@_kubraakyol
|
''Daha iyi misin?'' dedi Deniz Melis'in alnına yumuşacık bir öpücük kondurduktan hemen sonra. Bir eliyle Melis'in saçlarını geriye doğru seviyor, bir eliyle de Melis'in elini okşuyordu. Melis'in geçirdiği atak neyse ki büyük değildi, kısa sürmüştü. Ve şükürler olsun ki odasında sağlık cihazları vardı. Deniz hepsini özenle Melis'e bağlamıştı. Kalp ritmini izledim. İlk başlarda otuza düşen nabzı şimdi altmış üçe çıkmıştı. ''İyiyim.'' dedi Melis kuru bir sesle. ''Korkuttum mu sizi?'' ''Korkuttun.'' dedi Deniz ve Melis'in alnını bir kez daha öptü. ''Geçtiğimiz iki gün çok yoruldun. Abi sözü dinlemeyi ve dinlenmeyi öğrenmen gerekiyor.'' ''Bırak da doya doya yaşayayım abi.'' dedi Melis. İki gözyaşı gözlerinden akıp şakaklarına doğru ilerledi ve en sonunda iki yanından yastıkla buluştu. ''Daha ne kadar ömrüm kaldı ki?'' Deniz'in kaşları çatıldı. ''Bir daha.'' dedi ciddi ama yumuşak bir sesle. ''Bir daha sakın böyle şeyler söyleme. Anlaştık mı?'' "Anlaştık.'' dedi Melis yorgun bir sesle. Ardından ela gözlerini bana çevirdi. ''Ada, abim annem ve babamı bir türlü affetmiyor baksana. Bir şeyler yapman lazım. Ben çok üzülüyorum.'' Gülümsedim. ''Abin sana kıyamaz. Anne ve babanla arası eskisi gibi olacak inan bana.'' Emin olmak istercesine Deniz'e baktım. Beni başıyla onayladı. ''Sen bunları dert etme.'' dedi Deniz. ''Ebeveynler ve çocukları arasında olur böyle şeyler.'' ''Bence siz çok iyi anne ve baba olacaksınız. Çocuklarınızla aranızda böyle şeyler olmayacak.'' Deniz gülümsedi. ''Halaları olarak bize yön verirsin artık.'' ''Umarım her zaman yanınızda olacak kadar ve yeğenimi görecek kadar şansım vardır.'' dedi Melis. Sanki biri kalbimi sökmüş gibi canım yanmıştı. Deniz bir şey söyleyeceği sırada kapı çaldı. ''Abla.'' dedi bir ses. Eren'di. ''Girebilir miyim?'' Melis yüksek sesle onu yanıtlayamayacağı için bize başını salladı. ''Gel aslanım.'' dedi Deniz Melis'in yerine cevap verirken, kapı açıldı. Eren o kadar telaşlıydı ki bizi bile görmeden hızlı adımlarla Melis'in diğer tarafına geçip elini tuttu ve yanağını öptü. ''Abla iyi misin?'' ''İyiyim yakışıklı, korkma.'' dedi Melis zar zor gülümserken. ''Eve şimdi geldim, bilseydim daha önce gelirdim.'' ''Bir şey yok Erencim korkma.'' dedi Deniz. ''Yarım saat önce oldu zaten.'' Eren başını sallayıp önce Deniz'e sonra bana baktı. ''Hoş geldiniz bu arada.'' Eren'in yanına gidip başına kolumu sardım ve kafasını öptüm. ''Hoş bulduk.'' ''İlaçlarını mı içmedin abla? Neden yine böyle oldun?'' ''İçtim. Abim, anne ve babamla tartışınca üzüldüm. Bir şey oldu sonra, tetiklendim herhalde.'' ''Tartışmıyorduk Melisçim.'' dedi Deniz ama Melis belli ki her şeye şahit olmuştu. ''Abim vurulmuş biliyor musun Eren?'' dedi Melis hüzünle bakarken. Eren bakışlarını Melis'ten çekti ve Deniz'e baktı. ''Nasıl yani abi? Ne zaman? Nasıl?'' İnan ben de çok merak ediyorum bunu Erencim. "Boş verin şimdi bunları. Önemli değil. Ben size bir şey söyleyeceğim.'' ''Ne söyleyeceksin?'' dedik hep bir ağızdan. ''Aşkım.'' dedi bana dönerek. ''Apar topar olacak biraz ama dayını ve yengeni ara istersen. Aydın'a gidip şu kız isteme merasimini bir halledelim. Malum düğünümüze az kaldı.'' ''Olur.'' dedim, aradan çıkması iyi olurdu. ''Ne zaman?'' ''Cuma günü.'' dedi, önce kabullenip başımı salladım. Sonra hangi cuma olduğunu düşününce panik olmuştum. İnşallah iki gün sonraki cumadan bahsetmiyordur Ada. ''Cuma? Hangi cuma?'' ''İki gün sonraki cuma.'' dedi Deniz sanki haftalar varmış gibi. Nasıl bu kadar rahat olabiliyordu? ''Aşkım çok erken haber verdik ya. Biraz daha bekleseydik. Ohoo iki gün içinde dayım ve yengem bütün hazırlığı halleder.'' dedim ironi yaparak. ''Hazırlık yapacakları bir şey yok hayatım.'' Kaşlarımı kaldırdım. ''Pardon. Nasıl yok? İki günde nasıl yetişecek her şey? Hem onlar yetiştirse bile biz nasıl yetiştireceğiz? Daha elbise bile almadım.'' ''Alırız hayatım.'' dedi Deniz. Tam bir şey söyleyecektim ki Melis benden önce davrandı. ''Abi.'' dedi hüzünlü bir sesle. ''Ben kendimi iyi hissetmiyorum. Ya sizinle Aydın'a gelemezsem?'' ''Ben de tam bu noktaya geliyordum.'' dedi Deniz. ''Biliyorsunuz her şey biraz aceleye geldi. Ve erteleyemeyiz. Biliyorsunuz, Ada hamile. Bir an önce olmak zorunda... Melis, güzelim üzgünüm ama senin gelmeni istemiyorum. Sen evde kalacaksın.'' ''Seni en özel günlerinden birinde yalnız mı bırakacağım yani?'' ''Öyle görünüyor.'' dedi Deniz. ''Uzun yolculuğu kaldıramazsın Melis. Sana ağır gelir.'' ''Ama abi.'' Deniz Melis'in alnını öpüp saçlarını sevdi. ''Aması yok güzelim. Yollarda harap olacaksın.'' Normal şartlarda Melis diretir, Deniz'i ikna etmek için çabalardı. Ama normal şartlarda değildik. Melis rahatsızlanmıştı ve yakın zamanda yataktan kalkabilecek gibi durmuyordu. ''Senin için bolca fotoğraf ve video çekeriz.'' ''Ben ablamı yalnız bırakmak istemiyorum.'' dedi Eren. ''Ben de gelmesem olur mu?'' Sesi çok mahcuptu, bana bakıyordu. ''Benim için bir mahsuru yok.'' dedim. Melis'in sağlığı çok daha önemliydi. Eren gelse bile aklı burada kalırdı ve Melis'le ilgilenecek birileri olmalıydı. "Seni gerçekten çok seviyorum Ada. Ama Melis'i yalnız bırakamam." "Gerçekten hiç dert değil." dedim Eren'in saçlarını öptükten hemen sonra. "Siz iyi olun da gerisi önemli değil." Deniz'le aynı anda başımızı salladık. "Bu akşam burada kalsanıza." dedi Melis, neredeyse yalvarıyordu. "Seninle uyumayı çok özledim abi. Ada da izin verirse seninle uyumak istiyorum." Deniz bana baktı. "Benden izin almanıza gerek yok." dedim gülümserken. "Abinle uyuyabilirsin." "Yaşasın." dedi Eren. "Burada kalıyorsunuz o zaman!" "Evet." dedi Deniz. "Annem ve babam tarafından da kabul görürse eğer, biz de burada kalmak isteriz elbette." "Uygar abimi de çağıralım. Ortamı yumuşatır o." dedi Melis. "Hep beraber akşam yemeği yemeyeli çok uzun zaman olmuştu." "Uygar abiniz için söz veremiyorum. Biraz işi vardı onun. Yemeğe gelemez belki ama daha sonra uğrar belki." "Şirkette onun üstüne çok yük bindi abi. Bir an önce senin şirkete dönmen lazım." dedi Eren. "Sen nereden biliyorsun oğlum?" dedi Deniz gülerken. "Uygar abim beni sürekli arardı gün içinde. Ama o kadar yoğun ki artık arayamıyor." "Beni de aramıyor." dedi Melis. "Yetişemiyor artık babamın arkasını toplamaya." "Döneceğim merak etmeyin." dedi Deniz. "Biz şimdi çıkalım, sen uyu Melis. Tamam mı?" Melis yavaş yavaş başını salladı ve gözlerini kapattı. ''Ben buradayım abi.'' dedi Eren. ''Merak etme.'' Deniz Eren'in yanına gidip omzunu sıktı ve saçlarını öptü. ''Tamam aslanım. Ada'yla biraz işimiz var. Akşam yemeğine kadar geliriz biz.'' ''Tamam abi.'' dedi Eren, Deniz elimi tuttu ve beni kapıya doğru yürüttü. Odadan çıkınca başımı ona çevirdim. ''Nereye gideceğiz?'' ''Alyans bakalım diyecektim. Ama yorgunsan yarın gidelim.'' ''Önce dayımı arayayım, ondan sonra gideriz. Olur mu?'' ''Tamam, gel. Buradaki odama gidelim. Orada konuşursun.'' Başımı salladım. Koridorda biraz ilerledikten sonra Deniz sağdaki kapıyı açtı. Bizi yine beyaz bir oda karşılamıştı. Baza, gardırop, çekmeceler, masa, yatak örtüsü, perdeler. Her şey beyazdı. En sevdiği renk siyahken odalarında neden beyaz kullandığını anlayamıyordum. Odanın tam ortasına konumlandırılmış yatağa yürüdüm ve oturup sırtımı başlığa dayayarak bacaklarımı uzattım. ''Dayımı aramadan önce bir şey soracağım.'' dedim kaşlarımı kaldırarak. Bana sor der gibi baktı. ''Ne zaman vuruldun?'' ''Hepsi aynı tarihteydi.'' dedi yanıma otururken. Kolunu sırtımın arkasından geçirip başımı göğsüne yatırdı. Dizlerimi kendime doğru çektim, Deniz'in karnına yasladım. ''Birden fazla mı oldu?'' dedim merak ve endişeyle. ''Dört kez.'' dedi nefesi saçlarımda gezerken. ''2016, 2017, 2018 ve bu yıl. Hepsi 7 Mayıs'taydı.'' 