@_kubraakyol
|
20 Kasım, Çarşamba Telefonuma gelen bildirim sesiyle gözlerimi araladım. Deniz'in yatağında tek başıma uyuduğum uykumdan uyanmıştım. Çekmeceye dönüp telefonumu alarak bildirime baktım. Deniz yazmıştı. "Sevgilim uyandın mı?" Saate baktım. Sabah 07.30'du ve benim uyanmaya hiç mi hiç niyetim yoktu. "Uyanmadım, daha uyuyacağım ben." yazdım ve ekran kilidini kapatıp tekrardan gözlerimi yumdum. Birkaç dakika sonra açılan kapım yüzünden gözlerimi tekrar açmak zorunda kalmıştım. Deniz gelmişti. "Aşkım." dedi yumuşacık bir sesle yatağa doğru ilerlerken. "Bugün çok işimiz var. Uyanman gerek." Ağzımın içinde bir şeyler mırıldandım. "Hiç uyuyamadım ben. Uyumak istiyorum. Git buradan, uyuyacağım." dedim ve yorganı kafamın üzerine çektim. Yatak biraz çökmüştü. Deniz'in yatağa oturduğunu anladım. "Benimle uyumadığın için mi uyuyamadın?" dedi yanıma kıvrılıp. Bana arkamdan sarılmıştı. Kafamın üzerindeki yorganı biraz indirip çenesini omuz çukuruma koydu. Sıcak nefesi boynumu ısıtmıştı. "Evet." diye mırıldandım. "Sensiz uyumaktan nefret ediyorum." "Ben de sensiz uyumaktan nefret ediyorum sevgilim ama Melis'i kıramadık dün, hatırlarsan." "Hatırlıyorum. Bundan şikayetçi değilim ki. Tabii ki kardeşinle uyuyabilirsin. Ben sadece sensiz uyumanın bende yarattığı durumdan bahsediyorum." Deniz kısık bir sesle güldü. "Nasıl bir durummuş bu? Daha açık söyler misin?" "Böyle uyanıyorum işte. Uykusuz. Huysuz. Yorgun. Ama bugünlük idare edeceğim." "Tatlı, huysuz sevgilim benim." dedi Deniz boynumu öpüp. "Kalkman gerek. Gerçekten çok işimiz var." "Ne işimiz var?" dedim merakla. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Ne yapacaktık ki? "Nikah dairesine evraklarımızı teslim edeceğiz. Sana elbise alacağız. Bir de kuaföre gitmekten bahsediyordun." "Bir saatlik iş bunlar. Erken uyanmamıza gerek yok ki." dedim dudağımı sarkıtıp. "Ama yarın Aydın'a gideceğiz. Bunun için de hazırlık yapmamız lazım. Öyle değil mi?" dedi gülümserken. "Erken kalkan erken yol alır." Kollarımı kaldırıp gerindim. "Tamam." dedim fısıltıyla. "Kalkıyorum." Deniz boynumu öpüp yatakta doğruldu. "Tamam sevgilim. Ben Melis'in yayınındayım. Hazırlanıp gelirsin." Başımı aşağı yukarı salladım ve hızlıca kalkıp Deniz'in yanağını öptüm. "Hemen geleceğim." Deniz'le aynı anda yataktan kalktık. O odadan çıkarken ben de banyoya girmiştim. Hızlıca soyunup duş aldım ve çıkarttığım kıyafetlerimi giyerek saçlarımı taradım. Aslında kurutmak istemiyordum ama eğer kurutmazsam Deniz bir ton laf söyleyebilirdi. O yüzden kurutma makinesini alıp en azından diplerini kurutup odadan çıktım ve Melis'in odasına gittim. Deniz Melis'in başucuna oturmuştu. Beni neşeli kahkahalarla karşılamışlardı. Gülümseyerek yanlarına gittim ve Melis'in yanağını öptüm. "Günaydın." dedim en sevecen sesimle. "Nasılsın Melisçim?" "Günaydın canım Adacım. İyiyim. Sen nasılsın?" "Ben de iyiyim." dedim ve Deniz'in olduğu tarafa geçip ona arkasından sarıldım. "Ben hazırım sevgilim. Gidebiliriz." "Saçlarının tamamını neden kurutmadın?" dedi yanağımı yanağıyla severken. "Diplerini kuruttum. Uçları çabuk kuruyor zaten. Bir de seni bekletmek istemedim." "Beklerdim." dedi, bana dönüp yanağımı öpmeden hemen önce. "Zaten arabada olacağız. Üşümem ki." dedim nazlı bir sesle. "Sağlık ocağı buraya değil bizim eve yakın. Buradan sağlık ocağına gidene kadar. Ohoooo kırk beş dakika var. Kırkbeş dakikada kurur saçlarım arabanın içinde." "İkna olmadım." dedi Deniz sinir bozucu bir gülümsemeyle. "Ama sevgilim arabada klima var. Sıcacık olur araba hemen. Vallahi üşümem ben." Deniz derin bir nefes aldı ve yanağımı yine öptü. "Tamam. Bu seferlik, bak bu seferlik kabul ediyorum." Zafer edasıyla gülümsedim. "Anlaştık. Hadi gidelim o zaman." dedim ve kollarımı Deniz'in boynundan çekip Melis'i bir kez daha öptüm. "Şimdilik hoşça kal. Seni çok seviyorum." "Ben de seni çok seviyorum. Aydın'da yanınızda olamasam da kalbim ve ruhum sizinle olacak." "Biliyorum." dedim kocaman gülümserken. Deniz de ayağa kalktı ve Melis'i öpüp saçlarını okşadı. "Söylediklerimi unutmak yok. Kendini birkaç gün yormayacaksın. Yataktan çıkmak asla yok. Bir şey olursa bana hemen haber vereceksin. Eren ne derse yapacaksın ve ilaçlarını ihmal etmeyeceksin." "Söz verdim ya abi. Söylediklerine harfiyen uyacağım. Hiç merak etme sen. Hem Eren bütün gün başımda dikilir benim. Biliyorsun senin sözünden asla çıkmıyor. Beni şuradan şuraya kaldırmaz o." "Bu yüzden içim rahat zaten." dedi Deniz. "Neyse güzelim. Biz gidiyoruz. Seni seviyorum." "Ben de seni seviyorum abicim. Beni her şeyden haberdar edin tamam mı? Aa Ada elbisenin fotoğrafını at bana olur mu?" "Olur Melisçim. Atacağım." dedim ona öpücük atıp. "Anlaştığımıza göre çıkabiliriz." dedi Deniz ve son kez Melis'in saçlarını karıştırıp elimi tuttu. "Görüşürüz Melis." "Görüşürüz abicim." Odadan çıktıktan sonra aşağı inmiştik. Deniz beni kahvaltı yapmaya alıştırdığı için karnım acıkmıştı ama acelemiz olduğu için kahvaltı yapacak vaktimiz yoktu. Yüzümü asıp portmantodan montumu aldım. "Anne ve babana haber verseydik." dedim. "Hiçbir şey demeden gidecek miyiz?" "Onlar on beş dakika önce Eren'le birlikte çıktılar. Evde değiller yani." dedi Deniz yüz ifademi incelerken. "Yüzün niye düştü senin?" "Hiç." dedim montumun önünü iliklerken. "Bir şey olmadı." "Ada, beni kandıramayacağını öğrenmiş olman gerekiyordu. Neyin var? Söyle hadi sevgilim." "Şey." dedim utana sıkıla. "Acıktım ben. Aslında ben acıkmadım, bebeğimiz acıktı." Deniz küçük bir kahkaha attı. Acıkmak komik bir şey miydi? "Bu yüzden mi asıyorsun suratını?" "Evet, bence gayet makul bir sebep. Aç mı yola çıkaracaksın beni ve bebeğini?" Dilini damağına çarptırdı. "Hayır, ben acımasız ve düşüncesiz bir adam mıyım sevgilim? Hadi gel, arabaya gidiyoruz." Neler olduğunu anlamamıştım. Hem beni aç aç yola çıkarmayacağını söylüyordu hem de arabaya gidelim diyordu. Yüzümü iyice asıp montumu kendime sardım ve kapıyı açıp dışarıya çıktım. Deniz de peşimden geliyordu. "Arabanız hazır Deniz Bey." dedi Burak. "Siz mi kullanacaksınız?" "Evet Burak. Siz yine Hakan'la peşimizden gelirsiniz. Hakan nerede?" "Garajda Deniz Bey, gelir birazdan." dedi Burak. Deniz başını salladı. "Deniz Bey ben dün için çok üzgünüm. Ada Hanım'ı görmedim. Hakan abi aramıştı. Onunla konuşuyordum. Şeyle ilgili konuşuyorduk. Gerçekten kusura bakmayın." Deniz Burak'ın omzunu sıktı. "Neyse ki bir şey olmadı Burak. Bir dahaki sefere daha dikkatli olursun. Şimdilik bir şey demiyorum." "Teşekkürler Deniz Bey. Bir dahaki sefere asla böyle bir şey olmayacak. Şüpheniz olmasın." dedi Burak ve Porsche'nin anahtarını Deniz'e uzattı. Deniz başını salladı. O sırada Hakan abi de arabayla gelmişti. "Günaydın Deniz Bey." "Günaydın Hakan. Kerem'le konuştun mu? Her şey hazır mı?" "Hazır Deniz Bey. Önce eve mi gideceğiz?" "Evet Hakan. Peşimden gelirsin Burak'la." Burak komut bekliyormuşçasına Hakan abinin kullandığı arabaya bindi. Biz de Deniz'le Porsche'ye doğru ilerledik. Az önce ne konuştukları hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Şu an tek düşündüğüm şey açlığımdı fakat Deniz bununla pek de ilgileniyor gibi durmuyordu. Porsche'ye vardığımızda Deniz kapımı açtı. Torpidonun üzerinde, camın önünde içinde simit ve krem peynir olan bir poşet vardı. İki koltuk arasındaki yerdeyse küçük bir termos vardı. Gözlerim neşeyle parıldadı. "Deniz inanamıyorum. Umursamaz görüntünün sebebi bu muydu?" dedim ona dönüp sarılarak. "Seni düşünmeyeceğimi düşünmen beni üzüyor." dedi sahte bir üzüntüyle. "Şimdilik bunlarla idare et. Daha sonra vaktimiz olursa ya da acıkırsan güzel bir kahvaltı yaparız. Olur mu?" "Olur aşkım." dedim uzanıp boynunu öperek. "Olur bal gözlü sevgilim." Deniz yanağımı öpüp arabaya binmeme yardım etti. "Hadi bakalım, yola çıkıyoruz." Deniz şoför koltuğuna geçip motoru çalıştırdı. Poşetten bir tane simit çıkartıp krem peynir sürdüm ve ağzıma attım. Aç olduğum için mi yoksa gerçekten lezzetli olduğu için mi bilmiyordum ama bu simit çok güzeldi. "Sevdin mi?" dedi Deniz gülümseyerek yüzüme bakarken. "Hı hı. Sen de ister misin?" "İstemiyorum sevgilim. Çay da var bak termosta. Çay da iç." "İçeceğim." dedim ağzımdaki simidi yutarken. "Nereden aldırdın sabah sabah bunu?" "Aldırmadım güzelim. Annemin yardımcısı Zeliha abla yapmış. Dün gece rica etmiştim de." dedi göz kırparak. "Hayatımda yediğim en güzel simit olabilir." "Afiyet olsun sevgilim." dedi Deniz. Evin bahçesinden çıkmıştık. "Şimdi ilk ne yapacağız? Planımız nedir?" "Önce eve gidip İnci'yi görmek istiyorum. Bir de sana ufak bir süprizim var evde. Onu görmen lazım." "Ne sürprizi?" dedim kopardığım simit parçasına krem peynir sürerken. "Gidince göreceksin sevgilim. Neyse planımızdan bahsediyorduk. Evden sonra sağlık ocağından sonuçlarımızı alıp nikah dairesine gidiyoruz. Ondan sonra sana elbise bakarız. Daha sonra ayrılmamız gerek çünkü ben şirkete geçeceğim. Sen de kuaföre gidersin. Olur mu?" "Olur. Ama elbise bakmaya Selay da