@_kubraakyol
|
''Deniz.'' dedim büyük bir üzüntüyle. ''Ne zaman geldin sen? Hiç duymadım geldiğini.'' ''Ha siktir.'' dedi Deniz, benden daha çok üzülmüştü çünkü beni asla gelinlikle görmek istemiyordu. ''Tam on dakikadır sesleniyorum Ada. Şu telefonun sesini sonuna kadar açmasan olmuyor muydu? Sana bir şey oldu sandım, o yüzden cevap veremiyorsun sandım. Müzik sesinin buradan geldiğini duyunca da girmekte bir sakınca görmedim.'' ''Deniz.'' dedim mahcup bir sesle. Benim yüzümden beni gelinlikle görmesi beni gerçekten ama gerçekten çok üzmüştü. Tamam benim böyle bir totemim yoktu ama Deniz'in vardı ve ben istemeden de olsa ona saygısızlık etmiştim. Hiçbir uğursuzluk olmayacaktı ama Deniz böyle düşünmeye devam edecekti. Büyük bir sıkıntıyla ofladım. ''Sevgilim çok özür dilerim. Gerçekten duymadım. Özellikle yaptığım bir şey değildi.'' Deniz hayal kırıklığıyla arkasını döndü ve içeriye doğru ilerledi. Adım sesleri uzaklaşmış, ardından odanın kapısı kapanmıştı. Neredeyse ağlayacaktım. Neden duymamıştım? Neden telefonun sesini çok açmıştım? Sinirle alnıma vurdum ve lanetli bir şeyden kurtulmak istercesine gelinliği apar topar üzerimden sıyırarak çıkardım. Askıya asma zahmetinde bile bulunmadan yerde öylece bırakıp günlük kıyafetlerimi giyerek aşağı indim. Deniz camdan bahçedeki gölü izliyordu. Kafasına bir şey diktiğinde viski olduğunu gördüm. ''Sevgilim.'' dedim çekingen adımlarla yanına ilerlerken. Bana dönmemişti. ''Çok mu kızdın bana?'' Cevap vermemişti. Bu biraz fazla değil miydi? ''Çok güzel görünüyordun.'' dedi mırıldanır gibi. Yavaş hareketlerle bana döndü ve kolunu bana uzattı. "Sen az gelsene bakayım yanıma." Ayaklarımı yere sürte sürte yürüdüm ve kedi gibi yanına sokuldum. Saçlarımın kokusunu içine çekerek beni kollarıyla sardı. "Neden böyle?" ''Ney böyle?'' "Neden sana gördüğüm en güzel şey senmişsin gibi bakıyorum?" Dudağımı aşağı kıvırarak yüzüne baktım. Bunun cevabını bilmiyordum. ''Bilmem.'' dedim. Gözlerim dolmuştu, ağlamamak için verdiğim büyük çaba yüzünden çenem titriyordu. ''Ben gerçekten fark etmedim Deniz. Seni duymadım. Duysam görmeni engellerdim. Yemin ederim. Senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum ama sana söz veriyorum. Hiçbir uğursuzluk olmayacak. Hiç kötü bir şey olmayacak. Çok özür dilerim.'' ''Seni gelinlikle gördüğüm için değil beni korkuttuğun için kızdım Ada.'' dedi saçlarımın kokusunu iyice içine çekerken. ''Senden ses gelmeyince bir şey oldu sandım. Bir daha seni evde yalnız bırakmayacağım.'' ''İyiyim Deniz, korkma. Affettin mi beni?'' Deniz kollarıyla beni hafifçe uzaklaştırıp alnımı öptü. ''Affettim.'' dediğinde gözlerimin içi parlamıştı. ''Gerçekten çok mu güzel görünüyordum?'' ''Çok.'' dedi içli bir nefes verirken. ''Büyüleyici, melek gibi.'' Gülümsedim ve uzanıp boynunu öptüm. ''Hadi masaya geçelim. Acıkmadın mı?'' ''Acıktım.'' dedi ve elimi tutup masaya doğru ilerledi. ''Sen masaya geç, ben çorba ve yemeği biraz ısıtıp geliyorum.'' Deniz kolunu omzuma atıp saçlarımı öptü. ''Tamam.'' Mutfağa koşup çorba ve yemeğin altını açıp yenilebilecek ısıya gelene kadar ısıttım ve bir tepsiye koyup salatayla birlikte içeriye götürdüm. Deniz yarı yolda ayağa kalktı ve beni karşılayıp tepsiyi elimden aldı. ''Bana neden seslenmedin?'' dedi. ''Ağır değil ki. Taşıdım buraya kadar.'' Deniz ikna olmamıştı ama yine de fazla üstelemedi ve tepsiyi masaya bırakıp kaselere çorbaları koydu. O, bu işle uğraşırken ben de ışıkları söndürüp masadaki mumları yaktım. Küçük yemek masamız şimdi çok şık olmuştu işte. ''Ellerine sağlık.'' dedi Deniz, bardaklarımıza su koyuyordum. ''Ama daha hiç yemedin ki. Belki beğenmeyeceksin.'' ''Senin elinin değdiği bir şeyin kötü olma ihtimali yok ki.'' dedi. Yerime oturdum ve Deniz'in uzattığı bardağa bardağımı tokuşturdum. ''Bize.'' dedi ışıl ışıl gözlerle. ''Bize.'' dedim ve suyumu yudumladım. Hızlı yediğimiz yemekten sonra masayı topladık ve bulaşıkları makineye yerleştirdik. Bu kocaman gülümsememe sebep olmuştu çünkü gerçek bir karı koca gibi hissetmiştim. Bir gün evleneceğin adamla onun mutfağını temizleyeceksin deseler güler geçerdim ama gerçek olmuştu işte. Ben tezgahı toplarken Deniz bir bardak su içti ve ada tezgaha yaslanıp beni izledi. Sanırım benimle aynı şeyleri düşünüyordu. Çünkü onun yüzünde de benim yüzümdeki o aptal ifade vardı. Ona gülümseyerek baktım. ''Ben üzerimi değiştirip geliyorum.'' dedi. Ardından birkaç saniye baktım ve ellerimi kurulayıp kış bahçesinin yolunu tuttum. Işıkları açıp spor aletlerini incelerken Deniz'in endişelenmemesi için ona mesaj attım. "Kış bahçesindeyim sevgilim." Koşu bandına geçip ağır tempoyu açarak yürümeye başladım. Hedefim en az yarım saat yürümekti. İlk günden kendimi yormak istemiyordum. Şimdilik yürümek yetecekti. Yürüyüşümün ikinci dakikasında Deniz'in adım sesleri kulağımı doldurdu ama dengemi kaybetmemek için arkama bakmadım. ''Zaten bütün gün hareket halindesin. İhtiyacın olan şey yürüyüş değil. Yağ yakıcı şeyler yapmalısın.'' Yanıma geldi ve koşu bandını durdurdu. ''Nasıl şeyler yani?'' dedim kaşlarımı kaldırıp. ''Mekik gibi şeyler yani.'' dedi tek koluyla beni kaldırıp az ilerideki matın yanına yürürken. ''Deniz ben çekemem mekik falan. Çok zor onu yapmak.'' ''Ben sana yardım edeceğim.'' dedi beni yavaşça yere bırakırken. Ona meraklı gözlerle baktım. ''Ben seni hiç spor yaparken görmedim.'' dedim kaşlarımı havaya kaldırıp. Ardından bir parmağımla kol kaslarına, bir parmağımla da karın kaslarına dokundum. ''Nasıl yaptın bunları? Nedir bu kasların sırrı? Nasıl bu kadar güçlüsün? Beni tek kolunla havaya kaldırabildiğine göre baya güçlüsün çünkü.'' Deniz küçük bir kahkaha attı. ''Aslında altı yedi yıldır düzenli spor yapıyordum. Vücudum için ya da sağlığım için değildi. Kafamı dağıtmak için yapıyordum. Bir şeylerle uğraşmalıydım çünkü.'' ''Ama tanıştığımızdan beri yapmıyorsun?'' ''Çünkü tüm vaktimi sana harcamak istiyordum sevgilim.'' ''Ee iki aydır spor yapmamana rağmen hala nasıl duruyor bu kasların?'' ''Kas hafızası diye bir şey var aşkım. Uzun bir spor geçmişim olduğu için kaslarım hemen erimez. Birkaç ay daha idare eder hatta.'' ''Anladım. Benim de böyle kaslarım olacak mı?'' dedim işaret parmağımı kol kaslarında gezdirirken. Deniz muzip bir şekilde güldü ve bir çırpıda beni havaya kaldırıp nazikçe yerdeki matın üzerine bıraktı. ''Mekik çekersen olacak.'' dedi sırıtırken. ''Başka bir yolu yok mu bunun? Mekikten başka bir çözüm istiyorum.'' Deniz yatışımı düzeltti ve bacaklarımı tutup dizlerimden kırdı. Böylece bacaklarım yaklaşık yüz yirmi derecelik bir pozisyona gelmişti. ''Bak çok insaflıyım, sana yarım mekik çektireceğim.'' dedi ve kollarımı tutup göğsümde çapraz şekle getirdi. Sağ elim sol omzuma, sol elim de sağ omzuma gelmişti. ''Ya ya çok insaflısın. Ben ne güzel yürüyordum. Neden geldin ki sen?'' Deniz bana cevap vermedi ve eliyle ayak bileklerime hafif bir baskı uyguladı. ''Hadi Ada hadi. Kaldır bakalım kafanı, sırtın ve belinle beraber.'' ''İstemiyorum ben mekik çekmek. Karnım ağrıyor sonra.'' ''Karnın ağrımıyor Ada, mekik çektiğin için karın kasların ağrıyor. Nazlanma hadi.'' ''Karnımın içinde bebeğimiz var.'' dedim elimde kalan tek kozu kullanarak. ''Eee?'' dedi havaya kalkan kaşlarıyla. ''Eesi sevgilim, bir yukarı bir aşağı derken bebeğimiz sıkışacak karnımın içinde. Rahatsız olacak. Çok zararlı.'' ''Rahmin bebeğimizi koruyacak kadar güçlü Ada. Mekik çekmemek için bahane uydurma artık. Hadi kaldır şu üst bedenini. Yoksa başka sporlara geçeceğim.'' Tek kaşımı kaldırıp merakla baktım. ''Nasıl sporlar?'' Deniz gözlerini kısıp alt dudağını ısırdı ve beni baştan aşağı süzdü. ''Hadi Ada başla artık. Bütün gece yatacak mısın böyle? Çok tembelsin.'' ''Başka sporların ne olduğunu söylemezsen bir tane bile mekik çekmem.'' ''Hayda. Ada, hadi diyorum.'' dedi ve sabırla bana baktı. O inatçıysa ben daha inatçıydım. Hangi spor olduğunu söylemeden parmağımı bile oynatmayacaktım. ''Söyle.'' dedim kaşlarımı çatıp. Deniz ''Ya sabır.'' dedi ve derin bir nefes verdi. ''Sevişmekten bahsediyorum Ada.'' dedi sıkıntıyla. ''Şimdi şu lanet olası mekiği çekecek misin yoksa seni omzuma attığım gibi odamıza mı götüreyim?'' Dudaklarımı ısırıp kıkırdadım. ''Tamam tamam, başlıyorum.'' dedim ve üst bedenimi kaldırıp Deniz'in dudağını küçücük öptüm. Deniz baştan afallasa da onu öpmenin benim için motivasyon olduğunu fark etti ve her mekiğimde beni öpücüğüyle ödüllendirdi. Her mekikte Deniz'i öptüğüm setler nihayet bitmişti ve ben finalde kırk beş mekik çekmiş, Deniz'i de kırk beş kez öpmüştüm. ''Bu kadar yeter.'' dedim alnımdaki teri kolumla silerken. ''Öleceğim yorgunluktan. Uyuyup dinlenmek istiyorum. Daha yarın Aydın'a gideceğiz. Bavul bile hazırlamadım.'' Deniz elini uzatıp kalkmama yardım etti. ''Yarın sabah hazırlarız.'' ''Uçak saat kaçta?'' ''Öğlen on iki buçukta.'' ''Çocuklarla hiç konuşmadım. Ne zaman gelecekler, biletlerini ayarladılar mı?'' ''Uygar ayarladı merak etme.'' ''Beraber mi gideceğiz?'' ''Bizim gideceğimiz uçakta boşluk yoktu. Onlar bir sonraki uçakla gelecekler. Akşam altı buçuk uçağına binecekler.'' ''Savaş'ı da hiç aramadım. O nasıl gelecek bilmiyorum.'' ''O da Selaylarla gelecek.'' dedi, soran gözlerle baktım. ''Canım sen bugün Savaş'a trip atınca ben iletişime geçtim. Böylece öğrendim nasıl geleceğini.'' ''Hmm, anladım.'' dedim ve Deniz'in koluna girip odaya gidene kadar ondan kuvvet aldım. Ayakta duracak halim yoktu. Odaya girer girmez soyundum ve üzerime temiz kıyafetlerimi geçirmek için giyinme odasına yöneldim. Deniz gelinliğimi tekrardan büyük bir özenle askıya asmıştı. Gülümsedim ve raflardan pijamalarımı alıp üzerime geçirdim. Deniz için de bir şeyler aldım ve onun yanına döndüm. Pencere önündeki tekli koltuğa oturmuş telefonuyla bir şeyler yapıyordu. "Sevgilim." dedim elimdekileri ona uzatırken. "Uyuyalım hadi. Yoruldun." "Sana sarılarak uyuyacaksam yeterince dinlenmiş olurum." dedi ve sırıtarak yüzüme baktı. "Bu bir antlaşma mı?" dedim onu taklit edip sırıtarak. "Belki." dedi ve telefonunun ekranını kapatarak ayağa kalkıp elini bana uzattı. "Asıl