Yeni Üyelik
55.
Bölüm

55. Bölüm

@_kubraakyol

Merhaba herkese. Sağlık sorunlarım sebebiyle burayı epey ihmal ettim ve bölümü hızlı bir şekilde yazıp düzenleyemedim. Biraz vaktimi alsa da nihayet bugün yayınlıyorum. Diğer bölüm için yakın bir zamana söz veremiyorum maalesef. Çünkü az önce de belirttiğim gibi ufak tefek sağlık sorunlarım var ve yazacak olduğum bölüm baya bir karışık olacak. Yazması düzenlemesi biraz uzun sürebilir şimdiden özür dilerim sizlerden. Neyse çok uzatmadan sizi Ada ve Deniz'le baş başa bırakıyorum. Sevgiler ve öpücükler <3

Korkuyla yerimden kalkıp banyoya koşarak soyundum. Üzerimdeki kıyafetleri silkeleyerek ses kayıt cihazını düşürmeyi umuyordum ama yere hiçbir şey düşmemişti. Bağırarak küfretmek istiyordum ama Özgür'ün duymaması gerekiyordu. Hoş bu saatten sonra duysa da fark etmezdi çünkü elindeki bombanın pimini çoktan çekmişti. Bundan sonra kimseye bir şey anlatmasam bile yapacağını yapacaktı. Nerede bu siktiğimin şeyi? dedim içimden. Nereme soktun lanet cihazı? Eşyaları ters yüz edip bulmaya çalışıyordum ama yoktu. Düşündüm. Yapıştırdım. demişti. Kıyafetlerde değil de bedenimde olabilir miydi? Aynanın karşısına geçip vücuduma baktım, Bir şey yoktu. Sikeceğim. dedim saçlarımı karıştırırken. Nerede bu? Elim istemsizce küpemi çektiği kulağıma gitti. Parmaklarımla kafa derimi yokladım, kulağımın arkasından saçlarımın içine doğru ilerledim. İşte, kafa derimin üstünde, saçlarımın içinde bir şey vardı. Aynaya dönüp nerede olduğuna ve nasıl çıkarabileceğime baktım. Saç tellerim ve kayıt cihazı birbirine girmişti. Offff.

Ecza dolabından makas alıp hiç düşünmeden kayıt cihazının yapıştığı saçlarımı kökünden kestim ve elimde tuttuğum saçlarla birlikte ses kayıt cihazını bir peçeteye sardım. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Özgür'ün daha fazla dinlememesi için cihazdan kurtulmam gerekiyordu. Ama bu bir delil olduğu için İlker savcıya vermem gerekiyordu. Saklamalıydım.

Peçeteyi ecza dolabına koyup kapağını kapattım. Artık bizi dinlemesi imkansızdı. Apar topar üzerimi giyinip banyodan çıktım. ''Evet, işte geldim.'' dedi Savaş elinde tepsiyle içeriye girdiğinde. ''Şimdi afiyetle bu tostu yiyorsun ve üstüne sıcacık çayını içiyorsun.'' Ona bomboş ve muhtemelen kıpkırmızı olan gözlerimle baktım. Endişeyle dudaklarını araladığında kolundan tutup onu tepsiyle beraber odadan çıkarttım ve kapıyı kapattım. ''Ne oluyor Ada?'' dedi merakla.

''Anlatacağım, gel.''

''Tamam, endişelenmeye başladım. Ve ciddiyim. Neler oluyor?''

''Gel şöyle.'' dedim ve onu koridordaki sandalyelerden birine oturtup derin bir nefes aldım. Elindeki tepsiyi yanına bırakarak ellerimi avuç içlerine aldı. ''Savaş.'' dedim titreyen bir sesle. ''Nereden başlayacağımı bilmiyorum.''

''Senin tansiyonunu ölçmekten başlayabiliriz. Sapsarı olmuşsun. Neler oluyor?'' dedi Savaş endişeyle.

Onun da üzerinde ses kayıt cihazı olmasından şüphelendiğim için konuşmak yerine telefonumu çıkartıp ona mesaj attım. ''Savaş, Özgür saçlarımın arasına ses kayıt cihazı yapıştırmış. Saatlerdir ne konuştuysak hepsini dinlemiş, her şeyi biliyor. Melis'in ameliyat olmasını beklediğimi, ameliyattan sonra her şeyi savcıya anlatacağımı. Her şeyi.''

Savaş kocaman olmuş gözlerle baktı ve saçlarının arasından parmaklarını geçirip telefonumu aldı. Bir şeyler yazıyordu. ''Ben odada üstümü arayayım.'' yazmıştı. Saniyeler sonra da kalktı ve hızlıca odaya girdi. Beş dakika sonra yanıma geldiğinde meraklı gözlerle onu izledim. ''Benim üzerimden bir şey çıkmadı.'' dedi yanıma tekrar oturup. ''En başından anlat Ada, nasıl fark ettin ses kayıt cihazını? Ve şimdi nerede bu cihaz?''

''Sakladım, savcı gelince ona vereceğim... Az önce seni beklerken savcıyı aradım. Her şeyi anlattım. Çünkü artık tehlikede değildik. Özgür Kumburgaz'da görülmüştü ve yakalanması an meselesiydi. O yüzden tehdit edildiğimi söylemekte bir sakınca görmedim.''

''Evet?''

Bıkkınlıkla arkama yaslandım ve boş bir nefes aldım. ''Görüntülerdeki o değilmiş Savaş. İlker savcı söyledi. Yakalamışlar görüntüdeki kişiyi. Özgür değilmiş.''

''Ha siktir Ada. Sen ne diyorsun?''

''Savcıyla konuşmamız bittikten sonra Özgür aradı. Her şeyi biliyorum, dinledim sizi dedi. Beni denemek için birini bulmuş. Onu ele verecek miyim diye beni denemek için kendine benzeyen birini bulmuş Savaş. Tuzakmış hepsi. Her şeyi savcıya anlattığım için şimdi söylediği her şeyi yapacağını söylüyor.'' dedim ve ellerimi yüzüme kapattım. ''Ne yapacağım ben şimdi? Göz göre göre birilerine zarar vermesini izleyemem ben.''

''Savcıya Özgür'ü nerede gördüğümüzü söyledin mi?''

''Söyledim, ekip yönlendirdi.''

''Korkma o zaman. Korkma yalvarırım. Bak Melis ameliyat oldu, durumu çok iyi. Hepimiz güvendeyiz. Kimseye bir şey olmayacak. Güven bana.'' dedi Savaş, beni inandırmak istiyordu. Benim ise şu an inandığım tek şey hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağıydı. Özgür'ün aramasını diledim. Ona ağız dolusu küfürler etmek ve kimseye bir zarar vermemesi için yalvarmak istiyordum. İnandığım her şey uğruna yalvarmak istiyor, insaflı anına denk gelmeyi umuyordum. ''Savcıyı arayalım.'' dedi Savaş ve telefonunu çıkartıp savcının numarasını tuşladı. Çok çaresiz hissediyordum. Karşımdaki beyaz duvar benimle dalga geçercesine öyle güçlü ve sarsılmaz duruyordu ki onun gibi olmak istemiştim. Yıkılması güç, sağlamdı. Ben ise en küçük rüzgarda yere yığılacak gibiydim. Enkazımı toplamıştım toplamasına ama her an yıkılmaya hazırdım. Çünkü bir bütün değildim artık. Bütün parçaları birbirine yapıştıra yapıştıra kaldırmıştım o enkazı yerden. Kırılan bir bardak yapıştırıldığında aynı işlevi görebiliyordu ama değişiyordu işte. En basitinden görüntüsü değişiyordu. Bir bütün gibi görünse de parçalara ayrılmıştı. Ruhum da öyleydi. Yapıştırılan parçaların arasındaki çatlaklardan sızan acılar içimi doldurup taşırıyordu. Nereye yıkılacağımı, ne zaman yıkılacağımı bilmiyordum. Sanki ruhuma bir çekiç vursalar anında tuz buz olacaktım. ''Açmadı.'' dedi Savaş kolunu omzuma atıp. Yanağımı okşadı ve aktığından haberim olmayan gözyaşlarımı usulca sildi. ''Korkma bir şey olmayacak.''

İçimi çeke çeke ağlamaya başladım. ''Üzerime ses kayıt cihazı yapıştıracak kadar yakın. Savcının nerede olduğunu bile biliyor. Çok korkuyorum Savaş.'' dedim ve ona sımsıkı sarıldım. ''Boğuluyorum, nefes alamıyorum. O söylediği her şeyi yapabilecek kadar güçlü."

"Hayır güzelim. Hayır değil. Yakalanacak. Nereye kadar kaçabilir ki? Kaçamaz. Son kozlarını oynuyor."

"Deniz." dedim içimi çeke çeke. "Ona anlatmam lazım."

"Melis'in yanından ayrıldığında anlatırız, beraber. Üzülme, korkma yalvarırım. Ağlamana dayanamıyorum."

''Savaş beni sakın bırakma tamam mı? Yapayalnız kalmak istemiyorum. Sen sakın beni bırakma.'' dedim çaresiz bir sesle. Kaburgalarım acıyordu. Hissediyordum, içten içe biliyordum. Özgür'e boyun eğeceğimi hissediyordum. Onun dayattığı şeyi yapmak imkansızdı ama aynı zamanda mecburiyetti artık benim için. O gün geldiğinde yalnız olmak istemiyordum. Bütün ihtimalleri düşünmek zorundaydım. Gitmek istemiyordum ama buradan gitme ihtimalime karşı yanımda birileri olmalıydı. Savaş yanımda olmalıydı, onunla olduktan sonra her şeyi düzeltebilirdim. Bir yolunu bulurduk. Her şeyi çözerdik ama o olmazsa yapamazdım. Onsuz kalamazdım.

''Ben seni nasıl bırakırım?'' dedi saçlarımı okşayarak. ''Yıllar sonra kavuştuk biz. Sen benim kardeşimsin, ikizimsin. Canımın yarısı sensin benim. Ben senin bir damla gözyaşına bile kıyamazken seni gözümün önünden ayırabileceğimi mi zannediyorsun? Sen nereye ben oraya. Güzelim benim. Göz bebeğim.''

''Ada, Savaş. Burada ne yapıyorsunuz?'' dedi Eren merakla. Alelacele Savaş'ın kollarından ayrıldım ve gözyaşlarımı sildim. ''Ada, neden ağlıyorsun?''

''Eren.'' dedim pürüzlü bir sesle. ''Hamilelik duygusallığı işte, ne zaman geleceği belli olmuyor. Ağlama krizine yakalandım.''

''Mutluluktan ama değil mi? Yani mutluluk hormonlarının yarattığı bir duygusallık.''

Kolumu uzattım ve onu yanıma çağırdım. ''Gel.'' Eren usul usul yanıma gelip kolumun altına girerek başını göğsüme yasladı. ''İyiyim Erencim, merak etme. Melis çıktı mı?''

''Evet, abimle odadalar. Ama birazdan tekrardan uyutacaklar. Biz ancak yarın sabah görebiliriz. Dondurmasını bile yiyemedi.''

Eren'in saçlarına güçlü bir öpücük bıraktım. ''Olsun, sabah yer dondurmasını. Sabaha kadar bekleyebilirsin değil mi?''

''Evet.'' dedi içli bir sesle. ''Çok mutluyum Ada. Bitti her şey. Eski günlere dönüyoruz. Abim mutlu, Melis sağlıklı. Ailem bir arada. Üstelik kocaman olan bir aile.''

Saçlarını karıştırıp bir daha öptüm. ''Çok güzel günleriniz olacak. Hep birlikte. Üçünüz.''

''Sen de olacaksın. Sensiz olmaz ki.''

''Hı hı.'' dedim sessizce. ''Annenler nerede?''

''Onlar boş bir odaya geçtiler. Uyuyacaklar. Ben de gideceğim birazdan.'' dedi ve esnemesini eliyle kapattı. ''Saat geç oldu.''

''Tamam canım.'' dedim ve yüzünü elimle sevdim. Eren birkaç saniye bizi gülümseyerek izledikten sonra kalktı ve ağır adımlarla birkaç metre sonraki odaya girdi. Büyük bir yorgunlukla Savaş'a baktım. Birkaç adım sesi odağımı değiştirmişti. ''Sevgilim.'' dedi yumuşacık, huzurlu bir ses. Arkama dönüp ayağa kalktım ve koşarak boynuna atladım. Normale dönmem gerekiyordu. İçimde alevler kaynıyordu ama mutlu olmak zorundaydım. Mutlu olduğuma inandırmak zorundaydım.

''Aşkımmmmm.'' dedim keyifli bir sesle. ''Gördün mü Melis'i?''

''Gördüm sevgilim.'' dedi, çok mutluydu. Sesinde derdin, üzüntünün, kederin esamesi okunmuyordu. ''Hepimizi çok sevdiğini, çok iyi olduğunu, düğüne kadar ayaklanacağını söyledi. Çok iyiydi.''

''Çok, çok sevindim sevgilim.'' dedim. Deniz kollarımdan ayrılıp Savaş'a sarıldı.

''Sayende.'' dedi gerçekten rahatlamış bir nefesle. ''Sayende oldu Savaş. Sana borcumu nasıl ödeyeceğim? Sayende Melis hayata döndü.''

''Bana bir borcun yok Deniz. Ben hiçbir şey yapmadım.''

''Sen benim kardeşimi hayata döndürdün.'' dedi Deniz iki elini de Savaş'ın omuzlarına koyarak. Gözleri yaş doluydu. ''Hiçbir şey yapmadım demek olur mu?'' Gözlerine tezat bir şekilde yukarıya kıvrılmıştı dudakları, gülümsüyordu.

Savaş dostça Deniz'e sarıldığında mavi gözleri beni bulmuştu. Endişeliydi, en az benim kadar korktuğuna emindim.

''Sevgilim.'' dedi Deniz bana döndüğünde. ''Hala yemek yemedin mi sen?''

''Çok sıra vardı.'' dedi Savaş beni kurtarıp. ''Daha yeni getirebildim. Tam yiyecekti ki az önce Eren geldi. Biraz lafladık. Sonra da sen geldin işte.''

Başımı sallaya sallaya sandalyeye çöktüm ve tepsiyi kucağıma alarak tostumdan bir ısırık aldım. ''Neden burada yiyorsun? Odaya geçsenize.'' dedi şaşkınlıkla.

Savaş'a baktım. Ses kayıt cihazı bizi duymasın diye odadan çıkmıştık. Seslerimizi algılayıp algılayamayacağını bilmiyordum ama risk almak da istemiyordum. Ne yapacağımı bilemeden öylece Savaş'a bakmaya devam ettim.

"Çok acıkmış benim göz bebeğim, bulduğu yerde yiyor.'' dedi Savaş ve beni kaldırıp tepsiyi elimden aldı. Sesimizin duyulmayacağını düşünüyor olmalıydı. "Hadi odaya gidelim.''

Hep beraber odaya girdiğimizde Savaş'ın tepsiyi masaya koymasını izledim. ''Ben bir elimi yıkayayım.'' dedim banyoya koşup. Peçeteye sardığım ses kağıt cihazını cebime sokuşturup birkaç dakika oyalandım ve banyodan çıktım. Deniz televizyonu açmaya çalışıyordu. ''Bu orospu çocuğundan haber var mı?'' dedi öfkeyle.

