@_kubraakyol
|
"Hadi artık aşağı inelim.'' dedim dudaklarımız birbirinden ayrıldığında. Nefes alışverişlerimiz hala düzene girmemişti. "Sen az önce dayına neyi itiraf ettiğinin farkındasın değil mi?" dedi Deniz başparmağıyla dudaklarımı severken. "Farkındayım." dedim yersiz bir özgüvenle. "Sen farkında mısın bilmiyorum ama dayım bebeğimin senden olduğunu biliyor. Yani yanacaksak beraber yanacağız. Dayım sadece bana söylenmeyecek yani. Sen de nasibini alacaksın." "En fazla ne yapabilir Ada? Vuracak hali yok ya bizi." dedi. Ben ne kadar çekiniyorsam Deniz o kadar rahattı. "Vurmaz da benim burnumdan getirir herhalde." "Çocuk yapmak kötü bir şey mi?" dedi alt dudağına dişlerini bastırıp. Gözlerimi devirip sorusunu görmezden geldim. "Çocuk yaptığımıza inanamıyorum." dedim yeni öğrenmiş gibi. "Yaptık artık." dedi arsız arsız gülerken. Ben gerginlikten ölmek üzereydim ama Deniz o kadar rahattı ki düşündüğü tek şey çocuk yapma eylemiydi. "Pişman mısın?" Ofladım ve elimi karnıma yasladım. "Hayır Deniz tabii ki de pişman değilim. Bebeğimizi istiyorum. Çok istiyorum." ''Bebeğimiz ikimizi ilgilendiren bir şey ve bu konu hakkında kimsenin yorum yapma hakkı yok Ada. Ne benim ailemin ne senin ailenin. Dayın hiçbir şey demeyecek. Bana güven.'' ''Nasıl bu kadar eminsin bundan? Ya ağzına geleni söylerse?'' ''Söyletmem Ada, bu kadar basit. O bebek bizim bebeğimiz. İkimize ait olan bir şey hakkında kimse ahkâm kesemez.'' dedi ciddiyetle. Az önceki rahat tavrı gitmiş, yerine ciddi bir ifade yerleşmişti. ''Dayım benim ailem.'' dedim sessizce. ''Onu kaybetmek istemiyorum Deniz. Tamam, aşağıda sınırı aşmış olabilirim. Söylenmemesi gereken şeyleri söylemiş olabilirim. Hatta geri dönülmez bir yola da girmiş olabilirim ama bir şekilde çözmemiz gerek. Sonuçta dayım kan bağım olan ve beni bu yaşa getiren tek büyüğüm.'' Deniz içli bir nefes aldı. ''Kimseyi kaybetmeyeceksin. Mecburen orta yolu bulacağız artık. Yarın seni isteyeceğiz, bilmem hatırlıyor musun? Buzları eritmemiz gerek.'' ''Farkında mısın, her işimizde illa bir pürüz çıkıyor. Yani aksilik olmadan atlattığımız tek bir işimiz yok maşallah. Biz şöyle bir kurban mı kessek, kurşun mu döktürsek, ne yapsak? Kara büyü mü vardır nedir? Yolunda gitmiyor hiçbir şey.'' ''Bazen kurşun döktürmek ve kurşun sıkmak arasında gidip geliyorum.'' dedi mırıldanarak. ''Kara büyü de çok mantıklı aslında. Ne yapsak bozdursak mı bu büyüyü acaba?'' dedi, bu sefer mırıldanmamış, sesini normal kullanmıştı. Yüzünde de ondan beklemediğim bir şekilde ciddi bir ifade vardı. ''Sen ciddi misin? Büyüye inanmıyorsun herhalde değil mi?'' dedim, kaşlarım havalanmış, dudaklarım şaşkınlıkla açılmıştı. Dudakları yarımca kıvrıldı. ''Oradan bakınca inanıyor gibi mi görünüyorum?'' dedi sırıtıp. Elimi elinin içine aldı ve kapıya doğru yürüdü. ''Artık inelim yoksa dayın bu sefer gerçekten kıyamet koparabilir.'' Bacaklarım titreye titreye Deniz'in peşinden yürüdüm. O ne kadar rahat ve korkusuzsa ben o kadar gergin ve korkaktım. Tamam, dayım beni öldürecek değildi. Kıyamet koparacak da değildi elbette ama hayal kırıklığına uğradığı kesindi. Ona büyük bir minnet borcum vardı. Yüzünü hiç yere eğdirmemem gerekirken şimdi yüzüme bakacak bir yüz bile bırakmamıştım onda. Salona indiğimizde başım yerdeydi. Yukarı çıkar çıkmaz ayaklarıma geçirdiğim sarı panduflarıma bakıyordum. Ördek şeklindeki bu panduflar, hiç olmadık bir zamanda olduğumuzdan habersiz beni gülme krizine sokmuşlardı. Önce sessizce kıkırdadım, sonra Deniz'den aldığım cesaretle hafifçe gülmeye başladım ve nihayet başımı yerden kaldırdım. Salonda dayım, yengem, Güneş ve Savaş hariç kimse yoktu. Sanırım bu aile meselesinde bizi yalnız bırakmak istemişlerdi. ''Abla.'' dedi Güneş endişeyle. ''İyi misin?'' Panduflarımı gösterdim. ''Bak Güneş, bunlar hala duruyor. Çok komik değiller mi? Bunları neden aldım ki?'' Ayaklarımı salladım, böylece minik ördeklerin minik burunları sallanmıştı. Daha çok güldüm. ''Şunlara bakın, burunları sallanıyor.'' Deniz'e dönüp dünyanın en sevimli gülümsemesiyle baktım. ''Evimize ördek alalım mı aşkım?'' Deniz'in kaşları havalandı. Bakışlarımı diğerlerine çevirdim. Herkes bana korkuyla bakıyordu ki bu durumda çok normaldi. Muhtemelen delirdiğimi düşünüyorlardı, aslında sadece sinirlerim bozulmuştu. ''Bir dakika.'' dedi Savaş. Ona merakla baktım. ''Sen.'' dedi hafızasını yoklayarak. ''Ada sen küçükken de istemiştin.'' Kıstığı gözlerini kocaman açtı ve bana doğrulamamı istercesine baktı. ''İstedin değil mi? Küçükken annemden ve babamdan ördek istedin.'' Yitirdiğimi düşündüğüm aklım yavaş yavaş yerine gelirken kirpiklerimi kırpıştırdım. Büyük bir şaşkınlığa düşmüştüm. Ne tepki vereceğini düşünen beynimi zorladım çünkü donup kaldığımı hissediyordum. Doğru anladığıma emin olmak istercesine Savaş'ın yüzüne baktım. Bir şey hatırlamıştı. Savaş bize ait, geçmişe ait bir şey hatırlamıştı ve bu ayağımdaki saçma sapan panduflar sayesinde olmuştu. Benim yapamadığımı bu ördekler mi yapmıştı yani? Aslında pek de bir önemi yoktu, çünkü Savaş'ın bir şey hatırlamasından başka beni heyecanlandıran bir şey daha vardı ki o da anne ve babamızdan ilk kez iyelik ekiyle bahsetmesiydi. Annem ve babam demişti. Onları kabullenmiş Ada! ''Yanlış mı hatırlıyorum?'' dedi Savaş, ben yüzüne duvara bakar gibi bakıp tepki vermediğim için. Az önceki anlamsız gülüşlerim ciddiyete dönüştüğünde kelimelerimi toparladım. ''Evet.'' dedim kekeleyerek. ''İstemiştim Savaş. Ama-'' ''Ama ne kadar yalvarsan da annem ve babam sana almamıştı. Ve ben de komşunun-'' ''Ördeğini çalıp eve getirmiştin.'' ''Evet.'' Savaş'a doğru ağır ağır yürüdüm. ''Savaş hatırlıyorsun.'' dedim, iki gözümden aynı anda yaşlar süzülmüştü. Ben Savaş'a yaklaşınca Savaş ayağa kalktı ve bana kemiklerimi kırarcasına bana sarıldı. ''Mutfaktan bir kap alıp su doldurmuştun.'' dedi. ''Minik ördeğin için havuz yapmıştın.'' ''Annem ve babam eve döndüklerine bizi bir ördekle görünce şoka girmişlerdi.'' ''Bir süre kahkahalarla bizi izleyip ördeği sahibine geri götürmüşlerdi.'' ''Savaş. Savaş seni çok seviyorum.'' dedim hıçkırarak. ''Yemin ederim ben seni daha çok seviyorum.'' dedi Savaş. Benim aksime sesinde büyük bir mutluluk vardı. ''Ama nasıl kanıtlarım bilmiyorum.'' Güneş konuşmamıza katıldı. ''Bence ikiniz de en çok beni seviyorsunuz.'' dediğinde Savaş'la kollarımızı ayırdık ve Güneş' e ellerimizle Gel. komutunu verdik. Güneş tıpkı bir ördek gibi paytak paytak yanımıza geldi ve kollarımız arasındaki yerini buldu. ''Dünyanın en şanslı kızıyım. Abim ve ablam var. Ablam çok güzel, abim çok yakışıklı. Ve ikisi de beni çok seviyor. Ben daha ne isterim bu hayattan?'' Güneş'in kulağına fısıldadım. ''Dayımla barışmamı isteyebilirsin Güneşçim.'' dedim. Kıkırdamıştı. Üçlü sarılmamızı sonlandırıp dayım ve yengeme döndük. Deniz sesini düzeltip bir adım geri gitti. ''Ben sizi yalnız bırakayım en iyisi. Ailece konuşun. Çocuklar nereye çıktılar?'' ''Gel otur evladım.'' dedi yengem. ''Sana bizim aileden olmadığını düşündüren şey ne? Gel, hep beraber oturalım konuşalım. Yarın nişanınız var. Harun'un ve benim söyleyeceklerimiz var size.'' Deniz usulca başını sallayıp hemen yanındaki tekli koltuğa oturdu. Biz Güneş'le dayımın iki yanına geçmiştik, dayımın yüzüne nasıl bakacağımı hala bilmiyordum ama onun kolları arasına sığınmaktan da kendimi alamıyordum. Dayım da bunu anlamış olacak ki bir kolunu Güneş'in omzuna, bir kolunu da benim omzuma atmıştı. Başımı göğsüne yasladığımda Güneş'in de aynısını yaptığını gördüm. O sırada Savaş da benim omzuma başını yaslamıştı. Dışarıdan üç yavru kedi gibi göründüğümüze emindim. ''Özür dilerim dayı.'' dedim çatallı bir sesle. ''İleriye gittim. Yani annem sizin yüzünüzden kanser oldu demek... Size karşı suçlayıcı olmak istememiştim. Ama sen öyle şeyler söyleyince tutamadım ben kendimi. Annemi çok seviyorum çünkü. Kızacaksın ama babamı da seviyorum. Ama anlayamıyorum. Ben kardeşlerimi çok seviyorum. Her şeyden vazgeçerim onlar için. Asla onlara sırtımı dönmem, yalnız bırakmam. Ama sen anneme bunu nasıl yapabildin dayı? O senin kardeşin.'' Dayım derin bir nefes alıp omzumdaki elini uzatarak yanağımı okşadı. ''Annenin yaşadığı şeyin bir gençlik hatası olduğunu düşündük biz yıllarca. Anneannen ve deden yani benim anne ve babam hiç istememişti babanı. Çünkü Bursa'nın köklü ailelerindendik. Anneannen doktor, deden de avukattı senin. Babanın ailesi pek bize göre değildi. Bir gün Leyla geldi, Ben Selçuk'a aşık oldum. dedi. Karşı çıktık.'' ''Babamın ailesi neden size göre değildi?'' dedi Güneş. ''Marangoz diye mi? Çok saçma. Birine aşık olurken mesleğine mi bakmamız gerekiyor? Marangozlar öğretmenleri sevemez mi?'' Dayım sesli bir nefes verip Güneş'in saçlarını okşadı. ''Hayır kızım öyle değil. Tabii ki de mesleğe göre aşık olmaz insanlar. Ama babanın ailesi biraz belalıydı.'' ''Nasıl yani?'' dedim merakla. ''Ne gibi bir bela?'' ''Babaannenizin peşinde dolaşan takıntılı bir adam vardı. Sürekli olay çıkartıyordu. Tabii babaannenler bizim üst mahallemizde oturunca sürekli kulağımıza geliyordu. Silahla ev basmalar, zorla kaçırmaya çalışmalar, kavgalar, saldırılar vesaire. Herkes uzak duruyordu babanın ailesinden. Çünkü babaannenin belalısından korkuyordu herkes. Dedeniz ne kadar uzak durmaya çalışsa da o adamdan kurtulamamışlardı.'' ''Nasıl yani babaannem dedemle evliyken peşinde belalı bir takıntılı mı vardı?'' dedim havaya kalkan kaşlarımla. ''Evet, üstelik o belalı adam da evliydi.'' ''Yuh.'' dedi Savaş. ''Adam evliydi ama başka bir kadında gözü mü vardı?'' ''Maalesef öyleydi. Çok olaylar olmuştu. Uzun süre devam etti... Belki beş yıl, belki altı yıl.'' ''Neden kaçmamışlar Bursa'dan? Ya da polise neden gitmemişler?'' dedi Güneş. ''O kadarını bilmiyorum kızım. Ama kimse ruh hastası bir adam yüzünden düzenini, akrabalarını bırakmak istemez. O yüzden gitmediler belki de.'' ''Nasıl sona erdi peki?'' ''Adamın karısının öldüğünü duyduk. Ondan sonra bir daha ayak basmadı Bursa'ya. Ailesi dağıldı, çocuklarını İstanbul'daki teyzeleri almıştı en son.'' ''Yani siz olaylar sizin aileye de sıçrayacak diye korktunuz ve annemin babamla evlenmesini bu yüzden istemediniz. Doğru mu anlıyorum?'' dedi Savaş. ''Evet, çünkü adam çevredeki herkese