'Gökalp'in ölüm tarihi.'' dedim. ''Onun öldüğü gün.'' ''Evet, o gün benim ölmemi istediler. Başaramadılar bu zamana kadar ama Melih beni 7 Mayıs'ta öldüreceğinden emin.'' dedi buruk bir gülümsemeyle. Bütün kanım çekilmişti. ''Deniz.'' dedim, gözlerim dolmuştu. ''Ölemezsin.'' Ben 7 Mayıs 2002 tarihinde Gökalp'in kalbi sayesinde hayata dönmüşken Deniz herhangi bir yılın 7 Mayıs'ında Gökalp'in ölümü yüzünden ölecek miydi yani? ''Korkma, bir şey yapamaz. Ayrıca emin ol yakalanacak. Özgür denen itle birlikte hem de.'' Hala aranıyor olmalarını bir kenara attım. ''Nerenden yaralandın? Hiç yara izin yok.'' ''İlki bacağıma gelmişti. Kurşun içeriye girdi ama çıkarılması kolaydı. Estetik dikişle halloldu. İkincisi belimi, üçüncüsü omzumu sıyırdı. Sonuncusu kolumun altına denk geldi. O kurşun da içeriye girdi. İzi olan tek yaram o.'' Doğrulup yüzüne baktığında sırtıma sardığı kolunu kaldırdı. Kazağını sıyırdı. Göğsünün yanıydı, kolunun altına denk geliyordu ve gerçekten de bir iz vardı. Neden daha önce fark etmemiştim? ''Ailenden nasıl saklayabildin? Yani ameliyat olmuş olman gerekmiyor mu? Nasıl duymadılar?'' ''Amcam sağ olsun kendi evinde halletti. Sır tutmayı çok iyi biliyor şükür ki. Ama bu konuyu kapatalım olur mu? Yüzün düştü durduk yere.'' ''Hala çok korkuyorum.'' Deniz kolunu sırtıma sarıp bizi eski pozisyonumuza getirdi. ''Korkma sevgilim. Hadi dayınları ara.'' Başımı sallayıp arka cebimden telefonumu çıkarttım ve dayımın numarasını tuşladım. Beni hemen yanıtlamıştı. ''Güzel kızım.'' dedi sevgi dolu bir sesle. Deniz'in de duyabilmesi için hoparlöre aldım. ''Dayıcım nasılsın?'' ''İyiyim yavrum. Siz nasılsınız? Deniz nasıl?'' ''İyiyim. Deniz de iyi, yanımda. Bir şey söyleyecektik size. Yengem ve Güneş yanında mı? Yanındaysa hoparlöre alır mısın?'' ''Yanımdalar kızım. Aldım hoparlöre. Söyle bakalım.'' ''Selam.'' dedim önce. ''Güneş'im ve canım yengem nasılsınız?'' ''İyiyim ablam.'' dedi Güneş. ''Sesini duyduk daha iyi olduk.'' dedi yengem. ''Deniz nasılsın oğlum?'' ''İyiyim Meral Hanım, eksik olmayın.'' ''Ne söyleyeceksiniz bize?'' dedi Güneş heyecanla. Öksürüp sesimi düzelttim. ''Şimdi biliyorsunuz ki Deniz ve ben evleniyoruz.'' ''Evet, ne zaman?'' dedi Güneş abartılı bir heyecanla. Ah bu kız neden böyleydi? Deniz gülümsedi. ''14 Aralık'ta Güneşçim.'' ''Nasıl?'' dedi hepsi bir ağızdan. ''Yaklaşık bir ay sonra mı yani? Ama çok erken değil mi?'' Erkendi ama bilmedikleri bir şey vardı, hamileydim ve karnım büyümeden evlensem gerçekten iyi olacaktı. ''Biz birbirimizi çok seviyoruz.'' dedi Deniz. ''Evet acele oldu biraz ama beklemenin ikimiz için de bir anlamı yok. Eğer kabul ederseniz bu cuma Ada'yı istemeye geleceğiz. Yok müsait değiliz derseniz de başka bir gün yapalım. Ne dersiniz?'' ''Yanii.'' dedi dayım. Sesi pürüzlü çıkmıştı. Ağladığına emindim. ''Deniz oğlum, siz nasıl isterseniz. Madem düğün günü de belli, beklemeye gerek yok. Cuma günü buyurun gelin.'' ''Ama onca hazırlığı nasıl yapacağız?'' dedi yengem. ''Evin temizliği, ikramlar, nişan elbisesi. Alışveriş, misafirler. Biz ne giyeceğiz? Ah çocuklar neden daha evvel haber vermediniz?'' Deniz küçük bir kahkaha attı. ''Meral Hanım, telaş yapmayın lütfen. Kalabalık olmayacağız zaten. Bir hazırlık yapmanıza gerek yok. Biz her şeyi ayarlayıp öyle geleceğiz merak etmeyin.'' ''Ama oğlum, kocaman ev. Sen de gördün. Nereye yetişeceğim?'' ''Yengem, ben sana yardım edeceğim sen dert etme. Üstesinden geliriz beraber.'' ''Bilmiyorum Güneşçim.'' dedi yengem. ''Bir an önce başlamak gerek o zaman.'' ''Size güveniyorum.'' dedim gülerek. ''Neyse.'' dedi Deniz. ''Benim biraz işim var. Siz konuşun. Yine haberleşiriz.'' Gülümseyip yanağını öptüm. Bana fısıltıyla Seni seviyorum. dedi ve yataktan kalktı. ''Tamam görüşürüz oğlum.'' dedi dayım. Deniz birkaç saniye sonra odadan çıkmıştı. ''Kızım.'' dedi dayım, sesi telaşlıydı. ''Nasıl yapacağız şimdi?'' ''Neyi dayı?'' ''Kızım nişanlanıyorsun. Müstakbel nişanlına hediye almayacak mıyız biz? Ne alacağız mesela? Allah bereket versin geçiniyoruz biz ama bizim servetimiz Deniz'le nasıl boy ölçüşecek? Nasıl yapsak?'' ''Aa.'' dedim alnıma vurarak. ''Ben onu hiç düşünmedim ki.'' Sahiden ne alacaktık? ''Kim bilir sana ne alacak. Cömert çocuk Deniz. Onun karşısında başımız öne eğilmesin.'' ''Dayıcım, Deniz böyle şeylere takılmaz.'' dedim ama içten içe benim de canım sıkılmıştı. Dayımı ve yengemi tanıyordum. Güçleri yetmese bile sırf mahcup olmamak için tüm servetlerini dökerlerdi. ''Deniz takılmayabilir ama ben takılıyorum kızım. Nasıl kalkacağız altından? Üstelik nişan da var ve nişanı kız tarafı yapar.'' ''Düşüneceğim dayı bir şeyler. Ben de çalışıyorum zaten. Artık bir gelirim var, alırım ben. Hem büyütülecek bir şey yok. Yüzük takacağız sadece. Hediyeyi de düşüneceğim merak etmeyin.'' ''Kızım ben sana, sen al mı dedim? Sen değil biz alacağız. Ailen olarak.'' ''Dayıcım senelerdir her şeyimizi siz karşılıyorsunuz zaten. Zor günler için ayırdığınız paraya dokunamam ben. Siz ne zorluklarla koydunuz o parayı kenara. Ben halledeceğim.'' Nasıl halledeceksin Adacım? ''Biz o parayı sizin için biriktirdik zaten güzel yavrum benim. İnat etme. Düşün, ne almak istiyorsan söyle bana. Biz yengenle halledeceğiz. Yok eğer ben alacağım diye inat edersen seni vermem Deniz'e, haberin olsun.'' ''Dayı.'' dedim uyarıcı bir sesle. Anlaşılan inadım bana dayımdan geçmişti. ''Ben onu bunu anlamam kızım. Hadi oyalama bizi, yapacak çok işimiz var.'' Derin bir nefes verdim. ''Pekala. Sizi seviyorum.'' Hep bir ağızdan beni yanıtladılar. ''Biz de seni seviyoruz.'' Telefonumu kapatıp odadan çıktım. Deniz koridorun en ucundaki pencerenin önünde telefonuyla ilgileniyordu. Usul usul yanına ilerleyip kollarımı beline sardım. Deniz ekran kilidini kapattı ve tıpkı benim gibi kollarını belime sardı. ''Çok yorgun hissediyorum.'' dedim esnerken. 'Bir de çok uykum var.'' ''İstersen alyansları, elbiseni falan yarın alalım. Ne dersin?'' ''Ama yarın da çok işimiz olacak. Bugünden halletsek daha iyi olmaz mı?'' ''Hmmm, o zaman çıkalım. Çok yorulursak döneriz. Çıkmışken de Uygar'ı alırız. Onun arabası tamirde.'' ''Olur.'' dedim daha da esnerken. Bu halde bugünü nasıl atlatacaktım acaba? ''Tamam, hadi aşağı inelim o zaman.'' Başımı salladım, koridorun diğer tarafındaki merdivenlere doğru yürüdük. ''Sevgilim.'' dedim. ''Aşağı indiğimizde sakin ol, olur mu? En azından Melis için.'' ''Hem Melis için, hem de senin için yapacağım bunu Ada. Ailemi affetmediğin halde sırf her şey daha da kötüye gitmesin diye, sırf ben üzülmeyeyim diye bunlara katlanman beni çok üzüyor.'' dedi bir anda. Nasıl yani Ada? Anlamış mı gerçeği? ''Sen.'' dedim kekeleyerek. ''Deniz sen nasıl anladın ki affetmediğimi?'' ''Beni biraz hafife alıyor olabilir misin?'' dedi kocaman gülümserken. ''Eğer anlamazsam bana yazıklar olsun.'' dedi. Daha da gülümsemişti. ''Uygar'a da sen söyledin değil mi ailemle aramı düzeltmem gerektiğini? Uygar o yüzden konuştu benimle?'' ''Evet.'' dedim dudaklarımı ısırırken. Deniz gülümsedi ve saçlarımı öptü. Nihayet aşağı inmiştik. Deniz'in anne ve babası endişeyle salonda oturuyordu. ''Melis nasıl oldu?'' dedi annesi, ayağa kalkmıştı. ''İyi.'' dedi Deniz umursamaz bir ifadeyle. ''Kendine geldi. Uyuyor şimdi, Eren yanında.'' ''Hastaneye gitseydik.'' ''Gerek yok hastaneye. Biz şimdi Ada'yla çıkıyoruz, işimiz var. Akşam yine geleceğiz, yemeği burada yeriz. Gece de burada kalacağız.'' Deniz'in annesinin de babasının da gözleri parlamıştı. ''Çok seviniriz oğlum.'' dedi annesi heyecanla. Sarılmak için Deniz'e yaklaştı ama Deniz bir adım geri çekildi. ''Dilemeniz gereken bir özür var anne. Ayrıca sizin için değil Melis için yapıyorum bunu.'' Deniz'in anne ve babası hayal kırıklığıyla bize bakarken Deniz