@_kubraakyol
|
"Adı ne olsun?" dedi Deniz hediye ettiğim atın yüzünü severken. Çok güzeldi. Simsiyahtı. Kirpikleri uzundu. Yeleleri ipek gibiydi. Tüyleri ışıl ışıl parlıyordu. "Kömür olsun mu? Baksana kömür gibi simsiyah." dedim elimi uzatıp çenesini severken. Kömür başını eğdi ve ani bir reflekse elimi yaladı. O kadar hızlı gelişmişti ki bu, korkup çığlık atmıştım. "Ayyyy." Deniz güldü ve koluyla başımı kendine çekip alnımı öptü. "Tamam Kömür olsun." dedi uzunca bir nefes verirken. "Teşekkür ederim sevgilim. Bu zamana kadar aldığım en değerli üçüncü hediye bu." Soran gözlerle baktım. İlk iki hediyeyi soruyordu bakışlarım. "Birinci hediyem sensin. İkincisi de bebeğimiz." dedi bir kez daha alnımı öpüp. "Peki bir sıralama yapsan, bu ne olurdu?" "İlki sen olurdun." dedi düşünmeden. "Bebeğim için canımı veririm ama sen olmasaydın bebeğimiz de olmazdı. Her şey senin varlığına bağlı." Yanına iyice sokulup beline sarıldım. "Bir gün korkunu yendiğinde seninle ata binelim olur mu?" "Ben uzaktan seviyorum. O kadar yakın temasa gerek yok sevgilim. Üstünde gezmesem de olur." Deniz kısık bir sesle güldü ve saniyeler içinde beni havaya kaldırıp çitlerin üzerine oturtarak bacaklarımı iki yana açtı. Düşmemem için belimden sıkı sıkı tutmuştu, ben de omuzlarına tutunup öyle destek alıyordum. "Uzaktan sevmek çok zor değil mi? Neden kendine bunu yapıyorsun?" dedi tek kaşını kaldırıp. "Bazı durumlarda katlanılabilir bence. Uzak olması sevmediğim anlamına gelmez ki." Elimi kalbime koydum. "Eğer burada hissediyorsam uzak denmez ona. Baksana ne kadar yakın." "Ben mesela." dedi saçıma uzanıp. "Saçların olmadan, gözlerin olmadan, sesin olmadan, sana dokunmadan, seni öpmeden, sana sarılıp uyumadan yaşayamam." Gülümsedim ve onu tekrar ettim. "Saçların, gözlerin, sesin olmadan, sana dokunmadan, seni öpmeden, sana sarılıp uyumadan nefes alamam. Herkesi, her şeyi uzaktan sevebilirim ama seni. Seni asla." Ellerimi yanaklarına yasladım. Gülümsüyordu. "Gül kokulu sevgilim benim. Gül güzelim." dedi ellerini ellerimin üzerine koyarak. Önce bir avucumu sonra bir avucumu öptü. "Yanında dünyanın en şanslı insanı gibi hissediyorum. Hiçbir sevgi sana olan sevgimden daha kutsal değil. Seni ömrüme sığmayacak kadar büyük bir sevgiyle seviyorum." Eğilip dudaklarına uzun ve hasret dolu bir öpücük bıraktım. Sanki yıllar sonra tekrar kavuşmuş gibiydi dudaklarım. Neden böyle hissettiğimi anlayamamıştım. Sonuçta bu her gün yaptığımız bir eylemdi. Başımı çekip baş parmağımı alt dudağının altında gezdirdim. "Seni yanımdayken bile özlüyorum. Bu çok tuhaf değil mi?" "Değil." dedi gülümseyerek ve saçlarıma uzandı. "Mesela benim ellerim. Dokunmadığı her an saçlarını özlüyor. Her telini hem de." "Saçlarıma olan özel ilgin nereden geliyor?" dedim ve eğilip boynunu öptüm. "İpek gibi yumuşacık. Pamuk yüzüne çok yakışıyor. Saçlarının sayısı kadar çok seviyorum seni." "Ama saçlarımızı saymamız imkansız sevgilim. Milyonlarca belki de." Gülümsedi. "Ben de işte seni milyonlarca seviyorum. Sayılamayacak kadar çok." "Hmm." dedim ve başının tam tepesini öptüm. "Senin şu romantikliğin bir gün beni öldürecek." "Senin de güzelliğin beni öldürecek." dedi elini karnıma koyarken. "Güzel bebeğim şimdiden haberin olsun, annen dünyanın en güzel kadını ve gün geçtikçe güzelleşiyor. Bence gizli bir formülü var. Çünkü insan aklının alamayacağı bir güzelliğe sahip olmak pek de mümkün değil sanki normal şartlarda." "Ya sevgilim." dedim gülerek. "Sürekli iltifat etmene, beni yüceltmene çok fena düşüyorum haberin olsun." "Hop, gel bakalım." dedi ve kollarını belime sarıp beni dikkatlice yere indirdi. "Ben tutarım seni, düşmezsin." İndiğimde yanağıma okkalı bir öpücük bırakmıştı. "Hadi artık gidelim. Üşüyeceğiz yoksa." Başımı salladım ve Deniz'in peşinden eve doğru yürüdüm. "Uygar neden bize uğramadı?" "Miray'la buluşacakmış. Eve gitmem lazım dedi. Sonrasında hastaneye gidecekmiş. Belki bugün iyi haberlerini alırız. Ne dersin?" "Umarım." dedi kısa bir nefes verip. "Güzelim ben şimdi şirkete gideceğim. Oradan direkt annemlere geçerim. Sen de oraya gelirsin. Ama şirkette işin varsa şirkete gel istersen." "Yok sevgilim. Gelmeyeceğim şirkete. Savaş'la buluşurum belki. Oradan annenlere gelirim." Alnımı öptü. "Tamam sevgilim. Dikkat edersin." Yanından ayrılmak istemiyormuşçasına ayakucumda yükselip kollarımı boynuna sardım. "Ne oldu?" dedi, sesinde tatlı bir gülümseme vardı. "Yanından ayrılmak istemiyorum hiç." dedim. Başım boyun girintisine gömülmüştü. "Aşkım." dedi. "İlk kez ayrı kalmıyoruz ki." "Evet." diye mırıldandım. "Ama bir şey oldu böyle." "Ne oldu yavrum?" Sesindeki gülümsemeye merak da eklenmişti sanki. "Bir saniye bile senden ayrı kalmak istemiyorum. Keşke hep yanımda olsan." Saçlarımı uzun uzun okşadı. "Sadece birkaç saat sürecek. Bence dayanabiliriz bu ayrılığa." Derin bir nefes verdim. "Hmmm. Güzel gözlerini tekrar görmek için sabırsızlanıyorum." "Güzelim benim." dedi. "Hayat ışığım." Son kez yanağını öptüğümde eve doğru yol almıştık. *** "Alo Savaş." dedim nihayet bana yanıt verdiğinde. "Söyle canım ikizim." dedi. "Deniz şirkete gitti ve evde yalnızım. İşin yoksa dışarıda buluşalım mı?" "İşim yok güzelim. İstersen gelip alayım seni. Zaten ben dışarıdayım." Biraz düşündüm. Aslında yeni arabamla çıkmak istiyordum ama madem Savaş hali hazırda dışarıdaydı, beni de gelip alabilirdi. "Tamam ama daha sonra beni Canan Hanımların evine bırakır mısın?" "Nişan sonrası aile yemeği mi yiyecekmiş benim kardeşim?" "Evet. Dün alelacele ayrıldıkları için böyle bir yemek yiyelim istediler sanırım." "İnce bir davranış. Yalnız şaka maka otelin oldu Ada." "Ben hala inanamıyorum. Bu çok fazla geliyor aslında." "Oğulları evleniyor güzelim. Hem de torunları olacak. Bir tanecik gelinleri olacaksın. Ee koskoca Aladağlar. Bence yerinde bir hediye." İçli bir nefes verdim. "Neyse oradan gelen gelirimle sana olan borcumu öderim." "Ne borcu Ada?" "E bana bir milyon lira verdin ya. Ben onun altı yüz yetmiş bin lirasıyla at aldım hani. İşte o borçtan bahsediyorum." "Borcun falan yok Ada. Geri istemiyorum senden onu." "Ama Savaş." "Aması yok. Ben senin başını öne eğdirmem. Dayımın da öyle. Tabii ki de ailemize yakışır bir hediye alınmalıydı. Yani ha sen almışsın ha ben. Ne fark eder?" "Savaş." "Güzelim itiraz istemiyorum. Sen benim ikizimsin. Senin için her şeyi yaparım." "Peki." dedim istemeyerek de olsa. "Sen öyle diyorsan." "Öyle diyorum canımın içi. Neyse yarım saate orada olurum. Hazırlan hadi sen." "Tamam, geldiğinde görüşürüz. Milyonlarca kalp ve öpücük." dedim ve bir sürü öpücük sesi gönderdim. "Milyonlarca kalp ve milyonlarca öpücük." dedi beni taklit ederek. Birkaç saniye sonra telefon meşgule düştü. Telefon kapanır kapanmaz odamıza çıkıp giyinme odasına girdim. Hava günden güne daha da soğuyordu. Bu yüzden kalın ve yünlü siyah bir boğazlı kazak giydim. Altına da karnımı ve belimi sıkmayan dizüstü, yeşil ekoseli siyah bir etek giyip kazağı eteğin içine soktum. İnce bir kemer geçirip kalın bir külotlu çorap da giydikten sonra geriye sadece saçım kalmıştı. Dökülmemesine özen göstererek yavaş yavaş taradım. Eksilmesini istemiyordum. Çünkü Deniz saçlarımı çok seviyordu. Ensemde minik bir topuz yapıp dayım ve yengemin hediye ettiği zümrüt yeşili zincir küpelerimi taktım. Parfüm de sıktığımda hazırdım, beklemeden aşağı indim. Savaş geldiğinde bekletmek istemiyordum. "Dışarı mı çıkacaksın kızım?" dedi Ülkü abla. Salonda volta atıyordum. "Evet ablacım. Savaş'la dolaşacağız biraz." Ülkü abla başını sallayıp arkasına sakladığı bir şeyi bana uzattı. "Kızım, bunu sana aldım ben. Çam sakızı çoban armağanı." "Ülkü abla." dedim şaşkınlıkla. "Neden zahmet ettin sen? Ne gerek vardı ki?" "Zahmet olur mu kızım? Deniz'i oğlum gibi severim ben. Ne bana ne de rahmetli eşime hiç çalışanları gibi davranmadı hiçbir zaman. Aileden gibi sever beni. Seni sevmiş, bu eve gelin getirmiş. Böyle kıymet veriyor sana. Baş tacı etmiş. İyi ki de etmiş. Onun değerlisi benim de değerlimdir. Kabul gör lütfen." dedi. Elimi uzatıp hediyemi aldım ve ona kocaman sarıldım. "Teşekkür ederim Ülkü abla. Sen de benim için çok değerlisin. Çok çok seviyorum seni." "Güzel kızım benim." dedi. Kollarımdan ayrılmıştı. "Hadi aç bakalım." Paketi özenle açtım. Beyaz altından yapılmış çok zarif bir bileklikti. "Ülkü abla çok güzel bu. Çok teşekkür ederim tekrardan. Zevkine bayıldım." "En güzel günlerde kullan güzel kızım benim." dedi. "Bugün benim en güzel günlerimden biri. O zaman bugün de kullanayım." dedim ve bilekliği kutusundan çıkartıp Ülkü ablaya uzattım. "Takar mısın bana?" "Takarım kuzum." dedi. Elimi uzattım. Bileklik saniyeler içinde bileğimi sarmıştı. "Çok yakıştı." "Evet." dedim ve yanağını öptüm. Telefonum çalmıştı. "Savaş. Geldin mi?" "Geldim güzelim. Hadi çık." "Tamam tamam geliyorum." dedim ve çıkış kapısına doğru koşturdum. "Ülkü abla biz akşam yemeğini Canım Hanımlarda yiyeceğiz. Bir şey yapma akşam için." "Tamam kızım. Ama koşma öyle, dikkat et." "Bir şey olmaz." dedim ve portmantodan montumu alıp üzerime geçirdim. Siyah botlarımı da giydiğimde evden çıkma vaktim gelmişti. "Savaş hoş geldin." diye sevinçle bağırdım. Beni arabasının kaputuna yaslanmış bir halde bekliyordu. Beni görünce kollarını açtı ve ona ulaştığımda beni sımsıkı sarmaladı. "Deniz çok haklı." dedi neşeli bir sesle. "Hangi konuda?" "Günden güne güzelliğine güzellik ekleniyor sanki. Bu nasıl bir göz kamaştırmaktır benim güzel ikizim?" Kocaman sırıtırken kollarından ayrıldım. "Savaş şımartma beni." Burnumdan makas aldı. "Sana şımarmak çok yakışıyor. O yüzden bence şımarmalısın." Gülümsedim ve yanağını öptüm. "Neyse, beni nereye götürüyorsun?" "Akşam yemeğini Deniz'in aile evinde yiyeceğin için şu an yemek yiyip de karnını doyurma. Şöyle havalar da soğumuşken salep mi içsek?" "Offf çok güzel olur. Yanında tatlı da yer miyiz?" "Yeriz bir tanem. Hadi geç arabaya." dedi belimden tutup beni yolcu koltuğuna yönlendirip. Kapımı açtı ve binmeme yardım ettikten sonra şoför koltuğuna gitti. Birkaç dakika sonra bahçeden çıkmıştık. Klimayı çalıştırdım. "Hava fena soğuk." dedim telefonumdan gidebileceğimiz yerlerin fotoğraflarına bakarken. "Nereye gidelim Savaş? Aklında bir yer var mı?" "Yok Adacım. Biliyorsun ben İstanbul'a yabancıyım. Sen