zarar veriyordu.'' ''Dayı, annemi korumanız gerekirken onu yalnız mı bıraktınız gerçekten?'' dedi Güneş. ''Kusura bakmayın ama annemin ne suçu varmış? Babamın ne suçu varmış?'' ''Anneannem ve dedem hiç pişman olmadılar mı?'' ''Oldular.'' dedi dayım kısık bir nefes verirken. Sesinde pişmanlığın izleri vardı. Anneanne ve dedemin yerine de pişmandı. Mahcuptu. ''Ben de oldum. Ama iş işten geçmişti. Anneniz ölmüştü çünkü.'' ''Anneannem ve dedem dediğin gibi Bursa'nın köklü ailelerindense daha aydın görüşlü olmaları gerekmez miydi? Anneme yaptıkları kabul edilebilir gibi değil dayı.'' dedim. ''Hadi anneannem ve dedem neyse, sen nasıl kardeşini bırakabildin? Yalnız bırakmasaydın belki de tüm bunların ailemin başına gelmeyecekti. Ben kimsesiz hissederek büyüdüm, yalnız hissettim hep. Annem de benim yaşadıklarımı mı yaşamış yani? Üstelik ailesi hayattayken.'' Kız çocukları annelerinin kaderini yaşar. diye bir cümle okumuştum. Nerede ve ne zaman okumuştum, aklımda neden yer etmişti bilmiyordum. Doğru olup olmadığını sorgulamamıştım ama şimdi doğru olduğunu anlayabiliyordum. Kız çocuğuydum ve annemin tüm acılarını hücrelerimde yaşatıyordum. Hepsi tek tek kodlanmıştı sanki. Ve ben çocuğuma da bu acıları aktarmaktan çok korkuyordum. Sonuçta travmalar nesilden nesile aktarılıyordu ve benim de geçmişim hiç iç açıcı sayılmazdı. ''Annen gittiğinde aramızdaki tüm ipler kopmuştu. Ne kadar görüşmeye çalışsam da bu sefer annen istemedi. Silmişti bizi.'' ''Dayı seni affetmem uzun zaman alacak.'' dedim ve gözyaşımı sildim. ''Ben beklerim kızım. Özür dilerim her şey için. Böyle olacağını hiçbirimiz bilemezdik.'' Burnumu çektim. ''Babamı affet dayı. Ben seni onun yerine koyacak kadar çok seviyorum. O sadece annemi sevmiş. Ailesinin başına gelenler yüzünden sevdiğini yarı yolda bırakmamış. Neden nefret ediyorsun ondan?'' Dayım derince bir nefes alıp saçlarımı öptü. ''En kısa zamanda onu ziyarete gideceğim.'' dediğinde kafamı kaldırıp ona heyecanla baktım. ''Gerçekten mi dayı?'' dedim çekingen bir sesle. Dayım beni başını sallayarak yanıtladığında sırayla Savaş'a ve Güneş'e baktım. Onların da artık babamı affetmeleri gerekiyordu. Dayımın örnek olmasını umdum. Savaş da Güneş de bana onaylayan gözlerle bakınca kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu çünkü biz artık tam anlamıyla aile olmuştuk. ''Bana kızgın mısın?'' dedim dayıma utangaç bakışlarla bakarken. Bahsettiğim konu bebeğimdi. Dayım elini omzumdan çekip yanağıma yasladı. ''Ben sana bir yere kadar müdahale edebilirim. Bu sizin hayatınız. Leyla'yı kaybettim ama seni kaybedemem ben Ada. Sen de bebeğiniz de benim gözümün nuru olacaksınız.'' Kocaman gülümseyip dayıma sarıldım. ''Seni çok seviyorum.'' döküldü dudaklarımdan. Sanırım benim için devran dönmüştü ve ben artık mutlu olacaktım. ''Ee her şey tatlıya bağlandığına göre yarın ne yapacağımızı konuşalım.'' dedi yengem. Herkes ona doğru döndüğünde ben Deniz'e bakıyordum. Dolmuş gözleriyle gülümseyerek beni izliyordu. Bal gözleri o kadar güzeldi ki üç cilt roman bile yazılırdı. ''Biz bence otele gidelim.'' dedi Deniz. Gülümsüyordu. ''Gece burada kalıp sabah olunca Ada'yı istemek biraz komik olur sanki.'' ''Vallahi ben bir plan yaptım ama böyle olacağını düşünemedim.'' dedi yengem. ''Neyse o zaman şöyle yaparız. Yeşim, Selay'ın annesi yani evini açtı bize. Siz ailece orada kalırsınız. Selay, Miray bizde kalır. Yarın sabah da hazırlanıp gelirsiniz bize. Olur mu?'' ''Olur Meral Hanım.'' dedi Deniz. ''Nasıl uygun görürseniz.'' ''Yenge.'' dedi yengem. Deniz gülümsedi ve cümlesini yeniden kurdu. ''Olur Meral yenge.'' dedi Deniz. ''Nasıl uygun görürsen.'' Yengem gülümsedi ve telefonunu açıp birini aradı. ''Yeşim, hadi gelin sizi bekliyoruz.'' dedi heyecanla. ''Topla herkesi gel.'' Yengem ve Yeşim ablanın konuşmasından sadece beş dakika sonra evimiz iğne atsak yere düşmez tabirine uyacak kadar kalabalıklaşmıştı. Yeşim abla, Kenan abi, Miray, Selay, Uygar, Can, dayım, yengem, Savaş, Güneş, Deniz ve ben. Üstelik bu kalabalığa daha Deniz'in annesi, babası ve Salih abi katılacaktı. Kızlar tatlı servisi yaparken yengem ve Yeşim abla salonda koyu bir muhabbete dalmıştı. Erkekler de salonun bir köşesinde kahkahalar eşliğinde muhabbet ediyordu. Her şeye rağmen güzel bir geceydi. ''Ada, bagajdan incirleri alacağım. Bana yardım eder misin?'' dedi Uygar. Elimdeki tatlı tabağını bırakıp ayağa kalktım. ''Tabii Uygarcım gidelim.'' dedim. Onca insan varken neden beni seçmişti anlamamıştım ama bazen sorgulamamak en iyisiydi. Evden çıkıp arabanın yanına ulaştığımızda Uygar bagajı açtı. Arabanın içini görünce şaşırmıştım çünkü arabanın büyük bir ses sistemi vardı. Üstelik bizi bir davul karşılamıştı. ''Bu davul da neyin nesi?'' dedim merakla. ''Bilmem.'' dedi Uygar. ''Kiralama şirketinden aldığımda bagajdaydı. Sorgulamadım.'' Kaşlarımı çattım ve düşünceli bir şekilde bagaja bakmaya devam ettim. ''Beni niye yardıma çağırdın sen? Burada sadece bir kasa incir var.'' Uygar sesini düzeltip fısıldamaya başladı. ''Bir şey söyleyeceğim ama sakın çığlık atma.'' ''Ne? Ne oldu?'' ''İstediğin gibi bir at buldum.'' dedi saniyeler içinde. Çığlık atmamak için elimle ağzımı kapattım. ''Ne? Doğru mu duydum ben Uygar?'' ''Buldum valla. Cumartesi getirecekler. Deniz beni kesecek ama ne yapalım. Sen istediysen olay bitmiştir.'' Uygar'a yaklaşıp ona kocaman sarıldım. ''Sana inanamıyorum Uygar. Çok teşekkür ederim. Seni çok seviyorum. Çok seviyorum.'' ''Ben de seni çok seviyorum Ada.'' ''Nasıl başardın? Hani bulamazdın?'' ''Eee Deniz kadar olmasa da bizim de bir forsumuz var bu piyasada canım. Sen iste her şeyi önüne sererim. Canım kardeşim benim.'' ''Uygar beni ağlatacaksın.'' dedim kollarımı çekerken. ''Aman ha sakın. Sil şu dolmuş gözlerini. Gülerek gittin ağlayarak geldin derler sonra sana. Bir ton laf yiyemem Deniz'den. Herifin radarları öyle bir açık ki sana karşı, kirpiğin eksilse anlıyor, beş yüz gram kilo alsan anlıyor. Ağlamak üzere olup ağlamadığını bile anlar o çakal.'' Sırıttım. ''Sen sanki Miray'a karşı öyle değilsin.'' dedim kendimden emin bir sesle. Uygar ilk kez utanmamış, lafı da değiştirmemişti. ''Öyleyim.'' dedi çekinmeden. ''Aşk çok güzel bir şey. İnsan neden biri gülümseyince mutlu olur ki? Ya da hep mutlu olsun diye uğraşır?'' ''Bekleme artık Uygar.'' dedim ciddiyetle. ''Miray çok güzel bir kız. Boş bırakma havada kaparlar.'' Uygar'ın kaşları çatıldı. ''Kim kapıyor ya? Kimse kapamaz Miray'ı Ada. Sen beni kıskançlık krizine mi sokmak istiyorsun?'' Kahkaha attım. ''Neyse Uygar, hadi gidelim. Siz daha havaalanına gidip Deniz'in anne ve babasını alacaksınız.'' Uygar saçlarını kaşıdı. ''Doğru, hadi gidelim.'' dedi incir kasasını alıp. Arabanın bagaj kapısını kapattım ve kilitleyip anahtarı Uygar'ın cebine sokuşturdum. ''Sen şimdi heyecandan arabayı da kullanamazsın Miray yanında diye. Anahtarı ona mı versem ne yapsam ben?'' ''Abartma Ada. Sanki ilk kez yalnız kalıyorum da onunla.'' ''Sevgili olmanız için sabırsızlanıyorum Uygar.'' ''Sen niye sabırsızlanıyorsun kızım?'' ''Birbiriniz için yaratılmışsınız gibi çünkü. Sen vurulduğunda sana kan verdi bu kız. Kan gruplarınız bile aynı yani. Bu bir işaret.'' dedim kıkırdayarak. Kapıya ulaşmıştık. Anahtarım olmadığı için zili çaldım. "Evet hayatımı kurtardı." dedi Uygar sıcacık bir sesle. "Evet Uygarcım. Ona bir can borcun var. Aşkınla öde bu borcu bence. Miray seve seve kabul edecektir." Uygar tam ağzını açmıştı ki Miray kapıyı açtı. "İki dakikada nereye kayboldunuz siz?" dedi şaşkınlıkla. Uygar'ı merak etmiş olmalıydı. "Arabadan incirleri almaya gittik de." dedi Uygar. "Sizin için aldım bunları." Miray sıcacık gülümserken kasayı Uygar'ın elinden aldı. "Teşekkür ederim Uygar Bey. Zahmet etmişsiniz." "Benim için bir zevkti." dedi Uygar. Kasayı Miray'dan aldım. "Ben bunu mutfağa koyarım. Siz gidin artık. Canan Hanım, Fatih Bey ve Salih abi gelene kadar siz anca havaalanına gidersiniz zaten." Uygar da Miray da aynı anda saatine baktı. "Haklısın, çıkalım." dedi Miray. Ardından Uygar'a döndü. "Yani çıkalım istersen." "Olur olur. Şimdi ben yolu da bilmiyorum ya karıştırırım falan. Erkenden gidelim bence. Erken kalkan erken yol alır." "Evet, alalım o zaman şu yolu." dedi Miray ve konu kesinlikle gidecekleri yol değildi. İlişkilerine çizecekleri yoldan bahsediyordu. Bunu muzip bakan gözlerinden anlamıştım. Uygar eliyle yolu işaret etti ve Miray dışarıya adım attı. "Buyurun Miray Hanım. Rehberliğinize ihtiyacım var." dedi Uygar. O da tıpkı Miray gibi mecaz anlam kullanmıştı. Kastettiği şey yol rehberliği değildi. İlişkilerine Miray rehber olsun istiyordu. Gerçekten bir elmanın iki yarısı gibi oldukları için sevinçten çığlıklar atacaktım. "Neyse ben içeriye geçiyorum. Dikkat edin, bir şey olursa yazarsınız." dedim ve içeriye girip ayağımla kapıyı kapattım. İki kişi eksilmesine rağmen ev hala kalabalıktı. Ve yeni yeni fark ettiğim bir şey vardı ki o da heyecandan ölmek üzere olduğumdu. Kalp atışlarımı düzene sokmaya çalışıp mutfağa girdim. Deniz ve Güneş tezgahı toparlıyordu. ''Oo kolay gelsin.'' dedim ikisine de sırıtarak bakarken. ''Abla eniştem bu evin oğlu oldu bile baksana. Benimle tabakları getirdi mutfağa.'' ''Elime yapışmaz Güneşçim, büyütecek bir şey yok.'' dedi Deniz, ellerini kuruladı ve hala elimde tuttuğum bir kasa inciri alıp masaya bıraktı. ''Miray ve Uygar annenleri almaya gittiler az önce.'' dedim onu izlerken. Sessizce başını salladı. ''Neden böyle ağır şeyler taşıyorsun sen?'' dedi endişeli gözlerle. Gözlerimi gözlerine sabitleyip her geçen gün daha da aşık olduğum renklerini ezberime kazımaya çalıştım. O ise elini yanağımda gezdirmekle meşguldü. ''Hafif bu sevgilim, bir şey olmaz.'' ''Hamilesin sevgilim. Dikkat mi etsen biraz?'' ''Riskli bir hamilelik değil ki sevgilim. Doktor bunlar için tembihlemedi beni. Hem sakınan göze çöp batarmış. Ben iyiyim böyle. Vallahi bak.'' Dikkatlice yüzüme baktı, kısa bir süre sonra da kaşları çatıldı. ''Sahi sen doktora nereye gittin? Bizim hastaneye gitsen haberim olurdu çünkü.'' ''İşte senin haberin olmasın diye başka hastaneye gittim.'' dedim sırıtıp. ''Öğrenmemen lazımdı çünkü.'' ''Güneş görüyor musun, ablan arkamdan neler çevirmiş?'' dedi benim gibi kocaman