@_kubraakyol
|
Selam herkese. Uzun bir zaman oldu farkındayım ama hayatımda birçok şey hiç yolunda gitmiyor. Bir sürü şeyden fırsat yaratmaya çalıştım ve bu hafta sonu kendimi odama kapatıp size uzun bir bölüm yazdım. Birkaç ay içinde ameliyat olacağım, tarihi henüz belli değil. Bunun stresini ve telaşını aşmaya çalışıyorum. Psikolojik olarak da pek yüzleşebilmiş değilim. Bir sonraki bölümü ne zaman yazarım, sizlerle ne zaman buluştururum pek bilmiyorum açıkçası. Ama beni okumaya devam edin olur mu? Sizleri seviyorum. Bana şans dileyin çünkü bu ara çok ihtiyacım var <3 <3 "Hadi Ada çabuk. Donacağız yoksa." dedi Savaş beni okul kapısında beklerken. Hızlı adımlarla yanına gittim ve soğukta olduğumuzu umursamadan ona sarıldım. "Ne oldu güzelim?" dedi merakla. Elleri sırtımda geziyordu. "Her şey yolunda mı?" "Yolunda." dedim ve sarılmamızı sonlandırıp yüzüne uzunca baktım. "Babamıza gideceğimiz için heyecanlıyım." Günlerdir mutsuzluğun ve çaresizliğin dibinde yaşıyordum. Bir kere bile içten gülümsememiş, en ufak bir şey için heyecanlanmamıştım ama bugün iyi hissediyordum. Vicdan azabı hissim hala iki yakamda yapışık duruyordu. Ama babamı göreceğim için, üstelik Savaş da geleceği için iyi hissediyordum. "Kurban olurum ben sana ya. Canım kardeşim benim." dedi yanaklarımı sıkıp başımı iki yana sallayarak. Gülümsedim. "Hah şöyle ya. Bu güzel yüz gülsün böyle." Daha da gülümsedim. "Her şey güzel olacak. Söz veriyorum sana. Herkes sana sırtını dönse bile senin yanında olmaya devam edeceğim. Üstesinden geleceğiz birlikte. Tamam mı? Geçecek her şey." "Sen olmasan ne yapardım ben Savaş? Nasıl baş ederdim?" "Ama bak varım. Olmayan şeyleri düşünüp üzülmesen mi?" dedi bir yanağımı severken. Bir yandan da göz kırpmıştı. ''Sen direkt cezaevine gitmeyecek miydin? Neden karar değiştirip beni almaya geldin?'' dedim arabaya dönerken. ''Seninle vakit geçirmek istiyorum. Tamam Kerem de çok iyi ama senin yanında onu değil kendimi görmeyi tercih ederim. İkizimi koruyabilirim.'' dedi. İkimiz de kapılarımızın önünde durmuştuk. Gülümseyerek arabasının arkasındaki arabaya baktım. İki kişi dikkatlice bizi izliyordu. ''Salih abinin adamları mı?'' dedim gözlerimle işaret edip. Savaş gülümsedi. ''Evet. Dedem bizim için görevlendirdi.'' dediğinde kapısını açtı ve koltuğa geçti. Ben de beklemeden koltuğuma oturup kemerimi bağladım. ''Nasıl hissediyorsun bugün?'' ''Daha iyiyim.'' dedim, elini karnıma uzattı. ''Bebeğin nasıl?'' ''İyi.'' dedim. Elini çekip motoru çalıştırdı. ''Sabahtan bu yana bir şey değişmedi yani.'' Minicik gülümsedim çünkü Savaş o günden beri her saat başı bana mesaj atıp benim ve bebeğimin nasıl olduğunu soruyordu. ''Daha sabah sormuş olsam bile ya da on dakika önce sormuş olsam bile yine sorarım. Çünkü sen de yeğenim de benim için çok önemlisiniz.'' dedi uzanıp yanağımdan makas almadan hemen önce. ''Daha da iyi olacaksınız. Üzülme sakın daha fazla. Her şey çok daha güzel olacak." dedi sıcacık bir gülümsemeyle. Her şey çok daha kötü