''Değişen bir şey yok.'' dedim peçeteyi elimde sıkarak. Sesin algılanmasını engellemeliydim.

''Ben de artık bir odaya gitsem iyi olacak.'' dedi Savaş. ''Siz de rahatla dinlenin burada.''

Ağır adımlarla yanına gidip ona sarıldım ve peçeteyi eline tutuşturup sarılmamı sonlandırarak yüzüne baktım. Bakışlarımdan anlamış olacak ki bana göz kırptı ve yanağımı yumuşacık öptü. ''İyi geceler göz bebeğim. İyi geceler Deniz.'' dedi ve el sallayıp odadan ayrıldı. Ses kayıt cihazını güvenli bir yere saklamasını umdum.

''Ha, işte açıldı.'' dedi Deniz televizyona bakarak. Bakışlarımı ekrana çevirdim. Kalbim sıkışmıştı. İlker savcının, görüntülerin Özgür'e ait olmadığını açıkladığı bir kaydı izliyorduk. ''Nasıl yani?'' dedi Deniz yavaşça olduğu yere çökerek. ''Ne demek oluyor tüm bunlar?'' Başımı çevirip yeni öğrenmişçesine Deniz'e baktım. O bana değil ekrana bakmaya devam ediyordu. ''Ne oluyor amına koyayım? Yine neyin içine düştük?'' Telefonunu çıkartıp birkaç saniye sonra kulağına götürdü. ''Açmıyor.'' Deniz'in yanına oturup elini tuttum. Bakışları birkaç saniyeliğine beni buldu, ardından yine ekrana baktı. ''Nerede bu adam? Neden açmıyor?'' dedi öfkeyle. Savcıyı aramıştı. Birkaç saniye sonra kapımız çaldı.

''Girin.'' dedim nefesimi düzene sokmaya çalışarak. Uygar gelmişti.

''Deniz. Duydun mu olanları?'' dedi odaya girer girmez. Bakışları duvarda asılı duran televizyonu bulduğunda olduğum yere kilitlendiğimi hissettim. ''Bu orospu çocuğu nerede şimdi? Ne demek görüntülerdeki kişi Özgür değil?''

''Bilmiyorum Uygar. Savcı da telefonu açmıyor. Sikeceğim. Sadece bir gün, bir gün ya bir gün. Huzurlu olamayacak mıyım? Şu yastığa kafamı kaygısız bir şekilde koyamayacak mıyım?''

''Tamam, sakin ol. Görüntüdeki kişinin Özgür olmaması onun İstanbul'da olmadığı anlamına gelmez ki.''

''Ne anlama gelir Uygar? Hangi siktiğimin cehennemine girdi bu?''

''Arıyorlar Deniz. Her yerde arıyorlar. Girmedikleri ev, mağara kalmadı. Eminim ki İstanbul'da o kansız piç.'' dedi Uygar. Haklıydı. Söyleyebilseydim şimdi söylerdim. Uygar haklı, Özgür burada diye haykırırdım.

Deniz bir sigara çıkardı, ardından nerede olduğumuzu hatırlamış olacak ki elindeki dalı avcunun içinde sıkıp sigara paketini de rastgele bir yere savurdu.

Haberlerin sesi bir anda kesildi ve canlı yayına geçildi. Ekranda bir muhabir vardı, ekranın sağ üst köşesinde Karaman/Paşabağı yazıyordu. Yine bir Son Dakika haberiydi.

''Evet sayın seyirciler, maalesef kötü bir haberle karşınızdayız.'' dedi muhabir gerçekten kötü bir sesle. Elimle kalbimi yokladım. Bizi ilgilendiren bir haberdi, hissetmiştim. Yanılmak istiyordum. ''Melih Karahan davasının savcısı İlker Arman Mersin'den İstanbul'a dönerken Karaman'da-'' O an tüm sinirlerim ellerimi ve bacaklarımı esir almış, titrememe sebep olmuştu. Kendimi kontrol edebileceğimden emin değildim. Arkamdaki duvara yaslanıp yavaş yavaş aşağı çöktüm ve dizlerimi karnıma çekip ellerimle kulaklarımı kapadım. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Duymak istemiyordum, görmek istemiyordum.

''Ha siktir ya, olamaz abi.'' dedi Uygar. Kulaklarım uğulduyordu. Kalbimin ağzımın içinde attığını hissettim. Birazdan bir bomba gibi patlayacaktım, damarlarım zonkluyordu.

''Patlama sebebinin savcının makam aracına yerleştirilmiş bir bomba olduğu düşünülüyor.'' Gözlerimi açıp ekrana baktım. Yanmaktan küle dönmüş ve sadece iskeleti kalmış bir araç vardı. İtfaiyeler, ambulanslar, meraklı kalabalık, gazeteciler. ''Savcı İlker olay yerinde hayatını kaybetti. Suikastı kim ya da kimlerin planladığı konusunda henüz elimize geçen bir bilgi yok. Patlamada savcı İlker'in özel kaleminin de olay yerinde hayatını kaybettiğini bildirmek istiyorum. Savcı İlker'in cenazesi yarın sabah İstanbul'a getirtilecek. Şimdilik aktaracaklarımız bu kadar. Milletimizin başı sağ olsun.''

Boğazıma devasa bir kaya parçası oturmuş gibi elimi boynuma götürdüm. Bu cümle benim nefesimi kesmişti. Sanki nefes alma eylemiyle bu zamana kadar hiç karşılaşmamışım gibi ve bilmiyormuşum gibi soluğumu içimde tuttum. Dışarıya vermek aklımın ucundan bile geçmiyordu. Bir tepki veremiyordum. Normalde komut veren organımız beynimizken sanki şimdi işler tersine dönmüştü ve beynim bir yerlerden komut bekliyordu. ''Deniz.'' diyebildim sadece.

Ellerimle ağzımı kapatıp çığlığımı ve hıçkırıklarımı bastırmaya çalıştım. İçimde büyük bir gök gürültüsü vardı. Kalbim o kadar sıkışıyordu ki nefes almakta zorlanıyordum. Yanaklarımdan süzülen yaşlar boynuma kadar gelmişti. Bir astım hastası gibi krize yakalanmıştım. Nefes alamıyordum. Acını getirdiği bir duyguyla ağlıyor, yaşları durduramıyordum. Göz kapaklarım bir musluk gibi açılmış, kapanmıyordu.

''İnanamıyorum.'' dedi Uygar. ''Abi inanamıyorum.''

İnanamayan bendim. İlker savcı ölmüştü. Yarım saat önce sesini duyduğum İlker savcı ölmüştü. Artık bu dünyada yoktu. Hayatta değildi. Nefes alamayacaktı, sevdiklerinin yanında olmayacaktı. Ölmüştü, benim yüzümden ölmüştü. Özgür öldürtmüştü. Özgür benim yüzümden İlker savcının canına kıymıştı. Beynimi kullanamıyordum. Patlama diyordu. Aracına yerleştirilen bomba yüzünden ölmüştü ve o bomba benim yüzümden araca yerleştirilmiş, benim yüzümden patlamıştı. BEN İLKER SAVCININ ÖLÜMÜNE SEBEP OLMUŞTUM. Özgür dediğini yapacaktı, uzağımdan başlayıp en yakınıma gelene kadar herkesin canını alacaktı. Kana susamıştı. Doyana kadar da durmayacaktı.

Çığlık attım. Sonra bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha. Deniz yaşadığı şoku atlatamadığı için Uygar dibime çöküp beni kucakladı ve saniyeler içinde yatağa yatırdı. ''Sakin ol, Adacım. Güzelim sakin ol.'' dedi saçlarımı geriye atarken. Ardından Deniz'e baktı. ''Deniz, buraya bak.'' diye bağırdı önce. ''Kendine gel ve Ada'yla ilgilen. Deniz sana diyorum.'' Deniz yüzünü ovuşturup ayağa kalktı.

''Sikeceğim.'' dedi fısıltıyla. ''Şerefini siktiğimin kansızı. Eğer hapsi boylamazlarsa kendi ellerimle geberteceğim o Özgür denen pezevengi. Amına koyduğumun kansız iti.'' dedi kafasını geriye atarken. ''Onun yaşaması için tek bir sebep bile yok.'' Bir şey söylemeli miydim bilmiyordum ama içimden bir şey söylemek gelmiyordu. Zaten Deniz'in de herhangi bir şey duymak isteyeceğini zannetmiyordum.

''Deniz.'' dedi Uygar. ''Ada'nın halini görmüyor musun? Kendine gel.''

Deniz varlığımı yeni hatırlamış gibi bana baktı ve usulca yatağa oturdu. ''Sevgilim.'' dedi dünyanın en masum sesiyle. ''Tamam, yapma böyle.'' Uygar'a dönüp derin bir nefes aldı. ''Uygar, adamların birkaçını al ve adliyeye git. Ne olmuş, ne bitmiş öğren. Sakın dikkatsiz iş yapma. Gözüm arkada kalmasın. Gözünüzü dört açın.''

Uygar büyük bir çabayla başını aşağı yukarı sallayıp aldığı komutla apar topar odadan çıktığında Deniz saçlarımı geriye doğru sevmeye başladı. Hemen ardından yanındaki kolonyayı alıp burnuma tuttu. ''Güzelim, canım sevgilim. Tamam, kendine gel yalvarırım. Hadi yavrum.''

''Gitmesin.'' dedim güçlükle. ''Gitmesin Deniz. Özgür onu da, Uygar'ı da öldürür. Yalvarırım gitmesin. Çağır onu.''

''Bir şey olmayacak Uygar'a. Sana söz veriyorum. Kendine gel sevgilim. Hadi bi' tanem.''

Kendime gelemezdim. Gelemezdim çünkü ruhum çekilmişti. Aklım ve ruhum beni terk etmişti. Ben Özgür'e verdiğim söze sadık kalmadığım için İlker savcı ölmüştü. Kurban olmuştu. Onun yanında kalemi de ölmüştü. Ellerimde iki kişinin kanı vardı. Yarın İstanbul'a getirilecek olan ay yıldızlı tabutun sebebi bendim. Bu vebali nasıl ödeyecektim? Ben bu vicdanla nasıl yaşayacaktım? ''HAYIR.'' diye bağırdım. ''HAYIR. ÖLDÜRECEĞİM ONU. ÖZGÜR'Ü ÖLDÜRECEĞİM.''

Deniz tuttuğu gözyaşlarını sonunda bırakmış, alnıma da büyük bir öpücük bırakmıştı. "Sen onun kardeşisin ve o seni bırakmaz. Söz veriyorum geri gelecek. Tamam mı?" dedi Deniz ve bileklerimi kolonyayla ovaladı. Birkaç saniye sonra da Savaş'ı aradı. ''Savaş, hemen yanımıza gel. Gelirken de bir hemşire getir. Çok acil... Ada fenalaştı. Yanından ayrılıp da hemşire çağıramıyorum. Acil gel.'' dedi ve anında kapatıp tekrardan yüzümü sevmeye devam etti. ''İyi misin?'' dedi şefkat dolu sesiyle. Başımı iki yana salladım. Deniz uzun uzun ellerimi öptü, saçlarımı sevdi. Korktuğunu görebiliyordum. Şok içindeydi. Şok içindeydi ama benimle ilgilenmeyi bir an bile bırakmamıştı. Birkaç dakika sonra kapı çaldı, ardından hemen açıldı. Hemşire ve Savaş gelmişti. Beyza hemşireydi.

''Ada Hanım.'' dedi korkuyla yanıma gelirken. Savaş ondan daha telaşlıydı. ''İyi misiniz?''

''Ada, Ada ne oldu?'' dedi Savaş, başucuma gelmiş endişeyle bana bakıyordu.

Deniz başıyla ekranı gösterince Savaş ekrana baktı ve anında beyaza dönen yüzüyle arkasındaki sandalyeye çöktü.

''Sakinleştirici yapabilir misin Beyza? Hamileliği için tehlikeli olur mu?''

Beyza hemşire kaşlarını çattı. ''Riskli bir gebelik değil, değil mi?''

''Değil Beyza, her şey yolunda. Ama sakinleşmiyor. İğneye ihtiyacımız var.''

Başımı, çıldırmış gibi iki yana salladım. ''I-ı. Hayır istemiyorum.'' dedim telaşla. İğne vurmalarını istemiyordum. İğne olmazdı. Özgür beni iğneyle tehdit etmişti. İğne bebeğimi öldürürdü. ''Olmaz.'' dedim yataktan kalkıp. ''Olmaz, iğne olmaz. Sakinleşirim ben. Sakinleşirim.'' dedim saçımı geriye atıp. ''İyiyim, Deniz iyiyim. İstemiyorum. Gitsin Beyza. İğne olmaz.''

Deniz ayağa kalkıp bana sarıldı. ''Sssh tamam, tamam iğne yok.'' dedi Beyza'ya dönerek. ''Tamam Beyza, sen şimdilik çıkabilirsin. Bir şey olursa çağıracağım.''

Beyza hemşire telaşlı adımlarla odadan çıkmıştı. Savaş hala ekrana bakıyordu. Hıçkırıklara boğuldum. Dizlerim tutmuyordu. ''Deniz, Deniz olamaz. İlker Savcı ölmüş olamaz.'' İçimi çeke çeke, nefes almaya çalışa çalışa ağlıyordum. ''Ölmüş Deniz. Ölmüş. Özgür yaptı. O yaptı biliyorum.''

''Sssh tamam, gel yüzünü yıkayalım şimdi.'' dedi beni banyoya sokup. Ardından saçlarımı ensemde toplayıp tek eliyle yüzüme birkaç kez su çarptı. ''İşte oldu. İyi misin?'' Midem bulanıyordu. Başım ortadan ikiye bölünmüş gibi ağrıyordu. Bütün içim küflenmiş gibi hissediyordum. Sanki kör bir kuyuya atılmıştım. Işık yoktu. Hiç yoktu.

Başımı hızla iki yana salladım. ''Deniz.'' dedim. Dizlerimden aşağısını hissetmiyordum. Neredeyse yere yığılacaktım. Deniz beni kollarımdan tuttu, ardından düşeceğimi zannetmiş olacak ki saniyeler içinde beni kucaklayıp yatağa getirdi. ''Savaş.'' dedi belli belirsiz bir sesle. ''Bizimkilerin yanına gitmem gerekiyor. Çok kısa sürecek, hemen döneceğim. Ada'nın yanından ayrılma.'' dedi, bakışları benim üzerimdeydi. Güvende olduğuma inandırmaya çalışıyordu ama ikna olmuyordum. Elini sıkıca tuttum.

"Hayır, gitme Deniz. Gitme lütfen, burada kal. Yanımda kal, ne olur.''

"Hemen döneceğim sevgilim. Birilerini aramam gerek. Ayrıca babama da haber vermem lazım. Güvenlik önlemlerini arttırmalıyım. Uzun sürmeyecek. Söz veriyorum." Elini daha da sıktım. Gitmesini istemiyordum, çünkü çok korkuyordum. ''Dayınlar için de ekstra koruma göndermem lazım. Bak Savaş burada, korkma. Tamam mı?'' dedi eğilip alnımı öperek. Gözleri dolmuştu ama kendini o kadar tutuyordu ki o gözyaşları yanağından bir türlü akmıyordu. Üzgündü, en az benim kadar şoka girmişti. Ama benim için güçlü duruyordu. Güçlü durmak zorundaydı.

