@_kubraakyol
|
19 Kasım, Salı Kasvetli ve soğuk bir kasım ayı gecesi yaşıyor olmamıza rağmen kan ter içinde kaldığım bir uykudan uyandım. Saat 02.52'ydi ve Deniz sanki kollarının arasından kaçmayayım diye bana ahtapotmuş gibi sarılmıştı. "Offf." dedim kendi kendime. Sesim fısıltıdan bile kısıktı. "Of çok sıcak." Aslında sıcak değildi. Hava durumuna göre dışarıdaki sıcaklık 7 dereceydi ve şiddetli rüzgâr vardı. Camdan içeriye süzülen rüzgâr sesi bir ıslığı andırıyordu. Ama beni neden sıcak basıyordu ve neden terliyordum? Hamilesin Ada, unuttun mu? Deniz'i uyandırmamaya dikkat ederek kollarını etrafımdan çektim ve çekmecenin üzerindeki sürahiden kendime su doldurup tek nefeste içtim. İyi gelmişti. Bu yatak ve yorgan her zaman sıcak mıydı yoksa bu gece bana düşman mı olmuşlardı bilmiyordum ama daha fazla burada yatamayacağımın farkındaydım. Yerde yatsam nasıl olurdu acaba? Sessizce ayaklarımı sarkıtıp ayağa kalktım ve parmak ucumda yürüyüp gardıroptan ince battaniye alarak yere serdim. Yataktan yastığımı alıp battaniyenin üzerine attım ve ince bir yorgan da alıp battaniyenin üzerine kıvrıldım. Kesinlikle burası uyumam için en ideal yerdi. Yanılmıştım. Yerde de uyuyamıyordum çünkü çok sıcaktı. Mevsimle alakası yoktu, sanki sıcaklığın kaynağı bendim. İçimden lav şelalesi akıyordu sanki. Sağa sola dönüp hala uyuyamadığımı fark ettiğimde saat 03.26 olmuştu ve Deniz bana sesleniyordu. "Sevgilim. Ada, neredesin?" dedi endişeli bir sesle. Yatakta beni aradığına emindim. "Buradayım." dedim telefonumun flaşını yakıp. Deniz elini gözüne siper etti ve ne yaptığımı anlamaya çalışarak yüzüme baktı. "Aşkım, orada ne işin var?" "Çok sıcak." dedim omuz silkerek. "Uyuyamıyorum." "Çok sıcak?" dedi soran bir sesle. "Evet çok sıcak. Ateş çıkıyor sanki hücrelerimden. Zaten çok terlemişim. Bu da yetmiyormuş gibi sen de bana ahtapot gibi sarılmışsın. Uyuyamadım işte." "Bebeğim sen iyi misin?" "Uyuyamıyorum diyorum ya. Nasıl iyi olabilirim? Çok sıcak." Deniz bu tepkim karşısında uyku halinin de etkisiyle afallayıp kısa bir süre sustu. "Tamam. Halledeceğim." dedi ve ayağa kalkıp beni de kaldırarak yere serdiğim battaniyeyi, ince yorganı ve yastıklarımızı alıp odadan çıktı. Çözümü beni odada tek bırakmak mıydı yani? Yatakta tek yatınca terlemeyeceğimi mi düşünüyordu? "Offff. Nereye gitti ki şimdi?" dedim bir bardak daha su içip. Ardından camın önüne geçip manzarayı izledim. Dolunay vardı. Denize vuran yansımasına baktım. Yakamoz, gözlerime bayramı getirmişti. "Yakamoz güzeli mi oldun sen?" dedi Deniz. Ne ara gelmişti de hemen arkamda belirmişti? Gülümseyip ona döneceğim sırada bana müsaade etmedi ve arkamdan bana sarılıp boynumu öptü. "Şuraya bak. Güzel olan her şey senin yüzünden güzel sanki. Ay bu kadar güzelse sen bakıyorsun diye. Yakamoz bu kadar büyüleyiciyse yine sen bakıyorsun diye. Sen varsın diye her şey bu kadar güzel. Güzel olan her şey senin eserin. Sen yoksan hiçbir anlamı yok tüm bunların." "Günün her saati böyle cümleleri nasıl bulabilirsin Deniz?" dedim ellerimi ellerinin üzerine koyup. "Senin yüzünden şair oldum. Aşkın baya büyük bir mevzu sevgilim. Başımı döndürüyor." Yeniden boynumu öpmüştü. "Senin bana yazılman benim başıma gelen en güzel şey. Kara bahtımdaki en güzel ve en beyaz şey sensin." dedim. Aklıma bir şey gelmişti. "Aşkım." "Söyle sevgilim, söyle güzelim." "Bursa'da tüm şehrin ayaklarımızın altına serildiği bir tepeye çıkmıştık ve sen bana bir şey söylemiştin." "Ne söylemiştim?" "Burada her şeyden uzakta gibi hissediyorum. Korku, kaygı, tehlike, hiçbiri yok. Var olan tek şey. demiştin. Ama cümlenin devamını getirmemiştin. Orada ne söyleyecektin? Var olan tek şey neydi?" "Nereden geliyor bunlar senin aklına?" dedi gülerek. "Bilmem, kafamın içinde bana söylediğin cümleler dönüyor sürekli. Neden böyle? Beni hipnotize mi ettin sen yoksa?" "Kabul ediyorum, aklına girdim ve beni unutmaman için cümlelerimi sana hatırlatıyorum." "Seni unutmam için hafızamı kaybetmiş olmam gerekir." dedim kollarına daha sıkı sarılıp. Ardından kaşlarımı çattım. "Bak yine cevap vermedin. Söyle hadi." Kulağımın hemen yanına sıcak nefesi yayıldı. "Var olan tek şey sendin. Sen onca kötülüğün arasındaki en saf ve en güzel şeydin. Senin gerçekliğindi. Senin verdiğin huzurdu. Saflığın, güzelliğin ve masumluğundu. Benim sana olan hislerimdi." Kollarının arasından ayrılmadan olduğum yerde döndüm ve gözlerimi gözlerine sabitleyerek ellerimi belinin iki yanına yerleştirdim. "Senin sevdiğin kadın olmak benim başıma gelen en güzel şey. Elimde olsa tüm dünyada senin sevdiğin kadın olarak anılmak isterdim." "Karım olacaksın." dedi anlık bir farkındalıkla. "Sadece sevdiğim kadın değil, karım olacaksın." Elleri belimde süzülüyordu. "Bu benim kurduğum en güzel cümle. Okuduğum tüm romanları önüme sersen yine de bundan daha güzel bir cümle bulamam. Sen benim karım olacaksın." "Karın olacağım. Sonsuza dek." Deniz kısa bir süre gülümseyerek yüzümü izledi, daha sonra elimi tutup kapıya doğru ilerledi. "Nereye gidiyoruz?" dedim peşinden sürüklenirken. "Üst kat serin oluyor. Çok sıcak, uyuyamıyorum dememiş miydin? Uyuyabilmen için yukarıya çıkıyoruz işte." "Ama sıcak değil ki. Yani bana sıcak, sana değil. Sen üşüyeceksin." "Bu benim problemim sevgilim. Gel hadi." Tereddüt etsem de Deniz'in peşinden yürüdüm. Yaklaşık bir buçuk dakika sonra terasa çıkmıştık. Deniz benim çıkarttığım battaniyeyi yere sermiş, yastıkları koymuş, ince yorganı da örtülmemiz için battaniyenin üzerine atmıştı. "Hadi gel, burada uyuyabilirsin." "Ama sevgilim." dedim. "Burası bana göre çok iyi ama bu sefer de sen üşüyeceksin." "Senin için değer." dedi yanağımı öpüp. "Hadi artık yatalım." Deniz'le beraber yer yatağına yattık. İkimiz de birbirimize dönmüştük fakat Deniz kendini aşağı kaydırdı ve yüzünü karnımla aynı hizaya getirip bebeğimizin olduğu yeri öptü. "Anneyi bu kadar zorlamasak mı bebeğim?" dedi kendi kendine gülümserken. "Bak böylesine soğuk havada terlediğini söylüyor. Biraz insaflı mı olsan? Kime çekeceksin bilmem ki?" Elimi saçlarına daldırdım gülümserken. "Sevgilim, ne yapıyorsun?" "Bebeğimizle sohbet ediyorum hayatım. Onunla arama girme lütfen." "Ay çok pardon sevgilim. Bölmeyeyim. Şey yapın siz o zaman. Konuşun. Ben uyuyorum. Ha bir de şey, ahtapot gibi sarılmasan olur mu? Sıcak basıyor. Fena basıyor." "Ben senin ateşini alırdım da işte." dedi gülerek. "Yoruldun. Neyse uyu hadi. Sarılmayacağım tamam." "Sevgilim." diye fısıldadım. "İyi ki doğdun." "Saat on ikiyi geçti. Artık doğum günüm değil." dedi gülerken. Elini bacağıma attı ve bacağıma sarıldı. "Olsun. Sen her gün iyi ki doğdun." "Seni çok seviyorum Ada." dedi. "Hep seveceğim." Birkaç saat sonra tekrar uyandığımda ahtapot gibi sarılanın Deniz değil de ben olduğumu fark edince yüzümü buruşturdum. Bacağım bacağının üstünde, kolum beline sarılı, yüzüm de boynuna gömülüydü. Tenimde serin bir esinti vardı ve deyim yerindeyse üşüyordum. "Aşkım." dedim sessizce. "Aşkım uyan." Aklıma çok adice bir şaka gelmişti. Yapıp yapmamak arasında çok gidip gelmiştim ama biraz eğlenmek benim de hakkımdı. "Hhığ." dedi belli belirsiz bir sesle. "Çabuk kalk aşkım, çabuk." Deniz panikle gözlerini araladı. Kirpikleri bir anda göz kapaklarına değmişti. "Ne oldu?" dedi telaşla doğrulurken. "Sevgilim ne oldu? Ağrın mı var? Miden mi bulandı? Bir şey mi istiyorsun? Ne istiyorsun?" "Kalk çabuk Deniz. Doğuruyorum." "Ne?" dedi ciddi bir şokla. Uykusu hala açılmamıştı. "Doğuruyorum, hastaneye gitmemiz lazım. HADİ DENİZ. Acele et. Suyum geldi." dedim. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "HADİ DİYORUM SANA. Çok sancım var Deniz. Canım yanıyor. Acele et yalvarırım." Karnıma baktı. "Ne diyorsun Ada sen? Bu kadar çabuk mu?" "Ne çabuğu aşkım? On aydır hamileyim. Çoktan doğması lazımdı." "On ay mı? ... On ay olduysa evet, evet doğması lazımdı." dedi ve saçlarını karıştırıp gözlerini kıstı. "Ne duruyorsun aşkım? Ambulansı falan arasana." dedim azarlayan bir sesle. "Ah, bebeğimiz geliyor diyorum. Offf öleceğim Deniz, çok sancım var." "Ambulans mı?" dedi sesini düzeltip. Sanırım uykusu açılmaya başlamıştı. "Siktir." dedi kendi kendine. "Şaka mı yapıyordun Ada?" Saniyelerdir tuttuğum kahkahamı bıraktım ve tüm odayı dolduracak kadar güldüm. "Özür dilerim." dedim gülerken. "Çok komiktin." "Ha ha." dedi ciddi bir sesle. "Aynen çok komikti Ada." Sinirli görünmeye çalışıyordu ama sakladığı gülümsemesini görebiliyordum. O da eğlenmişti. "Bir daha sana inanmayacağım." Bir kahkaha daha attım. "Gülme. Gözlerimin önünde doğuruyor olsan bile inanmayacağım." Daha çok güldüm. "Bak hala gülüyor." dedi ve en sonunda o da gülmeye başladı. "Görürsün sen şimdi gülmeyi." dedi ve elleri karnıma gitti. "Uzun zamandır yapmıyordum değil mi bunu? Şimdi eğlenme sırası bende işte." Deniz'in karnımda gezen parmakları yüzünden gülme krizine yakalandım. Gülmekten katılmak eylemi şu an benim bedenimde anlam kazanmıştı. Nefes bile alamıyordum. Yüzüm Allah bilir kıpkırmızı olmuştu. "Aşkkk- ahahah- ım aşkkk-ımm hahaha yapma ne olur. Yapma gıdık- ay ahahaha gıdıklama ne olur." "Cezalısın üzgünüm." dedi, benim aksime düzgün konuşabiliyordu. "Hay- ahahah hayır cezal- ahahah cezalandırma aşkım. Özür dilerim." "Özrünün faydası yok üzgünüm." dedi beni kollarımın altından tutup ayağa kalkarak. Açılıp katlanabilir cama doğru ilerliyordu. "Beni camdan aşağı