belimden tutup beni çevirdi ve kapıya döndük. ''Uygar da gelebilir yemeğe. Ona göre yaptırırsınız hazırlığı. Anlatacağımız önemli bir şey var.'' dedi, kapıya ulaşmıştık. Deniz herhangi bir cevap beklemeden kapıyı açtı ve dışarıya çıktık. Arabaya atladığımızda hiç konuşasım yoktu, ağzımı bıçak bile açamazdı. Dudaklarımın birbirine kilitlendiğini hissettim, neden böyle hissettiğimi bilmiyordum. Sanki ana dilimi kaybetmiş gibiydim. Sadece düşüncelerim vardı. Sanırım Deniz de benimle aynı şeyleri hissediyordu ki o da yolculuk boyunca tek kelime bile etmemişti. Sanki kötü bir şey olacaktı. Bu histen nefret ediyordum. Arabadan inerken Deniz'in telefonunun zil sesi sessizliğimizi böldü. ''Efendim Kerem.'' dedi düz bir sesle, ardından Kerem'in cevabını dinledi. ''Tamam, hepsi tamam değil mi? Eksik falan varsa halledin onları çocuklarla. Hakan şimdi bizimle, onu gönderemiyorum... Tamam Kerem... Bu gece eve gelmeyeceğiz, annemlerde olacağız. O yüzden Hakan da burada olacak. O yüzden ev sana emanet... Ne? İnci mi?'' dedi. Deniz'in Kerem'le konuştuğu konuyla ilgilenmemiştim. Ta ki İnci'nin adını duyana dek. Gözlerim ışıldarken Deniz'e baktım. ''Tamam, yarın çiftliğe gelince bakarım.'' dedi az öncekinin aksine heyecanlı bir sesle. ''İnci mi geliyor?'' dedim heyecanla. Deniz telefonunu kapatıp yüzüme baktı. İnci aylardır tedavi görüyordu. Durumu bazen iyi bazen kötü oluyordu ama veteriner her zaman umutluydu. Deniz uzun diyebileceğim bir süre sustu, iki gözünden birden yaş akarken bir şeyler söyleyebilmek için dudaklarını araladı. Nefesi atmosfere karışırken ''İnci.'' dedi. "Ada, İnci tamamen iyileşmiş. Çiftliğe gelmiş." ''Deniz.'' dedim, neredeyse çığlık atarak. Bir anda boynuna atlayıp ona sarılmıştım. ''Sen ciddi misin?'' ''Ada.'' dedi sanki nefesi yetmiyormuş gibi. ''Ada, İnci iyileşti. Senin sayende. Eğer sen şüphelenmeseydin belki de ölecekti.'' ''Kötüyü düşünme.'' dedim omzunu öpüp. ''Şükürler olsun iyileşti. İstersen hemen gidip görelim. Ne dersin?'' Deniz sarılmamızı sonlandırıp yüzüme baktı. Yüzündeki sevinci ve mutluluğu adlandıramıyordum. Bir çocuk kadar neşeliydi. ''Bugün çok işimiz var. Yarın gider beraber görürüz.'' ''Peki, sen bilirsin.'' dediğimde telefonunu açıp birini aradı. ''Alo Uygar.'' dedi saçlarını karıştırırken. ''Neredesin? ... Tamam, o işi Hakan halletsin. Biz seni alacağız Ada'yla birlikte... Anlatırım detayları... Akşam annemlerde yemekteyiz... Hastaneye geliyoruz seni almaya... Harika bir haberim var... İnci çiftliğe döndü... Tamamen iyileşmiş... Aynen Uygar, ben de çok mutluyum... Neyse hadi görüşürüz.'' dedi ve telefonu kapatıp iki koltuğun arasındaki bölüme fırlattı. ''Sanırım mutluluktan delireceğim.'' dedi neşeyle. Ardından motoru çalıştırdı. *** Hastaneye geldiğimizde Deniz bahçeye park etti. Uygar'ın neden burada olduğuyla ilgili bir fikrim yoktu. Neden Miray'la bahçede tartışıyor gibi göründüğüyle ilgiliyse hiç fikrim yoktu. ''Uygar neden burada?'' dedim sessizce. Aslında kendi kendime konuşmuştum ama Deniz beni yine de yanıtlamıştı. Bakışlarımı ona çevirdim. Pür dikkat Uygar ve Miray'ı izliyordu. ''Annesini getirmişti geçenlerde. Sonuçları çıkmış. Onları alacak.'' Bakışlarımı tekrardan dışarıya çevirdim. ''Peki neden Miray'la tartışıyor gibi görünüyor?'' ''Tartışmıyor. Onu öpecek.'' dedi Deniz bir anda. Gözlerimi kocaman açtım. ''Nasıl yani?'' dedim. Miray arkasını dönecekken Uygar Miray'ın kolunu tuttu ve saniyeler içinde onu kendisine çevirip tıpkı Deniz'in dediği gibi Miray'ı öptü. ''Oha.'' dedim büyük bir şaşkınlıkla. Deniz bunu nasıl anlamıştı bilmiyordum ama şu an düşündüğüm tek şey Uygar'ın herkesin içinde buna nasıl cesaret ettiğiydi. Deniz'e baktım. Gülümsüyordu. ''Sonunda.'' dedi kendi kendine. Bakışlarımı tekrar Uygar ve Miray'a çevirdiğimde Miray hastaneye doğru, Uygar'sa bize doğru geliyordu. İkisinin de adımları çok hızlıydı. Uygar'ın ifadesi çok farklıydı. Neredeyse pişman olduğunu düşünecektim. Apar topar arabaya bindi ve farkında olmadan kapıyı sertçe kapattı. Deniz'le aynı anda başımızı çevirip ona baktık. ''Sakın soru sormayın, gidelim hadi.'' dedi başını cama çevirip. Yüzü kıpkırmızıydı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp başımı önüme çevirdim. Uygar'ın ifadesi çok komikti. Deniz arabayı tekrardan çalıştırdı. Birkaç kilometre sonra dikiz aynasından Uygar'a baktım. Telefonuna gelen mesaja gülümseyerek bakıyordu. Bence Miray'dandı ama onu utandırmamak için sormayacaktım. Mesajdan birkaç dakika sonra Uygar'ın sesi sessizliğimizi bölmüştü. "Onu o herifle görünce dayanamadım." dedi bir anda. Başımı arkaya çevirip anlamayan gözlerle baktım. "Hastaneye gittim. Herifin tekine gülümsüyordu Ada. Bahçenin ortasında hem de. Herkese gülümsemese olmuyor mu?" Deniz kahkaha attığında ''Kıskandın yani öyle mi?'' dedim kaşlarımı çatıp. İnkar etmedi. ''Kıskandım Ada.'' dedi net bir sesle. ''Ve kıza bağırdın mı? Karşıdan öyle görünüyordu çünkü.'' ''Bağırmak mı? Sen bu zamana kadar benim kimseye bağırdığımı duydun mu Ada?'' dedi hayal kırıklığıyla. ''Bağırmadım. Ondan hoşlandığımı ona anlatmaya çalışıyordum.'' Uygar'ın üzerinde olan bakışlarım daha da şaşkın bakışlara döndü. Demek utangaçlığını üzerinden atmıştı. ''Ama beni dinlemedi. Duymak istemedi. Resmen kaçıyor benden. Neden kaçıyor?'' ''Çünkü o da senden hoşlanıyor.'' Uygar bir süre afalladı, kendini toparladığında cümlelerini de toparlamaya çalışıyordu. ''Sen ciddi misin? Bu doğru mu Ada?'' ''Uygar yapma Allah aşkına. Anlamamak için aptal olman lazım ki sen gayet akıllı bir insansın. Hoşlanmasa sana neden mesaj atsın? Hem de sen onu öptükten sonra.'' ''Nereden bildin onun bana mesaj attığını?'' ''Gülümsedin çünkü.'' dedim, Uygar reddedercesine elini savuşturdu. ''Sen ne düşünüyorsun bu konu hakkında sevgilim?'' ''İkisinden çok iyi çift olur. Tahtımızı elimizden alacaklar sevgilim. Acaba Uygar ve Miray'ı çift yapmaktan vaz mı geçsek? Olmasınlar sevgili falan.'' dedi Deniz yandan bana göz kırparak. Uygar görmemişti. ''Ben en iyi çift unvanımızı kaybetmek istemiyorum.'' ''Niye olmuyormuşuz?'' dedi Uygar sitemle. ''Başkasıyla sevgili olacak hali yok herhalde. Yoksa var mı? Var mı Ada?'' ''Uygar iyice saçmalamaya başladın sen artık. Miray senden hoşlanıyor diyorum. Niye gidip başkasıyla olsun?'' ''Bilmiyorum.'' dedi Uygar düşünceli bir sesle. ''Yani o çok güzel.'' ''Sen çirkin bir adam mısın Uygar?'' dedi Deniz azarlayıcı bir sesle. ''Mis gibi duruyorsunuz işte yan yana. Geç bile kaldınız.'' ''Bana diyene bak. Ada'ya açılmak için günlerce bekledin.'' ''Bizim durumumuz farklıydı.'' dedim Deniz'in yerine cevap vererek. ''İkiniz de birbirinizden hoşlanıyordunuz. Niye farklıymış sizin durumunuz?'' ''Benim azılı düşmanlarım var ya sevgili kardeşim. Hani çevremdeki herkese zarar vermeye yemin etmişlerdi. Ada'yı uzak tutmak istiyordum hani. Onun başı belaya girmesin diye uzak durdum falan. Beraber yaşadık ya tüm bunları, unuttun mu?'' ''Ama Denizcim, aşk bunları görmezden geldi, şu anki durumunuza bakarsak.'' dedi Uygar sırıtarak. ''Oğlum evleniyorsunuz. Yuh.'' ''Her defasında böyle şaşıracak mısın Uygar?'' ''Heyecandan oluyor.'' dedi Uygar gülerek. ''İlk defa nikah şahidi olacağım. Çok heyecanlı.'' ''He sen bu yüzden heyecanlısın yani. Biz evleniyoruz diye değil.'' dedim sahte bir üzüntüyle. ''Yok Adacım öyle şey olur mu? En çok siz evleniyorsunuz diye heyecanlıyım. Ee senin nikah şahidin kim olacak?'' ''Yani.'' dedim, bir yandan da düşünüyordum. ''Bunu daha önce hiç düşünmedim. Ama Savaş olur sanırım.'' Uygar bir süre sustu. ''İkizin diye demiyorum ama Savaş harbi delikanlı çocuk. Sana çok bağlandı. Kıskanıyorum kardeş ilişkinizi, ne yalan söyleyeyim.'' ''O niye?'' dedim merakla. ''Ben senin de kız kardeşin değil