"Sen gidebilirsin Deniz.'' dedi Savaş diğer yanıma oturup. ''Ben buradayım.''

Deniz kısa bir süre daha beni izledi, ardından hızlıca odadan çıktı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bütün vücudum titriyordu, ellerimle yüzümü kapattım. ''Ada.'' dedi Savaş. ''Sakin ol, kendine gel yalvarırım. Hadi kardeşim.'' Ellerimi tuttu ve yüzümden çekip gözyaşlarımı sildi. ''Hadi topla kendini, korkutma beni ne olur.''

"Öldü.'' dedim çatallı bir sesle. ''İlker savcı öldü. Benim yüzümden öldü İlker savcı. Hayatta değil. Eşi ne yapacak, varsa çocukları ne yapacak? Ailesi ne haldedir? Bir hayat son buldu. Benim yüzümden.''

"Hayır.'' dedi yüzümü severken. ''Hayır kendine bunu yapamazsın.''

"Bu vicdanla nasıl yaşayacağım?''

"Sen değil Özgür öldürttü. Kendini suçlamana izin vermeyeceğim.''

"O bomba benim yüzümden patladı. İki tane masum insan öldü Savaş. İki masum insan. Evet Özgür yaptı ama benim yüzümden yaptı. Ona boyun eğmedim diye. Ölmek istiyorum Savaş.''

"Ada.'' dedi uyarıcı bir sesle. İçimi çekmekten ciğerlerim acımaya başlamıştı. ''Ada yapma ne olur.''

"Durmayacak, uzağından en yakınına gelene kadar herkesi öldüreceğim dedi. Dediğini yapacak. Onu dinlemezsem dediğini yapacak.'' dedim. Beynim bir elektrik akımına kapılmış da tüm enerjisini kaybetmiş gibi hissediyordum. Tüm düşüncelerim bir anda karanlığa karışmıştı. Anlamsızca etrafı izlerken telefonum çaldı. Savaş telefonumu bana uzattı, o arıyordu. Telefonumu yok etmek istedim. Parçalara ayırmak, kırmak. "Gözümün ne kadar kara olduğunu, istediğimde her şeyi yapabileceğimi anladın değil mi küçük kız? Bu olanlar sana ders olmuştur umarım." Cevap vermedim. Vermedim çünkü Savaş buradaydı. Özgür'ün neler yapabileceğini gözüm kesmiyordu. Korkuyordum, çok korkuyordum. Ona boyun eğmekten başka çarem yoktu. Kimsenin bilmemesi, anlamaması gerekiyordu. İnsanların yaşaması benim Deniz'den ayrılmama bağlı olacaksa Deniz'den ayrılmaya razı olmalıydım. Bunun elbet bir dönüşü olurdu. Biz yine kavuşurduk. Ama İlker savcı geri gelmeyecekti. Ölümden dönüş yoktu. "Şimdi sıra kimde olsun? Savaş mı yoksa Eren mi? Hangisinin canı daha tatlı?" Yine cevap vermedim. "Benim sınırım yok Ada. Ben durmam. Sen benim sözümü dinlemedin ve cezasını çektin. Bu başlangıçtı." Savaş'a baktım. Kalbim çok acıyordu. İlker savcının ölümünü planlarken bir an bile düşünmemişti. Vicdan denen şey onda yoktu. ''Ama son bir şans vermek istiyorum sana. Karnındakinin hayatı üzerine yemin et. Yemin et ki ben insanların Azrail'i olmayayım. İnsanların hayatı senin elinde. İyi düşün.''

"Sen orospu çocuğu katilin tekisin. DUYDUN MU BENİ? KATİLSİN. ALLAH BELANI VERSİN SENİN.''

"Kes sesini.'' dedi benim aksime sakin bir sesle. ''Yapabileceklerimi gördün ve hala kafanın dikine mi gidiyorsun? Aptal mısın sen? Hiç mi korkun yok?''

"Seni öldüreceğim. Yemin ederim seni ben öldüreceğim.''

"Yazık, vicdan azabı insana neler söyletiyor. Ben de üzüldüm savcıya. Yazık oldu. Aptal bir kız yüzünden canından oldu. Çok trajik. İki çocuğu yetim kaldı, o vicdan sana ağırlık yapmıyor mu?''

"Seni geberteceğim, duydun mu? Senin hayatın benim ellerimde son bulacak.''

"Boş laflara karnım tok. Sana son bir şans veriyorum dedim. Deniz'i her türlü üzebilirim. Ve bunu seni kullanarak yapabilirim. Seni hangi yolla kaybederse daha fazla üzülür? Ölürsen mi yoksa sen onu terk edersen mi? Bunu düşünüyorum birkaç saattir. Acaba diyorum seninle uğraşmaktan vazgeçip direkt seni mezara mı gömsem? Bebeğinle beraber.'' Derin bir nefes alıp saçlarımın arasından ellerimi geçirdim.

"Tamam.'' dedim bıkkınlıkla. ''Allah belanı versin senin. Kabul ediyorum. Bebeğimin hayatı üzerine yemin ederim. Kabul ediyorum.''

"Güzel. Eğer buna uymazsan sen dahil Deniz'in bütün ailesini, sevdiklerini öldürürüm. Yapayalnız kalır. Kimsesiz. Bunu istemezsin herhalde.''

"Senin ayaklarıma kapanıp bana yalvaracağın günü iple çekiyorum.'' dedim ve telefonu kapattım. ''İki çocuk.'' dedim titreyen sesimle. ''İki çocuğu varmış Savaş. Babaları artık yok. Babaları benim yüzümden yok.''

Savaş yanıma sokulup başımı göğsüne bastırdı. En mutlu günüm en acı çektiğim gün olacaktı. Aşık olduğum adama kavuştuğum gün onu kaybettiğim gün olacaktı. Beynim uyuşmuştu, nefes almak istemiyordum.

"Ada yalvarırım kendine gel. Sakın yapma bunu kendine. Harap oldun. Bak bebeğe bir şey olacak. Ne olur kendine gel."

Ellerimi karnıma sardım. Bebeğimden güç almak istiyordum ama yetmiyordu. İlk kez bebeğimi hissetmek bana yetmemişti. "Nasıl geçecek Savaş? Kalbim acıyor, çok acıyor." İçim çok acıyordu. Dayanamıyordum. Deniz'in yaşadığı vicdan azabını yaşıyordum. Birinin ölümüne sebep olduğu için dört yıl boyunca acı çekmişti. Sonunda Cemre ortaya çıkmıştı ve Deniz'in azabı sona ermişti. Benimki sona ermeyecekti. Ömrümün sonuna kadar bu acıyı içimde taşıyacaktım. İlker savcının ölümünün gölgesi benim üzerimden gitmeyecekti. Ben ölene kadar bu acıyı kalbimin en derin yerinde taşıyacaktım. Ölmek istiyordum. "Ölmek istiyorum Savaş." dedim hıçkıra hıçkıra. "Ben bir hayatın sonlanmasına sebep oldum. Çocukları babasız kaldı. Eşi hayat arkadaşını kaybetti."

Aynı şeyi yaşasaydım aklımı kaybederdim. Sevdiğim adamın, çocuklarımın babasının öldüğünü öğrendiğimde ne yapardım diye düşündüm. Aklımı kaybederdim. Aklımı gerçekten kaybederdim. Acaba şu an ne haldelerdi? Nasıl bir ateşin içinde kavruluyorlardı. Psikopat bir ruh hastası yüzünden aileleri dağılmıştı. Çocukları artık biricik babalarının yolunu gözlemeyeceklerdi.

"Bunu Özgür yaptı Ada. Sen yapmadın. Sana yalvarıyorum kendini suçlama. Bu acıyla yaşayamazsın."

"Özgür benim yüzümden yaptı Savaş!" dedim kollarından ayrılıp. "Sen kimsenin ölümüne sebep olmadın! Beni nasıl anlayacaksın ki?"

"Sen de sebep olmadın. Özgür'ün seni dinlediğini bilemezdin. Nereden bilecektin? Sen sadece Melis'in, benim ve bebeğinin hayatını kurtarmaya çalışıyordun. Bunu nereden bilecektin ki?"

"Beklemem gerekiyordu. Yakalanırdı. Çok az kalmıştı. Yakalanana kadar beklemeliydim. Ama ben ne yaptım? Melis ameliyattan çıkar çıkmaz her şeyi anlattım."

Savaş alnımı öpüp yüzümü avuçladı. "Senden ne istedi?" Ben susunca tekrar sordu. "Bebeğinin üzerine yemin ettin. Senden ne istedi Ada?"

"Aynı şey." dedim. Konuşmak istemiyordum. Ağzımdan çıkacak tek bir yanlış kelime birilerinin ölmesine sebep olabilirdi. Artık doğruyu söylemek benim için imkansızdı. Özgür'e boyun eğecek ve her şeyi gizleyecektim. Korkuyordum, çok korkuyordum. Belki de hala bizi dinliyordu. Hem artık gerçekleri anlatabileceğim ve bize yardım edebilecek İlker savcı yoktu. "Ülkeden kaçmasına yardım edeceğim." dedim gözlerimi kaçırmayarak. Bir şeyler gizlemeyi öğrenmiştim ve bundan nefret ediyordum. Bunu öğrenmeye mecbur bırakıldığım bir hayatı yaşamaktan da nefret ediyordum.

"Bu kadar güçlü biri senin yardımın olmadan nasıl kaçamıyor?" dedi Savaş şüpheyle. "Savcı da yok artık. Yeni savcı atanana kadar ortalık boş kalır. Hazır fırsat işte ona. Gitsin hangi cehenneme gitmek istiyorsa. Sen ona nasıl bir yardım sağlayabilirsin?"

"Bilmiyorum." dedim titreyen sesimle. "Zamanı gelince öğrenirim."

Savaş öğrenmemeliydi. Kimse öğrenmemeliydi. Sahte ayrılığımı benden başka kimse bilmemeliydi. Tehditler yüzünden ayrıldığım Deniz'in kulağına giderse Deniz harekete geçerdi. Özgür karşılık verirdi ve verdiği sözü tutarak tanıdığım kim varsa öldürürdü. Deniz'in acı çekmesi için beni de öldürürdü.

Ölmek zor değildi ama ardımda Deniz'i bırakacağımı bilmek beni binlerce yerimden bıçaklıyordu. Beni ve bebeğimizi kaybetmeye dayanamazdı. Bunu yaşamasını istemiyordum. Özgür'ün bu gece pimini çektiği o bombayı daha fazla kimse zarar görmeden yok etmeliydim. Ayrılık zordu ama ölüm daha zordu. Deniz'in ölümüme üzülmesindense ayrılığımıza üzülmesini tercih etmem mantıklı olandı. Zaten kısa sürecekti. Her şey bittiğinde Deniz'e anlatacaktım. Herkesin güvende olduğuna emin olduğumda, Melih ve Özgür ya mezara ya hapse girdiğinde her şeyi Deniz'e anlatacaktım. Beni anlayacaktı. Biliyordum anlayacaktı. Hep anlamıştı.

"Gözlerin kıpkırmızı oldu. Uyumak ister misin?" dedi Savaş beni yavaşça yatağa ittirirken. "Dinlenmen gerek."

"Uyumak istemiyorum. Uyuyamam. Uygar dışarıda." dedim telefonuma uzanıp. "Savaş dayımlar. İyiler mi? Ya onlara bir şey olduysa? Yengem, Güneş, Can, Selay. Hepsine ulaşmamız gerek."

Savaş telefonu elimden aldı ve sehpaya bıraktı. "Deniz senin yüzünü yıkarken ben mesajlara baktım. Herkes iyi ve güvende. Dayımların zaten bir koruması vardı. Deniz az önce söyledi, ekstra birilerini göndertecek. Can ve Selay'ın evlerinin önünde iki tane polis bekliyor. Diğer herkes zaten burada, hastanede. Endişe edecek bir şey yok."

"Deden? Deden Savaş. Salih abi nerede?"

"Dedemin on beş tane koruması var Ada. Ona hiçbir şey olmaz. Ama aklın kalmasın diye söylüyorum, o da iyi. Merak etme." Yorgunlukla başımı salladım. Şükür herkes iyiydi. Böyle devam etmesini sağlamak zorundaydım. Bir kişinin daha benim yüzümden ölmesine dayanamazdım. "Uyu Ada yalvarırım. Çok kötü görünüyorsun. Dinlenmen gerek. Uyuman gerek. Hala hiçbir şey yemedin zaten. Bebeğe bir şey olacak."

"Deniz'i istiyorum Savaş. O gelsin. Nerede kaldı? Uyuyamam ben o olmadan, o gelsin."

''Birazdan gelecek. Hadi uyu yalvarırım, senin için endişeleniyorum.''

''Uyumayacağım.'' dedim yatakta doğrulup sırtımı başlığa yaslayıp.

Savaş sabırla yüzüme baktı ve derin bir nefes verdi. ''Deniz'e anlatmak zorundasın Ada. Bilmeli. Artık savcı da yok. Deniz kendi önlemlerini almalı. Daha dikkatli olmak zorunda.''

Başımı iki yana salladım. ''Özgür'e yardım edeceğim. Bu ülkeden siktir olup gidecek. Başımız dertte olmayacak. Deniz'in bilmesine gerek yok Savaş. Ona anlatmayacağım, sen de anlatmayacaksın.''

''Yanlış yapıyorsun Ada. Sen anlatmazsan ben anlatacağım. Özgür'ün kaçmasına yardım ettiğini duyarsa seni affetmez.'' Yüzümü ellerimle kapatıp uzunca soluklandım.

''Olmaz Savaş, hem şu an bunu düşünecek bir halde değilim. Savcı benim yüzümden öldü ve ben diğer herkesin canını düşünmek zorundayım. Ben aksini söyleyene kadar susacaksın. Söz ver bana.'' Savaş söz vermemişti. Öylece beni izliyordu. ''Söz ver dedim Savaş. Deniz tehdit edildiğimi öğrenirse durmaz. Deniz durmazsa Özgür de durmaz, herkesi öldürmesini mi istiyorsun? Susacaksın. Benim hatırım için susacaksın.'' Savaş beni yine yanıtlamadı ve elini yüzüme koydu.

''Bana gerçeği söyle Ada.'' dedi fısıltı gibi bir sesle. ''Özgür senden ne istedi?''

''Sana söyledim, kaçmasına yardım edeceğim.''

''Özgür'ün senin yardımına ihtiyacı yok Ada. Baksana elini kolunu sallaya sallaya ülkede at koşturuyor. Tamam, söz veriyorum kimseye söylemeyeceğim. Ama bana gerçeği söylemezsen sana yardım edemem. Bu beladan kurtulamayız. Lütfen söyle bana.''

Başımı iki yana salladım. Kelimeler hafızamdan yuvarlanmış, dökülmüş gibiydi. Ne diyecektim? ''Kaçmasına yard-''

''Ada, yalvarırım yalan söyleme. Anlat bana. Yemin ederim sen aksini söyleyene kadar kimseye bir şey söylemeyeceğim. Sen karşımda bu şekilde acıyla kıvranırken ben elim kolum bağlı oturamam. Gerçeği en azından bana söyle.''