biraz araştır, bulursun belki." "Peki." dedim telefonuma gömülüp. Bütün mekanlar birbirine benziyordu ama Savaş yanımda olduktan sonra nereye gideceğimizin pek de bir önemi yoktu. "İlker savcı Mersin'e gitmiş." dedi Savaş. "Dedem söyledi bu sabah." Kaşlarımı çattım. "Haberim yoktu. Ne zaman gitmiş?" "Dün gitmiş." "Peki bir gelişme var mıymış?" "Evet ama maalesef olumlu bir gelişme değil." "Nasıl yani? Ne demek bu?" "Cemre Melih'le telefonda görüştükten sonra Mersin'den sinyal yakalandı ya, o görüşmeden hemen sonra ayrılmışlar büyük ihtimalle Mersin'den. Ama İlker savcı yine de orada kalıp araştırmaya devam edecek.'' Sıkıntılı bir nefes verdim. "Nerede bunlar Savaş? Haftalar oldu. Bırak ipucunu küçücük bir iz bile yok." "Çok ilginç. Bütün adamları içeride. Mal varlıklarına el konuldu. Kim yardım ediyor, nasıl saklanıyorlar? Aklım almıyor." "Cemre'nin sahte ölümünde bunlara yardım eden bir savcı yok muydu? Belki de yine o yardım ediyor Savaş. Olamaz mı?" "Olabilir. O da aranıyor ama Cemre davası yüzünden. Yani hem aranıyor olup hem de Melih'e nasıl yardım edecek ki? Ve neyin karşılığında yardım edecek? Melih artık ona bir servet vaat edemez." "Benim aklım ermiyor artık." dedim oflayarak. "Keşke ölmüş falan olsalar." "Ölüm onlara ödül olur Ada. Onlara cehennem azabı gibi acılar lazım." "Neyse, düşünmek istemiyorum. Sahi babama ne zaman gidelim?" "Pazartesi olur mu? Gerçi görüş günü mü bilmiyorum ama." "Evet pazartesi görüş günlerinden biriydi." "Harika. O zaman okuldan seni alırım, oradan da cezaevine gideriz." "Olur." dedim memnuniyetle. Tekrardan telefona dönmüştüm. "Küpelerin dayım ve yengemin aldığı setin küpeleri mi?" Elimle küpemin tekine dokunup gülümsedim. "Evet çok güzel değil mi?" "Öyle. Benim aldığım yakut setin küpelerini neden takmadın?" dediğinde ona hayretle baktım. "Yuh. Kıskandın mı Savaş?" "Kıskandım." "Oyy." dedim ve iki elimle yüzünü tutup yanağını öptüm. "İkizim beni kıskanırmış da üzülürmüş de." "Kıskanırım." "Ama Savaşçım. Yeşilli etek giydim ben bugün bak. Senin aldığın uymaz ki bu kombinime. Söz yarın kırmızı ya da bordo giyeceğim ve senin aldığın küpeleri takacağım. Hatta bir sonraki gün de mavi giyip Güneş'in aldığı safir küpeleri takacağım." Savaş minicik bir kahkaha attı. "Hepimizin gönlünü yapacaksın yani." "E tabii. Birinizin aldığını takıp birinizin aldığını takmamak olmaz." "Aferin aferin. Takdir ettim şu an seni." "Ay Savaş kafa mı buluyorsun benimle sen?" dedim kaşlarımı çatıp. Yarımca güldü. "Sence Ada?" dedi. Az önceki gülüşü kocaman olmuştu. "Çok kötüsün." dedim telefonuma bilmem kaçıncı kez dönerken. ''Neyse, nikah şahidim sen olacaksın biliyorsun değil mi?'' Birkaç saniyeliğine mavi gözlerini bana çevirdi, ardından hemen yola baktı. ''Gerçekten mi?'' dedi şaşkınlıkla. Bunu beklemediği kesindi. ''Ben hiç ihtimal vermezdim.'' ''Kimi seçeceğimi düşünüyordun ki?'' ''Bilmem, Selay olur diye düşünmüştüm.'' ''Selay'ı sizin kadar çok seviyorum Savaş. Ama nikah şahidim sen ol istiyorum.'' ''Vay be.'' dedi sevinçle yanağımdan makas alıp. ''Canım ikizim evleniyor ve nikah şahidi ben olacağım öyle mi?'' ''Öyle.'' dedim kocaman gülümseyerek. Ardından telefonuma döndüm. "Yirmi dakikalık bir mesafede bir kafe görünüyor. Restoran fotoğrafları da çok güzel. Özellikle tatlı menüsü çok hoşuma gitti. Oraya gidelim mi?" "Güzelim komuta merkezi sensin. Sen nereye istersen oraya gideriz." Sırıttım. "Tamam, o zaman ilk soldan döneceğiz." dedim ve birkaç saniye sustum. "Sen neden dışarıdaydın? İşe mi gittin yoksa?" "Evet. Dedem de hala şirkette. Benlik bir şey olmadığı için erken ayrıldım. Eve dönüyordum. Tam vaktinde aradın." "İstanbul'a alıştın mı?" "Aslında hayır. Londra daha sakin. Burada herkesin acelesi var. Herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyor. Çok güzel bir şehir ama kalabalığı beni boğdu sanırım." "Sen daha şimdiden bıkmışsın." dedim gülümseyerek. "Öyle oldu." dedi ve sağa sinyal verip birkaç saniye sonra durdu. "Daha gelmedik. Neden durdun?" dedim etrafıma bakarak. Tenha bir mahalledeydik. Sokakta bir kişi bile yoktu. "Akü ışığı alarm verdi." dedi kaşlarını çatıp. "Hay Allah. Nereden çıktı şimdi bu?" "Bir inip bakalım mı?" dedim astığım yüzümle. Gerçekten bu da nereden çıkmıştı? Savaş başını salladı ve kapısını açtı. Onun ardından ben de indim. "Bakım zamanı mı gelmişti?" dedim merakla. Savaş o sırada kaputu açıyordu. "Aslında hayır. Daha yeni yaptırdım. Nereden çıktı ki şimdi?" "Endişelenme, küçük bir şeydir belki de." dedim. Savaş'la aynı anda arabanın motor kısmına bakıyorduk. Tam bir şey söylemek için ağzını aralamıştı ki bir ses konuşmamızı böldü. "Ben olsam öyle düşünmezdim güzelim." dedi alaycı bir sesle. Ses yabancı değildi. Ses ürkütücüydü. Çok ürkütücüydü. Kulaklarımın çınladığını, bütün tüylerimin diken gibi olduğunu hissettim. Beynimin bana oyun oynadığını umdum ama değildi. Ses Özgür'ündü. Korkuyla başımı arkama çevirdiğimde onu orada gördüm. Elleri cebinde bizi izliyordu. Yanında biri daha vardı, adamlarından biriydi. Bacaklarım titriyordu. Savaş anında önüme atladı. "Oo çok sevgili kardeşim Gökalp de buradaymış." dedi ikimizi aynı anda baştan aşağı süzerken. Yanındaki adam silahını çıkartıp bize doğrulttu. Savaş'ın arkasına sığınıp korku dolu gözlerle Özgür'e baktım. Savaş'ın bedeni kaskatı olmuştu. "Ben senin kardeşin değilim." dedi Savaş net bir sesle. "Ada'nın kardeşiyim. Adım da Savaş." ''Bakıyorum da çabuk kaynaşmışsınız. Bu kadar hızlı olmasını beklemiyordum.'' Özgür bir şeyler zırvalarken ellerim titreye titreye cebimden telefonumu çıkarttım ve rehberde İlker savcının numarasını aradım. ''Hey hey ne yapıyorsun sen?'' dedi Özgür, ardından tam da ondan beklenecek bir şekilde cebinden bir silah çıkartıp bize doğrulttu. ''Bırak o telefonu yoksa sizi öldürürüm.'' Korkudan tir tir titreyen bedenimi sakinleştirmeye çalışıyordum ama nafileydi. Özgür arabanın lastiğine bir el ateş etti ve lastik anında inmeye başladı. Ses yoktu çünkü silahın ucunda susturucu vardı. ''Hiçbir şey yapamazsın.'' dedi Savaş beni iyice arkasına alıp. Sinir ve panikle Özgür'e ilerlememesi için kollarımı beline sıkı sıkı sardım. ''Boşuna korkmayın, Ada'yla bir anlaşma yapmaya geldim.'' dedi bize doğru yavaş yavaş ilerlerken. ''Seninle asla bir anlaşmaya varmam.'' dedim dişlerimin arasından. ''Deniz'e yazdım ben, haberi var her şeyden.'' Aslında öyle bir şey yoktu, belki korkar ümidiyle bir şeyler sallıyordum. İşe yaramıyordu çünkü asıl korkan Özgür değil bendim. ''Nasıl korkmuyorsun sen? Birazdan polis gelir, her yerde aranıyorsunuz.'' ''Evet şu anda Mersin'de aranıyoruz sanırım.'' dedi alayla. ''Çok sevgili savcı da orada... Duyduğuma göre hamileymişsin.'' dediğinde kaskatı kesildim. Bunu bilmesine imkan yoktu. ''Bazı haberci kuşlarım Cemre'den senin haberlerini getirdi bana. Doğru mu bu?'' ''Haberci kuşların sana yanlış istihbarat vermiş." dedi Savaş. Konuşamayacağımın farkındaydı. ''Cemre yanılmaz, akıllı bir kız çünkü.'' ''Cemre benden daha mı iyi bilecek?'' diye bağırdım. ''Doğru olduğunu gayet iyi biliyorum ama şaşırdım. Seni ilk kaçırdığımda Deniz denen piç sana dokunmamıştı. Ama sonra ne olduysa olmuş, seni altına almayı başarmış. Helal olsun ona.'' ''Ne diyorsun ulan sen? Gebertirim seni.'' dedi Savaş saniyeler içinde kollarımın arasından kurtulup Özgür'ün üzerine atılırken. Peşinden koşmayı akıl edip onu durdurmaya çalıştığımda çoktan Özgür'e ulaşmıştı. Ama o Özgür'e ulaşamadan Özgür'ün adamı Savaş'ı saniyeler içinde tuttu ve sırtını göğsüne dayayıp silahını Savaş'ın alnına dayadı. Neyse ki korktuğum olmamış, adam ya da Özgür Savaş'ı vurmamıştı. Ama vurmayacakları anlamına da gelmezdi. Kalbim durmak üzereydi. ''Bırak onu.'' dedim, gözlerim şelale gibi akıyordu. ''Melis ve Uygar'da başaramadım ama bu sefer bitirebilirim biliyorsun değil mi?'' dedi Özgür, adam Savaş'ı iyice hareketsiz bırakmıştı. Öyle ki Savaş çırpınamıyordu bile. ''Melis ve Uygar ölmedi ama Savaş'ı öldürebilirim. Hem de tek kurşunla.'' ''Hayır.'' dedim elimi ona uzatıp. ''Bırak onu.'' ''Yapamaz mıyım? Bence yaparım.'' ''Ne istiyorsun aşağılık pislik? Bizden daha ne istiyorsun? Yaptıklarınız yetmedi mi? Geberteceğim seni.'' ''Katil olursun. Deniz'in çocuğunu hapishanelerde mi büyüteceksin?'' ''Ada hapse girmeyecek ama sen gireceksin eninde sonunda. Ya mezara ya da hapse. Farkındasın değil mi?'' dedi Savaş. ''Çok kötüsünüz. Neden özgürce yaşamak varken ya mezara ya hapse giriyorum ki? Adım bile Özgür benim. Yok yok mezara da hapse de giremem ben." ''Özgür, birazdan polisler gelir. Savaş'ı bırak. Ne olmasını istiyorsun?'' dedim. Özgür bana doğru yürüdü. Geri adım attım ama kaçacak yerim yoktu, arabaya çarpmıştım. Beni tıpkı adamının Savaş'a yaptığı gibi tuttu ve sırtımı kendine yapıştırıp silahı alnıma dayadı. Boşta kalan eliyle de başımda neresi denk gelirse orayı çekiştiriyordu. En sonunda parmakları zincir küpemi bulduğunda hıçkırmaya başladım. ''Hayır dokunma küpeme.'' dedim ama beni tabii ki dinlememişti. ''Bırak onu.'' dedi Savaş. ''Ada'yı bırak.'' Bir yandan kurtulmaya çalışıyor bir yandan da beni korkuyla izliyordu. O sırada kulağımda derin bir acı hissettim. Özgür acımasız bir içgüdüyle küpeyi aşağı çekti ve küpe kulağımdan çıktı. Bir ıslaklık hissetmiştim. Sanırım kanıyordu. ''Bu küpe.'' dedi fısıltıyla. ''Bir süre bende kalacak. Sana ait olan bir şeyi saklamak istiyorum.'' ''Nasıl bir hastasın sen?'' dedim ayağımla dizlerine vurmaya çalışarak. ''Ada'yı bırak. Ondan ne istiyorsun?'' dedi Savaş. Alnına dayanmış silaha aldırmadan onu tutan adama tekmeler savuruyordu. ''Ondan kardeşimin kalbini geri alacağım.'' dediğinde buz kestim. Titreyen vücudum bu sefer donup kalmıştı. Zaman da durmuş gibiydi. Nefes alma eyleminin nasıl yapıldığını bir süre düşündüm. ''Onun kalbini taşımayı hak etmiyorsun. Üstelik karnında onun katilinin torununu taşırken Gökalp'in kalbini taşımayı hak etmiyorsun.'' ''Her ameliyatın riskleri vardır.'' dedim sakince. ''Basit bir mide ameliyatı bile ölümle sonuçlanabilir. İşler ters gidebilir, beklenmeyen şeylerle karşılaşılabilir. Gökalp için çok üzgünüm ama o kalbi ben zorla almadım. SENİN BABAN SAVAŞ KARŞILIĞINDA KARDEŞİNİN KALBİNİ SATMIŞ ÖZGÜR. BABAN KARDEŞİNİN KALBİNİ SATMIŞ. SUÇLU BEN MİYİM? GERİ ZEKALI