gelse olur mu? Onun da fikrini çok merak ediyorum." "Selay mı?" dedi düşünceli bir sesle. "Arayıp sor hayatım. Gelsin tabii. Neden bana soruyorsun?" "Çünkü bir erkek için alışveriş yapan bir kızdan daha kötü bir şey varsa o da alışveriş yapan iki kızdır. Sıkılabilirsin o yüzden diyorum." dedim gülerek. "Sıkılmam diyorsan arıyorum Selay'ı." "Sıkılmam sevgilim. Ara sen." Telefonumu çıkartıp Selay'ı aradım. Aramayı sonlandırmama saniyeler kala nihayet beni yanıtlamıştı. "Günaydın Selay." dedim sabırsız bir sesle. "Lütfen bugün işin olmadığını söyle." "Günaydın Ada." dedi. Sesi uykuluydu. "Bir sorun mu var?" "Cuma günü Denizler beni istemeye gelecek ya hani Aydın'a." "Evet?" "Elbise alacağız bugün. Sen de benimle gelir misin?" "İmkanı yok." dedi Selay net bir sesle. "Bugün çok hastam var. Hiçbirini iptal edemem ya da erteleyemem." "Çok hastan varsa sesin neden uykulu geliyor Selay? Yatakta gibi bir halin var." "Yoo, klinikteyim. İlk hastam birazdan gelecek." "İnanmalı mıyım?" "Tabii ki de inanmalısın Ada. Neden gelmek istemeyeyim ki?" "Ciddi ciddi gelmiyorsun yani Selay? Hiç boşluk yaratamaz mısın?" "Yaratamam Adacım. Çok üzgünüm." "Bari akşamüstü benimle kuaföre gel." "Kuaförde ne yapacaksın?" "Saçlarımı kestireceğim." "Saçmalama Ada, hamilesin. Hamileyken saç kesilmez. Uğursuzluk getirir." "İnanamıyorum. Etrafım batıl inançlara sahip insanlarla dolu." "Hiç de batıl değil... Hem başka kim varmış bu inançlara sahip?" "Deniz. Beni gelinlikle görmenin uğursuzluk getireceğine inanıyor." "Canım eniştem çok doğru bir şeye inanıyor." "Neyse. Sizin inançlarınıza karışmayacağım. Ben Miray'ı arayacağım. Belki o benimle gelir." "Tamam Adacım. Görüşürüz." "Görüşürüz." dedim ve telefonu kapatarak Miray'ı aradım. Beni ilk çalışında yanıtlamıştı. "Günaydın Adacım." dedi. Sesi Selay'ın aksine enerjikti. "Günaydın Miray. Bugün çok işin var mı?" "Ne için soruyorsun?" "Deniz'le benim için elbise alacağız. Ama ben yanımda hemcinslerimden birini de istedim. Selay'ı aradım. Klinikten asla çıkamam dedi. Sen gelemez misin benimle? Ne olur gelebileceğini söyle. Lütfen Miray." "Hmmm, maalesef ben de gelemem Ada. Çok üzgünüm." "Hiç mi boşluğun yok Miray? Sadece bir saat. Biz seni hastaneden alırız. Sonra yine bırakırız hastaneye. Olmaz mı?" "Üzgünüm Adacım. Çok yoğunum bugün." "Anladım." dedim yüzümü asarak. "Neyse, ne yapalım artık." "Üzme kendini. Deniz'le halledersin sen." "Öyle yapacağım. Hadi görüşürüz, tutmayayım seni. Kolay gelsin." "Görüşürüz Adacım." "Bu ne ya?" dedim telefonu kapattıktan sonra. "İkisi de çok yoğunmuş. Kimse gelmiyor benimle. Ya tek başıma beceremezsem?" "Aşkım ben de olacağım yanında. Sen benim zevkime güvenmiyor musun?" "Güveniyorum. Bana aldığın vişne kırmızısı elbise ve gelinliğim çok güzel mesela. Ama keşke Selay ya da Miray gelebilseydi. Sen bana aşık olduğun için ne giysem güzel göreceksin. Üçüncü bir göze ihtiyacım var o yüzden." "Bu konuda haklısın. Ne giysen güzel görüyorum." "Savaş'ı mı arasam?" "Bilmem. Belki gelir. Ara bir bakalım." Başımı sallayıp Savaş'ı aradım. "Günaydın kardeşim." dedi Selay gibi uykulu bir sesle. "Günaydın Savaş. Uyandırdım mı?" "Uyuyordum evet. Önemli bir şey mi oldu?" "Evet. Deniz'le elbise alacağız ama benim üçüncü bir göze ihtiyacım var. Selay'ı ve Miray'ı aradım. İkisinin de çok işi var. Benimle gelemiyorlar. Sen gelir misin? Evetten başka cevap kabul etmiyorum." Savaş bir süre düşündü. "Adacım ben çok hastayım." dedi öksürerek. "Sana bulaşır gelirsem. Ve bunu hiç istemem çünkü hamilesin." "Saçmalama Savaş. Neden bana bulaşsın? Lütfen yataktan kalk ve bizim yanımıza gel. Bak yalvarıyorum." "Olmaz Ada. Yeğenimin sağlığını riske atamam. Kötü bir dayı olmak istemiyorum." "Kötü dayı olmayı göze alamıyorsun ama kötü ikiz kardeş olmayı göze alıyorsun yani öyle mi Savaş? Sakın konuşma benimle. Küstüm sana." "Adacım. Benim dünyalar güzeli ikizim. Vallahi bak çok hastayım. Deniz'in doğum gününde denize açıldık ya, orada baya üşütmüşüm." "Öyle tepeye çıkarsan üşütürsün tabii. Oh olsun sana." "Adacım yapma böyle. Güzelim benim. Başka zaman olsa gelirdim ama yataktan kalkamıyorum. Yarın nasıl geleceğim Aydın'a onu düşünüyorum." "Ohooo sen daha şimdiden yarına mazeret mi arıyorsun Savaş? Tamam oraya da gelme ya. Sadece dayımdan istesinler beni. Sen olma yanımda. Zaten babam da yok. Sen de olma." "Ada abartma istersen." dedi Savaş gülerken. "Gelmeyeceğim demedim. Nasıl geleceğim dedim." "Aynı şey. Neyse ben tutmayayım seni. Hastaymışsın zaten. Benim de işim var. Kapatıyorum." Savaş kısık bir sesle güldü. "Seni çok seviyorum dengesiz kardeşim benim." "Ben seni sevmiyorum bugün. Görüşürüz." "Görüşürüz Adacım." dedi ve telefonu kapattım. "Çıldıracağım Deniz. Bir kişi bile benimle gelmiyor." "Üzme kendini sevgilim. Fotoğraf atarız herkese. Öyle fikir verirler. Olmaz mı?" Dudağımı sarkıttım. "Olur." dedim termosu açıp bir yudum çay içerken. "Neyse. İkimiz halledeceğiz." "Halledeceğiz sevgilim." dedi Deniz. Etrafıma baktım. "Bu yoldan ilk kez mi geliyoruz?" "Evet. Annemlerin evinden bizim eve kestirme bir yol var. Böylelikle yarım saate varacağız eve." Başımı sallayıp radyoyu açtım. En sevdiğim kanal burada çekmiyordu. Bir frekans yakaladığımda durdum. Bir haber kanalıydı ve Cemre'nin haberini veriyorlardı. ''Evet sayın dinleyenler, dün Cemre Seçkin'in yaşadığı haberini sizlere vermiştik. Duyduğumuz üzere kendisi tutuklandı ve cezaevine sevk edildi. Cemre Seçkin'in yaşıyor olması Melih Karahan davasının seyrini büyük ölçüde değiştirdi. Çünkü bilindiği üzere Cemre Seçkin yıllar önce ölmüştü ve Selçuk Dündar bu ölümden sorumlu tutuluyordu. Yeni elimize ulaşan bilgilere göreyse Cemre Seçkin'in sahte ölümünü planlayan kişi Melih Karahan. Deniz Aladağ'ın kız kardeşi Melis Aladağ'ın ağır yaralanmasına sebep olan kişi ise Özgür Karahan olarak bizlere iletildi. Savcı İlker Arman bu konuyla ilgili uzun bir açıklamada bulundu. Anlattığına göre davayla ilişiği olan herkes tutuklandı. Fakat olayların kilit isimleri Melih Karahan, oğlu Özgür Karahan, Özkan Güler, Serhan Güler ve Hale Parlar ise hala aranıyor. Cemre Seçkin'in kendisini neden öldü gösterdiği konusu ise gizemini hala koruyor. Şimdilik aktaracaklarımız bu kadar. Gelişmeleri sizlere ileteceğiz. Dinlemede kalın.'' ''Bütün medya peşime düşecek şimdi. Bir onlar eksikti çünkü.'' ''Saklanabiliriz belki.'' ''Bütün gün dışarıda olacağız. Biri görmese başkası mutlaka görür.'' ''Sıkma canını.'' dedim elimi eline uzatırken. ''Bir açıklama yapmayız, olur biter.'' ''Canım çok sıkılıyor Ada. Bir an önce her şey bitsin istiyorum. Sanki hiç bitmeyecek gibi duruyor. Uzaklaşmaya çalıştıkça daha çok olduğumuz yerde kalıyoruz sanki. Bir çukur varmış da biz çıkmaya çalıştıkça bizi o çukura ittiriyorlar gibi.'' ''Sevgilim, bunların hepsi geçecek. Bak ben yanındayım. Üstesinden gelemediğimiz hiçbir şey olmadı bugüne kadar. Başımıza ne gelirse gelsin yine beraber göğüsleyeceğiz.'' ''Tek başıma mücadele edecek gücüm yok zaten Ada. Senin varlığın sayesinde üstesinden geliyorum. Artık yaşamak için sebeplerim var.'' ''Önceden yok muydu?'' ''Senden ve bebeğimizden önce yoktu. Yaşamak zorunda olduğumun farkındaydım. Kardeşlerim için yaşamak zorundaydım. Yaşamak istediğim için değil yaşamak zorunda olduğum için yaşıyordum. Nefes almak bir mecburiyetti önceden. Ama şimdi yaşamak zorunda olduğum için değil yaşamak istediğim için, hayatımda sen olduğun için, bebeğimiz olacağı için yaşamak istiyorum.'' Koltuğumdan uzanıp Deniz'in yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. ''Seni hiç bırakmayacağım. Sen de böylece yaşama isteğini hiç kaybetmeyeceksin. Ama şimdiden söyleyeyim, ben ve bebeğimiz senin yanından bir an bile ayrılmayacağız. Sıkılmak yok.'' Deniz neşeyle güldü. ''İmkansız şeylerden bahsetmesek mi sevgilim? Bir an önce o günlere geçmek istiyorum. Kızımızı görmek için işten heyecanla eve geleceğim zamanları iple çekiyorum.'' ''Kızımız.'' dedim gülümserken. ''Nasıl eminsin bu kadar kız olacağından?'' ''Emin değilim. Olmasını istediğim şeyi söylüyorum sadece. Bir anlaşma yapmıştık hatırlıyorsun değil mi? İtalya'da.'' ''Hatırlıyorum. Kız da olsa erkek de olsa adı Toprak olacak.'' dedim elimi karnıma koyarak. ''Evet. İlk çocuğumuzun adını ben koydum. İkinci çocuğumuzun adını da sen koyarsın artık.'' ''İkinci mi?'' dedim kaşlarımı çatarak. ''Sevgilim daha ilk çocuğumuz doğmadı. Ayrıca iki çocuk istediğimi de nereden çıkardın?'' Gür kaşları çatıldı ve bana kısa süreliğine baktı. ''Tek çocuğumuz mu olacak yani? Ciddi olamazsın... Hayır, ciddisin.'' Küçük bir kahkaha attım. Tek çocuk istemiyordum. Bir insanın kardeşinin olması harika bir şeydi. Hiç aile planlaması gibi bir düşüncem olmamıştı ama iki çocuğumuz olsa hiç fena olmazdı. ''İki çocuk istemiyorum. Altı çocuk istiyorum.'' dedim Deniz'in tepkisini beklerken. Abarttığımı söyleyeceğini düşünürken yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. ''Bana uyar.'' dedi sırıtırken. Altı çocuk