Ellerimle yüzümü kapattım ve yaklaşık bir dakika boyunca sustum. ''Savaş.'' dedim uzun bir nefes verip. ''Özgür benden Deniz'den ayrılmamı istedi. Düğününüzde ayrılacaksın, hiçbir izin kalmayacak, ortadan kaybolacaksın dedi.'' dedim ve ellerimi yüzümden çektim. Olanları kaldıramıyordum. Şok üstüne şok geçiriyordum ve birazdan bayılacak gibiydim.

Savaş büyük bir şokla bana baktı. ''Deniz'i sensiz bırakarak mı cezalandıracak yani? Ada bunun olmasına izin vermeyeceğim. Seni mecbur bıraktığı şeyi yapmana izin vermem.''

''Eğer yapmazsam herkesi öldürür Savaş. İlker savcıyı öldürdüğü gibi herkesin canını alır. Senin, Eren'in, bebeğimin, hatta benim. Bana bir yol bırakmadı. Mecburum söylediği şeyi yapmaya. İlker savcıya anlattım diye onu öldürttü. Şimdi sana da anlattım ve sana bir şey olmasından çok korkuyorum. Sıradaki sensen? Sensen ben ne yaparım?''

''Ben değilim, sırada kimse yok Ada. Kimse ölmeyecek. Sen Deniz'i bırakmayacaksın.'' dedi kahkaha atarak. ''Bir de düğününüzde öyle mi? Hayır, hayır buna müsaade etmeyeceğim.''

''Yapabileceklerini görmüyor musun Savaş? Bu riski alamam.''

''Ben de senin mutsuzluğunu göze alamam. Bebeğin olacak Ada. Deniz'le bebeğiniz olacak ve sen ondan ayrılmayı mı düşünüyorsun?''

''Herkesin hayatı benim elimde. İlker savcı benim yüzümden öldü. Yanındaki kalemi de benim yüzümden öldü. Elimde iki kişinin kanı var. Bir kişinin daha benim yüzümden ölmesine izin veremem Savaş.''

''Ben de senin aşık olduğun adamdan ayrılmana izin veremem. Hiçbir şey yapmadan öylece durmayacağım.''

Savaş'a yaklaşıp yüzünü ellerimin arasına aldım. ''Bir şey yapmayacaksın Savaş. Onun dediğini yapacağım. Herkesin yaşaması böyle mümkünse, ona boyun eğeceğim. Başka çarem yok.''

''Çare yoksa bulacağız. Çaresizliği çare olarak göremezsin, beni duydun mu?''

''Dinle, onun dediğini yapacağım. Düğünümüzde Deniz'den ayrılacağım. Sonra Özgür'ü arayıp ortadan kaybolmama yardım etmesini isteyeceğim. Buluşmamız gerektiğini söyleyeceğim. Kabul edecektir. Onunla buluşacağım ama yalnız olmayacağım. Belki polis, belki Salih abinin korumaları, bilmiyorum. Özgür yakalandıktan sonra Deniz'e gidip her şeyi anlatacağım. Kimse ölmeyecek, ben de Deniz'den ayrılmayacağım.'' dedim Deniz'in beni affedip affetmeyeceğini bilmeden.

''Tüm bunları şimdi de yapabiliriz Ada. Özgür'ü şimdi de arayabilirsin. Düğünden sonra izimi kaybettirmem için bana yardım etmen lazım, buluşalım diyebilirsin.''

''Tuzak olduğunu anlar. Bana inanması için Deniz'den ayrıldığıma ikna olması lazım. Zeki biri, attığım adımları önceden tahmin edebiliyor. Bunu da anlar. Ondan daha akıllı ve temkinli davranmak zorundayım. Risk almam, alamam. Bir adım önde olmam lazım."

"Bunu yapamazsın Ada. Başka bir yol-"

"Başka bir yol yok Savaş. Mecburum. Beni anlıyor musun?" dedim gözyaşlarım yanaklarımı istila ettiğinde. Başka çarem de yolum da yoktu. Daha vicdan azabımla bile yüzleşemeden gelecekle ilgili planlar yapmaya çalışıyordum. Yaptığımın doğru mu yanlış mı olduğunu bile bilmeden hareket ediyordum ama doğru ya da yanlış artık umurumda değildi. Tek derdim insanların yaşamasını sağlamaktı.

"Ada bunu nasıl yapacaksın? Sonunda ne olacağını hesap etmeden. Hayır bunu yapmana izin veremem. Deniz tüm bu olanları öğrenirse ne olacağını düşündün mü?"

"Bana hak verecektir. Biz kazanacağız Savaş. Sana söz veriyorum. Ada ve Deniz kazanacak ama zamana ihtiyacımız var. Gizlemek zorundayız. Bana sadece sen yardım edebilirsin. Lütfen beni anla. Sana yalvarıyorum."

"İşe yaramazsa ne olacak?"

"Yarayacak. Başka ihtimali yok. İşe yaramak zorunda. Bak çok kötü hissediyorum. Üzerimde hala Acaba yine dinleniyor muyuz? korkusu var. Korkuyorum, çok korkuyorum. Bunu seninle paylaştığıma pişman olmak istemiyorum Savaş. Lütfen kimseye söyleme."

Savaş bana sımsıkı sarıldığında hıçkırıklarım durdurulamaz bir hale gelmişti. Nefes nefese kalmıştım ve kalbim gerçekten ama gerçekten duracak kadar yavaştı. "Tamam güzelim. Ağlama. Yanındayım. Yalvarırım ağlama. Sen nasıl istersen öyle olacak. Hep yanında olacağım. Tamam mı? Ama ağlama." dedi Savaş beni geri yatırırken.

"İlker savcının intikamını almam lazım." dedim fısıltı gibi bir sesle. "Özgür'ü ben öldüreceğim."

"Tamam, bunu daha sonra konuşacağız. Hadi sen yat şimdi. Uyu."

"Ama Deniz."

"Gelecek Deniz. Söz verdi sana. Hadi uyu." dedi Savaş yanağıma yumuşacık bir öpücük kondurmadan hemen önce. Gözlerimi kapattım. Savaş elini karnıma koyduğunda ışıkları da kapatmıştı.

***

24 Kasım, Pazar

Gözlerimi araladığımda güneş ışıkları odayı doldurmuştu. Deniz kollarımın arasındaydı. Yanıma gelmişti. Koynumda yatıyordu. Elimi yavaşça saçlarına götürürken dün gece olanların korkunç bir kabus olmasını umdum. Boğazımdan büyük bir hıçkırık yükselmişti.

Deniz anında doğrulup elini yanağıma yasladı. Gözlerinin içi kıpkırmızıydı. Uyumamış mıydı? "Sevgilim." dedi yorgun bir sesle. "İyi misin?"

"Kabus gördüm." dedim hıçkıra hıçkıra. "İlker savcı ölmüştü."

Deniz o kadar acı bir şekilde bakmıştı ki bana, bakışına ağladım. "Sevgilim." dedi titreyen bir sesle. "Çok üzgünüm."

"Ben kabus görünce çok korkuyorum." dedim aynı onun gibi titreyen bir sesle. "Ama her şey kabustu değil mi? Her şey yolunda. İlker savcı Özgür'ü yakalayacak. Az kaldı."

"Aşkım yapma." dedi Deniz. "İyi misin? Beni korkutuyorsun."

Deniz'in bakışlarından kaçarcasına ellerimle yüzümü kapattım. "Gerçek miydi?" dedim. "Dün gece olanlar gerçek miydi?"

"Ada, sevgilim." dedi beni doğrultup. Ardından kemiklerime bastırırcasına bana sarıldı. "Çok üzgünüm. Çok üzgünüm. Başımız sağ olsun."

Hıçkırdım. "Hayır." dedim burnumu çekip. "Uyanamadım. Hala kabus görüyorum ben. Kabus bu."

"Sevgilim. Sevgilim sakin olman gerek. Kendine gelmen gerek. Sana iğne yaptırmamı ister misin? Sakinleşmen lazım." Başımı hızla iki yana salladım.

"Hayır, ben iyiyim. İyiyim Deniz. İğne olmaz. Bebeğim var. İğne olursam bebeğim ölür."

Saçlarımı okşadı. Öptü. "Sakıncalı bir şey olsa teklif etmezdim. Korkacak bir şey yok. Sadece sakinleşmen için."

"İstemiyorum. İstemiyorum Deniz. Olmaz. İğne olmaz." dedim, elim karnıma gitmişti. Gitmişti çünkü kasıklarımda bıçak kesiği gibi keskin bir acı vardı. "Ah." diye bir çığlık attım. "Ah, Deniz."

Deniz bedenini benden uzaklaştırdı ve bana korkuyla baktı. "Sevgilim ne oldu?"

"Deniz bebeğimiz." dedim bağırarak. "Ah, karnım."

Deniz'in bakışları vücudumun alt kısmına kaydığında gözlerine korku yerleşmişti. "Ada." dedi fısıltıyla. Bembeyaz olmuştu. Ne gördüğüne bakmak için bakışlarımı çevirdim. Çarşafta kan lekeleri vardı.

Titreyen bir sesle nefes almaya çalıştım. "Hayır." dedim hala titreyen sesimle. "Hayır. Hayır olamaz. Olmaz. Deniz bebeğimiz."

Deniz telaşla yataktan kalktı ve kapıyı açıp koridora doğru bağırdı. "Beyza, çabuk buraya gel. Acele et. Hemen buraya gel." dedi ve tekrar yanıma döndü. Acıdan kıvranıyor ve inliyordum. Canım çok yanıyordu.

"Ada, sevgilim." dedi yüzümü severken. "Ada iyi misin?"

"Bebeğim." dedim zar zor çıkan sesimle. "Deniz bebeğimiz. Hayır, bu olamaz. Olmaz Deniz."

"Yok bir şey. Tamam, sakin ol. İyi olacaksın. Bir şey olmayacak. Nefes al. Yorma kendini. Hadi sevgilim. Nefes al."

"Deniz bebeğimiz."

Deniz beni yavaşça yatırdığında ellerimi karnıma bastırıyor, bebeğimin gitmemesi için can çekişiyordum.

"Deniz Bey." dedi Beyza telaşla. "Sorun ne?"

"Kanaması var." dedi Deniz. Gözünden süzülen bir yaşa engel olmamıştı. "Acil müdahale etmen gerek."

Beyza panikle yanıma geldi ve "Kanamayı durduracak bir iğne yapmamız lazım." dedi telaşlı bir sesle. "Yoksa kanama devam eder."

"Yapalım Beyza." dedi Deniz, eli karnımın üstündeki elimdeydi. Ardından ikimiz de aynı anda konuştuk.

"Ada iyi olmak zorunda." dedi çaresiz bir sesle.

"Bebeğim iyi olmak zorunda." dedim çaresiz bir sesle.

Ben bebeğimize zarar gelmesinden korkuyordum, o ise bana bir zarar gelmesinden korkuyordu. Çünkü bana bir şey olma ihtimali, beni kaybetme ihtimali onu yakıyordu. Ve o, bu kadar yanarken ben ona bensiz yaşamayı reva görmüştüm. Bensiz kalacaktı. En mutlu gününde bensiz kalacaktı.

"Tamam, ben gidip geliyorum hemen." dedi gözlerimin içine bakarak. Telaşla başımı salladım.

"İstemiyorum." dedim çatallı sesimle.

"Bebeği kaybederiz. Yapmak zorundayım Deniz Bey. Düşük yapıyor olabilir."

Başımı defalarca, durmak nedir bilmeden sağa sola salladım. "Hayır." dedim neredeyse bağırarak. "Bebeğim gitmeyecek, bırakmayacak beni."

"Sevgilim." dedi. "Sevgilim, bırakmayacak bizi bebeğimiz. Ama bak iğne olman lazım. Tamam mı? Hiçbir şey olmayacak. Korkma, yanındayım bak." Beyza'ya döndü ve başıyla onay verdi.

Beyza koşar adımlarla odadan çıktı. Geri gelene kadar on yıl geçmiş gibi acı çekmiştim. Bir bıçak acısı gidiyor diğeri geliyordu. Her sancıda canım koparcasına ağlıyordum. Ve canım yandığı için değil bebeğimi kaybetmek üzere olduğum için ağlıyordum.

"Geldim. Şimdi hemen iğneyi vuracağım." dedi Beyza. ''Bülent Bey'i çağırdım, hemen geliyor. Melis Hanım'ın yanındaydı.''

Deniz başını salladı ve yüzümü göğsüne kapattı. Kollarını başıma iyice sarıp saçlarımı okşadı, onlarca öpücük bıraktı. Neden iğne travmam olduğunu sorgulamıyordu, tek derdi iyi olmamdı. Sakin olmamı istiyordu fakat olamıyordum.

İğne kolumun içine girdiğinde tırnaklarımı Deniz'in göğsüne batırdım. Canım yanıyordu, öyle ki farkında olmadan, hemen yüzümün önüne serilen omzunu ısırmıştım. ''Canım yanıyor.'' diye bağırdım. ''Deniz bir şey yap. Ne olur bir şey yap. Bebeğimiz gitmesin. Bırakmasın bizi.''

''Gitmeyecek.'' dedi Deniz, inanmamı istiyordu. İnanmak istiyordum.

''Neler oluyor?'' dedi Bülent Bey telaşlı bir sesle.

''Amca kanaması var, bir şeyler yap. Acele et.''

''Kanamayı durdurmak için iğne yaptım.'' dedi Beyza, Deniz bedenimi yavaşça uzaklaştırıp beni yatağa yatırırken. ''Ultrason cihazı istedim. Gelecek birazdan."

"Kızım ne oldu?" dedi Bülent Bey endişe içinde. "Ne oldu birdenbire?"

Gözlerimi yumdum. Bir şeyler anlatacak halim yoktu. Dudaklarımı birbirine bastırıp çarşafı ellerimle sıktım. Karnımın içinde ateş topu var gibiydi.

"Savcıya çok üzüldü." dedi Deniz titreyen sesiyle. "O yüzden olmuş olabilir mi? Dün hiçbir şey yoktu. Her şey yolundaydı."

"Stres, korku, üzüntü. Her şey olabilir." dedi Bülent Bey. Birkaç saniye sonra kapıdan tekerlek sesleri geldiğinde ultrason cihazının geldiğini anladım.

"Geldik Beyza Hanım." dedi bir kadın sesi. Gözümü açacak ve başımı çevirip bakacak halim yoktu. Bir ateşin içinde yanıyor gibiydim.

"Tamam hemen bağlayın." dedi Bülent Bey. Deniz elimi iki elinin arasına alıp yüzünü ellerimizin üzerine kapattı. Dudağının değdiği yeri öptüğünde ağlamak istemiştim çünkü nabzıma denk gelmişti.

Karnıma soğuk bir şeyler dokunduğunda şu an duyarsam kaldıramayacağım kelimeleri duymaktan çok korkmuştum. Kulaklarımı kapatmak istiyordum. Duymak, görmek, hissetmek şimdi yaşamak istediğim şeyler değildi. Birinin beni bu kabustan uyandırmasını bekliyordum.

Deniz başını kaldırdı. Görmesem bile hissetmiştim. Elimin üzerinde sıcak nefesi yoktu. Bülent Bey uzun bir süre susmuştu. Hem duymaktan korkuyordum hem de bir an önce söylemesini istiyordum. Bebeğim iyi miydi?