mı atacaksın?" dedim kaşlarımı çatarak. "Hadi bana kıyıyorsun, bebeğimize nasıl kıyıyorsun?" dedim bacaklarımı beline sararak. Cevap vermemişti. "Şaka yapmak için uyandırmadım seni." dedim masum bir sesle. "Vallahi bak. Üşüyorum diyecektim. Onun için uyandırdım. Sonra aklıma böyle bir şaka geldi. Özür dilerim. Çok mu kızdın?" "Çok kızdım." dedi, ciddiydi. "Ama özür dilerim dedim. Affetmedin mi?" Dilini damağına çarptırdı. "Çıks. Affetmedim." dedi ve camın önündeki tekli bahçe koltuğuna oturdu. Ben de kucağına oturmuş oldum. "Affettir kendini." "Niye affettiriyorum ya? Allah Allah. Gıdıkladın ya her yerimi. Aldın işte intikamını. Hem üşüyorum ben. Hadi odamıza gidelim. Odamıza götürsene beni." "Üşüdüğünü anladım. Tenin buz gibi." dedi düşünceli ve endişeli bir sesle. "Isınman için sana bir fırsat veriyorum işte Ada. Ben olsam bu fırsatı kaçırmazdım." Sesi o kadar muzip ve çapkın çıkmıştı ki gülmemek için kendimi zor tutmuştum. "Seni ısıtmamı istemiyor muydun?" "İstiyordum." dedim yüzüne yaklaşıp. "Durma öyleyse." dedi. Sesi davetkârdı ve böyle bir davete icabet etmek gerekirdi. Sesi bile beni tahrik etmeye yetmişti çünkü tenim şimdiden ısınmıştı, sanırım onun teninin ısısı bana yayılmıştı. Neyse neydi. Bunu düşünmeyecektim. Bu gece ikinci kez onun tenini hissetmenin keyfini çıkaracaktım. Karşısına oturup bacaklarımı iki yandan sarkıttım ve ellerimi ensesine yerleştirip dudaklarına gömüldüm. Yumuşacıktı, aceleciydi ve fazlasıyla hükmediciydi. Alt dudağımı hafifçe ısırdığında istemsizce inledim. Bu onu daha çok tahrik etmiş olmalıydı ki kollarını belime iyice sardı ve bedenimi bedenine yapıştırdı. Bedenimin her santimi bedeninin her santimine dokunduğunda vücudum alev gibiydi. Her hücrem onu istiyordu. Ellerinin tenimin her yerinde gezmesini istiyordum. Vücudumda öpücüklerinin değmediği tek bir yer bile kalmasın istiyordum. Bedenim ve ruhum onun için can çekişiyordu. İçimde bir yerlerde onun için yanıp tutuşuyordum. "Deniz." diye inledim. İsmi çok güzeldi. Masmavi, temiz, olabildiğince huzurlu, büyüleyici. "Deniz." dedim bir kez daha. İsmini söylemek çok hoşuma gidiyordu. Hiçbir sevgi sözcüğü onun adının güzelliğine yanaşamıyordu. Dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. "Ada." dedi çaresiz bir sesle. Sabırsızdı. "Sevgilim." Dudakları boynuma kaydı. O boynuma küçük öpücükler bırakırken kazağına uzanıp üzerinden sıyırdım. İki saniyeliğine boynumdan ayrılan dudakları kazağını çıkarttığımda tekrar büyük bir açlıkla boynumu buldu. Tırnaklarımı sırtına batırdım. Biraz olsun uzaklaşan bedenlerimizi tekrardan birbirine bastırdı. "Seni deli gibi istiyorum." dedi nefesini boynuma solurken. "Şu an sabır denen şeyden bende çok az var." Minicik güldüm. Deniz üzerime ne zaman geçirdiğini bilmediğim kazağımı üzerimden çıkarıyordu. Anlaşılan sütyen giydirmekle uğraşmamıştı çünkü çıplak kalmıştım. "Bu kadar büyüleyici olmamalıydın." dedi işaret parmağının tersini göğsümün üzerinde gezdirirken. Söyleyecek bir şeyim yoktu. Küçük bir iniltiyle cevap verdim. "Saçın." dedi dilinin ucunu kulağımın hemen altında gezdirirken. "Kokun, gözlerin, gülüşün, tenin... Beni her seferinde günaha davet ediyor. Baş döndürücüsün. Siktir Ada, sen benimsin. Buna inanamıyorum." Ellerimi eşofmanına götürürken yutkundum. "Seninim." dedim eşofmanının ipini çözerken. Bana izin vermedi. Oturuşumu değiştirdi, kucağında yan bir şekilde oturttu. Bileklerimi tek eliyle tuttu ve göğsümde birleştirip boşta kalan elini pijamamdan içeriye indirdi. Ona sunduğum bedenim birazdan eriyecek gibi hissederken parmakları bedenimin en sıcak yerini buldu. Birazdan ölecek gibiydim. "Deniz." dedim inleyerek. Nefesim çok halsizdi. "Seni istiyorum." Takatim kalmamış gibiydi. Bu yaptıklarımız yetmeyecekti. Ne yaparsak yapalım hep daha fazlasını istiyordum. "Daha değil." dedi başını geriye atıp. Boynu önüme serildiğinde dilimi köprücük kemiğinden çenesine kadar değdirdim. İnlemişti. "Ne zaman?" dedim ellerimi elinden kurtarıp. Bir elimi ensesine, bir elimi de göğsüne götürdüm. Sabrımı sınıyordu. Cevap vermedi ve daha rahat bir pozisyon alıp koltukta iyice yayıldı. Bense bana dokunan parmakları yüzünden sarhoş olmuş gibiydim. Neden kendimden geçmiş gibi hissettiğimi anlamıyordum. Her deneyimimizde bambaşka şeyler hissetmem normal miydi? İnlemelerim dokunuşlarıyla birlikte artmıştı. Bütün dünyadan soyutlanmıştım. "Ah, sevgilim." dedim. "Bu inanılmaz." "İnanılmaz." dedi beni tekrar ederek. Boşta kalan elinin varlığını yeni hatırlamışçasına göğsüme getirdi ve nazikçe parmaklarını gezdirmeye başladı. Neden bana istediğimi vermiyordu da beni böyle çıldırtıyordu ki? Onun için eriyordum işte. Görmüyor muydu? Aşağıdaki elinin hareketleri hızlandığında kollarımı boynuna sardım ve boynuna ıslak öpücüklerimi bıraktım. Bir yandan da ikimize de yeterli tatmin duygusunu sağlamak için bedenimi hafif hafif aşağı yukarı kaydırıyordum. Bu Deniz'in hoşuna gitmiş olmalıydı ki göğsümü sıktı. Aynı anda inlemiştik. Sanırım bu son noktaydı. Deniz ellerini çekti ve beni saniyeler içinde eski pozisyonuma getirip karşısına oturttu. Elleri eşofmanına gittiğinde çıkarabilmesi için biraz yükseldim. Takip edemediğim bir hızda eşofmanını çıkartıp benim pijamamı da üzerimden sıyırıp bir kenara attı. Ve işte sonunda istediğimi almıştım. "Sevgilim." dedi sabırsız bir sesle. Ona derin bir nefes ve inlemeyle cevap verdim. Terden sırılsıklam olmuş saçlarıma ellerini geçirip dudaklarıma yöneldi. "Deniz." dedim titreyen bir sesle. Bütün bedenim titriyordu. "Sevgilim." "Söy... le, söyle sevg ... ilim." dedi. Nefes nefeseydi. Benden farkı yoktu. Sesi titriyor, bedeni sanki yeni keşfettiği bir şeyle tanışmış gibi sarsılıyordu. "Seni." dedim küçük iniltilerimin ve nefeslerimin arasından. Bedenim onun bedeninin karşısında bir yükseliyor, bir alçalıyordu. "Seni istiyorum." Zaten içimdeydi ama mümkünmüş gibi daha fazlasını istiyordum. Bana bunu nasıl yapabiliyordu? Deniz tek eliyle bütün saçlarımı tutuyor, diğer eliyle de üzerinde kolayca yükselip alçalabilmem için kalçamdan tutarak bana yardımcı oluyordu. "Seninim güzelim." dedi erkeksi bir hırıltıyla. "Ne istersen yap." Üzerindeki hareketlerim yavaştı. Hemen hızlanmak istemiyordum. Bu sefer sabır sınavı sırası ondaydı. Niyetimi anlamıştı. Öpücüklerinin arasından gülümsediğinde dilimi üst dişlerinde gezdirdim. Beklemediğim bir anda dilimi hafifçe ısırdığında inledim ve dilimi kurtarıp üst dudağını ısırdım. Sanırım biraz fazla kaçırmıştım çünkü dilime kan tadı bulaşmıştı. "Ha siktir." dedi Deniz nefes almak için ara verdiğimizde. "Bu çok iyiydi." Nasıl yani hoşuna mı gitmişti? Dudaklarımı dudaklarından çekip boynuna gittim ve bu sefer boynunu hafifçe ısırdım. Deniz derin bir nefesle inledi ve kollarını belime sıkıca sardı. Bir süreliğine bana bıraktığı kontrolü tekrar kendisi aldı ve beni durdurup hareketlerimi sonlandırdı. Hareket etmemem için de elleriyle belimi iki yandan sıkıca tutup beni olduğum yere sabitledi. Öylece duruyorduk. Gözlerim gözleriyle buluştuğunda sabit duracağıma ikna olmuş gibi ellerini sırtıma kaydırdı ve bedenimi hafifçe geriye doğru itti. Yavaşça üzerime eğildiğinde kollarına tutundum. Boynumu öpmeye başladığında kollarına parmaklarımı iyice bastırdım. Öpücükleri boynumdan bir göğsüme indiğinde tek yapabildiğim çaresizce durmaktı. Göğsümü dudaklarının arasına aldığında kesik kesik nefes almaya başlamıştım. Bir kolunu sırtımdan çektiğinde beni sadece bir eliyle tutmak zorunda kalmıştı. Ağırlığımı sırtımda kalan tek eline vermemek için büyük bir çaba harcıyordum ama işe yaramıyordu. Çünkü bedenime hükmedemiyordum. Eriyip gidecekmişim gibi hissediyordum. Bedenim yay gibi gerilmiş, üst vücudum önüne serilmişti. Deniz bir göğsümü öperken diğer göğsümü de avucunun içine almıştı. Bunun benim için ne kadar sarhoş edici olduğunun farkındaydı. Her hareketinin beni mum gibi eriteceğini biliyordu. Konu sabır sınavıydı ve itiraf etmek gerekirse Deniz benden daha başarılıydı. Ne kadar sabırsız olsa da dayanabiliyordu. Bense dayanamıyordum. Zafer hep onun oluyordu. Bu haksızlıktı. "Ah." dedim inleyerek. "Buna daha ne kadar devam edeceksin? Bu eziyet. Bundan keyif mi alıyorsun?" Bedenimi doğrulttum ve saçlarına bir öpücük bıraktım. Deniz bedenime doğru derin bir nefes bırakıp yüzünü yüzüme getirdi. "Evet." dedi kısık bir sesle. "Keyif alıyorum." "Deniz, Deniz, Deniz." dedim kısık ve hızlı nefeslerimin arasından. "Adın sevdiğim en güzel kelime. Adını her söylediğimde gözümün önünde maviler uzanıyor. Huzurla doluyorum." Deniz hafifçe gülümsedi ve belimi kavrayıp az önce sonlandırdığı hareketlerimi yeniden başlattı. Bu sefer hızlıydı. Nefes almaya çalışırken kollarımı boynuna sardım. Yüzü boynuma kapanmıştı ve boynumu ıslak ıslak öpüyordu. Kelimenin tam anlamıyla büyük bir doyuma ulaşacağım sırada bir çıt sesi kulaklarımı yokladı. Aynı sesi Deniz'in de duyup duymadığına emin olmak için yüzümü uzaklaştırıp Deniz'e baktım. Bir çıt sesi daha. "Ne oluyor?" dedim. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyordu. Bir çıt sesi daha. Deniz kaşlarını çattı, sesin kaynağının oturduğumuz tekli koltuk olduğunu anlamak saniyelerimizi almıştı. Bunu biraz acı bir şekilde anlamıştık çünkü tekli koltuk kırılmıştı. Düşerken attığım çığlık muhtemelen bütün evde yankılanmıştı. Neyse ki evde yalnızdık. "Sikeyim." dedi Deniz düşerken. "Koltuk kırıldı." "Koltuğu kırdık." dedim. Yan bir şekilde düştüğümüzde başım Deniz'in kolunun üstündeydi. "Deniz koltuk kırıldı." Kahkaha atmaya başladığımda Deniz de bana eşlik etti ve oda kahkaha seslerimizle yankılandı. "Koltuğu kırdık." dedi gülerken. "Sevişirken koltuğu kırdık." Bir süre kahkahalarla güldüğümüzde Deniz doğruldu ve beni kollarımın altından havaya kaldırıp duvara doğru ilerledi. Bir koluyla beni sıkıca tutmuştu. Bir eliyle yüzümü seviyordu. Düşmemek için kollarımla boynuna iyice sarıldım. Bacaklarımı da belime sarmıştım. "Bunu asla unutmayacağım." dedi kocaman sırıtırken. "Koltuk kırıldı." "Evet kırıldı." dedim. Ben de sırıtıyordum. "Hı hı." dedi ve sırtımı duvara yapıştırdı. "Bir yerine bir şey oldu mu? Canın yandı mı?" dedi, gülüşü ciddiyete dönmüştü. Bir koluyla beni sıkıca tutarken bir eliyle de duvardan destek alıyordu. Başımı iki yana salladım. Bir süre düşündü. "Ada, bebeğimiz." dedi tedirgin ve korku dolu bir sesle. "Bebeğimize bir şey olduysa? Sevgilim, bebeğimiz." "Bir şey olmadı. Yani olmamıştır. Olsa anlardım. Sus ve beni öp artık." dedim yüzüne kapanarak. Deniz ikna olmuş olacak ki beni öpmeye başladı. Bacaklarımla bedenini iyice kendime çektim ve mümkünmüş gibi kollarımı boynuna daha sıkı sardım. Aslında çabam boşunaydı. Kucağında durmamı sağlayan şey kendisiydi. Tek koluyla bile beni havada tutabiliyordu. "Nerede kalmıştık?" dedi davetkâr bir sesle. Duvar ve bedeni arasında sıkışıp kalmıştım. "Bence sen gayet iyi biliyorsun." dediğimde gülümsedi. Sadece bir saniye sonra bedenime ve ruhuma hükmetmeye başlamıştı bile. "Sana." dedi nefesi dudaklarımın arasından ciğerlerime süzülürken. "Doyamıyorum." *** Tadı tam anlamıyla tenimde kalan sevişmemiz bittiğinde Deniz yavaş yavaş yer yatağına doğru yürüdü, beni sakince yerdeki yatağa bıraktı. "Üşüyor musun?" dedi saçlarımı geriye doğru severken. Dilimi damağıma çarptırdım. "Artık üşümüyorum." dedim. Üşümüyordum ama Deniz yine de beni giydirdi ve yanağıma büyük bir öpücük bıraktı. Ardından kendi de giyinip yatağa yerleşmeme yardım etti. Elimi yanağına götürüp onu bir süre izledim. Bana sıcacık gülümseyip alnıma yumuşacık bir öpücük bıraktı. "Şimdi güzel bir uyku vakti." dedi ayakucumuza toplanan ince yorgana uzanırken. "Bu yorganı nereden buldun sen?" Sesi meraklıydı. "Gardıroptan aldım. Elime ilk gelen şeydi, aramadım ben de başka bir şey." "Aşkım bu benim çocukluk yorganım." dedi ve doğrulup yorganı eliyle açtı. Yorgan o kadar küçüktü ki omzumuza çeksek anca kalçamızı kapatırdı. "Neyse." Deniz yorganı iyice açtı ve üzerimizi örtüp yanıma uzanarak bacaklarını neredeyse göğsüne kadar çekti. "Aşkım ne yapıyorsun?" Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken benim bacaklarımı da göğsüme çekti ve kolunu boynumun altına sokup beni kendine yaklaştırdı. "Ayaklarımızı yorganımıza göre uzatıyorum." dedi alelade bir şey söylemiş gibi. Kahkaha attım. "O kadar da komik değildi bence." dedi gülümsüyordu. "Hadi iyice çek şu bacaklarını yorgana doğru. Üşüyorum diye ağlayacaksın sonra." "Gıcıksın sevgilim." "Sen nesin peki?" dedi burnuyla burnumu severken. "Neyim?" dedim esnerken. "Sabırsız sevgilim, inatçı sevgilim, güzeller güzeli sevgilim, canımın içi sevgilim, gözyaşına kıyamadığım sevgilim, bebek sevgilim." "Sevgilim." dedim mayışmış sesimle. "Ben seni." Çok seviyorum. diyecektim ama cümlemi tamamlayamadan çoktan uykuya dalmıştım. Üçüncü kez uyandığımda yatağımızdaydık. Anlaşılan Deniz beni alıp odamıza getirmişti. Saat sabah yediye geliyordu ve şükürler olsun ki terlemiyor ya da üşümüyordum. Deniz yatakta gerinirken başımı göğsüne koydum ve kolumu beline sardım. Rolleri değişmiş gibiydik çünkü üzerindeki sweatshirtü çıkartmıştı. "Günaydın gece gözlü sevgilim." dedi tok bir sesle. Uykuluyken konuşmasa olmaz mıydı? Hormonlarıma söz geçiremiyordum sonuçta. "Günaydın sevgilim." dedim gülerek. "Bu sefer de sen mi terledin? Üzerinde neden bir şey yok?" Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Sırıtıyordu. "Ahtapot gibi sarıldığın için terledim ve üzerimi çıkarttım." dedi saçlarımı öperken. "Bana giyinme odasından bir şey getirir misin?" Yatakta yavaşça doğruldum, Deniz bir şeyler karıştırıyor gibiydi. Başımı yana eğdim ve yüzünde bir şeyler aradım. Bir ifade yoktu, omzumu silktim. "Olur." dedim ve yataktan kalkıp giyinme odasına doğru yürüyerek başımı geriye çevirdim. Deniz kollarını ensesinde birleştirmiş, merakla beni izliyordu. Kesinlikle bir şeyler karıştırıyordu. Kaşlarımı çatıp giyinme odasına girdim. Odaya girmemle şaşkınlıktan bayılacak gibi olmam aynı saniyeye denk gelmişti çünkü beni dehşet derecede güzel bir gelinlik karşılamıştı. Odanın tam ortasına asılmış, üstü straplez, aşağıya doğru genişleyen, uzun kuyruklu, beli inci kemerle süslenmiş saten bir gelinlikti. Hemen yanındaki aksesuar masasının üzerinde gelinliğe ait olan iki tane saten balon kolluk vardı. "Deniz." dedim ona seslenip. Gözümü gelinlikten alamıyordum. "Deniiiz, burada bir şey var." Arkama dönüp ona baktım, çoktan gelmiş ve kapıya yaslanmıştı. Kollarını göğsünde birleştirip kocaman gülümsedi. "Deniz bu benim mi?" dedim şaşkınlıkla. Kocaman bir kahkaha attı. "Benim olmayacağına göre." dedi kocaman sırıtarak. "Sevgilim evleneceğiz ya hani. Gelinler de gelinlik giyiyor malum." "Ama bu çok güzel." dedim ona sırtımı dönüp gelinliğe yürürken. Servet değerinde olduğunu anlamak için yakınına gitmeye bile gerek yoktu. Uzaktan bile özel tasarım olduğunu anlayabiliyordum. "Evet çok güzel." dedi. "Bir peri kızına döneceksin." dediğinde gelinliğe dokundum. Kumaşı yumuşacıktı. Ellerimi ağzıma kapatıp akmayı bekleyen gözyaşlarımı dindirmeye çalıştım. Dinmiyordu. Hıçkırdım, anlaşılan bugün ağlama günümüzdeydik. "Sevgilim." dedim tekrar ona dönüp yanına koşarken. "Ben teşekkür ederim." Yanına ulaştığımda kollarımı beline sardım. Elleri saçlarımı buldu ve ciğerlerini kokumla doldurdu. "Neden teşekkür ediyorsun?" dedi tedirgin bir sesle. Sanırım neden ağladığımı anlamaya çalışıyordu. Sorsa söyleyemezdim çünkü ben de bilmiyordum. "Her şey için. Bugüne kadar benim uğruma yaptığın her şey için. Beni bu kadar sevdiğin için. Gelinlik için." "Asıl ben sana teşekkür ederim." dedi bana daha sıkı sarılıp. "Beni herkesten daha yakın tutan kalbine teşekkür ederim. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim. Yanımda olduğun için, hayatını benimle geçirmek istediğin için, bebeğimiz için teşekkür ederim. Sana ne yapsam az." Hıçkırıklarıma iç çekişlerim de eklendiğinde Deniz'in göğsü gözyaşlarımla dolmuştu. "Beni bırakma." dedim sessizce. Neden bir anda aklıma böyle bir cümlenin geldiğini bilmiyordum. Üstelik Deniz her seferinde beni asla bırakmayacağını söylerken benim dilim neden bu cümleyi söylüyordu? "Bırakmayacağım." dedi net bir sesle. "Ne olursa olsun." "Ne olursa olsun bırakmayacağım." dedi, daha çok ağlamaya başladım. Şimdi burada yanımdaydı, kollarımın arasındaydı. Ama ya olmasaydı? O olmasaydı ne yapardım? Kokusu olmadan nasıl yaşardım? Kulaklarımı şenlendiren sesi olmasaydı ne yapardım? "Sevgilim ağlama, ne oldu sana?" "Senin olmadığın bir hayatı düşündükçe ciğerlerim acıyor, aklımı kaybedecek gibi oluyorum. Başımdan ayakucuma kadar elektrik akımına kapılmış gibi hissediyorum. Bütün hücrelerim tenimden çıkmak için can çekişiyor sanki." "Sana bensiz bir hayatı düşünmeyi yasaklıyorum." dedi, kolları sırtımda geziyordu. "Ağlamaktan helak olacaksın böyle giderse." Kollarını çekti ve bedenlerimizi ayırdı. "Neden böyle şeyler düşünüyorsun bilmiyorum ki. Bak ben yanındayım." "Yanımdasın." dedim ikna olmaya çalışan sesimle. "Evet, bak." dedi çenemi tutup bakışlarımızı birbirine kenetlerken. "Buradayım, hep olacağım." Gülümsedim ve kısa bir süre Deniz'in yüzüne bakıp gelinliğe döndüm. "Hayallerimden bile daha güzel... Ama bir şey soracağım. Dün bu gelinlik burada yoktu. Nasıl geldi buraya?" "Aslında dün gelinlik evdeydi, görmemen için Ülkü ablanın odasına sakladık. Birkaç saat önce de gidip aldım ve buraya astım." "Beni buraya göndermek için mi sweatshirtünü çıkardın?" dedim sırıtırken. "Evet benim akıllı sevgilim, o yüzden." "Denemek istiyorum." dedim heyecanla. "Hayır." dedi net bir sesle. Geç kalacağımız için hayır dediğini düşünsem de onun düşünceleri çok farklıydı. "Gelini düğünden önce görmek uğursuzluk getirir. Evet illaki deneyeceksin ama benim yanımda değil. Yalnızken denersin." "Ben bu hurafelere inanmıyorum." dedim anlam vermeye çalıştığım bir edayla. "Ama peki, madem görmek istemiyorsun tamam. Düğünden önce görmeyeceksin." "Söz mü?" "Söz sevgilim, söz bi' tanem." dedim, Deniz aksesuar masasına doğru yürüyordu. "Ne zaman aldın peki? Gelinliği yani." "Almadım. Diktirttim. Seninle yemeğe çıktığımız gün giydiğin elbise var ya. Hani vişne kırmızısı, saten." "Evet?" "O elbiseyi aslında haftalar önce aldım ve alır almaz bir gelinlikçiye götürüp aynı kalıbı çıkarttım. O gün gelinliğin dikimine başladılar. Elbisenin sana olup olmamasına göre gelinlikte rötuş yapılacaktı. Sonra yemeğe gitmek için o elbiseyi giydin. Elbise üzerine tam oturunca gelinliğe hiçbir şey yapılmadı. Yani elbise üzerine olduğuna göre gelinlik de olurdu. Sadece inci kemeri ve saten kollukları yapmak kalmıştı. O da uzun sürmediği için hemen bitti." "İnanamıyorum, her şeyi planlamışsın." "Öyle oldu. Ama en çok uğraşan yine Uygar'dı. Bir sorun var mı diye bakmak