miyim?'' ''Öylesin.'' dedi. ''Ablam öldüğünde keşke bir kız kardeşim olsa diye dua ediyordum. Biyolojik olarak olmasa da dualarım yerine ulaştı ve karşımıza sen çıktın... Ya Ada ne diyeceğim, sende şeytan tüyü mü var? Kimin hayatına girsen seni çok seviyor. Bunu nasıl başarıyorsun?'' ''Özel bir çabam yok Uygarcım.'' dedim telefonumu çantamdan çıkartırken. ''Sizin sevmeye gönlünüz varmış bence. Karşınıza da ben çıkınca.'' ''Uygar'ı bilmem ama senden önce benim sevmeye gönlüm yoktu.'' dedi Deniz. ''Ben sadece senin büyüne kapıldım ve inan bana bu benim için seçenek bile değildi. Mecburiyetti.'' ''Anlaşıldı, Deniz Bey yine romantik tarafından uyanmış.'' dedi Uygar. Deniz elime uzandı ve avcumun içini öptü. Ona kocaman gülümseyip telefonuma dönerek Savaş'ı aradım. ''Güzelim.'' dedi heyecanla. ''Nasılsın?'' ''İyiyim yakışıklı. Sana bir haberim var.'' ''İyi mi kötü mü?'' ''Korkma, iyi bir haber. Bu cuma Aydın'a gidiyoruz.'' ''Şaka.'' dedi inanmayarak. ''Yok, ciddiyim. Hem de ne için?'' ''Ne için?'' ''Ufak bir kız isteme meselesi var da.'' dedim gülerek. ''Ne? Denizler mi geliyor dayımlara?'' dedi en az Güneş kadar abartılı bir heyecanla. Biraz yüksek sesle konuşmuş olacak ki sesi dışarıya duyuldu ve onu Deniz yanıtladı. ''Evet Savaş.'' dedi neşeyle. ''Sevgilimi sizden isteyeceğim.'' ''Vallahi ne desem bilemedim. Heyecandan herhalde. Böyle mi oluyormuş ya? Çok dokundu şu an bana bu. Güzel kardeşim gelin olacak yani.'' dedi Savaş. ''Savaş, duygusala bağlama şimdiden. Hem biliyordun ya zaten düğünümüzü. Niye şaşırıyorsun?'' ''İş ciddiye dönünce farklı oluyormuş.'' dedi kısık bir sesle. Duygulanmış mıydı? ''Neyse Savaşçım. Cuma gününe hiçbir plan yapma. Aydın'a gideceğiz.'' ''Tamam, tam olarak ne zaman gideceğiz peki?'' Savaş'ın cevabını beklemeden Deniz bir şeyler söyledi. ''Bir gün önceden gideriz diye düşündüm. Sana da uyarsa tabii.'' Savaş duymuştu, onun sesini hoparlöre verdim. ''Uyar uyar. Perşembe günü haberleşiriz o zaman.'' ''Aynen, ben ararım seni.'' dedi Deniz. Hoparlörü kapattım. ''Anlaştığımıza göre kapatıyorum Savaş. Haberleşiriz yine.'' ''Tamam kardeşim. Dikkat et kendine.'' ''Sen de dikkat et.'' dedim ve kapatır kapatmaz Savaş'a mesaj attım. S.O.S Acil durum. Dayım Deniz'e nişan hediyesi almamız gerektiğini söylüyor. Benim yeterince finansal yatırımım yok. Malum çalışmaya daha yeni başladım. E dayımlar da aman aman zengin değiller. Ama gel gör ki dayım Deniz'e onun hediyesinin altında kalmayacak bir hediye almakta kararlı. Lütfen onu ikna et. ''Iban at.'' dedi, beni anında yanıtlamıştı. ''Ibanımı ne yapacaksın?'' dedim. Cevap vermemişti. İnşallah bana para göndermek gibi bir hata yapmazdı. Çünkü ben ondan para değil dayımı ikna etmesini istiyordum. Birkaç dakika sonra Savaş'tan cevap gelmişti. ''Güneş'ten aldım ibanını.'' yazmıştı. Ah Güneş, vermesen olmazdı değil mi? Savaş'ın mesajından sonra ekranıma düşen bildirimle şoka uğradım. Banka hesabıma Bir milyon lira. gelmişti. ''Çüş.'' dedim elimi ağzıma kapatarak. ''Bu ne?'' Deniz bir süreliğine bana baktı, ardından bakışlarını yola çevirdi. ''Ne oldu?'' dedi Uygar ve Deniz aynı anda. Ne diyeceğimi bilmiyordum. En iyisi bir yalan uydurmaktı. Çünkü Deniz ona hediye almamız için Savaş'ın bana bir milyon lira attığını duysa pek de hoş olmazdı. ''Güneş.'' dedim sesimi düzeltip. ''Cuma günü için giyebileceği elbiselerin linklerini attı da. Ona şaşırdım.'' ''Nesine şaşırdın? Ablasının nişanı için heyecanlanmış kız.'' dedi Uygar. ''Çok fazla seçenek var ve benden seçmemi istiyor, o yüzden.'' dedim. Allah seni bildiği gibi yapsın Ada. Başka yalan mı bulamadın? Neyse. ''Şimdi.'' dedi Uygar. Anlaşılan benim az önceki halim umurlarında değildi. E bu da işime gelirdi. ''Ne yapıyoruz?'' ''Bizim şu mücevher ustası var ya. Erdem abi. Ona gideceğiz önce. Yüzük yaptırmamız lazım. Ondan sonra bize gideceğiz. Yemek yiyeceğiz. Melis ve Eren'in ricası. Seni evde görmeyi çok özlemişler.'' dedi Deniz. O sırada Savaş'a yazıyordum. Savaş ben senden para istemedim ki. Bir milyon lira ne? Ne yapacağım ben bu parayla? Geri atıyorum hemen. ''Başka zaman gelseydim yemeğe. Şirkette çok işim var Deniz.'' ''Melis atak geçirdi Uygar. Seni görmek istiyor. Malum annemlerle aram leş gibi olduğu için Melis senin de gelmeni istedi. Senin bizi barıştıracağını düşünüyor.'' ''Deniz biraz yavaştan mı alsan? Ne demek Melis atak geçirdi? Nerede şu an?'' ''Merak edilecek bir şeyi yok şükür ki. Evde uyuyor.'' ''E ne oldu peki? Dün yoruldu diye mi?'' ''Annemlerle tartışırken bizi dinlemiş. Vurulduğumu öğrendi. Üzüntüden oldu büyük ihtimalle. Bir anda bayıldı.'' Deniz Uygar'a olanları anlatırken Savaş'a parasını nasıl gönderebileceğimi düşünüyordum ki bir mesajı düşüncelerimi bölmüştü. Eğer parayı geri verirsen seni Deniz'e vermem ve bebeğin babasız büyür Ada. O para senin. İtiraz istemiyorum. ''Annen ve baban ne diyor peki? Aranız nasıl yani?'' ''Eh işte Uygar, biraz daha iyi.'' ''Neyse Deniz, sen de fazla uzatma. Melis daha kötü olacak yoksa.'' ''Halledeceğim merak etmeyin. Aydın'a gitmeden bu işi çözeceğiz mecbur.'' ''Aynen. Ee sizin şimdi alyans almanız lazım, elbise almanız lazım. Lazım da lazım yani.'' ''Sağ ol Uygar.'' dedim stresle. ''Zaten hiç stresli değilmişim gibi daha da strese sokuyorsun beni.'' ''Hallolur Ada ya, merak etme.'' ''Nasıl olacak? Saydıklarının dışında bir sürü işim var. Kuaföre gideceğim mesela. Yarın bir ton işimiz var nikahla ilgili. Ee perşembe günü de Aydın'a gidiyoruz. Nasıl yetişecek ki?'' ''Yetişir Ada, kaç kişiyiz sonuçta. Hepimiz bir elden hallederiz.'' ''Eh, peki öyle diyorsanız.'' dedim ama hiç de sakinleşmemiştim. Her şey çok hızlı ilerliyordu. ''Sahi annene ne oldu Uygar?'' ''Anneme mi? Ne olmuş anneme? Bir şey olmadı.'' ''Ne demek olmadı? Onun sonuçlarını almaya gelmişsin ya hastaneye.'' dedim kaşlarımı çatıp. Yine ne karıştırıyorlardı, gerçekten merak ediyordum. ''He.'' dedi Uygar aklına yeni gelmiş gibi. ''Doğru annemin sonuçlarını almaya geldim. Bir şey yok ama. Rutin kontrol içindi.'' Başımı çevirip baktım. Gözlerini kaçırmıştı. ''Ne karıştırıyorsun Uygar?'' dedim kaşlarımı çatıp. ''Sonuç falan almaya gelmedin değil mi?'' ''Sonuç almaya geldim. Miray'ı öpünce aklım başımdan gitti ne yapayım.'' Dudaklarımı büzüp yana kıvırdım ve çatık kaşlarla Uygar'a bakmaya devam ettim. Hala inandırıcı değildi. ''Neyse.'' dedim önüme dönüp. ''Şimdi, alyans mı alacağız?'' ''Evet.'' dedi Deniz. ''Az kaldı zaten. Beş dakikaya oradayız.'' Başımı sallayarak yolu izledim. Deniz'in dediği gibi beş dakika sonra durduğumuzda bir sarrafın önündeydik. ''Evet. Hadi inelim.'' dedi Deniz, çoktan kapı kolunu indirmiştim. ''Ben gelmeyeyim.'' dedi Uygar. ''Birkaç telefon görüşmesi yapmam gerekiyor.'' ''Tamam.'' dedi Deniz ve o da kapıyı açıp inerek bana yetişti. ''Fazla abartı bir şey almayalım.'' dedim. ''Zaten yüzüğüm çok güzel.'' Elimi kaldırıp pırlanta yüzüğüme baktım. İnce halkası taşlarla çevriliydi. Üzerindeki elmas taşı ise lotus çiçeği şeklindeydi. En az beş karat vardı ve nereden bakarsanız en az beş yüz bin lira değerindeydi. ''Alyansım yüzüğümün güzelliğini gölgelemesin.'' Deniz kolunu omzuma atıp alnımı öptü. ''Sen hangisini beğenirsen onu alırız sevgilim.'' dediğinde ona gülümseyerek baktım. Birkaç saniye sonra sarrafa girdiğimizde bizi çok tatlı bir adam karşıladı. En fazla altmış yaşında olduğunu tahmin ettiğim bu adam bize doğru gelirken Deniz de ona ilerledi ve tokalaştılar. ''Ooo hoş geldin Deniz oğlum. Nasılsın?'' ''İyiyim Erdem abi. Seni sormalı.'' ''Ben de iyiyim. Yüzünü gören cennetlik. Hiç gelmiyorsun artık.'' ''İş güç Erdem abi. Fırsat olmuyor. Seni müstakbel eşimle tanıştırayım.'' dedi Deniz beni göstererek. ''Adı Ada.'' Erdem abi bana elini uzattığında ben de uzattım