olacaktı. Gülümsedim. ''Babamla görüşeceğin için heyecanlı mısın?'' ''Yani, ne konuşacağımı pek de bilmiyorum açıkçası. İletişim konusunda biraz kötüyüm hak verirsin ki.'' Kısa bi süre için bana döndü ve göz kırpıp tekrar yola baktıktan sonra hızını arttırdı. ''Yoo, bence benimle çok iyi anlaşıyorsun.'' ''Senin sayende oldu bu Ada. Senin masumluğun ve sıcaklığın sayesinde oldu.'' ''Babam da masumdu Savaş. Düşünüyorum da çocuğumun yaşaması için diğer çocuğumu verebilir miyim, hayır veremem. Çünkü çok zor bir seçim. İnsanı yıkacak kadar zor bir seçim ve babam bu seçimi yapmaya mecbur bırakılmış. Benim yaşamam için yapmış. Seni sonradan alacağına eminmiş. Alamamış. Melih çok güçlü, babam baş edemezdi.'' Savaş içli bir nefes verdi. "Bizim oturup iyi bir plan yapmamız lazım Ada. Düğünde terk edeceksin Deniz'i, tamam. Sonra nereye gideceksin? Nasıl gideceksin? Ben senden nasıl haber alacağım? Herkes yana yakıla seni ararken ben ne yapacağım? Senin iyi olup olmadığını, nerede olduğunu nereden bileceğim? Bunları tek tek düşünüp üzerinden geçmemiz gerekiyor. Madem her ne kadar karşı olsam da bunu yapacaksın, attığın her adımı bilmeli ve güvenliğini sağlamalıyım." "Offf." dedim arkama iyice yaslanıp. "Bilmiyorum Savaş. Nasıl yapacağımı bile bilmiyorum. Hangi an yapacağım, Deniz'e nasıl söyleyeceğim diye düşünüp duruyorum. Ortada hiçbir şey yokken Seni terk ediyorum. diyemem." "Özgür denen orospu çocuğu sana bir zaman verdi mi? Yani düğünün başında, ortasında ya da sonunda yapacaksın vesaire diye bir şey söyledi mi?" Başımı iki yana salladım. "Hayır." "Peki." dedi Savaş çok önemli bir şey söyleyecekmişçesine. "Nikahtan sonra mı ortadan kaybolacaksın?" "Bilmiyorum. Onun karısı olarak ortadan kaybolmam mı yoksa sevgilisi olarak ortadan kaybolmam mı Deniz'i daha çok yaralar diye düşünürsek eğer." dedim yutkunmadan hemen önce. Boğazıma bir kaya parçası oturmuştu sanki. "Karısı olarak ortadan kaybolmam daha çok üzeceğine göre sanırım nikahtan sonra gideceğim. Şansım yaver giderse tabii." "Seninle her an iletişimde olmam lazım Ada." "Kimsenin bilmediği bir telefon ve hat al bana Savaş. Sadece kendi numaranı kayıtla. Gittiğimde seninle oradan konuşuruz. Kendi telefonumu İstanbul'da bırakacağım çünkü." "Olur." "Çok korkuyorum Savaş. Her şey tersine dönecek diye ödüm kopuyor. Keşke düğüne kadar yakalansalar." dedim elimle yüzümü silerken. Yine ağlamaya başlamıştım. "Ağlama Ada." "Nasıl ağlamayayım Savaş? En mutlu günüm olması gereken günüm hayatımın en kötü günlerinden biri olacak. Bile bile sonumuzu hazırlıyorum sanki. Elimden hiçbir şey gelmiyor." "Geri döndüğünde daha güzel olacak Ada. Söz veriyorum sana." Geri dönemeyeceğimi hissediyordum. İliklerime kadar bunu hissediyordum. İçimdeki yangını söndürecek bir su yoktu. Deniz bile söndüremeyecekti. "Ben yokken sakın beni ele verecek bir şey yapma Savaş. Deniz asla bildiğini bilmemeli." "Bana güven." dedi Savaş kendinden emin bir sesle. Ardından sustuk. Yol boyunca ağzımı bıçak