MISIN SEN?'' ''Hayır geri zekalı değilim.'' dedi sakince. ''Sana bir seçenek sunacağım Ada. Sen de kabul edeceksin. Böylece hem kendi hayatın hem karnındaki piçin hayatı hem de Savaş'ın hayatı kurtulacak.'' ''SENİNLE HİÇBİR ANLAŞMAYA VARMAYACAĞIM DEMEDİM Mİ?'' diye bağırdım. ''Sshh bak ben ne kadar sakinim. Sen neden bağırıyorsun?'' dedi ve silahı alnımdan çekip karnıma namluyu dayadı. ''Bebeğin ölsün mü istiyorsun? Ne biçim annesin sen?'' ''Bu yaptıklarına pişman olacaksın.'' dedi Savaş. ''Sen konuşması gereken son kişi bile değilsin. Hem bu çok koruduğun Ada bakalım seni ne kadar seviyor? Birazdan öğreneceğiz.'' ''SEN SEVGİDEN NE ANLARSIN?'' dedim tekrardan bağırarak. Bağırıyordum çünkü çevredeki evlerden birinin sesimi duymasını ve cama çıkmasını istiyordum. Belki biri polisi arardı. ''Sevgi denen zırvalığa ancak sizin gibi güçsüzler inanır." dedi ondan beklemediğim bir sakinlikle. ''Ada.'' dedi kulağımın tam dibinde. ''Ada eğer dediğimi yapmazsan en uzağından başlar, en yakınına gelene kadar sevdiğin herkesi öldürürüm.'' ''Ne istiyorsun benden?'' dedim çaresizce. ''NE İSTİYORSUN?'' ''Sana bir seçenek sunacağım. Kabul edeceksin. Böylece seni de Savaş'ı da bırakacağım. Kimse ölmeyecek. Bebeğin dahil.'' ''Kabul etmeyeceğim.'' ''Melis'i seviyor musun?'' dedi. Sustum. ''SANA BİR SORU SORDUYSAM CEVAP VER.'' Bu sefer bağırmıştı, olduğum yere çivilenmiş gibi hareketsiz kalmıştım. ''Söyle, Melis'i seviyor musun?'' ''Seviyorum.'' dedim kekeleyerek. Sesim çıkmıyordu bile. ''Güzel buna sevindim.'' dedi ve beni zorla geri geri sürüklemeye başladı. ''Nereye götürüyorsun onu? Bırak.'' Savaş bize doğru gelmeye çalışsa da gelemiyordu, adam onu çok sıkı tutuyor olmalıydı. Zaten alnında bir silah varken gelmemeliydi. ''Sus.'' dedi Özgür. ''Ada'yla yalnız yapmam gereken bir anlaşma var.'' ''Onu hiçbir yere götüremezsin.'' dedi Savaş, artık o da ağlıyordu. Saniyeler içinde yanağına bir sürü gözyaşı süzülmüştü. ''Ulan Ada'yı öldürmemi mi istiyorsun sen? Amına koduğumun salağı. Dur olduğun yerde. Ona bir zarar vermeyeceğim. Arabada yalnız konuşup geri salacağım. Arıza çıkartıp duruyor zaten. Siktiğimin kızıyla uğraşamam. Bela aramıyorum.'' Savaş dişlerini sıkıp derin bir nefes aldı ve mavi gözlerini bir süreliğine kapalı tuttu. ''Senden kurtulduğumda o küfürlerin hepsini sana ödeteceğim.'' ''İyi şanslar o halde.'' dedi Özgür ve beni zorla bir arabaya sokup hemen ardından kendi de yanıma oturdu. Kaçmak için kapıyı zorluyordum. ''Aç kapıyı hayvan herif, aç. Bırak beni.'' dedim. Savaş da dışarıda hala bağırıyor, Özgür'e hakaretler ve küfürler yağdırıyordu. Ben kapıyı açmaya çalışırken Özgür boğazıma yapıştı ve beni öyle bir sıktı ki öleceğimi düşündüm. ''Kes sesini.'' dedi hala boğazımı sıkarken. ''Öldürürüm seni, kes sesini.'' ''Nefes.'' dedim öksürüp. ''Nefes alamıyorum.'' ''Çırpınmaya devam edersen alamazsın zaten. Bunun nesini anlamıyorsun?'' dedi elini çekip. Dakikalarca nefessiz kalmışım gibi derin bir soluk verdim. Ben nefesimi düzene sokmaya çalışırken Özgür tabletini açtı. Ekranda Savaş'ı görmeyi beklemiyordum. ''Eğer dediğim şeyi yapmazsan Savaş'ın ölüm anına tanıklık edersin.'' dedi. Ardından ensemden tutup beni tablete yaklaştırdı. Canım çok yanıyordu. Ense kökümde derin bir ağrı hissettim. ''Görüyor musun? Savaş'ın şakağında hala namlu dayalı. İçinde onu öldürmeye yetecek bir kurşun var. Öldürsün mü onu?'' ''Hayır.'' dedim başımı iki yana sallayıp. Gözlerimin içini dolduran yaşlarım durdurulamaz şekilde akıyordu. ''Yapma Özgür, yalvarırım.'' ''Tek kurşunla o güzel kafası dağılır.'' dedi eliyle Savaş'ın önünü işaret edip. ''Kafatası parçaları şuraya saçılır.'' ''Özgür yapma. Lütfen, yıllar sonra kavuştum ben ona. Yapma ne olur.'' Özgür beni dinlemedi ve önüme birkaç belge çıkardı. ''Melis'in yaşamasını istiyor musun?'' dedi dümdüz bir sesle. Ona nasıl bir bakışla bakmıştım bilmiyordum, gülmeye başlamıştı. ''Korkma korkma. Melis'in hayatına karşılık Savaş'ın hayatı demeyeceğim.'' ''Ne istiyorsun?'' dedim korkuyla. ''Melis'e kalp buldum.'' dedi sayfada bir noktayı gösterirken. ''Onun yaşlarında bir kız ölmüş. Nakil için uygun. Tam Melis'e göre.'' ''Nerede?'' dedim temkinli bir sesle. Bir yanım inanmak istiyordu, bir yanım bunu reddediyordu. ''İstanbul'da, yakın yani. Ama fazla vaktin yok. Hemen karar vermek zorundasın. Beyin ölümü gerçekleşeli 10 saat oluyor. Zaman geçtikçe kalp sağlığı bozulur ve o kalp Melis için bir işe yaramaz.'' ''Neyin kararını vereceğim?'' dedim iki elimle gözyaşlarımı silerek. Korkuyordum, çok korkuyordum. Benden ne isteyecekti? ''Şimdi senden bir isteğim olacak. Kabul edersen Melis nakil olur ve eski sağlığına kavuşur. Savaş yaşamaya devam eder, sen ve bebeğin de sağlıkla yaşamaya devam edersiniz.'' ''Kabul etmezsem?'' ''Kabul etmezsen de çok kötü şeyler olur Ada. Mesela ne olur biliyor musun? Tek komutumla Savaş ölür.'' dedi, yutkunup ekrana baktım. O lanet olasıca namlu hala Savaş'ın başında duruyordu. ''Sonra, sonra Melis nakil olmaz ve böyle hasta yaşamaya devam eder. Birkaç sene içinde de ölür. Ve en güzeli.'' dedi ve cebinden minik bir şırınga çıkardı. ''Bunu sana batırıp bebeğinin düşmesine sebep olurum.'' ''Hayır.'' dedim başımı hızlı hızlı iki yana sallayıp. ''Hayır yapamazsın.'' ''Yaparım.'' dedi net bir sesle. ''Eğer istediğim şeyi kabul etmezsen hem ikizinin katili hem de karnındaki piçin katili olursun. Bunu mu istiyorsun?'' İki elimle yüzümü kapattım. Duyacaklarımdan çok korkuyordum. Bana öyle güçlü seçenekler sunmuştu ki benden isteyeceği şeyin ne olduğunu deli gibi merak etmiştim. Basit bir şey değildi, hiç değildi. ''Ne istiyorsun?'' dedim hıçkıra hıçkıra. ''Tüm bunların karşılığında ne istiyorsun? Beni evet demeye mecbur bırakacak kadar büyük olan isteğin ne?'' ''Deniz'den ayrılacaksın.'' dedi bir anda. Delirmiş olmalıydım ki kahkahalarla gülmeye başladım. Susmak nedir bilmiyordum, neredeyse gülerken ölecektim. Sinirlerim boşalmıştı, çok korkuyordum. ''Ne saçmalıyorsun sen?'' dedim zar zor düzene soktuğum nefesimle. ''Düğününüzde.'' dedi kararlı bir sesle. ''Terk edeceksin onu.'' Tekrardan gülmeye başladım. Elini ağzıma o kadar sert kapatmıştı ki dişim dudağımı kesti, dilimde kan tadı hissettim. ''Deli gibi gülüp durma. Söylediklerimi yeterince ciddiye almadın mı?'' Elini çekmiş, bana öldürücü bakışlarla bakıyordu. ''Bunu.'' dedim kekeleyerek. ''Bunu asla yapmayacağım.'' ''Savaş'ın ölmesini istiyorsun yani? Melis'in? Hatta karnındakinin.'' ''Kimse ölmeyecek. Deniz çoktan polisi aramıştır. Birazdan gelirler.'' ''Deli cesareti var sende.'' dedi ve saniyeler içinde telefonunu çıkartıp kulağıyla omzu arasına sıkıştırdı. Ses hoparlördeydi. ''Buyurun Özgür Bey.'' dedi soğukkanlı bir ses. ''Hasan hazır mısın?'' dedi Özgür aynı soğukkanlılıkla. ''Emrinizi bekliyorum efendim.'' ''Güzel. Sana vur emri verdiğim an bas tetiğe.'' ''Hayır.'' dedim bağıra çağıra. Ses tellerim acıyordu, ciğerlerim acıyordu, kalbim çok acıyordu. ''Peki Özgür Bey.'' Özgür elindeki şırınganın plastiğini açtı ve boşta olan eliyle iki bileğimi birden tutup sıktı. Diğer elindeki şırıngayı karnıma batırması an meselesiydi. ''Kabul ediyorum de. Düğünümde Deniz'den ayrılmayı kabul ediyorum de. Yoksa Savaş ölür, beş dakika sonra karnındaki de ölür.'' ''Deniz'den ayrılmamın sana ne gibi bir yararı olacak Özgür? Bunu neden yapıyorsun?'' ''Onu en çok ne üzer diye düşündüm. Cevap basitti. Seni kaybetmek. Ve ben onu iki kurşunla vuracağım. Seni en mutlu gününde kaybedecek. Tam kavuştum derken seni kaybedecek. Ona istesem de daha büyük bir acı veremem. Onun acı çekmesini istiyorum anladın mı beni?'' dedi, iğnenin ucunu tenimin üzerinde hissediyordum. ''Hastasın sen.'' ''Öyleyim. Onun mutlu olmasına dayanamıyorum.'' ''Bunu kabul etmez, inanmaz.'' ''İnandıracaksın, ikna edeceksin. Bu senin problemin.'' ''İnanmaz diyorum sana, peşime düşer.'' ''Düşmesine izin vermeyeceksin. Kaybolacaksın ortadan. Hiçbir iz kalmayacak.'' ''Beni bulur, nereye gidersem gideyim beni bulur. O inanmaz. Terk ettiğime inanmaz.'' dedim, gözyaşlarım yanaklarımdan boynuma kadar süzülmüştü. ''İnandırmanın bir yolunu bulacaksın. İkna etmek zorundasın. Peşine düşmeyi bırak, bunun için uğraşmayacak bile.'' ''İnanmaz.'' dedim, çırpınmıyordum çünkü iğne her an derimin içine girebilirdi. ''İnanmaz, terk ettiğime inanmaz. Onu ne kadar sevdiğimi biliyor. Asla bırakmayacağımı biliyor.'' ''İnandıracaksın.'' dedi. ''Kabul etmiyorum.'' dedim. ''Hasan.'' dedi Özgür kulağına sıkıştırdığı telefona. Yanıt gecikmemişti. ''Hazır mısın?'' ''Hayır.'' diye bağırdım. Şırınganın ucu tenime biraz daha batmıştı. ''Hazırım Özgür Bey.'' ''Burada ikizinin ölmesini, bebeğinin ölmesini isteyen aptal bir kız var. Onun isteğini kırmayalım değil mi?'' ''İndiriyorum o zaman.'' ''Hayır.'' dedim çığlık çığlığa. ''Özgür hayır.'' ''Bir.'' dedi Özgür. Ardından devamı geldi. ''İki.'' Sustu bir süre. ''Vur dediğinizde basıyorum.'' ''Üç.'' dedi Özgür. Dayanamadım. ''Dur. Özgür dur. Kabul, kabul tamam.'' dedim. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyordu. ''Yapma, sakın yapma. Kabul ediyorum.'' ''Dur.'' dedi Özgür. ''Hasan dur. Bu aptal kız doğru yolu buldu sanırım.'' ''Emir anlaşıldı, işlem iptal.'' ''Evet, iptal.'' dedi Özgür ve telefonu kapattı. Derin bir nefes verdim. Hava buz gibiydi ama su gibi terlemiştim. Bütün vücudumdan soğuk terler akıyordu. ''Doğru duydum değil mi?'' dedi Özgür. ''Deniz'den ayrılacaksın.'' Ayrılmayacaktım. Bu sadece Özgür'ü kandırmak için uydurduğum bir yalandı. Yapamazdım, Deniz'den asla ayrılamazdım. Bu ölmemle eş değerdi. Ayrılsam bile Özgür yakalandığında Deniz'e gerçekleri anlatırdım, beni anlardı. Bu oyunum işe yaramalıydı. Savaş'ı, bebeğimi, Melis'i yaşatmak için tek şansım buydu. ''Doğru.'' dedim, uzunca bir nefes alıp. ''Ayrılacağım. Düğünümüzde ondan ayrılacağım.'' ''Eğer beni kandırıyorsan sonuçlarını da göze almışsındır demektir.'' ''İkizimin ölmesini istemiyorum. Bebeğimin ölmesini istemiyorum.'' dedim, şırıngayı karnımdan çekti. ''Ters bir şey yaptığını anladığım an çevrendekileri bir bir öldürürüm. En uzaktan en yakınına. Hepsi birer birer mezara girer. Dayın, yengen, Güneş, arkadaşların Selay ve Can. Miray. Deniz. Hepsi.'' ''Dediğini yapacağım dedim. Anlamıyor musun sen?'' İnanmak zorundaydı. Tek eliyle çenemi kavradı ve iki yanağımı var gücüyle sıktı. ''Eğer küçücük bir şüpheye düşersem seni mahvederim.'' dedi ve elini hızlıca çekip dosyayı elime tutuşturdu. ''Şimdi al şu siktiğimin dosyasını. Hastaneye mi gidiyorsun, Melis'e mi gidiyorsun, ne yaparsan yap. Ayrıca polise gidersen söylediğim şeyleri yapmaktan bir an bile çekinmem. Melis'e bulduğum kalbi de yok ederim. Anladın mı beni?" Dosyaya sanki bana ait bir parçaymış gibi sarıldım ve kilidi açıp arabadan indim. Hasan denen adam ben arabadan iner inmez Savaş'ı bıraktı ve indiğim arabanın şoför koltuğuna koştu. Savaş bana o kadar sıkı sarılmıştı ki ellerini kemiklerimde hissediyordum. Ağlıyordu, çok ağlıyordu. ''Ada, güzelim. Canımın içi. İyi misin? Güzelim ne yaptı sana içeride o? Söyle ne yaptı?'' dedi, birkaç saniye içinde Özgür'ün arabası hızla yanımızdan uzaklaştı. Hıçkıra hıçkıra ağlama isteğimi bastıramıyor, ya korkudan ya soğuktan tir tir titriyordum. ''Bir şey.'' dedim parçalı bir nefesle. ''Yapmadı. Bir şey yapmadı Savaş.'' ''Ne demek yapmadı Ada? Bu halin ne? Ne dedi sana? Bu elindeki ne?'' Dosyayı Savaş'a uzattım. ''Melis'e kalp bulmuş.'' dedim zar zor. ''Bunu hayrına yapmış olamaz. Ne istedi senden? Söyle bana, ne dedi?'' ''Ülkeden kaçmama yardım edeceksin dedi.'' Neden bilmiyorum Savaş'tan gizlemiştim. Deniz'den ayrılmayacaktım, bunu yapamazdım. Ama olasılıkları da düşünmek zorundaydım. Özgür her şeyi anlattığımı öğrenirse hepimizin hayatını cehenneme çevirebilirdi. O yakalanana kadar gerçekleri gizlemek zorundaydım. Bu riski almak istemiyordum. Tüm olanları anlatmak istediğim tek kişi savcı İlker'di. ''Rüyasında görür, polisi çağırıyorum hemen. Birazdan tepesine binerler.'' Başımı iki yana salladım. ''Hayır Savaş olmaz. Olmaz yapamayız." ''Ne saçmalıyorsun Ada sen? Neyi yapamayız? Elimizden kaçmasına izin mi vereceğiz? Daha açık anlat." "Savcıya anlatacağım Savaş. Ama Melis ameliyat olduktan sonra. Eğer polisi ararsam her şey mahvolur. İşin içine polis girerse Özgür bulduğu kalbi yok eder ve Melis ameliyat olamaz. Tehdit etti beni. Ülkeden kaçmama yardım edeceksin dedi. Eğer dediğimi yapmazsan Melis ameliyat olmaz, Savaş ölür, bebeğin ölür dedi. Melis ameliyat olana kadar tehditlerine boyun eğdiğimi zannetmeli. Şüphelendiği an Melis şansını kaybeder." Savaş bir süre düşündü. "Kalp bulduğunu nasıl açıklayacaksın Ada? Denizlere ne diyeceksin?" "Bilmiyorum Savaş. Onu gördüğümüzü kimse bilmesin. Yalvarıyorum sana. Melis için bunu yapmak zorundayım.'' ''Deniz kalbi Özgür'ün bulduğunu sakladığını öğrenirse.'' ''Deniz bilmeyecek Savaş. Ameliyattan sonra ona da savcıya da anlatacağım. Neden ameliyata kadar beklediğimi anlayacaktır.'' Savaş gözyaşlarımı eliyle sildi ve dağılmış saçımı açıp parmaklarıyla taradı. "Madem böyle bir plan yaptın Deniz anlamasın Ada.'' dedi ve telefonunu çıkarttı. ''Araba burada kalsın. Lastikte kurşun izi var. Delilin kaybolmaması gerek. Aküyü de bu şerefsiz bozdurmuş. Taksi çağıracağım şimdi.'' Başımı salladım. Bu sadece tepki vermek amaçlıydı, yaptığım her şeyi bilinçsiz yapıyormuşum gibi hissediyordum. Hava çok soğuktu. Savaş taksiciyle konuştuktan sonra bana sımsıkı sarıldı. ''Taksi birazdan gelir. Nereye gidelim?'' ''Bilmiyorum. Özgür'ün bulduğu kalp bir an önce Melis'e nakledilmeli. Haber vermemiz gerek.'' ''Deniz'i araman lazım. Kalbi de benim bulduğumu söyleriz. Hastanede tesadüfen karşıma çıktı vesaire. Uydururuz bir şeyler Deniz öğrenene kadar.'' ''Savaş seni çok seviyorum.'' dedim hıçkıra hıçkıra ağlayarak. ''Ölmene izin veremezdim, veremem de. Bebeğimi de öldürecekti.'' Saçlarımı okşadı. ''Nasıl, nasıl öldürecekti?'' ''Elinde şırınga vardı. Karnıma doğru tuttu. Zehir varmış içinde. Dediğimi yapmazsan şırıngayı karnına batırırım dedi. Bebeğin ölür dedi.'' Savaş saçlarımı art arda üç kez öptü. ''Ameliyat hemen olursa ki olmak zorunda, savcıya da hemen anlatırız. Bu kadar kısa sürede bir yere kaçamaz. Yakalandığı an onu doğduğuna pişman edeceğim. Sana yaptıkları için, söyledikleri için.'' Savaş'ın kollarının arasından ayrıldım. ''Deniz'i aramam lazım. Ona haber vermeliyim. O bana nereye gitmem gerektiğini söyler.'' Arabaya dönüp cep telefonumu ve çantamı alıp Deniz'i aradım. Savaş kaputu kapatıp arabayı kilitledi. ''Sevgilim.'' dedi Deniz sevgi dolu bir sesle. Dilim tutulduğu için ne diyeceğimi bilemiyordum. Bütün hislerim donmuştu. ''Bi'tanem orada mısın?'' dedi, sesi bu sefer endişeliydi. ''Aşkım.'' dedim sesimin normal çıkması için çabalayarak. ''Sesin gelmedi.'' ''Çekmeyen bir yerde misin? Rüzgar sesi geliyor. Hava çok soğuk. Dışarıda mısın?'' ''Evet.'' dedim, sesimin heyecanlı çıkması gerekiyordu çünkü Melis'e kalp bulunmuştu ve bu haberi böyle bir ses tonuyla veremezdim. ''Sevgilim, sana harika bir haberim var.'' Sesim hala çok titriyordu. Yanağımdan akan yaşı silip burnumu çektim. ''Söyle sevgilim. Ama sen ağlıyor musun?" Sorusunu görmezden geldim. "Deniz, Savaş Melis için bir kalp bulmuş." dedim bir anda. Tepkisini bekledim, bir süre bir şey diyememişti. "Ne?" dedi kekeleyerek. "Ne diyorsun Ada sen?" "Biz Savaş'la dışarıdayız. Ölen kişinin dosyası elimizde. Ne yapacağımı bilemedim. Sizin hastaneye mi gidelim? Melis'in hastaneye gitmesi gerek. Fazla vaktimiz yok." "Ada yavaş ol lütfen. Ne zaman oldu bu? Yani nasıl olur?" "Sevgilim, vaktimiz azalıyor. Kalp hala işe yarar durumdayken nakil olmalı. Daha kalbin olduğu hastaneye gidilip onay alınacak.'' ''Tamam, tamam ben şirketten çıkıyorum. Sen bizim hastaneye git. Ben de oraya gideceğim. Babamı arayacağım şimdi. Melis'i getirsin.'' ''Tamam, gidiyoruz şimdi.'' dedim ve telefonu kapatıp Savaş'a döndüm. ''Denizlerin hastanesine gideceğiz.'' Bir araba sesi duyduğumda bakışlarımı arkama çevirdim, taksi sonunda gelmişti. Apar topar bindik. ''Aladağ Hastanesi.'' dedi Savaş şoförün sormasını beklemeden. Şoför başını yavaşça salladı. ''Ama acele etmeniz gerek.'' ''Tamam, kısa yoldan gideceğim. En kısa sürede ulaştıracağım sizi.'' diye yanıtladı şoför Savaş'ı. Sessizlik, korku, soğuk. Sonunun nereye varacağını bilmediğim bu yolda bize eşlik eden üç şey bunlardı. Savaş konuşmuyordu, ben ruhum çekilmiş gibi hissediyordum. Ağzımı içi paslanmış gibiydi. Kalbim o kadar sıkışıyordu ki bedenim nefes aldığını hissedemediği için titriyordu. Saç diplerimden tırnak uçlarıma kadar titriyordum. Soğuk, tenimi delip damarlarımı sarmıştı. Belki de soğuk değildi. Çok korkuyordum, Özgür'ün tehditlerinden korkuyordum. Ona oyun oynadığımı anlamasından korkuyordum. En sonunda onun dediğini yapmaya mecbur kalmaktan çok korkuyordum. Deniz olmadan bir saniye bile nefes alamayan ciğerlerim o olmadan nasıl yaşardı? Saçlarımda ellerini hissetmeden uyuyamazken onsuz nasıl yaşardım? Bebeğimi onsuz büyütemezdim ki ben. İzini kaybettireceksin. demişti. Deniz'de milyonlarca izim vardı, hiçbiri kaybolmazdı. Aklımı kaybetmekten çok korkuyordum. Deniz'i kaybetmekten çok korkuyordum. Boğulmak üzereydim. İçimde tuttuğum bütün yükleri omzumda hissediyordum. Nefes almak çok zordu. Nefes vermek de çok zordu. Düşünmek, hareket etmek, psiko-motor beceresi gerektiren herhangi bir şey yapmak çok zordu. Midem bulanıyor, başım dönüyordu. Bir çölün ortasına bırakılmış gibi hissediyordum. Su yoktu, gölge yoktu, bana yön gösteren bir işaret yoktu. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Kaburgalarım acıyordu. Tüm kemiklerim ufalanmış gibiydi. Kaslarımın eridiğini hissediyordum. Sanki buharlaşacaktım. *** "Deniz." dedim hastane koridorunda ona doğru koşarken. Gözlerim ve yanaklarım hala ıslaktı. "Sevgilim." Deniz tıpkı benim gibi bana doğru koştu ve yanıma ulaştığında kollarını etrafıma sarıp sıkıca sarıldı. "Ada. Güzelim. Güzelim rüya görmüyorum değil mi? Gerçekten bir kalp mi buldunuz? Melis'im ameliyat mı olacak?" ''Hı hı. Kurtulacak sevgilim. Melis artık iyi olacak.'' dedim ağlama krizine yakalandığımda. Bunun benim yaptığım anlaşma sayesinde olacağını bilmek canımı yakıyordu. Melis iyileşecekti, karşılığında ben Deniz'i kaybedecektim. Melis kurtulacaktı ve karşılığında Deniz beni kaybedecekti. Ruhum daralıyordu, karnımdaki ve göğsümdeki ağrıyı tarif edemiyordum. Kasıklarım bile ağrıyordu. Bebeğime bir şey olmasından çok korkuyordum. ''Sevgilim, inanamıyorum. Aklımı kaybedeceğim sanki.'' dedi. O da ağlıyordu. Benim aksime onun ağlama sebebi yaşadığı eşsiz mutluluktu. ''Tamam, tamam sakin ol. Melis nerede şimdi?'' ''Üst katta, amcam muayene ediyor.'' dedi ve sarılmamızı sonlandırıp yüzümü ellerinin arasına alarak alnımı öptü. Ardından Savaş'a sarıldı. ''Savaş, hoş geldin.'' dedi büyük bir sevinçle. ''Hoş buldum, gözümüz aydın.'' dedi Savaş Deniz'e karşılık. ''Kardeşin iyi olacak sonunda.'' Deniz Savaş'ın sırtına iki ez dostça vurduktan sonra geri çekildi ve dosyayı Savaş'tan aldı. ''Ben dosyayı amcama götüreyim." "Tamam, hadi çıkalım. Melis'i görmek istiyorum ben de." dedim ve Savaş'ın elinden tutup Deniz'in peşinden koşturdum. Asansör doluydu ve Deniz'in bekleyecek vakti yoktu. Koşarak merdivenlere yöneldiğinde ben Savaş'la asansörün önünde beklemeyi tercih etmiştim. Çünkü bir kat bile olsa merdiven çıkacak halde değildim. Asansör kısa süre içinde durdu, boştu. Savaş zor bela beni asansöre sokup bir üst katın düğmesine basıp yüzümü ellerinin arasına aldı. ''Güzelim, Adacım, bi'tanem benim, canım kardeşim. Topla kendini, topla yoksa ters bir şeyler olduğunu Deniz anlayacak. Hadi ne olur. Hadi kardeşim benim.'' dedi yüzümdeki yaşları silerken. ''Çok korkuyorum Savaş. Çok korkuyorum.'' ''Tamam, bak güvendeyiz. Melis ameliyat olur olmaz İlker savcıyı arayıp her şeyi anlatacağız. Hemen arama başlar. Buraya ekstra ekip isteriz. Korkma, geçti. Yanındayım, beraberiz. İyisin, Deniz iyi, ben iyiyim, bebeğin iyi.'' Karnıma dokundum. İyi değildim, hiç iyi değildim. Nefes almak ağır bir yük gibiydi. Ne kadar çabalasam da gözyaşlarımı dindiremiyordum. Deniz olmadan yaşayamazdım, yaşayamazdık. Bebeğimle bir başıma mı kalacaktım? Hayır, mümkün değildi. Değildi, düşündükçe kaburgalarım daha da sıkışıyordu. Oyunum işe yaramalıydı, kimse zarar görmeden Özgür'le yaptığım bu anlaşma sona erecekti. Biliyordum, biz ayrılmayacaktık. Melis iyi olacaktı, Savaş ölmeyecekti, bebeğim ölmeyecekti. Kimse ölmeyecekti. ''Hadi gel.'' dedi Savaş beni asansörden