ve el sıkıştık. ''Merhaba kızım.'' dedi sevecen bir sesle. ''Memnun oldum.'' ''Merhaba, ben de memnun oldum.'' dedim, gözlerim kısılana kadar gülmüştüm. Erdem abinin gözleri kolyeme takıldı. ''Demek bu deniz kabuğu kolyesinin sahibi sendin.'' dedi kocaman gülerken. Elimi kolyeme götürdüm. ''Siz mi yaptınız bunu?'' dedim heyecanla. ''Evet, Deniz sağ olsun bir gecede yalvar yakar, rica minnet yaptırdı bana bunu. Abi çok önemli dedi. Kıramadım.'' ''Çok yorulmuşsunuzdur.'' dedim yüzümü asıp. ''Ama bu kolye benim için çok değerli. Çok teşekkür ederim. Emeğinize sağlık.'' ''Rica ederim kızım. Beğendiysen ne mutlu bana.'' ''Beğenmek ne kelime. Bayıldım.'' dedim, elim hala kolyemdeydi. Erdem abi bir süre gülümsedi. ''Eee bu sefer ne yaptıracaksın bakalım Deniz Bey?'' ''Hayırlı bir iş için abi. Alyans bakacağız.'' Erdem abi kocaman gülümsedi. ''Öyle mi?'' dedi heyecanla. ''Çok sevindim.'' ''Eksik olma Erdem abi. Düğünümüz 14 Aralık Cumartesi günü olacak. Davetiye elbette göndereceğim ama şimdiden aklında bulunsun. Seni de görmek istiyorum.'' ''Gelmez olur muyum çocuğum? Nerede olacak?'' Gerçekten nerede olacaktı? Bunu hiç düşünmemiştim. ''Çırağan'da.'' dedi Deniz bir anda. Kendi tükürüğüm nefes boruma kaçtı ve öksürmeye başladım. ''Aşkım, ne oldu?'' dedi Deniz. Sırtıma vuruyordu. ''Hayatım, kıpkırmızı oldun. Ne oldu?'' ''Çırağan.'' dedim hala öksürürken. ''Hangi Çırağan?'' "Saray olan Çırağan hayatım. Hangisi olacak başka?" dedi havadan sudan bahseder gibi. Nasıl yani Çırağan Sarayı'nda mı evlenecektik gerçekten? "Sürpriz oldu bana o yüzden. Şaşırdım. Şaşırınca öyle bir tıkandım. İyiyim." "Su ister misin kızım?" dedi Erdem abi. "Olur, bir bardak alabilirim zahmet olmazsa." "Zahmet ne demek kızım? Bekle getiriyorum." dedi arkasını dönüp diğer odaya ilerlerken. Deniz kolunu belime sarıp saçımın kenarını öptü. "İyi misin sevgilim?" "İyiyim sevgilim." dedim cam vitrinler içindeki mücevherlere bakarken. "Yüzüğümü de buradan mı aldın?" "Evet. Kolyen de yüzüğün de buradan. Alyanslarımız da buradan olsun istedim ama eğer hoşuna gitmezse başka bir yere gidebiliriz." "Yok." dedim. "Burası çok güzel." "Evet, işte suyunu getirdim kızım." dedi Erdem abi. Sesine doğru döndüm. Elinde içinde bir bardak su, üç bardak çay olan bir tepsi vardı. "Çay da getirdim. Sever misin?" "Bayılırım." dedim su bardağını elime aldığımda. "Teşekkür ederim." "Teşekkür ederiz Erdem abi." Deniz iki çay bardağını alıp önümüzdeki camlı kısa vitrine koydu, suyumu bitirip bardağı tepsiye bıraktım ve önümdeki alyanslara bakarken çayımı yudumladım. "Nasıl bir şey istiyorsunuz çocuklar. Özel tasarım mı yoksa olanlardan mı seçeceksiniz?" "Tasarım için vaktimiz yok. Ama sevgilim eğer özel tasarım istiyorsan şimdilik hazırlardan seçelim. Erdem abi bize tasarlayıp yapsın. Sonra onları takarız." "Gerek yok sevgilim. Bu önümüzdekiler de çok güzel." dedim, gözüm hemen önümdeki alyansa takılmıştı. "Şuna bakabilir miyim?" Erdem abi yüzüklerin olduğu rafı kendine doğru çekip gösterdiğim alyansı çıkarttı. "Yüzük ölçünü biliyor musun?" "Evet, on numara." "Şansına bu da on numara. Dene bakalım." dedi bana uzatırken. Üzerinde hiçbir deseni olmayan, gösterişsiz, sade ve ince bir alyans seçmiştim. Zaten gösterişli şeyleri sevmiyordum. Hem pırlanta yüzüğüm yeterince ihtişamlıydı. Alyansı alıp sağ yüzük parmağıma taktım. Ne bol gelmişti ne de parmağımı sıkmıştı. "Bak aşkım oldu işte. Hiç başka modellere bakıp vakit kaybetmeyelim." "Sen nasıl istersen güzelim." dedi Deniz, ardından Erdem abiye döndü. "Benim için de çıkartır mısın abi?" "Hay hay." dedi Erdem abi ve yan taraftaki vitrine gidip benimkinden biraz daha büyük olan alyansı Deniz'e uzattı. "On beş miydi senin ölçün oğlum?" "Evet abi." dedi Deniz ve o da alyansını benim gibi sağ yüzük parmağına taktı. "Bu da bana oldu." "Alalım o zaman." dedim. Yan yana duran pırlanta yüzüğüme ve alyansıma bakıyordum. İtiraf etmek gerekirse evleniyor olmama hala inanamıyordum. Parmağımda bir adamın yüzüğünü taşıyordum. Ölene kadar parmağımdan çıkarmayacağıma kendi kendime söz verirken Deniz'i izledim. O da kendi parmağına bakıyordu ve tahminimce bu durumu o da garipsemişti. Yüzünde minik bir gülümseme vardı. "Hangi tarihi yazalım içine?" dedi Erdem abi. Deniz'le birbirimize baktık. Omzumu kısıp dudağımı aşağı sarkıttım. "Bilmem ki." dedim düşünürken. "Hiç düşünmedim bunu. Sence ne olsun?" "23 Ekim olsun mu?" dedi, kocaman sırıtıyordu. Bu tarih Deniz'in bana evlenme teklifi ettiği tarihti. Aynı zamanda onunla ilk kez beraber olduğumuz tarihti. "Olur." dedim, yüzüm yüzündeki gülüşe eşlik etmişti. Ağzımın kulaklarıma varmış olmasından şüpheliydim. "Tamam, o zaman çıkartın bakalım alyanslarınızı, ben içeride çocuklara yazdırıp geleyim." dedi Erdem abi. Deniz'le aynı anda alyanslarımızı çıkartıp Erdem abiye uzattık. "Nereden geldi o tarih aklına?" dedim yanağını severken. Gözlerine baktım. O güne gitmişti. "O gün." dedi içli bir nefes verirken. Elinin tersiyle yanağımı okşadı. "Çok güzeldin. Her zaman güzelsin ama o gün farklıydı işte. Yanlışlıkla dünyaya düşmüş bir melek gibi. Çok masumdun. Seni sevdiğimin farkındaydım ama o gün seni ölesiye sevdiğimi anladım. O gün sana sadece bedenimi değil ruhumu da kilitledim. Senden başka kimsenin bana dokunmasına izin vermeyeceğime, kalbime başkasını almayacağıma yemin ettiğim gündü. Bir de." "Bir de ne?" "Benim olduğun gündü Ada. Miladımdı o gün. Teninin tenime, ruhunun da ruhuma karıştığı ilk gün. O günü üzerimde taşımak istiyorum. Sonsuza kadar." Uzanıp Deniz'in yanağını öptüm. Beni her defasında şaşkınlığa düşüren kokusu karşısında yine büyülenmiştim. Bir süre gözlerimi kapatıp ciğerlerimi kokusuyla doldurdum. Adım sesleri yaklaştığındaysa yüzümü çektim ve sesin geldiği yöne baktım. Erdem abi elinde bir yüzük kutusuyla geliyordu. "Evet, işte hazır." dedi yanımıza geldiğinde. Yüzüklerimizi bize uzatmıştı. Elime aldığım yüzüğün içine baktım. 23.10.2019~ DENİZ yazıyordu. Bedenlerimizin ve ruhlarımızın birbirine kilitlendiği o günü ikimiz de üzerimizde taşıyacaktık. Deniz'e baktım, o da tıpkı benim gibi yüzüğün içine bakıyordu. Yüzüğünü alıp içinde yazılana baktım. 23.10.2019~ADA yazılmıştı. Kocaman gülümseyip yüzüğü Deniz'e geri verdim. "Eline sağlık abi." dedi Deniz ve bana döndü. "Sevgilim sen Uygar'ın yanına git. Ben birazdan geleceğim." Başımı salladım ve elimi Erdem abiye uzattım. "Tanıştığımıza memnun oldum Erdem abi. Her şey için çok teşekkürler. Deniz'in de dediği gibi düğünümüze bekleriz." "Mutlaka orada olacağım güzel kızım. Tebrik ediyorum şimdiden." "Teşekkür ederim. Kolay gelsin." dedim ve kocaman gülümseyerek yanlarından ayrıldım. Dışarı çıkıp arabaya giderken bileğimi saran el yüzünden çığlık atmak zorunda kalmıştım. Ayağım burkulmuştu, canım yanıyordu ama şu an önceliğim bu değildi. Beni kimin çekiştirdiğine bakmak için başımı kaldırdım ve arkama baktım. Beni çeken kişi bir kadındı ve kahverengi uzun saçlarından onu tanımıştım. Bu Cemre'ydi. "Ne yapıyorsun!? Bırak beni Cemre." dedim bağırarak. Ne yazık ki sokakta birkaç kişi vardı ama onlar da beni görmüyordu. Arabalar ise uzaktaydı, beni ne Uygar ne de Burak görebilirdi. "Bırak dedim sana, ne yapıyorsun sen? Bu ne cesaret?" Cemre beni yaka paça çekiştirdi ve hemen yanımızdaki bir mağazanın duvarına itti. Sırtım acımıştı. "Savcı her şeyi biliyormuş." dedi sinirle. Sormam gereken daha önemli sorular vardı fakat şu an belki de en önemsiz soru dökülmüştü dilimden. "Nereden biliyorsun?" dedim titreyen, güçsüz bir sesle. "Bir saattir medyada çarşaf çarşaf haberlerimiz yayınlanıyor. Her yerde arandığımı söylüyorlar. Haberin var mıydı savcının yaşadığımı bildiğinden?" dedi sinirle kolumu sıkarken. "Savcı çıktı açıklama yaptı. Yaşadığımı