için gelinlikçiyle evi arasında mekik dokudu çocuk." dedi minnet dolu bir gülümsemeyle. "Uygar biliyor muydu yani?" "Evet." dedi sırıtırken. "Ona da yazık. Haftalardır hem benim sırrımı hem de senin sırrını saklıyormuş." "Neler yaşadığını tahmin bile edemiyorum. Çok zorlanmıştır." "Muhtemelen evet." dedi. Ardından aksesuar masasından bir kutuyu çıkartıp bana uzattı. "Güzel tenini bunlarla süsleyebiliriz." "Bu ne?" dedim merakla elime aldığımda. "Bilmem, aç bakalım beğenecek misin?" Kutuyu açtım. Beni inci bir set karşılamıştı. İnci kolye, inci bileklik ve inci küpeler. Bayılmıştım. Gelinliğin inci kemeriyle harika uyum sağlardı bu set. "Aşkım bu harika." dedim ışıldayan gözlerle. "Çok güzel, bayıldım." "Güzel, beğenmene sevindim." dedi. Ben bir süre susunca devam etti. "Babaannemindi bu set. Gerçekten aşık olduğunda, evleneceğin kadına vermelisin. diyerek bana bıraktı." Cemre'ye vermeyi hiç düşünmüş müydü acaba? Sonuçta sahte ölümünden önce onu gerçekten seviyordu. "Sevgilim." dedim ışıl ışıl gözlerle. Düşüncelerimi savuşturdum. "Bu o kadar güzel ki. Çok teşekkür ederim." dedim ona sıkıca sarılıp. "Bu benim için çok değerli." "Sen de benim için öylesin." diyerek saçlarımı öptü."Saten istediğimi nereden biliyordun?" dedim merakla. "Gelinliği yani." "Selay'a sordum." dedi. "Ona söylemişsin bir keresinde. Kendimi gelinlikle hayal edemiyorum ama eğer bir gün giyersem o gelinlik saten olmalı. demişsin." "Yuh. Selay da biliyor muydu yani gelinlik yaptırdığını?" dedim büyük bir şaşkınlıkla. "Arkadaşlarımız bizden bir şey saklamak konusunda baya usta oldular farkında mısın?" Gülümsedi. "Evet biliyordu ve farkındayım sevgilim. Ama hazırlanalım mı? Bugün çok işimiz var. Evden artık çıkmamız gerekiyor, yoksa geç kalacağız." Başımı sallayıp banyoya doğru ilerledim. "Ben duş alacağım. Ondan sonra hemen çıkarız olur mu?" "Olur sevgilim. Sen banyodayken ben de giyinirim." Tekrardan başımı salladım ve çok hızlı adımlarla banyoya gidip hızlandırılmış bir duş alarak odamıza döndüm. Deniz giyinmiş, camın önündeki berjere oturmuş, telefonundan bir şeylere bakıyordu. Giyinmeden önce yanına gidip yanağını öptüm. "Sıhhatler olsun sevgilim." dedi öptükten hemen sonra. Teşekkürümü diğer yanağını da öperek bahşettiğimde daha fazla oyalanmadım ve giyinme odasına gidip rastgele bir şeyler aldım. İç çamaşırlarımı giydikten sonra Deniz'in sweatshirtlerinden birini üzerime geçirdim ve altıma da birkaç aydır giymediğim ama giymeyi özlediğim bir pantolonu giydim. Bacaklarımdan yukarıya çekene kadar hiçbir sorun yoktu. Ama belime geldiğinde, işte bütün sorun burada başlıyordu. Lanet fermuar bir türlü yukarıya çıkmıyordu, düğme desem iliğe yaklaşmıyordu. Öyle ki bana kalsa düğme ve ilik arasında İstanbul Boğazı'nın iki yakası kadar mesafe vardı. Çıldıracaktım, neden olmuyordu? "Kapan artık." diye söylendim sinirle. "Bu kadar da kilo almış olamam. Offf sen inatçıysan ben de inatçıyım." Evet fermuar ve düğmeyle kavga ediyordum. "Kapanacaksın. Yoksa çok kötü olacak. Kapan işte." "Sevgilim." dedi Deniz. Giyinme odasının sürgülü kapağına yaslanmış endişeyle beni izliyordu. "Kimle konuşuyorsun sen?" "Pantolonumla konuşuyorum." dedim dişlerimin arasından. "Aptal fermuar kapanmıyor. Aptal düğme de kapanmıyor. Çok mu kilo aldım ben?" dedim, boğazımdan bir hıçkırık dökülmüştü. Evet, bugün kesinlikle ağlama günümüzdeydik. "Hayır, hayır aşkım almadın. Sakin ol, ağlama." "Dün tartıldım Deniz. Tam bir kilo sekiz yüz elli gram almışım. Bebeğimiz dört haftalık bile değil ve ben bir kilo sekiz yüz elli gram almışım! Bak pantolonum olmuyor işte. Kalan sekiz ayda ne hale geleceğim kim bilir?!" "Aşkım." dedi yanıma yaklaşıp ellerini yanaklarıma koyarak. "Tamam olmuyorsa yeni eşyalar alırız sana." "He kabul ediyorsun yani kilo aldığımı." dedim ondan uzaklaşarak. İnatla fermuarı kapatmaya çalışıyordum. "Hayır." dedi afallamış bir ifadeyle. "Öyle bir şey demedim. Ben sadece." "Yok yok, anladım ben anlayacağımı." dedim. "Çirkinleştim de zaten. Bak yüzüme, ne halde." "Güzelim, sen hala inanılmaz güzelsin." "Değilim." dedim. "Niye olmuyor bu pantolon Deniz?" "Başka bir şey bakalım sana dolaptan. Olmaz mı?" dedi dolaba yönelip. Onu terslememe rağmen hala benim için bir çözüm yolu arıyordu. Sen bu adamı hak etmiyor olabilir misin Ada? "Bir sürü pantolonun var. Onlardan birini giysen?" "Ben bunu giymek istiyorum." dedim ellerimin tersiyle yanaklarımı silerken. "Çünkü bu pantolonumu çok özlemiştim. Ya bir daha hiç giyemezsem." Deniz bana döndü ve inanamayarak baktı. Az önce şaşkınlıkla bakan yüzü daha da şaşkındı. "Sevgilim." dedi sabırlı bir sesle. "Ağlama artık. Neden giyemeyesin? Bebeğimiz doğduktan sonra giyersin olmaz mı?" "O zamana daha çok var." dedim biraz olsun sakinleşen sesimle. Deniz yanıma yaklaşıp bana sıkıca sarıldı ve saçlarımı öptü. Sanırım sakinleşmiştim. Bir süre bir şey söylemedi ve kollarını iyice etrafıma sarıp benimle birlikte sağa sola bir süre sallandı. Gözyaşlarım dinmişti. "İyi misin?'' dedi derin bir nefes alıp. "Yoksa kollarımın arasında durmaya devam etmek mi istiyorsun?" Sesi halinden memnun olduğunu belli ediyordu. "İyiyim, böyle durmak istiyorum ama gitmemiz gerek." dedim burnumu çekip. "Tamam, başka pantolon bakıyorsun o zaman dolaptan. Doğru mu anladım?" "Hı hı." dedim. Son olduğunu düşündüğüm bir gözyaşı yanağıma süzülmüştü. 'Spora gideceğim ben." dedim kararlı bir sesle. "Gerçekten. Ve ciddiyim. Yüz kilo olmak istemiyorum." "Tamam." dedi hiç düşünmeden. "Spor yapmak istiyorsan spor yapacağız." "Ya düğünümüze kadar daha çok kilo alırsam ve gelinliğim bana olmazsa? O zaman ne yaparız Deniz?" "Evlenmeyiz." dedi bir saniye bile düşünmeden. Nasıl yani? Evlenmeyiz derken? "Ne?" dedim dolmakta olan gözyaşlarıma hakim olmaya çalışırken. "E madem gelinlik sana olmayacak, nasıl evlenelim sevgilim? Sonuçta dünyada sadece BİR TANE gelinlik var ya hani ve sen onun içine girmek zorundasın ya. E giremeyeceksen evlenmemiz imkânsız. Gelinliksiz gelin olmaz. Düğün de olmaz." Ona kafasının üzerinde yeni bir dünya çıkmış gibi baktım. Kahkaha atmaya başladı. Benimle dalga geçiyordu! Kaşlarımı hiç olmadığı kadar çattım. "Sen benimle eğleniyor musun Deniz?" dedim sinirle. Ben burada endişe içinde boğulurken o gülüyordu. "Evet, hem eğleniyorum hem de evleniyorum. İdeal ilişki bu değil mi zaten?" dedi gülücüklerinin arasından. Gülmekten konuşamıyordu ve ben hala çok sinirliydim ama o kadar güzel gülüyordu ki bütün kelimelerimi dilime hapsettiriyordu. Yüzümü hemen başka yöne çevirdim. Çünkü biraz daha bakmaya devam edersem onu öpecektim. "Senden nefret ediyorum." dedim pantolon aramak için dolaba yöneldiğimde. Tüm evde duyulacak kadar uzun ve gür bir kahkaha attı. "Hayır, bana çok aşıksın." dedi. Haklıydı. Çok aşıktım. Eline, sesine, kaşına, gözüne, sağ yanağındaki gamzesine. Baştan aşağı çok aşıktım. "Sevgilim." dedi. "Savaş'ın ne dediğini hatırla. Seni güldürmeye çalışıyorum. Yüzün benim yüzümden asılırsa Savaş beni vurur." "Bir kurşun da ben sıkarım." dedim, hangi pantolonumu giysem diye düşünürken. "Kurşuna gerek yok, gözlerin var ya." dedi. Sessiz, kısa ama neşeli kahkahalar atıyordu. Gözlerimi devirip ona doğru döndüm ve paçalarına bakarak elimle ayaklarını gösterdim. Bir şey varmış gibi paçalarına baktı. Neredeyse gülecektim. "Paçalarından kıroluk akıyor." dedim yüzümü buruşturarak. Bana yaklaştı, tam karşımda durdu ve ellerimi tutup kendi elleriyle birlikte belime götürerek ellerimizi belimde sabitledi. Melodili bir şeyler söylüyordu. Sanırım benim hiç duymadığım bir şarkıydı. "Çek silahını daya göğsüme, "Bu neydi şimdi?" dedim gülerken. "Şarkı diyorlar insanlar genelde. Sen nasıl isimlendirirsin bilmem." dedi. Bir elini kaldırdı ve saçımı kulağımın arkasına attı. Bakışı sıcacıktı. "Sen böyle şarkılar dinlemezsin ki." dedim, ağzım biraz açılmış olabilirdi. Derin bir nefes alıp gülümsedi. "Bir keresinde hiç istemediğim halde bir gün boyunca Uygar'ın çalma listelerine maruz kalmıştım. Bu şarkı da oradan kaldı herhalde aklımda. Kulaklarımın yaşadığı en büyük faciaydı. Ertesi gün kulaklarımdan özürler dilemek zorunda kalmıştım." "Uygar sana istemediğin bir şeyi nasıl yaptırabildi?" dedim merakla. "İddiaya girmiştik. Yine o kazandı, kendi hakkıyla. Ben de onun o birbirinden renkli listelerini dinledim işte. Düşün bak Metallica dinliyorduk ardından Tarkan çıkıyordu. Sıkılıp başka listeye geçiyorduk, Rihanna'dan sonra Müslüm Gürses çıkıyordu Ada. Halimi düşünebiliyor musun?" dedi. Kocaman gülüyordu. "Ne iddiasıydı peki bu?" dedim, ben de gülüyordum. "Ben tutuklandığımda, Uygar seni hastaneden eve götürdükten sonra benim yanıma gelmişti." dedi yutkunup. Özgür'ü vurmadan önceki gün nezarethanede kalışından bahsediyordu. Gözleri dolmuştu. "Ada sana aşık. dedi net bir sesle. İmkânsız dedim. Çünkü senin aklın Savaş'la meşguldü ve aşk gibi bir şeye vakit ayıracak biri gibi durmuyordun. Hele benim gibi biri için ayıracak gibi hiç durmuyordun." Nasıl yani kendini benim tarafımdan sevilebilir biri olarak görmüyor muydu? "Neyse işte nereden anladın bunu dedim Uygar'a. Onu kucağımda eve taşıdım, senin adını sayıkladı durdu dedi." "Buradan mı anlamış yani? Senin adını sayıkladım diye mi varmış bu kanıya?" Yani bu kadar da belli etmeseymişsin be Adacım. "Yok, tam olarak bu sebepten değil. Bir şeyler demişsin." dedi gözlerimin en içine bakarak. "Tamam