sırıtarak. ''Görüyorum görüyorum. Resmen karda yürümüş de izini belli etmemiş.'' dedi Güneş. Deniz beni izlediğinden sanırım Güneş'e cevap vermeyi unutmuştu. Çünkü bakışları yüzümde kilitlenmiş gibiydi. ''Enişte.'' dedi Güneş, Deniz cevap vermeyince. ''Efendim.'' ''Bebeğinizin kime benzemesini istiyorsun?'' ''Ada'ya benzesin. Gece gibi gözleri ve ay gibi teni olsun.'' ''Ablama benzerse çok güzel bir bebek olur... Ayy ister misiniz gözleri mavi olsun? Olabilir bence. Çünkü anneannesi mavi gözlüydü, ben mavi gözlüyüm, abim mavi gözlü.'' dedi Güneş. Rüyamı hatırlayıp yüzümü buruşturdum. Kucağımda taşıdığım o mavi gözlü bebeğin benim olma ihtimali yüzde kaç olabilirdi? Deniz bir süre düşündü. ''Olabilir, neden olmasın. Genlerini sizden de alabilir... Güzel olurdu.'' ''Ama sen yine de ablamınki gibi siyah gözlü olsun istiyorsun sanki.'' dedi sırıtıp. Deniz de sırıttı. ''Evet, aşık olduğum bir çift gözü çocuğum da taşısın istiyorum.'' ''Ya çok tatlısınız.'' dedi Güneş. ''Neyse, ben boşları almaya gidiyorum.'' ''Biz de gidelim, yarın ne yapacağız hiç konuşmadık.'' dedi Deniz, elimden tutup beni peşinden yürütürken. ''Bir an önce şu günü atlatalım istiyorum.'' dedim kalbimi tutarken. ''Her geçen saniye daha çok heyecanlanıyorum sanki.'' ''Yarın bu saatlerde nişanlı olacağız.'' dedi heyecanla. Yüzünü görmesem de heyecanını anlayabiliyordum. ''Evet.'' diyerek onu onayladım. ''Nişanlım olacaksın... Sahi yüzükler nerede?'' ''Benim bavulumda. Ne oldu, nişanlanamayacağız diye korktun mu?'' dedi, kocaman sırıtıyordu. ''Unutsaydın görürdüm ben sendeki bu rahatlığı.'' ''Kendimi unuturdum, yüzüklerimizi unutmazdım emin ol.'' dediğinde salona girmiştik. Büyükler bir tarafa, gençler de bir tarafa geçmişti. Anladığım üzere iş bölümü yapılmıştı ve herkes kendi görevinin üzerinden geçiyordu. Bu planın herhangi bir yerinde olmamak beni biraz da olsa rahatlatmıştı çünkü benim yapmam gereken bir iş yoktu. Tek görevim kahve yapmaktı, ondan sonra bütün gün duracaktım. ''Şimdi.'' dedi yengem. ''Herkes iki dakika buraya baksın. Deniz oğlum, sabah erkenden gelirsiniz. Annen, baban, arkadaşın Uygar'la birlikte. Kenan abiniz, Yeşim ablanız ve Can gece sizinle kalacak. Savaş'ın dedesi Salih Bey otelde kalacak. Sizin gelmenize yakın bir vakitte o da gelir bize. İstemeyi atlattıktan sonra da şöyle hepimiz güzel bir kahvaltı yaparız.'' ''Zahmet etmeseydiniz. Hep beraber dışarıda yesek?'' ''Bir sürü şey hazırladık.'' dedi Selay. ''Kahvaltıyı düğün zamanı yaparız hep beraber dışarıda. Yarın burada yeriz hepimiz.'' ''Peki, nasıl isterseniz.'' dedi Deniz. ''Ama çok zahmet veriyoruz sizlere. Evinizi açtınız, yemekle falan uğraşıyorsunuz. Yarın zaten çok uğraşınız olacak. Bir de kahvaltıyla uğraşacaksınız onca telaş içinde.'' ''Bir tanecik yeğenim nişanlanıyor.'' dedi dayım. ''Biz uğraşmayacağız da kim uğraşacak? Zoraki yapmıyoruz ki hem, içimizden geldiği için yapıyoruz. Siz mutlu olun yeter ki.'' Deniz minnetle gülümsedi. ''Teşekkürler Harun Bey.'' ''Şu mesafeli konuşmayı kaldırsak mı artık oğlum? Aile olduk artık. Dayınım ben senin.'' Deniz onaylarcasına başını salladı gülümserken. ''Peki Harun dayı, sen nasıl istersen.'' ''Ha şöyle.'' dedi dayım ve Deniz'in sırtına dostça vurdu. ''Bu arada akşam da minik bir kutlamamız var.'' dedi Savaş. Deniz ve ben anlamayan gözlerle bakarken diğer herkes normal bakışlarla bakıyordu. Sanırım sadece bizim haberimiz yoktu. ''Nasıl bir kutlama?'' dedim ve yarım bıraktığım tatlıya devam ettim. ''Aşağıda bir kafe var ya.'' dedi Selay. ''Orayı kapattık. Sen, ablam, ben, Güneş, Deniz, Uygar, Can ve Savaş yarın akşam orada olacağız. Nişanınızı kutlayacağız.'' Deniz'e baktım. ''Bu sefer benim de haberim yok.'' dedi sırıtıp. ''Bana da sürpriz oldu.'' Selay'a döndüm. ''Teşekkür ederim, çok iyi düşünmüşsünüz.'' ''Rica ederim Adacım.'' dedi Selay. Bu fikrin ondan çıktığına emindim. ''O kafeyi çok seviyorsun. Sevineceğini düşündüm.'' ''Çok mutlu oldum.'' dedim ve Selay'a öpücük attım. ''Kızım.'' dedi dayım ayağa kalkarken. Bana sesleniyordu. ''Seninle biraz yalnız konuşalım mı?'' ''Olur.'' dedim tereddütle. Ne konuşacağımızı çok merak ediyordum. Arkasından koşar adımlarla mutfağa yürüdüm. ''Ne oldu dayı?'' dedim mutfağa girince. ''Hediye işini hallettin mi?'' dedi sandalyeyi çekip otururken. Ben de o sırada bardağıma su doldurmakla meşguldüm. ''Hallettim hallettim.'' dedim, ardından tezgaha yaslanıp suyumdan bir yudum aldım. ''Eee?'' ''Ha şey. Eesi at alacağım dayı. Aldım daha doğrusu ama yarın veremeyeceğim. Cumartesi vereceğim.'' ''Kızım sen ne dediğinin farkında mısın? At aldım ne demek? O kadar parayı nereden buldun?'' ''Savaş verdi.'' ''Ah kızım ah. Yani inanamıyorum. Ciddi ciddi at aldın yani?'' ''Evet, Deniz atları çok seviyor. Çiftliği var hatta.'' ''O senin hediyen olacak, biz ne yapacağız?'' ''Merak etme dayı, aile hediyesi diyeceğim. Dert etme lütfen.'' Dayım içine sinmese de kabullendi, kısa bir nefes almıştı. ''Çok asil bir hediye.'' dedi ardından. ''Kesin çok sevinecek.'' ''Evet.'' ''Kızım, ben seni çok seviyorum.'' dedi dayım ayağa kalkıp. Bardağımı tezgaha koyup ona doğru yürüdüm ve sıkıca sarıldım. ''Seninle gurur duyuyorum. Senin yaptığın hiçbir şey benim başımı öne eğdirmez. Ne yaparsan yap arkanda duracak dağ gibi dayın var senin. Gözyaşına kıyamayan, senin üzerine titreyen bir dayın.'' ''Ben de seni çok seviyorum.'' dedim gözümden yaşlar süzülürken. ''Deniz çok hakikatli çocuk. Seni gözüm kapalı emanet ediyorum ona. Başkası olsa tereddüt eder miydim bilmiyorum ama Deniz benim aklımda küçücük bir şüphe bile bırakmıyor. Ha oldu ki seni yarı yolda bıraktı. Bu evin yolunu biliyorsun.'' ''Dayı.'' dedim ve sarılışımı sonlandırıp onun da gözlerinden akan yaşları sildim. ''Bizi çok mutlu günler bekliyor. Her şey geride kaldı artık.'' ''Geride kaldı ya.'' dedi dayım zar zor gülerken. ''Senin adına çok mutluyum.'' ''Sana çok şey borçluyum dayı. Sen bizi kendi evladın gibi sevdin. Baba bildim ben seni. Yengem de annem gibiydi. Bir kere bile üzmediniz bizi. Minnet borcumu nasıl ödeyeceğim sana?'' ''Çok mutlu ol bana yeter güzel kızım benim. Bir borcun yok bana.'' ''Ama.'' ''Aması yok kızım. Tek isteğim mutlu olman, mutlu olmanız. Üçünüz de benim parçamsınız. Benim çocuğum olmadı ama Leyla bana pırlanta gibi üç tane çocuğunu bıraktı. Üçünüz de benim çocuğumsunuz. Bunu sakın unutma olur mu? Amaaaa öyle evlendim diye de bizden elini ayağını çekersen işte o zaman bozuşuruz.'' ''Öyle şey olur mu dayı? Ben seni boşlar mıyım hiç?'' ''Derslerini boşlamak da yok. Mutlu olduğunu gördüm, mimar olduğunu da görmek istiyorum.'' ''Söz sana dayı. İstanbul'un en başarılı mimarlarından olacağım. Ve seni hep çok seveceğim.'' ''Canım kızım benim.'' dedi dayım ve bana tekrardan sımsıkı sarıldı. ''Tek damla gözyaşına bile kıyamam senin.'' *** Gece sonunda nihayet yatağımdayım. Dayımla mutfaktaki sohbetimden birkaç saat sonra Deniz'in ailesi ve Salih abi gelmişti. Yengem onları da bir güzel doyurmuş, sonra herkesi evlere ve odalara dağıtmıştı. İki eve de yedi kişi düşüyordu. Bizim evde dayım, yengem, ben, Güneş, Savaş, Miray ve Selay vardı. Selayların evindeyse Selay'ın annesi, babası, Canan Hanım, Fatih Bey, Deniz, Uygar ve Can kalacaktı. Salih abi ise Denizlerin oteline gitmişti. Ev dağılımına en çok üzülen Uygar olmuştu çünkü Miray'ın da onlarla kalacağını zannediyordu. Yapacak pek de bir şey yoktu çünkü evlerimize ancak bu kadar kişi sığdırabiliyorduk. Uyumaya çalışırken aklımdan geçen düşünceler bunlardı. Bilmem kaçıncı kez yatakta döndüm ama gözüme uyku girmiyordu. Heyecandan da yerimde duramıyor, sağa sola dönüp duruyordum. Saat gecenin ikisi olmuştu ve yaklaşık sekiz saat sonra beni istemeye geleceklerdi. Altı saat sonra da uyanmam gerekiyordu çünkü daha hazırlanma sürecim vardı. ''Abla yeter döndüğün. Rahat dur artık, beni de uyutmuyorsun.'' ''Konuşması kolay tabii, seni istemeyecekler ne de olsa.'' Sesli bir gülüş bahşetti bana Güneş. Ardından ekledi. ''Heyecanlı mısın?'' ''Sence ablacım? Yeterince belli değil mi?'' ''Belli belli.'' diye kıkırdadı. ''Gelin olmuş gidiyorsun şarkısını sana armağan ediyorum ablacım. Yani yuh gerçekten evleniyorsun abla.'' ''İnanamıyorum ben de.'' ''Ben Deniz eniştemi baya seviyorum. Onu sana bakarken gören herkes seni ne kadar çok sevdiğini anlar. Gözünün içine bakıyor resmen. Ama sizin kaderiniz yıllar önce yazılmış. Sarı tokanı bile saklamış baksana. Çok romantik.'' Gülümsedim. ''Evet, çok romantik.'' dedim esnerken. ''Ablacım hadi uyuyalım. Uykum geldi.'' ''Yani aşk olsun abla. Yarım saattir uyumuyorsun, iki muhabbet edince mi uykun geldi?'' ''Güneş, hadi ablacım. Uyuyorum vallahi bak, uyudum bile. Duymuyorum seni.'' ''Abla.'' ''Hı?'' ''İyi ki senin kardeşinim. Seni dünyalar kadar seviyorum.'' ''İyi ki senin ablanım, ben de seni galaksiler kadar seviyorum.'' ''İyi geceler ablacım.'' ''İyi geceler güzelim.'' *** 22 Kasım, Cuma Evlere şenlik kızınız var, Kulak zarımın içinde hissettiğim gürültülü bir sesle göz kapaklarımı araladım. ''Noluyo' böyle ya?'' dedim esnerken. ''Ne bu ses? Sabahın köründe ne bu gürültü? Bangır bangır mahalle arasında şarkı açınca başın göğe mi eriyor acaba?'' Yavaşça bacaklarımı yataktan indirdim ve doğruldum. Güneş hala uyuyordu. Kulağının dibinde top patlasa uyanmayan insanlardandı. Ben ise onun aksine kolay uyanıyordum. Aklım kaldı yolunda, ''Aklına da uykuna da. Yani gerçekten.'' dedim yataktan kalkıp pencereye yürürken. ''O hoparlörü senin kulağına sokmak vardı ama işte dua et benim bugün olay çıkarma lüksüm yok.'' Pencereye ulaşır ulaşmaz perdeyi açtım. Gördüğüm manzara beni dehşete düşürmüştü çünkü mahalleyi müzik sesiyle inleten kişi Uygar'dı! ''Yuh.'' dedim ve camı açtım. Deniz arabanın kaputuna yaslanmış, kollarını birbirine bağlamış beni izliyordu. Uygar ise sanki arabadan çıkan ses azmış gibi dün gece bagajında gördüğüm davulu çalıyordu. ''Delirdiniz mi siz bu saatte?'' diye bağırdım. ''Ne yapıyorsunuz? Bütün mahalle ayağa kalkacak şimdi.'' Uygar davula vurmayı bırakıp tokmağı tuttuğu eliyle bana el salladı. ''Hadi aşağı gel.'' dedi bağırarak. ''Deniz Allah aşkına sustur şu müziği, herkes camlara koşacak şimdi. Ne yapıyor bu çocuk?'' Deniz kollarını açıp omuzlarını kıstı. Anlaşılan o da Uygar'a anlam veremiyordu. Belki de bir anlam aramıyordu. Çaresizce kabul etmişti, el mahkumdu. ''Uygar, sana diyorum.'' diye son sesimle bağırdım. ''Kapat hadi. İnsanlar uyuyor.'' ''Bugün kimseye uyku yok. Hadi aşağı gel.'' Başımı iki yana salladım ve bir hışımla camı kapatıp koşar adım aşağı indim. ''Delirdiniz mi? Ne bu müzik?'' dedim ve müziğin sesini kıstım. ''Uygar hani senin bu müzik sisteminden ve davuldan haberin yoktu?'' ''E söyleseydim izin vermezdin.'' ''Vermezdim tabii, herkes uyandı kesin.'' ''Eee Adacım gelin alıyoruz ya sus pus mu alalım seni?'' ''O dediğin gelin alma olayı düğün günü oluyor Uygar.'' ''E düğün günü seni nereden alacağız Ada? Düğünde aynı evden gelin çıkıp aynı eve gelin gireceksin. Böylesi daha makul.'' ''Ah Uygar sana hiçbir şey demiyorum ben. Hele aşkım sana hiçbir şey demiyorum. Neden göz yumdun buna?'' Deniz tam cevap verecekti ki biri adımı seslendi, sesin geldiği yöne döndüm. ''Ada, kızım hoş geldin.'' ''Hoş buldum, hoş buldum.'' dedim bağırarak el sallarken. Komşumuz Esma ablaydı. ''Nasılsın Esma abla iyi misin? Kusura bakma böyle sabahın yedisinde uyandırdık seni ama.'' ''Ne kusuru evladım? Bak ne güzel eğleniyor oğlanlar. Evleniyormuşsun doğru mu?'' ''Doğru doğru. 