çıkartırken. Son kez gözyaşlarımı sildim ve gülümsemeye çalışarak koridorda ilerledim. Bülent Bey Melis'in odasından çıkmış, elinde dosyalarla birkaç sağlık personeline bir şeyler anlatıyordu. Bir sağlık personelinin elinde büyük bir kutu vardı. Melis'e nakledilecek olan kalbi o kutuya koyacaklardı. Konuşmalarını bölmemek için yanlarından geçtik ve hemen arkalarındaki kapıdan içeriye girdik. Adım seslerimizi duyduklarında hepsi bize doğru döndü. Yüzlerinde o kadar büyük bir gülümse vardı ki kendimi tutamayıp yeniden ağlamaya başladım. ''Ada.'' dedi Melis heyecanla. Gözlerindeki sevinç neredeyse odayı dolduruyordu. ''Ada ben ameliyat olacağım.'' Melis'e doğru koştum ve ona kocaman sarıldım. Kollarına ve göğsüne bir sürü sağlık cihazı bağlamışlardı. Anlaşılan kalp henüz alınmamasına rağmen Melis'i önceden hazırlamışlardı. ''Melis'im.'' dedim onu gibi heyecanlı çıkarmaya çalıştığım sesimle. ''İyi olacaksın.'' ''Ada, çok heyecanlıyım.'' dedi, sesi cıvıl cıvıldı. ''Düğününüze kadar ayaklanacağım.'' Boğazım düğüm düğüm olmuştu. Düğünümüz. dedim içimden. Boğazımın tam ortasında kocaman bir taş hissettim. İçim kan ağlıyordu. Özgür'ün söyledikleri aklıma geldikçe tüylerim diken diken oluyordu. Planımın işe yaracağını umut ediyordum ama ihtimaller beni canlı canlı mezara gömüyordu sanki. ''Evet, evet Melis.'' dedim ve sarılmamızı sonlandırıp Melis'in saçlarını geriye doğru sevmeye başladım. ''Ayaklanacaksın ve benim baş nedimelerimden olacaksın.'' Melis gülümserken Deniz'in ailesi sırayla bana da Savaş'a da sıkıca sarıldı. ''Savaş oğlum, sana ne kadar teşekkür etsek az.'' dedi Canan Hanım. ''Yıllardır bunu bekliyorduk biz. Nasıl mutlu olduğumuzu anlatamayız.'' ''Ben bir şey yapmadım.'' dedi Savaş. Haklıydı bir şey yapmamıştı. Benim başlattığım oyuna devam etmeye çalışıyordu. ''Teşekkür etmenize gerek yok.'' ''Nasıl denk geldi?'' dedi Fatih Bey. ''Tesadüf eseri mi buldun?'' ''Evet.'' dedi Savaş. Nasıl bir yalan uyduracağını düşünüyordu. ''Ben hastaneye gittim bugün. Birkaç işim vardı. Orada tesadüfen denk geldim. Bir kızın beyin ölümü gerçekleşmiş. Doktora Melis'ten bahsettim. Organ nakli listesinde olduğunu da söyledim. Ölen kızın dosyasını bana verdi. Hiç beklemeden Deniz'i aradık.'' Herkes anlaşmış gibi sessizce başını sallarken Deniz yanıma sokuldu, kollarımı hiç bırakmak istemiyormuş gibi beline sardım. Saçlarıma küçük bir öpücük bıraktı. ''Bülent şimdi hastaneye birilerini gönderecek. Umarım bir aksilik çıkmaz ve kalbi getirirler.'' dedi Fatih Bey. ''Çıkmayacak.'' dedi Eren Melis'in başucuna oturup. ''Güzeller güzeli ablam iyi olacak. Eskisi gibi çok çok iyi olacak.'' O sırada Bülent Bey içeriye girdi. ''Hoş geldiniz çocuklar.'' dedi önce bana sonra Savaş'a sarılarak. Ardından bir kolunun altına beni, diğer kolunun altına Deniz'i aldı. ''Çocuklar önce sizi tebrik etmeliyim. Aydın'a gelemediğimiz için çok üzgünüm. Ama telafi edeceğimizden emin olabilirsiniz.'' ''Ablamın ameliyatı geçsin ailece büyük bir kutlama yemeği yiyelim.'' dedi Eren. ''Bahar yengemi, Metehan abimi, Irmak ablamı ve Koray'ı özledim resmen.'' ''Olur Erencim yeriz.'' dedi Bülent Bey kocaman gülümsemesiyle. 'Kuzenleriniz de sizi özledi. Birkaç gün içinde dönecekler İstanbul'a.'' ''Süper.'' dedi Melis. ''Yeniden eski günlerdeki gibi kalabalık ailemize kavuşuyoruz.'' ''Evet Melisçim.'' ''Amca.'' dedi Deniz ciddi bir sesle. Bülent Bey bizi kollarından ayırdı ve Melis'in yanına gidip birkaç sağlık cihazının ayarını değiştirdi. ''Hastanede yeteri kadar Brh+ kan var mı?'' ''Var var, dert etmeyin.'' ''Sen de gireceksin değil mi ameliyata Bülent?'' dedi Fatih Bey. Endişeliydi. ''Gireceğim, diğer hastaneye çocukları gönderdim. Neyse ki yakınlarda bir yerlerde hastane. Onay alır almaz kalbi alıp gelecekler. Ameliyathaneyi hazırlattım bile.'' ''Ölen kız kimmiş?'' dedi Melis üzgün bir sesle. ''Neden ölmüş?'' İlk tanıştığımızda organ nakli istemediğini, bunu birinin ölümüyle sonuçlandığı için kabul etmek istemediğini söylemişti. Çünkü onun yaşaması demek birinin ölmesi demekti ve Melis bunu istemiyordu. Sırf nakil olmak için birinin ölmesini dileyemem demişti. ''Tanımıyoruz.'' dedik Savaş'la aynı anda. ''Nasıl öldüğünü de bilmiyorum. Üzülme Melis, o kız sana kalbini vermek için ölmedi. Öldüğü için kalbi sana veriliyor.'' dedi Savaş. ''Yine de ölmesini istemezdim. Anne.'' dedi annesine dönüp. ''O aileyi tanımak ve teşekkür etmek istiyorum.'' ''Ameliyattan sonra aileye taziyeye gideriz. Teşekkürlerimizi iletiriz. Hayat boyu da destekçileri oluruz. Sen merak etme kızım.'' dedi Canan Hanım sıcacık sesiyle. Melis gülümsediğinde araya girdim. ''Biz kalabalık etmeyelim Savaş, hadi çıkalım.'' dedim. Savaş başını salladı. ''Miray'a uğrayalım.'' Herkese kocaman sarıldıktan sonra Savaş'la odadan çıktık. Deniz de peşimizden gelmişti. ''Sevgilim.'' dedi kollarımı iki yanımdan tutup. Ardından ellerini yavaşça aşağı indirip ellerimi tuttu. ''Ben Miray'ın yanına gidiyorum.'' dedi Savaş, ağır ağır gitmesini izledim. Gitmesini istemiyordum. Deniz'in yanında güçlü durmak için Savaş'a ihtiyacım vardı. ''Güzelim.'' dedi Deniz, Savaş gittiğinde. ''Geldiğinizde telaşlı olduğumdan soramadım ama gözümden kaçtı sanma. Senin neyin var?'' ''Bir şeyim yok sevgilim.'' dedim, gözlerimi kaçırmıyordum. Kaçırırsam anlardı. Eli sol kulağımı buldu. ''Kulağına ne oldu? Neden kan izi var?'' Telaşla sol kulağıma dokundum. ''Ha şey, küpemi takarken zorladım da. O yüzden kanadı biraz.'' Gözlerini kıstı ve bu sefer sağ kulağıma dokundu. ''Sağ kulağına takabilmişsin. Burada küpen var.'' dedi, inanmış gibi durmuyordu. ''Hay Allah.'' dedim zoraki gülümsemeye çalışarak ve sağ kulağımdaki küpeyi çıkarttım. ''Bunu çıkartmayı unutmuşum, tek küpeyle mi geziyormuşum saatlerdir?'' ''Bir şey olmadığına emin misin Ada? Beni aradığında ağlıyordun.'' Gülümsedim ve ayak ucumda yükselip yanağını küçücük öptüm. ''Eminim sevgilim. Ağlamıyordum. Yorgunum biraz.'' Belli belirsiz gülümsedi. ''Peki o zaman... Hazır hastanedeyken bebeğimize bakalım mı?'' dedi saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp. ''Gerçi doktor burada mı bilmiyorum. Cumartesi günleri çalışmıyorlar sanırım.'' ''Olur.'' dedim, saatler sonra yüzüme bir gülümse yerleşmişti. ''Bakalım.'' Asansöre binip bir üst kata çıktık. Deniz beni birkaç adım yürüttü, sonunda bir doktor odasının önünde durduk. Kapının yanındaki isimlikte Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Melike Başak yazıyordu. Bekleyen hastası yoktu ve ekran açıktı. Ben Deniz'in arkasından küçük adımlarla ilerlerken Deniz kapıyı tıklattı ve Gir. sesinden sonra içeriye girdi. Ben de peşinden yürüdüm. ''Merhaba Melike Hanım.'' dedi sevinçle. Melike Hanım büyük bir saygıyla ayağa kalktı ve Deniz'in elini sıktı. ''Deniz Bey, hoş geldiniz.'' dedi, ardından bana döndü. ''Hoş geldiniz Ada Hanım.'' ''Hoş buldum.'' dedim gülümsemeye çalışıp. ''Hoş bulduk. Aslında sizin burada olacağınızı düşünmemiştim. Günlerden cumartesi ve saat beşe geliyor.'' dedi Deniz. ''Hamile olan ve aynı zamanda kanser olan bir hastam var. Onun raporları hakkında çalışıyordum. Onkoloji uzmanımız Güven Bey'le sürekli irtibat halindeyiz. Tabii hastamız için Miray Hanım'dan da yardım alıyoruz. Psikolojik destek çok önemli.'' ''Haklısınız, özeniniz için teşekkürler.'' dedi Deniz ve beni kendine çekip kolunu omzuma attı. ''Ada'yı muayene edebilir misiniz?'' Melike Hanım bana endişeyle baktı. ''Geçmiş olsun, buyurun geçin şöyle. Ne şikayetiniz vardı?'' dedi muayene sedyesini işaret ederken. Önce Deniz'e sonra doktora baktım. ''Hamileyim.'' dedim elimi karnıma koyarak. ''Bebeğimize bakmak istiyoruz.'' Doktorun yüzüne büyük bir gülümseme yayıldı. ''Çok sevindim.'' dedi neşeyle. ''Buyurun, geçin lütfen bakalım.'' Doktorun gösterdiği sedyeye uzanıp kazağımı yukarı doğru sıyırdım. Deniz doktorun hemen arkasında durmuş beni izliyordu. Doktor karnıma bir şeyler sürdükten sonra ultrason cihazını karnıma yapıştırdı. Deniz'e baktım, dikkatle ultrason ekranına bakıyordu. Onu taklit edip kafamı kaldırdım ve ekranı izledim. Bugün neredeyse kaybetmek üzere olduğum bebeğime baktım. Gözlerim anında gözyaşıyla dolmuştu. Hıçkırarak ağlama isteğimi bastıramıyordum. ''Evet.'' dedi doktor ekranda bir yeri işaret ederek. ''Bakın burada bir karartı var, minicik. Gördünüz mü?'' Görmüştüm, oradaydı. Bebeğimiz oradaydı. ''O kadar minik mi?'' dedi Deniz. Başımı ona çevirdim. Onun da benden bir farkı yoktu. Gözyaşları yanaklarını esir almıştı. ''Evet, o kadar minik. Gebelik kesesi de oluşmuş. Her şey yolunda görünüyor.'' ''Kalp atışlarını ne zaman duyabiliriz?'' dedim elimin tersiyle yanağımı silerken. ''En az altı haftalık olması lazım kalp atışlarını duymamız için.'' dedi, ultrason cihazını hala karnımda gezdirirken. ''O zaman daha iki haftamız var.'' dedi Deniz. ''Öyle görünüyor. İsterseniz iki hafta sonrası için bir randevu ayarlattırayım ben asistanıma. Uygun mu sizin için?'' ''Olur.'' dedik Deniz'le aynı anda. Doktor ultrason çıktısını alıp Deniz'e uzattığında onu izliyordum. Bebeğimizin ilk fotoğrafına dokundu, sağ yanağından bir gözyaşı süzülmüştü. ''Tamam o halde.'' dedi doktor, karnımdaki kremi sildi ve doğrulmama yardım etti. ''Ben sizin için randevu ayarlatacağım.'' ''Teşekkürler.'' dedim ve ayaklarımı sedyeden sarkıttım. Doktor ayaklandı ve masasına doğru yürüdü. ''Rica ederim, tekrardan tebrik ederim. Çok güzel bir haber bu.'' Deniz doktora ''Teşekkürler.'' dedikten sonra kalkmama yardım etti ve ultrason çıktısını bana verdi. Hiç durmayan yaşlarıma yenileri eklenirken doktor sanırım bizi yalnız bırakmak için odadan çıkmıştı. ''Bebeğimiz.'' dedi Deniz ve karnıma dokundu. ''Sevgilim içinde bebeğimiz var.'' ''Hı hı.'' dedim ve fotoğrafa dokundum. ''Bu çok güzel. Bir bebeğimiz olacak. Mucize gibi.'' Deniz'in elinin üzerine elimi koydum ve gözlerinin içine baktım. ''Bizi sakın bırakma olur mu? Üçümüz hiç ayrılmayalım.'' Deniz yüzümü ellerinin arasına alıp iki yanağımı da yumuşacık öptü. ''Karımı ve bebeğimi asla bırakmayacağım. Siz benim hayatta en sevdiğim iki şeysiniz. Uğrunuzda ölürüm ben sizin.'' Özgür'ün söyledikleri aklıma geldiğinde durdurulamaz bir şekilde ağlamaya başladım. Sanki ses tellerim kopmuştu ve hıçkırıklarım içimden dışıma taşıyordu. Deniz olmadan