açmamıştı. Savaş da o kadar düşünceliydi ki hiç konuşmamıştı. Motoru susturduğunda sağ tarafımda duran cezaevine baktım. İçim sızlıyordu. Babamın buradan çıkması için tek umudu olan İlker savcı ne yazık ki benim yüzümden ölmüştü. Neye üzüleceğimi bile bilmiyordum. O kadar çok şey oluyordu ki kendime üzülecek bir vakit bulamıyordum. "Hazır mısın?" dedi Savaş elimin üstüne elini koyarak. Ona doğru döndüm. Mavi gözleri sulanmıştı. "Ben hazırım da." dedim gözlerimi kısıp Hayırdır. der gibi. "Sana ne oldu?" ''Ben seni çok seviyorum Ada. Bebeğini çok seviyorum. Güneş'i çok seviyorum. Yıllarca sevilmediğim bir ailede büyüdüm. Sadece dedem vardı. Sıcak bir aile nasıl olur bilmedim. Şimdi sen varsın, kardeşim var, dayım var, yeğenim olacak. Babamla aramı düzeltmeye çalışıyorum. Sizin sayenizde sıcak bir aile nasıl olur öğrendim. Size yeni kavuştum, sizden birinize bir şey olursa ve ben sizi kaybedersem yıkılırım. Hele seni kaybedersem.'' dedi, sözünü kestim. ''Sssh. Olmayacak öyle bir şey. Sen kendin demiyor muydun? Biz üstesinden geleceğiz her şeyin. Tamam mı?'' Savaş bana doğru uzandı ve omzuma minik bir öpücük bırakıp sıkıca sarıldı. ''Umarım Ada. Umarım.'' *** Görüş odasına girdiğimde babam sessiz sakin oturmuş, masaya bakarak bir şeyler düşünüyordu. Dalmış olacak ki kapının açıldığını, hatta ayak seslerimi bile duymamıştı. ''Baba.'' dedim cılız bir sesle. Yanına iyice yaklaştım. Sesimi duymamla ayağa kalkıp bana bakması bir olmuştu. Görmeyeli epeyce çökmüş görünüyordu. Sanki daha fazla yaşlanmıştı. Gözleri ise artık ağlamaktan mıdır bilmem çok şişkin ve kırmızı görünüyordu. ''Kızım.'' dedi gür bir sesle. Ona sıkıca sarılıp ellerimi sırtında gezdirdim. ''Güzel kızım benim.'' ''Nasılsın baba?'' dedim çoktan çatallaşmış sesimle. Gözyaşlarım yanağımdan süzülüp ince kazağıyla birleşiyordu. Sanki beş yaşımdaymışım gibi kollarına saklanıp ağlamak istiyordum. Keşke bisikletten düştüğüm için kollarına sığınsaydım diye düşündüm. Fiziksel yaralar ne olursa olsun geçiyordu. Hatta bazılarının izi bile kalmıyordu. Ama ruhumuza bulaşan yaralar geçmiyordu. Hem bizi derinden sarsıyor, hem de ömür boyu kendini hatırlatıyordu. Ne için ağladığımı bilmiyordum. Bütün hayatım önüme serilmiş perdede sahneleniyordu sanki. Bir film olsa, bu kadar dram fazla diyerek kapatacağım bir filmdi benim hayatım. Babamın Savaş'ı vermek zorunda kalması, annemin intiharı, yıllarca annesiz babasız büyümem, yine yıllarca kayıp ikizimi aramış olmam, aşık olduğum adamla başımıza gelenler, düğünümüzde aşık olduğum adamı terk edecek olmam ve son olarak da benim hatam yüzünden savcı İlker'in hayatını kaybetmesi. Ağlayacak ne çok şeyim vardı. ''Kızım.'' dedi babam sadece. Nasıl olduğunu anlatamayacak kadar yorgundu belki de. ''Ağlama güzel kızım.'' ''Baba savcı öldü.'' dedim. Neredeyse Benim yüzümden. diyecektim ama babam zaten hali hazırda dağılmış olduğu için onu daha fazla yıkmak istemiyordum. ''Biliyorum. Tamam, üzülme sen. Üzülme güzel kızım benim. Onun cezasını da