14 Aralık'ta evleniyorum. Sen de gel tamam mı?'' ''Gelmez olur muyum hiç?'' dedi. ''Kim o şanslı oğlan bakalım?'' Deniz'in yanına sokulup elimi beline sardım. ''Burada Esma abla. Adı Deniz.'' ''Maşallah pek de yakışıklıymış.'' ''Merhaba.'' dedi Deniz el sallayarak. ''Teşekkür ederim.'' ''Maşallah maşallah çok güzelsiniz. Nazar duası okuyayım ben size.'' ''Nihayet işinin ehli biri şu nazar duasını yapıyor ya." dedi Uygar ve Esma ablaya doğru dönüp bağırdı. "Allah razı olsun abla." "Senden de evladım. Maşallah sen de pek yakışıklısın. Bekar mısın sen?" Elimle alnıma vurdum. Esma abla yine gördüğü ilk yakışıklıya talip arıyordu. "Bizim buralarda çok güzel kızlar var. Bağlayalım senin başını da." "Yok abla sağ ol. Bağlı benim başım." "Tüh, Yeşim'in kızı Miray'a alırdık seni." dedi Esma abla. Kahkaha attım. Sanırım Miray ve Uygar'ı tanıyan herkes onları birbirine yakıştırıyordu. Uygar kocaman sırıtıp davulu çalmaya devam etti ve az önce kıstığım müziği açıp bağıra bağıra şarkıyı söyledi. Evlere şenlik kızınız var, Evet isteme günüm böyle başlamıştı. Her ne kadar Uygar ve Deniz'in yaptığını onaylamasam da kabullendim ve ayaklarımı sürte sürte eve geri döndüm. Zaten birkaç dakika sonra müzik sesi kesilmişti. Sanırım mantıklı davranmaya karar verip hazırlanmaya gitmişlerdi. Neyse neydi. Eve girdiğimde herkes ayaklanmıştı. İşte o dakikadan sonra her şey çok hızlı ilerlemişti. Yeşim abla gelmişti ve Miray'la birlikte yengeme son hazırlıklarda yardım etmişti. Selay ve Güneş ise beni giydirip saçlarımı ve makyajımı yapmışlardı. Sadece elbiseyle bile çok güzel görünürken şimdi saçım ve makyajımla gerçekten ama gerçekten çok güzel görünüyordum. Kendime hayran kalmıştım ve bu sanırım başıma ilk kez gelen bir şeydi. ''Abla inanamıyorum, harika görünüyorsun.'' dedi Güneş. ''Dilim tutuldu resmen. Afet gibi oldun. Deniz eniştem seni görünce nutku tutulacak.'' Elimle elbisenin bel kısmını aşağı doğru düzelttim. ''O kadar güzel mi görünüyorum gerçekten?'' ''Kızım rüya gibi oldun. Mükemmel bir elbise bu. İnanamıyorum güzelliğine.'' ''Ağlatacaksınız beni.'' ''Hayır sakın bak zaten zor yaptık makyajını. Akarsa, bozulursa çok zor toparlarız.'' Ellerimi yelpaze gibi kullanıp yüzümü serinletmeye çalıştım. ''Off sıcak bastı.'' dedim aynada kendime bakarken. Kalın askılı, derin göğüs ve sırt dekolteli, kasıktan bileğe kadar yırtmaçlı bu hafif kuyruklu elbiseyle gerçekten ama gerçekten bir masaldan fırlamış gibiydim. Saçlarım kıvır kıvırdı ve az da olsa göğüs dekoltemi kapatıyordu. Saçıma dayımın sakladığı, anneme ait olan pırlanta tokayı iliştirmiştim. Makyajım da çok doğaldı. Hafif gri göz farı, pembe allık ve şeftali tonlarında ruj sürmüşlerdi ve açıkçası yüzüme çok yakışmıştı. ''Kızlar çok teşekkür ederim.'' dedim birine bir kolumla birine bir kolumla sarılırken. ''Siz olmasaydınız ne yapardım?'' Gözüm hala aynadaydı ve sanırım kendime nazar değdirecektim. Gece mavisi elbise, ay gibi beyaz tenim ve gece rengi saçlarım harika bir üçlü olmuştuk. ''Sana nazar boncuğu takalım Ada. Birinin gözü kalmasın.'' ''Biz bize olacağız zaten Selay, kimin nazarı değecek?'' ''Sosyal medya kıskanç insan dolu.'' dediğinde anlamayarak baktım. ''Ne var kızım? Hiç mi fotoğraf paylaşmayacaksın?'' ''Hayır Selay. O ne öyle? Bakın ben evleniyorum der gibi.'' ''Ee yalan mı? Zaten evleniyorsun. Bakın ben evleniyorum demen çok normal.'' ''Selay haklı abla. Bir tane paylaş bari.'' ''Hiç bana göre değil kızlar kusura bakmayın. Hem siz bana laf anlatacağınıza giyinsenize. Hala pijamalarla duruyorsunuz ve Denizler yarım saat sonra gelecekler.'' Selay ve Güneş birbirine baktı. ''Ay ablan haklı, hazırlanalım hemen çabuk.'' dedi Selay telaşla. ''Tamam, siz hazırlanın. Ben aşağı iniyorum.'' ''Miray'ı gönder. O da hazırlansın. Sabahtan beri kek börek falan uğraşıyor.'' ''Tamam.'' dedim ve odadan çıkıp aşağı indim. Herkes ummalı bir hazırlık içindeydi ama topuk seslerimi duyan herkes bakışlarını bana çevirdi. Yengem, Yeşim abla, Kenan abi ve Miray dili tutulmuş gibi beni izlerken yavaş ve temkinli adımlarla yanlarına ilerledim. "Yuh." dedi Miray. "Sen bu güzellik işini iyice abarttın Ada. Bu ne böyle? Afet-i devran olmuşsun." Gülümsedim ve kendi etrafımda döndüm. "Çok mu güzelim?" "Hem de nasıl." dedi yengem. "Güzeller güzeli Adamız dünyalar güzeli olmuş." "Beni şımartıyorsunuz ama." dedim. "Of mutfaktan çok güzel kokular geliyor. Neler yaptınız?" "Neler yapmadık ki?" dedi Miray. "Ama sen burada durma, salona geç. Üstüne koku sinmesin." Başımı salladım. ''Sen de git hazırlan hadi, kızlar seni çağırıyor.'' dedim ve salona ilerledim. Can ve Savaş herkesin sığabilmesi için oturma düzenini değiştiriyordu. Salonun her yeri ışıltılı, yaldızlı süslerle doluydu. Yerde balonlar vardı. Perdeye A&D harfleri asılmıştı. İnanamayarak başımı iki yana salladım. Gerçekten bunlar için uğraşmışlar mıydı? "Kolay gelsin." dedim. Savaş bakışlarını bana çevirdi. "Sağ ol canım." dedi önüne dönerken. Ardından başını hızlıca tekrar bana çevirdi ve uzun uzun baktı. "Sen kimsin ve ikizime ne yaptın?" Ben küçük bir kahkaha atınca Can da yaptığı işi bırakıp bana döndü. "İnanamıyorum Ada, çok hoş görünüyorsun." "Teşekkür ederim Cancım." "Cidden Ada. Mükemmel olmuşsun. Deniz dünyanın en şanslı insanı. Seninle evleneceği için yatsın kalksın dua etsin. Şükür namazı falan kılsın." dedi Savaş. Daha büyük bir kahkaha attım. "Ya Savaş. Makyajım ve saçım bozulmasın diye sarılamıyorum. Ama hatırlat şu nişandan sonra sana sımsıkı sarılacağım." ''Hatırlatırım güzelim. Gerçi hatırlatmama gerek yok, sen sarılmasan bile ben sana sarılacağım.'' dedi göz kırpıp. Ardından işine geri döndü. ''Kaç kişi olacağız biz şimdi?'' dedim ve baş köşeye konumlandırılmış, muhtemelen Deniz'le benim için ayrılmış iki sandalyeden birine oturdum. ''On beş.'' dedi Can. ''Allah'tan salonunuz büyük de herkes rahatla sığacak.'' Kenardaki sehpada bir laptop vardı, merakla baktım. ''O laptop kimin?'' ''Uygar'ın. Melis'i ve Eren'i arayacakmış skypetan. Yani burada olmasalar da görüntülü görüşme ile her şeyi görecekler.'' ''İnanamıyorum, onca şey arasında onları da düşünmüş.'' dedim ve saate baktım. ''Off heyecandan ölmek üzereyim. Ne zaman gelecekler?'' ''Az önce Uygar yazdı. Çiçekçiden çıkmışlar. Eve varınca direkt buraya gelecekler.'' Başımı salladım ve saate bir daha baktım. Zaman geçmek bilmiyordu. *** ''Ayyy geldiler.'' dedim koridorda volta atarken. Zil çalmıştı. Koşar adımlarla kapıya yürüdüm. ''Ada, ne yapıyorsun? Öyle hemen açılır mı? Kapıda bekliyormuş gibi.'' dedi Selay, portmantodaki aynaya bakıp saçlarımı düzelttim. ''Ee zaten kapıda bekliyorum ya Selay.'' dedim ve zil bir kez daha çalınca kapının kolunu tutarak arkamda duran kalabalığa baktım. Yanımda dayım, onun yanında yengem ve onun arkasında da diğerleri. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissederken kapıyı açtım. Beni elinde kocaman bir sarı çiçek buketi ve çikolata kutusuyla müstakbel nişanlım Deniz karşılamıştı. Tamam, onu her zaman takım elbiseyle görüyordum ama bu defa fenaydı. Çok fenaydı. Zaten hali hazırda aşıkken bir kez daha nasıl aşık olabiliyordum? Düğün için ön prova mı yapmıştı? Karşımda bir damat vardı sanki. ''Hoş geldiniz.'' dedim kocaman gülümserken. Deniz beni gördüğünde bir süre konuşamadı, ardından yutkunup sıcacık gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. "Sevgilim çok, çok mükemmel görünüyorsun. '' dedi çiçeğimi bana uzatırken. Çikolata kutusunu ise kaşla göz arasında Selay almıştı. Deniz saçımı bozmayacak şekilde kibarca sarıldı. ''Hangi masaldan çıkıp geldin?'' dedi kulağıma fısıldarken. Kimse duymamıştı ama ben duymuştum. Yanakların kızarmamıştır inşallah Ada. Deniz kendini geri çekti ve sırayla herkesi öptü. Ben de gelen herkesi karşıladım ve hepsine sıkıca sarıldım. Salih abi içeriye en son gelen kişiydi. Elini yavaşça omzuma attığında ona gülümseyerek baktım. "Sizi hiçbir şey ayırmasın." dedi. Bu bir temenniden çok bizim için ettiği canı gönülden bir duaydı sanki. "Salih abi geldiğin için çok teşekkür ederim. Beni nasıl mutlu ettin anlatamam." "Bugün senin en mutlu günlerinden biri. Nasıl yalnız bırakırım ki seni? Hem senin, hem de Deniz'in yanında olmak boynumun borcu. Ee Savaş da malum benim torunum olunca onu da yalnız bırakmak istemedim." "Çok iyi yapmışsın. İyi ki geldin tekrardan." dedim. Salona gelmiştik. Herkes yavaş yavaş yerlerini alırken baş köşeye geçen Deniz'in yanına gittim. Oturmak için büyüklerin oturmasını bekledik bir süre, ardından biz de sandalyelerimize oturduk. "Tekrardan hoş geldiniz hepiniz." dedi dayım. Yüzünde kocaman ve sıcacık bir gülümseme vardı. Herkes anlaşmış gibi aynı anda "Hoş bulduk." deyince neredeyse gülecektim. "Nasılsınız, iyi misiniz?" dedi yengem sanki dün gece saatlerce muhabbet etmemiş, nasıl olduklarını bilmiyormuş gibi. Artık gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "İyiyiz." dedi Salih abi herkes adına cevap verirken. "Sizler nasılsınız?" "Bildiğiniz