aklına yatmış mıydı yani? Oysa ki ben dalga geçmek için altı demiştim. ''Yuh, voleybol takımı mı kuruyoruz?'' dedim. Bu sefer kaşlarını çatan kişi bendim. ''Ben anlamam, söz ağzından çıktı bir kere.'' ''Saçmalama Deniz. Sadece şaka yapmıştım.'' ''Üzgünüm güzelim. Şimdiden geleceklerini planlamaya başlasak iyi olur. Önce isim mi bulsak?" dedi ve güldü. Bir saniye Ada. O da seninle dalga geçiyor. ''Ya çok kötüsün.'' dedim elimin tersiyle koluna hafifçe vurarak. ''Bir an ciddisin sandım.'' ''Ava giderken avlanıyordun. Senin şakalarına inanmıyorum artık.'' dedi sırıtırken. ''Gecenin köründe doğuruyorum deyişinden sonra inanmamam normal ama değil mi?'' ''Gerçekten çok kötüsün.'' dedim sahte bir üzüntüyle. Dediğimi umursamamıştı. ''Üçte anlaşalım.'' dedi, anlamaya çalışan bakışlarla baktım. ''Çocuk meselesi.'' ''İki.'' dedim net bir sesle. ''Sen de üç kardeşsin. Ben de üç kardeşim. O yüzden üç.'' ''Üç kardeşiz diye bizim de mi üç çocuğumuz olacak Deniz?'' ''Evet. Çok makul bir sayı.'' ''Değil.'' ''Üç Ada.'' ''İki Deniz.'' ''Üç.'' dedi inatla. ''Eğer biraz daha inat edersen karnımdaki bebeği de doğurmam. Üç çocuk isterken hiç çocuğun olur Deniz.'' ''Bebeğimizi sonsuza kadar karnında mı saklayacaksın?'' ''İkide anlaşırsak doğururum.'' Deniz içli bir nefes verdi. ''Senin inadınla asla başa çıkamayacağımı biliyorum ama görürsün. Üç çocuğumuz olacak. Hem de bunu sen isteyeceksin.'' Kahkaha attım. ''O gün geldiğinde hatırlat.'' ''Seve seve.'' dedi ve göz kırpıp yola bakmaya devam etti. "Bence erkek." dedim karnımı severken. Deniz kısa süreliğine bana bakıp yola döndü. "Bebeğimiz mi erkek?" dedi memnun olmadığını çok açık belli eden bir ses tonuyla. "Evet bebeğimiz erkek. Hem Toprak ismi erkeğe daha çok yakışıyor bence. Bak prova yapıyorum. Toprak gel oğlum, baba işten gelmiş. Seninle oynamak istiyor. Nasıl çok güzel olmadı mı?" "Toprak, benim güzel kızım." dedi elini direksiyondan çekip karnıma koyarak. "Sen anneyi duyma tamam mı?" "Çocuğumuz cinsiyet karmaşası yaşayacak farkında mısın?" dedim kırıştırdığım burnum ve çattığım kaşlarımla. "Sen başlattın." dedi Deniz kahkaha atarak. Homurdanıp çayımı yudumladım. "Sana hiçbir şey demiyorum Deniz." Kahkaha attı. "Hamilelik sana çok farklı bir şey kattı." dedi gülüşü yüzüne iyice yayılırken. Soran gözlerle baktım. "Trip özelliği yüklendi." Omuz kıstım. "Ne o? Memnun değilsiniz galiba Deniz Bey. Nasıl özellikler isterseniz mesela? Pasif, her denileni yapan, hiçbir şeye ses çıkarmayan biri size uyar mı? Ona göre arayayım." "Ne arayacaksın sevgilim?" "Sana yeni sevgili arayacağım. İstediğin özelliklerde." "Hmm şöyle bir düşüneyim o zaman. Nasıl birini istiyormuşum bakalım." Elimin tersiyle Deniz'in koluna vurdum. "Aklından bile geçirme." dedim çatılan kaşlarımla. "Yasak sana benden başkasını düşünmek." "Senden başka düşüneceğim tek şey bebeğimiz olacak Ada." dedi ciddi bir sesle. Ben de şakayı bırakıp yüzüme ciddi bir ifade yerleştirdim. Olmayacağına emindim ama onu başka bir kadınla düşününce midem buz kesmişti. Sanki içimi eşip bir anda buz doldurmuşlardı. "Biliyorum." dedim. "Hayatta daha emin olduğum başka bir şey daha yok." Deniz bana bakıp öpücük attı. Elim radyoya tekrar gitmişti. Sevdiğim kanal olmasa da bir müzik kanalını yakaladım ve sesi açtım. Geri kalan yirmi dakikalık yolculuğumuz sessiz geçmişti. Çünkü ben telefonumdan Güneş'le yazışmıştım. Yengemle ve Selay'ın annesi Yeşim ablayla birlikte hummalı bir temizliğe girişmişlerdi. Çok işleri vardı. Markete gidip ikramlık alacaklardı. Cuma günü için yeni kıyafet almaları gerekiyordu. Hatta istemesem de evi süslemek için bir mağazaya uğrayacaklardı. Böyle şeyler nasıl oluyordu bilmiyordum ama en son nişan yüzüğü tepsisi gibi bir şeyden bahsetmişti. Yüzüklere ait bir tepsi mi olacaktı yani? Böyle şeylerden gerçekten anlamıyormuşsun Ada. "Evet , işte geldik." dedi Deniz heyecanla. Etrafıma baktım. Evin bahçe kapısından değil çiftliğin olduğu taraftan giriş yaptığımızı fark ettim. "Hadi bir an önce gidip İnci'yi görelim." dedim emniyet kemerimi çıkartırken. Deniz başını salladı ve arabadan indi. Onu taklit edip arabadan indiğimde Deniz çoktan yanıma varmıştı. Sıkıca elimi tuttu. "Şu an ne kadar mutlu olduğumu tahmin bile edemezsin." dedi ışıl ışıl bakan gözlerle. Uzanıp yanağını öptüm. "Gözlerinden anlayabiliyorum. Seni böyle görmek çok güzel. İstediğin bir şey olduğunda yüzüne yerleşen mutluluğu gördükçe içimde mevsim değişiyor sanki." Deniz tek koluyla kalçamın altından tutup beni havaya kaldırdı ve çiftliğe doğru yürüdü. "Yiyeceğim artık seni de güzel sözler söyleyen ağzını da." Kıkırdadım. "Sevgilim ne yapıyorsun? Kendim yürüyebilirim." "Bu yollar biraz engebeli sevgilim. Alışkın değilsin. Ayağın burkulmasın." Kollarımla başını sarıp alnını öptüm. "Sen hep beni mi düşüneceksin böyle?" "Ya kimi düşüneceğim?" "Kimseyi düşünme ama beni de bu kadar düşünme. Bebek gibi hissediyorum kendimi." "Bebeksin zaten." dedi kazağımın üstünden kolumu öpüp. ''Peki.'' dedim mecburi bir teslimiyetle. ''Bebeğimiz doğunca iki bebeğe nasıl bakacaksın?'' ''Sen benim her konuda ne kadar iyi olduğumu görmüyor musun acaba?'' dedi üstünlük eklediği sesiyle. Sesi keyifliydi. Görmüyordum ama güldüğünü hissedebiliyordum. ''Sen sadece arkana yaslanıp izle ve aynı anda iki bebeğe nasıl baktığımı gör.'' ''Çok fazla iddialısın. Aynı anda bakmana gerek yok. Toprak gecenin bir körü süt içmek için uyanıp ciyak ciyak ağladığında onunla ilgilen yeter.'' ''Bu kadar mı yani?'' ''Ne bu kadar mı?'' ''Babalık görevim bununla mı sınırlı? Sadece gece ona süt vermekle mi yükümlüyüm? Üstleneceğim sorumluluk bu kadar mı yani?'' ''Yok, öyle kolay kurtulamazsın. Daha bir sürü işimiz olacak. Mesela ona mama hazırlamak, altını değiştirmek, onu yıkamak, ağladığında derdini anlamaya çalışmak, yaşına uygun oyunlar oynamak, ona bir şeyler öğretmek, eğitimine destek olmak. Biraz daha büyüdüğünde ödevlerinde yardımcı olmak. Ohooo çok işimiz var. Ben doğurmasam mı ya? Vallahi bak. Doğurmayayım.'' ''Sen daha yolun başında pes mi ediyorsun bana mı öyle geliyor?'' dedi, yere pek de sağlam basamadığı için bana daha sıkı sarılmıştı ve düşmememiz için özel bir çaba harcıyordu. İleriye baktım, atların çevrili olduğu çitlere az kalmıştı. Ortalıkta kimse görünmüyordu. ''Sevgilim bir bebeğimiz olacak. Bir insan yetiştireceğiz. Farkında mısın?'' ''Evet.'' dedi Deniz ve boşta olan elini geriye attı. Kalçamdan tuttuğu koluyla da beni sırtına doğru ittirdi ve nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde kollarımı boynuna, bacaklarımı da beline sarılı bulmuştum. ''Ne kadar zor olabilir ki?'' ''Zor tabii.'' dedim Deniz'in sırtında ilerlediğim yola bakarken. ''Ama madem bana yardım edeceksin. İşim kolaylaşabilir.'' ''Yardım etmek mi? Yapma Ada. Bebeğime mamasını verince ya da onu yıkayınca sana yardım etmiş olmuyorum. Ebeveynlik görevimi yerine getirmiş oluyorum. Sen beni gerçekten hiç tanımamışsın.'' dedi ve bir bacağımı bırakıp elini koluma götürerek boynundan çekti. Ardından bileğimin açıkta kalan kısmını ısırdı. Sanırım bu minik bir cezaydı. ''Sen nasıl bir şeysin?'' dedim yüzüne doğru uzanıp yanağını öperek. Gözümün ucuyla gördüğüm kadarıyla dudağını aşağı sarkıtmıştı. ''Nasıl bir şeyim?'' dedi meraklı bir sesle. Onu ona anlatmamı ister gibi bir hali vardı. ''Ultra ve ekstra yakışıklı, fena karizmatik, insanı dehşete düşürecek kadar düşünceli, merhametli, dürüst, cesur, cömert, saygılı, bazen huysuz, bazen gıcık. Hmm başka ne var? Hah gözlerin var. Çok güzel bakıyorsun. Dünyanın en güzel gözleriyle bana öyle güzel bakıyorsun ki bazen, en olmadık zamanlarda bile seni öpesim geliyor. Başka.. Kokun da çok güzel.'' dedim sessiz ama derin nefesim boynunda yerini alırken. Beni yavaşça yere indirdiğinde çiftliğe varmıştık. ''Devamını dinlemek için sabırsızlanıyorum.'' dedi elinin tersiyle yüzümü severken. ''Hoşuna mı gitti?'' dedim çapkın bir sesle. Yüzümde kocaman bir gülümseme belirdiğine emindim. Bir eliyle çenemi tutup yüzümü yüzüne yaklaştırdı. Diğer elini de belime sardı ve bedenimi bedenine yasladı. ''Çok.'' dedi sabırsız bir sesle. Ardından beni kısacık öptü. ''Karşı koyamadığım tek zayıf noktamsın. Her şeye karşı büyük bir irade gösterebilirim ama konu sen olunca, işte o zaman kendime hakim olamıyorum.'' Kıkırdadım. ''Bence burası hiç yeri değil.'' dedim. Yıldırım abi seslenmişti. "Vay vay. Hayırsız oğlum. Sen buraya gelir miydin?" Deniz benden uzaklaşıp ağır ama temkinli adımlarla Yıldırım abiye doğru ilerledi. ''Nasılsın Yıldırım abi?'' dedi pişkin bir sesle. Azarlanmıştı ama hiç oralı bile olmamıştı. ''Oooo hal hatır da sormayı biliyormuşsun demek ki. İnci gelmese yolun buraya düşmez.'' ''Abi, böyle azarlayacak mısın daha?'' dedi Deniz kahkaha atarken. ''Savunma hazırlayacağım ona göre.'' ''İstediğin savunmayı hazırla. Yok öyle hiç uğramayıp İnci gelince koşa koşa buranın yolunu tutmak.'' ''Ama abi.'' dedi Deniz mahcup bir sesle. Çok çaresiz görünüyordu. Deniz