yorulan sensin, gerçekten uyuma vakti." dedi elimi tutup yatağa ilerlerken. Anlaşılan üzerini değiştirmeyecekti. Umarsamdan omuz kıstım ve onun peşinden yatağa yürüdüm. Birkaç saniye sonra başım Deniz'in göğsüyle buluşmuştu. Deniz elini yavaşça yanağımda gezdirirken gözlerimi kapadım. Galiba yüzüme düşen saçları geriye atarak beni uyutmaya çalışıyordu. ''Sanırım.'' dedi derin bir nefes alarak. ''Bunu hep seveceğim.'' "Neyi?'' dedim gülümserken. "Saçlarına dokunarak uyumayı.'' Kalbim tüm kanı yanaklarıma pompalamıştı. Deniz'in iltifatlarına hala alışamamış olduğumu fark ettim. ''Hadi uyu artık.'' dedi alnımı öperek ve gece lambasını kapatıp çenesini başımın üzerine koydu. "Yarın yoğun bir gün olacak." *** Deniz'in korku dolu sayıklamalarıyla gözlerimi araladım ve yüzüne baktım. Kabus görüyordu ve çok terlemişti. Adımı sesleniyordu. "Ada, sevgilim. Sevgilim aç gözünü. İyi misin Ada? Ada gözlerini aç. Beni duymuyor musun? Ada?" Hızlıca doğrulup gece lambasını yaktım ve elimi yanağına koyup varlığımı hissetmesini umdum. "Deniz. Deniz uyan sevgilim." dedim başparmağımı elmacık kemiğinde gezdirerek. "Sevgilim kabus görüyorsun uyan lütfen. Deniz beni duyuyor musun?" Deniz biraz da olsa sakinleşmişti. Aldığı derin nefesler yüzünden göğsü hızlı hızlı kalkıyordu. Nabzının düzensiz olduğunu fark ettim. "Hadi sevgilim aç gözünü." Sesimi duydukça sayıklamaları azalmıştı. Birkaç saniye sonra ise göz kapaklarını araladı ve bakışları beni buldu. "Ada." dedi mırıldanır gibi. "Sevgilim kabus gördün. İyisin. Yanındayım." dedim, beni koluyla çekti ve başımı göğsüne yaslayıp saçlarıma belki beş belki altı öpücük kondurdu. Nabzı hala düzensizdi. Öyle ki başım onunla birlikte hızla inip kalkıyordu. "İyi misin sevgilim?" dedim kolumu ona sararken. "Adımı sayıklıyordun." Deniz uzun ve içli bir nefes aldı. "Bilinçaltıma girdi sanırım." dedi çatallı sesiyle. Parmakları yine çok sevdiğim saçları arasında dolanıyordu. "Ney bilinçaltına girdi?" "Üzerinde gelinliğin vardı." dedi ve sustu. Başımı kaldırıp gözlerine bakmaya çalıştım. Çünkü devamını getirecek gibi değildi ama söylemese bile kötü bir şeyler olduğunu hissedebiliyordum. "Evet?" dedim devam etmesini ima ettiğim bir ses tonuyla. Saçlarımı öpüp gözlerini kapattı. "Boş ver Ada. Hadi uyuyalım. Benim yüzümden senin de uykun bölündü." "Ama Deniz." dedim. Cevap vermemişti. Anlaşılan anlatarak beni üzmek istemiyordu. Ya da hatırlamak istemiyordu. Başımı eğip gözlerimi kapattım ve uykuya tekrar dalmaya çalıştım. Acaba ne görmüştü de bu kadar korkmuştu? *** 21 Kasım, Perşembe Yumuşak bir ses uykumu böldü ve saçlarımda bir elin varlığını hissettim. "Ada, hadi uyan güzelim. Kalkıp hazırlanmamız gerek." Bir şeyler mırıldandım ama ne dediğimi ben bile anlamamıştım. Birkaç saniye sonra yanağımda Deniz'in dudaklarını hissettiğimde gözlerimi yavaşça araladım. Beni öpüyordu. "Hadi güzel sevgilim. Uyanman lazım." "Çok yorgunum." dedim sırtüstü dönüp yüzümü onunla aynı hizaya getirerek. "Biliyorum bi' tanem. Ama uçakta dinleniriz. Geç kalmayalım. Hadi kalk." Elini çenemin altına koydu ve baş parmağını bir kaç defa dudağımın üzerinde gezdirdikten sonra yanağımın üzerinde durdu. "Uçağı kaçırmayalım." Başımı salladım ve uzanıp yanağını öptüm. "Kalkıyorum." Deniz doğrulmama yardım ettikten sonra çenemi öptü. "Her geçen gün güzelleşiyorsun." dedi bana hayran hayran bakarken. "Gözlerin içinde kaybolduğum bir vadi sanki. Yüzün bu zamana kadar gördüğüm en güzel manzara." "Deniz." dedim nazlı bir sesle. "Uykudan yeni uyandım. Bu halimin güzel olduğuna emin misin? Gözlerim şiş, saçlarım kabarık, tenim solgun." "Senin kendinde kusur olarak gördüğün şeyler benim en değerli nimetlerim." dedi sırıtarak. "Her haline ve her zerrene hayranım." Gülümsedim ve boynunun açıkta kalan kısmını öptüm. "Böyle şeyler söylemeye devam edersen geç kalacağız." Deniz öksürdü ve kendini toparladı. "Haklısın. Ben aşağı iniyorum. Ülkü abla geldi. Kahvaltı hazır. Sen de gel, beraber yiyelim. Sonra da bavul hazırlarız." Başımı salladım ve yataktan kalkıp banyonun yolunu tuttum. Dün spor sonrası yorgun olduğum için ertelediğim duş alma eylemini şimdi en hızlısından gerçekleştirdim ve saçlarımı kurutup koşarak aşağı indim. Deniz yemek masasında beni bekliyordu. "Çok beklettim mi?" dedim tabağımı doldururken. "Duş almam gerekiyordu. Saçımı da kurutunca geciktim biraz." "O kadar vaktimiz var sevgilim." dedi Deniz ve o da tabağına bir şeyler koydu. "İşte çaylarınız da geldi." dedi Ülkü abla. Heyecanla ayağa kalktım ve Ülkü abla çayları masaya koyduktan sonra ona sımsıkı sarıldım. "Hoş geldin Ülkü abla. Seni çok özledik." "Ben de sizi özledim kuzum. Nasılsınız iyi misiniz?" "Çok iyiyiz." dedim sarılışımızı sonlandırıp. "Yolunu gözledik hep." "Oy Ülkü ablası kurban olsun ona." dedi Ülkü abla yanağımı sevip. "Geç otur hadi. Yap kahvaltını. Uçağınız varmış. Kaçırmayın." Ülkü ablayı dinleyip yerime oturdum ve tabağıma aldığım kahvaltılıkları afiyetle mideme göndermeye başladım. Deniz benim kadar iştahlı görünmüyordu. Hatta fazla keyifsizdi. Dün gece gördüğü kabusun bir etkisi olup olmadığını çok merak ediyordum ama hatırlatıp da üzmek istemiyordum. Düşünmeyi bırakıp kahvaltımı bitirdim ve sandalyemden kalkmaya hazırladım. Deniz'in tabağının yarısı doluydu ama buna rağmen o da ayaklanmıştı. "Ama daha bitirmedin." dedim soran bakışlarla. "Acıkırsam bir şeyler alırım." dedi ve elimi tutup merdivenlere yöneldi. Ülkü abla bizi yarı yolda karşılamıştı. "Çabuk kalkmışsınız çocuklar." dedi. "Doydunuz mu öyle hemen?" "Doyduk Ülkü ablacığım, eline sağlık. Hazırlanacağız şimdi." "Tamam güzel kızım. Afiyet olsun." dedi Ülkü abla ve masaya doğru yürüdü. Deniz sessiz kalmıştı ve konuşmamız bitince odamızın yolunu tekrar tuttu. Odamıza geldiğimizde ben giyinme odasına yürürken Deniz direkt duşa girmişti. O duştayken küçük valizimi çıkarttım ve birkaç parça eşya koydum. Beden ölçülerim Güneş'le hemen hemen aynıydı. O yüzden iki gece kalacağım bir ziyaret için bir bavul dolusu eşya almak istemiyordum. Hem zaten yarın bütün gün nişan elbisemle duracaktım. Yanıma sadece iç çamaşırı bile alsam olurdu. Bavuluma birkaç ıvır zıvır koyduktan sonra fermuarı kapattım. Nişan elbisemi ve diğer elbisemi dün kuru temizlemeye vermiştik. Havaalanına giderken onu da alacak, valizin en üst kısmına yerleştirecektim. Bavulla ilgili başka bir işim kalmadığında günlük kıyafetlerimi üzerimden çıkarttım ve rastgele bir pantolonla ince triko bir kazak giydim. Saçlarımı tarayıp ensemde başlayan bir örgüyle ördüm ve sarı tokamla ucunu bağladım. Aynanın karşısında kendimi izliyordum. Deniz haklıydı. Yüzümde nedensiz bir güzellik vardı ve bu sanırım gerçekten hamilelik güzelliğiydi. Ben kendimi izlerken Deniz arkamdan gelip kollarını etrafıma sardı ve boynumun açıkta kalan kısmını öptü. "Bebeğim." dedi nefesi boynumda süzülürken. "Efendim." dedim ve başımı başına doğru yasladım. Deniz o sırada boynumu küçük küçük öpmekle meşguldü. "Sevgilim." dedi bu sefer de. Bir şey söylemeyecekti, bana söylediği hitap kelimelerini mırıldanıyordu. Gözlerimi kapattım ve onu dinledim. "Güzelim." dedi fısıltıyla. "Aşkım... Yavrum." Boynumdan ayrıldı ve çenesini omzuma koydu. Gözlerimi açıp aynadaki yansımamıza baktım. Deniz bize değil bana bakıyordu. Odağı yansımamdaki gözlerimdi. "Senin tırnağına zarar gelse dünyanın eksenini değiştiririm." Ellerimi karnımdaki ellerinin üzerine koydum. Belli ki dün geceki rüyasını hatırlamış ve endişelenmişti. "Hiç kimse bana zarar vermeyecek." dedim kendimden emin bir sesle. "Dün gece nasıl bir kabus gördün bilmiyorum ama." dedim ve bir nefeslik ara verdim. "Gerçek olmayacak. Ada Dinçer sözü." Deniz yanağımı öptü, ardından yanağını yanağıma yasladı. "Seni seviyorum." dedi usulca. Ardından kollarını çekip tekrar banyoya döndü. Elimde taşıyacağım küçük çantamı hazırlarken Deniz'e seslendim. "Annen ve baban nasıl gelecekler?" "Onlar da akşam uçağıyla gelecekler." "Peki ya Uygar?" dedim merakla. "O bizimle geliyor. Bize gelecek, sonra hep beraber havaalanına gideceğiz... Gelirken kuru temizlemeciye de uğrayacak ve elbiselerini alacak." Bu iyi bir haberdi çünkü kuru temizlemeciye gidip vakit kaybetmeyecektik. "Ne zaman gelir peki?" dedim ve banyoya doğru gidip Deniz'e baktım. Tıraş oluyordu ve köpüklü yüzü ile başını kapıdan uzattı. Bir an gülümseyecek gibi oldum. Çok sevimli görünüyordu. "Bilmem. Birazdan gelir herhalde. Neden merak ettin?" "Geç kalmayalım diye." dedim ama aslında sorma niyetim çok farklıydı. Deniz'e almam için bir at bulabilmiş diye soracaktım. "Az önce yirmi dakikaya oradayım diyordu. Geç kalmayız yani." dedi, banyodan uzaklaşıp odaya döndüm. "O zaman ben aşağı iniyorum sevgilim. Hazırlanınca inersin sen de." "Tamam güzelim." dedi Deniz. Küçük bavulumu ve el çantamı alıp aşağı indim. Ülkü abla masayı toplamış, mutfağı temizliyordu. "Kolay gelsin." dedim eğilip yanağını öperek. "Yardım etmemi ister misin Ülkü abla?" "Yok kızım. Otur sen. Bir şey ister misin?" "Yok ablacım istemiyorum. Ee anlat bakalım nasıldı Ankara? Kızın ve torunun nasıl?" "Çok soğuktu kızım. Buraya soğuk diyoruz ya Ankara buranın on misli. Üşütmediysem iyi." "Aman Ülkü ablacım dikkat et sağlığına." "Ediyorum ediyorum. Sağ olsun kızım da çok iyi baktı bana orada. Torunum da çok iyi şükür." "Güzel güzel sevindim." dedim. Ardından Uygar'ın sesi kulaklarımızı doldurdu. "Ne kaynatıyorsunuz bakalım burada?" dedi neşeyle. Hızlı adımlarla Ülkü ablaya ilerliyordu. "Aa Uygar oğlum hoş geldin." dedi ve kollarını açtı. Uygar saniyeler içinde ona sarılmıştı. "Hoş buldum Ülkü ablam benim. Sen de hoş geldin. Özlettin kendini." "Sadece üç gün yoktum evladım." "Üç yıl gibiydi sultanım." dedi Uygar ve Ülkü ablanın kollarından ayrılıp bana sarıldı. "Günaydın Adacım. Heyecanlı mısın?" "Günaydın Uygar." dedim ben de ona sarılırken. "Aslında hayır. Heyecanlı ya da gergin değilim. Bu daha iyi değil mi?" "Yani evet." dedi Uygar. O sırada Ülkü abla mutfaktan çıkıyordu. "Haklı olabilirsin." Ülkü ablanın çıktığına ve uzaklaştığına emin olduktan sonra ses tonunu alçalttım. "Bulabildin