça aşağı indirdi. Beni öpmüyordu çünkü benim öpmemi bekliyordu. Gözünü bile kırpmadan gözlerimi izliyordu. ''Sizi hiç yalnız bırakmayacağım.'' dedi bir anda. ''Sen, ben, bebeğimiz. Bu evde. Tüm kötülüklerden uzak. Mutlu ve huzurlu.''

''Sen, ben, bebeğimiz. Sonsuza kadar.'' dedim ve istediğini ona verip sahibi olduğum dudaklarının üzerine kapandım.

Deniz'in sırtındaki eli belime ve diğer eli de dizlerimin altına kaydı, ellerimi boynuna sardım. Ardından kendimi havada buldum. Saniyeler sonra yatağa ulaşmıştık. Deniz hiç olmadığı kadar şefkatliydi. Canımı yakmamaya özellikle dikkat ediyordu, bunu üzerime ağırlığını vermemiş olmasından anlamıştım. ''Bir soru sormuştun. Sabah cevaplamamıştım.'' dedi öpücüklerinin arasından. Ah, Hiç sevişmeyecek miyiz? sorumdan bahsediyordu. ''Şimdi cevaplayabilirim işte.'

Loading...
0%