içeriye geçmek için bir onay beklerken Yıldırım abinin sert bakışlarına yumuşacık bir ifade yerleşti ve yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. ''Gel ulan buraya. Eşek sıpası seni.'' dedi kollarını açıp. Deniz hızlı adımlarla Yıldırım abinin yanına ulaştı ve nihayetinde sıkıca sarıldılar. ''Hoş geldin.'' sözleri döküldü Yıldırım abinin sesinden. ''Hadi geç içeriye de İnci'ye bak.'' Deniz sarılmasını sonlandırıp Yıldırım abinin koluna dostça iki kez vurdu. ''Çok özledim onu.'' dedi ve koşar adımlarla içeriye yürüdü. Nihayet varlığımı fark eden Yıldırım abi bana döndü. ''Hoş geldin güzel kızım. Nasılsın?'' dedi babacan bir tavırla. ''İyiyim, çok sağ olun. Siz nasılsınız?'' dedim etrafa bakarken. Görmeyeli burası epey değişmişti. Beyaz olan çitler artık kahverengiydi mesela. Ekstra prefabrik bir oda da yapılmıştı. Önünde içinde yem olduğunu tahmin ettiğim çuvallar vardı ve üzeri tente ile korunmuştu. Çiftliğin dış boyası da değişmişti. Lacivert olan duvarlar şimdi çağla yeşiliydi. Aslında çiftlik eve çok yakındı, neden sık sık gelmediğimi ve bu değişimleri daha önce görmediğimi sorguladım. ''Sağlığınıza duacıyız. Sen görmek istemiyor musun İnci'yi?'' ''İstemez miyim? Şimdi gidip bakacağım hemen.'' dedim ve içeriye doğru yöneldim. ''Deniz İnci'yi düşünürken beni unuttu.'' ''Aklı bir karış havadadır şimdi onun. Çok seviyor İnci'yi.'' Başımı salladım. ''Deniz'in başka atı var mıydı?'' ''Yok kızım. Ama İnci'ye bir arkadaş alsa fena olmaz. Diğer atlar hep çiftli ve hepsi aynı ırk. Bir tek İnci farklı ve zavallı hayvan burada yabancılık çekiyor.'' ''İnci'nin farkı ne?'' ''İnci Türkmen atı. Diğerleri safkan İngiliz atı.'' ''Anladım. Doğru diyorsunuz. Tek kalmış. Yanına eş alsa fena olmaz.'' ''Yıldırım abi, acil gelmen lazım. Yeni yemler geldi. Kontrol etmen gerek.'' ''Öyle.' dedi Yıldırım abi bana ve ona seslenen genç çocuğa doğru döndü. ''Tamam oğlum, geliyorum.'' dedi ve bana tekrar döndü. ''Neyse kızım, sen Deniz'in yanına git. Burada işler bitmiyor. Daha sonra görüşürüz.'' ''Görüşürüz.'' dedim ve ona kocaman gülümseyip içeriye girdim. Atların hepsi kendi kabinindeydi. Hepsinin yüzünü seve seve Deniz'in yanına ilerledim. Büyük kahkahalarla İnci'yle konuşuyordu. ''Geldin mi sen? Geldin mi kızım? Benim kızım iyileşmiş mi? İyileşmiş benim kızım. Babasını mı özlemiş o?'' Kocaman gülerek Deniz'e arkasından sarıldım. ''Çok mutluyum Ada.'' dedi büyük bir neşeyle. ''Bak İnci'ye, sapasağlam. Halsiz değil. Gözleri nasıl canlı canlı bakıyor.'' ''Görüyorum sevgilim. Çok güzel." "Beni çok özlemiş." "Onu çok seviyorsun." dedim Deniz'e daha sıkı sarılırken. "Yıldırım abi bir şey söyledi." "Ne söyledi?" "İnci diğer bütün atlardan farklıymış, ırk olarak yani. Yalnızmış burada. Diğerlerinin hep bir eşi varmış." "Evet. İnci'ye de eş almayı düşünüyorum. Bizim şu nişan geçsin de bulacağım bir tane." dedi İnci'nin yüzünü avuç içlerine alıp öperek. İşte. Deniz'e ne hediye alacağını buldun Ada. Kendi kendime sırıtırken Deniz bana döndü ve tuhaf bakışlarla baktı. "Niye öyle gülüyorsun?" dedi anlam arayan bir tavırla. ''Nasıl gülüyorum?'' dedim ifademi değiştirmeye çalışırken. ''Bir şey geldi aklına.'' ''Yok sevgilim, vallahi bir şey gelmedi aklıma.'' Deniz ikna olana kadar uzun bir süre yüzüme baktı. ''Öyle diyorsan.. Ata binmek ister misin?'' ''Ama daha İnci yeni iyileşti. Yormayalım onu.'' ''İnci değil sevgilim. Diğerlerinden bahsettim.'' Düşünceli bir tavırla baktım. ''Yok sevgilim, geç kalmayalım çok işimiz var.'' ''Korkuyorsun değil mi?'' dedi muzip bir tavırla. ''Korkuyorum tabii Deniz. Koskoca hayvan. Ya beni üstünde istemezse ve bir anda kendimi yerde bulursam?'' Küçük bir kahkaha attı. ''Bu zamana kadar buradaki hiçbir at kimseyi yere atmadı Ada. Rahat ol yani.'' ''Atmamış olmaları atmayacakları anlamına gelmez sevgilim.'' dedim ve elinden tutup onu dışarıya doğru yürüttüm. ''Evde bir sürprizim var diyordun. Hadi gidip bakalım artık.'' ''Gidelim.'' diye beni sessizce onayladı ve adımlarını hızlandırıp bana yetişti. ''Ne olduğunu merak ediyorsun anlaşılan.'' ''Etmez miyim? Sürprizlerle dolusun. Asla tahmin edemiyorum ne olduğunu.'' ''Çok önemli bir şey değil.'' dedi ama bence önemliydi. O benim için ne yapsa hepsi çok önemliydi. Hızlı ama temkinli adımlarla çiftliğin eve giden ve diğer tarafa nazaran daha düzgün, çamursuz olan yolundan yürüyüp eve vardık. Kerem kış bahçesinin önünde bizi selamladı. ''Hoş geldiniz.'' dedi büyük bir neşeyle. ''Hoş bulduk Kerem. Her şey hazır mı?'' ''Evet Deniz Bey. Eksik hiçbir şey yok. Eğer ilave etmemi istediğiniz bir şey varsa ekleyin.'' ''Bakalım Ada baksın da bir önce. Eğer ona yeterli gelmezse alırız yine.'' ''Gerçekten neler karıştırdığınızı çok merak ediyorum.'' dedim meraklı bakışlarım ikisi arasında süzülürken. ''Eksik olan ne? Neyi yetersiz bulacağım?'' Deniz hemen arkamdaki kış bahçesinin kapısını açtı ve gözlerimi tek eliyle kapatıp beni içeriye yürüttü. ''Birazdan göreceksin sevgilim.'' dedi temkinli adımlarla yürürken. Eve neden kış bahçesinden girdiğimizi bilmiyordum. Muhtemelen sürpriz buradaydı. ''Deniz Bey ben arabayı almaya gidiyorum. Bir şey olursa ararsınız.'' ''Tamam Kerem görüşürüz.'' dedi Deniz ve Kerem'in adım sesleri uzaklaştı. ''Ne oluyor sevgilim?'' dedim merakla. Deniz eş zamanlı olarak elini çekti, gözlerimi açtım. Kelimenin tam anlamıyla şaşkınlıktan dibim düşmüştü çünkü kış bahçesinin yarısı çeşitli spor aletleriyle doluydu. Koşu bandı, eliptik bisiklet, omuz-kol makinesi, bacak-sırt makinesi, reformer pilates aletleri, yerde duran sarı renkli spor matı. Pilates topu, pilates bandı. ''Deniz sana inanamıyorum. Bunlar da ne?'' ''Dün yüz kilo olmak istemiyorum, spor yapmak istiyorum demiyor muydun?'' dedi ellerini cebine koyarken. Biçimli kaşları havalanmış, dudakları keyifle yukarıya kıvrılmıştı. ''Beraber spor yapacağız, burada.'' ''Ve gittin spor aleti mi aldırdın?'' dedim tek elimle ağzımı kapatıp. ''Gerçekten inanamıyorum. Sen sürpriz kelimesinin vücut bulmuş hali olabilir misin acaba?'' Omuzlarını kaldırıp indirdi. ''Ne ara oldu tüm bunlar?'' ''Dünden beri yaşadığım telefon trafiğinin sebebi buydu işte. Çocukları sürekli kontrol etmek zorundaydım.'' ''Spor salonuna giderdim, neden uğraştın bu kadar?'' ''Sen? Spor salonuna gideceksin? Bir sürü erkeğin olduğu bir salona? Doğru mu anladım?'' dedi tek kaşını kaldırıp. ''Sen de gelirdin.'' dedim tatlı bir sesle. Masum bir öneriydi nihayetinde. ''Spor salonuna gitmek için yollarda harcamaya vaktim yok sevgilim. Ben gelemiyorsam sen de gidemezsin.'' ''Bence gidebilirdim. Tüm bunları almasaydın, sensiz de gidebilirdim.'' ''Gidemezdin.'' dedi net bir sesle. Yavaş adımlarla yanına sokulup kollarımı beline sarıp yanağımı göğsüne yasladım. Kulağım kalp atış sesleriyle dolmuştu. ''Kalbin çok güzel atıyor.'' dedim girdiği kıskançlık duygusundan sıyrılmasına yardım etmek istercesine. ''Şirinlik yapma hiç.'' dedi, elleri saçlarımı bulmuştu. Her dokunuşu sahipleniciydi. Sanki saçlarım bana değil de ona aitmiş gibiydi. ''Kıskanıyorum seni, daha önce de söylemiştim.'' ''Biliyorum.'' dedim, sesim umursamaz çıkmıştı. ''Hem hamilesin. Tek başına nasıl göndereyim seni Ada? Mantıklı mı sence bu?'' ''Spora yalnız giden tek hamile ben olmazdım.'' dedim gülerek. Kollarımı çektim ve ayak ucumda yükselip çenesini öptüm. ''Hadi sağlık ocağına gidip sonuçlarımızı alalım, daha sonra nikah günü için imza atmaya gidelim.'' Deniz başını salladı ve alnımı öptü. ''Davetiye de bakalım vakit bulursak. Düğüne az kaldı. Bir an önce yaptırsak fena olmaz.'' ''Aslında benim davetiye verecek kimsem yok. Sizin için yaptırsak yeter. Kaç kişiyi çağıracağız ki? Ben küçük bir tören zannediyordum.'' Çırağan Sarayı'nda evlenip sade ve küçük bir tören mi düşünüyordun Ada? ''Yani pek kalabalık bir sülalem yok fakat birlikte iş yaptığım önemli kişileri çağıracağım. Tahmini beş yüz kişi diyebilirim.'' ''Anladım.'' dedim hüzünlü bir sesle. Deniz'in kalabalık dünyasına inat, benim içinde bulunduğum yalnızlık suratıma kocaman bir darbe indirmişti. Kimsesiz hissediyordum. Deniz'in beş yüz tanıdığının karşısına benim getireceğim maksimum kişi sayısı elliydi. ''Niye yüzün asıldı?'' dedi çenemi tutup başımı kaldırarak. İçli bir nefes verdim ve uygun kelimeleri aradım. ''Yani ne bileyim.'' dedim astığım yüzümü normale döndürmeye çalışıp. ''Benim bu kadar geniş bir çevrem yok. Ailem de öyle köklü bir aile değil. Orada en fazla elli kişi falan olur benim çevremden. Sizin kalabalığınız karşısında sadece o kadar olacaklar.'' ''Bir önemi var mı bunların?'' dedi ciddiyetle. ''Az ya da çok olmamıza göre mi değerimiz anlaşılıyor? Sırf bu yüzden kendini kimsesiz hissetmeyeceksin umarım? Hem kimsesiz olsan ne olacak anasını satayım. Kimsesiz olan biri evlenemez mi?'' dedi yükselen bir sesle, sanırım sinirlenmişti. ''Oradaki herkes benim sizden olmayacağımı anlayacak.'' ''Biz kimiz? Siz kimsiniz Ada?'' dedi, kaşları çatılmıştı. ''İnsanlar çevrelerindeki