herkes biliyor. Söyle dedim, haberin var mıydı savcı tarafından takip edildiğimden?" "Aptal mısın Cemre? Siktir git belanı benden bulma." dedim, kolumu kurtarmaya çalışmıştım ama o kadar sıkıyordu ki birazcık bile gevşememişti. "Savcının neyi bilip neyi bilmediğini, seni arayıp aramadığını ben nereden bileceğim?" "Öldürürüm seni Ada." dedi gerçek bir öfkeyle. "Bildiğine eminim. Savcının beni aradığını biliyor muydun?" "Hiçbir halt yapamazsın." dedim kolumu son gücümle kurtarırken. "Bilmiyorum ben hiçbir şey." Kurtardığım kolumu kaldırdım ve bu sefer ben onun kolunu sıktım. "Savcının buraya gelmesi bir telefonuma bakar. Tek telefonumla gelir, seni buradan alır. Şimdi söyle. Melih ve Özgür denen o piç nerede?" "Bilmiyorum." diye bağırdı Cemre. Bir kolunu kurtarmaya çalışırken diğer kolunu beline attı ve saniyeler içinde şakağıma soğuk bir şey dokundu. Kalbim korkuyla atarken elimi çekip karnıma dokundum. Şakağıma ilk kez bir silah dayanmıyordu. Daha önce de yaşamıştım. Ama bu seferki korkum başkaydı. Tek bir bedende iki can taşıyordum. Bebeğim vardı. Bana her türlü zararı verebilirdi ama bebeğime zarar verirse... İşte o zaman nefes alamazdım. Cemre'nin bakışları gözlerimden kaydı, karnıma sardığım koluma bakıyordu. Gözlerine yerleşen farkındalıkla yüzüme baktı. Bakışları ateş gibiydi. Sanki beni buracıkta öldürecekti. "Hamile misin sen?" dedi silahı şakağıma daha da bastırarak. Başımı iki yana salladım. "Ne saçmalıyorsun sen?" dedim inkar ederek. "Silahı şakağına dayadığım an karnını korudun. Koruma içgüdüsü bu. Hamilesin." "Değilim." diye bağırdım. "Hamile değilim." "Doğuramazsın onu, Deniz'in bebeğini sen değil ben doğuracağım." dedi korkunç bir öfkeyle. Sanki ona ait olan bir şeyi ondan çalmışım gibi bana nefretle bakıyordu. "Sen hastasın." dedim, bir yandan da nasıl kurtulabileceğimi düşünüyordum. "Yüzük almaya mı geldiniz?" dedi bu sefer de. "Sakın bana evleneceğinizi söyleme. Hem Deniz'le evlenip hem çocuğunu doğuramazsın. Birinden vazgeçmek zorundasın." Silahı şakağımdan indirdi ve karnıma dayadı. Korkudan ölmek üzereydim. Başımı sağa çevirdim. Sırtımın dayalı olduğu duvarda dekor olarak kullanılan cam bir şarap şişesi vardı. Cemre'yi şüphelendirmeden onu oradan almanın bir yolunu bulmalıydım. "Tamam." dedim sakince. "Bak, gerçekten hamile değilim. Ama bana zarar verme lütfen." "Ayrılacaksın Deniz'den." "Hı hı." dedim, kolumu yavaş yavaş kaldırıp elimle şişeyi kavradım. Neyse ki Cemre rolüme inanmıştı ve ne yaptığım hakkında hiçbir fikri yoktu. "Ayrılacağım. Ama beni bırak. Sen haklısın. Sizin aşkınız çok büyük bir aşk. Ben aranıza girmek istemiyorum." Cemre'nin gözleri parladı. "Doğru mu söylüyorsun?" "Doğru söylüyorum." "Her yerde aranıyorum." diye bağırdı. "Sen aradan çekilsen ne olacak? Kimi kandırıyorsun sen küçük aptal?" "Deniz her şeyi halleder. Onun ne kadar güçlü olduğunu biliyorsun. Buradan kaçarsınız." dedim. Şişeyi elime tamamen aldım ve kolumu yavaş yavaş aşağı doğru indirdim. Cemre'yi oyalayacak bir şeyler bulmalıydım. "İspanya'ya gidersiniz. Oraya gitmek istemez misin?" Cemre silahı karnımdan çekti ve namlunun ucuyla saçlarının arasından başını kaşıdı. Gözleri elimdeki şişeyi bulduğunda yeşil gözleri anında siyaha büründü. Hızlı olan kazanacaktı. Cemre saniyeler içinde silahı saçlarından çekti ve silahı alnıma doğrulttu. Geç kalmıştı. Benim elim çoktan havalanmış, cam şişe Cemre'nin alnının kenarında parçalara ayrılmıştı. Cemre şokla sendeledi ve eli alnına gitti. Parmakları kırmızı renge bulandığında bayılmasını ummuştum ama yeterli bir güçle vuramadığım için karşımda hala öylece duruyordu. Silahı indirmiş olması şanslı olduğumu gösteriyordu. Her ne kadar korkuyor olsam da ellerimle silah tutan elini tutup silahı elinden almaya çalıştım. "Bırak, seni geberteceğim." dedi öfkeyle. "Öldüreceğim seni." Silahı aşağı doğru çevirip Cemre'yi uzaklaştırmaya çalıştım. Kilidi açmamış olmasını umdum. "Bırak şu silahı Cemre, bir kaza yaşanmadan bırak şu silahı." "Seni öldürmeden şuradan şuraya gitmeyeceğim." dedi. Tetiğe dokundum. Kilit açıktı. Normal şartlarda korkudan elimin kolumun bağlanacağını biliyordum ama şu an adrenalin denen şey bütün hücrelerimin içinde geziyordu. Bu silahı onun elinden almadan bırakmayacaktım. Silahın patlama ihtimalini düşündüm. Risk alacaktım belki ama ona bırakmak istemiyordum. "Beni öldürürsen Deniz'le evlenemezsin Cemre. Mantıklı düşün yalvarıyorum. İkimiz de zarar görmeden bırak şu silahı." "Sen yaşadığın sürece Deniz zaten benimle evlenmez. Kimi kandırmaya çalışıyorsun sen?" dedi. Yaşadığımız arbededen bir an önce kurtulmak istiyordum. "Ada." dedi bir ses. Deniz'in sesiydi. Telaşlı, korku dolu, meraklı bir sesti. Bakışlarımı kaldırıp Cemre'nin omzunun üstünden Deniz'e baktım. Koşarak bize doğru geliyordu. "Cemre bırak onu." Deniz'i görmeyi istemeyeceğim hiç aklımın ucundan geçmezdi. Bir tercih hakkım olsa burada olmamasını dilerdim ama buradaydı ve bize doğru koşuyordu. Cemre paniklemişti. Parmaklarının tetiğe doğru kaydığını hissettiğimde müdahale etmekte geç kaldığımı fark ettim. Silah patlamıştı. Korkunç bir sesti. Canım yanmıyordu. Adrenalinden dolayı olabilir miydi? Belki de vurulan ben değildim. Belki de Cemre vurulmuştu. "ADA." Deniz'in çığlığı tüm sokağı doldurmuştu, bir sürü insan yollara dökülmüş, korkuyla bizi izliyordu. Kulaklarım uğuldarken ellerimi korkuyla silahtan çektim ve bir iki adım geri çekildim. Bakışlarım bedenimde geziyordu. Kan yoktu, yara yoktu. Derin bir oh çekmeyi kenara bırakıp Cemre'ye baktım. O da yaralanmış gibi durmuyordu. Nefesimi düzene sokmaya çalıştığımda Deniz yanıma ulaştı ve Cemre'nin kolunu büküp silahı elinden alarak bana sarıldı. "Aşkım. Sevgilim iyi misin? Güzelim iyi misin?" Başımı sallayarak yetindiğimde siren sesleri sokakta yankılanıyordu. Polisi çağırmayı kim akıl etmişti bilmiyordum. Polislerden önce yanımıza ulaşan kişi Deniz'in koruması Burak olmuştu. Cemre'yi kollarından tutmuş, yere çöktürmüştü. "Bırak beni." diye bağırdı Cemre. "Bırak dedim. Deniz yapma. Bana yapma bunu ne olur. Söyle bıraksın beni. Deniz sana diyorum." Deniz Cemre'yi duymuyor, benim saçlarımı öpüp okşuyordu. Başımın üstünde hissettiğim nefesi beni sakinleştirmeye yetmişti. Nabzım düzene girdiğinde birkaç polis etrafımızı sardı. Birkaç adım geride ise İlker savcı vardı. "İyi misiniz?" dedi yanımıza ulaştığında. Polisler Cemre'yi yaka paça ayağa kaldırıp ters kelepçeyle tutuklarken meraklı gözlerin odağındaydık. Herkes bizi izliyordu. Sokağın başından Uygar'ın koşarak geldiğini gördüm. "İyiyiz savcım." dedi Deniz el sıkışırken. "Tam zamanında geldiniz." "Peşindeydik zaten." dedi savcı. Deniz'le anlamayan gözlerle baktık. "Anlatacağım. Ama önce isterseniz bir yere geçelim." Polisler Cemre'yi yerden kaldırıp polis araçlarına doğru sürüklerken Cemre'nin boş feryatları kulaklarımızı tırmalıyordu. Aldırmadan sarrafa doğru yürüdük. Uygar bizi yolun ortasında karşılamış ve ikimize birden kemiklerimizi kırarcasına sarılmıştı. "Silah sesini duyunca." dedi. Sesi titriyordu. "Oğlum çok korktum lan. İçime doğdu herhalde. Kesin bizimkilerin başı dertte dedim." "İyiyiz kardeşim merak etme." dedi Deniz ve sarılmamızı sonlandırıp Uygar'ın omzunu sıktı. "Ada'nın geldiğini görmedim. Telefonla konuşuyordum. Önemliydi. Yoksa Cemre yaklaşamazdı ona." "Sssh tamam Uygar. Geçti. İyiyiz." dedim dostça koluna dokunarak. "Koduğumun şizofreni dibimize kadar gelmiş." "Sonunda yakalandı." dedi Deniz. "Ama Cemre'nin bizi Melih ve Özgür'e götürmesini beklemeyecek miydik? Şimdi onları bulmamız çok zor olacak." dedi Uygar. "Arkadaşlar." dedi İlker savcı. "Sakin olun, anlatacağım." Meraklı bakışlarla İlker savcıya baktığımız sırada az önce çıktığım sarraf dükkanına geri