çekecekler. Yeni savcı geldi buraya. Konuştuk biz uzun uzun. İlker savcımızın izinden gidecek o da. Tüm dosyaları almış. Can hepsini anlatmış savcıya.'' Başımı yavaşça salladım. Çenem babamın omzuna hafif hafif çarpmıştı. ''Biliyorum.'' dedim ve sarılmamızı sonlandırıp kapıya doğru baktım. ''Ben sana birini getirdim.'' dedim. ''Kimi?'' dedi babam merakla. ''Damadım mı geldi yoksa?'' ''Hayır.'' dedim ve Savaş'a seslendim. ''Savaş, gel hadi.'' Babama döndüm. Nemli gözleri ışıl ışıl olmuştu. Rengi kapkaraydı ama şimdi bir gökkuşağı vardı sanki bakışlarında. Savaş'ın adım sesleri odayı doldurduğunda kapıya döndüm. Savaş çekingen bir ifadeyle yanımıza geldiğinde yanlarından biraz olsun uzaklaşmıştım. Birbirlerine bir süre bakmışlardı ama ikisi de ilk adımı atamıyordu. ''Sarılın hadi.'' dedim ikisine de sırayla bakıyordum. Babamın gür sesi fısıltıya dönmüş gibiydi. ''Oğlum.'' dedi, dili bu kelimeye yabancıymış gibi. ''Oğlum hoş geldin.'' Savaş başını salladı ve babama doğru bir adım attı. ''Hoş buldum.'' dedi. Çok soğuk ve sert görünüyordu ama bakışları sarılması için babama yalvarıyordu. ''Ben seni beklemiyordum. Yani hiç düşünmezdim. Sen, sen beni affettin mi?'' Sesi titriyordu, o kadar çekingendi ki soru sorarken bile haddini aştığını düşünüyor gibiydi. Savaş önce bana baktı, derin bir nefes alıp babama döndü. ''Ada'yla konuştuk biz. Çok düşündüm bir de ben. Eğrisini doğrusunu, eksiğini yanlışını. Yani ben.'' Konuşmaya devam edebilecek gibi durmuyordu. Babam da cümlenin devamını anlamış olacak ki Savaş'a ağır ağır yaklaştı ve ona tıpkı bana sarıldığı gibi sımsıkı sarıldı. ''Oğlum.'' dedi dolu dolu bir sesle. ''Evladım.'' Savaş bir şey diyemiyordu. Baba kelimesine yakın mıydı uzak mıydı bilmiyorum ama yakın zamanda babama baba diyemeyeceğini biliyordum. En az benim gibi kimsesiz hissederek büyümüştü. Hayatında örnek aldığı bir baba figürü yoktu. Benim de yoktu ve biz beraber iyileşecektik. ''Dünyalar benim oldu. Ne hissettiğimi, ne diyeceğimi bilmiyorum. Oğlum, evladım beni nasıl mutlu ettin anlatamam sana. Rüya mı görüyorum yoksa?" ''Tamamen gerçek.'' dedim, birbirlerinden uzaklaşıp kollarını bana uzattıklarında usul usul yanlarına gittim ve ikisine birden sarıldım. Babamın ve Savaş'ın kolları beni sıkıca sarmaladığında bu andan sıyrılmak istemediğimi düşündüm. ''Keşke Güneş de olsaydı.'' dedim içli bir sesle. ''Ama üzülme baba, yakında o da gelecek. Üstelik dayımla birlikte.'' Sarılmamız bitince babam bakışlarını bana çevirdi. Mutlu görünüyordu, onu mutlu görmenin çok güzel olduğunu fark ettim. ''Doğru mu diyorsun kızım?'' dedi inanamayarak. ''Evet.'' dedi Savaş, babamla sohbet etmek istiyordu. Bir süre aradan çekilsem iyi olurdu. ''Hadi oturalım. Konuşacak çok şeyimiz var.'' Savaş'la babam yan yana oturmuştu, karşılarına geçmiş onları izliyordum. Aile olmak tahmin ettiğimden de güzel bir duyguydu ve ben bunu kaybetmekten ölesiye korkuyordum. ''Nasılsınız?'' dedi babam hem benim hem Savaş'ın elini tutarak. ''İyiyiz.'' dedik