kalabalığa göre mi evleniyor? Senin kalabalık akrabaların yok diye ya da benim çevrem çok geniş diye evlenmeyecek miyiz yani? Sınıf farkı falan da dersin sen şimdi.'' Ağzımı büktüm. ''Anlamıyorsun.'' dedim. ''Hayatım boyunca asla sahip olamayacağım bir konumun var İstanbul'da. Hatta ülke genelinde. Başarılısın. Bütün medya senin üzerinde. Ben ise.'' ''Sen ise ne Ada? Sen ise ne? Ülke genelinde sahip olduğum konum değil, senin bendeki konumun önemli. Ve senin bendeki konumun tam burada.'' dedi elimi kaldırıp kalbinin üzerine koyarak. ''Statü, başarı, zenginlik... Hepsi saçma kelimelerden ibaret. Gerçek olan bir şey varsa o da sana duyduğum saf aşk. Davetliler bunun bilincinde olan insanlar olacak zaten. Abuk sabuk, ağzı boş laftan başka hiçbir şey yapmayan boş insanları toplamayacağım oraya. Ha oldu da biri saçma sapan bir şey söyledi. O lafı ona geri sokarım.'' İçli bir nefes alıp devam etti. ''Ayrıca sen kendini neden görmemekte ısrar ediyorsun? Zekan, aklın, başarın, yeteneğin. Hepsi benle yarışır.'' Minicik gülümsedim ve elimi yanağına yasladım. ''Sana her geçen an daha da hayran kalıyorum.'' dedim ona sırtımı dönerek. Açıklamaları kendince yeterliydi ama beni hiçbir zaman anlamayacaktı. Beni anlaması için benim yerime kendisini koyması gerekiyordu. Hissetmediği ya da yaşamadığı duygular üzerinden yorum yapması beni biraz da olsa üzmüştü ama kendince haklıydı işte. Neyse neydi. ''Akşam beraber ilk sporumuzu yapıyoruz o zaman?'' dedim koşu bandını yakından incelerken. Ekranında bir sürü düğme vardı. Fonksiyonlarını öğrenmem zaman alacaktı belli ki. ''Evet, yorgun olmazsak akşam spor da yaparız sevgilim.'' dedi arkamdan sarılıp. ''Hadi artık gidelim.'' Başımı salladığımda beni çoktan çıkışa doğru yürütmüştü. Porsche kapının önünde bizi bekliyordu. Az önceye göre biraz daha soğuyan hava yüzünden montumu iyice kendime sardım ve kapıyı açıp koltuğa oturdum. Benim ardımdan Deniz de koltuğuna yerleşti ve motoru çalıştırdı. Bir saat içinde sağlık ocağına gitmiş, sağlık raporlarımızı almış, diğer evraklarla birlikte nikah dairesine teslim etmiştik. Soyadımın istediğim gibi olması için dilekçe vermeyi de unutmamıştım. Haftalar sonra bambaşka biri olacaktım. Ada Dinçer Aladağ. Deniz Aladağ'ın sevgili eşi. Arabaya tekrar bindiğimizde bu seferki istikametimiz özel bir tasarımcıydı. Sıfırdan bir elbise yaptırmayacaktım evet ama Deniz yine de buradaki hazır modellerden almak isteyebileceğimi söyleyerek beni buraya getirmişti. Çok fazla oyalanıp vakit kaybetmek istemiyordum. Çünkü daha kuaföre gidecektim. Vaktim kalırsa oradan şirkete de geçebilirdim. Ofisten çalışmayı çok özlediğimi fark ettim. "Hoş geldiniz." dedi kırklı yaşlarında, kumral, ela gözlü bir kadın. Sesi çok sevecendi. "Hoş bulduk." dedik Deniz'le aynı anda. Gözlerim etrafta geziyordu. Nasıl bir şey giymek istediğimi ya da ne giymem gerektiğini bilmiyordum. Aile arası küçük bir nişan olacaktı. Buna uygun ne giyilebilirdi ki? ''Size nasıl yardımcı olabilirim? Nasıl bir şey bakmıştınız?'' ''Aile arası küçük bir nişan törenimiz olacak.'' dedim önümdeki askılıktan bir elbiseye dokunurken. ''Aklımda herhangi bir renk ya da model yok. Sizin önerebileceğiniz bir şey var mı?'' Görevli mi yoksa mağaza sahibi mi olduğunu bilmediğim kadın beni baştan aşağı süzdü. ''34 beden mi yoksa 36 beden mi giyiyorsunuz?'' ''34.'' ''Boyunuz kaçtı?'' ''1,74.'' ''Şöyle tam size göre midi boy bir elbise var aklımda. Size onu önereceğim. Biraz bekletsem sorun olur mu?'' ''Yok sorun değil.'' dedim gülümseyerek. Deniz eline aldığı bir elbiseyi üzerime tuttu ve az önce kadının yaptığı gibi beni baştan aşağı izledi. Elbise süt maviydi. Varla yok arası duran incecik askıları vardı ve o askılar taşla kaplıydı. Göğüs kısmı dekoltesizdi ve kalp şeklindeydi. Tam göğüs altında tüm beli çevreleyen yine taşlı bir kemer vardı. Elbise dar kalıptı ama görünene göre etekleri aşağı indikçe genişliyordu. Ayak bileklerimi kapatacak kadar uzundu. Güzel bir elbiseydi ama aile arası da olsa bir nişan için biraz sade kaçıyordu. ''Yok olmaz bu.'' dedi Deniz, benimle aynı fikirdeydi. ''Fazla tatlı.'' ''Evet, biraz daha şık olmalı.'' dedim ve bu sefer ben elime aldığım bir elbiseyi üzerime tuttum. Somon rengiydi ve baştan aşağı küçük payet taşla kaplıydı. Straplez olan bu elbise az öncekinden daha dar kalıba sahipti ve diz kapağımda bitiyordu. Etek kısmı kalem etek türündendi. Bu da güzeldi ama biraz abartılıydı. Daha çok gece giyilebilecek bir elbiseydi. Deniz'e baktım. Kaşlarını kaldırıp başını iki yana salladı ve dilini damağına çarptırdı. ''Çıks, pek içime sinmedi.'' ''Benim de.'' dedim elbiseyi aldığım yere bırakırken. Bu sefer elime aldığım elbise gece mavisiydi. V yakası ve derin bir dekoltesine rağmen askıları kalındı. Arkasına baktım, enseden bel çukuruna kadar derin bir dekoltesi vardı. Boyu ise dekolteyi eşitlemek istercesine çok uzundu, topuklu bile giysem arkamdan sürüklenecek bir kuyruğu vardı. Etek kısmı ultra dardı ve kasık kısmından ayak bileğine kadar derin bir yırtmacı vardı. Aslında çok güzel bir elbiseydi fakat fazla seksiydi. Yani nişanım için uygun olmazdı. Bana daha çok rahat ve deyim yerindeyse hanım hanımcık bir elbise lazımdı. Gece mavisi elbiseyi yerine koyacağım sırada Deniz bana engel oldu ve elbiseyi elimden aldı. Anlamayan bakışlarla baktım. ''Bunu mu alıyoruz?'' dedim şaşkınlıkla. ''Nişanımda bunu mu giyeceğim gerçekten?'' ''Yok, bu nişanımız için fazla seksi. Bunu giymen biraz uygun olmayabilir. Ama o kadar güzel ki senin üzerinde görmek istiyorum. O yüzden bunu da alacağız.'' dedi ve bana uzattı. ''Dener misin bunu?'' Elbiseyi elime aldım ve deneme kabinine girdim. Bir çırpıda üzerimdekilerden kurtulup elbiseyi üzerime geçirdim. Fermuarı ve düğmesi olmadığı için fazla uğraştırmamıştı ve sanki benim için dikilmiş gibiydi. Topuz yaptığım saçlarımı açtım, sırtımda ve göğsümdeki yerlerini alan saçlarımla bir tablodan çıkmış gibi görünüyordum. Gece mavisi elbise, dolunay kadar beyaz tenime ve siyah saçlarıma gerçekten çok yakışmıştı. Kendimi genel olarak güzel bulmazdım ama şu an karşımda gördüğüm Ada gerçekten çok güzeldi. Kapıyı açıp kabinden çıkarak Deniz'e doğru ilerledim. Başka elbiselere baktığı için beni görmemişti ama topuk seslerimi duyar duymaz bana doğru dönerek ıslık çalmıştı. ''Sevgilim. Bu ne güzellik?'' dedi elimden tutup beni kendi etrafımda iki kez döndürüp. ''Gerçekten sen benim sabır sınavımsın.'' ''Deniz.'' dedim gülerek. ''Abartma istersen.'' ''Abartmıyorum. Sana hamilelik güzelliği mi yüklendi acaba?'' dedi düşünceli bakışlarla. ''Hamilelik güzelliği mi?'' dedim. ''Eğer öyleyse kesin erkek olacak çocuğumuz. Demedi deme.'' ''O da nereden çıktı?'' ''Şimdi şöyle. Eğer anne güzelleştiyse erkek, çirkinleştiyse kız olur diye bir teori var.'' ''Çok saçma.'' dedi. Söylediğim şeyi değil, bebeğimizin kız olmasını bu kadar isterken erkek olma ihtimalini saçma bulmuştu. ''Sadece saçma bir teori.'' diyerek kahkaha attım. ''Ben senin gibi batıl inançları olan biri değilim. Ama yine de.'' ''Yine de?'' ''Erkek olacak.'' Deniz homurdandı ve elbiselere döndü. Saniyeler sonra ise az önceki kadın elinde bir elbiseyle yanımıza döndü. Modeli ve kumaşı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Şu an için elbise hakkında bildiğim tek şey çağla yeşili rengiydi. ''Evet işte geldim.'' dedi, ardından bana hayranlıkla baktı. ''İnanılmaz yakışmış.'' Bakışları mümkünmüş gibi daha da hayranlıkla dolmuştu. ''Çok büyüleyici.'' ''Teşekkür ederim, mahcup oluyorum.'' dedim kızaran yanaklarımla. Sevdiklerimden iltifat almaya alışkındım. Ama yabancı birinden duyunca çok utanıyordum. ''Müstakbel nişanlınız çok şanslı.'' dedi, Deniz'e baktım. Beni gülümseyerek izliyordu. ''Evet öyleyim. Dünyanın en güzel kadını benim eşim olacak.'' dedi göz kırparak. Kadın gülümsedi. ''Bu üzerinizdeki elbiseyi de alacak mısınız?'' ''Evet.'' dedi Deniz. ''Onu da alıyoruz.'' Kadın başını sallarken elindeki elbiseyi bana uzattı. ''Evet, bu da nişanınız için getirdiğim elbise.'' Elbiseyi alıp modelini ve kumaşını incelemeden kabine dönerek önce üzerimdeki elbiseyi çıkarttım, daha sonra nişanım için düşünülen elbiseyi giydim. Kumaşı ipekti ve o kadar yumuşaktı ki sanki üzerimde kuş tüyü vardı. Kalp şeklindeki straplez yakası göğüslerimi açıkta bırakmıyordu. Bu da hanım hanımcık tabirine uyuyordu. Göğüs altı dar kesim olan elbise aşağı doğru genişliyordu, uzaktan bakıldığında kumaş simliymiş gibi görünse de simli değildi. Fakat buna rağmen ışıl ışıl parlıyordu. Boyu dizlerim ve ayak bileklerim arasında biten elbise gerçekten çok şıktı ve bir nişan için oldukça uygundu. Tamam az önceki elbise kadar çekici değildi ama benim de zaten çekici olmamam gerekiyordu. Saçlarımı geriye atıp kabinden çıktım. Deniz beni dikkatle incelemişti. Az önceki o muhteşem hayran bakışları yoktu ama yine de içine sinmiş gibi duruyordu. ''Bence net bu.'' dedi. ''Fazlasıyla şık ve nişanımız için oldukça uygun. Gündüz olacağını da düşününce aklıma baya yattı. Sen ne düşünüyorsun?'' ''Benim de hoşuma gitti.'' dedim başımı eğip elbiseye bakarak. Ardından kendi etrafımda döndüm. ''O zaman alıyoruz. Doğru mu anladım?'' dedi Deniz. ''Evet.'' dedim ve beklemeden kabine gidip elbiseyi çıkartarak kendi kıyafetlerimi giydim. Kabinden çıktığımda elbiseyi kadına teslim ettim. Deniz ayakkabılara bakıyordu. ''Ayakkabı da almamız gerekiyor.'' dedi bir tanesini alıp bakarken. Alışveriş yapmaktan o kadar sıkılmıştım ki hiç modellerle ilgilenmek istemiyordum. Deniz'in elindeki gayet hoş görünüyordu. Elime alıp numarasına baktım. 