girmiştik. Erdem abi bizi mutfağına almıştı ve bizden başka kimse yoktu. "Anlaşılan haberlere bakamadınız." dedi İlker savcı sandalyesine iyice yerleşirken. Erdem abinin ikram ettiği çayı yudumluyordu. "Yoğun bir gündü savcım. Haberimiz yok hiçbir şeyden. Anlamadığımız çok nokta var. Cemre'yi Melih ve oğlunu bulmak için kullanmayacak mıydık? Savcı ve polis tarafından arandığını kesinlikle bilmemeli dememiş miydiniz?" "Evet dedim. Ama Cemre'nin bu kadar uzun süre soğukkanlı olacağını hiç düşünmedim. Kaç gün oldu açık vermedi. Kimseyi aramadı. Hata yapması gerekiyordu. Hata yapması için de panik yapması gerekiyordu. Ben de Ne yaparsam panik yapar, bu panik onu hataya götürür mü? diye düşündüm. Nihayetinde amacıma ulaştım." "Nasıl yani?" dedi Deniz. "Bir ipucuna mı ulaştınız?" "Evet. Cezaevinde sizinle görüştükten sonra adliyeye döndüm ve medyaya Cemre'nin yaşadığı haberini geçtim. Bu haberden hemen sonra Cemre bir arama yaptı. Bilin bakalım kimi aradı?" "Melih mi?" dedi Uygar büyük bir heyecanla. "Evet." dedi İlker savcı. Gözlerinin içi parlıyordu. "Sinyal yakaladık. Mersin'deymiş Melih ve oğlu." "Onları bulduk mu yani?" dedim. "Her şey bitti mi?" "Henüz değil. Mersin Emniyet Müdürlüğü geniş kapsamlı bir araştırma yapıyor. Girmedikleri delik kalmayacak. Birkaç gün sonra ben de gideceğim Mersin'e." "Sinyal tam olarak nereden gelmiş?" dedi Deniz. "Mersin kocaman bir kaçak yolcu hattı. Mersin limandan Orta Doğu'ya kaçak yollarla giden bir sürü insan var. Melih ve oğlu da bu yolla kaçmaya çalışırsa?" "Kara yolları, hava yolları ve deniz yolları koordineli çalışıyor. En ufak bir haberi bile birbirine vereceklerdir. Tüm yollar tutulmuş durumda." "İnanamıyorum. Sanırım yolun sonuna geldiler öyle mi?" dedi Uygar derin bir nefes verip sandalyesine yaslanırken. "Kardeşim kurtulduk bu sefer." "Biz yine de ellerine kelepçe vurmadan konuşmayalım. Ama çok az kaldı. Sizden ricam her zaman olduğu gibi en ufak bir haberi bana ulaştırmanız. Küçücük bir şey bile bizim için çok önemli, biliyorsunuz." "Elbette savcım. Ne olursa olsun ilk sizin haberiniz olacak. Yaptığınız her şey için çok teşekkür ederiz. Sayenizde Cemre de hak ettiği yerde şimdi." "Cemre piyondu. Annesini, Özkan Güler'i, Serhan Güler'i, Melih'i ve Özgür'ü de yakalamadan bu işi bırakmayacağım." "Savcım, Cemre kaç yılla yargılanır?" dedi Uygar. "En az on sene alır diyorum ben. Hakime kalmış bir şey." "O ruh hastası on yıl sonra da bize rahat vermez." "En yüksek cezayı alması için elimden geleni yapacağım, merak etmeyin." Deniz elini savcıya uzattı. "Size ne kadar teşekkür etsek az savcım. Bizi nasıl bir şeyden kurtardığınızı bilseniz." "Ben sadece işimi yapıyorum." dedi İlker savcı Deniz'le el sıkışırken. Deniz bir süre gülümsedi. "Savcım 14 Aralık'ta Ada'yla evleniyoruz. Düğünümüzde sizi de görmekten onur duyarız." "Öyle mi? Bir ömür boyu mutluluklar dilerim şimdiden. Ölüm kalım olmadıkça mutluluğunuza eşlik etmek için orada olacağım." "Aman savcım, Allah korusun." dedi Deniz. "Daha yakalamanız gereken bir sürü suçlu var." "Doğru, ülke suçludan geçilmiyor maalesef... Neyse ben adliyeye geçiyorum. Malum, Cemre'yle ilgilenmem gerekiyor." "Savcım." dedim. "Babamın dava süreci nasıl geçiyor? Cemre'nin itirafından sonra babamın cezası azalacak mı sizce? Avukatı Can öyle söylemişti." "Cemre'ye itiraf ettirmemize bağlı. Ama korkmayın. Hiç zor olmayacak bu." Savcıya minnetle gülümsedim. Benimle ve Uygar'la el sıkıştıktan sonra kapıya yönelmişti. "İfade vermemiz gerekiyor mu?" dedi Deniz. "Biz de gelecek miyiz?" "Yok. Dediğim gibi onu izliyorduk. Peşindeydik. Sizin yanınıza geldiğini bilmiyorduk ama an be an izliyorduk... Biraz geç kaldık." dedi mahcup bir sesle. "Sorun değil, üstesinden geldik." dedim. Sonuçta Cemre'yle baş edebilmiştim. Savcı bize döndü, sarraf dükkanından çıkmıştık. "Şimdilik hoşça kalın. Önemli bir haber olursa sizi bilgilendireceğim." "İyi görevler savcım." dedi Uygar. "Şansa da ihtiyacım var." dedi savcı. Gülümsüyordu. Hep bir ağızdan "İyi şanslar." dediğimizde savcı eliyle bizi selamladı ve aracına doğru ilerledi. "Aşkım kurtuluyoruz." dedim kollarımı beline sararak. "Bitti her şey değil mi? Artık korkarak yaşamak yok. Çok az kaldı." Deniz saçlarımı öptü. "Çok az kaldı sevgilim. Çok az." "Bir gün bunu yaşayacağımızı söyleseler inanmazdım." dedi Uygar. "Resmen yolun sonuna geldiler." "Erken konuşmayalım." dedi Deniz. "Savcının da dediği gibi elleri kelepçeleyle bağlanmadan rahat bir nefes almayacağım." Uygar'la aynı anda başımızı salladık. "Hadi size gidelim artık." dedi Uygar. "Bu harika haberi vermek için sabırsızlanıyorum. Bir de çok acıktım." Deniz'le kahkaha atıp aynı anda Uygar'ın saçlarını karıştırdık. "Tamam, gidelim." *** Deniz'in aile evine gittiğimizde bizi Eren karşılamıştı. "Yaşasın." diye bağırdı neşeyle. "Uygar abim de gelmiş." "Siz istersiniz de ben gelmez miyim aslanım?" dedi Uygar. Eren önce Uygar'a sonra bize sarıldı. "Melis nerede?" "Odasında Uygar abi." "Uyandı mı?" "Uyandı uyandı. Dizi izliyor bilgisayarından." "Ben Canan abla ve Fatih abiyi selamlayıp hemen geçiyorum o zaman yanına." "Hoş geldin Uygar oğlum." dedi Canan Hanım. Yüzünde büyük bir neşe vardı. Sanırım Uygar'ı evinde misafir etmeyi özlemişti. "Hoş buldum Canan abla." dedi Uygar, Canan Hanım'a sarılmıştı. "Büyük patron nerede?" "Biraz dinlenmek istediğini söyledi. Uyuyor." "Dinlensin dinlensin. Ben de Melis'i göreyim." "Tamam oğlum, geçebilirsin yukarıya." "Ben de seninle geleceğim." "Tamam Erencim, gel." Uygar ve Eren'in arkasından bakıyorduk. Canan Hanım çekingen adımlarla Deniz'e yaklaştı. "Oğlum artık sana sarılmama izin ver. Bu kadar küslük çok fazla. Bir büyüklük edip de affedemez misin?" Deniz bir süre ifadesiz gözlerle annesini izledi ve bana bakıp onayımı aldıktan sonra annesine sarıldı. İçimde ağlama isteği uyandıran bir sarılmaydı bu. Sanki yıllardır birbirini görmeyen iki kişiymişçesine sarmışlardı birbirlerini. "Özür dilerim oğlum. Özür dilerim benim güzel yavrum." "Benden değil, Ada'dan özür dilemeniz gerekiyor." dedi Deniz ve sarılmasını sonlandırıp sabırsız bakışlarla annesine baktı. Canan Hanım'ın bakışları benim üzerimdeydi. Elini bana uzattı. "Ada, kızım." dedi çekingen bir sesle. "Özür dilerim. Düşünmeden hareket ettik. Sonunu hesap etmeden. Üzüleceğinizi düşünmeden. Bizi affedecek misin?" Yavaşça başımı salladım ve bana uzattığı eli tuttum. Beni yavaşça kendine çekip kollarını etrafıma sardı. "Tekrardan özür dilerim kızım. Affedebilecek misin bizi?" Başımı salladım. Bu sefer ne kendimi kandırıyordum ne de etrafımdakileri. Sanırım gerçekten affetmiştim. Bir sarılma bunu nasıl sağlayabiliyordu? "Affettim Canan Hanım. Her şey geçti gitti artık." "Abla diyebilirsin. Oğlumun evlenmek istediği kızın bana hanım değil abla demesini tercih ederim." dedi. Sesinde gülümsemeler saklıydı. Bedenimi ondan ayırıp gülümsedim. "Siz nasıl isterseniz." Canan Hanım yani Canan abla bana gülümseyerek bakıp eliyle salonu gösterdi. "Hadi yemeğe geçin siz. Ben Fatih'i uyandırıp geliyorum. Çocukları da çağırırım." Başımızı sallayıp salona doğru ilerledik. "Bugün yaşadığımız şeylere bakar mısın?" dedi Deniz. "Aksiyon, heyecan, korku. Ne ararsan var." "Ne yaşarsak yaşayalım günün sonunda kollarının arasında oluyorum ya o yüzden hiçbir şey korkutmuyor beni. Ben kimseye bu kadar güvenmedim sanırım." Deniz kolunu bana sarıp başımı öptü. "Gün içinde nerede olursan ol, ne yaşarsan yaşa günün sonunda kollarımın arasında olman için her şeyi yapacağım sevgilim. Işıklar kapandığında başın göğsümde olmazsa uyuyamam." "Bebeğimiz çok şanslı." dedim başımı kaldırıp ona bakarak. "Annesine deli gibi aşık olan bir babası var." "Bebeğimiz." dedi ve karnımı sevdi. "Seni ve onu her şeyden çok