yaşayamazdım, Deniz de ben olmadan, bebeğimiz olmadan yaşayamazdı. Özgür'ün istediği şeyi yapamazdım. Onsuz yaşamam imkansızdı. Deniz'in olmadığı bir hayatta yaşamam imkansızdı. Bana sardığı elleri olmadan, boynumda gezen nefesi olmadan, bütün hayatımı neşelendiren gülüşü olmadan yaşayamazdım. Bebeğimi Deniz olmadan büyütecek değildim. Bunu Deniz'e de bebeğime de yapamazdım. ''Bi'tanem, neden bu kadar ağlıyorsun sen?'' dedi Deniz kollarını etrafıma sararak. Başımın üzerine bir sürü öpücük bırakmıştı. ''Bebeğimiz.'' dedim hıçkırarak. ''Bizim bebeğimiz olacak. Minicik, şimdi minicik ama büyüyecek. İkimizin bebeği.'' ''Evet güzelim.'' dedi kısık bir gülümsemeyle. Benim kadar olmasa da o da ağlıyordu, sesinden anlayabiliyordum. ''Aşık oldum, aşık olduğum kadın sayesinde de baba olacağım. Siz bana bahşedilmiş en mükemmel lütufsunuz.'' ''Sevgilim.'' dedim ve bebeğimizin fotoğrafını eteğimin cebine koydum. ''Aşkım.'' dedi yüzümü uzaklaştırıp alnımın tam ortasını öptü. ''İyi misin?'' ''Hamilelik duygusallığım tuttu.'' dedim gülümsemeye çalışarak. ''Hadi artık Melis'in yanına git. Seni yanında görmek ister o.'' Deniz belli belirsiz başını salladı, kapıya doğru yürüdük ve odadan çıktık. Deniz merdivenlere yöneldiğinde ben asansöre bindim ve Miray'ın olduğu katın düğmesine bastım. Yaklaşık yirmi beş saniye sonra inmiştim. Koridorda Uygar vardı ve beni görünce koşa koşa yanıma gelip bana sıkıca sarıldı. ''Adacım, güzel kardeşim benim.'' ''Selam Uygar.'' dedim ruhsuz bir sesle. ''Miray'ı almaya gelirken Deniz aradı. Melis ameliyat olacakmış.'' ''Evet. Kalbi almaya gittiler.'' dedim, Uygar sarılmamızı sonlandırıp kollarımdan tutarak bana dikkatlice baktı. ''Neyin var senin? Bugün çok mutlu olmamız gerekiyor.'' ''Mutluyum.'' dedim kısık bir sesle. ''Hayır, birkaç saat önce Deniz'e aldığın atı sormak için aradığında sesin bambaşkaydı. Bir şey olmuş. Deniz at aldın diye kızdı ve bu yüzden moralin mi bozuldu?'' Gülümsedim. ''Yok, sadece yorgunum Uygar. Gerçekten iyiyim. Bebeğimiz beni yoruyor.'' dedim cebimden ultrason fotoğrafını çıkartıp ona uzatırken. ''Bak, yeğeninin ilk fotoğrafı.'' Uygar fotoğrafı eline alıp küçük siyah karartıya dokundu. ''İnanamıyorum, Junior Aladağ'a bak. Çok minik. Çok harika bir şey bu Ada. Minik aslanım benim.'' ''Erkek olduğunu mu düşünüyorsun?'' dedim kaşlarımı kaldırıp. ''Evet, ilk andan beri. Neden erkek olamaz mı?'' ''Deniz kız istiyor, ben erkek olacağını düşünüyorum.'' dedim karnıma dokunup. ''Seninle aynı fikirdeyim yani.'' ''Yok yok, hem sizin hem benim kızım olursa biz nasıl dünür olacağız Ada?'' dedi şaşkın bir ifadeyle. Anlamayan bakışlarla baktım. ''İleride diyorum Adacım, benim kızı sizi oğlana vereyim diyorum. Akrabalık ilişkimiz olur böylece.'' ''Aman Uygar, sen de.'' dedim gülümseyerek. Özgür'le yaşadıklarımızdan sonra ilk kez gerçekten gülümseyebilmiştim. ''Sen çocuk için önce Miray'ı ikna et diyeceğim ama daha sevgili bile olamadınız.'' ''Bugün yemeğe çıkartacaktım onu. Ama Melis ameliyat olacak, yarına artık.'' dedi gülümseyip. Ardından fotoğrafı bana geri verdi. ''Neyse ben Miray'ın yanına gidiyorum. Savaş da orada.'' ''Evet, onların yanından geliyorum ben de. Şimdi Melis'in yanına gideceğim.'' Başımı salladım ve Uygar'a sarıldım. Bunu beklemediği için şaşırdığını anlamıştım. ''Ne oldu güzel kardeşim benim?'' ''Hamilelik duygusallığı.'' dedim içimi çekerek. ''Her şeye ağlayasım geliyor, sürekli sarılmak istiyorum.'' Saçlarımı okşayıp bana daha sıkı sarıldı. ''Tamam, her şey yolundaysa ve yeğenimin yarattığı duygusallık yüzünden ağlıyorsan sıkıntı yok. Ama başka bir şey varsa.'' ''Başka bir şey yok.'' dedim. Başka bir şey vardı. Bir sürü şey vardı. Nefesim kesilecek gibiydi. ''Millet hamileyken yiyecek falan aşeriyor, bizim deli kız sarılmak aşeriyor.'' dedi gülerek. Sarılmamızı sonlandırıp saçlarımı karıştırdı. Gülümsedim. ''Senin canın da dayak aşeriyor galiba. Ne yapayım yani sarılmak istiyorsam Uygar?'' ''Limitsiz sarılma hakkın var. Bana istediğin kadar sarılabilirsin.'' dedi göz kırparak. Kocaman sırıtıyordu. ''Sahi aşermek deyince, canın bir şey isterse bana söyle. Deniz yoğun şimdi, pek ilgilenemeyebilir.'' ''Olur abicim.'' dedim, bu ikinci olmuştu. Gözleri doldu ve saçlarımı tekrar karıştırdı. ''Neyse ben gidiyorum. Görüşürüz daha sonra.'' ''Görüşürüz kardeşim.'' dedi ve benim geldiğim yöne yürüdü. Ben de onun geldiği yöne yürüdüm ve nihayetinde Miray'ın odasına ulaştım. Savaş'la muhabbet ediyorlardı. ''Hoş geldin taze nişanlı.'' dedi Miray bana sarılıp. ''Nasılsın bakalım?'' ''İyiyim.'' dedim ve Miray'ın kollarından ayrılıp Savaş'ın karşısındaki koltuğa oturdum. ''Bir şey içer misin?'' ''Yok, teşekkür ederim.'' dedim ve sevincimi paylaşmak için bebeğimin fotoğrafını çıkarttım. ''Bakın burada ne var?'' dedim elimde sallayarak. Savaş anında elimden kaptı ve dikkatlice izledi. ''Bu benim yeğenim mi?'' dedi ışıl ışıl gözlerle. ''Dayısının bir tanesinin ilk fotoğrafı mı bu?'' ''Evet.'' dedim. ''Gelmişken doktora da gittim.'' ''Her şey yolunda mı peki?'' dedi Miray, Savaş fotoğrafı çoktan ona uzatmıştı. ''Evet Miraycım, iki hafta sonra kalp atışlarını duyacağız. İnanabiliyor musunuz? Minik bebeğimin kalp atışlarını duyacağım.'' Miray fotoğrafa baktı. "Mini minnacık Ada bu. Şuna bak. Tek lokmada yerim ben bunu. Oyy." Gülümsedim. "Ada." dedi Miray. Dikkatlice ona baktım. "Sen zaten güzeldin ama şimdi çok daha güzel oldun. Selay haklı galiba. Bu bebek erkek." Elimi karnıma koydum. Savaş beni izliyordu. "Miray'a katılıyorum. Zaten çok güzeldin ama mümkünmüş gibi daha da güzelleştin Ada. Ama cinsiyet konusunda bir fikrim yok." "Uygar erkek olacağını düşünüyor. Ben de onunla aynı fikirdeyim. Selay güzelleştiğimden yola çıkarak erkek diyor." dedim Miray'a dönüp. "Sen de öyle düşündüğüne göre erkek olacağını düşünenler olarak dört kişiyiz." "Deniz?" dedi Miray meraklı gözlerle. "Ne hissediyor bilmiyorum ama başından beri kız istiyor." Karnıma daha çok sarılıp boşta kalan elimle Miray'ın uzattığı fotoğrafı alıp bebeğimin olduğu kısmı öptüm. Seni çok seviyorum bebeğim. dedim içimden. "Bakalım, on altı haftalık olunca öğreneceğiz kız mı yoksa erkek mi." ''Sağ salim kucağımıza alalım da.'' dedi Savaş, mavi gözleri dolmuştu. Tıpkı benim gibi bugün olanları unutamayacağına emindim. ''Doğru.'' dedi Miray ve bana döndü. ''Melis için çok mutluyum. Sonunda iyi olacak.'' ''Ben de öyle.'' dedim. Boğazımdaki taş canımı yakıyordu. Sanki yıllardır oradaydı, yerini ezberlemiş gibi öylece duruyordu. Kanatıyordu. Sanki kan yutuyordum. İhtimaller ruhumu daraltıyordu. ''Miray.'' dedi Savaş konuyu dağıtmak istercesine. Toparlanamadığımı anlamıştı. ''Ben bir şey daha hatırladım geçmişle ilgili.'' Gözyaşlarımı dağıtıp ona merakla baktım. Bana bahsetmemişti. ''Nasıl?'' dedim gülümsemeye çalışıp. ''Bahsetmedin bana.'' ''Bahsedecektim.'' dedi, eğer bir kafeye gidebilseydik orada anlatacaktı. Gözlerinden anlamıştım. ''Melis'in ameliyatı gündeme gelince.'' Başımı salladım. ''Ne hatırladın?'' dedi Miray, ellerini birleştirdi ve masaya koydu. ''Mavi deniz kabuğunu Ada'ya verdiğim günü.'' Gözlerim ışıl ışıl parlarken gülümsedim. ''İlkbahar aylarıydı.'' dedi. ''Ada'yla deniz kenarına gitmiştik. Ben ona deniz kabuğu arıyordum. Sonra kocaman mavi bir deniz kabuğu buldum, bulduğum gibi de Ada'nın eline tutuşturdum.'' Onaylamamı istercesine yüzüme baktı. Ona istediğini verip başımla onayladığımda kocaman gülümsedi. ''Ben sürekli küçüklük fotoğraflarımıza bakıyorum hatırlamak için.'' ''İyi yapıyorsun.'' dedi Miray. ''Görseller hafızandaki şeyleri gün yüzüne çıkarmana yardımcı olur. Bir şeyi daha hatırlamana çok sevindim. Sana bir görev vermek istiyorum.'' ''Tabii.'' dedi Savaş gülerek. ''Geçmişe dair iki tane anını hatırladın ya, onları bir kağıda detaylıca yazmanı istiyorum. Yazdıkça hafızanda daha da netleşecektir. Hafızan bu durumda Ada'yı ve aileni kafanda daha çok betimleyecek. Sonrasında da hafızan, unuttuklarını hatırlaman için bir çabaya girecek.'' Savaş başını sallayarak onu onayladığında çalan telefonuma baktım. Gizli numaraydı. Çok tedirgin olmuştum ama açmak zorunda olduğumu hissettiğim bir aramaydı. Bekletmeden yanıtladım. ''Alo.'' dedim belli belirsiz bir sesle. ''Sakın benimle konuştuğunu belli etme.'' dedi, Özgür'ün sesiydi. Buz kesmiştim. ''Kalp onayı alındı. Bir saat içine Melis ameliyata alınır. Söylediklerimi hatırlayıp hatırlamadığını sormak için aradım.'' ''Hatırlıyorum.'' dedim, sesimi her ne kadar normal çıkartmaya çalışsam da titriyordu. ''Tekrar hatırlatmama gerek yok o zaman.'' ''Evet.'' dedim, midem bulanıyordu. ''Gerek yok. Öyle devam edelim.'' ''Ne oldu biri mi var yanında? O yüzden mi konuşamıyorsun benimle?'' ''Evet.'' ''Neyse, selamımı söylersin. Görüşürüz.'' dedi ve yüzüme kapattı. Ne yapacağımı bilemediğimden telefonu kulağımdan çekip ekrana baktım. ''Kimdi o Ada?'' ''Şey ya.'' dedim bir şeyler düşünürken. ''Gülşah aradı, davetiyeler için.'' ''Aa sahi hani bizim davetiyelerimiz Adacım?'' dedi Miray merakla. ''Melis ameliyat olsun da ben size getiririm.'' dedim ve ayaklandım. ''Ben biraz hava alacağım.'' ''Ada, seni durgun gördüm.'' dedi Miray merakla. ''Her şey yolunda mı?'' ''Hı hı. Aydın yolcuğunun yorgunluğunu atamadım da üstümden. Dinlenince geçer merak etmeyin.'' ''Sen öyle diyorsan.'' ''Endişe etme. Gerçekten iyiyim. Şimdi biraz hava almak istiyorum. Başım ağrıyor.'' ''Tamam, eşlik etmemi ister misin?'' dedi Savaş. ''Biraz yalnız kalmak istiyorum. Hastanenin terasına çıkacağım. Yani buralardayım.'' ''Tamam güzelim.'' dedi Savaş, kapıyı açtım ve odadan çıktım. Birkaç dakika sonra terasa çıkmış, gökyüzünü izliyordum. Bebeğimin fotoğrafını aldım ve uzun uzun izledim. Göğsümden derin ve büyük bir hıçkırık kopmuştu. Yanaklarım, sanki yüzümü yeni yıkamışçasına sırılsıklam olmuştu. Bir yandan karnıma dokunuyor bir yandan elimde tuttuğum minik fotoğrafa bakıyordum. Ben kaybedemezdim. Bebeğimi, Deniz'i, Savaş'ı, Melis'i kaybedemezdim. Özgür'ün dediğini yapmayacaktım. Ölsem yapmayacaktım. Terasın duvarına doğru ilerleyip fotoğrafı tekrardan cebime atarak ellerimi balkonun duvarına dayadım ve göğe baktım. Bulutlar simsiyahtı, yağmur yağacaktı. Gökyüzünün bir anda beyaza bürünüp tekrar eski rengine dönmesiyle gözlerimi kapadım. Bu şiddetli bir gök gürültüsünün habercisiydi. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Gök kulaklarımızı delmek istercesine gürlemişti. ''BU YÜK BANA ÇOK AĞIR GELDİ.'' dedim son sesimle. ''SESİM DUYULUYOR MU? BU YÜK BANA ÇOK AĞIR GELDİ.'' Birkaç dakika sonra yağmur damlaları yüzüme düştüğünde bunun bana bir yanıt olduğunu düşündüm ve gülümsedim. Sesim duyuluyordu. Bir yerlere sesim ulaşıyordu. Çaresiz hissetmemeliydim. Her şey yoluna girecekti. Biliyordum. Bu bir işaretti. Başımı indirip aşağı baktım, zemin sanki altımda kayıyordu. Duvardan uzaklaşıp yağan yağmura aldırmadan terasta birkaç dakika oyalandım, daha iyi hissediyordum. Derin bir nefes alıp gözyaşlarımı sildim ve aşağı inip Melis'in odasına gittim. Sadece Deniz ve Eren vardı. ''Ben geldim yine.'' dedim ve Deniz'in kolunun altındaki yerimi aldım. ''Bir haber var mı?'' ''Evet.'' dedi Eren neşeyle. ''Yirmi dakika sonra ameliyata alınacak ablam.'' ''Çok az kaldıııı.'' dedim heyecanla. ''Eveeeeeet.'' dedi Melis neşeli sesiyle. ''Çok heyecanlıyım.'' Elimi uzatıp bacağını sevdim. ''Ada, ultrasona girmişsiniz. Yeğenimin fotoğrafını görmek istiyorum.'' ''Abinizin ağzında da bakla ıslanmıyor maşallah.'' dedim Deniz'e bakıp gülümseyerek. Ardından cebimden fotoğrafı çıkartıp Melis'e uzattım. ''Halasının cimcimesine bakın.'' dedi parmağının ucuyla minik karartıyı severken. ''Hadi doğsun artık, bir an önce kucağıma alıp sevmek istiyorum.'' ''Ya ben de bakacağım.'' dedi Eren ve Melis'in yanına uzanıp fotoğrafı aldı. ''Ee minicik bu.'' dedi Eren. ''Fazla minik.'' Deniz kahkaha attı. ''Büyüyecek Erencim, hep öyle kalmayacak ki.'' ''İnanılmaz bir duygu, amca oluyorum.'' dedi Eren, yüzünde şapşal bir ifade vardı. ''Ablam cimcime dedi ama bence erkek olacak.'' ''Sen de mi Eren?'' dedi Deniz memnun olmadığını belli ettiği sesiyle. ''Ne oldu ki?'' ''Şimdi Erencim şöyle.'' dedim araya girerek. ''Abin kızımız olmasını istiyor. Erkek olduğunu hissedenlere garezi var.'' Melis de Eren de gülerken devam ettim. ''Ben erkek hissediyorum, Selay, Miray ve Uygar da erkek hissediyor. Ve şimdi Eren sen de erkek olduğunu düşündüğünü söyledin. Sayımız arttıkça abiniz sinirleniyor.'' dedim ve Deniz'e daha sıkı sarıldım. ''Yani şimdi sadece ben ve Melis mi kız hissediyoruz?'' dedi Deniz mutsuz bir sesle. ''Evet.'' dedim ve Eren'in uzattığı fotoğrafı aldım. ''Ada, fotoğraf albümü yapmaya başlasana Toprak için. İlk sayfaya bu fotoğrafı koyarsın. Çok güzel olmaz mı?'' dedi Melis. ''Neden olmasın? Beraber yaparız hatta.'' ''Çok heyecanlıyım. Ona şimdiden hediyeler almak istiyorum.'' ''Sen şimdi gidip pembeli oyuncak bebekler alırsın.'' dedi Eren. ''Ya ne alacaktım? Oyuncak araba, kamyon, tır mı alacaktım?'' ''Çocuklar.'' diye araya girdi Deniz. ''Ada'yı paylaşamadığınız yetmiyormuş gibi şimdi çocuğumu da mı paylaşamıyorsunuz? Hem de daha şimdiden. Doğunca ne yapacaksınız bilmem.'' Eren ve Melis birbirine bakıp kahkaha attığında kapı açılmıştı. Gelen Bülent Bey'di. Arkasından Canan Hanım ve Fatih Bey de girmişti. ''Evet, Melis'imizi almaya geldim.'' dedi Bülent Bey. Melis büyük bir nefes aldı. ''Kalbin yolda Melis, seni ameliyathaneye alabiliriz.'' ''Amca çok heyecanlıyım.'' dedi Melis, gerçekten de içi içine sığmıyordu. Bülent Bey Melis'in başucuna gidip saçlarını geriye doğru sevdi. ''Güzel kızım benim.'' dedi sevgi dolu bir sesle. ''Amca ameliyat hakkında biraz bilgi verir misin?'' dedi Eren. ''Ne zaman çıkacak ablam? Ameliyattan hemen sonra uyandıracak mısınız?'' ''Yaklaşık altı saat sürecek bir ameliyata gireceğiz. Uyanma odasında da en fazla on beş dakika geçirsek, maksimum altı buçuk saate ablan yine bu odada olacak.'' ''Abla.'' dedi Eren Melis'i öpüp. ''Duydun mu? En fazla altı buçuk saat sonra yine burada olacaksın.'' ''Duydum.'' dedi Melis ve Eren'e kocaman sarılıp siyah saçlarını öpücüklere boğdu. ''Eren seni çok seviyorum. Dünyanın en tatlı erkek kardeşisin sen.'' ''Melis'im.'' dedi Eren. ''Balım. Dünyanın en tatlı, en bal ablası.'' Titreyen sesine rağmen çok mutluydu. Ablası artık iyi olacaktı. İyi olacaktı ama Eren ablasına bebeği gibi bakmaya devam edecekti. Eren Melis'in kollarından ayrıldığında hepimiz Melis'i kocaman kucakladık, en son Deniz kalmıştı. Melis gözyaşıyla dolmuş gözleriyle ve sırılsıklam olmuş yanaklarıyla Deniz'e bakıyor, Deniz ise kollarını göğsünde birleştirmiş, Melis'i izliyordu. Yavaş yavaş yatağa ilerledi ve yanına oturup yüzünü ellerinin arasına alarak alnını öptü. ''Prensesim.'' dedi titreyen sesinle. ''Güzeller güzeli meleğim.'' ''Abi.'' dedi Melis, hıçkırıklara boğulmadan önce Deniz'in onu sakinleştirmesi gerekiyordu. ''Seni çok seviyorum. Sen benim biricik kardeşimsin. Biliyorsun değil mi?'' ''Hı hı.'' ''Ameliyattan çıktığında ne istiyorsun? Söyle bana. Yapmamı istediğin bir şey var mı?'' ''Hmm, dondurma istiyorum.'' dedi Melis gülerek. ''Tamam, vişneli dondurmanla birlikte bekleyeceğim seni.'' ''Ayaklanınca bana araba kullanmayı öğreteceksin. Unutmadın değil mi? Söz vermiştin.'' ''Ben ne zaman verdiğim sözü unuttum fıstığım? Sana araba kullanmayı öğreteceğim. Sonra seni ehliyet kursuna yazdıracağım. Hmm başka ne vardı? Birlikte uçağa bineceğiz.'' ''Abi çok korkuyorum.'' ''Sshh korkmak yok. Ters bir şey olmayacak. Seni burada bekleyeceğiz. Bunu biliyorsun değil mi benim güzel meleğim?'' ''Biliyorum. Seni çok fena seviyorum abi.'' ''Ben de seni çok fena seviyorum.'' dedi Deniz ve Melis'e sımsıkı sarıldı. Bir yandan saçlarını okşuyor, bir yandan da öpüyordu. Bir süre sarılı kaldıklarında hepimiz gözyaşlarına boğulmuştuk. ''Tamam, şimdi gitme vakti. Bu kadar duygusallık yeter.'' dedi Bülent Bey ve Melis'in yanına gitti. Kapının yanında bekleyen hemşireler ameliyathane sedyesini içeriye soktu ve Melis sadece birkaç dakika içinde odadan ayrıldı. Herkes onunla beraber gitmişti ama Deniz odada kalmıştı. Onu yalnız bırakmamıştım çünkü üzgün görünüyordu. Niye ağladığını anlayamıyordum. ''Sevgilim.'' Bir bacağının üzerine oturup başını göğsüme bastırarak saçlarını öptüm. ''İyi misin?'' dedim sadece onun duyabileceği bir sesle. Hızlıca başını yukarı kaldırdı ve gözyaşlarıyla dolmuş yüzüyle yüzüme bakıp kollarını karnıma sardı. Neredeyse bir çocuk gibi ağlıyordu. Ellerimi saçlarında gezdirdim. ''Korkuyorum.'' dedi titreyen sesiyle. ''Masada kalmasından çok korkuyorum.'' ''Ağlama, geçecek sana söz veriyorum. O iyileşecek.'' Başını gövdemden ayırıp yüzünü ellerimin arasına aldım. ''Korkmak yok. Altı buçuk saat sonra yine burada olacak. Her şey yolunda gidecek, güven bana. Tamam mı?'' ''Yıllardır bugünü bekliyorum ben.'' ''Biliyorum. Bak sonunda oldu işte. Melis sağlığına kavuşacak.'' ''O kadar hayali var ki. Hepsinin gerçekleşmesini istiyorum. Ya hayallerini gerçekleştiremeden-'' ''Sshh Deniz hayır. Öyle bir şey olmayacak. Topla kendini ne olur.'' ''Deniz.'' dedi Uygar, odaya heyecanla girmişti. ''Neden gelmedin ameliyathaneye kadar?'' ''Eğer ona bir şey olursa son görüşüm orada olmasın istedim.'' dedi Deniz. Kaşlarımı çatıp baktım. ''Saçmalama Deniz. Bak Melis saatler sonra yine burada olacak. Bu odada, bizimle birlikte.'' ''Korkuyorum Uygar.'' ''Korkacak bir şey yok Deniz. Bu hastanede ülkenin en iyileri çalışıyor. Amcan mükemmel bir hekim. Sağ salim çıkacak Melis ameliyattan. Aksini düşünme, bizi de korkutuyorsun.'' Deniz umarsızca başını salladı. ''Dondurma istedi.'' ''Tamam, ben çıkmasına yakın alırım ona vişneli dondurmasını. Sen de topla kendini. Hadi.'' dedi, Deniz'in kucağından kalktım ve çekmeceye ilerledim. Saatler sürecek bir ameliyat vardı, vakti öldürebilmek için kumandaya uzandım. Televizyonu açtığımda bizi bir haber kanalı karşıladı. Ekranda Özgür vardı. Artık şaşırmıyordum. Alışmıştım. ''Açsana sesini Ada.'' dedi Uygar. Dediğini yaptım. ''Özgür Karahan'ın İstanbul'da olduğuna dair söylentiler hızla yayılmakta. En son babasıyla birlikte Mersin'de arandığını bildiğimiz Özgür Karahan'ın İstanbul'da olduğu söyleniyor. Olayın savcısı İlker Bey'in de Mersin'de olduğunu hatırlatmakta fayda var. Savcı İlker Arman bu iddialara yanıt vermedi ancak elde ettiğimiz görüntüler iddiaları güçlendirmeye yetiyor. İşte o görüntüleri şimdi sizlere iletiyoruz.'' Spiker ekrandan kaybolmuştu, bir görüntü vardı. Bir mekana ait güvenlik kamerası görüntüsüydü. Ekranın sağ üst köşesinde Kumburgaz yazıyordu. Özkan Güler'in mekanın olduğu mahalleydi. Biri yürüyordu. Sarışın, uzun boyluydu. Şapkası ve gözlüğü vardı ama buna rağmen tanımak zor değildi. Özgür'dü. Beyaz teni, kirli sakalları, yürüyüşü. Gülümsedim. Gülümsedim çünkü istemeden kendini açık etmişti. Benim ihbar etmeme gerek kalmadan İlker savcı onun İstanbul'da olduğunu öğrenecekti. Görüntüleri onun da izlediğine emindim. Buraya gelecekti ve Özgür'ü yakalayacaktı. Hatta belki de yoldaydı. Bitecekti, her şey sona erecekti. Melis ameliyattaydı, iyi olacaktı. Savaş'a ve bebeğime zarar veremeden yakalanacaktı. Buna inanıyordum. Buna inanmak istiyordum. ''Oha.'' dedi Uygar. ''Özgür bu. Deniz gördün mü? İstanbul'da mı bu orospu çocuğu?'' Deniz tek eliyle yüzünü ovuşturdu ve birkaç saniye sonra ekrana baktı. ''Bu kansız piç yine burnumuzun dibine girdi yani öyle mi?'' dedi telefonunu çıkartıp. ''Kimi arayacaksın?'' ''Savcıyı arayacağım.'' dedi Deniz. Birkaç saniye sonra İlker savcının sesi odayı doldurdu. ''Savcım, nasılsınız?'' ''İyiyim Deniz. Haberleri gördün mü?'' ''Evet, onun için aradım ben de. O piç kurusu İstanbul'da mı?'' ''Görüntüleri izledim. Videodaki kişinin eşkali Özgür'ün fotoğrafıyla çok benziyor. Kumburgaz bölgesine bütün emniyet ekiplerini yönlendirdim. Yani bu gece bitmeden onu yakalayacaklar.'' ''Kaçmayı başardıysa?'' ''İmkansız. Siz neredesiniz? Güvende olduğunuzu bilmeliyim. Olduğunuz yere polis ekibi gönderteceğim. Bu herifin ne yapacağı belli olmaz.'' ''Bizim hastanedeyiz. Herkes burada.'' ''Güzel, oraya bir ekip yönlendiriyorum o zaman.'' ''Savcım.'' diye araya girdim. ''Merhaba.'' ''Merhaba Ada.'' ''Arnavutköy'de arkadaşlarım var. Selay ve Can. Onlar için de ekip gönderir misiniz? Onlara da zarar vermek isteyebilir.'' ''Tamam, numarama konum atarsın. Ortalık sakinleşene kadar olduğunuz yerlerden ayrılmayın.'' ''Teşekkür ederiz savcım.'' dedi Deniz. ''Siz orada mı kalacaksınız?'' ''Evet, Özgür orada ama Melih'in burada olduğuna dair