mi Uygar?" "Neyi bulabildim mi?" "Uygar dün konuştuk ya? At bakacaktın hani?" "He. Yok valla Ada bulamadım. Piyasada genç, sağlıklı, erkek, siyah Türkmen atı kalmamış." "Ne demek bulamadım Uygar? Ne yapacağım ben?" "Başka bir şey düşünelim." "Başka bir şey düşünmek istemiyorum Uygar. Sen halledersin. Ben sana güveniyorum. Lütfen üzme beni. Hem bak senin yeğenini doğuracağım ben. Bana bu iyiliği yapmak istemiyor musun gerçekten?" "Elbette istiyorum Ada ama yoksa ne yapabilirim? Bir günde sana nasıl istediğin özelliklerde bir at bulabilirim ki?" Yüzümü astım. "Ama Uygar." dedim yavru kedi bakışlarımla. "Deniz de çok mutlu olur." "Bulamıyorum Ada. Gerçekten başka bir şey düşün. Yani sırf at alamayacaksın diye bana trip atma." dedi sahte bir sinirle. Ardından burnumu sıktı. "Anlaştık mı?" "Anlaşmadık. Ayrıca ben trip atmıyorum." diyerek omuz kıstım ve karşısından ayrılıp kapıya doğru ilerledim. "Elbiselerim nerede?" Uygar minik bir kahkaha attı. Bal gibi de trip atıyordum ve Uygar da bunun farkındaydı. "Salonda Ada." dedi, kahkahası hala devam ederken peşimden geldi. "Acaba yeğenim doğunca da devam edecek mi?" "Ne devam edecek mi?" "Bu triplerin işte." dedi. Hemen yanımdaki koltuktan minik bir yastık aldım ve hızla arkama dönüp Uygar'a fırlattım. Benden böyle bir şeyi beklemediği için hazırlıksız yakalandı ve yastık tam karnına çarpıp yere düştü. "Ah. Ada ne yapıyorsun?" "Yastığın uçası gelmiş, ben de ona yardım ettim. Rotasında da sen varmışsın. Şans işte." Uygar güldü ve yastığı eline alıp yavaş hareketlerle yürüyerek koltuğa bıraktı. Sabır dilenerek koltuğun üzerinden nişan elbisemi aldım ve bavulumu açıp elbiseyi özenle yerleştirdim. İşte tüm işim bitmişti. Koltuktaki diğer elbiseyi alıp merdivenlere doğru yürüdüm. "Elbiselerimi aldığın için teşekkür ederim." dedim. Uygar yüzüme şaşkınlıkla baktı. Anlaşılan az önceki tribimden sonra teşekkür edeceğimi düşünmemişti. "Önemli değil." dediğimde Deniz ve Ülkü abla aşağı iniyordu. "Yukarıya mı çıkıyorsun kızım?" dedi Ülkü abla. "Evet, elbisemi giyinme odasına götüreceğim." "Siz geç kalmayın. Ben hallederim." dedi ve elbiseyi elimden alıp bana tek koluyla sarıldı. "Şimdiden tebrik ederim güzel kızım. Sizin adınıza çok mutluyum. Her şey gönlünüzce olsun." "Teşekkür ederim." dedim utangaç bir sesle. Ülkü abla bedenlerimizi ayırıp yukarıya çıkarken Deniz'le salona döndük. "Söylediğin saatten erken gelmişsin." dedi Deniz bavulunu ayak ucuna bırakırken. "Geç kalırsan seni İstanbul'da bırakırım diye tehdit ettiğin için risk almak istemedim Denizcim. Bu yüzden 20 dakikalık yolu 8,5 dakikada geldim." "Ben sana zamanında gel dedim. Hayatını riske atacak şekilde hızlı gel demedim Uygar." "Ama geç kalsaydım beni İstanbul'da bırakırdın." "Doğru." dedi Deniz başını sallaya sallaya. "Bırakırdım." Uygar ellerini iki kez birbirine çarptı. "Hadi çıkalım artık. Uçağa yetişmemiz lazım." Deniz'le aynı anda başımızı salladık. "Ben bir kızları arayayım. Geç kalmazlar umarım akşam uçağına." "Yok canım niye geç kalsınlar?" dedi Uygar. "Hepsi anlaşıp gelirler işte aynı anda." "Olsun yine de arayayım." dedim ve Selay'ın numarasını çevirdim. Ondan beklemediğim bir şekilde ilk çalışında açmıştı. "Günaydın Adacım." dedi neşeyle. "Ne yaptınız?" "Çıkıyoruz şimdi. Siz ne yaptınız? Savaş da sizle aynı uçakla geliyormuş? Haberiniz var mıydı?" "Var Adacım. Miray ve Savaş beraber bize gelecekler. Sonra da hepimiz havaalanına gideceğiz." "Tamam. Bir aksilik olursa haber ver tamam mı?" "Bir aksilik olmayacak Adacım. Sen yolculuğunun keyfini çıkart. Seni çok seviyorum." "Ben de seni seviyorum Selaycım. Görüşürüz." "Görüşürüz." dedim, evden çoktan çıkmıştık. "Hakan, Kerem." diye seslendi Deniz az ileride duran Hakan abi ve Kerem'e. İkisi de aynı anda bize doğru döndüler. "Buyurun Deniz Bey." "Biliyorsunuz ki iki gün evde olmayacağım. Bu yüzden eve çok iyi göz kulak olmanız gerekiyor. Yokluğumu duyanlar olabilir. Kimseye göz açtırmamanız lazım. Benim de uçan kuştan haberim olmalı. En güvendiğim adamlarımsınız. Gözüm arkada kalmayacak fakat yine de çok dikkatli olmanızı istiyorum. Diğerleri sizden emir alacaklar. Ben hepsini bilgilendireceğim." "Anlaşıldı Deniz Bey." dedi Kerem. "Dediklerinize harfiyen uyacağız." Deniz başını salladı. "Hiç şüphem yok Kerem... Siz burada kalın. Bizi havaalanına Burak bırakacak." Hakan abi ve Kerem sessizce başını salladığında Burak arabayla geldi ve önümüzde durarak hızlıca arabadan indi. "Koçum bunları bagaja atıver." dedi Deniz. Burak üçümüzün de bavulunu kucakladı ve bagaja güzelce yerleştirdi. Uygar ön tarafa oturmakla meşgulken biz de arabaya bindik ve arka koltuktaki yerlerimizi aldık. Burak da birkaç saniye içinde şoför koltuğuna geçti ve motoru çalıştırdı. Kırkbeş dakikalık yolculuğumuz başlamıştı. *** Burak bizi havaalanına bıraktıktan sonra bavullarımızı bagajdan çıkarttı ve hepimize teslim ederek iyi yolculuklar dileyip yanımızdan ayrıldı. "Şimdi check-in yaptıralım." dedi Uygar. Hepimiz iç hatlar giden yolcu kapısına doğru ilerliyorduk. Bir yandan bavulumu çekiştirirken bir yandan da kulağımla omzum arasına sıkıştırdığım telefonla Savaş'ı arıyordum. Beni uzun süre bekletmişti, öyle ki tam kapatacakken yanıtlamıştı. "Savaş günaydın." "Günaydın kardeşim." dedi neşeli bir sesle. "Araba kullanıyordum açamadım hemen." "Selay'a mı gidiyorsun?" "Önce Miray'ı alacağım, sonra da Selay'a geçeceğiz. Siz ne yaptınız?" "Havaalanına geldik biz de. Uçağımız bir saat sonra. İki buçuk saat sonra Aydın'a inmiş oluruz." "Tamam Adacım. Dikkat edin. Selam söyle Deniz ve Uygar'a." "Tamam, sen de dikkat et." dedim ve bir süre sustum. "Savaş." "Efendim canım ikizim." "Seni seviyorum." "Ben de seni seviyorum Adacım ama dün beni sevmediğini söylemiyor muydun sen?" dedi keyifle kahkaha atarken. "Dün dünde kaldı Savaşçım. Bugün içimden seni çok sevmek geliyor." "Benim içimden seni her gün çok sevmek geliyor güzel kardeşim benim." "Tamam tamam iyice duygusal olduk. Ağlama moduna geçmeden kapatıyorum ben. Hadi görüşürüz." Savaş yine kahkaha attı. "Görüşürüz güzelim." dedi ve telefonu kapattı. İçeriye geçtikten sonra check-in yaptırıp bavullarımızı teslim ettik. Kalkış saatine daha vakit olduğu için Uygar bir şeyler yemek istemişti. Biz de Deniz'le kahve içerek ona eşlik etmiştik. Ve nihayetinde uçak kalkış saatimiz gelmişti. Unutmadan yengeme yazdım. Yengecim uçağa geçiyoruz, indiğimizde ararım. Yanıt gecikmemişti. ''İyi yolculuklar güzel kızım. Seni çok seviyoruz.'' Yavaş yavaş ilerleyen sırayla birlikte uçağa bindik. Üçümüzün koltuğu da yan yanaydı. Cam kenarına Deniz geçmişti çünkü benim midem bulanıyordu. Uygar'ın da zaten yükseklik korkusu olduğu için cam tarafına geçmeyi aklından bile geçirmemişti. Koridor tarafı her zaman ilk tercihi oluyordu ve biletlerimizi de zaten buna göre almıştı. Ben başımı Deniz'in omzuna yaslayıp uykuya dalmayı beklerken Uygar kulaklığını taktı ve film indirdiği tabletini açıp videoyu başlattı. Bir aksiyon filmiydi ve Miray da aksiyon filmlerine bayılırdı. Bunu daha sonra kullanmak için bir kenara yazdım ve gözlerimi kapattım. Ya uçak beşik gibi gelmişti ya da Deniz'in kokusu beni rahatlatmıştı bilmiyordum ama uykuya dalmak sadece birkaç saniyemi almıştı. Çok karışık bir rüya görmüştüm. Üzerimde gelinliğim vardı, düğünümüz oluyordu ama herkes sus pustu. Kimse eğlenmiyordu, herkes sanki bir düğünde değil de cenazedeymiş gibi bakıyordu bana. Kucağımda bana ait olmayan bir bebek vardı. Ağlıyordu ve susturmak için ne yaparsam yapayım susmuyordu. Annesini ve babasını arıyordum ama kimse bebeği umursamıyordu. Çok güzel bir bebekti. Mavi gözleri ve açık kahverengi saçları olan bir kız çocuğuydu. Annemi gördüm. Bebekle aynı renk olan gözlerle bana bakıyordu. Birden bebeğin bana ait olup olmadığını düşündüm. Bu bebek benim miydi? Benim olduğu için mi kimse umursamıyordu? Anneme doğru koştum. Ben ona doğru gittikçe o benden kaçıyordu. Gitme anne. dedim sessizce. Sana ihtiyacım var. Annem beni dinlemiyor, olabildiğince hızla koşuyordu. Ona yetişemiyordum çünkü kucağımdaki bebek hızımı kesiyordu. Pes etmeden koşmaya devam ettim ama yerde duran ve nereden geldiğini bilmediğim bir şeye takılıp yere düştüm. Dizlerim acımıştı ama şu an bu umursadığım bir şey değildi. Kucağımdaki bebek avazı çıktığı kadar çığlıklar atıp ağlıyordu. Birden hemen yanı başımda beliren Ozan'a baktım. Gülümseyerek eğildi ve bebeği kucağımdan aldı. Bebek anında susmuştu. Başımı yere eğip beni yere düşüren şeye baktım. Bedenim bir anda buz kesmişti çünkü takıldığım şey bir silahtı. Silahı elime alıp büyük bir şaşkınlıkla inceledim ve ileriye attım. Deniz neredeydi? Neden kucağımda bir bebekle koştuğumu görmüyordu? Deniz. dedim çaresizce etrafıma bakarken. Yoktu. Hiç kimse yoktu. Az önce gülümseyerek bana bakan Ozan bile yoktu. Güç bela kalktım ve toparlanmak için gelinliğime baktım. Yaşadığım şok giderek artmıştı çünkü gelinliğim kırmızıya bürünmüştü. Dizlerim kanayacak kadar yara almamıştı ama gelinliğim kan kırmızısına bulanmıştı. Neremden yaralanmıştım? Gelinliğim neden kana bulanmıştı? Deniz. dedim tekrar çaresizce. Neredesin? Sayıklayarak gözümü açtığımda Deniz yanağımı okşuyordu. ''Sevgilim, buradayım.'' dedi koluyla başımı kendine çekerken. ''Buradayım, iyi misin?'' Alnımdaki teri sildi ve beni birkaç kez öptü. Öksürüp sesimi düzelttim. ''Ben de.'' dedim güç bela. ''Ben de kabus gördüm.'' Deniz şaşkınlıkla yüzüme baktı. Endişelendiğini görebiliyordum ama beni korkutmak istemediğinin de farkındaydım. ''Adı üstünde kabus.'' dedi yumuşacık bir sesle. ''Gerçek değil. Olmayacak da. Sadece bir kabus.'' Yüzüme yerleştirmeye çalıştığım gülümsemeyle ona baktım. ''Hı hı.'' dedim sessizce. ''Sadece bir kabus.'' Uygar kulaklığını çıkartıp ikimize de korkuyla baktı. ''Ne oluyor? Her şey yolunda mı?'' ''Yolunda.'' dedim ve başımı Deniz'e yasladım. Daha fazla uyumak istemiyordum çünkü yine kabus görmekten korkuyordum. ''Tamam, iyi görünmüyorsun Ada.'' dedi Uygar uçakta satın aldığı suyu bana uzatıp. ''Şunu iç.'' Deniz eyvallah dercesine Uygar'a baktı ve şişeyi alıp kapağını açarak