gitti ama bari kokusunu bıraksaydı. demişsin. Seni göğsüne bastırdığında Burası yabancı, burası benim değil. demişsin. Benim göğsümü benimsemişsin Ada. Benim göğsümü kendine ait hissetmişsin." "Narkozun etkisiyle demişimdir." dedim dudaklarımı ısırıp. "Ne dediğimi mi biliyordum sanki? Hem, hem iddiayla ne alakası var bunların?" "Şöyle alakası var. Uygar bunların aşktan dolayı olduğunu düşünürken ben inkar ettim. Ama zaman Uygar'ı haklı çıkardı. Ve ben de saçma sapan şarkılar dinlemek zorunda kaldım." dedi sırıtıyordu. "İddiayı kazansaydın daha mı iyiydi?" dedim. Yüzü düştü. İddiayı kazanması demek benim ona aşık olmamam anlamına geliyordu. "Yok böyle daha iyi." dedi tekrar gülümserken. "Kaybettiğim en güzel iddia bu." Uzanıp yanağını öptüm. "Sinirlerin düzeldi mi?" dedi. "Düzeldi, evet. Özür dilerim." dedim. "Bu yaramaz bebek benim sinir sistemimi çökertti. Sekiz ay sonunda akıl ve ruh hastalığı hastanesine kapatılmazsam iyi." "Ben seni bizim hastaneye naklettiririm. Sonra da kaçmana yardım ederim merak etme." dedi. "Bak hala." dedim gülerken. Sonra yüzüm bir anda ciddileşti. "Deniz." dedim bedenimi ondan ayırdıktan sonra. "Efendim sevgilim." "Bedenim çok bozulur mu? Kariyerim ne olacak? Ya hem anne hem mimar olamazsam? Bebeğimizi iyi yetiştirebilecek miyiz? Onu sağlıklı taşıyabilecek miyim? Ya bedenime ağır gelirse? Ya bir şey olursa ve ben onu taşıyamazsam? Ya iyi bir anne olamazsam? Ben anne olmayı bilmiyorum ki." dedim hiç susmadan. Bin lanet okuduğum gözyaşlarım yine gözümü doldurmuştu. Deniz gülümsedi. Ben yine ağlıyordum ve o yine gülümsüyordu. Ölmek istiyordum. "Ben de baba olmayı bilmiyorum ama bak senin gibi ağlamıyorum." dedi sıcacık bir sesle. "Endişelerini bir kenara bırak. Ben yanındayım. Olumsuz bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Doğrusuyla yanlışıyla onu beraber büyüteceğiz. Daha önce de söyledim, seni bir an olsun bırakmayacağım. Anlaştık mı?" "Anlaştık." dedim fısıltı gibi bir sesle. "Tamam, o zaman doğru dolaba gidiyorsun ve bir pantolon alıp giyiyorsun. Seni aşağıda bekleyeceğim. Bir telefon görüşmesi yapmam lazım. He bir de saçını kurutmadan inme sakın." dedi iki yanağımı da öpüp. Bu telefon görüşmesi de nereden çıkmıştı? Kimle konuşacaktı ki? "Sana aşığım." Dudağını öpüp dolaba yöneldim ve birkaç gün önce giydiğim bir pantolonu alıp giydim. Neyse ki olmuştu. Giyinme odasından çıkıp banyoya gittim ve saçımı kurutup aşağı indim. Saat sekize geliyordu. "Evet ne yapıyoruz şimdi?" dedim Deniz'in yanına gidip koluna girerek. Kapıya doğru yürüyorduk. "Evet, ben nikâh günü rezervasyonu yaptım ama yarın nikâh dairesine gidip beraber başvuru yapmamız gerek. Bunun için de bugün bazı evrakları hazırlamamız gerekiyor. Kayıtlı olduğumuz sağlık ocağına gidip sağlık raporu işlerini halledeceğiz. Sonra vesikalık fotoğraf çektirmemiz gerek. Yerleşim belgesi de gerekiyor ama ben senin için de benim için de çıkarttım." "Peki ya sonra?" dedim. "Hmm sonra cezaevine gidip babanı ziyaret edeceğiz. Özür amaçlı çiçek ve çikolata aldım." "Gerçekten mi?" dedim sevinçle. "Babam için mi?" "Evet sevgilim, baban için." "Babamı ziyaret ettikten sonra ne yapacağız? Size gideceğiz değil mi? Bak söz verdin." "Dakikalardır bunu söylememi bekliyordun değil mi?" dedi gülerek. "Evet." dedim. "Barışmanızı istiyorum çünkü." "Düzeleceğiz, dert etme." dedi. Gülümsedim. Evden çıkıp Melis ve Eren'in Deniz için yeni aldığı arabaya binerek bahçeden çıktık. Hakan abi ve Burak arkamızdan başka bir arabayla geliyordu. Kerem ve adlarını henüz bilmediğim dört koruma ise evde kalmıştı. "Sahi, Ülkü abla nerede?" dedim. "Dün gece de yoktu, bugün de yok." "İzne çıktı." dedi. "Birkaç gün olmayacak. Ankara'ya kızının yanına gitti. Torunu ameliyat olmuş. Birkaç günlüğüne kızına yardım edecek." "Anladım." dedim. Yüzüm düşmüştü. Sevdiğim insanlar bir süreliğine bile çevremden ayrılınca üzülüyordum. Ama yapacak bir şey yoktu, nihayetinde Ülkü ablanın da kendine ait bir hayatı vardı. "Önünü kapat yavrum." dedi Deniz ben radyoyu açarken. "Ama üşümüyorum ki." dedim. "Sevgilim." dedi ısrarcı bir sesle. "Rica ediyorum, montunun önünü kapatır mısın? Üşüdüğünün farkında bile değilsin. Hasta olacaksın." Somurttum. "Olmayacağım." "Tamam hasta olmayacaksın ama montunun önünü kapatacaksın değil mi benim güzel sevgilim?" Homurdandım ve montun önünü kapattım. Deniz dediğini yaptırmış olmanın verdiği zafer edasıyla kocaman sırıttı. "Aferin benim sevgilime." Yaklaşık on beş dakika sonra sağlık ocağına geldik. Normalde yerleşim adresim Ataşehir'di fakat yaklaşık on gün önce Deniz adresimi kendi evine aldırmıştı, bu yüzden aynı sağlık ocağına bağlı görünüyorduk. "Bi' saniye ya." dedim arabadan inip onun yanıma gelmesini beklerken. "Sen evlilik belgeleri için mi benim adresimi kendi evine aldırdın." "Evet. Aynı sağlık ocağına bağlı olalım ve iki ayrı sağlık merkeziyle uğraşmayalım diye. Hem nasıl olsa evlenince adresin değişecek." Gülümsedim ve elimi yanağına koyup telefonumu çıkartarak kamerayı açtım. "Ne yapıyorsun sevgilim?" dedi gülümserken. Başını hafifçe elime eğdiği anda fotoğrafını çektim. Çok güzel çıkmıştı. Ya da ben çok aşık olduğum için bana çok güzel geliyordu. Ekranı ona gösterdim. "Bunu Instagram profilimde paylaşayım mı? Paylaşım ne olur. Paylaşayım paylaşayım. Çok güzel olur. Paylaşabilir miyim?" Deniz ekrana gülümseyerek baktı, ardından burnumdan makas aldı. "Bunu bana sorma aşkım. Kendi hesabında ne istiyorsan onu paylaşabilirsin. Ayrıca çok alındım. Bana bunu sormanı gerektirecek ne yaptım ki sana?" dedi sahte bir üzüntüyle. "Hem ben de seni paylaştım farkındaysan. Sana sormadan." "Haklısın." dedim ve kocaman sırıtıp hesabıma girerek fotoğrafı yükledim. Açıklamaya da Hani güneşe dokunamıyorduk? Ben dokunabiliyorum. yazdım ve Deniz'i etiketleyerek paylaştım. Hesabım gizliydi ve sadece 20 takipçim vardı. Hepsi de gerçekten tanıdığım kişilerdi. Ama ben zaten herkes görsün diye değil anı kalsın diye paylaşmıştım. Hesabımdaki ilk paylaşımdı ve itiraf etmem gerekirse profilime ÇOKKK yakışmıştı. Uygulamadan çıkmak üzereyken gelen bir bildirimle ekrana baktım. Aşk size çok yakıştı. yazıyordu. Yorumu yapana baktım, Uygar'dı. Allah aşkına bu çocuk bu saatte neden uyanıktı? Ve anında nasıl görmüştü? Belli ki senin de bildirimlerini açmış Ada. Ne yazacağımı bilemeden sadece sarı bir kalp attım ve ekranı Deniz'e gösterdim. "Aslında bizim bir çocuğumuz var, baksana." dedim. Deniz ekrana baktıktan bir süre sonra güldü. "Anlaşılan seni de radarına almış." dedi. "Öyle olmuş." dedim. Deniz gülümsedi ve kolunu omzuma atıp beni sağlık ocağına yürüttü. "Demek güneşe dokundun?" dedi. Yürüyorduk, yanağıma öpücüklerini bırakıyordu. Her öpücüğünde bir adım atıyorduk. "Evet, güneşime dokundum." dedim. Sağlık ocağına girmiştik. Buradaki işlemlerimiz kısa sürmüştü. Kan verip çıkmıştık. Sonuçlar yarın çıkacaktı ve biz yarın sonuçları alıp, birazdan çekileceğimiz vesikalık fotoğraflarımızla ve yerleşim yeri belgemizle birlikte nikâh dairesine gidip başvurumuzu yapacaktık. "Aşkım." dedim arabaya bindiğimizde. Emniyet kemerimi takıyordum. Deniz motoru çalıştırdı. "Söyle müstakbel karım." dedi. Allah kahretsin ki fena düşmüştüm. Ne de güzel yakışıyordu ağzına. Müstakbel karım. "Ben." dedim dağılan düşüncelerimi toplayıp. "Kendi soyadımı çok seviyorum. Seninkini de çok seviyorum." "Evet?" "Yani şimdi senin soyadını alacağım ya." "Evet." "Seninkiyle beraber kendi soyadımı da kullanabilir miyim?" dedim çekinerek. "Ada Dinçer Aladağ kulağa çok hoş gelmiyor mu? İtiraf et, çok cool." "Kullanabilirsin Ada. Bu senin kimliğinle alakalı bir şey. Bunun kararını ben veremem. Ayrıca biz bu konuyu konuşmuştuk, hatırlarsan." dedi. Uzanıp bir elimi tuttu ve avucumun içini öptü. "Ne zaman?" dedim kaşlarımı çatıp. Aslında biliyordum. Aynı şeyden bahsedip bahsetmediğimizi anlamaya çalışıyordum. "Melis, Eren ve Uygar sana masa isimliği almıştı. Ada Dinçer yazıyordu. Fazla alışma yakında Ada Aladağ olacaksın demiştim. Sen Ada Dinçer Aladağ'ı tercih ederim dediğinde bunun kararı çoktan verilmişti zaten." dedi gülümseyerek. "Hem kulağa çok hoş geliyor. Ada Dinçer Aladağ. Melis'in de dediği gibi baş harfleri birleştirince A.D.A oluyor." "Unutmamışsın." dedim gülümseyerek. "Unutmadım. Ayrıca sevgilim kendinle ilgili bir karar verirken benden müsaade istemene gerek yok. Gören de beni maço, dağ ayısı, her şeye müdahale eden öküzün teki falan zannedecek." dedi hafif bir kahkahayla. "Fikirlerini önemsiyorum yani o yüzden soruyorum." "Aslında sana karışacağım tek bir şey var." dedi. Neymiş o der gibi baktım. "Saçların." dedi derin bir nefesle. "Bedeninle, kimliğinle, hayatınla ilgili her karar sana ait ama saçların. İşte orada tüm söz hakkı benim." "Saçlarım mı? Neden?" dedim kaşlarımı çatarak. "Herhangi bir nedeni yok. Sadece saçlarını çok seviyorum. Her bir telini çok seviyorum." dedi her kelimenin üzerine basa basa. "O yüzden saçlarına dokunma. Anlaştık mı?" "Anlaştık." dedim. Zaten saçlarıma dokunmak gibi bir niyetim yoktu. Çünkü saçlarımı ben de seviyordum. Belime kadar uzun olmasını, geceden bile siyah olmasını çok seviyordum. "Ama bu ara birazcık bunaltıyor. Kırıklarım da arttı. Uçlarından şöyle bir üç dört santim kestirsem? Ona müsaade var mı? Tarzan gibi yıpranmış ve bakımsız saçlarla gezmek istemiyorum açıkçası." Güldü. Keyifliydi. Başını