Savaş'la aynı anda. ''Bir gelişme var mı?'' ''Yok baba.'' dedim sıkıntıyla. ''Can sana ne anlatıysa o.'' ''Mersin'de diyorlardı o şerefsizler için.'' ''Hala orada oldukları düşünülüyor.'' dedi Savaş. Sessizlik planıma ortak olmuştu, Özgür'ü gördüğümüzü saklıyorduk. Bu sessizliğin ne kadar süreceğini bilmiyordum. ''Baba.'' dedim çantamdan davetiyemizi çıkartarak. Acıyı iliklerime kadar yaşayacağım düğünümün davetiyesini neden babama getirdiğimi bilmiyordum. Belki de bir daha asla başka davetiyemin olamayacağını düşünüp bari bu babamda hatıra olsun istemiştim. ''Bak sana ne getirdim.'' Babam davetiyeyi açıp kısa bir süre izledi. Gözyaşlarının yanağına akması sadece birkaç saniye sürmüştü. ''On iki gün sonra.'' dedi düşünceli bir sesle. Şaşkındı, neye şaşırdığını anlayamıyordum. ''Ne oldu baba?'' dedim merakla. ''14 Aralık 1994' dedi, sesine koyu bir hüzün çökmüştü. ''Ne oldu o tarihte?'' dedik Savaş'la eş zamanlı. ''Annenizle evlilik tarihimiz.'' dedi, sesler ağzından zorla çıkıyormuş da sesi çok yorgunmuş gibiydi. Tüylerim diken diken olmuştu. Annem ve babamın evlilik yıldönümünde evlenecektim. 14 Aralık onların en mutlu günüyken benim yıkılacağım gün olacaktı belki de. ''Hamileydi.'' dediğinde kaşlarımı çattım. Annem düğününde hamile miydi yani? Ben de düğünümde hamile olacaktım. Annemle daha ne kadar ortak bir yanım olacaktı acaba diye düşünürken yaşadığım farkındalıkla şaşkınlığım daha da artmıştı. Babam annemin 14 Aralık 1994 yılında hamile olduğunu söylüyordu ama biz Savaş'la 14 Ocak 1997'de doğmuştuk. Annem bizden önce bir gebelik mi yaşamıştı? ''Yani bizim bir ablamız veya abimiz mi var?'' dedim gözlerim kocaman açılırken. ''Vardı.'' dedi derince bir nefes alıp. ''Düğünümüzde kaybettik bebeği.'' 14 Aralık annenin de en mutlu günü değilmiş Ada. Kulaklarım öyle bir çınlamıştı ki duyup duymadığımı anlayamıyordum. Kollarım karnımı sararken kireç gibi bir yüzle karşılarında durduğuma emindim. Bebeğimi kaybetme ihtimalim aklıma geldikçe beynimden vurulmuşa dönüyordum. Sanki biri bütün bedenimi eziyordu. Savaş, annemin yaşadıklarından tedirgin olduğumu anlamış olacak ki her şey yolunda dercesine bana baktığında ne halde olduğumu çok merak ettim. ''Nasıl?'' dedim zorlukla. ''Neden?'' Babam az önce aldığı nefesten daha derin bir nefes aldı. ''Annem Nuray'ın yani babaannenizin bir belalısı vardı.'' Dayım anlatmıştı, az çok biliyordum. Şimdi bu olanların gerçek muhatabıyla konuşmak beni germişti. Acı dolu şeyler duymak istemiyor gibiydim. ''Bu adam annemi daha gençlik zamanlarda bile rahatsız eder, silahlarla evlerini basıp taşkınlık çıkartırmış. Büyük kavgalar olurmuş, mahalle de işin içine girince o kavgalar daha da büyürmüş. Herkes çok korkarmış annemin ailesiyle yakın olmaktan. Çünkü o belalının bir gün kendilerine zarar vereceğinden korkarmış herkes. Bir gün annem babamla evlenmiş. Bu belalı adam bir süre uzaklaşmış ama sonra yine annemin kapısına dayanmaya başlamış. Babam katil olmaktan korktuğu için hiçbir