benim elime verdi. ''İç bakalım.'' dedi bir bebekle konuşur gibi. Başımı sallayıp suyu kafama diktim, aslında çok susamıştım ama boğazımda oluşan yumru daha fazla su içmeme izin vermemişti. Yarısında bırakıp şişeyi Deniz'e geri verdim. ''Teşekkür ederim Uygar.'' Uygar elini uzatıp başımın tepesini sevdi. Her zaman ben onun saçlarını karıştırıyordum, şimdi aynı şey o yapmak istemişti ama şansına küssündü çünkü saçlarım örülüydü. Şanssızlığı karşısında güldüm. ''Bir dahaki sefere karıştırırsın artık saçlarımı.'' dedim ve tabletinin ekranına baktım. ''Hangi filmi izliyorsun?'' ''Hızlı ve Öfkeli.'' dedi ve filmden çıkıp ekranı kapattı. Sanırım izleyecek hevesi kalmamıştı. ''Miray bayılıyor o seriye.'' dedim tepkisini ölçmek için. Yüzünde büyük bir gülümseme belirdi. ''Ben de çok severim.'' ''Beraber izleyin bence.'' dediğimde düşünceli bir şekilde bana baktı. ''İster mi ki?'' dedi şüpheyle. ''İster Uygar.'' dedim ve Deniz'e döndüm. ''Biz de film izleyelim mi sevgilim? Hiç izlemedik.'' ''İzleriz sevgilim.'' dedi saçlarımı öpüp beni tekrardan yanına çekerken. ''Hayatımız film gibi gerçi.'' ''Bizim hayatımız aksiyon filmi tadında sevgilim.'' dedim. ''Biraz da korku var. Ama ben bu türleri sevmiyorum ki.'' ''Ne seviyormuş benim sevgilim?'' dedi merakla. ''Romantik film seviyorum ben. Böyle sıcacık aşk hikayelerinin olduğu, mutlu sonla biten filmlere bayılırım.'' dedim heyecanla. ''İzleyelim mi? İzleyelim bence. Olur mu?'' Deniz minicik bir kahkaha attı. ''İzleriz güzelim.'' dedi. ''Aslında aksiyonun yanı sıra bizim hayatımızın romantik bir yanı da var. Sence de öyle değil mi?'' Düşünür gibi yaptım. Haklıydı. ''Öyle.'' dedim ve elimi yanağına koyup bir süre güzel gözlerini izledim. ''Romantik sevgilim.'' Deniz uzanıp yanağımı öptüğünde pilot anons yaptı. Birazdan iniş yapacaktık. Ve sabah üzerimde kırıntısı bile bulunmayan o büyük heyecan bütün hücrelerimi kaplamıştı. Öyle ki heyecandan ölmek üzereydim. "Ada iyi misin?" dedi Uygar yüzündeki aptal gülümsemeyle. Sabah hiç heyecanlı olmamama gönderme yapıyordu. "Heyecandan ölecek gibisin." Kocaman sırıtıyordu. "Sus Uygar yoksa stresimin acısını senden çıkartırım." dedim çattığım kaşlarımla. "Ne oluyor Ada?" dedi Deniz. "Niye bu kadar gerginsin?" "Sevgilim, Uygar bana sataşıyor. Ona kızar mısın?" "Ne sataşması Ada? A-aaaa senin bu sevgilin iyice kafayı yedi Deniz." "Niye yiyormuşum ya kafayı? Yemedim ben hiçbir şey." Deniz inanamayarak bakışlarını üzerimizde gezdirdi. "Çocuk gibisiniz. Susun ikiniz de." dedi. Uçaktan inmiş, dışarıya çıkmıştık. Hava İstanbul'un aksine çok sıcaktı. Elimi yelpaze gibi sallayıp yüzümü serinletmeye çalıştım. "Of şimdi düşüp bayılacağım." dedim. Uygar bana döndü. "Bayılacağın kadar kötü sözler söylemedim Ada." "O yüzden mi diyorum ben? Hava çok sıcak. Sıcaktan bayılacağım." "Bu hamilelik denen şey insanı gerçekten çok değiştiriyor. Kardeşim Allah sana merhamet etsin. Belli ki Ada etmiyor." "Uygar kaşınma." dedi Deniz. Elini omzuma attı ve beni kendine çekti. "Nesi varmış Ada'nın?" Uygar söylemek ve söylememek arasında kaldığı şeyleri bir süre düşündü. "Yani ne bileyim. Sanırım hamile bir kadınla uğraşamam. Karımı hamile bırakmayacağım." "İyi, zaten Miray da çocuk istemiyor. Gül gibi geçinip gidersiniz işte." dedim umursamayarak. Uygar adımlarını hızlandırdı ve önümüze geçip tam önümde dikildi. "Miray çocuk istemiyor mu?" dedi şaşkınlıkla. Neden şaşırdığını anlamamıştım. Daha az önce kendisi karımı hamile bırakmayacağım demiyor muydu? ''İstemiyor Uygar. Neden bu kadar üzüldün?'' ''Ada unuttun mu ben bir sürü kızım olsun istiyordum.'' dedi kocaman açılmış gözleriyle. Hatırlıyordum, vurulduğu gün hastanenin terasında kız çocuğu istediğinden bahsetmişti. Hatta ben o zamanlar Miray'ı tarif ettiğini düşünsem de o, ablası İlayda'nın özelliklerini anlatmıştı. Çok şanslıydı çünkü kader onun karşısına ablasına çok benzeyen Miray'ı çıkartmıştı. ''Sen daha az önce karımı hamile bırakmayacağım demiyor muydun Uygar? Karar ver artık. A-aaaaa.'' ''Lafın gelişiydi o Ada. Doğru mu söylediğin? Miray hiç mi çocuk istemiyor?'' ''Bence aile planlamanı Miray'la yap Uygar. Sonuçta konunun muhatabı o. Ne diye bana sorup duruyorsun?'' dedim kaşlarımı çatıp. ''Sizin neyiniz var?'' dedi Deniz, bir bana bir Uygar'a bakarak. ''Kedi köpek gibi niye didişiyorsunuz?'' Uygar'ı gerçekten çok seviyordum ama Deniz'e alacağım atı hiç önemsemiyordu ve bu da beni çok üzüyordu. Üzülünce de sinirleniyordum işte. Yani ne vardı bu kadar zor olan? Alt tarafı bir at bulacaktı. ''Uygar'dan bir şey istedim ama hiç önemsemiyor.'' ''Ne istedin?'' ''Olmaz söylemem.'' ''Ne istedin Ada? O önemsemiyorsa, yapmıyorsa ben yapayım. Ayrıca ben varken neden Uygar'dan istiyorsun o ayrı bir mesele.'' ''Onun yapması lazım, sen yaparsan olmaz.'' ''Neyi ben yaparsam olmaz? Söyle artık Ada.'' ''Olmaz diyorum ya işte Deniz. Sorma artık.'' Deniz sıkıntılı bir nefes verdi ve Uygar'a döndü. ''Ne istedi senden?'' dedi bıkkın bir sesle. Uygar kararsız bir bakışla bana baktı, ardından Deniz'e döndü. Söylememesini umdum, eğer söylerse ömür boyu benim triplerime maruz kalırdı. ''Söyleyemem Deniz. Ada ve benim aramda bu.'' Kocaman gülümsedim ve sırrımıza sadık kaldığı için ona kocaman sarıldım. ''Uygarcım benim. Seni çok seviyorum.'' Deniz büyük bir şaşkınlıkla önce bana sonra Uygar'a baktı. ''Aranızda halledemediğiniz ne varsa yarına kadar halledin, rica diyorum. Farkında mısınız bilmiyorum ama yarın nişanım var? Bir gerginlik olsun istemiyorum.'' ''Farkındayım, benimle nişanlanıyorsun.'' diye kıkırdadım. ''Uygar.'' dedi Deniz ciddi bir sesle. ''Ada senden ne istiyorsa yap.'' ''Ama Deniz.'' dedi Uygar. Deniz ona borçla hediye aldığımı Uygar'ın da bildiğini öğrenince ona çok kızacaktı ama bunu bilmeden şimdi ona istediğimi yapmasını söylüyordu. Uygar tam olarak köşeye sıkışmıştı. Deniz'i dinlese de dinlemese de bu işin sonunda çok fena azar yiyecekti. Deniz Uygar'ı dinlemedi ve az ilerideki taksiyi çevirdi. ''Gidelim artık, sıcaktan havale geçireceğim. Kasım ayındayız. Allah aşkına burası neden bu kadar sıcak?" Evet sevgilim, Aydın'a hoş geldin. Taksi durduğunda bagaja bavullarımızı yerleştirdik. Uygar yine öne oturmuş, arka koltuğu Deniz'e ve bana bırakmıştı. ''Hoş geldiniz.'' dedi taksi şoförü. ''Nereye gidiyoruz?'' ''Abi, şu adrese gidiyoruz.'' dedi Uygar telefonundan bir adres gösterirken. Gördüğüm kadarıyla dayımların adresi değildi. Nereye gidiyorduk? ''Nereye gidiyoruz?'' dedim Deniz'e dönüp. ''Araba kiraladık, kiralama şirketine gidiyoruz. Arabaları alıp oradan dayınlara geçeceğiz. Koşturmacamız olacak, taksiyle uğraşmayalım.'' ''Dayımın arabası vardı.'' dedim ama o kadar insana yetmeyeceği aşikardı. ''O ayrı sevgilim.'' dedi. ''Düşünme sen bunları.'' ''Ada.'' dedi Uygar başını arkaya çevirip. ''Ben çok açım ya. Yengen yemek yapmış mıdır?'' ''Yapmıştır herhalde.'' dedim, ardından alnıma vurdum. ''Aaa hiç haber vermedim indik diye. Bir arayayım ben onu.'' Telefonumu açıp yengemi aradım. Anında açmıştı. ''Kızım indiniz mi?'' ''İndik yengecim. Havaalanından ayrılıyoruz şimdi. Bir saate varırız eve.'' ''Tamam kızım, sakın ha bir şey yemeyin. Size çok güzel yemekler hazırladık.'' ''Yok yengecim yemeyiz.'' dedim gülerek. Uygar gerçekten şanslı günündeydi. ''Dayım ve Güneş evde mi?'' ''Evde evde. Yeşim ablan da burada. Malum hazırlıklar bitmiyor.'' ''Zahmet etmeseydiniz.'' dedim. ''Ne zahmeti kızım? Deniz'in anne ve babası bizde kalacak haberiniz olsun. Ben misafir odasını açtım çünkü.'' Deniz'e baktım. ''Annenler bizde kalacak sevgilim." dedim. ''Başka bir yer ayarlamadılar inşallah?'' ''Yok sevgilim, Aydın'da da otelimiz var. Otelde kalacağız biz. O kadar insanı nasıl alsın ev? Hem o kadar kalabalıkla uğraşmasınlar, gerçekten gerek yok.'' ''Yenge, otelde kalacaklarmış.'' ''Olur mu Ada? Çok ayıp. Buraya kadar gelecekler ve ben onları otele mi göndereceğim? Katiyen olmaz.'' ''Deniz hayır diyor yenge.'' ''Ver bakayım sen şu telefonu ona.'' dedi yengem, telefonu Deniz'e uzattım. ''Yengem seni istiyor.'' Deniz telefonu aldı ve yengemin konuşması bitene kadar onu dinledi. Ve sonunda telefonu ikna olmuş bir şekilde kapattı. ''Nasıl yani?'' dedim. ''Nasıl ikna etti yengem seni?'' ''Bazen büyük sözü dinlemek gerekiyor.'' dedi omuz kısarak. Yengem o kadar insanı nereye sığdıracaktı gerçekten bilmiyordum. Tamam ev küçük değildi. Ama Deniz'in evi kadar büyük de değildi. Evet iki katlıydı ama üst katta üç oda, alt katta ise salon hariç sadece bir oda vardı. Canan Hanım ve Fatih Bey üst kattaki ikinci yatak odasında yatabilirdi. Diğer yatak odası zaten yengem ve dayımındı. Diğer oda Güneş'le ortak kullandığımız odaydı. Geriye alt kattaki oda kalıyordu. O odada sadece bir tane tek kişilik yatak vardı. Orada biri yatsa diğer iki kişi nerede yatacaktı? Deniz çenemi sevdi. ''Yengen yer planlaması yapmış merak etme.'' dedi. Anlamayan gözlerle baktım. ''Ben ve Uygar Selaylarda misafir olacakmışız.'' dedi gülerek. Uygar heyecanla arkasına döndü. ''Yuh Miray'ın evinde mi kalacağım?'' ''Aynı odada kalmıyorsun Uygar kendine gel.'' dedi Deniz gülerek. ''Sadece aynı evde kalıyorsun.'' Uygar sırıtarak önüne döndü. Yengemin fikri çok mantıklıydı çünkü Selayların eviyle dayımların evi birebir aynıydı. Yani onların evinde Deniz ve Uygar için yeterince yer vardı. Yeşim ablaya bolca teşekkür etmeyi unutmamam gerekiyordu. *** Otomobil kiralama şirketinden arabaları aldıktan sonra dayımların evinin yolunu tuttuk. Biz Deniz'le Mercedes GLB 200 model arabayla önden giderken Uygar bizi Toyota Rav4'le takip ediyordu. "Dayınlarda bir sürprizle karşılaşacaksın." dedi Deniz bir arabayı sollarken. "Ne?" dedim merakla. "Daha ne sürprizi sevgilim? Maşallah sürprizlere doymuyorsun sen de." "Bence çok sevineceksin." "Yengemin haberi var mı bundan?" "Var tabii. Ev sahibinden habersiz sürpriz mi yapılırmış?" "Ney peki? İpucu veremez misin?" "Veremem." dedi muzip bir gülüşle. "Her şeyi merak etme Ada." "Nasıl etmeyeyim sevgilim? Sürpriz merak edilmez mi?'' ''Sabret biraz, az kaldı.'' dedi, etrafıma baktım. Pek de az kalmamıştı çünkü