salladı. "Olur aşkım. Ama çok kısa olmasın, olur mu?" dedi. Sesi rica doluydu. Elimle yanağını sevdim, bu benim dilimde Evet. demekti. Başımı önüme çevirip telefonuma gömüldüm. Aklıma Selay'ın Hesabında yaptığın resimleri paylaşırsın. demesi gelmişti. Tamam ressam değildim ama yaptığım resimleri paylaşma fikri hoşuma gitmişti. Bu yüzden hesabımın kilidini kaldırmaya karar verdim ve ayarlara girip kilidi kaldırdım. Profile dönmemle şaşkınlığa uğramam bir olmuştu çünkü az önce 20 olan takipçi sayım 30020 olmuştu. Elimle alnıma vurdum. Kilidi kaldırınca takipçi istekleri otomatik kabul ediliyormuş Ada! Bunu da böyle öğrenecekmişsin artık, ne yapalım. "Offf." dedim. Deniz ne oldu dercesine göz ucuyla bana baktı. "Yanlışlıkla 30000 takip isteğini kabul ettim. Ünlü olacağım sanırım." "Ünlü bir sevgilim olacak. Harika." dedi sırıtırken. "Dalga geçme." dedim gülerken. Telefonum bildirim yağmuruna tutulmuş, profilimdeki tek fotoğraf yorumlarla dolmuştu. Kötü olan tek bir yorum bile yoktu. Herkes ne kadar yakıştığımızı yazmıştı. Deniz her ne kadar romantik sözler söylemediğimi iddia etse de herkes açıklamaya bayılmıştı. Birçoğu ise Deniz hak ettiği sevgiyi gördüğü için mutlu olduğunu, daha evvel onu hiç böyle mutlu görmediğini dile getirmişti. Gülümsedim. Sevilen birinin sevdiği olmak ve onlar tarafından sevilmek güzeldi. Yolculuk bittiğinde arabadan indik. Sıradaki aktivitemiz vesikalık fotoğraf çektirmekti. Bu da çok kısa sürmüştü. Sadece on dakika içinde vesikalık fotoğraf çektirdik ve cezaevine gittik. Deniz bir buket beyaz çiçeği ve çikolatayı elime tutuşturduğunda hayretle baktım. Tamam sabah söylemişti ama ben bu kadar da özenli bir çiçek beklemiyordum. Neyse neydi. Cezaevinin kapısına yaklaşmıştık. İlker savcı da buradaydı. "Savcım." dedi Deniz kapıda İlker savcıyla tokalaşırken. "Size ne kadar teşekkür etsem az." Ne için teşekkür ettiğini anlamasam da ben de elimi uzattım ve İlker savcıyla tokalaştım. "Pek de bir şey yapmadım." dedi İlker savcı. Gülümsüyordu. "Ne oldu? Ne kaçırdım?" dedim. "Hiç." dedi Deniz İlker savcıya bakarken. "Pencereli görüşme değil de sorgu odasında bir görüşme talep ettim İlker savcımdan. Sağ olsun, kabul etti." Bana döndü ve göz kırptı. "Öyle mi?" dedim. "Bugün toplu görüş günü değil mi? Aramızda cam olan bir görüşme olacak zannediyordum. Diğer mahkûmların ve yakınlarının yanında olmayacak mıyız yani?" "Olmayacaksınız." dedi İlker savcı. "Babama sarılacağım yani?" dedim. Heyecanım artmıştı. "Evet. Tabii bir memur da olacak odada." "Tabii, yani olması gereken o zaten." dedim. Odaya az kala bir mesafede savcı şimdilik bizimle vedalaştı. Odaya girmeden sadece beş saniye önce Deniz çiçeği ve çikolatayı elimden aldı. Memur kapıyı açtı, temkinli bir şekilde bizi içeriye soktu. Babam bu sefer önüne değil kapıya bakıyordu. Geleceğimizi biliyor muydu? Heyecanla yanına koşarken kollarını açıp bana doğru yürüdü. Bedenlerimiz buluştuğundaysa bana sımsıkı sarıldı. "Güzeller güzeli kızım. Ay tenli kızım. Hoş geldin." "Hoş buldum baba." dedim. Kolları sırtımda gezerken çok huzurluydum. Sanki hiçbir kötülük bana yaklaşamazdı. "Nasılsın?" "Çok iyiyim güzel kızım. Seni gördüm çok daha iyi oldum. İyi ki geldin. Seni öyle özledim ki. Sen nasılsın?" "Ben de seni çok özledim." dedim. "İyiyim, çok iyiyim." Bedenlerimizi ayırdım ve Deniz'in elinden çiçeği ve çikolatayı alarak babama uzattm. Yani bir özür için bunlar biraz fazla değil mi Ada? "Bunlar senin için. Deniz aldı. Babam çiçeği ve çikolataya şaşkınlıkla baktı. "Teşekkür ederim. Zahmet etmişsiniz." dedi. Ardından elindekileri masaya bıraktı. Babam ve Deniz el sıkışırken sandalyelerden birine oturdum ve ikisini izledim. Başka şartlar altında nasıl bir ilişkimiz olurdu acaba? Babam ve Deniz nasıl anlaşırdı? Babam beni gönül rahatlığıyla Deniz'e emanet eder miydi? Deniz yanıma otururken babam da karşıma oturdu ve masanın üzerindeki ellerimi tutup iki elimi de öptü. "Güzel kızım benim." dedi. Babamın güzel kızı olmak çok güzeldi. "Nasılsınız?" dedi Deniz sohbete dâhil olarak. Sesi kendinden emindi. Çekiniyor gibi durmuyordu. "İyiyim. Sağ olun." dedi babam. "Sizi sormalı." "Ben de iyiyim sağ olun." dedi Deniz. "Buraya size bir haber vermek için ve izninizi almak için geldik aslında." dedi. Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Benim bundan neden haberim yoktu ve gerçekten neler oluyordu? "Söyleyin." dedi babam Deniz'e. Neden hala resmî konuştuklarını anlayamıyordum. Tamam Deniz saygısından dolayı öyle konuşuyordu ama babamın bu şekilde konuşmasına gerek yoktu. Sonuçta karşısında müstakbel damadı vardı. Damat... İzin... Çiçek... Çikolata... Deniz seninle evlenmek için babandan izin isteyecek Ada! Bunu nasıl tahmin edemedin?! "Bu haber güzel bir haber." dedi Deniz. Gözlerim dolmuştu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Deniz gerçekten sürprizlerle doluydu. "Ben kızınızı seviyorum." dedi net bir sesle. Sanki hayatında kurduğu en kesin cümleydi. "Çok seviyorum." "Gördüğüm kadarıyla o da size karşı boş değil." dedi babam bana bakıp göz kırparak. Utanıp başımı önüme eğdim. "Öyle." dedi Deniz. "Ama bana siz demeseniz? Böyle resmiyetler olmamalı bence aramızda.' "Ama." dedi babam. "Bence amaları artık boş verelim. Siz benden büyüksünüz, sevdiğim kadının babasısınız. Saygıda kusur edemem. Ama siz beni isterseniz oğlunuz yerine koyun bundan sonra. Yani demem o ki bana sen diyebilirsiniz." Babam gülümsedi. "Kızım seni sevdiği adam belleyip karşıma getirdiyse benim seni oğlum dışında bir şey görmem çok zor." dedi. Kocaman gülümsedim. Deniz de gülümsüyordu. "Teşekkür ederim." dedi gülerken. "Sizden bir şeyin rızasını almadan evvel özür dilemek istiyorum." dedi elini koluma koyarak. "Her şey açığa kavuşmadan önce yani Cemre'nin yaşadığını öğrenmeden önce size ağır sözler söyledim." "Bütün deliller beni gösteriyordu. Ben bile kendimi katil zannediyordum. Herkesin beni katil zannetmesi normal değil miydi?" Deniz başını salladı. "Çok şey yaşandı. Herkes payına düşen acıyı fazlasıyla yaşadı ve yine herkes payına düşen cezayı eninde sonunda çekecek." "Bulunurlarsa tabii elbette çekerler." dedi babam. "Birkaç gün önce arkadaşın Can buradaydı. Davayla ilgili biraz konuştuk. Çok akıllı bir genç. Bir sonraki duruşma için gün sayıyor." "Büyük bir ihtimalle cezan çok düşecek baba." dedim heyecanla. "Az önce İlker savcıyla konuştuk. O da aynı şeyi söylüyor. Bir katil değilim. Birini ölümcül bir şekilde yaralamadım. Yargılanacağım tek dava Melih'in dediklerini yapmak olacak sanırım." dedi babam. Sesi umut doluydu. "Ama benden özür dileme Deniz oğlum. Mahcup oluyorum." "Dilemem gerekiyordu. Aramızda bir kırgınlık kalsın istemiyorum." "İçin rahat olsun. Hiç kırgınlığım, kızgınlığım yok sana. Kızımı getiriyorsun ya bana, bu en güzel özür zaten." Deniz gülümsedi. "Bir rıza meselesinden bahsediyordun." Deniz yeni hatırlamışçasına başını salladı. "Yani normalde tabii ki gönül isterdi bu şartlarda olmamasını. Fakat maalesef durumumuz bu şekilde." Babam anlamaya çalışırken kaşlarını çattı. Ellerim hala ellerinin içindeydi. Başparmaklarıyla ellerimi seviyordu. "Az önce de bahsettim. Ada'yı çok seviyorum. Uğruna gözümü bile kırpmadan canımı verecek kadar çok seviyorum." Ah sevgilim, ben de seni uğrunda ölecek kadar çok seviyorum. "Ve ben hayatımın geri kalanını onunla geçirmek istiyorum." "Gözlerinden okuyabiliyorum bunu." dedi babam minnetle. Deniz bir süreliğine bana baktı, ardından bakışları yine babamı buldu. "Sizden Ada'yı istiyorum." dedi bir anda. "Allah'ın emri, peygamberin kavliyle." Yaklaşık iki dakikadır boğazıma düğümlediğim hıçkırığım sonunda kendine ait yolu bulup ağzımın içinde atmosfere karışıvermişti. Ağlıyordum. Evlilik kutsaldı. Birini sevmek, onunla bir ömrü paylaşmak istemek çok kutsaldı. Evlilik için atılan adımlar da öyleydi. Ve özellikle ilk adım çok önemliydi. Az önce yaşanan bu ilk adım benim kalbimi sıkıştırmıştı. Ben gerçekten de Deniz'den önce evlilik hayali kuran biri değildim. Evlilik hayalim olmayınca bir kız isteme hayalim de olmamıştı. Aklıma bile gelmemişti ama bunun dayımların evinde olacağını elbette ki tahmin ediyordum. Ailem yoktu. Babam, annem yoktu. Dayım vardı. Normal şartlar altında benim bugün için günler önceden hazırlanmam gerekiyordu. Güzel bir elbise giymem, saçıma biraz şekil vermem, yüzüme biraz da olsa makyaj yapmam gerekiyordu. Her ne kadar karşı olsam da sırf adettendir diye tuzlu kahve yaparken ellerimin titremesi gerekiyordu. Ben stresten mide spazmı yaşarken Selay'la Güneş'in beni sakinleştirmesi gerekiyordu. Normal şartlarda değildik. Annem yoktu ama artık babam vardı. Evde değil cezaevindeydik. Kahve yapacak bir mutfak yoktu. Kalabalık olmasını umduğum bu merasimde sadece üç kişiydik. Sevdiğim adam, babam ve ben. Böyle olmamalıydı ama böyleydi işte. Şimdi evimizde olsaydık. Tamam yine annem olmasaydı ama babam olsaydı. Dayım, yengem, kardeşlerim olsaydı. Arkadaşlarım olsaydı. Nasıl olurdu? Babam dolmuş gözlerle önce Deniz'e sonra bana baktı. Konuşabileceğini zannetmiyordum. Bakışlarıyla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Aydın'daki evimizi düşündüm. Babam hapiste değil, özgür ve yanımda. Dayım ve Savaş babamı affetmiş. Deniz ve ailesi beni istemeye geliyor. Evin büyük verandasında misafirleri bekliyoruz. Mevsim ilkbahar. Sokaklarda Aydın'ın birbirinden güzel