"Amca söyle hadi. Neler oluyor?" dedi Deniz. Gözlerimi açtım ve Bülent Bey'e baktım. "Ada'nın canı daha ne kadar yanacak böyle? Bebek yüzünden acı çekiyor. Ne yapman gerekiyorsa yap amca. Ada'nın iyi olması için bebeği almanız gerekiyorsa hiç durma, sonlandır hamileliğini." Neredeyse yalvarıyordu, beni kaybetmektense, benim acı çekmemdense bebeğimizi kaybetmeyi göze almıştı.

"Hayır." dedim çığlık atar gibi. "Hayır sakın. İyiyim ben. İyiyim. Bebeğim de iyi değil mi?" dedim Bülent Bey'e bakarak. "Lütfen iyi olduğunu söyleyin bana."

''Bebek iyi.'' dedi Bülent Bey ultrason ekranına bakarak. ''Hala rahimde tutunuyor ama düşük riski var.'' Bakışlarını bana çevirmişti. ''Ada dikkat etmen gerekiyor.'' Derin bir oh çektim. Elim anında karnıma gitmişti. Beni bırakmadığın için teşekkür ederim. dedim içimden. ''Düşük riski yüzünden kanaman olmuş. Çok dikkat etmen lazım. Birkaç gün yataktan kalkmaman gerek.''

''Dün öyle bir şey yoktu.'' dedi Deniz karnıma bakarak.

''Bir şey tetiklemiş.'' dedi ve Deniz'e döndü. ''Bu kadar üzüntüyü ve stresi kaldıramamış. Üzüleceği şeylerden uzak tut Ada'yı Deniz. En ufak bir kötü haber daha görmesin, bilmesin. Stresten uzak tut. Yataktan kalkmayacak birkaç gün. Şimdi Beyza ona birkaç iğne daha yapacak. Düşük riskini azaltmak için bir de serum vereceğim.''

Deniz başını aşağı yukarı salladı, Bülent Bey saçlarımı okşadı ve bir süre beni izleyip diğer herkesle birlikte odadan ayrıldı. Deniz başını karnıma gömüp tekrar iki eliyle elimi tuttu. Belki on belki yirmi dakika sessize durmuştuk. Daha fazla susmuş, daha fazla ölmüştük. ''İyi misin?'' dedi ağlamaklı bir sesle. Boşta kalan elimle saçlarını okşadım. İyi değildim, ruhum çekilmiş gibiydi. Can çekişiyordum. Karnımda, rahmimde, kasıklarımda devasa bir acı vardı.

''Deniz.'' dedim zorla. Başını kaldırıp tekrardan bana baktı. Dağılmış görünüyordu. Uykusuz ve yorgundu. Gözleri zaman geçtikçe daha da kırmızı olmuştu sanki. ''Sen uyumadın mı?''

Saçlarımı okşadı. ''Sevgilim.'' dedi. ''Tamam. Bak bana.'' Yüzümü uzaklaştırıp ellerinin arasına aldı. ''Biliyorum, çok kötü bu olanlar. Ama kendine gelmen gerek.'' Gözyaşlarımı silip bir yanağımı usulca öptü ama dudaklarını yanağımdan çekmedi. ''Sen dağılırsan ben de dağılırım. Güçlü olmak zorunda kalmak dünyanın en berbat hissi biliyorum ama eğer sen kendini bırakırsan ben seni toparlayamam.'' dedi dudakları yanağımın üzerindeyken.

''Deniz çok kötüyüm, her şey kabus gibi.'' dedim, bir şey söylemeden kollarını bana sardı ve çenesini omzuma koydu. Nefes sesinden başka bir ses yoktu. Sanırım şoka girmişti ve az önce olanların gerçekliğiyle yüzleşiyordu.

''Geçecek.'' dedi Deniz. Savaş'ın adım sesleri konuşmamızı bölmüştü.

''Ada.'' dedi koşarcasına yanıma geldiğinde. Yatağın diğer tarafına geçti ve başucuma oturup alnımı birkaç kez öptü. ''Güzelim benim, iyi misin?'' Başımla onayladım, canım hala çok yanıyordu ama onca şey arasında beni de düşünmelerini istemiyordum. ''Az önce Bülent Bey söyledi. Duyduğum gibi geldim. Beni çok korkuttun.''

''İyiyim.'' dedim yorgun bir sesle.

Savaş Deniz'e baktı. ''İkiniz de çok kötü görünüyorsunuz.'' dedi endişeli bir bakışla. ''Gerçekten her şey yolunda mı?''

Deniz başını salladı. ''İyiyiz Savaş.'' dedi usulca. Telefonu çalmıştı. Bekletmeden açtı. ''Efendim Uygar... Tamam, öyle yapacağım... İyiyim, hepimiz iyiyiz... Hayır ben gelmeyeceğim... Ada çok kötü, bebek... Yok yok, her şey yolunda... Ama Ada'yı bırakamam, gelmeyeceğim.'' Ne hakkında konuştuğunu anlamasam da cenaze töreninden bahsettiğini hissedebiliyordum. Sanırım üzülmemem için kelimeleri saklıyordu. ''Tamam Uygar, sen geldiğinde detaylı konuşuruz.'' dedi ve telefonu kapattı.

''Biz de gidelim.'' dedim pürüzlü bir sesle. Deniz şaşkınlıkla baktı. "Cenaze törenine biz de gidelim."

"Unut bunu. Gidemeyiz. Bebek için tehlikeli. Hadi onu geçtim canın yanıyor. Bu halde kalkamazsın yataktan. Amcamın dediklerini unutma. Hem serum bağlanacak birazdan."

"Deniz İlker savcıya borcum var. Buna mecburum."

Deniz bana sanki dünyanın en önemli şeyini söyleyecekmiş gibi baktı. "Güzelim. Güzelim seni düşünmek zorundayım. Gitmek istediğini biliyorum ama orada olmanın kimseye bir yararı olmayacak. Daha sonra ikimiz gideriz tamam mı? Sen iyi olduğunda kabrini ziyaret ederiz."

Akmasın diye büyük çaba harcadığım gözyaşlarım aşağı doğru süzülmüştü. "Ama."

"Aması yok sevgilim. Gitmeyeceğiz." Uzanıp yanağımı öptü, ardından yine Savaş'a döndü. "Herkes iyi mi?"

Savaş elini uzatıp Deniz'in omzuna koydu. "İyi, merak etme sen."

Deniz uzanıp bir kez daha yanağımı öptü. O sırada Savaş kapıya doğru yürüyordu. ''Ben çıkıyorum, Deniz sen de uyu artık. Bu şekilde ayakta duramazsın.'' dedi uyarıcı bir sesle. Deniz geçiştirerek başını salladı.

Odada yalnız kalmıştık. Kolunu boynuma sarıp başını göğsüme bastırdı. "Ada. Sevgilim." dedi titreyen sesiyle. "Geçecek her şey. Her şey bir gün bitecek."

"İlker savcı gelmeyecek ama geri." dedim burnumu çekerek. "Öldü o Deniz. Kabus sandım ben. Ama gerçekmiş. O kadar çok isterdim ki kabus olmasını. Canım çok yanıyor."

Deniz elini kolumda gezdirdi. "Yapma Ada. Sakın yapma. Bak bebek düşecekti neredeyse." dedi bana iyice sarılıp. Kapı çalmış, Beyza hemşire hızlı adımlarla yanımıza varmıştı. Deniz başını göğsümden ayırdı ve doğrulup yüzümü izlemeye başladı.

"Daha iyi misiniz?" dedi şefkat dolu bir sesle. Başımı yavaş yavaş salladım. O sırada Deniz serum için kazağımın kolunu yukarıya doğru sıyırıyordu. "Serumdan sonra çok daha iyi olacaksınız. Ağrınız var mı? Ya da sancınız?"

"Yok. Geçti sanırım." dedim, bakışlarım kolum üzerinde oyalanan Deniz'in elleri üzerindeydi.

"Güzel. Buna sevindim." dedi Beyza hemşire ve bir damar yolu bulmak için elimin üstümdeki damarlara dokundu. Tenim çok solgundu, damarlarım görünmeyecek kadar silikti sanki. Beyza hemşire işaret parmağıyla hafifçe tenime vurdu ve birkaç tane damarın görüntüsü biraz da olsa netleşti. "Şimdi damar yolunu açıyorum." dedi ve saniyeler içinde iğne tenimi deldi. "Evet işte oldu." dedi iğnenin üzerini bantlayıp. Ardından hiç beklemeden serumun ucunu elimin üstündeki iğneyle birleştirdi. Serum torbasından yavaş yavaş damlayan ilaca baktım. Ağır ağır ilerleyip aşağı süzülüyordu. "Bu şekilde ağır ağır ilerlemesi gerek. Biraz uzun sürecek bu yüzden. Eğer bir şey olursa seslenirsiniz."

"Tamam Beyza teşekkürler. Başka yapmamız gereken bir şey var mı?"

"Şimdilik yok Deniz Bey. Sedece dinlenmesi gerekiyor."

Deniz başını sallayarak cevap verdiğinde Beyza hemşire kısa bir süre serumun ayarını kontrol etti ve hızlı adımlarla odadan ayrıldı. Deniz tekrardan yanıma uzanıp başını göğsüme saklayarak kolunu bana sımsıkı sardı.

"Ben çok yoruldum. Çok yoruldum. Nefes alacak halim kalmadı. Boğulacak gibiyim. Neden bunlarla sınanıyoruz biz?" dedim isyan eden bir sesle.

"Neler yaşadığını biliyorum. Canın yanıyor biliyorum. Ama iyi olmak zorundayız. Bebeğimiz için iyi olmak zorundayız. Bak yanındayım. Herkes yanında, herkes burada ve güvende. Bunları düşün." Başımı iki yana salladım. Onları düşünemiyordum. "Bak Melis iyi. Uyandı, herkes sırayla girdi yanına. Seni de görmek istiyor. İyi hissettiğinde gidelim mi yanına?" Başımla onayladım.

"Gece ne oldu? Ben uyurken yani?"

"Uygar tüm geceyi adliyede geçirdi. Ben de bütün gece senin yanındaydım. Ama olanları düşünme." dedi elini karnıma koyarak. "Böyle yaparsan toparlanamazsın."

"Sen uyumadın mı?"

"Yapmam gereken telefon konuşmaları vardı. Uyumak için bir vaktim olmadı."

"Ama uyandığımda yanımda yatıyordun."

"Sen uyuyabilesin diye yanında yattım. Sabaha kadar başında bekledim.'' dediğinde parmaklarım sakallarını buldu.

''Bir gelişme yok mu?'' dedim diğer elimle yüzümü ovuşturarak. ''Şimdi ne olacak Deniz? Ne yapacağız?''

''İlker savcı ölmeden önce Anadolu Kavağı'na yönlendirmiş ekipleri. O bölgede arama yapıyorlar. Görgü şahidi varmış. Kesinlikle Özgür olduğuna emin olarak göndermiş İlker savcı ekipleri oraya. Ama kimin gördüğünü ve ihbar ettiğini bilmiyor hiç kimse.''

''Anladım.'' dedim pürüzlü bir sesle. ''Ölmeden yarım saat önce konuştum onunla. Gelişmeleri öğrenmek için aradım. Sadece yarım saat öncesi sesini duyduğum savcı suikasta kurban oldu.''

''Her şey korkunç bir senaryo gibi. Ama bitecek. Söz veriyorum.''

"Ne zaman bitecek Deniz? Tüm bunlar bizi tamamen yıkmadan bitecek mi?"

"Bitecek. Biz bitmeyeceğiz ama bu olanlar bitecek. Biz daha güçlü kalkacağız ayağa."

"Nefes alamıyorum." dedim.

Deniz yavaşça yanağımı sevdi. ''İyiysen dışarı çıkalım mı?'' Başımı iki yana salladım. Elini karnıma yasladı. ''Karnın ağrıyor mu?'' Başımı tekrar iki yana salladım ve döndüğünü anlatabilmek için işaret parmağımı başıma değdirip ardından parmağımla havada bir daire çizdim. ''Tamam, dinlenelim o zaman biraz daha. Ben buradayım.''

''Gitmeyeceksin değil mi?''

Havada olan elimi tuttu ve avcumu öptü. ''Gitmeyeceğim sevgilim. Buradayım.''

"Uyuman gerek." dedim ağır ağır. Deniz başını salladı ve göz kapaklarını indirdi.

Yaklaşık yarım saat sonra Deniz nihayet uykuya dalabilmişti. Uyuyana kadar saçlarını okşadım, belime sarılı kolunda parmaklarımı gezdirdim. Bitik bir halde olduğumun farkındaydım. Şimdi farkına vardığım şey ise Deniz'in de benden farksız olduğuydu. Yorgundu. Tükendiğini ve çaresiz hissettiğini anlayabiliyordum. Sanki her şey onun sorumluluğu altındaydı ve elinden bir şey gelmedikçe aklını kaybedecek gibi oluyordu. Sonrasında kendine gelmek için bana sığınıyordu. Ben yokken ne yapacaktı? Nasıl başa çıkacaktı? Nerede olduğumu bilmeden, nasıl olduğumu bilmeden nasıl nefes alacaktı?

İçimde kavrulan acıyı tanımlayacak bir kelime bulamıyordum. Elimin kolumun bağlı olmasından, milyonlarca ihtimal arasından bir tane bile çare bulamamaktan nefret ediyordum. Herkesin hayatı önce bana sonra Özgür denen o katile bağlıydı ve sesimi duyurabileceğim kimse yoktu.

Boş gözlerle tavanı izlerken kapı çaldı, ardından yavaşça açıldı. Canan Hanım, Fatih Bey ve Eren gelmişti. Deniz'in uyuduğunu fark ettiklerinde sessiz adımlarla yanıma geldiler.

"Ada." dedi Eren elimi tutarak. "Ada iyi misin? Ne oldu sana?"

"İyiyim Erencim merak etme sen."

"Kızım ne oldu sana?" dedi Canan Hanım. "İyi misin?"

"İyiyim. Biraz kanamam oldu sadece. Ama şimdi iyiyim. Teşekkür ederim geldiğiniz için."

"Ne teşekkürü kızım olur mu öyle şey? Var mı istediğin bir şey? Ya da ağrın, sancın var mı? Ne yapalım senin için?"

"Bir şey istemiyorum sağ olun. Melis nasıl?"

"Melis iyi, seni sorup duruyor. Olanlardan habersiz."

Başımı salladım. "Her şey çok kötü." dedim başımı Deniz'e çevirip. Hareketsiz uyumaya devam ediyordu.

"Şerefsizler yine yaptı yapacağını. Ama umudumuzu kaybetmek yok. Yakındır yakalanmaları."

"Neyse Fatih. Bunları konuşup Ada'yı daha fazla üzmeyelim. Daha sonra konuşuruz, şu hastaneden bir çıkalım da."

"Haklısın Canan. Biz çıkalım. Ada da güzelce dinlensin." dedi Fatih Bey ve elini Canan Hanım'ın beline koydu. "Kızım bir şey olursa söyle mutlaka."

"Söylerim Fatih Bey teşekkürler." dedim. Kısa bir süre gülümseyerek beni izlemişler, ardından odadan çıkmışlardı.

Yalnız kaldığımda kumandaya uzanıp televizyonu açtım ve Deniz'in uyanmaması için sesini sonuna kadar kıstım. Ekranda İlker savcının öldüğü patlamanın görüntüleri vardı. Bir binanın güvenlik kameralarına yansıyan patlama anını herhangi bir uyarıcı işaret koymadan ekrana vermişlerdi. Bir anda buz kestim. Araba saniyeler içinde alev almıştı. Sesi biraz olsun açtım.