38 numaraydı. ''Tamam bu olur işte. Alıp gidelim.'' ''Çok mu sıkıldın?'' dedi minik bir kahkahayla. ''Evet inanılmaz sıkıldım.'' dedim. ''Hem senin için de bir şeyler almayacak mıyız? Başka mağazaya gitmemiz gerek.'' ''Dolabımı yeni yeniledim sevgilim. Hiç giymediğim on sekiz tane takım elbisem var. Onlardan birini giyeceğim.'' ''E harika o zaman.'' dedim ve yanımıza doğru gelen görevli kadına ayakkabıları gösterdim. ''Bu ayakkabılar da olacak.'' ''Peki efendim, nasıl isterseniz.'' dedi kadın ve reyondan ayakkabıları alıp kasaya doğru uzaklaştı. ''Kuaförden sonra ben de şirkete gelebilir miyim?'' dedim kedi gibi yalvaran bakışlarla. ''Evden çalışmak çok sıkıcı. Odamı ve Gülşah'ı özledim. Gülşah da gelecek değil mi düğünümüze?'' ''İstersen gelir Ada.'' ''İstiyorum evet.'' dedim. ''Ama soruma cevap vermedin? Kuaförden sonra geleyim mi ben de? Geleyim bence. Geleyim geleyim.'' ''Gel sevgilim. İstersen Gülşah'la düğün için organizasyon şirketlerine bakarsınız. Hem davetiye de seçersiniz belki.'' ''Olur.'' dedim heyecanla. ''Zaten ne Selay beni umursuyor ne de Miray. Gülşah bana yardımcı olur belki.'' Deniz bakışlarını kaçırdı. ''Tamam. O zaman ben Hakan'la şirkete geçiyorum. Burak da seni kuaföre götürsün. Ondan sonra seni şirkete getirir.'' ''Tamam sevgilim.'' dedim yanağını öperek. Kasaya varmıştık. Deniz üç parça için otuz dört bin lira ödediğinde biraz da olsa şoka girmiştim ama artık alışmam gerektiğini kendime hatırlattım. Artık üzerinde etiket olmayan elbiselerin olduğu mağazalardan giyinecektim belli ki. Mağazadan çıktığımızda bizi tam anlamıyla bir basın ordusu çevrelemişti ve Deniz'in deyimiyle Bir bu eksikti. ''Nereden çıktı bunlar?'' dedi Deniz sinirle. Gözleri Hakan abi ve Burak'ı arıyordu. ''Çok lazımlarmış gibi hepsi doluşmuş.'' Burak ve Hakan abi yakınlardaymış gibi durmuyordu ve anlaşılan iş başa düşmüştü. Deniz derin ve sabırlı bir nefes alıp kameralara doğru yürüdü. Elimi tutmayı da ihmal etmemişti tabii. ''Deniz Bey, evleneceğiniz haberlerini duyduk. Aslı var mıdır? Evleniyor musunuz?'' ''Deniz Bey Cemre Hanım yaşıyormuş. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?'' ''Deniz Bey Melih Karahan dosyası giderek karışık bir hal almaya başladı. Sizce nerede saklanıyorlar?'' ''Cemre Hanım'ın yaşaması sizi nasıl etkiledi?'' ''Cemre Hanım'ın tutuklandı. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?'' Deniz hepsine dövecek gibi bakarken elini sıktım. Varlığımı önce eli fark etti. Daha sonra bakışları yumuşadı ve derin bir nefes aldı. ''Evet, tek tek cevaplayayım. Evleneceğimiz haberleri doğru. Ada Hanım'la birkaç hafta sonra evleneceğiz. Düğün medyaya kapalı olacak. Bu konu hakkında yapacağım tek açıklama buydu. Cemre Seçkin'in yaşaması hakkında bir yorum yapmayacağım. Sizler gibi ben de şaşkınım. Tek temennim yarattığı bu sahte ölümün cezasını çekmesi. Melih Karahan'a gelirsek, dava hızlı bir şekilde ilerliyor. Sayın savcımız ve değerli polislerimiz ellerinden gelen her şeyin en iyisini yaparak çalışıyorlar. Kısa zamanda yakalanacaklarına hiç şüphem yok. Ve evet, Cemre Seçkin tutuklandı. Dava süreci devam ettiği için yorum yapmam doğru değil fakat dediğim gibi hak ettiği cezayı alması tek temennimiz.'' ''Deniz Bey düğün nerede ve ne zaman olacak?'' ''Ada Hanım'ın babası cezaevinde. Cezasında ne kadar indirim olacak? Tahliye şansı var mı? Düğüne katılabilecek mi?'' ''Açıklamalarımız bu kadar arkadaşlar. Daha fazla soruya cevap vermeyeceğim. Şimdi müsaadenizle gitmek istiyoruz. İzin verir misiniz?'' dedi Deniz ve benimle birlikte kameraların arasından yürümeye çalıştı. ''Deniz Bey Cemre Hanım'la konuşabildiniz mi? Neden bu sahte ölümü planlamış?'' ''Deniz Bey düğününüzü söylemediniz? Nerede olacak? Hazırlıklara başladınız mı?'' Deniz tam bir şeyler söylemek için ağzını açmıştı ki Burak ve Hakan abi imdadımıza yetişti. ''Evet, açılın. Açılın.'' dedi Hakan abi. ''Uzaklaşın lütfen, lütfen açılır mısınız?'' dedi kibar bir dille. Kibar üslubuna tezat olan kolları kameramanları ve muhabirleri sertçe geriye itti. Allah herkesi Hakan abinin gazabından korusundu çünkü tek yumrukta insanı yere serecek kadar güçlü görünüyordu. ''Hadi, zorluk çıkarmayın. Uzaklaşın lütfen.'' Hakan abinin uyarılarıyla birlikte diğer arbede sesleri de kulağımızdan uzaklaştığında Burak'ın kullandığı arabaya doğru yürüdük. Deniz dikkat etmem gerektiğini anlatan bir sürü cümle kullanıp beni tembihledi ve uzunca bir süre kucaklayıp Burak geldikten sonra kaşla göz arasında kredi kartını çantama sokuşturup kendi arabasına doğru gitti. ''Evet Ada Hanım.'' dedi Burak kapımı açıp binmemi beklerken. ''Nereye gidiyoruz?'' ''İnan hiçbir fikrim yok.'' dediğimde Burak kapımı kapattı ve koşar adımlarla şoför koltuğuna gitti. Burak, Deniz'in korumaları arasında en küçük olandı. Genel olarak hepsi otuzunun üstündeydi. Sadece Kerem Deniz'le yaşıttı ama Burak Kerem'den de küçüktü. Yirmi beş ya vardı ya yoktu ve bir koruma olmak için biraz toy görünüyordu. ''Yani şimdi sizi nereye götüreyim Ada Hanım?'' ''Sen beni bildiğin en yakın bir kadın kuaförüne götür Burak. Müşterisi olduğum bir kuaför yok. O yüzden sen nereye götürürsen ben tamamım.'' ''Anladım Ada Hanım. Çok yakında bir yerde bildiğim bir tane var. Oraya götüreyim sizi.'' ''Olur.'' dedim ve telefonumu çıkartıp aldığım elbiselerle kabinde gizli gizli çekildiğim fotoğrafları whatsapp gruplarına attım. Zaten iki grubum vardı. Biri kardeşlerimle olandı. Diğeri de Deniz'in, Uygar'ın, Miray'ın, Selay'ın ve Can'ın olduğu gruptu. Birkaç dakika bekledim, mesajlarıma yanıt vermeleri bir yana kimse görmemişti bile. Bugün neden beni kimse takmıyordu gerçekten anlamıyordum. Düşünmeyi bırakıp fotoğrafları tekrar seçtim ve bu sefer Melis'e gönderdim. ''Dünyanın en güzel görümcesi, elbisem nasıl?'' Melis mesajımı anında gördü ve yanıtladı. ''Dünyanın en güzel yengesi, harika olmuşsun. İki elbise de mü-kem-mel. Abim sana tekrardan aşık olmuş olmalı. Hangisini giyeceksin?'' ''Teşekkür ederim Melisçim. Evet abin bana tekrardan aşık oldu sanırım. Çağla yeşilini giyeceğim.'' ''Prenses gibi olacaksın Ada. Abim çok şanslı. Seni kaçırmadı, çok akıllıca bir hareket öyle değil mi?'' ''Ahaha. Evet güzelim.'' yazdım. Melis çevrimdışı olmuştu. Telefonumu çantama atıp etrafı gözlemledim. Büyük gökdelen ve rezidansların arasında ilerliyorduk. En küçük mağaza bile ben lüksüm diye bağırıyordu. Burak motoru susturdu. ''Geldik Ada Hanım. Bakın hemen şurada.'' dedi işaret parmağıyla sağ tarafta bir yeri gösterirken. İşaret ettiği yere bakarken kapı koluna uzandım. Fakat Burak şimşek gibi bir hızla arabadan indi ve kapımı açtı. ''Teşekkür ederim.'' dedim ve kuaföre doğru yürüdüm. Burak kapıdan içeriye girene kadar peşimden gelmişti. Benimle içeriye girmesinden çok korkmuştum fakat korktuğum şey başıma gelmemişti. Kuaförde neyse ki çok sıra yoktu. Saçım temizdi ama kesimin düzgün olması için yine de yıkatmıştım. Yıkamadan sonra saçıma bir sürü bakım yağı sürmüşlerdi ve bu zamana kadar saçımla ilgili aldığım en güzel hizmetti. Kadınların neden kuaförden çıkmadığını şimdi anlamıştım. Kurutma işleminden sonra sandalyeye geçtim. Kuaför her ne kadar saçlarımın çok güzel ve bakımlı olduğunu, kestirmemem gerektiğini söylese de uçlarından yedi sekiz santim kesmeye en sonunda razı olmuştu. Çünkü ben aksi taktirde sandalyeden kalkmayacaktım. Saçlarım kesildikten sonra kuaför arkama ayna tuttu ve saçlarımı gösterdi. Çok uzun olduğu için kesildiği belli bile olmuyordu ve bu hoşuma gitmişti. ''Elinize sağlık. Çok hafifledim.'' dedim. Halbuki sadece uçları gitmişti ama yine de çok rahat hissediyordum. ''Güle güle kullanın.'' diyen kuaföre kocaman gülümsedim ve borcumu ödeyip dışarıya çıktım. Burak beni bıraktığı yerde bekliyordu. Burak'la arabaya döndük, kısa bir süre sonra ise nihayet şirkete varmıştık. Burayı gerçekten çok özlemiştim. Anlaşılan buradakiler de beni özlemişti çünkü herkes bana gülücükler saçıyordu. ''Hoş geldiniz Ada Hanım.'' diyen herkese kocaman gülümsedim ve herkese el sallayıp selam vererek odamın olduğu kata çıktım. Gülşah Deniz'in odasından çıkmıştı ve bana doğru geliyordu. ''Ada Hanım.'' dedi büyük bir heyecanla. Yüzünde büyük bir sevinç vardı. ''Ada Hanım hoş geldiniz. Sizi burada görmeyi çok özlemiştim.'' Gülşah'ın koluna dokundum. ''Gülşahçım ben de burada olmayı çok özledim. Hoş buldum.'' ''Odanıza mı geçeceksiniz? İstediğiniz bir şey var mı? Çay, kahve ya da başka bir şey. Yemek yemediyseniz yemeğinizi getirteyim.'' ''Dur dur sakin ol Gülşahçım. Gel odama geçelim. Bir soluklanıp dinleneyim, ondan sonra bir şey istersem söylerim.'' Gülşah yaşadığı heyecandan mahcup olmuş olacak ki başını hafifçe yere eğdi. ''Buyurun Ada Hanım.'' dedi odamı gösterip. ''Geçelim.'' ''Tamam sen geç beni bekle. Ben Uygar'a uğrayıp geliyorum.'' dedim ve Gülşah'ın koluna bir kez daha dostça dokundum. Gülşah benim odama ilerlerken ben de Uygar'ın odasına yürüdüm ve açık olan kapıyı tıklatıp içeriye girdim. Uygar varlığımın farkında değilmiş gibiydi çünkü bakışları bilgisayar ekranına kilitlenmişti. 