şey yapamıyormuş. Annemi yakından korumak için atölyesini evin hemen yanındaki boş dükkana taşımış. Böylece hem çalışıyor, hem de anneme göz kulak oluyormuş. Bu belalı adamı birkaç defa dövüp hırpalamaktan başka hiçbir şey gelmemiş elinden. Anneme bir zarar gelmesinden, annemin onsuz kalmasından çok korkuyormuş. Bu yüzden eli kolu bağlıymış. Sonra ikişer sene arayla biz doğmuşuz.'' ''Siz?'' dedim soru işaretiyle. ''Bir halanız var.'' dediğinde şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşıyordum. Bilmediğim daha neler vardı kim bilir. ''Oraya sonra geleceğim. Nerede kalmıştım?'' ''Babanın elinin kolunun bağlı olmasından bahsediyordun.'' dedi Savaş, pür dikkatle dinliyordu. ''Biz doğduktan sonra babam iyice eli kolu bağlanmış hissetmeye başlamış. Çünkü adam ne olursa olsun pes etmiyor, ara sıra gelip yine musallat oluyormuş. Evli olduğu halde yapıyormuş bunu. Neyse böyle böyle seneler geçti. Ablam ve ben de kaç kez şahit olduk bu olanlara. Ben on sekiz yaşına bastığımda adamın ev basmaları da sona erdi. O günden sonra onu bir daha hiç görmedim. Ta ki düğünümüze kadar.'' Yutkundum ve duyacağım şeyler için kendimi hazırlamaya çalıştım. ''Ne oldu o gün?'' ''Düğünümüzü bastı.'' dedi babam acı dolu bir gülümsemeyle. Gözlerinden akan yaşlara hakim olamıyordu. İçim acımıştı. Bunları ilk kez duyuyor olmak beni yedi şiddetindeki bir depremdeymişçesine sarsmıştı. ''Ben mutlu olamadıysam Nuray da olmayacak. Ailesi de mutlu olmayacak. diyordu bağıra bağıra. Ateş açtı, bazıları yaralandı. Bazıları korkup kaçtı. Benim yapabildiğim tek şey annenizi korumaktı. Kimseyle ilgilenemiyordum.'' ''Kimse.'' dedim kekeleyerek. ''Kimseye bir şey oldu mu?'' ''Şükür kimse ölmedi.'' dedi babam hıçkırarak. ''Bebeğimiz hariç.'' Sandalyemi alıp babamın diğer tarafına oturdum ve ona yan taraftan sarıldım. ''Babacığım.'' dedim pürüzlü sesimle. Savaş benim aksime ifadesiz ve tepkisiz kalmıştı. İlk kez sarıldığı babasıyla henüz bir bağ kuramamış olmalıydı. Benim aksime anlatılanlar onu üzmüş gibi değildi ama benim içim acımıştı. ''Yirmi iki yaşındaydı annen.'' dedi babam kolunu bana sarıp. Alnıma da bir öpücük bıraktı. ''Senin kadardı anlayacağın.'' Boğazıma oturan taş yüzünden nefes alamıyor, yutkunamıyordum. ''Bir ablanız olacaktı. Dört aylık hamileydi anneniz. Nikahımız aylar öncesinde olmuştu ama düğün de istemişti Leyla. İçinde kalmasın diye Tamam. dedim. Leyla'dan önemli değildi. Böyle olacağını bilsem, gelinliğinin kana bulanacağını bilsem Tamam. der miydim hiç?'' Savaş'la pür dikkat babamın ağzından çıkacak kelimeleri bekliyorduk. Sanki hayatımız çok güzelmiş gibi şimdi o kötü anıların üstüne başka kötü anılar ekleniyordu. ''Çok korktu anneniz. Üzüldü. Öyle olunca düşük yaptı. Aylarca kendine gelemedi. Kendi gibi mavi gözlü bir kız çocuğu sahibi olmanın hayalini kurardı hep. İsmi bile hazırdı. Gökçe istiyordu. Mavi gözlü olacağına eminmiş gibi.'' ''Güneş mavi gözlü, hayalini kurduğu kız çocuğuna sahip olmuş.'' dedim buruk bir