Bu zamana kadar gördüğüm en korkunç manzaranın annemin ipe asılı bedeni olduğunu düşünüyordum ama bu ondan da korkunçtu. Karşımda benim sebep olduğum bir patlama vardı. Arabanın her yanını saran alevler ve etrafta o alevleri söndürmek için koşturan insanlar vardı. Çığlıklar, yardım sesleri. Hepsi birbirine karışmıştı. Sebebi bendim. Ve bunun hesabını Özgür'e sormak için gün sayıyordum.

Ekranda görüntü değişti ve dün gece haber kanalları tarafından çekilen görüntüler verildi. Ambulans ve polisin siren sesleri, telsiz sesleri, feryatlar, bağırışlar, kargaşa, gürültü, gazetecileri zapt etmeye çalışan polisler ve hala arabadan çıkartılamamış ölü bedenler.

Bu görüntüleri neden izlediğimi bilmiyordum. Travma üstüne travma eklemek gibi bir niyetim yoktu elbette ama sanırım kinimi diri tutmak istiyordum.

Görüntü tekrar değişti. Havaalanından bir görüntü vardı. Piste indirilmiş, bayrağa sarılı iki tane tabut. İki tane yarım kalan hayat. Ardında bıraktıkları insanlar. Aileleri, anneleri, çocukları, eşleri, kardeşleri.

Ben bir çukurun en dibindeymiş gibi hissederken geride kalan aileleri nasıl hissediyordu? İçimin her hücresi ayrı ayrı parçalanırken geride kalanlar nasıl dayanıyordu? Nasıl dayanacaklardı? Onların üzülmesine sebep olmuşken bu vicdanla nereye kadar, nasıl dayanacaktım?

Daha fazla tükenmemek için televizyonu kapattım ve gözyaşlarımı silerek Deniz'in saçlarına belli belirsiz bir öpücük bıraktım. Biri sessizce kapıyı çaldı. Savaş'tı.

"Size temiz kıyafet getirttim. Ülkü abla hazırlamış her şeyi sağ olsun." dedi fısıltıyla. Yanıma geldi ve saçlarımı sevip alnımı öptü. "İyisin değil mi Ada?"

"İyiyim." dedim en kısık sesimle. "Teşekkür ederim Savaş. Serumdan sonra değişirim üstümü."

"Tamam güzelim. Başka bir şeye ihtiyacın olursa söyle. Biz hepimiz Melis'in yanındayız. Herkes iyi."

"Herkes burada mı hala?"

"Miray evine gitti. Uygar henüz gelmedi. Ama onun dışında herkes burada."

Başımla onayladım ve eline uzanıp sımsıkı tuttum. "Savaş iyi ki varsın. Seni çok seviyorum."

"Sen de iyi ki varsın Ada. Ben de seni çok seviyorum." Eğilip alnımı tekrar öptü ve odadan ayrıldı.

Dakikalar hatta saatler geçmişti ama ne içimin acısı ne de beynimi yeyip bitiren düşünceler beni terk etmişti. Her geçen an daha da artıyor gibi hissediyordum. Bu ateşi nasıl söndürecektim? Yanmaya devam ederse nasıl yaşayacaktım? Deniz olmadan nasıl devam edecektim?

Deniz üzerimde hareket ettiğinde artık uyandığını anlamıştım. Uzun süre uyumamıştı ama deliksiz üç saat uyuyabilmiş olması biraz da olsa beni tatmin etmişti.

Yavaşça doğrulup elini yüzüme yerleştirdi. "İyi misin?" dedi çatallı bir sesle. Başımı sallayarak onayladım.

Onu taklit edip elimi yanağına koydum. "Sen iyi misin?" Başını aşağı yukarı salladı ve seruma baktı. "Serum bitmiş."

"Evet, yarım saat oluyor." dedim ve ben de biraz olsun doğruldum. "Sen uyurken Beyza gelip çıkarttı. Birkaç tane de iğne yaptı."

"Ne oldu?" dedi merakla. "Bir şey mi istiyorsun? Neden kalkmaya çalışıyorsun?"

"Sen uyurken Savaş temiz kıyafet getirtmiş bana ve sana. Üzerimi değiştirmek istiyorum."

Deniz'in bakışları odada gezindi ve Savaş'ın getirdiği poşeti buldu. "Tamam, gel ben hallederim." dedi beni yavaşça kaldırıp. Poşeti de aldı ve beni temkinli adımlarla banyoya soktu.

"Yıkanmak ister misin?" dedi, bakışları tüm yüzümde geziyordu. Başımı aşağı yukarı salladım. "Evet, o zaman gel bakalım." Kıyafetlerimizin olduğu poşetleri klozetin üzerine koyup suyu açtı. "Şimdi ısınır." Başımı salladım. Deniz önce kazağımı sonra eteğimi çıkarttı. Eteğime bulanan kan lekesini gördüğümde elim istemsiz karnıma gitmişti. Deniz elime uzandı ve tutup dudaklarına bastırdı. "Bir şey yok, iyisin. Bebeğimiz de iyi." dedi. Derin bir nefes aldım.

Deniz beni tamamen soyduktan sonra saçlarımı topladı ve bedenimi yıkadı. Çok utanıyordum. Çıplak olduğum için ya da beni yıkadığı için değil, bacaklarımda kuruyan kanın aşağı doğru süzülmesinden çok utanıyordum. Deniz'in buna şahit olmasından çok utanıyordum. Bebeğimizi taşıyamayacak kadar güçsüz olduğum için çok utanıyordum.

Yüzümü kapatıp hıçkırdım. Deniz suyu kapattı ve ellerimi yüzümden çekti. "Canın mı yanıyor?" Başımı iki yana salladım. "Ne oldu sevgilim?"

"Bebeğimiz benim yüzümden ölecekti. Onu taşıyamıyorum. Bebeğimiz de benim yüzümden ölürse-"

"Ssh olmayacak öyle bir şey. Düşünme sakın." dedi, beni duşakabinden çıkartırken. Havluya uzandı ve beni iyice kuruladı. Temiz kıyafetlerimi giydirip yatağa götürdü. Çarşaftaki kan lekelerine takıldı gözüm.

"Ben birini çağırayım. Temiz nevresim getirsinler." dedi Deniz ve kapıya gidip birilerine seslenerek bir şeyler anlattı. Birkaç saniye içinde de yanıma döndü. "Birazdan gelip değiştirecekler."

"Deniz." dedim pürüzlü bir sesle. Önüme oturup ellerimi avuç içlerine aldı.

"Söyle sevgilim."

"Bunu Özgür yaptı. Ama nasıl kanıtlayacaklar? Artık İlker savcı yok. Her şey yarım kaldı."

"Yerine savcı atanacak. Atanana kadar da başsavcı yürütecek dosyayı. Sen merak etme. Melih de Özgür de cezasını çekecek."

"Başsavcı dosyaya hakim mi? Her şeyi biliyordur değil mi?"

"Sen canını sıkma. Dava sürecinde değişen bir şey olmayacak."

Acı bir şekilde gülümsedim. "İlker savcıyı düğünümüze çağırdığında içine doğmuş gibi Ölüm kalım olmadıkça geleceğim. demişti. Sanki hissetmiş gibi. Çok üzülüyorum Deniz. O işini çok düzgün yapan çok iyi bir insandı. Ölmeyi hak etmiyordu. Çocukları ve eşini düşündükçe kalbime bir şey saplanıyor sanki."

Deniz ayağa kalkıp yanağımı öptü. "Ailesinin yanında olacağız. Yalnız bırakmayacağız onları."

Bizim varlığımız İlker savcının yokluğunu telafi etmeyecekti. Deniz de farkındaydı ama elinden o kadar bir şey gelmiyordu ki beni ve kendisini bu cümleyle avutuyordu. Onları yalnız bırakmayacağız.

"Melis'in yanına gitmek istiyorum." dedim yavaşça ayağa kalkarak. Deniz beni önce sıkıca sarmaladı, sonra kapıya doğru yürüttü.

"Tamam, hadi gel gidelim."

Birkaç dakika sonra Melis'in odasına girdik. Herkes buradaydı ve sanırım Melis'in etkilenmemesi için ona hiçbir şey anlatılmamıştı. Herkes neşeyle bir şeyler anlatırken yanlarına doğru ilerledik. Melis heyecanla kollarını bana açtı. "Ada." dedi sevinçle. "Ada ben uyandım."

Gülümseyerek yanına ilerledim, bana açılan kollarına karşılık ona kocaman sarıldım. "Melis. Canım benim." dedim titreyen bir sesle. "İyi misin, nasıl hissediyorsun?"

"Çok iyiyim. Çok iyi hissediyorum. Hiçbir yerim ağrımıyor."

"Harika bir haber bu." dedim ve sarılmamızı sonlandırıp yüzünü sevdim. "Daha da iyi olacaksın. Çok iyi olacaksın."

"Evet, çok güzel günler bizi bekliyor. Artık sizinle beraber dışarı çıkabileceğim. İstediğim saate kadar ayakta durabileceğim. Korku filmi izleyebileceğim. Araba kullanabileceğim. Seninle alışverişe çıkabileceğim. Yorulma derdim olmadan her şeyi yapabileceğim Ada."

"Evet Melis. İstediğin her şeyi yapabileceksin." dedim ve bakışlarımı odada gezdirdim. Hepsi bana endişeyle bakıyordu.

"Hepinizi çok seviyorum. Bu yataktan kalktığımda size kocaman sarılacağım ve yarınlar yokmuş gibi dans edeceğim."

"Hemen öyle kendini yormasan mı abla?" dedi Eren. "Daha yeni ameliyat oldun. Birkaç gün geçsin bari."

Melis sırıttı. "Ben iyiyim. Maratona bile giderim bu hırsla ben."

"Melis." dedi Deniz Melis'in diğer yanına oturup. "Eren haklı. Daha ilk günden kendini yoracak şeyler düşünmesen mi acaba?"

"Aman siz de bu kadar telaş yapmasanız mı? Amcam dedi ya çok iyi diye."

"Amcam normal hayata alışman için en az bir aya ihtiyacın olduğunu da söyledi." dedi Eren.

"Offf. Peki. Ama bir ay sonra beni kimse eve sokamaz haberiniz olsun."

"Söz veremiyorum." dedi Deniz bana göz kırparak. Melis'i kandırıyordu.

"Ama abi ya sen de hep böyle-"

Deniz gülümsedi. "Şaka yaptım güzelim. Sana söz verdim. İstediğin her şeyi yapabileceksin."

Melis elini Deniz'in elinin üzerine koydu. "Huysuz abim benim. Başına bela olacağım. Demedi deme."

Deniz başını sallayarak onayladı. "Anne, baba." dedi onlara dönerek. "Bizim bu kızdan çekeceğimiz var."

"Öyle öyle. Durdur bakalım durdurabilirsen. Daha şimdiden böyleyse yandık." dedi Fatih Bey. Herkes gülüşürken pencere yanına gittim. Deniz ve Eren Melis'in başındaydı. Savaş da onun yanındaydı. Fatih Bey ve Canan Hanım yanıma gelip beni kucakladı. "Kızım iyi misin?" dedi Canan Hanım. Eli karnıma gitmişti. "Nasıl oldun?"

"İyiyim, teşekkür ederim."

"Neden kalktın yatağından? Bülent dinlenmen gerektiğini söylemişti."

"Melis'i görmek istedim. Uygar'dan haber var mı?"

"Adliye'den ayrıldı. Cenaze törenine katılacak. Sonra ne yapar bilmiyorum." dedi Fatih Bey fısıltıyla. "Ama sen bunları düşünme. Eve gidip dinlenin Deniz'le birlikte. Burada yeterince dinlenemezsin."

"Kimseyi bırakmak istemiyorum."

"Güzel kızım benim. Burada hiçbir şey olmaz merak etme sen. Eve git, güzelce dinlen. Hem kendin için hem bebeğin için yapman lazım bunu." dedi Canan Hanım. Saçlarımı okşuyordu.

"Siz ne konuşuyorsunuz bakalım orada?" dedi Melis cilveli bir sesle. "Gelininizle muhabbet mi ediyorsunuz?"

Hepimiz aynı anda ona döndük. "Evet kızım. Yengenle muhabbet ediyoruz." dedi Canan Hanım kolunu omzuma atıp beni iyice kendine çekerek. "Ada'ya artık eve gitmesi gerektiğini söylüyorduk."

Melis'in bir anlığına yüzü düşse de başını salladı. "Dünden beri burada harap oldu herkes. Gidip dinlenin."

"Evet. Ben ablamın yanında beklerim." dedi Eren. "Çok yorgun görünüyor herkes."

"Biz kalırız oğlum." dedi Canan Hanım. "Sen git asıl."

"Yok yok. Ablamla kalmak istiyorum ben. Hem hiç sıkılmıyorum. Ablam yanımda, amcam burada. Bahar yengem de gelecek. Vallahi bak gidin siz." dedi Eren.

"E peki madem. Bakabilecek misin ablana?" dedi Canan Hanım göz kırparak.

"Ohoo hem de nasıl bakarım. Gözüm gibi bakarım."

"Eren bana gerçekten iyi refakat ediyor anne. Siz çok kötü görünüyorsunuz. Aranızda en enerjik olan Eren. Yani kendimi ona emanet etmeyi tercih ederim." dedi kıkırdayarak.

"Siz büyüdünüz de bizi mi istemiyorsunuz bakalım?" dedi Fatih Bey.

"Öyle şey olur mu?" dedi Melis. "Yorulmayın diye uğraşıyorum."

"Evet." dedi Deniz. "O zaman biz kalkıyoruz."

Herkes bir anda ayaklanmıştı. Küçük bir vedadan sonra odadan çıktık. "Biz cenaze törenine gidelim." dedi Fatih Bey. "Siz eve gidip dinlenin."

"Ben de gideceğim törene." dedi Savaş. "Oradan size gelirim belki."

"Tabii." dedi Deniz. "Uygar da gelecek daha sonra bize. Beraber konuşuruz adam akıllı."

"Olur." dedi Savaş. Ardından önce beni sonra Deniz'i kucakladı. "Dikkat edin."

"Sen de dikkat et." dedim fısıltıyla.

Savaş Deniz'in anne ve babasıyla da vedalaştıktan sonra yanımızdan ayrıldı.

Deniz beni iyice kendine çekti ve çenesini alnımın üzerine bastırdı. "Anne, baba siz de dikkat edin. Aklım sizde kalmasın."

"Siz de dikkat edin evladım." dedi Canan Hanım ve ikimize de sarıldı. "Ada yorulma kızım. Deniz, amcanın dediklerini unutma. Yorma Ada'yı. Üzüleceği şeylerden uzak durun."

"Gözünüz arkada kalmasın." dedi Deniz.

"O halde gidelim biz de geç kalmadan." dedi Canan Hanım ve eşinin koluna girip yanımızdan uzaklaştı.

"Sen burada bekle. Ben odadan eşyalarımızı alıp geliyorum." dedi Deniz. Arkamdaki sandalyeye çöküp kısa bir süre bekledim. Deniz kirli kıyafetlerimi, cep telefonumu ve çantamı alıp gelmişti. "Hadi güzelim. Gel gidelim."