gibi." dedi dayım. Uygar usulca yerinden kalktı ve laptopun yanına gitti. "Aynı sizler gibi tatlı bir heyecan içindeyiz." ''Vallahi çok doğru söylediniz.'' dedi Fatih Bey. ''Çok güzel ve önemli bir gün çocuklarımız adına. En az onlar kadar mutluyuz.'' En hanımefendi gülümsememle salondakileri izlerken önce cızırtılı sonra net bir ses duyuldu. Bir bağlantı sesiydi. ''Hah oldu.'' dedi Uygar. Ardından Melis ve Eren'in sesini duyduk. Ekrana baktım. ''Selam herkese.'' dedi Melis ve Eren aynı anda. Bize el sallıyorlardı. Beklemeden onları yanıtladık. ''Selam çocuklar.'' dedim el sallayıp, onlar gibi kocaman sırıtıyordum. ''Nasılsınız?'' dedi Melis. Yorgun görünüyordu. Ben bile yaptığımız yolculuk yüzünden yorulmuştum. Melis gelseydi şu an göründüğünden çok daha kötü olurdu ve Deniz onu evde bırakmakla çok iyi yapmıştı. ''İyiyiz.'' dedi herkes hep bir ağızdan. ''Kızım sen nasılsın?'' dedi Canan Hanım. Endişeliydi. Melis'in iyi olmadığını anlamıştı. ''Aklınız kalmasın ablama çok iyi bakıyorum.'' dedi Eren. Hemen ardından Melis'e döndü. ''Öyle değil mi balım?'' Melis bal demekti, Eren aslında ona aynı anda hem iltifat etmiş, hem de adının anlamını söylemişti. Gülümseyerek onları izledim. Uygar hızlıca kalkıp yerine otururken Melis Eren'i başıyla onayladı. Hemen ardından devam etti. ''Biz sizi tutmayalım. Devam edin.'' Deniz'in babası öksürdü. "Evet ne diyorduk?" "Çocuklar diyorum." dedi yengem. "Yan yana nasıl da güzel görünüyorlar değil mi?" "Öyle Meral Hanım. Çok doğru söylüyorsunuz." dedi Deniz'in annesi. "Ada gel mutfağa gidelim." dedi Miray ayağa kalkarken. Sanırım kahve faslına geçecektik. Dikkatlice yerimden kalktım. "Tabii." dedim eksilmeyen gülümsememle. "Gidelim Miraycım." Miray önden mutfağa ilerlerken ben de onu telaşlı ve heyecanlı adımlarla takip ettim. Yanımda Selay ve Güneş de vardı. "Evet." dedi Güneş kahve makinesini açarken. "Herkese kahve yapacak mıyız?" "Evet. Deniz'inkini Ada normal cezvede yapsın. Diğerlerini biz makinede yapalım." dedi Selay. "On beş kişiyiz. Ada sen içmiyorsun. Şimdi biz on üç tanesini makinede yapalım sırayla. Sen de Deniz'inkine başla hemen." "Tuz atacak mısın abla?" "Ay hayır Güneş." dedim. "Bal koyacağım ben." Üçü de kıkırdadı. "Bal gözlü diye kahvesi de bal aromalı mı olacak yani?" "Evet Miraycım." dedim ocağı açıp. Ardından cezveye bir kişilik kahve ve bir fincan su koyup yavaş yavaş karıştırdım. Köpürmeye yakın altını kapatıp fincana döktüm. Üzerine de bir çay kaşığı bal ekledim. Evet işte şimdi olmuştu. "Deniz'in kahvesi hazır." dedim kızlara dönerek. "Tamam, altı kişinin kahvesi de hazır. Şimdi ikinci partiyi yapıyorum." "Bir tane eksik kalıyor, onu cezveyle yapayım." dedi Miray ve az önce bıraktığım cezveyi alıp bir kişi için kahve yaptı. "Evet ikinci parti de hazır." dedi Güneş. "Abla sen önden git." Deniz'in fincanını koyduğum tepsiyi alıp mutfaktan çıktım. Kızlar da diğer tepsileri aralarında paylaşmışlar, arkamdan geliyorlardı. Salona girdiğimde Deniz'in hayranlık ve aşk dolu bakışları karşıladı beni. Gözümü ondan alamıyordum. Gözünü benden alamıyordu. Yavaşça yanına ilerleyip fincanını ona uzattım. O sırada Selay ve Güneş de diğerlerine kahvelerini dağıtıyordu. Miray ise elindeki tek fincanı Uygar'a vermeyi tercih etmişti. "Tuz attın mı?" dedi Uygar bana sırıtarak bakarken. Deniz merakla yüzüme baktığında gülümsedim. "Yok." dedim. "Ömrümüz bal gibi tatlı olsun diye bal koydum." Herkes hayranlık dolu gülümsemelerle bizi izliyordu. "Sizinki nasıl bir aşk?" dedi Uygar. "Sürekli romantik olamazsınız." "Oluruz." dedim gülümseyerek ve bakışlarımı Deniz'den çekip aile büyüklerini izledim. Yüzlerinde gördüğüm mutluluk benim mutluluğumu ve heyecanımı beşe katlıyordu. Herkes anlaşmış gibi kahvesini yudumlarken tekrar Deniz'e baktım. O da diğerleri gibi bir yudum kahve içip bana baktı. "Eline sağlık." dedi büyük bir gülümsemeyle. "Evet." dedi Deniz'in babası. "Kızımızın kahvesini de içiyoruz. Eline sağlık Ada kızım." "Afiyet olsun Fatih Bey." dedim ellerim kucağımda amaçsızsa kıpırdarken. Heyecandan ölecektim. "Şimdi, sebebi ziyaretimiz malum." dedi kahve fincanını yanındaki sehpaya yavaşça bırakırken. Gözüm sehpa üzerindeki laptoptan bizi izleyen Melis ve Eren'e takıldı. Gülmemek için bakışlarımı kaçırdım. Onlar da kahve içiyordu. "Oğlumuz ve kızımız birbirini çok seviyor, birbirlerine çok değer veriyor. Yaşadıkları şeyler ortada, başlarına ne geldiyse birlikte mücadele ettiler. Beraber göğüslediler. Hiçbir şey onların sevgisini yenemedi." "Doğru diyorsunuz." dedi dayım. "Oğlunuz kızım Ada'ya gözü gibi bakıyor." "Oğlumu hiç böyle görmedim." dedi Deniz'in annesi. "Aşkı Ada'yla tanıdı. Bizim çok yanlışımız oldu evet. Keşke olmasaydı ama bazı şeylerin yaşanmasını engelleyemiyoruz maalesef. Ama inanın biz Ada'yı kendi çocuklarımızdan ayırmıyoruz. Deniz bizim oğlumuz, Ada da kızımız bundan sonra. Deniz'e kefilim. Ada kızımı asla üzmez. Oldu da Ada'nın yüzü Deniz yüzünden düştü, işte o zaman Ada'ya en çok ben sahip çıkarım. Ada asla yalnız kalmayacak. Bize güvenebilirsiniz." Dayım ve yengem memnun olduklarını belli eden bir gülüşle bizi izlediler. "Sonuç olarak gençler birbirini sevmişler, bize sadece onlara destek olmak düşer. Onların yuvasını yapmak, onları mutlu etmek düşer." dedi Fatih Bey. "O zaman usule uyalım Harun Beycim. Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınız Ada'yı oğlumuz Deniz'e isteyelim." Benimkiler dahil tüm gözler dayımın üzerindeydi. Elbette ki bu sadece bir usuldü. Adet yerini bulsun diyeydi. Dayım elbette ki beni Deniz'e verecekti ama yine de çok heyecanlanmış, ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordum. Dayım öksürerek sesini düzeltti. "Sizin de az önce dediğiniz gibi çocuklar birbirini çok seviyor. Deniz oğlum, Ada'mın gözlerinin içine bakıyor. Ben Ada'yı hiç bu kadar mutlu görmedim ömrü hayatım boyunca. Deniz'le birlikte çok değişti. Bir sürü şey geldi başlarına, birbirlerine duydukları aşk sayesinde hepsinin üstesinden geldiler. İyi ki birbirlerini buldular ve iyi ki bu hayat yolunu birlikte yürümek istiyorlar. Tek duam hep mutlu olmaları. Ömür boyu birbirlerinden ayrılmasınlar inşallah. Hayırlı, uğurlu olsun." Dayımın söyleyecekleri bittiğinde sanki birinden komut bekliyormuş gibi Deniz'le aynı anda ayağa kalktık. Evet, Deniz'in babası beni istemişti. Dayım da rızasının olduğunu belli eden cümlelerle bu evliliğe müsaade etmişti. "Ee hadi öpün bakalım büyüklerinizin ellerini." dedi Salih abi. Deniz benim aile büyüklerime yöneldiğinde ben de Deniz'in anne ve babasına yöneldim. Coşkulu bir el öpme merasiminden sonra sıra yüzüklere gelmişti. "Ee şimdi yüzüklerde sıra." dedi yengem. "Hiç konuşmadık, kurdeleyi kim kesecek?" "Salih abi kessin." Deniz'le aynı anda aynı ismi söylemeyi beklemiyordum ama ikimiz de aynı şeyi istemiştik demek ki. Ona bakıp gülümsediğimde o da aynı şekilde bana bakıp gülümsüyordu. "Estağfurullah." dedi Salih abi. "Aile büyükleriniz var. Bana düşmez.'' ''Bizim için bir sorun yok.'' dedi dayım. ''Memnun oluruz hatta.'' ''Biz de aynı şekilde.'' dedi Deniz'in babası. ''Sen kes Salih abi.'' Salih abi minnetle gülümsedi. ''O zaman onur duyarım bundan.'' dedi yanımıza yaklaşırken. Güneş yüzük kutularını koyduğu tepsiyle yanımda duruyordu. ''Bakalım makas kesecek mi?'' dedi Salih abi gülerek. Hepimiz aynı anda gülüşürken yüzükleri aldı ve parmaklarımıza taktı. Parmağımdan Deniz'in parmağına uzanan kurdeleye baktım. Bu kurdele yüzüklerimizi birbirine bağlamıştı. Yüzüklerimiz ise bizi birbirimize bağlamıştı. Kurdele birazdan kesilecekti ama yüzüklerimiz ölene dek parmağımızda kalacaktı. ''Evet.'' dedi Salih abi makası alırken. ''Birbirinizden hiç ayrılmadığınız bir ömür diliyorum sizin için. Gözleriniz her zaman bugünkü gibi ışıl ışıl parlasın.'' Deniz'e baktım, o da bana bakıyordu ve onun gözleri de tıpkı benim gözlerim gibi dolmuştu. Salih abi makası kurdeleye getirdi ve birkaç kez kesmeye çalıştı. Ve son kaçınılmazdı. ''Makas kesmiyor." dedi haylaz bir gülüşle. "Hay Allah ne yapsak?" "Tamam ben şimdi hallediyorum." dedi Uygar ve Güneş'in tutmakta olduğu tepsiye sayamadığım kadar 50 dolar bıraktı. Salih abi tepsiye saçılan paralardan sonra makası tekrar kurdeleye getirdi. Bu sefer kurdele ikiye ayrılmıştı. Yarısı bana doğru yarısı Deniz'e doğru hafifçe süzüldü. Salon alkış sesleriyle dolmuştu. Eren ve Melis'in seslerini bile duyabiliyordum. Coşkulu bir sevinç içine düşmüşlerdi. "Kızım." dedi dayım elinde bir kutuyla yanıma gelirken. "Aç bakalım beğenecek misin? Senin güzelliğinin yanında sönük kaldı biraz ama ne yapalım?" "Dayıcım neden zahmet ettiniz? Çok mahcup ettiniz beni şimdi." "Olur mu kızım ne mahcup olması? Hadi aç kutuyu bak bakalım." Kutuyu açtım. Beni zümrüt taşlı bir set karşılamıştı. Kolyesi, küpesi, bilekliği. O kadar güzeldi ki yeşilin en güzel tonunu elimde taşıyordum sanki. "Dayı inanamıyorum, çok harika bir şey bu." "Beğendin mi gerçekten?" "Beğenmez olur muyum dayı çok güzel." "Yengenin zevki." Kocaman gülümsedim ve önce dayıma sonra yengeme sarıldım. "İyi ki varsınız. Çok teşekkür ederim. Sizi çok seviyorum." "Biz de seni seviyoruz güzel kızım." dedi yengem. "En güzel günlerinde takarsın inşallah." "İnşallah inşallah." dediğimde bu sefer yanıma Salih abi yaklaşıyordu. Onun da elinde bir kutu vardı ama dayımınkine nazaran daha küçüktü. "Bu da benden." dedi kutuyu bana uzatırken. "Ama Salih abi sen neden zahmet ediyorsun böyle şeylere? Çok utandım şimdi." "Olur mu kızım öyle şey? Gelinlere hediye alınır. Hem sen benim torunumsun artık. Sana almayacağım da kime alacağım?" Minnetle gülümsedim ve Salih abiye kocaman sarıldım. "Dedem benim." dedim sahiplenici bir edayla. "Aslan dedem." "Hah şöyle." dedi gülerek. Kollarından ayrılıp kutuyu açtım. Salih abi bana elmas taşlarla çevrili bir bileklik almıştı. "Ay çok güzel bu. Her taktığımda seni hatırlayacağım." Salih abi koluma iki kez hafifçe vurdu ve gülümseyerek yanımdan ayrıldı. Sırada Deniz'in ailesi vardı. Ellerinde bir kutu yoktu. Fatih Bey'in elinde şeffaf bir dosya vardı, içinde de arkasını gördüğüm beyaz bir kağıt vardı. Yanıma geldiklerinde onları kucakladım. "Kızım." dedi Fatih Bey. "Sana karşı hala mahcubuz. Tek temennimiz bize hiç kırgın