çiçeklerinin kokusu var. Ben heyecanlıyım. Üzerimde sarı bir elbise var. Elimde de sarı ve beyaz güllerden yapılmış küçücük bir çiçek buketi. Selay saçımla, Güneş makyajımla uğraşıyor. Miray mutfakta yengeme yardım ediyor. Ben Deniz'den haber bekliyorum. Dakika başı Uygar'la konuşuyor, kaç dakika kaldığını soruyorum. Uygar Deniz'den daha heyecanlı olduğu için yanlış cevaplar veriyor. Hatta rotayı şaşırıp yanlış sokağa dönüyor. "Biliyorum." dedi Deniz. an'a döndüm. "Kimse böyle olmasını istemezdi." Sesi o kadar titriyordu ki ağladığına emin olmak için yüzüne bakmama bile gerek yoktu. "Ama ne yazık ki bu şartlardayız. Ve ben sizin rızanızı almak istiyorum." Babam boğazını temizledi. "Yıllardır evlatlarımdan ayrıyım." dedi çatallaşmış sesiyle. Benim ve Deniz'in aksine ağlamıyordu. Gözlerine biriken o yaşlar akmasın diye harcadığı çabayı fark ettiğimde hıçkırdım. "Yıllardır özlemlerini çekiyorum. Ada'mın, Savaş'ımın, Güneş'imin. Hepsinin kokusu burnumda tüttü. Hem de ne tütmek. Hepsini ayrı ayrı düşündüm. Her gün, her saniye. Acaba dedim, altın saçlı kızım, Güneş'im, annesi gibi güzel oldu mu? Gökyüzü gözlü oğlum nasıl? Nerede, nasıl iyi mi? Gece gözlü kızımı düşündüm. Ada'mı. Acaba hangi rüzgar değiyordu ay tenine? Yıllarım bunları düşünmekle geçti. İyiler mi, açlar mı, toklar mı, dersleri iyi mi, iyi uyuyabiliyorlar mı, sağlıkları yerinde mi. Bu sorularla geçti ömrüm. Yanlarında olamadım. Okula başladıklarında, mezun olduklarında, üzüldüklerinde, mutlu olduklarında onların duygularını paylaşamadım. Anneleri yoktu, bu yetmiyormuş gibi ben de yoktum. O kadar hayalim vardı ki. Çocuklarıma araba kullanmayı öğretmek istiyordum. Oğlumla balık tutmak, Ada'yla resim yapmak, Güneş'le bisiklete binmek. Hepsi hayal olarak kaldı. Yaşayamadığım ve yaşayamayacağım tonlarca şey var. Hepsi içimde kalacak belki ama Deniz oğlum, sen bunu burada olsa bile yaptın ya. Nasıl mutlu oldum bilemezsin. Kızım kocaman olmuş. Çok iyi yerlere gelmiş. Aşık olmuş. Evlenecek. Ve evlenmek istediği adam onu benden istiyor." Babam sonunda dayanamamış, gözyaşlarının yanaklarına süzülmesine izin vermişti. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. "Benim çocuklarım üzerinde bir söz hakkım yok, verdikleri kararları sorgulamaya da hakkım yok. Bana sadece size mutluluklar dilemek düşer." "Baba." dedim titreyen sesimle. Sarsılarak ağlamak istiyordum. İçim acıyordu. Yaşanmayanlar ve hiç yaşanmayacaklar ciğerimi beş yüz parçaya bölmüştü. "Ağlama." "Kızım." dedi babam. "Bunlar mutluluk gözyaşları. Asıl sen ağlama." Ellerini ellerimden çekti ve yanaklarımdaki yaşları sildi. "Sevmesen karşıma getirmezdin biliyorum ama sormak adettendir. Sen seviyor musun bu çocuğu?" Gülümsedi. Başımı onaylarcasına aşağı yukarı salladım. "Evet." "Ne kadar seviyorsun?" "Çok seviyorum baba." dedim Deniz burada değilmiş gibi. "Rızan var mı?" dedi. "Evlenmek istiyor musun?" "Var baba." dedim bakışlarımı Deniz'e çevirip. "Deniz'le evlenmek istiyorum." Deniz kocaman gülümsedi. "Peki." dedi babam hüzün dolu bir sesle. Bakışlarımı ona çevirdim. Yüzünde buruk bir gülümseme vardı. Hem mutsuz hem de çok mutluydu. Düğünümüze gelemeyecek olmasını idrak ettiğimde boğazımdan kocaman bir hıçkırık döküldü. "Madem birbirinizi bu kadar seviyorsunuz. Allah sizi hiç ayırmasın. İkinizi de birbirinize emanet ediyorum." Yerimden kalkıp babama sarıldım. Kemiklerim kırılacaktı belki o kadar sıkı sarılmıştı bana. Saçlarımda ellerini gezdirdi. Kokumu hafızasına kazımak istercesine içine çekti. "Güzel kızım benim. Dünyalar güzeli kızım. Seni çok seviyorum. Çok mutlu olun." "Ben de seni çok seviyorum baba. Hem de ne çok." dedim. Gözümden süzülen yaşlar babamın kazağını ıslatmıştı. "Keşke böyle olmasaydı ve sen." dedim içimi çeke çeke ağlarken. "Sshh ağlama güzel kızım. Bana bu mutluluk yeter. Buna bile razıyım. Sen ağlama yeter ki." "Babacığım." dedim beş yaşındaki sevgimle. "Benim canım babacığım." Babam yavaşça beni kollarından ayırdı ve gözümdeki yaşları silerek iki yanağımı da öptü. Bakışları Deniz'e kaymıştı. Kenara kaydım, Deniz yanımıza yaklaştı ve babamın elini öptü. "Kızınızı hiç üzmeyeceğim." dedi. "Gözünüz hiç arkada kalmasın. Güzel yüzündeki gülüşü solmayacak hiç." Babam bunu zaten önceden biliyormuş gibi başını salladı ve gülümsedi. Bir kolunda ben, bir kolunda Deniz vardık. Kapının yanındaki memura döndüm. "Bir şey rica edebilir miyim?" dedim utangaç bir sesle. Memur onaylarcasına başını salladı. "Biz şimdi buraya telefon ya da herhangi bir teknolojik alet getiremiyoruz ya." "Evet." dedi memur. "Şey diyecektim. Kendi telefonunuzla bizim fotoğrafımızı çeker misiniz? Söz kimseye söylemeyeceğim. Fotoğrafı bana atarsınız ve sonra silersiniz. Kimsenin haberi olmaz. Gerçekten." dedim bir kedi kadar masum ifadeyle. "Bir savcıma sorayım." dedi telefonunu çıkartarak. İlker savcı hemen açmış, memurun sorusunu da bekletmeden yanıtlamıştı. Şükürler olsun ki izin vermişti. İlker savcı bu hayattaki nadir favori insanlarımdan biriydi. Memur fotoğrafımızı çekip numarama fotoğrafı attı. Arabaya gidince ilk işim kesinlikle fotoğrafa bakmak olacaktı. İstemeyerek de olsa cezaevinden ayrıldık. Çok mutluydum ama hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Neden duygularımı bu kadar uçlarda yaşıyordum ki? Bir günüm bir günümü tutmuyordu. "Ağlama artık sevgilim." dedi Deniz. Arabaya binmiştik. "Uyandığımızdan beri kaç litre gözyaşı döktün Allah bilir." "Çok fazla şey hissediyorum. Mutluyum ama aynı zamanda mutsuzum da. Çok fazla duygu var ve bunları aynı anda hissediyor olmak beni gerçekten boğuyor. Neden tüm bunlarla baş etmek zorunda olduğumuzu bilmiyorum. Keşke her şey geçse ve biz hayalini kurduğumuz o güzel günlere ışınlansak." Deniz emniyet kemerini takıp bana döndü. "Az kaldı, inan bana çok az kaldı. Her şeye sona erecek. Seni benden kimsenin ayırmasına izin vermeyeceğim." Telefonumu alıp WhatsApp'a baktım. Memur gerçekten de fotoğrafımızı bana göndermişti. Ona teşekkür ederim yazdım ve bir süre fotoğrafa baktım. Babam ve sevgilimle çekildiğim tek fotoğrafın bu olacağını bilmek bana acı veriyordu. "Neden böyle olmak zorundaydı Deniz? Beni babamdan bu şekilde istemiş olman içimi yakıyor. Diğer insanlar gibi neden olmadı?" Deniz derin bir nefes alıp beni kendine çekti ve kaşımın bittiği yeri öptü. "Biliyorum çok zor." dedi. "İnan benim için de zor. Ben ister miydim sanıyorsun? Ama buraya gelmeseydik içinde kalacaktı biliyorum. Babanı seviyorsun Ada. Bunu babanla yaşamak isteyeceğini tahmin ediyordum." "Evet." dedim. "Dayımı çok seviyorum ama bunu babamla yaşamayı çok isterdim. Teşekkür ederim." "Nerede olduğumuzun bir önemi olmasın. Sen mutlusun, baban da çok mutlu oldu. Önemli olan bu değil mi?" "Evet." dedim başımı kaldırırken. Deniz nemli gözlerle bana bakıyordu, yanağını öptüm. "Önemli olan bu." "Gidelim mi artık?" dedi motoru çalıştırırken. "Yüzleşmem gereken bir ailem var." Elimi omzuna koydum. "Ben yanındayım, her şey iyi olacak. Sen de iyi ol." "İyiyim." dedi keyiften uzak olan sesi. İyi değildi. Deniz'in ailesinin evine gitmeden önce bir restorana gitmiş ve kahvaltı etmiştik. Acıkmıştım ama kilo almamak adına pek bir şey yememiştim. Düğünümüze kadar idare etsem iyi olacaktı. Ondan sonra istediğim gibi yiyebilirdim. Deniz'in de pek iştahı yoktu. Çok az yemişti. Bunu gergin olmasına bağlamıştım. "Yapma ama." dedim restorandan çıktığımızda. "Onlar senin ailen. En fazla ne olabilir ki?" "Ailemle aram hiçbir zaman bu kadar kötü olmamıştı. Sanki yabancı gibiler. Oraya gittiğimde ne konuşacağımı bile bilmiyorum. Berbat hissediyorum Ada." "Onları da anla." dedim tedirgin bir sesle. "Düşün, çocuğumuzun başına böyle bir şey gelse. Ne hissederdin?" Deniz'in yüzü düşmüştü. "Aileni hiçbir zaman anlayamayız sevgilim. Sadece anlamaya çalışabiliriz. Onlar da bir yerde haklılar." "Sorun da bu Ada. Her zaman anlamaya çalışan taraf neden ben oluyorum? Evet haklısın belki de çocuğumuz bu duruma düşse ben de aynı tepkiyi verirdim. Çok üzülür çok kızardım. Ama asla masum bir insanı suçlamazdım. Sana bunu yapmaya hakları yoktu." "Olan oldu sevgilim. Geçmişi bırakalım artık. Hem bak torunları olacak. Babaanne ve dede olacak olmaları onlara her şeyi unutturur belki." "Sana unutturdu mu?" "Hı hı." dedim ve arabanın kapısını açıp bindim. Sessiz bir yolculuk olmuştu. Deniz'in ailesinin evine geldiğimizde saat öğlen bir buçuğa geliyordu. Bahçeye girdiğimizde bizi önce korumalar, daha sonra da Melis karşılamıştı. Daha dün beraber olmamıza rağmen kollarıma yapışmış, beni çok özlediğini söylüyordu. "Hoş geldiniz." dedi Melis neşeyle. "Abicim seni burada görmeyi çok özledim." Deniz kolunu Melis'in boynuna atıp saçlarını öptü. "Annemler nerede?" dedi sessizce. Gözlerim bir an Eren'i arasa da sonradan okulda olduğunu idrak etmiştim. "Salonda sizi bekliyorlar. Sen iyi misin abi?" "İyiyim güzelim merak etme sen." dedi Deniz. İçeriye girmiştik. "Sen şimdi odana çık. Biz konuşup halledelim. Olur mu?" Melis her ne kadar istemese de Deniz'i onayladı. "Bugün zaten yorgun hissediyorum." dedi. "Odamda dinleneceğim." "Tamam güzel meleğim. Konuştuktan sonra yanına geleceğim tamam mı?" "Sen zaten beni görmeden gidemezsin ki." Deniz eğilip Melis'in yanağına kocaman bir öpücük bıraktı. "Gidemem. Hadi sen şimdi odana git. Dinlen." Melis önce abisini sonra beni öptü, ardından merdivenlerden yavaş yavaş çıktı. "Dün çok yoruldu." dedi Deniz. Melis'ten bahsediyordu. "Bir gün yorulunca ertesi gün ayağa kalkacak hali olmuyor genelde. Aşağı inmemeliydi." "Seni görecek diye dayanamamıştır, inmiştir. Hem iyi görünüyordu." Deniz cevap vermemişti. Birkaç adım sonrasında ise salondaydık. Fatih Bey ve Canan Hanım bizi ayakta karşılamıştı. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Kırgın mıydım? Evet. Kızgın mıydım? Hayır. "Hoş geldiniz." dedi Canan Hanım sevecen tutmaya çalıştığı bir sesle. Pişman görünüyordu. Deniz "Hoş bulduk." derken ben sessiz kalmayı tercih etmiştim. Canan Hanım Deniz'e sarılmak amacıyla yanımıza yaklaştıysa da Deniz hiç görmemiş gibi yanından geçip içeriye doğru ilerledi. Tabii el ele olduğumuz için ben de ilerlemek zorunda kalmıştım. "Hoş geldiniz." dedi Fatih Bey. Sesi eşine göre daha sertti. Ama onun bakışları da Canan Hanım gibi pişmandı. "Evet." dedi Deniz. İkili koltuğa yan yana oturmuştuk. "Siz önden başlayın isterseniz. Belki içinizde kalan cümleler vardır. Beni yeterince üzmediğinizi düşünüyorsanız o cümleleri de duymaya hazırım." "Yapma oğlum." dedi Canan Hanım. "Böyle olmasını biz de istemezdik. Hem bilmiyorduk ki." Deniz alaycı bir ifadeyi yüzüne yerleştirip önce annesine sonra babasına baktı. "Bilmiyordunuz." dedi ürkütücü bir gülümseme ile. Sesi çok soğuktu. "Bilmiyor olmak içinizdeki adalet duygusunu nasıl oldu da bu kadar köreltti anne?" "Söz konusu olan sendin. Ortada bir cinayet vardı. Ne düşünmemizi bekliyordun?" dedi babası. "Ayrıca adalet duygumuz hala yerli yerinde duruyor." "Hayır efendim, durmuyor." dedi Deniz inkar ederek. "Öyle olsa bir adamın yaptıkları yüzünden kızını suçlamazdınız! Ki o adam suçlu bile değilmiş." "Bu hepimiz için hazmetmesi güç bir şey Deniz. Ada'nın babasının katil olduğunu zannediyorduk." "Sorun da bu." dedi Deniz. "Ada'nın babası gerçekten katil olsaydı bugün burada, bu salonda olmasını isteyecek miydiniz? Ben vereyim cevabı. Kocaman bir HAYIR." "Biz doğru olanı yapmaya çalıştık. Seni korumaya çalıştık." "Ben kendimi koruyacak güce ve zekaya sahibim baba. Eksik olmayın." dedi Deniz, sesi iğneleyiciydi. "Neyin bana zarar vereceğini anlayacak kadar akla sahibim şükür." "Zor bir dönemden geçiyordun, sağlıklı düşünemiyordun." "Beni o zor dönemden kim kurtardı biliyor musun anne? Elini tuttuğum ve asla bırakmayacağım Ada kurtardı. Bunu görmediniz! Bunu nasıl oldu da görmediniz? Gülmeyi onunla hatırladım. Yaşamayı onunla hatırladım ve siz o kadar bencildiniz ki bana iyi gelen, beni iyileştiren birinden ayrılmamı istediniz. Hem de tehditlerle." "Geçici bir heves sandık." dedi babası. Sağ olsundu, ne kadar da dobra bir insandı. "Ben ne zaman geçici heveslerin peşine düştüm baba?!" diye kükredi Deniz. Yerimden sıçramıştım. "Ne zaman öylesine hisler yaşadım? Siz nasıl oluyor da beni tanıyamıyorsunuz?" "Deniz oğlum." "Siz yeterince konuştunuz bu zamana kadar. İzin ver ben konuşayım anne." dedi Deniz ayağa kalkıp odada volta atarken. "Tamam, ilk duyduğunuzda verdiğiniz tepki normaldi diyelim. Şok yaşadınız. Kim olsa aynı tepkiyi verirdi. Sonuçta Melis hasta ve ben size göre hasta olmasına sebep olan adamın kızıyla birlikteydim. Neyse, bir şey demedim bekledim. Siz doğru yolu bulacağınıza daha çok saçmalamaya başladınız. Ada'nın babası suçlu olsa bile Ada'nın ne suçu vardı? Siz benim aşık olduğum insana nasıl bu kadar saygısız yaklaşabildiniz? Onun hiçbir suçu yokken nasıl onu suçlayabildiniz? Benim duygularımı nasıl hiçe sayabildiniz?" "Melis'in yanında olsaydın neden olduğunu anlardın." dedi babası. "Her acı çektiğinde suçlayacak birini aradık Deniz. Yataktan kalkamadığı her gün buna sebep olanlara bin beddua ettik. Bizim nefret kustuğumuz adamın kızıyla olduğunu hatırladıkça ne yapacağımızı bilemedik." "Sen önce kendini suçla baba. Bizi koruyamadığın için kendini suçla. Kazanın olduğu gün Melis'in ne işi vardı Cemre'nin arabasında? Hiç düşündün mü? Hiç kendine sordun mu? Nasıl koruyamadım, evden nasıl çıktı diye sordun mu? Onlarca tehdit alırken, Melis'i ve Eren'i gözünün önünden ayırmaman gerekirken Melis nasıl oldu da çıktı evden? Evden çıkmasaydı o kaza olmayacaktı ve o ecdadını siktiğim Özgür benim canımdan çok sevdiğim kız kardeşimin göğsüne o demir parçasını saplamayacaktı." "Melis Cemre'yi çok seviyordu, ne olursa olsun evden çıkmanın bir yolunu bulurdu." Deniz bir kahkaha attı. "O adını bile anmak istemediğim alçak yüzünden oldu zaten hepsi. Ah azıcık gözünü açsaydın da her şeyi bana bırakmasaydın baba." "Ben her şeyi sana bırakmadım!" "Bırakmadın öyle mi? Kendimi bildim bileli kardeşlerimi ben koruyup gözetiyorum. Kendi canım pahasına yapıyorum bunu! Sen sadece uzaktan izledin baba. Tek yaptığın buydu. Çocukluğumdan beri ne dediysen yaptım. Sizin mutluluğunuz her zaman benim mutluluğumdan daha önceydi. Siz benim merhametimi kullandınız. Size kıyamıyor oluşumu kullandınız. Amerika'da oku oğlum, şirketin başına geç oğlum. Kardeşlerine göz kulak ol oğlum. Ben daha çocuk olmadan yetişkin oldum. Ne istediğimi bir kez bile sormadan, hakkımda verdiğiniz kararlarınız yüzünden bugün bu haldeyiz." "Her şeyi telafi edebiliriz. Çok ileri gittik, farkındayız." dedi Canan Hanım. Sesi daha da yumuşamıştı. "Siz o kadar ileri gittiniz ki ben artık geride kaldım anne. Yetişemiyorum artık size ve hiçbir şeye. Bütün sorumlulukları üstüme atmaya hakkınız yoktu. Neye hakkım vardı biliyor musunuz? Doğru ya da yanlış, verdiğim tüm kararlarda arkamda durmanıza hakkım vardı. Sırtımı size yaslamaya, mutluluğuma ortak olmanıza hakkım vardı. Peki bilin bakalım ne oldu? Bunların tam tersi oldu. Hak etmiyormuşum demek ki ben!" "Oğlum saçmalama." dedi Canan Hanım. "Sen bizim ilk göz ağrımızsın. Sana kıyamayız ki biz. Hiç kıyamayız." "Siz bana kıydınız anne. Siz bana gözünüzü kırpmadan kıydınız. Siz zarar görmeyin diye dört yıldır sizden uzak yaşıyorum ben. Neden? Çünkü babamın düşmanı benim düşmanım oldu. Dört yıldır nelerle uğraşıyorum haberiniz var mı sizin? Kaç kere kurşunların arasında kaldım da hepsini sizden gizledim! Kaç kere yaralandım, siz değil de ben yaralandım diye kaç kere gülümsedim ben biliyor musunuz? Ama en beteri neydi biliyor musunuz? Kardeşlerimi görememek. Sadece iyi olduklarını bilmek bana çok koyuyordu. Koyuyordu çünkü onları görmek, yanlarında olmak istiyordum. Baş edemediğim tek şey onlara duyduğum özlemdi. O kurşunların hiçbiri Melis'in saçlarını taramayı, Eren'le bahçede futbol oynamayı özlemek kadar yakmadı canımı!" "Kurşun mu?" dedi annesi derinleşen bir sesle. "Sen yaralandın mı Deniz?" "Şimdi hiçbir önemi olmayan şeylerden bahsetmek istemezdim. Siz üzülmeyin diye sakladım bu zamana kadar. Ama madem siz beni üzebiliyorsunuz ben de sizi üzebilirim değil mi? Hoş üzülür müsünüz o ayrı konu pek tabii." "Yapma oğlum." dedi babası. Neyi yapmayacaktı? Deniz haklıydı. Bu zamana kadar hiç bilmemiştim ama Deniz'den çalınan bir hayat vardı. Az önce kendime kırgın ve kızgın olmakla ilgili sorduğum iki sorunun cevabı kesinlikle değişmişti. Artık kırgın değil kızgındım. Hem de çok kızgındım. "Sevgilim." dedim ayağa kalkıp. "Hepimiz zor günler geçirdik. Zor olanı daha da zorlaştırmasak mı? Annen de baban da çok üzgün ve pişman görünüyor. Bence-" dedim ama kelimelerim Melis'in sesiyle bölündü. "Abi." dedi kalbini tutarken. Hayır, hiç sırası değildi. Olmamalıydı. Melis'in burada ne işi vardı? "Melis." dedi Deniz afallamış bir ifadeyle. "Güzelim." Deniz hızla yanımdan uzaklaştı ve Melis'in yanına koştu. "Ne oldu güzelim? Neden çıktın yatağından? Bir şey mi istiyorsun?" Melis Deniz'in kucağında havalanırken biz de yanlarına koştuk. Deniz merdivenlere yönelmişti. "Kavga mı ediyordunuz?" "Etmiyorduk güzelim. Konuşuyorduk. Sen iyi misin?" dedi Deniz. Sesi çok titriyordu. Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Onu çaresiz gördükçe elim ayağım kesiliyordu. Neden her şeyin en kötüsünü yaşıyorduk? "İyiyim abi, yanına gelmek istedim." Deniz apar topar merdivenlerden çıkarken biz de peşinden yukarıya doğru çıkıyorduk. "Sen vuruldun mu abi?" Deniz derin bir nefes aldı. Melis'in konuşmanın hangi kısmında bize dâhil olduğunu kestirmeye çalışıyordu. "Evet ama şimdi iyiyim bak. Buradayım. Sen iyi misin?" "İyiyim. Abi seni çok seviyorum." "Biliyorum Melis'im. Biliyorum benim güzel meleğim. Ben seni daha çok seviyorum." "Odama mı gidiyoruz?" "Hı hı." dedi Deniz. "Yatağına yatman gerek. İyi misin?" Deniz o kadar korkmuştu ki Melis'e üçüncü kez iyi misin diye sorduğunun farkında bile değildi. "Galiba nefes alamıyorum... Ada elimi tutar mısın?" Uzanıp Melis'in elini tuttum. Parmağım nabzına denk geldiğinde irkildim. Çok yavaştı. "Nefes alıyorsun, iyisin güzelim." dedi Deniz ikna etmek istercesine. "Odama annem ve babam gelmesin." dedi kuru bir sesle. Deniz son merdivende durdu ve arkasına dönerek anne babasına baktı. Fatih Bey ve Canan Hanım dağılmış bir ifadeyle bize bakıyordu. "Melis'i duydunuz." dedi Deniz net bir sesle. "Biz biraz yalnız kalalım." "Ada'yı da istiyorum." dedi Melis. "Elimi bırakmasın olur mu? O da gelsin odama." Deniz Melis'in odasına girdiğinde ben de girdim ve Melis'in isteği üzerine kapıyı kapattım. Anne ve babaları dışarıda kalmıştı. "Bırakmayacağım elini Melis. Buradayım." dedim. Melis gülümsedi ve gözleri yavaşça kapandı. "Melis." dedi Deniz çaresiz bir sesle. "Güzelim gözünü aç." Melis gözünü açmamıştı. |
0% |