'Heyoo.'' dedim beni fark etmesini sağlamak isterken. ''Hırsız girse haberiniz olmayacak Uygar Bey. Bu ne dalgınlık?'' ''Aaaaaa.'' dedi Uygar ayağa kalkıp. ''Adacım, sen mi geldin?'' ''Ben geldim ya. Ama seslenmesem ruhun duymayacak. Kapıya vurdum onu bile duymadın.'' Uygar bana doğru ilerledi. ''Vallahi Ada o kadar yoğunum ki sana anlatamam. Hiçbir şeyin farkında değilim. İşler toparlanmıyor. Batmazsak iyi.'' ''Bir şey olmaz. Siz halledersiniz.'' dedim Uygar kollarını etrafıma sardığında. ''Çok şükür Deniz döndü. Üstümden büyük bir yük kalktı vallahi. Yoksa delirecektim.'' Kıkırdadım. ''Delirme, sen bize lazımsın.'' dedim Uygar kollarını etrafımdan çektiğinde. Yavaş adımlarla koltuğuna ilerledi ve oturdu. Ben de karşısındaki misafir koltuğuna oturdum. ''Hayır ben mühendisim. Ne anlarım ticaretten, satın almadan, şirket yönetmekten, kar ve zarardan. Ver bana bir proje hemen işleme alayım. Sen iste on tane rezidans dikeyim ama ben ne yapıyorum. Şirket yönetiyorum.'' Küçük bir kahkaha attım. ''Geçti Uygarcım... Neyse benim senin yardımına ihtiyacım var.'' ''Söyle Adacım.'' ''Şimdi şöyle bir şey var Uygar. Deniz'e en acilinden bir at almam lazım. Nişan hediyesi olarak.'' ''Deniz hayatta çiftliğe almaz onu." ''Aldıktan sonra mecbur kabul edecek Uygar. Ne yapacağım ben o atı? Eve alıp besleyemem ya. Kedi mi bu? Mecbur çiftlikte kalmasına razı olacak.'' ''Ada at almak nereden çıktı? Hem kaç para onlar senin haberin var mı? Ve Deniz'in atı var zaten. Daha yeni iyileşti, hatırlatırım.'' ''Deniz İnci'ye bir eş almaktan bahsetti Uygar. Diğer bütün atlar İngiliz atıymış. Ama sadece İnci Türkmen atıymış. Yalnız hissetmemesi için İnci'nin türünden bir at almak istediğini söyledi. O almadan ben alayım. Ne olur yardım et bana Uygar. Lütfen yalvarıyorum. Aklıma hiç hediye gelmiyor çünkü.'' ''Kabul ettim diyelim. Nasıl alacaksın Ada? Bir at nereden baksan en az beş yüz bin lira ediyor.'' "Savaş bana borç verdi." dedim dudağımı ısırıp. "Ada." dedi inanamayarak. "Deniz ona hediye alman için borç aldığını ve benim de bu işe ortak olduğumu duyarsa beni tekme tokat şu camdan aşağı atar." "Uygar." dedim uyarıcı bir sesle. "Kabul ediyor musun yoksa başkasından mı yardım alayım?" "Çok şey istiyorsun Ada." "Uygar ya kabul edersin ya da Miray konusunu açıp seni utandırırım." Yanakları anında kırmızıya dönmüştü. "Offf Ada tam bir baş belasısın. Peki tamam. Kabul. Nasıl bir şey istiyorsun?" Çattığım kaşlarımı indirdim ve yüzüme şirin mi şirin bir ifade yerleştirdim. "Şimdi." dedim sevimli bir sesle. "İnci dişi olduğu için benim alacağım at erkek olmalı. Bir de siyah olsun. Benim saçlarım gibi. He bir de yaşı İnci'ye yakın olsun. Bir de Türkmen atı olacak." "Ketçap ve mayonez de olsun mu Ada?" dedi bakışlarını benden çekip bilgisayarına çevirirken. "Uygar seni bacaklarından tavana asarım." dedim havaya kaldırdığım kaşlarımla. "Dalga geçme benimle." "Siz Deniz'le tam birbirinize göresiniz biliyor musun? İkiniz de delisiniz." "Öyleyizdir." dedim yersiz bir özgüvenle. "Ocağına düştüm diyorum Uygar. Yalvarayım mı illa? Yardım etmeyecek misin gerçekten?" "Edeceğim baş belası. Edeceğim. Araştırıyorum şimdi. Bak." dedi bana bilgisayar ekranını gösterip. Ekranda siyah renkli atlar vardı. "Uygar sen bir tanesin." "Biliyorum. Ben olmasam ne yaparsınız hiç bilmiyorum gerçekten." "Hiçbir şey yapamayız." dedim sevimli bir sesle. "Seni seviyorum abicim." Uygar bana o kadar güzel bir gülümsemeyle baktı ki sanki tanıştığımızdan beri bu anı bekliyormuş gibiydi. Bakışları sıcacık olmuştu. Ne diyeceğini bilemediğini fark ettim. Beni sadece göz kırparak yanıtladığında ayağa kalktım. "Neyse ben odama geçiyorum. Sana kolay gelsin." dedim işaret ve orta parmağımı birleştirip iki kaşımın ortasına vurarak. "İşler beni bekler." "Kolay gelsin Adacım." dedi Uygar ve bilgisayarına döndü. Uygar'ın odasından sonra kendi odama gittim. Gülşah masamı siliyordu. "Gülşahçım bu işler için zaten başka biri çalışmıyor mu? Neden masamı siliyorsun?" Gülşah her zamanki gibi bana gülümseyerek baktı. Çok güzel bir kızdı. Bal rengi uzun saçlarına açık kahverengi gözleri eşlik ediyordu. Burnu minicik, hokka gibiydi. Gözleri badem şeklindeydi. Yaşı küçüktü. Taş çatlasa benden üç yaş büyüktü. "Sabah temizlenmişti ama yine tozlanmış. Sizi beklerken ben de silmek istedim." dedi ve elindeki ıslak mendili çöpe atıp koltuğumdan uzaklaştı. "Teşekkür ederim Gülşahçım. Şimdi bize iki çay söyler misin?" "Misafiriniz mi var Ada Hanım?" "Hayır Gülşah. Seninle çok işimiz var. Bana yardım etmen lazım. Çayı sen ve ben içeceğiz." "Tamam Ada Hanım. Söylüyorum ben hemen." dedi Gülşah telsizini cebinden çıkartırken. Ona masamın önündeki koltuğu işaret ettim. "Otur sen de." dedim koltuğuma yerleşirken. Gülşah koltuğa yerleştiğinde aradığı kişi de telsizi yanıtlamıştı. "Ada Hanım'ın odasına iki çay getirir misiniz?" dedi kibar bir dille. Birkaç saniye sonra telsizi kapatmıştı. "Ada Hanım size nasıl yardımcı olabilirim?" Ellerimi masaya koyup parmaklarımı birleştirdim. "Şimdi Gülşah, ilk benden duyacaksın büyük ihtimalle. Biz Deniz'le 14 Aralık'ta evleniyoruz." "Ada Hanıııııım." dedi Gülşah heyecanla. "Çok sevindim. Harika bir haber bu." "Teşekkür ederim. Şimdi seninle düğünle ilgili işleri halletmemiz lazım. Davetiye, düğün için ayarlanacak organizasyon şirketi vesaire. Çok işimiz var anlayacağın." "Bildiğim çok güzel şirketler var. Hangisini isterseniz iletişime geçerim. Ama önce gidip notebookumu alayım." dedi Gülşah ayağa kalkıp. Başımı salladım. Gülşah hızlıca yürüdü ve sadece bir dakika sonra odama tekrar geldi. "Evet. Şimdi bakabiliriz." dedi az önce kalktığı yere otururken. Ben de bilgisayarımı açmış, işle ilgili olan maillere bakıyordum. Kapım çaldığında bakışlarımı oraya çevirmiştim. Çaylarımız gelmişti. "Getirdim Ada Hanım." dedi mutfakta çalışan abla bize doğru gelirken. "Başka bir isteğiniz var mıydı?" "Yok teşekkür ederiz." dedim ve çayımı alıp yudumladım. Benden sonra Gülşah da çayını aldı ve önüne koydu. "Afiyet olsun." dedi çayı getiren abla. Hızlı adımlarla odadan çıkmıştı. "Ada Hanım ben buradan bakayım, güzel ve şık olanların linkini size atayım. Öyle bakarsanız. Olur mu?" "Olur Gülşah. Önce davetiyelerden başlayalım. Aradan çıksın. Çok az kaldı çünkü." "Peki Ada Hanım. Nasıl isterseniz." "Gülşah, bu arada sen de davetlisin. Şimdiden söyleyeyim de o güne bir plan yapma." Gülşah kocaman gülerek bana baktı. "Teşekkür ederim Ada Hanım. Orada olmak için sabırsızlanıyorum." Ona gülümseyerek cevap verdim ve bana link atana kadar ufak tefek işlerimle ilgilendim. "Yemek yemiş miydin Gülşah?" dedim saate bakarken. Üçü çeyrek geçiyordu. Öğle yemeği saati çoktan geçmişti. Muhtemelen yemişti ama bazen işler yoğun oluyordu ve Gülşah'ın ikide hatta üçte bile öğle yemeğine gittiği oluyordu. "Yedim Ada Hanım teşekkürler. Siz bir şey istiyor musunuz?" Midemi yokladım. En son sabah bir simit yemiştim ama aç hissetmiyordum. "Yok istemiyorum." dedim ve Gülşah'ın attığı linke tıkladım. Güzel, büyük ve şık bir davetiye linki atmıştı. "Hmm fena değil. Ama sanki biraz fazla büyük." "Tamam, bu attığıma bakın." dedi Gülşah. Linke tıkladım. Lacivert renkli, kenarlarında gümüş yaldızları olan abartısız ama göze hoş görünen bir davetiyeydi. "Bunu bir yere kaydet. Hoşuma gitti." dedim çayımı yudumlarken. Gülşah başını salladı. Böyle böyle dakikalar ilerlemişti. Nihayetinde Gülşah bana otuz davetiye atmıştı. Hepsi çok güzeldi ama seçenek arttıkça seçim yapmak da zorlaşıyordu. O yüzden daha fazla bakmamaya karar verdim ve ikinci attığı lacivert davetiyeyi seçtim. "Kaç tane sipariş verelim?" Düşündüm. Deniz yaklaşık beş yüz kişi çağıracağını söylemişti. Benim çevremden de elli kişi gelse beş yüz elli oluyordu. Düz hesap yaptım ve altı yüzde karar kıldım. "Altı yüz olsun." "Ada Hanım Çırağan Sarayı 650 kişilik düğün hizmeti veriyor. İsterseniz 650 olsun." "Peki öyleyse. Kapasite kadar sipariş verelim." dedim. Gülşah ekranda bir şeyler yaptı ve bana döndü. "Cuma günü hepsi elimize ulaşmış olur. Ben de o gün herkese göndermeye başlarım." "Sağ ol Gülşahçım." dedim. "Kolay olanı hallettik. Şimdi sıra organizasyon kısmında." "O daha kolay." dedi Gülşah. "Organizasyon şirketleri hazır konsept sunuyorlar. Hangisini beğenirseniz