kalmaman ve bizi ailen olarak kabul etmen." "İçinizde şüphe kalmasın. Biz aile olduk zaten." dedim. Deniz'in annesi de babası da bana gülümsedi ve ikisi de şeffaf poşeti tutup bana doğru uzattı. "Bu bizim İstanbul'daki otellerden birinin tapusu." dedi Canan Hanım bir anda. "Siz İstanbul'a döner dönmez notere gider senin üstüne bildiririz." "Pardon." dedim kekeleyerek. "Neyin tapusu dediniz?" "Otellerden birinin tapusu kızım." dedi Fatih Bey. Onu anında yanıtladım. "Yok olmaz. Ben böyle bir şeyi kabul edemem. Bu çok fazla Fatih Bey. Gerçekten. Kabul edemem. Deniz bir şey söyle." dedim çaresiz bir bakışla Deniz'e bakarken. O da en az benim kadar şaşkındı. "Kabul edemem diye bir şey yok kızım. Al hadi. Sen bizim kızımız oldun. Üstelik torunumuzu taşıyorsun. Bizim ailemizden oldun artık sen." "Evet elbette ki aile olduk ama bu yine de çok fazla." dedim. Canan Hanım tapuyu elime tutuşturdu. Geri vermeye çalışsam da almamıştı. "Adacım. O otel senin." dedi net bir sesle. "Zaten mimar olacaksın. İstediğin gibi dekore edebilirsin." Bir otel sahibi olduğuma inanamıyordum. Elimdeki kağıda baktım. Bu otel Deniz ve Uygar'ın basket maçı yaptığı oteldi. Ne diyeceğimi bilemiyordum. "Ben gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum." dedim hala şaşkın olan sesimle. "Yani teşekkür ederim." "Bizim olan her şey çocuklarımız için zaten." dedi Fatih Bey. "Yani sen de bizim kızımız olduğuna göre." Mahcup bakışlarla yanlarına ilerledim ve ikisine de aynı anda sarıldım. "Çok teşekkür ederim." "Biz de sana teşekkür ederiz. Hepimizin hayatını değiştirdin. Olduğun her yeri güzelleştiriyorsun." dedi Canan Hanım duygu yüklü bir sesle. Sarılmamız sonlandığında gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum. "Ssh sen ağlama bakalım." dedi Fatih Bey. "Ağlamak yok bundan sonra." Gülümsedim. Fatih Bey ve Canan Hanım geri çekilmişti. Sırasıyla diğer herkes de hediyesini verdiğinde öksürüp sesimi düzelttim. "Şimdi ben de Deniz için bir hediye aldım ama şu an burada değil." dedim Uygar'a bakarak. Her şey yolunda dercesine bana göz kırptı. "Hediye mi?" dedi Deniz şaşkın bir sesle. "Senin öyle bir şey yapmana gerek yoktu." "Vardı vardı. Aile hediyesi bu hem." dedim. "Ada haklı." dedi dayım. "Olmaz öyle. Sen bizim damadımız oldun. Kızımıza gözün gibi bakıyorsun. Teşekkür amaçlı bizim de almamız gerekiyordu." "Gerçekten hiç gerek yoktu." dedi Deniz. Gözlerimi devirdim. "Yarın görünce çok sevineceksin." dedim kocaman sırıtıp. Uygar stresten alt dişlerini ısırıyordu. "Tamam, bu hediye merasimi bittiyse kahvaltıya geçelim artık." dedi yengem. "Şöyle tam bugüne layık bir sofra hazırladık size." "Çok zahmet verdik." dedi Canan Hanım. Yengem çoktan mutfağa yönelmişti bile. *** Kahvaltıdan sonra Deniz'in anne ve babası evden ayrılmıştı çünkü akılları sürekli Melis'teydi. Bir an önce İstanbul'a dönüp onunla ilgilenmek istiyorlardı ki kim olsa aynı şeyi yapardı. Onlarla beraber Salih abi de gitmişti. Çünkü onun da yönetmesi gereken bir şirket vardı ve Savaş henüz her şeyi öğrenememişti. Öğrendiği zaman bütün işleri ona bırakacaktı. Şimdilik kendisi idare ediyordu, bana kalırsa pek fazla beklemesine gerek yoktu çünkü Savaş kendini çok geliştirmişti. Deniz'in annesini, babasını ve Salih abiyi havaalanına Uygar ve Miray bırakmıştı. Akşamki kutlamaya kadar da biraz Aydın'ı gezeceklerdi. Bunu Miray'dan Uygar istemişti, Miray da seve seve kabul etmişti. Dayımın evinde neredeyse kimse kalmamıştı. Selay, Can ve ailesiyle birlikte kendi evine gitmişti. Yani salonda benim haricimde Deniz, Savaş ve Güneş vardı. Dayım ve yengem odalarına dinlenmeye çıkmışlardı. "Oh be dünya varmış." dedim eşofmanlarımla koltuğa yayılırken. "Tamam prenses gibi olmak çok güzel ama ev hali de bambaşka. Şu eşofmanların gözünü seveyim." "Hemen sıkıldın mı yani abla?" dedi Güneş, başını telefondan kaldırdı ve kaşlarını çatıp bana baktı. "Yani, ne yalan söyleyeyim biraz sıkıldım." dedim. "Sen ne bakıyorsun öyle telefona gömülüp?" "Fotoğraflarınıza bakıyorum. Çok güzelsiniz." dedi Güneş. Savaş Güneş'e yaklaştı ve başını Güneş'in omzuna yaslayıp onunla birlikte fotoğraflara baktı. "Cidden hayatım boyunca bu kadar uyumlu bir çift görmedim." dedi Savaş sıcacık bir sesle. "Birbirinizin başına gelmiş en güzel şey birbirinizsiniz." Deniz uzanıp alnımı öptü ve kolunu boynumdan geçirip eliyle yanağımı sevmeye başladı. "Ada'yı ne kadar çok sevdiğimi tahmin bile edemezsiniz." dedi fısıltı gibi bir sesle. "Tahmin etmemize gerek yok enişte. Görüyoruz ya zaten. Ferhat ile Şirin out, Ada ile Deniz in." dedi Güneş. Küçük bir kahkaha attım. "Güneş alemsin." dedim esnerken. "Bak esneyince aklıma geldi." Deniz'e döndüm ve kaşlarımı çattım. "Sizin yüzünüzden bir saat erken uyandım. Uykusuzluktan öleceğim." "Uyu aşkım." dedi Deniz. "Akşama daha çok var." "Yok uyuma abla." dedi Güneş. "Zaten seni zor görüyorum. Biraz vakit geçirelim." "Yok yok uyumayacağım." Güneş bana öpücük atıp tekrar telefona döndü. "Siz şimdi nişanlandınız ya ablacım ve eniştecim." "Ee?" "Fotoğraf paylaşabilir miyim bugünün hatırası olarak?" "Hmmm." dedi Deniz bana bakarak. "Bence bir sakıncası yok." Kaşlarımı hayretle kaldırdım. "Gerçekten mi?" "Evet, isteyen herkes her şeyi paylaşabilir. Tabii çok özel olanlar hariç. Sonuçta nişanlandığımız öyle ya da böyle duyulacak. İlk ağızdan duymaları daha iyi." "Aslan eniştem." dedi Güneş. "Ablama kalsa bir şey paylaştırmazdı." "Ablan kendi kabuğunda yaşamayı seviyor Güneşçim. Ama sen yine de onun da rızasını al." "Senin için bir sorun yoksa benim için de yok sevgilim." dedim. Deniz tekrar başımı öptü. "Sahi sen bana ne aldın?" "Olmaz asla söylemem." "Neden söylemiyorsun?" "Sürpriz çünkü. Sürprizler söylenmez." "Hmm. O zaman ben de sana ne aldığımı söylemem." Şaşkınlıkla açılan gözlerimle Deniz'e baktım. "Annen ve baban bana koskoca otel hediye ettiler ve sen onların hediyesinden ayrı bana hediye mi aldın Deniz?" Deniz saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp sıcacık gülümsedi. "Sen kendin diyorsun bak, otel onların hediyesi. Benim değil." "Aşkım bir sürü şey yaptın zaten. Ben artık kendimi kötü hissedeceğim böyle giderse." "Neden kendini kötü hissedeceksin sevgilim?" "Benim için çok fazla şey yaptın çünkü." "Sen benim nişanlımsın." dedi, iyi ki de dedi. Ne güzel dedi. Keşke bir daha deseydi. "Karım olacaksın. Aramızda senin, benim diye bir şey yok. Yani ben nişanlıma, müstakbel karıma hediye alamayacak mıyım?" dedi tek kaşını kaldırıp. Ne dediğini pek anlamamıştım. Kulaklarım yine tek bir kelimeye odaklanmıştı. Çok güzel nişanlım diyordu. "Bu hediye hem nişan hediyesi hem de bebeğimiz için sana teşekkür hediyesi." "Ama daha doğmadı bile." "Olsun, doğana kadar kullanırsın." "Ne aldın ki?" Tek omzunu kısıp Savaş'a ve Güneş'e döndü. "Çocuklar Ada'nın yaptığı hiç adil değil. Bana ne aldığını söylemiyor ama benim ona ne aldığımı sorup duruyor." "Ama merak ediyorum." "Yarın görürsün artık." dedi Deniz ve beni iyice kendine çekip saçlarımı belki üçüncü belki on üçüncü kez öptü. "Deniz haklı." dedi Savaş. "Sen söylemiyorsan ona da sorma." "Siz de iyice enişte sevdalısı çıktınız he." "Ee bir tanecik eniştem var ne yapayım?" dedi Güneş. Ardından Savaş'la yine fotoğraflara daldı. Onlar oyalanırken Deniz'le bambaşka bir muhabbete giriş yaptık. "Bir dahaki doktor kontrolün ne zaman sevgilim?" dedi elini karnıma götürüp bebeğimizin olduğu yeri severken. "Ben de geleceğim bu sefer." "Henüz almadım randevu." dedim elinin üstüne elimi koyarak. "İstanbul'a dönünce alırım." Deniz başını salladı ve telefonuna gelen mesajı açtı. Gülşah'tandı. Günlük raporları atmıştı, Deniz pek ilgilenmek istemiyor olmalıydı ki ekranı kapatıp sehpaya koydu. "Aa Gülşah bugün davetiyelerimizi göndermeye başlayacaktı. Sorayım ben bir ona." dedim ve telefonumu alıp Gülşah'ı aradım. Anında açmıştı. "Ada Hanım." dedi sevecen bir sesle. "Nasılsınız?" "İyiyim Gülşah sen nasılsın?" "Ben de iyiyim teşekkür ediyorum." "Güzel. Ben sana davetiyeleri soracaktım. Dağıtım işine başladın mı?" "Evet Ada Hanım. Öncelikli listeden başladım. Çoğu davetiye bu akşam alıcısına ulaşır." "Çok güzel. Peki işler nasıl? Bilmem gereken bir şey var mı?" "Hayır Ada Hanım. Ama ben az önce Deniz Bey'e bir mesaj attım. Satın alma raporlarıyla ilgili. Kusura bakmayın rahatsız etmiş olabilirim." "Yok yok. Bir sıkıntı yok." "Buna sevindim. Pınar Hanım Deniz Bey'e iletmemi istedi." "Tamam, ben söylerim Deniz'e o inceler." "Tamam Ada Hanım." "Görüşürüz Gülşahçım." "Görüşürüz Ada Hanım." Telefonu kapatıp Deniz'in telefonunun yanına bıraktım. "Gülşah satın alma raporlarını atmış." "Başlığı gördüm evet." "Bakmayacak mısın?" "Uygar benim yokluğumda Pınar'ı birebir takip etti. Hiç yanlışı olmadı. Gülşah'ın attığı bu raporu Uygar incelemişti zaten. O yüzden bakmama gerek yok. Ama yine de Gülşah bana da atıyor bende de kayıtlı kalması için." "Anladım. Nil'den sonra Pınar çok iyi oldu desene." "Öyle oldu. Çok çalışkan bir kız diyor Uygar onun için. Şimdilik bir yanlışı olmadı ama yine de güvenmemek lazım. Yine aynı şeyi yaşamak istemiyorum." Sessizce başımı salladım ve Deniz'in yanından kalkıp Güneş'le Savaş'ın yanına giderek onlarla beraber fotoğraflarımıza bakmaya başladım. Hangi ara çekmişlerdi, kim çekmişti bilmiyordum ama tam 2360 fotoğrafımız vardı. Ve sanırım akşama kadar vaktin nasıl geçeceğini bulmuştum. Hesabımda paylaşmak için fotoğraf seçecektim. *** Gece olduğunda kafedeki yerlerimizi almıştık. Bir garson ve kafe sahibi dışında hiç kimse yoktu. Savaş ve Can'ın dün süslediği ortamı inceledim. Soft ışıklar ve kalp şeklinde balonlar asmışlardı. Çok tatlı görünüyordu. Duvarlardan ve tavandan sonra bakışlarımı masaya çevirdim. Yok yoktu. Bir sürü mezeler, salatalar, tatlılar, şampanyalar, viskiler, şaraplar. Ana yemek olarak da balık seçmiştik. Zaten menüyü sabahtan seçmiştik ve birazdan servis edilecekti. Evet burası bir kafeydi ama bugüne özel bize yemek hizmeti de sunmuşlardı. İçli içli beyaz şaraba baktım. Kesinlikle doğurur doğurmaz ilk içeceğim şey beyaz şarap olacaktı. Fonda çalan şarkıyı mırıldanırken sırtımı Deniz'in göğsüne yasladım. Bunu bekliyormuş gibi kollarını etrafıma sarıp boynuma derin bir öpücük bıraktı. Herkes kendi arasında bir