Güzelçamlı'ya varmamıza daha kırk dakika vardı. ''Daha kırk dakika var.'' dedim. ''Evet, sadece kırk dakika.'' dediğinde radyoyu açtım. Aydın'ın yerel frekanslarından biri çalıyordu. Bir Ege türküsü kulaklarımızı doldurduğunda camı açıp Aydın'ın mis kokusunu ciğerlerime doldurdum. Burayı gerçekten ama gerçekten çok özlemiştim. Abalım Diyordu türküde. Farkında değildim ama ben de türküye eşlik ediyordum ve bunu Deniz bana seslendiğinde anlamıştım. "Kime yandın sen bakayım?" dedi tuhaf bir sesle. "Kim o gözleri elalı herif?" İstemsiz bir kahkaha attım. "Kimse değil." dedim gülerken. "Sadece türkü söylüyorum sevgilim. Herhangi bir adam yani." "Pek bir içten söylüyordun Ada." dedi bir saniyeliğine bana bakıp. "Aşkım sadece bir türkü." "Ela gözlü birine yanmadın yani?" "Yanmadım." "Tam biz nişanlanırken ela gözlü bir adam gelip Ada benim çocukluk aşkım demez o zaman?" "Deniz daha önce de söyledim ya. Benim sadece bir sevgilim oldu senden önce. Onu da zaten sevmiyordum." Deniz'in yüzünde anlam veremediğim bir ifade belirdi. "Sevmeyi denemiş miydin?" Hafızamı yokladım. Ozan'ı zaten seviyordum. Ama sadece arkadaşım olarak seviyordum. Bir sevgili olarak sevmeyi deneyip denemediğimi hatırlamıyordum. Çünkü onun saf arkadaşlık sevgisi bana yetiyordu. "Bilmem. Denemedim sanırım. Neden bunları soruyorsun?" "Sen Cemre'yle ilgili neredeyse tüm detayları biliyorsun. Benim de Ozan hakkında bir şeyler bilmeye hakkım var bence." "Siz Cemre'yle birbirinizi sevmişsiniz Deniz. Cemre'nin ne dediğini hatırla. Başlarda oyundu ama daha sonra sana aşık oldum demişti." "Sen buna inanıyor musun?" dedi Deniz. "Sence senin hislerin kadar gerçek miydi Cemre'nin hisleri?" "Bunu bilemeyiz." dedim. "Ona da üzülüyorum. Bir oyunun kurbanı olmuş. Gerçekten sevdi mi sevmedi mi bilmiyorum ama sonuçta seninle bir şeyler yaşamış. Ben Ozan'la hiç yakınlaşmadım. Yani biz bence sizin kadar gerçek değildik." Deniz başını salladı. "Nasıl biriydi?" "Mavi gözlüydü." "Ada." dedi Deniz biraz ters bir sesle. Sanırım kıskanmıştı. "El alemin adamının kaşından gözünden bana ne? Huy olarak nasıldı? Onu soruyorum." Baş parmağımın tırnağını ısırdım. "Şey pardon." dedim düşünürken. "Kendi halinde biriydi işte. İyiydi. Her zaman yanımdaydı. Bir abi gibi anlayacağın." "Sana kardeşi gibi davrandığı için ona aşık olmadın belki de." dedi düşünürken. Haklıydı. Sevgili gibi davransa belki onu severdim. Aynı şey Uygar ve Deniz için de geçerliydi. Deniz başından beri benimle ilgileniyordu. Yani sevgilim gibiydi. Uygar ise baştan beri abim gibiydi. Bu yüzden Uygar'ı abim gibi Deniz'i de sevgilim gibi seviyordum. "Ben bu konudan çok sıkıldım. Hadi başka şeylerden konuşalım." Deniz gülümsedi. "Sen Aydın'da büyümüşsün." dedi. "Evet?" "Ege şivesi yapmayı biliyor musun?" Dilimi damağıma çarptım. "Çıks." dedim mahcubiyetle. "Bilmiyorum." "Tüh sana." dedi ayıplayarak bakıp. "İçinde bulunduğun değerlere bu kadar mı bağlısın? Çıks çıks çıks çok ayıp." Omuz kıstım. "Dönmüyor benim dilim." Deniz yanağımdan makas alıp güldü. "Neyse, karar verdin mi balayı için nereye gideceğimize?" "Hiç düşünmedim desem?" "Bir an önce düşün derim." "Senin aklında bir yer yok mu? Neden bana bırakıyorsun? Senin istediğin bir yere gidelim." "Aslında bir yer var." dedi biraz düşünüp. "Ama ister misin bilmem." "Neresi?" "Prag'a ne dersin?" dedi kısa süreliğine bana bakıp. "Harika olur derim!" "Güzel. O zaman Gülşah'a yazar mısın sevgilim? Ona 15 Aralık'tan 5 Ocak'a kadar Prag'da olacağımızı, bunun için bir otel ayarlaması gerektiğini söyle. Ayrıca o tarihler arasında planlanmış bir toplantı varsa iptal etsin. Ve Prag'ta kullanmamız için bir otomobil şirketinden araba kiralasın. Şimdiden ayarlasın ki uğraşmayalım sonra." Başımı salladım ve telefonumu çıkartıp Deniz'in söylediklerini Gülşah'a birebir yazdım. Beni kısa sürede yanıtlamıştı. "Tamam Ada Hanım, hemen ilgileniyorum." Yol kenarında karşımıza bir incir satıcısı çıktığında yolu epey geride bırakmıştık. Öyle ki eve varmamıza sadece on beş dakika kalmıştı. Deniz sağa çekti ve motoru susturdu. "Eli boş gitmek olmaz şimdi. İncir alayım. İster misin?" Dünya üzerinde en sevdiğim meyve olan incire karşı neden tiksinti duyduğumu anlayamıyordum. İki gün önce Deniz'in aile evinde incir görüp midem bulandığında geçici bir tiksinti sanmıştım ama hala devam ediyordu ve bu durum benim canımı çok sıkmıştı. "İstemiyorum. Ama yengemler için alabilirsin." dedim. Uygar da sağa çekmiş ve motoru susturmuştu. Hızlı adımlarla bize doğru geliyordu. "Ne kadar yolumuz kaldı?" dedi yorgunlukla. Ardından etrafına baktı. İki dağın arasına yapılmış bir yoldaydık. Dağlar yemyeşil ağaçlarla süslüydü ve uzaklarda bir yerlerde masmavi deniz insanın gözlerini şenlendiriyordu. "Vay anasını." dedi şaşkınlıkla. "Ada sen cennette yaşıyormuşsun. Şu manzaraya bak." "Öyledir benim Aydın'ım. Her köşesini çok özledim." "Keşke biraz daha kalsaydık. Gezerdik." dedi içli içli. "Bir dahaki sefere daha uzun kalırız." dedi Deniz. "Hiç dert etme. Miray sana gezdirir her yeri. Gezdirir değil mi aşkım?" "Tabii gezdirir. Miray harika bir gezi rehberidir. Karış karış gezdirir." dedim Uygar'a bakarken. Bizi duyuyor gibi değildi. Sanki bir hayale dalmıştı. "Belki bir gün, neden olmasın?" dedi hevesle. Ardından düşüncelerini savurup ciddiyetle bize baktı. "Neden durduk?" "İncir alacağım." dedi Deniz ve arkasını dönüp incir satan amcaya doğru ilerledi. "Dur bekle ben de geliyorum." dedi Uygar. Deniz'in peşinden yavru ördek gibi koşması gülmeme sebep olmuştu. "Ben de alacağım incir." Başımı iki yana sallayarak güldüm. Uygar bildiğimiz Uygar'dı işte. *** Geri kalan on beş dakikalık yolculuğumuz bitmişti ve nihayet dayımların evinin önüne varış yapmıştık. Hiç beklemeden indim ve koşa koşa eve doğru ilerledim. Aklımda sadece dayıma, yengeme ve Güneş'e sarılmak vardı. Öyle ki Deniz, Uygar, bavullar ve aldığımız incirler bile umurumda değildi. Heyecanla zili çaldım. Aslında onları göreli çok uzun zaman olmamıştı ama yine de çok özlemiştim. Bir an önce hepsine sarılmak istiyordum. "Yenge, dayı, Güneş." dedim hepsinin adını tekrarlayıp. "Neredesiniz? Biz geldik." Bir yandan zile basıyor bir yandan da kapıyı tıklatıyordum. "Aşkım sakin ol. Neden alacaklı gibi çalıyorsun?" dedi Deniz. Uygar'la beraber arkamda belirmişti. "Çok özledim onları." dedim ve kapı nihayet açıldı. Kapı açıldığında gözlerim de şaşkınlıktan kocaman açılmıştı çünkü karşımda görmeyi beklediğim kişiler kesinlikle Selay, Miray ve Savaş değildi. "Sürpriz." dedi hepsi bir ağızdan. "Nasıl ya?" dedim yaşadığım şoku atlatmaya çalışırken. "Sizin uçağınız akşam değil miydi? Siz yani nasıl? Ne zaman geldiniz?" Selay beni kolumdan çekti ve bir tarafıma sarıldı. Miray da diğer tarafıma sarıldığında bunun nasıl mümkün olduğunu düşündüm. "Hoş geldin Adacım." dedi Selay kıkırdayarak. "Hoş buldum.'' dedim hala düzelmeyen şaşkın sesimle. ''Ne ara geldiniz siz? Nasıl oldu bu?'' ''Kızlar kardeşimi bana bırakın artık. Ben de sarılmak istiyorum.'' dedi Savaş. Selay ve Miray saniyeler içinde beni serbest bıraktıklarında Savaş beni kollarının arasına aldı. ''Güzelim benim.'' dedi saçlarımı öperek. ''Hoş geldin.'' ''Hoş buldum.'' dedim sarılmamı sonlandırıp. ''Ne kadar numaracısınız siz ya. İnsan kandırmak denir bu yaptığınıza.'' dedim Savaş'ın koluna minik bir yumruk atıp. ''Kimin aklından çıktı bu ve neden geldiğinizi bana söylemediniz?'' ''Sürpriz yaptık işte sana Adacım.'' dedi Selay. ''Meral ablanın yardıma ihtiyacı vardı, senin de aklın kalmıştı nasıl yetiştirecek diye. Yaklaşık iki gündür yardım ediyoruz ona. Hadi kapıda mı duracaksınız? Geçsenize.'' Yavaş yavaş içeriye doğru ilerlerken kapıda duran herkes birbiriyle kucaklaştı ve ev bir anda bayram evine döndü. ''Yuh, dün burada mıydınız? Yani o yüzden mi kimse benimle elbise almaya gelmedi?'' ''Evet Adacım.'' dedi Miray. ''Anlayacaksın diye ödümüz koptu.'' ''Vallahi hiçbir şey anlamadım. Ne ara oldu? Nasıl oldu?'' ''Hallettik işte Adacım.'' dedi Uygar. ''Ruhun bile duymadı.'' ''Yani siz de mi işin içindesiniz?'' dedim hem Deniz'e hem Uygar'a bakıp. ''Zaten onlar planladı.'' dedi Miray. ''Siz Deniz'le Uygar'ı almaya gelmiştiniz ya hastaneye.'' ''Ee.'' ''İşte Uygar beni havaalanına bırakacaktı. O yüzden gelmişti.'' dedi Miray bakışlarını kaçırıp. Sanırım Uygar'ın onu öptüğü an aklına gelmişti. Bakışlarımı hemen Uygar'a çevirdim. Onun yüzünde de tatlı ve utangaç bir ifade vardı. ''Salı gecesinden beri buradasınız yani?'' dedim. Güneş'in sesi kulaklarımızı doldurmuştu. ''Ablammmmmm.'' dedi abartılı bir sevinçle. Merdivenlerin başında durmuş bize bakıyordu. ''Bir tanecik ablam gelmiş.'' dedi koşa koşa merdivenlerden inerken. ''Koşma Güneş düşeceksin.'' dedi Savaş abilik içgüdüsüyle. Güneş saniyeler içinde yanıma ulaşıp kollarını bana sararak yanağımı onlarca kez öptü. ''Hoş geldin güzeller güzeli ablam.'' ''Hoş buldum Güneş'im.'' ''Seni çok özledim mis kokulu ablacım.'' ''Ben de seni özledim güzelim.'' dedim saçlarını severken. ''Dayım ve yengem nerede?'' ''Bize geçtiler, ufak tefek eşyaları götürdüler. Burada ayak altında durmasın diye.'' dedi Miray. ''Hadi acıkmadınız mı siz? Masaya geçin yemekler soğumadan.'' ''Vallahi ben çok açım.'' dedi Uygar ve Miray'ın yönlendirmesiyle salona doğru ilerledi. Savaş bir tarafıma Güneş de bir tarafıma geçtiğinde mutfaktan Can çıkmıştı. ''Ben de tam Can nerede diyecektim.'' dedim kollarımı ona uzatıp. ''Hoş geldin.'' ''Asıl sen hoş geldin.'' dedi Can. ''Sabahtan beri bizimkilerin gözleri yollarda. Hele Selay Nerede kaldılar, ne zaman gelecekler? diye söylendi durdu.'' Minik bir kahkaha atmıştı. ''Ama aşkım.'' dedi Selay. ''Bir an önce gelmelerini istedim çünküüüüü yarın büyük gün.'' dedi elleriyle birkaç kez alkış yaparak. Deniz yanıma gelip elini belime sararak alnımı öptü. ''Evet, yarın büyük gün.'' Herkes kısa bir süre bizi izlemiş, ardından yemek masasına geçmişti. Kim ne yapmıştı bilmiyordum ama bize harika bir yemek masası hazırlamışlardı. Çorbadan ana yemeğe, ara sıcaklardan salatalara, mezelerden turşulara her şey çok güzeldi. Hepsini aynı anda