seveceğim." Kocaman gülümsedim, yemek masasına gelmiştik. "Gel şöyle oturalım." dedi sandalyemi çekerek. "Annemler birazdan gelir." Masayı inceledim. İncir tatlısı vardı. Deniz mi söylemişti de o yüzden mi yapmışlardı bilmiyordum. En sevdiğim tatlıya neden tiksintiyle baktığımı da bilmiyordum. "Deniz kaldır o şeyi." dedim gözlerimi tek elimle kapatarak. Tek elimle de tatlı tabağını gösteriyordum. "Neyi?" dedi Deniz şaşkınlıkla. "Ada iyi misin? Ne oldu?" "Gösteriyorum ya işte, o tabağı kaldır." "İncir?" dedi emin olmak isterken. "İncir tatlısının olduğu tabağı mı kaldırayım?" "Evet, evet kaldır onu gözümün önünden." "Sevgilim bu senin en sevdiğin meyvenin tatlısı." "Artık değil." dedim öğürürken. "Kaldır yoksa kusacağım." "Tamam, tamam sakin ol. Kaldırıyorum. Aldım elime gidiyorum. Gözünü açıp bakabilirsin. Gerçekten gidiyorum." dedi. Gözümü hala açmasam bile Deniz'in telaşını ve şaşkınlığını hissedebiliyordum. Ayak sesleri vardı. Deniz'in uzaklaştığını anladım ve gözlerimi açtım. Gerçekten de tabağı alıp götürmüştü. Midemi normal haline getirmeye çalışırken birden fazla ayak sesinin yaklaştığını fark ettim. Ayak seslerine neşeli kahkahalar da eşlik ediyordu. Uygar'ın ve Melis'in kahkaha sesiydi. Başımı çevirip merdivenlere baktım. Uygar bir koluna Melis'i bir koluna Eren'i almıştı. Canan Hanım ve Fatih Bey de arkalarından geliyordu. Hepsinin yüzü gülüyordu. Ayağa kalkıp onları karşıladım. Melis bana sımsıkı sarılmıştı. "Geldiğin için teşekkür ederim Ada. Beni çok mutlu ettin." "Biliyor musun Melisçim, senin mutluluğunu görmek her şeye bedel. Sırf güzel gülüşünü görmek için geldim desem yeridir." dedim gülümserken. Deniz'in anne ve babası bize minnetle bakıyordu. "Hoş geldin Ada." dedi Fatih Bey. Melis'in kollarından ayrılıp Fatih Bey'in uzattığı eli tuttum. "Hoş buldum Fatih Bey." "Melis'i kırmayıp geldiğin için teşekkür ederim. Sen gelmesen Deniz gelmezdi." "Ben Melis'i de Eren'i de çok seviyorum. Onları kırmak en son isteyeceğim şey olur. Deniz konusuna gelirsek, onu zaten kırmak aklımın ucundan bile geçmiyor. Siz de daha fazla kırmazsanız çok mutlu olurum çünkü ben oğlunuzu seviyorum. Üzülmesini ve bu konunun daha fazla uzamasını istemiyorum. Sizlerin bana karşı mahcubiyet duyması da beni üzer. Yani ben sizi affettim. Hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliriz. Eğer siz de isterseniz." "İsteriz kızım." dedi Fatih Bey. "Ama önce özürlerimi kabul et." "Kabul edilmiştir." dedim kocaman gülümseyerek ve küçük adımlarla Fatih Bey'in bana açılan kollarına sığındım. Sarılmak gerçekten her şeyin ilacıydı. "Oh be." dedi Eren. "Sonunda olması gereken şey oldu." "Neymiş o olması gereken?" dedi Deniz. Fatih Bey'in kollarının arasından ayrılıp ona baktım. Yanımıza gelip benim yerimi aldı ve babasına sarıldı. "Güzel yürekli evladım. Beni affedebilecek misin?" dedi mahcup bir sesle. "Affetmesi gereken kişi baştan beri Ada'ydı. Onunla her şeyi hallettiğinize inanarak ben de sizi affettiğimi söyleyebilirim." "Bence bundan sonra yepyeni bir sayfa açalım." dedi Uygar. "Size harika haberlerimiz var." "Ne?" dedi hepsi bir ağızdan. Uygar eliyle bizi işaret etti. "Önce hangisini söylemek istersiniz?" Deniz kolunu omzuma atıp beni iyice kendine çekti. "Anne, baba. Öncelikle sakin olmanızı istiyorum." Canan Hanım ve Fatih Bey dikkatle bizi izliyordu. "Bizim bir bebeğimiz olacak." dedi bir anda. Utançtan yerin dibine girecektim. Bunu ben yokken söylese olmuyor muydu? "Bir diğer güzel haberimiz ise 14 Aralık'ta evleniyoruz. Son güzel haberimiz de Cemre tutuklandı ve Melih'in Mersin'de olduğuna dair bilgiler var." "Bir dakika oğlum bir dakika. Yavaş olur musun biraz? Nasıl yani bizim torunumuz mu olacak? Sen ciddi misin?" dedi Canan Hanım eliyle ağzını kapatarak. Şaşkın mıydı kızgın mıydı sevinmiş miydi anlayamıyordum. Sadece gözlerini görüyordum ve gözlerinde hiçbir ifade yoktu. "Ciddiyim anne. Böyle bir şeyin şakası mı olur?" dedi Deniz. Başımı öne eğdim. Bu çok güzel bir haberdi, arkadaşlarıma söylerken içim içime sığmıyordu ve çekinmiyordum. Ama ebeveynlere söylerken kesinlikle aynı şeyleri hissetmiyordum. Evlilik dışı bir hamilelikti ve toplum tarafından doğru karşılanmıyordu. Aslında şu an toplumla pek de ilgilenmiyordum. Şu an ilgilendiğim tek şey Deniz'in ailesinin tepkisiydi. Bakışlarımı yavaşça kaldırıp Canan Hanım'a ve Fatih Bey'e baktım. Canan Hanım hızlı adımlarla bana doğru geliyordu. "Kızım." dedi bana kocaman sarılıp. "Bu doğru mu? Gerçekten mi? Ben inanamıyorum. Ah güzel kızım benim. Nasıl mutlu oldum anlatamam." Nasıl yani sana ahlaksız gözüyle bakmayacak mı Ada? "Doğru." dedim kekeleyerek. "Doğru Canan Hanım." "Kızım ben sana, bana abla diyebilirsin demedim mi?" dedi. Kolları beni daha da sarmıştı. "Babaanne olacağım. İnanamıyorum." Canan Hanım bana sarılırken Fatih Bey de Deniz'e sarılmıştı. "Oğlum. Her şey gönlünüzce olsun." demişti büyük bir sevinçle. "Ne güzel bir haber bu." Canan Hanım kollarımdan ayrılıp iki yanağımı da öptü. "Bebek haberi uğurlu geldi. Cemre yakalanmış, o Melih denen şerefsizle ilgili ipucu bulunmuş. Bugün uzun zaman sonra ben mutluyum diyebiliyorum ve bu senin sayende güzel kızım benim." "Beni mahcup ediyorsunuz." dedim gülümserken. "Asıl biz mahcubuz. Nasıl telafi edeceğiz tüm bu olanları?" Elimi Canan Hanım'ın koluna koydum. "Telafi edilecek bir şey yok. Gerçekten. Her şey geride kaldı." dedim. Fatih Bey bana doğru geldi ve tıpkı Canan Hanım gibi sarıldı. "Güzel kızım. Sen bundan sonra, tabii eğer sen de kabul edersen bizim kızımızsın. İyi günde, kötü günde, hasta olduğunda, her zor gününde çalacağın ilk kapı bizim kapımız olmalı." Minnetle başımı salladım. "Teşekkür ederim." dedim. Fatih Bey kollarını benden çekmişti. Dolan gözlerimi sildim. "O zamaaaan haydi bunu kutluyoruz." dedi Uygar. "Herkes yemek masasına. Haydiii." Herkes gülerek yemek masasına geçtiğinde Canan Hanım masayı kontrol ediyordu. "Burada tatlı vardı. Yok muydu?" dedi merakla. "Aa evet, incir tatlısı yaptırdım ben senin için Ada." dedi Eren. Ah Erencim en sevdiğim tatlının adının bile midemi bulandırdığını bilsen ne yapardın acaba? "Şey, tuhaf bir şey oldu. Midem bulandı da. Deniz de mutfağa götürdü." dedim parmaklarımla oynarken. "İncir senin en sevdiğin meyve değil miydi?" dedi Melis şaşkın bir sesle. "Öyleydi ama işte birden görünce şey oldu." "Hamilelikte çok normal." dedi Canan Hanım. "Ben mesela kırmızı et sevmem ama hamileliklerim boyunca hep kırmızı et aşermiştim." Gülümsüyordu. "Kırmızı et mi?" dedim kaşlarımı çatarak. Kahretsin ki kırmızı etten hiç hoşlanmayan ben şimdi kırmızı et içeren herhangi bir yemek için canımı bile verir hale gelmiştim. "Yemekte kırmızı et var kızım." dedi Canan Hanım. "Canın çektiyse eğer." Utana sıkıla yerime oturdum. "Şey evet." dedim utangaç bir sesle. "Şanslı günündesin." dedi Eren. Bugün başımıza neler geldiğini bilse böyle der miydi acaba? "Aa bir güzel haberimiz daha var." dedi Uygar. "Deniz'in atı İnci çiftliğe döndü. Durumu da çok iyi." "Vallahi o kadar güzel şeyler oldu ki ben bunu söylemeyi unutmuşum." dedi Deniz. "Aklınla bin yaşa Uygar." "Abicim." dedi Melis. "Çok sevindim. Çok. İnci'yi çok özlemiştim. Onu görmek istiyorum." "Biraz daha iyi olduğunda söz, göreceksin güzelim." "Biraz daha iyi olduğumda sevgilim de olacak değil mi abi?" dedi Melis kahkaha atarken. Deniz'le uğraşmaya bayılıyordu. Deniz'e baktım. Melis'e sevgilisinin olmaması gerektiğiyle ilgili bir destan okuyacağını zannederken kocaman gülümsedi ve onun elini öptü. "Evet güzelim. Evet benim Melis'im. O da olacak. İstediğin her şey olacak. Abi sözü." dedi göz kırparak. İçimdeki bütün aşkı gözlerime taşıdım ve Deniz'e o bakışlarla baktım. Evrenin en mükemmel adamı benim kocam olacaktı. |
0% |