muhabbete dalmıştı. Savaş ve Güneş şakalaşıyordu. Selay Can'a telefonda gördüğü bir şeyi gösteriyordu. Uygar'da Miray'a bugünkü kısa gezisinde gördüğü yerler hakkında yorumlarını anlatıyordu. Miray kadehinin dibinde kalanları kafasına diktiğinde saçı gözünün önüne geldi. Tam elini uzatmıştı ki Uygar ondan önce davranıp Miray'ın saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. Bunu da benden başka sadece Deniz görmüştü. ''Şunlara bak.'' diye fısıldadı kulağıma. ''Liseli aşıklar gibiler.'' dedim. ''Bu gece de olmazlarsa artık zorla ben sevgili yapacağım bunları.'' ''Olacaklar.'' dedi Deniz kendinden emin bir sesle. Kaşlarımı havaya kaldırdım, nereden biliyordu ki? ''Uygar bu gece Miray'a açılacağından bahsetti, oradan biliyorum.'' ''Ee geç bile kaldı bence. Çok tatlılar.'' Deniz saçlarımın üstüne sıcak nefesini bıraktı. ''Öyleler.'' dedi ellerini indirip karnımı severken. Sanırım bebeğimiz doğana kadar bunu hep yapacaktı. ''Hadi dans edelim yemekler gelene kadar.'' dedi Uygar. Miray hariç herkes onaylamış, bir anda ayaklanmıştı. ''Miray hadi ama.'' dedim. ''Ben anlamam dans etmekten demeyeceksin herhalde.'' ''Yok demeyeceğim de.'' dedi. Sanırım hevesli görünmemek için ayağa kalkmamıştı. Uygar'dan bir adım bekliyordu. Uygar da bunu anlamamış değildi. Kibarca elini uzattı. ''Benimle dans eder misiniz Doktor Hanım?'' Miray kocaman gülümsedi ve elini nazikçe Uygar'ın avcunun içine bıraktı. ''Zevkle Mühendis Bey.'' dedi sırıtırken. Açık açık flört etmeye başladıklarına inanamıyordum. Bu hallerini görmek için günlerdir bekliyordum. Kaybettiği oyuncağı bulmuş bir çocuk kadar mutlu göründüğüme emindim. Fonda Mavi Duvar şarkısı çalarken Deniz elimi tuttu ve beni ortaya çekip kollarını belime sardı. Ben de kollarımı onun boynuna sardım. Bizim açılışımızla diğerleri de alanı doldurmuş dans ediyordu. Kendimizi dansa kaptırmışken Deniz başını saçlarımın arasına gömmüştü ve ağzının ucuyla şarkıya eşlik ediyordu. Gözlerimi kapadım ve anın büyüsüne kapıldım. "Senin yanındayken." dedi hemen kulağımın dibinde. "Kendimi başka bir dünyadaymış gibi hissediyorum." Başımı ona doğru eğdim. "Bunu nasıl yapıyorsun?" Belimi iyice sarmış, bana iyice yaklaşmıştı. Dokunduğu yerlerde karıncalar geziyor gibiydi. Yutkunmamla yanaklarımın kızarması bir olmuştu. Ne yapıyordum ki? "Neyi nasıl yapıyorum?" Deniz tam cevap verecekti ki biri müziği değiştirdi ve başka bir şarkı kulaklarımızı doldurdu. Şarkıyı değiştirene baktım, Uygar'dı. ''Neden değiştirdin?'' dedik hep bir ağızdan. Bizi ''Fazla depresif. Bugün hepimiz mutluyuz. Depresif moda girmeyelim durduk yere.'' diye yanıtladı ve yeni şarkının başlamasıyla ellerini Miray'ın beline sarmaladı. Bu seferki şarkı Toprak Yağmura'ydı ve ben bu şarkıya bayılıyordum. Bir kadın gelir, değiştirir seni Diyordu şarkıda. Deniz de benim kulağıma fısıldıyordu, kulağımın duyduğu en güzel melodi kesinlikle onun sesiydi. Dansımız bittiğinde masaya geçtik, zaten yemeklerimiz de gelmişti. Egeli olduğum için balığa bayılıyordum ama bebeğimden dolayı midem bulanıyordu. O yüzden tabağıma bolca meze ve salata doldurup bir bardak da vişneli meyve suyu aldım. ''Bebeğinize isim düşündünüz mü?'' dedi Miray balığını bıçakla parçalara ayırmaya çalışırken. Aslında büyük bir balıktı ve kılçığı da ayıklanmıştı. Neden zorlandığını anlayamamıştım. Sanırım bıçağı kesmiyordu. ''Toprak.'' dedik Deniz'le aynı anda. ''Kız da olsa erkek de olsa ismi Toprak olacak.'' ''Ayyy yeğenimin adı Toprak mı olacak?'' dedi Güneş heyecanla. ''Bayıldım abla. Çok güzel düşünmüşsünüz.'' ''Ben değil, Deniz düşündü.'' dedim masada olup bitenlere bakarken. Uygar içinde parçalara ayrılmış balığın olduğu kendi tabağını Miray'ın önüne, Miray'ın parçalanmamış balıklı tabağını da alıp kendi önüne bıraktı. Uygar'ın içinde Deniz'den aşağı kalmayan romantik bir taraf olduğunu yeni yeni öğreniyordum. ''Çok güzel bir seçim.'' dedi Savaş ağzını silerken. ''Ada topraktan oluştuğu için mi Toprak istiyorsun?'' Deniz gülümseyerek başını salladı. ''Evet. Doğaya hayat veren şey toprak. Ada da bana yeni bir hayat verdi. Çocuğumuz da bu adı taşısın istiyorum.'' ''Çok fenasın.'' dedi Selay. ''İnanılmaz iyi fikir.'' Deniz gururla gülümsedi, ardından ağzıma minik bir parça balık sokuşturdu. Korktuğumun aksine midem bulanmamıştı. Ağzımdakileri afiyetle mideme indirdim. ''Çok güzelmiş bu.'' dedim gülümseyerek Deniz'e bakarken. Beni hafif bir baş sallamasıyla onayladı, ardından ağzıma küçük bir parça daha sokuşturdu. ''İyi beslenmen lazım. Bol omega tüketmen gerekiyor.'' ''Sen nereden biliyorsun?'' dedim merakla. ''Araştırıyorum. Ne yemen gerekiyor, ne yememen gerekiyor, neler yapabilirsin ya da neler yapamazsın, hangi ayda nelere dikkat etmen gerekiyor vesaire.'' dedi bardağımı bana uzatıp. Hayretle bakarken bardağı alıp bir yudum içtim. Doğal bir meyve suyuydu. Dudaklarımda dilimi gezdirirken bardağı masaya bıraktım. ''Tıpkı bu meyve suyu gibi doğal şeyler tüketmen gerekiyor. Doğal ve sağlıklı.'' Elimi Deniz'in yanağına yasladım. ''Sen mükemmel bir baba olacaksın.'' dedim yanağına uzanıp sulu bir öpücük bırakmadan önce. ''Benim güzel bebeğim.'' dedi usulca. ''Nereden biliyorsun bebeğimizin güzel olacağını?'' dediğimde minicik gülümsedi ve ben anlayana kadar bakışlarını yüzümün her köşesinde gezdirdi. Bebeğimizden değil benden bahsediyordu. ''Aaa.'' dedim küçük bir aydınlanmayla. ''Sen bana diyorsun.'' Beni güzel bir gülümsemeyle onayladı. ''Hadi şampanya patlatalım.'' dedi Can ve az ilerisindeki şişeye uzanıp ayağa kalktı. ''Ay evet.'' dedi Selay. ''Kutlama yapıyoruz nihayetinde.'' Ellerini birbirine çarptırdı heyecanla. Can şişeyi çalkaladı, çalkaladı, çalkaladı ve kapak patlayıp uçtu. Şampanya havai fişek gibi havaya yayılırken herkes kahkaha ve sevinç çığlığı atmakla meşguldü. Hoparlörden Rebeka şarkısı yayılmaya başladığında Uygar yanımızdan uzaklaşıp az ilerimizdeki tabakları tek eliyle tutarak diğer elindeki tek tabakla kırmaya başladı. ''Allah be.'' dedi yüksek ve neşeli bir sesle. ''En yakın arkadaşım evleniyor.'' ''Sakin mi olsan Uygar?'' dedi Deniz küçük kahkahalar eşliğinde. ''O tabaklar da nereden çıktı?'' Uygar birkaç saniyeliğine Deniz'e baktı, ardından yine tabakları kırmaya devam etti. ''Sakin olamam Deniz. Nasıl mutluyum haberin var mı senin?'' Gerçekten çok mutluydu ve çok eğleniyordu. Minik nişanımızda bu kadar eğlenen Uygar düğünümüzde ne yapacaktı acaba? ''Vallahi ben de çok mutluyum.'' dedi Selay. Yerinden kalkıp Uygar'ın tabak aldığı yerden o da tabak aldı ve kırmaya başladı. ''Bir tanecik Ada'm evleniyor.'' ''Siz delirmişsiniz.'' dedim gülerek. Uygar ve Selay kollarını birbirine sarıp sirtaki yapmaya başladığında kahkaha attım. ''Ne yapıyorsunuz siz?'' ''Hadi siz de gelin.'' dedi Uygar. Herkes bu komutu bekliyormuş gibi ayağa kalkmıştı. Yan yana dizilip kollarımızı birbirimize sardığımızda hiç bilmediğim halde sirtaki oynamaya başladım. İnanılmaz eğlenceliydi. Bir yandan şarkıya eşlik ediyor bir yandan adımlarımı Uygar ve Selay'a uydurmaya çalışıyordum. ''Bağırın ulan Ada ve Deniz evleniyor diye.'' dedi Uygar bağırarak. ''Düğünümüz var.'' Uygar sevinç naraları atarken Deniz bir anlık sürede sanki bir kuş kadar hafifmişim gibi beni kolaylıkla kucağına alıp kendi etrafında dönmeye başladı. Ellerimi omuzlarına koydum. "Deniz ne yapıyorsun?" diyerek kıkırdadım. "Deniz sana diyorum. İndir beni." Hala gülmeye devam ederken başım dönmeye başlamıştı. Deniz uzun bir süre döndükten sonra incitmemeye özellikle dikkat ederek beni yavaşça aşağı indirdi ve yüzümü avuçladı. ''Anlık bir sevinç patlaması yaşadım.'' dedi sırıtıp. Ardından dudağıma minicik bir öpücük bıraktı. ''Aşka geldim galiba.'' ''Ben de geldim.'' dedim ve kollarımı boynuna sarıp bu sefer ben onu öptüm. ''Canım nişanlım.'' dediğimde hafifçe gülmüştü. Işıl ışıl bakıyordu. "Gözlerinin ışıldamasını çok seviyorum." dedim hafif bir sesle. ''Sana başka türlü nasıl bakılır bilmiyorum. Ben kör bir kuyudaydım ve beni oradan sadece sen çıkarmayı başardın. Ada ben sana çok aşığım.'' Yanıma iyice sokuldu ve başımı eliyle boynunun girintisine sabitledi. Herkesin güldüğü, eğlendiği, duygulandığı kutlama yemeğimiz sona ermiş, masamız sessizleşmişti. Miray, Can ve Selay alkolü biraz fazla kaçırdığı için sesi en az çıkan onlar olmuştu. ''Çok uykum var benim.'' dedi Miray esneyerek. ''Gece oldu neden uyumuyoruz?'' Kollarını yukarıya kaldırdı ve gerinip koltuğa hafifçe uzandı. ''Ben birazdan geleceğim.'' dedi Deniz saçlarımı öperek. ''Gülşah'ı arayacağım.'' ''Tamam.'' dedim ve Miray'a döndüm. O sırada Deniz uzaklaşmıştı. ''Kahve ister misin? Senin için kahve söyleyelim mi?'' Miray bir kez daha esnedi. ''Olur.'' dedi kedi bir sesle. Yerimden kalktım ve içeriye geçip garsonu bulduktan sonra hepimiz için kahve rica ederek lavaboya girdim. İşim kısa sürmüştü. Garsonun yanında kahveleri beklerken Deniz'in sesini duydum. Benden bahsediyordu. ''Nişanlım nerede benim ya?'' dedi meraklı bir sesle. Gülümsedim ve kapıya doğru yürüdüm. ''Ada.'' Kafamı uzatıp ona baktım. Dünyanın en güzel nişanlım diyen insanıydı. ''Buradayım sevgilim.'' dedim. ''Kahve getireceğim şimdi.'' ''Miray'ınki iptal olsun.'' dedi Uygar ve yanıma doğru yürüdü. Miray'a baktım, uyuyakalmıştı. ''Niye uyuyakaldı ki? Ne güzel ona aşık olduğumu söyleyecektim.'' Koluna dokundum. ''Dert etme, yarın söylersin artık.'' ''Ben kendimi bugüne hazırlamıştım. Sarhoş olacak vakti buldu.'' ''Olsun Uygar, üzülme bu kadar.'' dedim, garson konuşmalarımızı bölmüştü. ''Kahveleriniz hazır.'' Ben tepsiyi alırken Uygar içeride duran sandalye arkası battaniyelerden iki tane aldı ve dışarıya çıktı. Ben de arkasından yürüyüp kahveleri sahiplerine vermeye başladım. O sırada Uygar Miray'ın üzerini örtüyordu. Miray uyuyakalmıştı ama üzerine bir şeyler örtüldüğünü hissetmiş olacak ki bir şeyler mırıldandı. Gözleri kapalıydı, gülümsüyordu. ''Uygar.'' dedi fısıltıyla. Çok sessiz söylemişti ama anlaşılıyordu. Uygar'ın adını sayıklamıştı. ''Adımı söyledi.'' dedi Uygar sevinç ve heyecanla. ''Benim adımı söyledi, duydunuz değil mi?'' ''Duyduk.'' dedik hep bir ağızdan gülerken. Uygar elinin tersiyle Miray'ın yanağını hafifçe okşarken Miray Uygar'ın elini iki eliyle tutup boynu ve omzu arasına