yemek mümkün değildi elbette ama kendimi en son salatalık turşusunu pekmeze bandırırken bulmuştum. ''Abla ne yapıyorsun sen ya?'' dedi Güneş şaşkınlıkla. ''Ne yapıyormuşum?'' dedim ve pekmezli turşuyu ağzıma attım. Kıtır kıtırdı ve çok lezzetliydi. Pekmez de ayrı bir lezzet katmıştı açıkçası. ''Görmeyeli damak tadın baya bir değişmiş.'' dedi çattığı kaşlarıyla. ''Sen de dene çok lezzetli.'' dediğimde söylediklerimi eliyle savuşturdu. Bir ara neden böyle tuhaf şeyler istediğimi anlatsam iyi olacaktı. Sonuçta teyze olacaktı ama henüz bilmiyordu. Ve asıl mesele dayım ve yengemin bunu nasıl karşılayacağıydı. ''Ee enişte.'' dedi Güneş. ''Anne ve baban ne zaman gelecek?'' ''Onlar akşam uçağıyla gelecekler Güneşçim. Dokuz gibi burada olurlar diye düşünüyorum.'' dedi Deniz. Saatime baktım. Dört olmasına yirmi dakika kalmıştı. ''Bu arada.'' diye devam etti Deniz. ''Salih abi de geliyor.'' Savaş'a bakıp göz kırpmıştı. ''Evet, dedem de geliyor.'' dedi Savaş. ''Sizi yalnız bırakmak istemedi.'' ''Gelsin tabii. Çok sevindim, harika bir haber.'' dedim ve ağzımı silip arkama yaslandım. Herkes çoğunlukla doymuştu. ''Şimdi herkes doyduysa ben bir şey söylemek istiyorum.'' ''Söyle ikizim.'' dedi Savaş. Öksürüp sesimi düzelttim. ''Annemi ziyaret etmek istiyorum ben.'' dedim bakışlarımı Güneş ve Savaş arasında gezdirirken. Sesim titriyordu. ''Siz de gelmek ister misiniz?'' Güneş haftada bir kez mutlaka mezarlığa gider, annemi ziyaret ederdi. Ben ise en son geçtiğimiz haziran ayında gelmiş, mezun olamadığım için annemden özür dilemiştim. Şimdi yanına bambaşka biri olarak çıkacaktım. Oğlunu bulmuştum. On yedi yıl sonra bile olsa verdiğim sözü tutmuştum. Rahat uyumalıydı çünkü üçümüz yine eskisi gibi yan yanaydık ve birbirimizi çok seviyorduk. Artık küçük bir kız çocuğu değildim üstelik. Evlenecektim, onu aşık olduğum adamla tanıştırmak istiyordum. Artık mutlu olduğumu söylemek istiyordum. ''Tabii ki geleceğiz Ada. Soru mu bu?'' dedi Savaş bana göz kırpıp yarım bir gülüşle bakarken. Ne hissettiğini çok merak ediyordum. Ona beş yıl boyunca annelik yapan öz annesini hatırlamıyordu bile. Muhtemelen annemin kabri mezarlıktaki diğer kabirlerden farksız olacaktı onun için ama yine de görmek, ziyaret etmek istiyordu. ''E tabii ki de abla. Yalnız gitmene gönlümüz razı gelmez ki.'' dedi Güneş. ''Ama bir an önce kalkalım, hava kararmadan gidelim.'' Savaş'la aynı anda başımızı sallayıp ayaklandık. ''Güneş haklı. Hava kararmadan gidin. Burayı biz hallederiz.'' dedi Miray masayı gösterip. ''O zaman gidelim hadi.'' dedim. Dakikalar sonra Deniz'in kiraladığı arabada mezarlığa doğru gidiyorduk. *** Genellikle herkesin korktuğu ama benim gece bile gelebileceğim mezarlığa nihayet gelmiştik. Sevdiğini kaybeden biri mezarlıktan korkmaz. derlerdi. Haklılardı, çok doğruydu. Zaten tehlikeli olan ölenler değil yaşayanlardı ve ben bunun bilincine varalı yıllar olmuştu. Kapıyı açıp arabadan indim ve üzerimdeki hırkayı koltuğa atıp kapıyı kapattım. ''Üşüyeceksin.'' dedi Deniz. Akşam üzeri saatlerine az kalmıştı ama hava hala sıcaktı. ''Çok durmayacağız zaten.'' dedim. ''Hem hava hala sıcak.'' Deniz başını sallayıp arabadan indiğinde yengemin dolabından aldığım yazmayı saçlarımın üzerine kapattım. Güneş de aynı şekilde saçlarını topladı ve yazmayla saçlarını örterek koluma girdi. Savaş ve Deniz arkamızda kalmıştı. ''İyi misin abla?'' dedi Güneş fısıltıyla. Bir saat önce etrafa gülücükler saçan Güneş gitmiş, yerine hüzün dolu Güneş gelmişti. ''İyiyim güzelim. Asıl sen iyi misin?'' Güneş derin bir nefes verip başını omzuma yasladı. ''Onu hiç hatırlamıyorum ama çok özlüyorum. İnsan hiç tatmadığı bir duyguyu özler mi?'' Elimi kaldırıp Güneş'in yanağına koydum. ''Özler Güneş. Hatırlamıyorsun ama annem bizim içimizde. Bizimle olduğu yıllar boyunca bizi çok sevdi. Bu sevgi senin tüm hücrelerinde var. Hatırlamıyor olsan bile annem ilmek ilmek işledi o sevgiyi bize. Her zerremizde ondan bir parça taşıyoruz. Beynin hatırlamıyor belki ama kalbin ve ruhun onun sevgisiyle dolu.'' ''Bazen düşünüyorum da ölmeseydi nasıl bir hayatımız olurdu acaba?'' ''Baştan böyle yazılan bir şeyin sonunu değiştiremezdik Güneş. Başka bir evrende bile yaşasak, milyonlarca ihtimali bile denesek annem bize veda edecekti eninde sonunda.'' ''Hiç üzülmüyor musun?'' ''İçim parçalanıyor Güneş. Üzülmek az gelir. Ama hayattayız ve devam etmek zorundayız.'' ''Senin devam etmek için en büyük motivasyonun abimi bulmak mıydı?'' ''Hayır sendin.'' dedim ona yaklaşıp yanağını öperek. ''Evet abini arıyordum ama ondan önce sen vardın. Önceliğim senin mutlu olmandı, hayata devam etmek için en büyük dayanağım sendin.'' Güneş parlayan gözleriyle bana baktı. ''Sahiden mi abla?'' dedi. Sesinde çocuksu bir neşe vardı. ''Sahiden.'' dedim. Ne kadar da anneme benziyordu. Annem kadar pürüzsüz teni, mavi gözleri, altın sarısı saçları. ''Abinle ikiz olmam seni daha az önemsediğim anlamına gelmez ki.'' Bu sefer Güneş benim yanağımı öptü. ''Seni çok seviyorum.'' ''Ben de seni çok seviyorum Güneş.'' dedim, annemin mezarına gelmiştik. Leyla Dündar. 02.06.2002 Mezar taşını gördüğümde içim buz gibi olmuştu. Senelerdir geliyordum ama hala alışamamıştım. Sanki bir yabancının mezarıydı. Bunu anneme konduramıyordum ama onun mezarıydı işte. Ayağımın dibindeki toprağın altındaydı. On yedi yıldır burada yatıyordu. Bir anda üzerime bir şeyler çökmüştü. Yorgundum, üşüyordum, uykusuzdum. İki akciğerimin arasında uçurum varmış gibiydi. Nefes alamıyordum. Beynimden mideme doğru halatı kopmuş bir asansör düşüyormuş gibi hissettim. Sanki damarlarım bir anda yok olmuştu ve kanım içimde volkan gibi akıyordu. Ağır çekimde yaşıyordum. ''İyi misin sevgilim?'' dedi Deniz, iki yanağımdan yaşlar akarken mezarın yanına diz çöktüm ve adının yazılı olduğu yeri elimle okşadım. ''İyiyim.'' dedim sessizce. Ardından annemle konuşmaya başladım. Bunu hep yapıyordum çünkü beni duyduğunu biliyordum. Tek eksiğim onun verdiği cevapları duyamamaktı. ''Anne ben kardeşimi buldum.'' dedim hıçkırıklar boğazımdan dökülürken. Ağlıyordum ama yüzümde gururlu bir gülümseme vardı. Güneş ve Savaş iki yanıma çökmüştü. ''Bak biz eski günlerdeki gibi yan yanayız. Üçümüz bir aradayız. Buldum anne sonunda. Savaş'ı buldum bak.'' Savaş kolunu omzuma atıp yanağımdaki yaşları sildi. Mavi gözleri perdelenmişti sanki. Bir sis bulutu çökmüştü. ''Sana çok güzel haberlerim var.'' dedim adının yazılı olduğu yeri severken. ''Okuldan mezun olamadım ama bu sayede evleneceğim adamla tanıştım.'' dedim gülümserken. Eğer mezun olsaydım Aladağ Kütüphanesi'ne hiç gitmeyecek, Deniz'le hiç karşılaşmayacaktım. ''Evet yanlış duymadın, evleniyorum. Yarın beni isteyecekler hatta.'' dedim burnumu çekip. ''Çok heyecanlıyım. Buruk bir heyecan aslında. Çünkü sen yoksun, babam yok. Ama üzülme dayım var, yengem var. Beni canları kadar seven arkadaşlarım var.'' Güneş başını omzuma yasladığında birazdan duyacağı şey karşısında ne tepki vereceğini düşündüm. ''Bir de.'' dedim sessizce. ''Bir de bebeğim var.'' Elimi karnıma sardığımda Güneş telaşla başını çekip yüzüme baktı. ''Ne?'' dedi kocaman açtığı gözleriyle. ''Abla sen ne dedin az önce? Doğru mu duydum ben? Ne bebeği?'' Gülümsedim ve Deniz'in yardımıyla ayağa kalktım. Benim ardımdan Güneş ve Savaş da ayaklanmıştı. ''Doğru duydun.'' dedim, elim yine karnımdaydı. ''Teyze olacaksın Güneş. Ben hamileyim.'' dedim bir çırpıda. Ardından Deniz'e baktım. Beni izliyordu. ''Abla.'' dedi boynuma atlayıp. ''Ablacım. Canım ablacım. İnanamıyorum. Sen gerçekten. Aman Allah'ım anne olacaksın. BEN TEYZE OLACAĞIMMMM.'' diye çığlık attı. ''Ssh Güneş. Nerede olduğumuzu unuttun sanırım.'' dedim, kemiklerim ince kolları arasında sıkışıp kalmıştı. Güneş geri çekilip yüzümü elleri arasına aldı. ''Dünyanın en güzel annesi olacaksın. Dünyanın en güzel teyzesi olacağım.'' dedi ve Savaş'a baktı. ''Abi sen niye sevinmiyorsun?'' Savaş önceden biliyor olmanın verdiği gururla Güneş'e yaklaşıp ona sıkıca sarıldı. ''İlk ben öğrendim.'' dedi Güneş'le birlikte sağa sola sallanırken. ''Yanlışlıkla oldu ama. Özellikle gelip söylemedi. Bir tercihi olsa ilk sana söylerdi. Ablana küsme tamam mı?'' ''Küsmedim ki.'' dedi Güneş. ''Artık büyüdüm ben. Kimseyi üzmüyorum.'' Savaş Güneş'in saçlarını karıştırdı. Anlaşılan bu saç karıştırma alışkanlığı ikizimde de vardı. ''Aferin benim fıstığım.'' Savaş ve Güneş birbirlerine sarılmış dururken Deniz belime sarıldı ve beni arabaya doğru yürüttü. Aslında iyi görünüyordum ama iyi hissetmiyordum. Deniz de farkındaydı. Birden yine ağlamaya başladım. Her ne kadar bulunduğum durum onu korkutmuyor gibi görünse de kaskatı olmuş çenesinden ve kısılmış gözlerinden endişelendiği belliydi. Bakışlarında onlarca karartı vardı. Endişesi göz bebeklerinden taşacak kadar dışarı sızmıştı. ''Sevgilim iyi misin?'' Gözyaşlarım benim iradem dışında yanaklarımı esir alırken başımı iki yana salladım. Mezarlıktan çıkmış, arabaya varmıştık. ''Tamam, gel bakalım.'' dedi Deniz başımı göğsüne bastırıp saçlarımı okşarken. Diğer eli de sırtımda dolaşıyordu. ''Yok bir şey sevgilim. Bak ben yanındayım.'' ''İyi ki yanımdasın sevgilim.'' diye fısıldadım. Benden uzaklaşıp saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı ve aşağı kayan yazmayı alnıma doğru çekti. Burnumu çekip gülümsedim. ''Çok komik görünüyorum değil mi?'' ''Hala dünyanın en güzel kadınısın.'' dedi alnımı öpüp. ''Karım olacağın için çok şanslıyım.'' ''Evleniyoruz.'' dedim gülümseyerek. ''İnanabiliyor musun?'' ''Senin gibi dünyalar güzeli bir kızın benimle evleniyor olmasına inanamıyorum aslında.'' dediğinde hafifçe göğsüne yaslandım. ''Kendine haksızlık ediyorsun.'' dedim gülüşüm yüzüme yayılırken. ''Sen dünyanın en mükemmel, en karizmatik, en iyi, en merhametli adamısın. Seni bana getiren yollara bile şükrediyorum ben.'' ''Ooo.'' dedi Deniz gülerek. ''Sen baya bana yanmışsın.'' ''Tabii, ne sandın?'' dedim abartılı bir özgüvenle. ''Yanmayayım mı?'' Yüzüme uzun bir süre baktı ve burnumun ucunu öptü. ''Sana aşığım.'' dedi fısıltıyla. Güneş ve Savaş yanımıza gelmişlerdi. ''Hindi gidelim gari.'' dedi