Onu başımla onayladım. Kısa sürede kapalı otoparka varmıştık. Koltuğuma oturup Deniz'in yerine geçmesini bekledim. Benim aksime aceleci davranıyordu. Yerine geçti ve uzanıp kemerimi bağlayarak motoru çalıştırdı. Araba ileri atıldığında düşündüğüm tek şey İlker savcıydı. Onun ölümüne sebep olduğum gerçeğini ömrümün sonuna kadar unutmayacaktım.

"İyi misin?" dedi Deniz göz ucuyla bana bakarken.

Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım. "Başım dönüyor." dedim, bakışlarım yoldaki kesik beyaz çizgileri takip ediyordu. "Ama iyiyim. Dinlenince geçer."

"Bana söylemek istediğin bir şey mi var Ada?" dedi endişeli bir sesle. "Bir şey olmadığına emin misin?"

"Eminim. Endişelenme. Gerçekten iyiyim. Sadece İlker savcıyı seviyordum ve Özgür yüzünden ölmesi kanıma dokunuyor. Öldü ve biz hiçbir şey yapamadık. Elimiz kolumuz bağlı, baksana."

"Toparlanman gerek. Herkes çok üzüldü. Herkes şok oldu. Ama senin kendini toplaman gerek. Ben sana bir şey olmasını izleyemem. Canım acıyor seni böyle gördükçe."

"İyi olacağım." dedim eline uzanıp avuç içini öperek. "Beraber iyi olacağız. Sen, ben, bebeğimiz."

Deniz ikna olmuş gibi başını salladı ve dikiz aynasından arkamıza baktı. "Güvenlik önlemlerini arttırdım. Önümüzde bir araç, arkamızda da iki araç var. Endişe edecek bir şey yok. Dayınların evinin önünde iki tane korumamız var. Can ve Selay da güvende. Miray'ı evine bizim çocuklardan biri götürdü. Evin orada bekliyor. Uygar da yalnız değil."

"Savcıyı da iki kişi koruyordu." dedim acı bir gülümsemeyle. "Ama öldü."

"Biz ölmeyeceğiz Ada." dedi net bir sesle. "Korkma artık. Bir şey olmayacak inan bana."

Gözümün önünde biriken yaşları yanağıma süzülmeden evvel hemen sildim. Titreyen çenemle de başa çıkmaya çalışırken başımı koltuğa yasladım. "Ben biraz uyuyacağım." dedim gözlerimi kapatarak. Uyuyabileceğimi düşünmesem de uykuya dalmam çok kısa sürmüştü.

***

Gözlerimi araladığımda hava kararmaya başlamıştı. Odamda yatıyordum ve Deniz yanımda yoktu. Çekmecenin üzerindeki sürahiden su doldurup hepsini tek yudumda içtim ve yataktan kalkıp aşağı indim. Deniz, Uygar ve Savaş haberleri izliyordu. Işıkları açmamışlardı ve salonu televizyonun ışığı aydınlatıyordu, geldiğimi kimse duymamıştı.

Ekranda cenaze töreni vardı. Omuzlar üzerinde taşınan bayrağa sarılı bir tabut. Kenarda bir köşede "İlker." diye ağlayan eşi ve "Baba." diye feryat eden kızları benim canımı çok yakmıştı. Sanki ağır çekimde yaşıyordum. Sesler kulağıma ulaşmıyordu. Çocuklarının Baba. diye bağırışını duyamıyor sadece ağzını okuyordum. Perişan bir haldelerdi.

"Baba, götürmeyin onu ne olur. Ölmedi o. Ne olur. Baba uyan. Ne olur uyan. Lütfen baba uyan. Ne olur uyan." Babalarının başında çaresizce ağlayan masum iki kız çocuğu. Ve onları uzaklaştırmaya çalışan görevliler.

Ortalığı inleten bir ses kulaklarımızı doldurduğunda yerimden sıçradım ve kulaklarımı kapadım. Eşi çığlık çığlığa İlker savcının adını sayıklıyordu.

"Ada." dedi Deniz telaşla. Çenesi kaskatı olmuş, bal gözleri rengini siyaha bırakmıştı. "Ne zamandan beri buradasın sen?" Varlığımı nasıl fark etmişti ve ben bana doğru geldiğini nasıl fark etmemiştim bilmiyordum.

"Deniz." dedim kendimi aşağı doğru bırakırken. Deniz belimi sıkıca kavrayıp beni ayakta tuttu ve içeriye doğru yürüttü.

"Güzelim iyi misin?" dedi telaşla. "İyi misin? Gel, gel oturalım şuraya." dediğinde Savaş da yanıma geldi ve koluma girdi.

İkisi beni yürütüp koltuğa oturturken Uygar televizyonu kapattı. Ülkü abla telaşla içeriye girmişti. "Çocuklar ne oldu? İyi misiniz?" dedi korkuyla.

"İyiyiz Ülkü abla. Bir şey yok."

"Ada'nın çığlığını duyunca koştum. Mazallah merdivenden düştü sandım."

Başımı yavaşça kaldırıp Ülkü ablaya baktım. Çığlık atan ben miydim? Televizyondan geldiğini sandığım o korkunç çığlık benim miydi? Deniz çığlığımı duyunca mı varlığımı fark etmişti?

"Yok abla." dedi Uygar. Ayağa kalkıp Ülkü ablanın yanına gitti ve kolunu omzuna atıp onu mutfağa yönlendirdi. "Gel biz seninle Ada'ya yemek hazırlayalım."

Uygar ve Ülkü ablanın gidişini izledikten sonra önce Savaş'a sonra Deniz'e baktım. "İyiyim." dedim bana bile yabancı bir sesle. İnanmış gibi durmuyorlardı.

"Sevgilim." dedi Deniz elimi sıkıca tutarak. "Sevgilim gerçekten iyi misin?"

"İyiyim. Zor bir süreçten geçiyoruz. Hepimiz. Toparlanacağım ama merak etme. Gerçekten iyi olacağım."

"Çok etkilendin Ada." dedi Deniz. Olanlardan habersizdi. Başımıza neler geleceğini bilmiyordu. Son günlerimiz olduğunu bilmiyordu. Ona her baktığımda neden ağladığımı bilmiyordu.

"Özgür denen o orospu çocuğu ölmeden rahat edemeyecek gibiyiz." dedi Savaş. "Bir şeyler düşünmemiz lazım."

"Ekipler Anadolu Kavağı'nda hiçbir şey bulamadı." dedi Deniz. "Belki İstanbul'da bile değil."

"Öyle olmasa İlker savcı oraya yönlendirir miydi ki ekipleri?" dedim. "Burada o Deniz, hissediyorum." Aslında hissetmiyor, direkt olarak biliyordum ama bunu söylersem cehennemi yaşardım. Ve bu sırrı saklayabilmek cehennemden önce son çıkışımdı.

"Bilmiyorum Ada. Hedef şaşırttı belki de. Melih'in saati bulundu Mersin'deki otelde. Bence Özgür de orada."

"Yine elimizden hiçbir şey gelmeden bekleyecek miyiz?"

"Beklemeyeceğiz. Ekiplerin haricinde bizim adamlardan birkaç kişi de arıyor Özgür'ü. Ellerinde fotoğraf kapı kapı dolaşmak zorunda kalsalar da yeni bir haber alana kadar arayacaklar."

"Ekipler nasıl bir şey bulamadı?" dedim. "Kamera kaydı da mı yok hiçbir yerde?"

"İlker savcının yönlendirdiği bölgede hiçbir evde kamera yokmuş."

"Kimse görmemiş mi?"

"Görmemiş. Bütün evlere sormuşlar. Herkes aynı şeyi söylemiş. Yalnızca bir çocuk gördüğünü söylüyor ama çocuğa ne kadar inanılır ki? Kendine macera arıyor muhtemelen. Gördüğü filmlerden etkilenmiş olmalı."

Tedirgin bir ifadeyle Deniz'e baktım. "Ne demiş çocuk?"

"İki kötü adam geldi, bir tanesi bir arabanın lastiğine ateş etti. Sonra kötü adamlardan biri bir kızı zorla arabaya bindirdi demiş."

Yüz ifademi değiştirmemeye çalışarak Deniz'e bakmaya devam ettim. Yutkunmamak için ve gözlerimi kaçırmamak için kendimi zor tutuyordum. "Başka ne demiş?"

"Koşarak anneme söylemeye gittim ama geri döndüğümüzde kimse yoktu demiş. Zaten etrafta silah sesi duyan da yok."

"Çocuk işte." dedim belli belirsiz bir sesle. Uygar'ın ayak seslerini duyduğumda bakışlarımı ona çevirdim. Elinde bir tepsiyle geliyordu. "Evet çiçeğimizin yemeğini getirdim." dedi. Tüm olanlara rağmen gülümsüyordu. "Ada'mız yemek yesin ki iyi olsun, güçlensin. Minik Toprak'ımız da iyi olsun değil mi?"

Yanımıza gelene kadar onu izledim. Elindeki tepsiyi dikkatlice kucağıma bıraktı. Mercimek çorbası, ayran ve salataya istemeyerek baktım. "Uygar benim canım hiçbir şey istemiyor."

"Olmaz öyle şey." dedi Savaş. "Yemen lazım. Neredeyse yirmi dört saattir sadece suyla besleniyorsun."

Deniz çorbadaki kaşığı aldı ve ağzımın önüne getirdi. "Hadi sevgilim. Bebeğimiz için yemen lazım. Hadi aç ağzını."

İstemeyerek de olsa ağzımı açtım ve bir kaşık çorbayı yudumladım. Ardından bir kaşık daha ve bir kaşık daha. Birkaç çatal salata da yedikten sonra ayranımı içip ağzımı sildim. "Doydum." dedim ikna etmek isteyen bir sesle. Deniz zorlamamaya karar vermiş olmalı ki tepsiyi kucağımdan alıp ayağa kalktı. "Şunu götüreyim." dedi mutfağa giderken. Uygar da peşinden gitmişti. Anında Savaş'a döndüm. "Savaş görmüş bizi çocuk. İnanabiliyor musun? Bizi görmüş. Ya tek gören o değilse. Ya başka biri daha gördüyse. Ya bir kanıt ulaşırsa ekiplere. Ne yaparız o zaman? Senin araban oradaydı? Senin arabanı bulacaklar."

"Arabamı daha dün akşam çektiler dedemin adamları oradan Ada. Ekiplerden önce araba çoktan oradan alındı. Endişelenme lütfen."

"Çok korkuyorum Savaş."

"Korkma. Bir şey olmayacak. Deniz öğrenmeyecek."

"Evet. Şimdi sıcak bir şeyler içme zamanı." dedi Uygar. Elinde yine bir tepsi vardı. Tepsinin içinde de dumanı tüten dört kupa bulunuyordu. "Ülkü ablayla bitki çayı yaptık. Öyle hazır sallama çaylardan değil he. Demlikte demledik. İçinde yok yok."

Zor da olsa gülümsedim. "Ne var içinde?"

"Vallahi isimlerini hiç bilmiyorum." dedi Uygar ve tepsiyi önümüzdeki sehpaya bıraktı. "Ben Ülkü ablayı izledim. Demliğin içine bir sürü farklı kuru kuru otlar koydu. Çok çeşit vardı. O yüzden içinde yok yok dedim. İsimlerini bildiğimden değil yani."

Deniz Uygar'ın başına hafifçe vurdu. "Manyak herif." dedi buruk bir gülümsemeyle. Herkes yerine oturup çayını içmeye başladığında Uygar'a döndüm. "Adliyede ne oldu Uygar?"

"Bir şey olmadı Ada. Yani adliye birbirine girdi. Herkes yıkıldı haliyle. Yeni savcı atanacak en acilinden. O gelene kadar başsavcı bakacak dosyaya."

"Babama da söylememiz gerekiyor." dedim Savaş'a bakarak. "Yarın görüş günü Deniz. Gitmemiz ve olanları anlatmamız gerekiyor."

"Ada yataktan çıkmaman lazım birkaç gün. Unuttun mu?" dedi Savaş. "Babama Can yarın anlatacak. Davayı da konuşurlar uzun uzun. Biz başka bir gün gideriz. Sen toparlan önce."

"Savaş haklı." dedi Deniz. "Diğer görüş gününde gidersiniz. Evde yatıp dinlenmen gerek. Yarın okula da gitmezsin."

Başımı salladım. Zaten okul düşünecek bir halim yoktu. "Herkes iyi mi? Ben kimseyle konuşamadım. Dayım, Güneş, yengem, Selay, Can, Miray?"

"İyi ve güvende herkes." dedi Savaş. "Sürekli mesajlaşıyoruz. Herkes haberdar her şeyden. Senin iyi olduğunu da biliyorlar."

"Anladım." dedim ve başımı Deniz'in omzuna yasladım. Yanında olduğum her an ona dokunmak, kokusunu içime çekmek istiyordum. Bu yolun sonunda ne olduğunu bilmiyor, düşünmek de istemiyordum. Artık tek derdim yolun sonuna varana dek Deniz'le geçireceğim bir sürü zaman yaratmaktı. Onu biraz daha görmek için uyumak bile istemiyordum.

"Yarın şirkete gidiyor muyuz?" dedi Uygar çayından bir yudum aldıktan hemen sonra.

"Evet. Hayat bir şekilde devam etmek zorunda. Eve kapanıp acılarımızla baş başa kalamayız. Günlük hayattan da kaçamayız."

"Hala inanamıyorum." dedi Uygar. "Seviyordum İlker savcıyı. Özgür piçi yüzünden ölmeyi hak etmiyordu."

Gözümden süzülen yaşı sildim. İçim titriyordu. "Ssh Uygar, tamam." dedi Savaş uyarıcı bir sesle. Gözüyle beni Uygar'a işaret etmişti. Uygar yüzünü buruşturup ayağa kalktı.

"Çok pardon." dedi pişman bir sesle. Ardından alelacele mutfağa doğru ilerledi. "Ben bir Miray'ı arayayım."

"Sen bu gece burada kal." dedi Deniz Savaş'a. "Geç oldu. Bu saatten sonra çıkma hiç."

"Dedem evde tek. Onu yalnız bırakmayayım. Ada'yı sana emanet edebiliyorum ama dedemi emanet edebileceğim kimse yok."

Deniz başını salladığında gözlerimi tekrar kapattım. Güçlükle direnmeme rağmen uykuya sürekli yenik düşüyordum.

2 Aralık, Pazartesi

Bugün nihayet odamdan çıkacaktım. İlker savcı öleli sekiz gün olmuştu. Sekiz gün boyunca yataktan kalkmamış, gündüzleri tavanı izlemiş, akşamları ve geceleriyse Deniz'e sıkı sıkı sarılarak uyumuştum.

Özgür dediğini yapacağıma ikna olmuş olmalı ki sekiz gün boyunca beni hiç aramamıştı. Zaten hala yakalanmamışlardı. Yine izlerini kaybetmeyi başarmışlardı ve kim bilir ne zaman ortaya çıkacaklardı?

Sekiz gün boyunca ruh halim hiç değişmemişti. Nefes almaya devam eden bir ölü gibiydim. Yaptığım tek şey nefes almak, su içmek ve Ülkü ablanın getirdiği yemeklerden bir iki kaşık yemekti. Sürekli düşünüyordum. Aklım karmakarışık siyah bir bulutla doluydu. Beynimin içinde sis var gibiydi. Her şeyi puslu görüyordum. Üzerimde kocaman dağları taşıyormuşum gibi bir ağırlık vardı. Çok yorgundum.