sıkıştırdı. Oyuncak ayısıyla da hep öyle uyurdu. Elinin içinde bir şeyler tutmaya alışkındı. Ve şu an en müsait şey Uygar'ın eliydi. ''Ee.'' dedi Uygar. ''Ne yapacağım ben şimdi?'' ''Kendi bırakana kadar bekleyeceksin.'' dedi Selay. ''Hayatta bırakmaz şimdi o senin elini.'' Uygar diğer eliyle Miray'ın başını kaldırdı ve koltuğa oturup Miray'ın başını kendi dizlerine yatırdı. Eli hala Miray'ın koynundaydı. Ve biz eve gidene kadar onun saçlarını okşadı. ''Hadi artık gidelim.'' dedi Selay, kahvelerimizi içeli yarım saat olmuştu ama koyu bir muhabbete daldığımız için kimse kalkmak istemiyordu. ''Yarın erken döneceğiz.'' ''Haklısın.'' dedi Deniz. ''Kalkalım.'' ''Ben nasıl kalkacağım?'' dedi Uygar. ''Miray hala elimi bırakmadı.'' Elini yavaşça çekti, Miray uykusunun en derin yerinde olmalıydı, elleri gevşedi. Böylelikle Uygar'ın eli serbest kalmıştı. ''Heh, bıraktı.'' dedi yavaşça. Ardından uyandırmamaya dikkat ederek olduğu yerden kalkıp Miray'ı kucağına aldı. ''Şimdi gidebiliriz. Kim nereye gidecek şimdi?'' ''Deniz'in anne ve babası gittiğine göre biz kendi evimizde kalalım. Sen de Can'la birlikte bizde kal Uygar. Olur mu?'' dedi Selay. Olmaz olur muydu? Çok güzel olurdu. ''Olur.'' dedi Uygar kocaman gülerek. Arabalara doğru yürüyorduk. ''Fark etmez, eğer rahatsızlık vermeyeceksem.'' ''Yok.'' dedi Selay. ''Ne rahatsızlığı? Deniz de nişanlısının olduğu evde uyusun hem. İlk geceden ayrı kalmasınlar.'' Gülümsedim ve yere eğilip topuklu ayakkabılarımı çıkartarak bir parmağımla birini, bir parmağımla birini tuttum. Deniz alkolden dolayı olacak, sıcak olduğunu söyleyip ceketini çıkarttı ve tek parmağına tutturup ceketi omzundan geriye sarkıttı. Diğer eli anında elimi bulmuştu. Parmaklarını parmaklarıma geçirdiğinde aklımda sadece tek bir düşünce vardı. Ben onsuz yaşayamazdım, o da bensiz yaşayamazdı. *** 23 Kasım, Cumartesi. İstanbul ''Günaydın benim güzel nişanlım.'' dedi Deniz yanağıma öpücükler bırakırken. ''Yeter uyuduğun. Hadi kalk. Gözlerini özledim.'' Bir şeyler mırıldanıp ona doğru döndüm. ''Günaydın nişanlım.'' dedim ve elimi kaldırıp yüzüğüme baktım. ''Rüya değil miydi? Gerçekten nişanlandık mı biz?'' ''Evet.'' dedi burnunu kırıştırıp sırıtarak. ''Ve tüm Türkiye gündeminde biz varız.'' ''Nasıl?'' dedim çekmeceye uzanıp telefonumu alarak. Onlarca bildirim vardı. Önce Twitter'a girdim. Gündemde ilk üçte olduğumuza inanamıyordum. Herkes bizi mi konuşuyordu gerçekten? Birkaç tweet okudum. Herkes güzel dileklerini paylaşmıştı. Uygulamadan çıkıp Instagram'a girdim. Takipçi sayım altmış yedi bine çıkmıştı ve keşfet kısmı fotoğraflarımızla doluydu. İnsanlar Deniz'le olan yan yana olan fotoğraflarımızı paylaşıp bize mutluluk dilemişti. ''Eyvahlar olsun.'' dedim saçlarımı karıştırıp, telefonu aldığım yere bırakmıştım. ''Pazartesi günü okula gittiğimde herkes peşimde dolanacak.'' ''Dolansınlar.'' dedi Deniz umursamadan. ''Hadi kalk sana nişan hediyeni vereceğim. Ha bir de akşam annemlere gideceğiz. Bizi yemeğe davet ettiler. Hem Melis'i ve Eren'i görmek istiyorum.'' ''Olur.'' dedim. ''Gidelim. Ne aldın bana?'' Deniz bir kolunu sırtımın altına bir kolunu da bacaklarımın altına soktu ve beni kucağına alıp ayağa kalktı. ''Öyle bedavadan öğrenmek yok. Aşağı inip kendin göreceksin.'' ''Bakalım karnım burnumdayken de beni taşıyabilecek misin böyle Deniz Bey?'' dedim küçük bir kahkahayla. ''O günlere gelince görürsün sevgilim.'' dedi burnunu saçlarımın arasında gezdirirken. ''Ama böyle giderse kesin taşırım çünkü çok üşengeçsin.'' ''Değilim.'' dedim öyle olduğum halde. ''Sevgilim, eve sabah onda geldik. Beş saattir uyuyorsun. Saat üç oldu. Üşengeç, uykucu ve miskinsin. İnkar etme rica ediyorum.'' Kıkırdadım ve yüzümü Deniz'in göğsüne sakladım. ''Saydıklarının hiçbiri değilim. Sadece güzel çocuğumuz beni bu hale getirdi.'' dedim masum olmaya çalıştığım bir sesle. ''Önceki halini bilmesem inanacağım da işte.'' dedi, çoktan aşağı inmiştik. "Evet, in bakalım.'' dedi beni dikkatlice yere bırakırken. ''Hediyen dışarıda.'' Deniz portmantoya yönelip montumu aldı ve üzerime geçirdi. ''Burası Aydın'a benzemez. Hadi bakalım giy montunu.'' Kollarımı monta geçirdim ve önümü kapattım. Rüzgar sesi kulaklarımı yokladığında buranın ne kadar soğuk olduğunu unuttuğumu fark ettim. Deniz kendi montunu giyerken dışarıya çıktım. Birkaç saniye sonra Deniz de hemen arkamda belirmişti. ''Deniz Bey, arabayı getirdim.'' dedi Kerem. Arkasına baktım. Daha önce hiç görmediğim beyaz renkli Jeep marka bir arabaydı. Camları içeriyi göstermeyen türdendi. ''Bir yere mi gideceğiz?'' dedim hafif esneyerek. ''Hayır.'' dedi Deniz. ''Kerem, sen gidebilirsin aslanım.'' Kerem anahtarı Deniz'e verip hızlı adımlarla garaja koşarken arabayı inceledim. ''Çok güzelmiş, yeni mi aldın bunu?'' Deniz anahtarı avcumun içine bırakıp yüzümü sevdi. ''Evet, bu senin.'' dedi bir anda. Şaşkınlıktan kocaman açılmış gözlerle baktım. ''Ne?'' dedim gözlerim kadar şaşkın bir ifadeyle. ''Sevgilim benim zaten bir arabam var.'' Deniz'le tanıştığım günden beri hiç kullanmadığım, garajda çürümeye yüz tutmuş Hyundai i30'umdan bahsediyordum. ''Evet ama onun camları kurşun geçirmez değil.'' dedi ve iyice yanıma yaklaşıp boynumun açıkta kalan kısmını öptü. ''Sürekli yan yana olamıyoruz. Ben yokken araba kullanmak istersen kullandığın arabanın güvenli olduğunu bilmeliyim.'' ''Ama beni zaten gideceğim yerlere hep korumaların bırakıyor.'' ''Sen Yanımda korumayla gezmek istemiyorum. demiyor muydun?'' ''Nasıl? Artık tek başıma dışarı çıkabilir miyim? Kimse olmadan, korumasız?'' ''Evet benim güzel nişanlım. Ama arkanda bir araç olacak mutlaka. Tehlikeli bir durumda çevrende seni koruyacak biri olmak zorunda.'' ''Olur olur, ona tamamım. Araba kullanayım yeter bana.'' dedim ve kollarımı boynuna sardım. ''Teşekkür ederim sevgilim.'' Deniz dudaklarının denk geldiği yeri öptü ve sıcak nefesi boynuma yayıldı. ''Sevdin mi?'' dedi sıcacık bir sesle. ''Sevmez olur muyum? Bayıldım. Akşam annenlere giderken bu arabayla gitsek olur mu? Ama ben kullanacağım.'' ''Olur sevgilim.'' dedi ve bir süre sustu. ''Hani benim hediyem?'' ''Uygar'dan haber bekliyorum.'' dedim. ''O getirtecekti çünkü. Telefonun yanında mı? Onu arayayım. Benim telefonum yukarıda kaldı." Deniz kollarını belimden çekti ve telefonunu bana uzattı. Beklemeden Uygar'ı aradım, anında açmıştı. ''Uygar n'aber?'' ''Ada?'' dedi şaşkın bir sesle. ''Deniz sandım, sen miydin?'' ''Evet, şeyi soracaktım. Hallettin mi?'' ''Evet evet, az önce çiftliğe bıraktık. Eve dönüyorum şimdi.'' ''Eee bize neden uğramadın?'' ''Miray aradı da evden sonra hastaneye gidip onu alacağım.'' ''Ooo ince iş he. Hadi bakalım eniştecim hayırlı olsun.'' ''Ada dur sen de ya.'' ''Tamam tamam sustum. Hadi kapatıyorum, görüşürüz.'' dedim kocaman sırıtarak. ''Görüşürüz Adacım.'' dedi ve telefonu kapattı. Deniz'e döndüm. ''Şimdi.'' dedim derin bir nefesten sonra. ''Çiftliğe gitmemiz gerekiyor.'' ''Çiftlik mi? Ne var çiftlikte?'' dedi kaşlarını çatıp. ''Sakın düşündüğüm şeyi yapmış olma Ada.'' ''Ne düşünüyorsun ki?'' dedim alt dudağımı ısırıp. ''Sakın bana at aldığını söyleme sevgilim.'' dedi çattığı kaşlarını havaya kaldırıp. ''Sana at aldım.'' dedim bir anda. Ne olacaksa olsundu. Deniz derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. ''Sevgilim. Sevgilim bir at nereden baksan yedi yüz, sekiz yüz bin lira. Sen nereden buldun o parayı?'' ''Altı yüz yetmiş bin lira.'' dedim, anlamayan gözlerle baktı. ''At diyorum, o kadar pahalı değil. Altı yüz yetmiş bin lira.'' ''Ada senin öyle bir paran yoktu. Niye böyle bir yükün altına girdin sen?'' ''Şey.'' dedim ve başımı eğip tırnaklarımla oynamaya başladım. ''Savaş'tan borç aldım.'' Deniz bana bir asır gibi gelen bir süre boyunca sustu. Gözleri kapalıydı ve dudakları bir çizgi haline gelmişti. ''Ya ama ne yapayım Deniz?'' dedim. ''Sen neler yaptın, neler aldın benim için. Ben bir at aldım çok mu? Senin için bir şeyler yapmak istedim, ne var bunda? Hem sen kendin dedin, İnci'ye eş almak istiyorum dedin.'' ''Uygar biliyor muydu borçla aldığını?'' ''Evet. Zaten o buldu bana. Aşkım sanki tefeciden mi borç aldım? İkizimden aldım. Büyütme bu kadar ne olur.'' ''Hediye alacağım diye borcun altına niye giriyorsun Ada sen? Ne gerek var?'' ''Olmaz, hem bu aile hediyesi. Dayım çok mahcup olurdu bir şey almasaydık.'' ''Of of.'' dedi içli bir nefesle. ''Uygar'a da ayrı soracağım bunun hesabını.'' ''Ama sevgilim sen perşembe günü havaalanında kendin dedin ona. Ada senden ne istiyorsa yap dedin. O da yaptı mecbur. Yapmam deseydi kızardın ona.'' Başını iki yana sallayıp kolunu omzuma attı ve çiftliğe doğru yürüdü. ''Ne desem bilemiyorum artık.'' dedi belli belirsiz bir sesle. ''Bir daha yapma böyle bir şey, sakın bak.'' ''Yapacağım.'' dedim, bana anlamayan bakışlarla baktı. ''Kocam olacaksın, kocama hediye alamayacak mıyım ben? Hem çalışıyorum artık. Para kazanıyorum. Zorlanmadan alırım.'' ''Neyin olacağım neyin olacağım? Bir daha söyle bakayım sen.'' ''Kocam olacaksın.'' dedim dünya üzerinde en nadir bulunan renge sahip bal gözlerine bakarak. Bir insanın gözleri nasıl olurdu da tam olarak bal rengi olurdu ki? Aşık olmam için yaratılmıştı sanki. ''Bak sen. Memnunsun bakıyorum bu durumdan.'' ''Olmaz mıyım müstakbel kocacığım? Dünyanın en mutlu insanıyım sanki.'' ''Dünyanın en mutlu insanı benim ama zirveyi sana bırakabilirim. Çünkü senin mutluluğun benimkinden daha değerli.'' ''Ya Deniz.'' dedim kıkırdayarak. ''Söyle yavrum, söyle müstakbel karım. Söyle nefesim.'' ''Öyle olmaz, senin de mutlu olman lazım.'' ''Sen yanımdayken öyleyim zaten.'' dedi. ''Sen gülünce ömrüm uzuyor. Sen bana sarılınca hayata karşı nefretim azalıyor. Sen beni öpünce bütün yorgunluğum geçiyor. Yanımda olduğun her gün yeniden doğuyorum sanki. Çok tuhaf bir şey biliyor musun? Daha fazla sevemem diyorum ama her gün bir öncekinden daha fazla seviyorum. Sen benim yaşama sebebimsin.'' ''Sen de benim her şeyimsin. Senin olduğun bir hayatı yaşadığım için çok şanslıyım. Seni bana getiren her şeye bin şükür.'' dedim ve yanına iyice sokulup kollarımı beline sardım. ''Seni bana getiren her şeye bin şükür.'' dedi beni tekrar edip. Çiftliğe gidene kadar da yanağıma, saçlarıma, boynuma öpücükler kondurdu. |
0% |