onu o gün hazırlıyorlar." "Nasıl yani paket gibi mi?" "Evet Ada Hanım. Bakın bir link attım size." Ekrana bakıp linke tıkladım. Gri ve beyaz rengin hakim olduğu bir konseptti. Beyaz masa örtüleri, gri mumlar ve peçeteler. Şeffaf tabaklar, gümüş bıçaklar. "Fena değilmiş. Yani biz bir şeyleri birbirine uydurmak zorunda değiliz öyle mi?" "Evet Ada Hanım. Şimdi bir tane daha atıyorum." Birkaç saniye sonra gelen linke tıkladım. Bu konsept daha tatlıydı. Çünkü renkleri sarıydı. Gözlerimden kalpler çıkartarak ekrana baktım. "Gülşah bu olsun." dedim hiç düşünmeden. "Harika görünüyor." Konsepti inceledim. Cam tabakların yanına bebek sarısı peçeteler konulmuştu. Mumlar uzun, ince ve biraz daha koyu sarıydı. Masaların ortalarına konulmak için hazırlanan çiçekler küçük sarı ve beyaz papatyalardan, yeşil küçük yapraklardan oluşuyordu. Tabakların altına konulan suplalar hasırdan yapılmış gibiydi ve gerçekten çok güzel görünüyorlardı. "Başka hiçbir şeye bakmayacak mısınız Ada Hanım?" "Yok Gülşahçım. Baktıkça seçemiyorum. Bu olsun. Hiç başka şeylerle kafamı karıştırmayayım." "Peki Ada Hanım. Ben arayıp gerekli görüşmeyi yaparım. Şimdi izninizle çıkıyorum. Bir şeye ihtiyacınız olursa arayın lütfen." "Tamam Gülşah. Teşekkür ederim." dedim. Gülşah hızlı ve heyecanlı adımlarla odadan çıktığında ben de koltuğumdan kalktım ve Deniz'in odasına gittim. Bilgisayarın ekranına bakarak İngilizce bir şeyler konuşuyordu. Sanırım online bir toplantıdaydı. "Yes, yes Ms Anna. My assistant Gülşah will organize a meeting for us. You decide which hotel it will be in. We have worked with your father before. He was quite satisfied. I'm sure you will like it too." "Ok Mr Aladağ. Is the date of December fourteenth suitable for you? It could be a few days later. I am not available before." "No way. I'm getting married on that date. Afterwards, I will be on my honeymoon. I need a long vacation. I will be abroad. I won't be in Turkey before the Christmas." "I get it. I congratulate you in advance. OK, then I'll think of another solution. Have a nice day for now Mr Aladağ." "Have a nice day Ms Anna. See you later." "See you later." Deniz ekranı kapattığında usul usul yanına ilerledim ve Deniz'in bacağının üzerine oturup kollarımı boynuna sardım. "Düğünümüz yüzünden bir işiniz askıya mı alındı yoksa bana mı öyle geldi?" dedim Deniz'i gülümseyerek öperken. "Ve biz düğünümüzden noele kadar yurt dışında mı olacağız gerçekten?" "Düğünümüz..." dedi fısıltıyla. Ardından gülümseyerek bana döndü. "Düğünümüzden daha önemli hiçbir şey olamaz. Ve evet. Düğünümüzden noele kadar balayında olacağız. Belki daha uzun da olabilir. Nereye gitmek istersin?" Dudağımı büktüm. "Bilmem, hiç düşünmedim." "Düşün sevgilim. Ona göre otel rezervasyonu yaptırtacağım Gülşah'a." Başımı sallayıp Deniz'in alnını öptüm. "Seninle nereye gidersem gideyim orası dünyanın en güzel yeri olur." dedim ona daha sıkı sarılırken. "Böyle şeyler söylersen ben bazı şeyler için kendimi tutamayabilirim Ada." dedi çapkın bir sesle. "Deniz, şirketteyiz." dedim uyarıcı bir sesle. Yüzüme yerleşen gülümsemeye engel olamıyordum. Yavaşça kucağından kalktım. "Hadi artık eve gidelim. Çok yoruldum." "Benim çok işim var sevgilim. Sen Burak'la eve dön. Zaten Kerem, Tolga ve diğerleri evde. Korkmana gerek yok. Ben geç olmadan gelirim." dedi. Ardından gözleri yeni fark ettiği saçlarıma takıldı. "Saçların. Tahmin ettiğimden daha kısa olmuş." dedi üzgün bir sesle. "Üzülme. Çok çabuk uzuyor zaten." "Selay haklı mıydı?" dedi meraklı bir sesle. "Hangi konuda?" "Hamileyken saç kesilmez dedi ya. Uğursuzluk getirir demişti." "Bunlar Selay'ın saçma sapan inançları sevgilim. Takılmasan mı böyle şeylere acaba?" Deniz karnıma dokunup boynuma derin bir öpücük bıraktı. "Sana ya da bebeğimize bir şey olursa yaşamak için hiçbir sebebim kalmaz." dedi nefesi boynumda gezerken. Ürpermiştim. Bir adım geri çekilip yüzünü ellerimin arasına aldım. "Bana ya da Toprak'a hiçbir şey olmayacak. Söz veriyorum." dedim ve dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. "Ben gidiyorum. Akşam ne yemek istersin?" Gözleri ışıldadı. "Yemek mi yapacaksın?" Başımı salladım. "Ülkü abla yok. O yüzden ben yapacağım. Müstakbel kocamı aç bırakamam değil mi?" dedim sırıtırken. "Hadi söyle ne istiyorsun?" "Makarna istiyorum." "Deniz makarnadan başka yemekler de yapmayı biliyorum. Sırf yorulmayayım diye makarna istiyorum diyerek işin içinden çıkamazsın." "Ama yorulmanı istemiyorum." "Yorulmayacağım. Hadi söyle ne istiyorsun?" Biraz düşündü. Yapılabilecek en kolay yemekleri düşündüğüne emindim. "Kaç tane seçenek söylemem gerekiyor?" "Pilavla ve hamur işiyle aran yok. Çorba ve ana yemek yiyorsun sadece. O yüzden iki seçenek söyle. Hangi çorbayı ve hangi yemeği istiyorsun?" "Tamam, domates çorbası ve mantarlı tavuk istiyorum." dedi. Gerçekten dünyanın en kolay yemeklerini söylediğine inanamıyordum. "Peki. O zamaaaan ben gidiyorum. Müstakbel kocama yemek yapmam gerekiyor." Deniz memnuniyetle güldü. "Tamam sevgilim. Seni çok seviyorum. Dikkat et." Uzanıp yanağını öptüm. "Görüşürüz sevgilim." *** Eve geldikten sonra ilk işim üzerimdekilerden kurtulmak olmuştu. Üzerime daha rahat bir şeyler giyip saçımı topuz yaptım ve mutfağa indim. Telefonumdan şarkı açtıktan sonra çorba ve yemek için gerekli olan bütün malzemeleri tezgaha koydum. Bir yandan dans ediyor, bir yandan şarkıya eşlik ediyor, bir yandan da malzemeleri doğruyordum. Bak Haykırıyor Vurdular Adamım Ellerin Yorgun ama keyifli hissediyordum. Deniz için bir şeyler yapmak çok hoşuma gitmişti. Tamam, ona ilk kez yemek yapmıyordum ama bu sefer farklıydı. İlk yaptığımda henüz sevgilim değildi. Şimdi her şey çok farklıydı. Evleneceğim adama yemek yapıyordum. Bebeğimin babasına yemek yapıyordum. Kendi kendime gülümsedim. Ocağa aldığım çorba kısık ateşte kaynarken küçük küçük kestiğim tavuk parçalarını tavaya aldım. Onlar da kısık ateşte pişerken mantarları, sarı ve kırmızı biberleri küçük küçük doğradım. Tavuk yeterince piştiğinde mantarları ve biberleri ekledim. Geriye baharatlar ve soslar kalmıştı. Dolaptan baharatları ve soya sosunu aldım. Çorbaya karabiber ve kekik atmıştım. Bu ikisi yeterliydi. Yemeğe ise kekik, pul biber ve soya sosu eklemiştim. Yemek için de bunlar yeterliydi. Çorba ve yemek pişerken dağınıklığı toplayıp salataya geçtim. Mevsim salatası yapacağım için dolaptan havuç, kırmızı lahana, kırmızı turp ve kırmızı pancar çıkarttım. Hepsini rendeledikten sonra servis tabağına alıp çorba ve yemeğin altını kapattım. Her şey hazırdı. Dolaptan tabakları, bardakları çıkartıp bir tepsiye koydum ve salondaki yemek masasına taşıyarak hepsini uygun yerlere yerleştirdim. Çorba, yemek ve salatayı Deniz gelince masaya alacaktım çünkü ne zaman geleceğini bilmiyordum ve soğumasını istemiyordum. Mutfağa koşup iki tane mum aldım ve onları da Deniz gelince yakmak üzere masaya koydum. Romantik bir akşam yemeği olacaktı. Sofraya son kez bakıp yukarıya çıktım ve banyoya girdim. Daha sabah duş almıştım ama çok terlemiştim ve her yerim yemek kokuyordu. Normalde bunu dert etmezdim elbette ama midemin bulanmasından korktuğun için yıkanmak istemiştim. Müzik eşliğinde aldığım hızlı bir duştan sonra giyinme odasına gittim. Hala bir şeyler çalan telefonumu aksesuar masasına bırakarak giyecek bir şeyler aradım. Üzerime önce iç çamaşırlarımı giydim. Ardından bir sweatimi ve eşofmanımı raflardan alıp onları da aksesuar masasına bıraktım. Ama bunlardan önce gelinliğimi denemek istiyordum. Tüm asaletiyle yerli yerinde duruyordu. Hazır Deniz yokken denesem hiç fena olmazdı. Askıya uzanıp gelinliği aldım ve büyük bir itinayla giydim. Neyse ki fermuarı beni zorlamamıştı. Aynanın karşısına geçip kendimi inceledim. Güzel olacağını tahmin ediyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Aynada gördüğüm Ada bir kuğudan farksızdı. Beyaz satenin üzerine dökülen siyah saçlarımın gelinliğimle bu kadar uyum sağlayacağını hiç düşünmemiştim. Gözlerimin içi parlıyordu. Bu sen misin Ada? Kendi etrafımda dönüp aksesuar masası üzerinden gelinliğin kollarını da aldım ve dirseklerimle omuzlarım arasına gelecek şekilde yukarıya çıkarttım. Evet böyle çok daha güzel olmuştu. Şarkının sesini sonuna kadar açıp dans etmeye başladım. Gelin olmak gerçekten harika bir şeydi. Eteğimi bir o yana bir bu yana savuruyordum. Saçlarım da benden emir almış gibi sağa sola süzülüyordu. Bu ahenge bayılmıştım. Aynada kendimi izlerken bir yandan da elime aldığım saç fırçamla şarkıya eşlik ediyordum. Keşke her gün gelin olsaydım. Gelinliğimle yeterli bir vakit geçirdiğime kanaat getirdim ve kıyafetlerimi giymek için ayna karşısından ayrılıp aksesuar masasına döndüm. Masanın ayaklarına düşen gölge yüzünden büyük bir çığlık atmıştım. Bakışlarım gölgenin sahibine yöneldiğinde elim hızla atan kalbime yaslanmıştı. Neyse ki korkacak bir şey yoktu ama içimi ve yüzümü büyük bir hüzün kaplamıştı çünkü Deniz gelmişti. Ve beni gelinlikle görmüştü. |
0% |