Güneş Ege şivesiyle. Ben konuşamıyordum ama Güneş çok güzel konuşuyordu bu şiveyle. ''Haydin ne bakıpdurusunuz? Daha durcek miyiz burlarda?'' Üçümüz Güneş'in karşısında dikilmiş onu izliyorduk. ''Oğlanlağ evde, gızlağ evde. Bizi bekleyipduru hepsi. E yengemle dayım da görmedileğ sizi. Çok yolumuz vaa. Haydin gitmeyoz mu daha? Yapçek çok işimiz vaa. Nişan yapçez, akşamına eğlence yapçez. Hazırlıklağ bizi bekleyipduru.'' Hepimiz aynı anda kahkaha attık. ''Sevgilim.'' dedi Deniz. ''Sen de hemen öğreniyorsun bunu. İnanılmaz iyi.'' Gülmekten konuşamıyordu. ''Aabam gonuşamaz bööle. İstanbullarda o seneleedir. Pek bi' hanım olmuş. Unutmuş burları hep.'' ''Güneş sus artık.'' dedim gülerken. ''Güldürme daha fazla.'' ''Yok yok konuşsun.'' dedi Deniz. ''Ben çok sevdim.'' Güneş öksürdü ve sesini düzeltti. ''Teşekkür ederim enişteciğim. Böyle bir anda güncelleme geliyor bana. Ağzımdan çıkıyor işte böyle.'' ''Yalnız baya iyisin bu konuda.'' dedi Savaş. Arabaya biniyorduk. ''Egeli gibisin.'' ''Aslında Egeli sayılırım. Ben Bursa'da sizin kadar yaşamadım. Tüm köklerim burada sanki.'' Emniyet kemerimi takarken Güneş'in haklı olduğunu düşündüm. Bursa'dan Aydın'a geldiğimizde küçücük bir bebekti. Bursa'ya dair hiçbir anısı yoktu. Bir bağı da yoktu. O yüzden benden daha Egeliydi. ''Haklısın.'' dedim. ''Ben değilim ama sen tam bir Aydın kızısın.'' Güneş dikiz aynasından bana öpücük atmıştı ve yolculuğumuz başlamıştı. Yirmi dakika sonra eve vardığımızda bizi dayım ve yengem karşılamıştı. ''Oyy.'' dedi dayım beni sıkıca sararken. ''Güzel kızım hoş geldin.'' ''Hoş buldum dayıcım benim. Nasılsın?'' ''İyiyim yavrum benim. Asıl sizi sormalı. Gelmenizle gitmeniz bir olmuş. Göremeyeceğiz yüzünüzü belli ki.'' Dayımın kollarının arasından sıyrılıp yengeme sarıldım. Deniz o sırada dayımın elini öpüyordu. ''Hoş geldin damat.'' ''Hoş geldin kızım.'' ''Hoş bulduk Harun Bey.'' ''Hoş buldum canım yengem.'' ''Aa ne beyi oğlum? Aile olduk artık biz. Abi de, dayı de, amca de. Ama bey... Çok mesafeli. Olmaz.'' dedi dayım elini Deniz'in omzuna koyup. ''Anlaştık mı?'' Deniz onaylarcasına başını salladı ve gülümsedi. "Siz nasıl isterseniz." dedi tok bir sesle. "Ee yolculuk nasıldı?" dedi yengem. Deniz bu sefer de onu kucaklıyordu. "İyiydi." diye cevapladım. Deniz ve yengemin sarılması sonlandığında salona doğru yürüyorduk. "Anne ve baban ne zaman gelecek oğlum? Direkt buraya gelsinler bak. Bir sürü yemek yaptık onlar için. Başka yerlere gitmesinler hiç." dedi yengem salona geldiğimizde. Herkes ilk bulduğu koltuğa çökmüştü. Selay'ın yanına geçtim. Deniz ise çaprazımdaki tekli koltukta oturuyordu. "Konuştum az önce. Havaalanındalar. Uçakları altı buçukta. Buraya indiklerinde almaya gitmiş olacağız." dedi Deniz. Teyit beklercesine Uygar'a bakıyordu. Uygar ise tam karşısında oturan Miray'ı izliyordu. "Ben tek giderim." dedi Uygar ana dönerek. "Sen Ada'yı yalnız bırakma. Başka hazırlıklar varsa yardım edersin." Deniz başını salladı. "Doğru haklısın. Ama havaalanını bulabilecek misin?" "Navigasyon denen bir şey var Denizcim." "Şey navigasyon bazen yanıltıyor." dedim. Aslında öyle bir şey yoktu ama elime bir koz geçmişti ve ben kullanmak istiyordum. "Miray, sen de gider misin Uygar'la? Yolu tarif edersin." Miray bakışlarını önce bana sonra Uygar'a yöneltti. "Yani bilmem. Eğer isterse neden olmasın?" "Seve seve." dedi Uygar. Keyfi en az Miray kadar yerindeydi. ''Eee ben tatlıları getiriyorum o zaman.'' dedi Selay. ''Ne olur incir tatlısı yapmadığınızı söyleyin.'' dedim yüzümü buruşturup. Herkes uzaylı görmüş gibi bana baktı. ''Bu ara çok yedim de sıkıldım. O yüzden yani.'' ''Sen incirden asla sıkılmazdın kızım? Tabak tabak yersin hatta.'' ''Bu ara pek istemiyorum yenge.'' dedim bakışlarımı kaçırıp. ''Ee iyi bak şanslı günündeymişsin. Tatlıyı biz yapamadık. Hazır aldık aşağıdaki pastaneden.'' ''Hasan amcanın pastanesinden mi? Ne aldınız?'' dedim heyecanla. ''Fındıklı kadayıf aldım.'' dedi Can. Dilimi dudaklarımda gezdirdim. ''Hmmm, çok canım çekti şimdi.'' ''Şerbetli tatlı sevmezsin ki sen.'' dedi dayım. Dayı ne karıştırıyorsun? Belli ki artık seviyorum işte. ''Yok yok seviyorum.'' dedim. ''Yanlış hatırlıyorsunuz siz.'' ''Ablamın damak zevki çok değişmiş.'' dedi Güneş. ''Yemekte turşuyu pekmeze bandı ve öyle yedi.'' Dayım olabilir anlamında başını yana eğip Deniz'e döndü ama yengem... Keşke onun bakışları da Deniz'e dönseydi ama anlamıştı işte. Anlamıştı ve bana hayretle bakıyordu. ''Adacım gel biz tatlıları koyalım.'' dedi sevimli tutmaya çalıştığı bir sesle. ''Ben koyacaktım ya Meral abla.'' dedi Selay. ''Siz zahmet etmeyin.'' ''Yok kızım, sen git anne ve babanı çağır. Bi' gelemediler. Biz Ada'yla hallederiz. Değil mi kızım?'' Utana sıkıla yerimden kalktım ve kedi gibi mutfağa koştum. Yengem peşimden gelmiş, arkamdan kapıyı kapatmıştı. ''Anlat bakalım.'' dedi meraklı gözlerle. ''Neyi yengecim?'' dedim ve buzdolabının kapağını açtım. Koca bir tepsi kadayıf önümde duruyordu ve ben bu gerginlikle tüm tepsiyi yiyebilecek gibi hissediyordum. ''Niye aniden evlendiğinizi.'' ''Ee çok aşığız.'' dedim tepsiyi çıkartırken. ''Çayları koyar mısın? Ben o sırada tatlıları koyayım tabaklara.'' ''Ada.'' dedi yengem uyarıcı bir sesle. ''Selay ve Can da birbirlerine aşıklar. Ama böyle aniden evlenmediler.'' ''E herkes aynı mı yenge? Biliyorsun Deniz'in düşmanları var. Beni korumak zorunda. Bunun için onunla aynı evde yaşıyorum biliyorsun ki. Ee hazır aynı evde yaşıyorken ve aşıkken evlenelim dedik. Zaten evli gibiyiz.'' NE? dedi içimdeki ses, kulaklarım sağır olacaktı neredeyse. Evli gibiyiz ne demek Ada? Yengem gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. ''Evli gibiyiz ne demek Ada?'' dedi yengem içimdeki sesle aynı tonda. Dişlerini birbirine bastırmıştı. ''Yani işte evli çiftler kadar aşığız birbirimize. O anlamda.'' ''Kızım.'' dedi yengem tepsiyi elimden alıp. ''Dayın bilmek zorunda değil ama bana anlatmak zorundasın. Aniden evleniyorsunuz, en sevdiğin meyveyi artık sevmediğini söylüyorsun, sevmediğin halde kadayıf tatlısı istiyorsun, pekmezli turşu yiyorsun. Bunlardan ne sonuç çıkartmalıyım?'' ''İnsanlar gerçek aşkı bulduysa aniden evlenebilir ve insanların damak tadı aniden değişebilir. Bunları çıkartabilirsin yengecim.'' dedim ve mutfak dolabından tatlı tabaklarını çıkartıp tezgaha koydum. ''Ada, hamile misin kızım sen?'' dedi yengem. Sesinde hayal kırıklığıyla karışık farklı bir tını vardı. Cevap verip veremeyeceğimi bilmiyordum, keşke yok olmam mümkün olsaydı. Ya da şu durumdan kurtulabilseydim. ''Yenge.'' dedim, Allah'ın sevgili kuluymuşum ki biri kapıyı tıklatmıştı ve o biri evrende en sevdiğim kişiydi. ''Girebilir miyim?'' dedi en yumuşak sesiyle. Yengem sesini düzeltti. ''Gel oğlum.'' dedi nazik bir dille. İnşallah göründüğü gibi naziktir de Deniz'in kafasına şu tabakları fırlatmaz Ada. Deniz kapının kolunu yavaşça indirdi ve içeriye girip tekrar kapıyı kapattı. ''Anladınız sanırım.'' dedi yanıma yaklaşıp kolunu omzuma atarak. Yengem tahminin doğru çıktığını anladığında ikimize de şaşkınlıkla baktı. ''Anladım.'' dedi fısıltı gibi bir sesle. ''Muhtemelen bebeğimiz yüzünden aniden evlendiğimizi düşünüyorsunuz.'' dedi Deniz, kaşları havalanmıştı ve yengemden bir tepki bekliyordu. Yengem hafifçe başını salladı. ''Öyle değil.'' dedi Deniz. ''Ben düğün tarihini ayarlamaya çalıştığımda, düğün yerini netleştirdiğimde ve hatta Ada'ya gelinlik almaya karar verdiğimde bir bebeğimiz olacağını bilmiyordum. Öğreneli sadece iki gün oldu. Evlenmek için hazırlık yapmaya başlayalı ise bir ay. Yani Ada'yla hamile olduğu için değil, ona deli gibi aşık olduğum için evleniyorum.'' ''Ama oğlum.'' dedi yengem. ''Burası küçük yer. Laf olacak, söz olacak. Kimse sizin aşkınızı görmez burada. Görecekleri tek şey bebek olur.'' ''İnsanların bilmesine gerek yok yenge.'' dedim. ''Bak sen aşka saygı duyan birisin. Buradakiler gibi değilsin. Hem sen hepsinin ağzının payını verirsin... Vermez misin?'' ''Kızım sen daha çok küçüksün.'' ''Ada'nın kocaman bir yüreği var Meral Hanım. Tanıdığım en aklı başında, en olgun, en yetenekli, en başarılı, en güçlü insan.'' Yengem başını iki yana sallayıp derin bir nefes verdi. ''Daha okulu var. Ve önemlisi senin o düşmanların hala dışarıda geziyor. Ada'nın ve bebeğinizin başına bir şey gelmeyeceğinin garantisini verebilecek misin bize?'' ''Hayatım pahasına Ada'yı ve çocuğumu koruyacağım, bundan hiç şüpheniz olmasın. Ben bir bebeğimizin olmasını hata olarak görmüyorum. Aksine bu hayatta yaptığım en doğru şey belki de. Ama siz hata olarak görüyorsanız saygım sonsuz. O yüzden bir özür dilemeliyim sanırım.'' ''Yok.'' dedi yengem. ''Ne zaman hata olarak düşünürüm biliyor musun? Ada'yı bırakıp gidersen.'' ''Ada'yı bırakmak için ölmüş olmam gerekir.'' dedi Deniz. ''Dünya üzerinde onun kadar sevdiğim başka biri daha yok. Tırnağından saçının teline kadar, her parçasına aşığım. Terk edemem, etmem.'' Yengem gülümsedi ve tezgaha döndü. ''Tatlıları hazırlayalım, herkes içeride bizi bekliyor.'' ''Yenge.'' dedim öksürerek. ''Teşekkür ederim.'' ''Ne için?'' dedi yengem. Sanırım ağlıyordu. ''Böyle güzel karşıladığın için... Dayıma şimdilik söylemesek olur mu?'' ''Olur.'' dedi sessizce. ''Hadi siz içeri geçin. Güneş'i gönderin buraya. Onunla hallederim ben kalanını.'' Deniz'le salona döndük ve Güneş'i mutfağa gönderdik. Miray da onunla gitmişti. ''Ee heyecanlı mısınız?'' dedi dayım. ''Yarın büyük gün.'' ''Vallahi Ada sabah hiç heyecanlı değildi ama Aydın'a geldiğimizden beri içi kıpır kıpır.'' dedi Deniz. Onaylarcasına başımı salladım. ''Beni sorarsanız ben de çok heyecanlıyım.'' ''Ee tabii ilk defa yaşıyorsun, normal.'' ''Aslında ilk değil.'' dedim. ''Deniz beni babamdan da istedi dayı.'' Odadaki herkes şaşkın bakışlarını üzerimde gezdirirken arkama iyice yaslandım. ''Bakmayın öyle.'' dedim asla mahcup olmadığımı belli ettiğim bir edayla. ''Siz affetmemiş olabilirsiniz ama ben babamı affettim.'' Önce dayıma sonra Savaş'a baktım. ''Savaş bak, eğer babam seni vermeseydi benim için bir kalp bulamayacaktı ve ben belki de ölmüş olacaktım. Biliyorum