kanıtlar var. Bir otelde ona ait bir saat bulduk.'' Deniz derin bir nefes aldı. ''Savcım, dikkat edin.'' ''Ederim Deniz. Şimdi kapatmam gerek. Size güzel haberlerle dönmeyi umuyorum.'' ''Umarım.'' dedi Deniz ve telefon kapandı. Sevinçle Deniz'in yanına koştum ve tekrar kucağına oturup ona sımsıkı sarıldım. ''Sevgilim, bitiyor. Bak sona eriyor.'' Deniz ellerini sırtımda gezdirirken yanağımdan yaşlar süzülüyordu. Ama bu seferki yaşlar mutluluk gözyaşıydı. Umduğum gibi gidiyordu. Kimse zarar görmeden bu olanları atlatacaktık. ''Bitiyor.'' dedi fısıltıyla. Deniz'in kucağından kalktım ve Uygar'la sarılmasına müsaade ettim. ''Kardeşim.'' dedi Uygar. ''Deniz Biz kazanacağız. demiyor muydum ben sana? Bak, şu olanlara bak. Özgür yakalanmak üzere. Bugün harika bir gün. Melis'imiz iyileşecek. Özgür denen pezevengin evladı enselenecek.'' Deniz sessizce başını salladığında çenesi hafif hafif Uygar'ın omzuna çarptı. Gözleri gözlerimdeydi. ''İyi ki varsın Uygar.'' dedi sessizce. Bugün saatler sonra ilk kez nefes aldığımı hissettim. İçimde Deniz'e her şeyi anlatabilecek olmanın huzuru vardı. Özgür yakalanacaktı ve bunu benden bilmeyecekti. Özgür yakalanacaktı ve biz artık güvende olacaktık. *** Hareketli bir beş saat geçirmiştik. Gözümüz sürekli televizyondaydı. Kumburgaz polis kaynıyordu, çevredeki herkes ifadeye alınmış, bütün güvenlik kayıtlarına el konulmuş, civardaki her eve girilmiş, otellere ve pansiyonlara da baskın yapılmıştı. Bir gelişme olmasını umut ederek odada volta atıyordum. "Ada, otur artık." dedi Savaş. Melis'i beklerken dinlenebileceğimiz bir oda ayarlanmıştı bize. Beş saattir bu odada olan biteni konuşmuş, bundan sonra ne yapacağımızı düşünmüştük. "Sabahtan beri oradan oraya yürüyorsun. Hiç mi yorulmadın? Başın dönecek. Zaten hiçbir şey yemedin." "Bir şey istemiyorum Savaş. Midem bulanıyor. Şu orospu çocuğu yakalanana kadar bir şey yiyebileceğimi zannetmiyorum." dedim çenemin ucuyla ekrandaki Özgür'ün fotoğrafını göstererek. "Sakin ol Ada yalvarıyorum sana. Gerilme artık. Bak az kaldı. Savcı ne demişti size. Bu gece yakalanacak demedi mi?" "Dedi. Evet ama yine de çok gerginim Savaş." dedim baş parmağımın tırnağını ısırarak. "Deniz'e anlatmam lazım. Ama Melis hala ameliyattan çıkmadı. Ya Melis çıkmadan Özgür yakalanırsa ve ben Deniz'e anlatamadan Özgür savcıya anlatırsa bugün olanları? Savcı hiç beklemeden Deniz'e anlatır. Savcıdan değil benden öğrenmeli." "Ada çok fazla düşünüyorsun." dedi Savaş ve beni olduğum yere oturttu. "Sakin ol. Bebeğe bir şey olacak." İçli bir nefes alıp elimi karnıma koydum. "Elimde değil. Melis çıksa bir şu ameliyattan, her şeyi anlatacağım da işte." "Tamam, az kaldı. Hadi gel Denizlerin yanına gidelim. Belki bir gelişme vardır." Başımla onayladım ve Savaş'la birlikte ameliyathane katına gittim. Herkes merakla bekliyordu. Canan Hanım, Fatih Bey, Deniz, Eren, Uygar, Miray. Deniz tıpkı benim gibi bir oraya bir buraya yürüyordu. Uygar Miray'la yan yana oturmuştu ve telefonuna gömülmüştü. Muhtemelen haberlere bakıyordu. Ameliyatın son saatine girmiştik. Bu vakte kadar kimse çıkıp bir açıklama yapmamıştı. Bekledikçe endişemiz de artıyordu ama kötü bir durum olsa çoktan haber verirlerdi. Sonuçta kara haber tez duyulurdu. "Sevgilim." dedi Deniz beni görünce. Hızla yanıma geldi ve sıkıca sarıldı. "Gelişme var mı?" "Yok sevgilim." dedim. "Peki ya Melis?" "Melis'ten de bir haber yok. Bekliyoruz." Başımı salladım. Savaş konuşmamızı bölmüştü. "Deniz, Ada hala yemek yemedi." dedi beni şikayet ederek. Deniz anında sarılmamızı sonlandırdı ve kızgın bir ifadeyle yüzüme baktı. "Ada kendini düşünmüyorsun, bebeğimizi de mi düşünmüyorsun? Sabahtan beri aç mı duruyorsun sen?" "Valla ben çok söyledim ama yemedi." dedi Savaş. Uzanıp koluna hafifçe vurdum. "Ya Savaş sussana." "Susmayacağım. Yemek yemen gerek artık. Düşüp bayılacaksın." "Savaş haklı Ada. Kantine in ve bir şeyler ye hemen hadi. Rica değil, direkt emir bu." "Midem bulanıyor, yemek istemiyorum Deniz." "Sevgilim." dedi yüzümü tekrar ellerinin arasına alıp. "Aklım zaten Melis'te. Sana odaklanamıyorum. Lütfen bu süre içerisinde Savaş'ın sözünü dinle. Hadi aşağı. Marş marş." "Deniz ama." "İtiraz istemiyorum. Hadi güzelim." dedi alnımı öpüp. Kabullenip arkama dönecektim ki ameliyathane kapısı açıldı. Hepimiz merakla kapıya bakarken Bülent Bey hızlı adımlarla dışarıya çıktı ve maskesini indirip koşa koşa Fatih Bey'e sarıldı. Ağlıyordu. Ağlıyordu ama aynı zamanda yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. "Fatih." dedi büyük bir mutlulukla. "Şükür Melis'imiz çok iyi. Ameliyat çok iyi geçti." Herkes sevinç çığlığıyla birbirine sarılırken Deniz'in sarıldığı kişi de ben olmuştum. "Melis." dedi titreyen sesiyle. "Melis'im. Ada Melis. Oh şükür, inanamıyorum. Çok şükür. Duydun mu?" "Duydum. Duydum sevgilim." dedim. "Şükür. Geçti. Geçti bak." Deniz hıçkırıklara boğulduğunda ellerimi yanaklarına koydum ve gözyaşlarını sildim. "Tamam, ağlamak yok. Her şey yolunda bak." dedim ve onu sakince hemen arkasındaki sandalyeye oturtup diğer herkesle kucaklaştım. Koridorda bayram havası vardı. Herkes sevinç gözyaşlarına boğulmuştu. En son Uygar'a sarıldığımda Eren de Deniz'e sarılmıştı. Yıllardır süren endişeleri bitmişti. Deniz'in bir tanecik kardeşi iyi olacaktı. Eren'in bal ablası artık istediği her şeyi yapabilecekti. "Ne zaman alacaksınız odaya amca?" dedi Deniz. "Hemen ayılacak mı?" "Bir yarım saate uyandıracağız. Ama kalabalık olmayın odada. Sadece bir kişi olsun şimdilik. Melis'in yorulmasını istemiyorum." "Sen ne dersen o." dedi Fatih Bey. "Güzel kızım iyi olsun da. Sonra da görsem olur." "Baba, anne." dedi Deniz. "Odada ben bekleyebilir miyim onu?" Herkes Deniz'e bakmıştı. Hepsinin Melis'i görmek istediğini biliyordum ama ilk sırayı Deniz'e vereceklerini de biliyordum. Beni yanıltmamışlardı. "Tabii oğlum. Biz daha sonra da görürüz." "Tamam, o zaman ben de vişneli dondurma almaya gidiyorum." dedi Uygar. Deniz kolunu Uygar'ın omzuna attı, güle oynaya koridorda uzaklaştıklarında Savaş da benim koluma girdi ve beni asansöre yürüttü. "Yemek yemen gerektiğini unuttum sanma. Yürü bakalım Ada Hanım. Sana yemek yedireceğim. Melis'i görene kadar vakit geçer hem." Sessizce başımı salladım. Birkaç dakika sonra Savaş ve benim için ayrılan odadaydım. Savaş benim için kantinden tost almaya gitmişti, ben de beklemeden televizyonu açtım ve son gelişmeleri izledim. Ekranda hala aynı video görüntüsü vardı. Hiç gelişme yok diyerek odada volta atarken video kaydı bir anda durdu ve bir muhabirin sesi duyuldu. Hemen ekrana baktım. Adliye önünden canlı yayına geçilmişti. Birazdan bir açıklama yapılacağı yazıyordu. İlker savcıyı aradım. Beni bekletmeden açmıştı. "Savcım merhaba. Haberlerde sıcak gelişme diye bir alt yazı geçtiler. Bir gelişme mi var?" "Merhaba Ada. Evet. Birazdan açıklama yapacak oradaki yetkililer." "Savcım size çok önemli bir şey söylemem gerek." "Dinliyorum Ada." "Yaptığım suç mu bilmiyorum. Bir şey gizlemek zorunda kaldım ben." "Nedir o?" "Bugün Özgür benim karşıma çıktı." dedim titreyen bir sesle. Gözlerimi sımsıkı kapatmış, çenemi sıkmıştım. "Nasıl yani Ada? Ne zaman? Bunu nasıl bizimle paylaşmazsın? Dibine kadar gelmiş, yakalama şansımız vardı ve elinden kaçırdın mı yani?" "Beni tehdit etti." dedim iki gözümden birden akan yaşları silerek. "Savaş'ı öldürmekle tehdit etti. Bebeğimi öldürmekle tehdit etti. Söyleyemezdim. Bu zamana kadar beklemek zorundaydım." "Hiçbir şey anlamıyorum Ada. Neden beklemek zorundaydın?" Derin bir nefes aldım. "Melis'e kalp bulmuş. Yani Melis şu an ameliyatta." "Melis'e bulduğu kalp karşılığında senden ne istedi?" "Deniz'den ayrılmamı istedi. Eğer ayrılmazsam Melis'e bulduğu kalbi yok edeceğini, Savaş'ı ve bebeğimi öldüreceğini söyledi. Melis ameliyat olana kadar beklemek zorundaydım. Özgür onun dediğini yapacağıma ikna olmalıydı. Melis ameliyat olana kadar ve herkes güvende olana kadar Özgür'ü oyalamak zorundaydım. Şimdi Melis iyi. Herkes güvende. Kimseye bir şey yapamaz. Çünkü yakalanması an meselesi." Savcı derin bir nefes aldı. "Hayır Ada, görüntülerdeki kişi Özgür değil." dedi bir anda. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. "Nerede çıktı Özgür karşına? Ekipleri oraya yönlendireceğim. Bana yardımcı olman gerek. Bekleyecek vaktimiz yok." Sert bir küfür savurup parmaklarımı saçlarımdan geçirdim. "Anadolu Kavağı yakınlarıydı." dedim olduğum yere çöküp. "Ama nasıl olur? Yani oydu. Videodaki oydu." "Görüntüdeki kişi yakalandı. Sadece ona çok benzeyen biri Ada. Ben şimdi kapatıyorum. Bir şey olursa beni tekrar ara." Savcı telefonu kapattığında yüzümü ellerimle kapattım. Yine başa dönmüştük. "Orospu çocuğu oyun oynuyor." dedim, telefonum çalmıştı. Yine gizli numara arıyordu. "Ne var?" dedim sinirle. "Ne diye arayıp duruyorsun?" "SEN CANINA MI SUSADIN?" diye bağırdı. O kadar çok bağırmıştı ki onu bu odada kulağımın hemen yanında hissetmiştim. "GERİZEKALI APTAL. SEN BANA OYUN MU OYNUYORSUN?" "Ne oyunundan bahsediyorsun sen?" dedim dişlerimin arasından. "Dediğini yapacağım demedim mi?" "Aptal aptal aptal. Bunu yapacağını biliyordum. Az önce savcıyla konuştun. Neler konuştuğunu a'dan z'ye biliyorum. Ben sana kimseye bir şey anlatmayacaksın demedim mi? Bülbül gibi savcıya her şeyi anlattın." "Sen." dedim kekeleyerek. "Sen nereden?" "Üzerine ses kayıt cihazı yapıştırmıştım. Seni küçük sürtük. Bunu yapacağını biliyordum. Sana güvenmekle hata ettim. Şimdi herkesin ölümünü izlemeye hazır ol." "Hayır, hayır Özgür." "Ne hayırı amına koyayım. Seni denemek için bana benzeyen birini buldum. Bakalım yakalandığımı zannettiğinde nasıl bir adım atacaksın diye seni denedim. Anlaşmamıza sadık kalıp susacak mıydın yoksa yakalanacağımı zannettiğin için her şeyi anlatacak mıydın. Beni şaşırtmadın. Tam da senden beklediğim şeyi yaptın, her şeyi anlattın. Şimdi olacaklardan ben sorumlu değilim." "Hiçbir şey yapamazsın. Her yerde aranıyorsun. Herkes güvende. Kimseye bir şey yapamazsın." "Bu kadar aptal olmana Deniz nasıl katlanıyor çok merak ediyorum. Bekle ve gör Ada. Olacaklardan ben sorumlu değilim. O kadar acı çekeceksin ki bu zamana kadar yaşadıkların hafif kalacak. Kendini buna hazırlasan iyi edersin." "Bunu yapamayacaksın." dediğimde çoktan yüzüme kapatmıştı. |
0% |