Kendimi zorlayarak yataktan kalktım ve banyoya gittim. Yüzüm çökmüş, yanaklarım çukurlaşmıştı. Kilo almaktan korkarken sekiz günde bir buçuk kilo vermiştim. Sağlığın s'si vücudumda ve ruhumda yoktu. Yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım ve üzerimi değiştirip aşağı indim.

"Kızım iyi misin? Aşağı inmişsin bir şey mi istiyorsun?"

"Okula gideceğim Ülkü abla. Geçen hafta gidemedim. Bu hafta kaçıramam. Okuldan sonra da Savaş'la babamı ziyarete gideceğiz."

"Tamam yavrum. Ama kahvaltı yapmayacak mısın? Hazırlasaydım hemen sana bir şeyler."

"Yolda yerim Ülkü abla sağ ol."

"Peki o zaman kuzum. Dikkat et kendine."

Başımı salladım ve Ülkü ablanın yanağını öpüp montumu giyerek evden çıktım. Yağmurla karışık kar yağıyordu ve hava gerçekten çok soğuktu.

"Ada, günaydın." dedi Kerem. "Hadi geç hemen arabaya. Üşüyeceksin."

Montuma iyice sarılıp arabaya atladım ve kemerimi taktım. Kerem saniyeler içinde şoför koltuğuna geçti. Araba zaten çalışır durumda olduğu için de ayağını frenden çekti ve hareket ettik. "Klimayı hemen açabilmek için arabayı on dakika önceden çalıştırdım." dedi klimayı açıp. "Şimdi ısınır arabanın içerisi. Çok üşüyor musun?"

"Üşümüyorum, iyiyim." dedim sessizce.

"Ada seni böyle görmek beni çok üzüyor. Lütfen mutlu günlerine geri dön. Ölenle ölemeyiz."

Buruk bir şekilde gülümsedim. Bu normal bir ölüm değildi. Bu, benim sebep olduğum bir ölümdü. Boynuma asılı duran ve hiç çıkarmamam gereken bir kolyeydi sanki bu ölüm. İçim hala çok sızlıyordu. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Neye üzüleceğimi bile bilmiyordum. İlker savcının ölümüne mi yoksa şimdi yanımda olan insanların hayatından çıkacağıma mı üzülmeliydim bilmiyordum. Deniz'le birlikte herkesi kaybedecektim. Uygar, Eren, Melis, Canan Hanım, Fatih Bey, Kerem, Ülkü abla ve diğer herkes. Düğünümüzden sonra kimse olmayacaktı. Bunu kabullenemiyordum. Bütün bunlarla nasıl başa çıkacaktım? Deniz olmadan yaşamak zaten başlı başına bir ıstırapken diğerlerine nasıl alışacaktım? Hepsini ayrı ayrı çok severken nasıl ayrı duracaktım?

Onların hayatından çıkacaktım evet ama kendi ailemin ve arkadaşlarımın hayatından mı çıkacaktım? Özgür hiçbir izin kalmayacak demişti. Nereye gittiğimi ailem bilirse Deniz ne yapar ne eder nerede olduğumu öğrendirdi. Yani bu durumda ailem ve arkadaşlarım da mı nerede olduğumu bilmeyecekti? Onların hayatından da mı iz bırakmadan ayrılacaktım?

Bunun gibi onlarca soru vardı. O kara güne sadece on iki gün kalmıştı ve ben sonraki hayatımla ilgili minicik bile bir plan yapmamıştım. Ne yapacaktım? Nasıl olacaktı? Aklımı yitirmek üzereydim.

"Ada iyi misin?" dedi Kerem. "Bir şey sordum."

"Affedersin Kerem duymadım."

"Okuldan sonra diyorum. Savaş mı alacak seni yoksa ben mi götüreceğim seni cezaevine?"

"Savaş direkt cezaevine gelir. Sen de beni direkt oraya götürürsün."

"Sonra peki?"

"Eğer cezaevi ziyareti kısa sürerse notere gideceğiz." dedim derin bir nefes alıp. Fatih Bey ve Canan Hanım oteli benim üzerime vermekte kararlıydı. Bunu istemiyordum çünkü ortalıktan kaybolacaktım. İz bırakmayacak şekilde gidecektim, otel benim olmamalıydı. Artık hayatlarında olmayacak birisi için bunu yapmalarına vicdanım el vermiyordu ama hiçbir şekilde izahını yapamayacağım için mecburen kabul etmiştim. "Oradan da şirkete geçerim. Deniz'le döneriz eve."

Kerem başını salladı. "Yeni savcı bugün gelecekmiş." dedi hüzünlü bir sesle. Gidenin yeri ne de çabuk doluyordu. "İyi diye anlattılar ama bakalım. Umarım İlker savcı gibi donanımlı ve ahlaklıdır." Gözümden akan yaşı sildim. "Dosyaya hemen hakim olamayabilir. Yani İlker savcı ipucu bulmuştu ama bu yeni savcı arkasını getirebilir mi bilmiyorum."

"Kim atanmış buraya?"

"Serhat Albay diye biri. Bursa'dan geliyormuş."

"Serhat mı?" dedim biraz düşünüp. "Bursa dedin değil mi?"

"Evet ne oldu?"

"Bursa'da Savaş'ın mezarını kazıp boş olduğunu bize söyleyen savcının adı Serhat'tı."

"Odur belki de."

"Belki de." dedim ve yolu izlemeye başladım. Bitmek bilmeyen yol nihayet bitmiş, okula varmıştım. Dersin başlamasına daha dakikalar vardı. Soğuktan donmamak için koşarak kantine gittim. Gördüğüm manzara beni şoka uğratmıştı çünkü Ozan buradaydı. Buradaki arkadaşları ve İpek'le birlikte neşeli bir sohbete dalmıştı. Çekinerek yanlarına gittim.

Ben selam vermeden hepsi varlığımı fark ettiği için beni "Aa Ada." diye heyecanla karşılamışlardı.

"Selam herkese." dedim ve herkese tek tek sarıldım. İpek ve Ozan'ı sona bırakmıştım çünkü onlarla nasıl selamlaşacağımı kestiremiyordum.

"Hoş geldin." dedim Ozan'a dönüp. Ozan dostça elini uzattığında karşılık verdim ve onunla tokalaştım.

"Hoş buldum." dedi gülümseyerek.

İpek önüme atladı ve beni arkadaşça kucakladı. "Bugün ders günün olmasına çok sevindim. Yoksa sana davetiyeni ulaştıramazdım." dedi sevinçle.

"Ne davetiyesi?" dedim sarılmamız sonlandığında.

İpek çantasından bir kart çıkartıp bana uzattı. Ozan Ilgaz & İpek Soydan, nikahımızda sevdiklerimizi de görmekten mutluluk duyarız. yazıyordu.

Önce Ozan'a sonra İpek'e baktım. "Nasıl ya?" dedim şaşkınlıkla.

İpek heyecanla anlatmaya başladığında onu dinledim. "Ben de Fransa'ya taşınıyorum. Ama bunun için oturum izni almam lazım."

"Bunun en kolay yolunun da Fransa vatandaşı olan biriyle evlenmek olduğunu düşündük." dedi Ozan. Bakışları benim üzerimdeydi. Bana karşı bir kızgınlık, öfke ya da herhangi bir duygu aradım. Bakışlarında hiçbiri yoktu. Şu an burada olan diğer herkese nasıl bakıyorsa bana da aynı öyle dostça bakıyordu.

"Aşk olsun sevgilim." dedi İpek Ozan'ın yanına sırnaşarak. "Yani sadece bu yüzden mi evleniyoruz?" Herkes gülüşürken Ozan İpek'i kendine çekti ve alnını öptü. İkisinin de gözleri mavinin aynı tonuydu. Karşımda manzarası aynı olan dört pencere vardı sanki.

"Olur mu hayatım?" dedi Ozan. "Birbirimizi sevdiğimiz için evleniyoruz."

"Heh şöyle yola gel. Aferin." dedi İpek. Yanımızdakilerin gülüşmeleri daha da artmıştı.

"Ee hani sizin davetiyeniz nerede Ada?" dedi İpek. "Bizi çağırmayacak mısın?"

"Çağırmaz olur muyum?" dedim. "Davetiyeleri adresinize göndereceğim. O yüzden getirmedim."

"Tebrik ederim." dedi Ozan gülümseyerek. Ona karşı mahcuptum ama mahcup olmamam gerektiğini söylercesine bakıyordu bana. Mutlu olduğunu görebiliyordum. Gerçekten kaygısız bir şekilde mutluydu ve bu beni de mutlu ediyordu. "Sen de evleniyormuşsun."

"Öyle." dedim gülümseyerek.

"Savaş'ı bulmana çok sevindim. Sonunda kavuşmuşsunuz. Nasıl oldu yani nasıl buldun?"

"Çok uzun hikaye."

"Yani biz dinleriz. Değil mi sevgilim?"

"Dinleriz." dedi İpek.

"Neyse ders başlıyor. Biz kaçtık." dedi etrafımızdakiler. Saatime baktım. Benim dersime de az kalmıştı.

"Ben de gideyim. Benim de dersim başlıyor." dedim ve İpek'e sarılıp Ozan'la tokalaştım.

"Dersten sonra vaktin varsa çay içelim." dedi İpek. "Olur mu? Bence üçümüzün arasında asılı kalan bir mesele var."

"Yani aslında babamı ziyarete gidecektim. Ondan sonra da işlerim var ama."

"On dakikadan bir şey olmaz." dedi Ozan. "Dersten sonra buraya gel. Biz buradayız."

Başımı salladım ve el sallayıp kantinden çıktım.

***

Ders boyunca ortadan nasıl kaybolacağımı, olmadığım zamanlarda nerede saklanacağımı ve bunun ne kadar süreceğini düşündüm. Aklıma bir türlü bir şey gelmiyordu. Sanki bütün çareleri ellerimden çekip almışlardı.

Evet, olaylar durulduğunda tekrar geri dönecektim. Umudum kısa sürmesiydi ama kısa bir süreliğine de olsa kimse nerede olduğumu bilmemeliydi. Bunu nasıl başaracağımı bilmiyordum, sonuçta herkes beni ararken bir yerlere gizlenebilmek çok zordu. Sonuçta artık tanınan biriydim ve Deniz beni bulursa beni mutlaka eve geri götürürdü.

İki yolum vardı. Ya herkesin hayatından çıkıp gerçekten kaybolacaktım ya da kaybolmaya gerek duymadan Deniz'den ayrılacaktım. Bunu nasıl başaracağımı bilmiyordum. Ne yaparsam Deniz ikna olurdu bilmiyordum. Hangi yolu seçersem seçeyim önüme bir sürü soru işareti çıkıyordu. Hangi birini çözecektim?

Sanırım mantıklı olan ilk yoldu. Çünkü Deniz kendi isteğimle ondan ayrıldığıma ikna olmazdı. Ne yapar ne eder gerçeği öğrenirdi. Bu da Özgür'ün durmayacağı anlamına gelirdi.

Beynim allak bullak olmuştu. Bunu insanlara nasıl yapacaktım, beni kayıp olarak aramalarına vicdanım nasıl el verecekti? O kadar insanı nasıl çaresiz hissettirecektim? Beni bulamadıkça mahvolacağını bildiğim bir sevgilim vardı. Beni görmeden beş dakika bile geçiremeyen sevgilim beni belki de haftalarca göremeyecekti.

Herkesi düşündüm. Babamı, dayımı, Güneş'i, arkadaşlarımı. Nerede olduğumu bilmedikleri için çaresiz hissedeceklerdi. Başıma bir şey mi geldi korkusuyla yaşayacaklardı ve bu bir kabusun ta kendisiydi. Kısa sürmesini istiyordum. Hatta o kadar masum bir istekti bu, bir haftada bitmesini umuyordum. Düğünümüzden sadece bir hafta sonra geri dönmek ve Sevgilim ben geldim. diyerek Deniz'e hiç bırakmayacak gibi sarılmak istiyordum.

Bir sürü şey düşünüyordum ama boşunaydı. Ne olacağını ne yazık ki zaman gösterecekti.

"Evet işte geldim." dedim kantine vardığımda. Ozan ve İpek tatlı bir sohbete dalmıştı.

"Hoş geldin." dedi İpek. "Nasıl geçti dersin?"

"Eh işte, aynı." dedim ve yanlarındaki bir sandalyeye oturdum. "Siz ne yaptınız? Nasılsınız?"

"Oturduk öyle. Sağdan soldan konuştuk." dedi İpek. Ona gülümsedim ve Ozan'a döndüm. "Senin nasıl gidiyor? Fransa nasıl?"

"Fransa çok iyi. Zaten yalnız değildim. İpek turist vizesiyle sık sık yanıma geldi, beraber vakit geçirdik. Bir ofis açtım. İşler de baya iyi gidiyor. Her şey yolunda yani."

Bir süre sustum. "Sizin adınıza çok sevindim." dedim ikisine de sırayla bakarak. "Benim yüzümden geç başladığınız bir ilişkiniz var. Yani seneleriniz resmen harap oldu benim yüzümden. Bunun için o kadar vicdan azabı çekiyor ve üzülüyorum ki anlatamam."

"Özür dilenecek bir şey yok." dedi Ozan. "Bu hayatta her şey olması gerektiği zaman, olması gerektiği şekilde oluyor. Ben en başta görmem gereken şeyi en son gördüm. Seni beklemek de İpek'i görmemek de beni hatamdı. Sen üzülme bizim için çünkü ben de İpek de çok mutluyuz. Yıllarca sana hissettiğim şeyin aşk olduğunu düşündüm. Ama bunun doğru olmadığını İpek hayatıma girince anladım."

Gözlerim dolu dolu olduğunda kocaman gülümsedim. "Sizden bunu duymak bana nasıl iyi hissettiriyor size gerçekten anlatamam. Çok ama çok mutluyum adınıza. Umarım çok mutlu olursunuz."

"Biz senin de mutlu olmanı isteriz." dedi Ozan ve soran gözlerle baktı. "Ee anlat bakalım. İkiz kardeşine ve babana nasıl kavuştun?"

Derin bir nefes aldım ve Deniz'le tanıştığım günden bugüne kadar ne olduysa üstü kapalı bir şekilde anlattım. Benim için endişelenseler de her şeyin yolunda olduğuna nihayet ikna olmuşlardı. Sonuçta iyiydim ve Deniz hayatımda olduğu sürece de iyi olacaktım. Ama bilmedikleri bir şey vardı ki o da Deniz'den bir süre ayrı kalacağımdı.

"Öyle işte." dedim usulca. "Ve tüm bu olanlara rağmen on iki gün sonra Deniz'le evleniyorum."

"Umarım her şey düzelir." dedi İpek. "Düğününüzde yanınızda olmayı çok isteriz."

Buruk bir acıyla gülümsedim. Daha bir hafta önce düğünümüzde benim tanıdığım insanların sayısının artmasını isterken şimdi istemiyordum. Çünkü başımıza ne geleceğini bilmediğim o güne kimsenin şahit olmasını istemiyordum.

"Bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?" dedi Ozan. "Yani bir isteğin var mı bizden?"

Kısa bir süre düşündüm ve nefesimi toparladım. "Aslında var." dedim tek bir nefeste. Ve anlatmaya başladım.

Loading...
0%