çok yıkıcı ama düşün. Çözümü böyle bulmuş işte, çaresi yokmuş. Kimsesi yokmuş. Ölmemi istememiş. Ben senin sayende yaşıyorum, bence bu babamı affetmen için yeterli bir sebep. Tam tersi olsaydı ben babamı affederdim. Seni yaşatma şansı bulduğu için affederdim Savaş. Lütfen ona bir şans ver.'' ''Şu an konuşmak istediğim bir konu değil bu Ada.'' dedi Savaş umursamaz bir tavırla. Dayıma baktım. Söylediklerimi duymazdan geliyordu çünkü babamdan gerçekten nefret ediyordu. ''Bakma öyle.'' dedi dayım. ''O adamı asla affetmeyeceğim.'' ''Neden?'' dedim titreyen sesimle. Gözlerim bir musluk gibi açılmıştı. ''Babam sana ne yaptı dayı? Annemi sevmekten başka ne suçu vardı ki? Evlenmişler, annemi hayatınızdan çıkartmışsınız. Sevmek, aşık olmak, bunlar suç mu? Neden cezalandırdınız annemi? Belki de siz onu hayatınızdan çıkardınız diye üzüntüden kanser oldu. Olamaz mı?'' ''İleri gidiyorsun Ada.'' dedi dayım. ''Anneme sırtınızı dönmüşsünüz. Anneannem, dedem, sen. Sırf aşık oldu diye onu yok saymışsınız. Annem hak etmiş miydi bunları? Bu kadar büyük bir hata mıydı yaptığı? Onu hiç arayıp sormayacak kadar ne suç işledi annem? Neler çekmiş, neler yaşamış haberiniz bile olmamış. Nefret mi ettiniz ondan? Eğer öyleyse onun kanını taşıyan bizleri niye seviyorsunuz?'' ''Ada, kalbini kırmak istemiyorum. Lütfen sus.'' ''Susmayacağım dayı. Annem acılar içinde yaşarken, bir yandan hastalıkla boğuşup bir yandan benim için yana yakıla kalp ararken siz neredeydiniz? Neden yanında değildiniz? Babamla evlendi diye böyle mi cezalandırdınız onu? Ölünce tatmin oldunuz mu? Cezasını buldu mu dediniz? Selçuk Dündar'a oh olsun mu dediniz? Ne dediniz?'' Dayım tam ağzını açmıştı ki yengem, Güneş ve Miray mutfaktan geldi. ''Eveeet.'' dedi Güneş. ''Tatlı yiyelim tatlı konuşalım.'' Histerik bir kahkaha attım. ''Ben istemiyorum.'' dedim ve hızla kalkıp merdivenlere yürüdüm. Ardından aklıma gelen son bir şeyle tekrar salona döndüm. ''Sevmek suçsa beni de hayatından çıkart dayı. Sevmek, aşık olmak suçsa beni de sil. Evleniyorum diye bana da dön sırtını.'' ''Ada, gel otur sakince konuşalım kızım. İyi değilsin.'' ''Evet iyi değilim. Çok yoruldum, uyuyacağım.'' ''Ne oluyor burada?'' dedi yengem. ''Ada neden ağlıyorsun?'' Yengemin sorusunu görmezden gelip dayıma bakmaya devam ettim. ''Ne var biliyor musun dayı? Babamdan nefret edeceksen benden de et.'' dediğimde duyduklarından emin olmak istercesine yüzüme baktı. ''Öyle şey olur mu kızım? Ben senden nefret eder miyim?'' ''Edeceksin dayı. Babamdan, annemden nefret ettiysen benden de edeceksin. Mesela ne yaparsam benden nefret edersin? Hamileyim desem eder misin?'' dedim bir anda. Bunu söylemeye nasıl cesaret ettiğimi bilmiyordum. Sanki biri söyle demişti ve ben hiç sorgulamadan söylemiştim. Sanki bu dünyanın en normal şeyiydi. Dayım göz kapaklarını ağır ağır kıstı ve bana dünyanın en normal şeyini söylemişim gibi baktı. Ardından kaşları yavaşça çatıldı. Nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. Belki de beni birazdan kapı dışarı edecekti. Normalde susmam gereken bir yerdeydik ama ben sanki yürek yemişim gibi bağırıp çağırmak istiyordum. ''Söylesene dayı eder misin? Anneme döndüğün gibi bana da sırtını döner misin?'' dedim. Bir cevap verememişti. Belki de neye şaşırması gerektiğini düşünüyordu. Benim tepkilerime mi yoksa hamile olmama mı tepki verecekti? Ya da ikisini de yapmayıp susmayı mı tercih edecekti? Neyse neydi, hayal kırıklığıyla tekrar merdivenlere doğru koştum. Sanırım dünya üzerinde nişan öncesi böyle bir yıkım yaşayan ilk ve tek kızdım. ''Ada.'' dedi dayım sessizce. Merdivenlere ulaştığımda duyduğum son kelime buydu. Bir şey olmadı Ada, iyisin. dedim kendi kendime ama aslında çok şey olmuştu. Odama girip yatağa kıvrıldım, birkaç saniye sonra biri daha girmişti ama ben kimseyle konuşmak istemiyordum. ''Yalnız kalmak istiyorum dayı, konuşmak istemiyorum.'' ''Yanlış tahmin. Dayın değil ben geldim.'' dedi Deniz ninni gibi sesiyle. Yatağın ucu hafifçe çöktü ve saniyeler sonra ensemde sıcak nefesini hissettim. ''Çok kötü hissediyorum.'' dedim, Deniz kolunu yatakla belim arasına soktu ve beni kaldırdı. ''Uyumak istiyorum ben.'' ''Uyuyarak sorunlarından kaçamazsın sevgilim.'' ''Bin tane sorun var, hangi biriyle uğraşacağım?'' diye fısıldadım. ''Küçüklerden başlamak lazım.'' dedi ve yanağımdan süzülen yaşı sildi. ''Mesela?'' Deniz odada gözlerini gezdirirken onun baktığı yerlere baktım. Bakışları bir noktada durmuştu. ''Bavulunu yerleştirelim mi?'' dedi havadan sudan bahseder gibi. Kaşlarımı çatsam da bir anlam aramadım ve dediğini kabullenip bacaklarımı yataktan sarkıttım. ''Bavulumu yerleştirince her şey çözülecek mi?'' Deniz gülümseyerek yüzümü izledi. ''Söz veremem ama en azından kafanın biraz dağılacağını garanti edebilirim.'' Onu taklit edip gülümsedim ve bavulumu alıp yatağın üzerine bırakarak fermuarını açtım. Beni yarın giyeceğim elbise karşılamıştı. Kılıfından çıkartıp askıya asmaya karar verdim ve fermuarını yavaşça açtım. Anlık bir şoka girmiştim çünkü çağla yeşili görmesi gören gözlerim gece mavisi görüyordu! ''Olamaz!'' dedim alnıma vurup. ''Deniz olamaz. Ha siktir ya.'' ''Ne oldu Ada?'' dedi Deniz ve bakışlarını elimde tuttuğum kılıfa çevirdi. ''İnanamıyorum Deniz.'' dedim alnıma bir kez daha vurup. ''Yanlış elbiseyi almışım. Aklımı sikeyim.'' Deniz kahkaha atarak ayağa kalktı ve kolunu kafama sarıp saçlarımı öptü. ''Aklına öyle şeyler yapamazsın.'' dedi iyice gülerek. Kahkahası giderek artmıştı. Sanırım onun da beyin devreleri yanmıştı. Az önce neredeyse kıyamet kopmuştu ama ikimiz de az önce olanlar hiç yaşanmamış gibi davranıyorduk. Ben çok normalmiş gibi bavul boşaltıyordum. Deniz de yanlış aldığım elbiseye gülüyordu. Sinirlerimizin yıprandığı aşikardı. ''Niye gülüyorsun Deniz?'' dedim. ''Şuna bak. Yanlış elbise bu. Kontrol etmeden valize atmışım. Gerçekten inanamıyorum.'' ''Sinirlenince çok tatlı küfrediyorsun.'' dedi, hala gülüyordu. ''Deniz ben ne diyorum sen ne diyorsun?'' ''Aşkım, ne olacak? Bunu giy işte. Hem kabul et bunu daha çok beğenmiştik.'' ''Ama bu fazla seksi.'' ''Olsun, ne güzel işte. Güzel nişanlım yarın göz kamaştıracak. Yanlış elbise aldın diye ağlamayacaksın herhalde?'' ''Dikkatsiz olduğum için, kontrol etmediğim için, sorumsuz olduğum için ağlayacağım.'' ''Sen öyle biri değilsin Ada.'' ''Yengem haklı, küçük bir çocuğum ben.'' ''Ada, söylenilenlerden neden bu kadar etkileniyorsun? Yengen sana öyle dedi diye öyle misin yani? Kendini tanıyamaman, görememen beni hayrete düşüyor. Biz neler yaşadık, sen neleri atlattın farkında değil misin? Ne kadar güçlü olduğunu görmüyor musun?'' ''Sen yanımdasın diye güçlüyüm, sen olmasan hiçbirini atlatamazdım ben.'' Başını iki yana salladı. ''Senden bana söz vermeni istiyorum Ada.'' ''Ne sözü?'' ''Ne olursa olsun ayakta durmaktan vazgeçmeyeceksin. Olduğun kişiyi kaybetmeyeceksin. Ne olursa olsun pes etmeyeceksin, daima hayata karşı güçlü olacaksın. Hadi söz ver bana.'' ''Sen yanımda olacaksan bunların hepsi olur zaten.'' ''Ben olmasam bile.'' dedi net bir sesle. ''Ben olmasam bile az önce saydığım her şeyi yapacaksın. Hadi sevgilim bana söz ver.'' ''Ben olmasam bile ne demek Deniz?'' dedim kaşlarımı çatarak. ''Ne saçmalıyorsun sen? Bırakıp gidecek misin beni?'' ''Asla.'' dedi yüzümü ellerinin arasına alıp. ''Hayat bu.'' dedi sessizce. ''Başımıza neler geleceğini bilemeyiz. Olur ya bir gün-'' ''Sus.'' dedim, bırakıp gitmekten değil ölmekten bahsediyordu. ''Sus, sakın devamını getirme.'' ''Sevgilim.'' dedi fısıltıyla. Ellerinin arasından ayrılıp bavulu havaya kaldırdım, eşyaların hepsi yatağa dökülmüştü. ''Yarın nişanlanacağım adamın söylediklerine bak. Kafayı yersin. Abuk sabuk laflar. Ne diye dinliyorsam?'' dedim sinirle. ''Çık Deniz, yalnız kalmak istiyorum.'' ''İyi misin Ada?'' ''Harikayım ya.'' dedim. ''Bugün herkes sinirlerimle oynamaya yemin etmiş, sabrediyorum bakalım ne kadar sürecek?'' ''Sevgilim özür dilerim.'' ''Çık git Deniz, birazdan aşağı ineceğimi söylersin herkese.'' Deniz usul adımlarla yanıma yaklaştı ve ellerini belimin iki yanına koydu. ''Sevgilim.'' dedi bir kez daha. Dudakları benimkilere değiyordu ve nefesi tenimi yakmıştı. ''Deniz bırak istemiyorum.'' dedim ama beni yavaş yavaş geriye doğru yürütüp duvarla kendi bedeni arasına sıkıştırdı. ''Deniz biri gelecek bırak. Hem, hem ben sana çok sinirliyim. Uzak dur benden.'' Deniz'in belimdeki elleri çözüldü ve bir adım geri attı. Bakışları yüzümün her santiminde gezerken yutkundum. ''Tamam öpmeyeceğim. Dokunmuyorum da. İyi misin onu söyle? İyi olduğunu duyana kadar gitmeyeceğim.'' Deniz'e kaç saniye bakmıştım ve onu öpmek istediğimi fark etmiştim bilmiyordum ama dudaklarım ait olduğu yerdeydi işte. Ciğerlerim oksijenini arıyordu. Deniz'in boynuna sarılan kollarım, saçlarımda ve belimde gezen elleri... Her şey ait olduğu bölgede seyrediyordu ve ben kelimenin tam anlamıyla iyi hissediyordum. Daha az önce ağlama krizine girmek isteyen sinir uçlarım şimdi Deniz'in dokunuşlarıyla bir tüy kadar hafiflemişti sanki. Yere değil, bir bulutun üzerine basıyordum. ''Özür dilerim.'' dedi öpücüklerinin arasından. ''Bir daha sakın öyle şeyler söyleme. Eğer söylersen şuraya oturur, benden önce ölürsen ciğerim kaç parçaya bölünür diye sonsuza kadar sayarım.'' "Seni izlediğim her an ömrüme beş yıl ekleniyor. Uzuuuun seneler yaşamamı istiyorsan yüzün hep gözlerimin önünde olsun Ada." Dudaklarımın üzerinde gülümsedi ve beni tekrar öpmeye devam etti. Gülüyordum çünkü odamdaydık ve ben müstakbel nişanlımın kollarının arasındaydım. Üstelik dudaklarım onunkilerle beraber dans ediyordu. Etsindi etmesine tabii ama bir gün bana bunu yaşayacaksın deseler hayatta inanmazdım mesela. Aslında çoğu şeye inanmazdım. Bir gün deli gibi aşık olacağıma, aşık olacağım adamın çocuğunu taşıyacağıma, odama gelip beni soluksuz öpeceğine, üstelik yengem ve dayım varken bunu yapacağına asla inanmazdım. Ama hayat böyleydi işte. Sürprizlerle doluydu ve her şeye rağmen çok güzeldi. Çünkü bana yaşamayı sevdiren, nefesinde hayat bulduğum bal gözlü bir adam vardı. |
0% |