gülümsemeyle. Güneş'le sadece iki yıl vakit geçirebilmişti annem. ''Güneş'imiz doğdu evet.'' Babam bir yandan saçımı okşuyor bir yandan da anlatacaklarını toparlıyordu. ''Benim adım ya da Güneş'in adı neden Gökçe değil?'' ''Anneniz ilk bebeğimizin kaderini yaşamayın diye koymadı kızım. Buna inanıyordu çünkü. Aynı kaderi paylaşmanızdan çok korkuyordu.'' ''Sonra da isimlerimizi Ada ve Güneş mi koydu?'' Babam yüzündeki yaşlara tezat bir şekilde gülümsedi. ''Sizin isimlerinizi ben koydum.'' Başımı kaldırıp babama merakla baktım. ''Anneniz mavi gözlüydü, göz bebekleri bir denizin içine özenle yerleştirmiş siyah bir ada gibiydi. Ne zaman baksam gözlerine uçsuz bucaksız bir maviliğin içinde minik ve siyah bir ada görürdüm. O adada ben vardım. Kendimi görürdüm o adada. Annenizin içini görürdüm. O yüzden de senin adını Ada koymak istedim.'' ''Baba.'' dedim yukarıya kıvrılan dudaklarımla. ''Bu çok güzel. Peki ya Güneş? Onun isminin bir hikayesi var mı?'' ''Olmaz olur mu? Anneniz bir gülerdi benim içimde güneşler açardı. Sıcacık olurdu içim. Yanımda olduğunda mevsim yaza dönerdi, güneş doğardı en sıcak haliyle. Minik kızımın adını da Güneş koymak istedim.'' dedi ve Savaş'a dönüp elini elinin üstüne koydu. ''Senin adını annen koydu evladım.'' Savaş'ın gözleri kısacık bir süre için parladı. Ya da ben öyle zannettim. Işık kırılması da olmuş olabilirdi ama ben ilk seçeneğe tutunmak istiyordum. ''Biz annenle çok mücadele verdik beraber olabilmek için, devam edebilmek için. Güçlü olmalı ve her zaman savaşmalıydık. Öyle de yaptık, güçlü olduk savaştık. Bunun temsili olarak da senin adın Savaş olsun istedi. Aşkımızı tek kelimeyle anlatmak istese bu kelime Savaş olurmuş, öyle derdi hep.'' Savaş gülümsedi. Ardından konuyu değiştirdi. Sanırım bu kadar romantik bir alanda bulunmak istemiyordu. ''Annenin belalısı kimdi? Adı ne bu adamın?'' ''Şahin Kırcalı diye bir adam. Geberdi gitti, dünya bir pislikten kurtuldu. Çoluğu çocuğu var mı bilmem. Varsa da hayır gelir mi onlardan, pek sanmam. Bu Şahin denen ırz düşmanında her türlü pislik vardı aynı Melih gibi. Kumar, uyuşturucu ticareti, kaçakçılık, silahla zor kullanma. Hepsi Şahin'de mevcuttu. Adam bile öldürmüştür.'' ''Düğünden sonra ne oldu peki?'' dedim. ''Dayım hiç bunları anlatmadı.'' ''Düğünden sonra hayatımıza devam ettik, kimseye duyurmadık. Annen özellikle anneannene ve dedene söylemek istemedi. Bence olayların büyümesinden korktuğu için ailesini korumak istedi. Bilmiyorum. Dayın bilmiyordur.'' ''Bursa küçük yer, duyulmadı mı bu olay?'' ''Bursa'da yapmıyorduk düğünü. O yüzden duymadı kimse. Zaten sadece benim tarafım vardı.'' ''Halanız var demiştin.'' dedi Savaş. Bakışlarımız babamın üstündeydi. ''Babaanneniz var, dedeniz var, halanız var, Oya ve Oğuz isimlerinde iki tane kuzeniniz var.'' dedi babam sırayla ve heyecanla isimleri sıralarken. Daha bir hafta önce kimsem yok diye ağlarken şimdi babaannemin, dedemin, halamın ve hatta kuzenlerimin olduğunu öğreniyordum. Neredeyse sevinçten ağlayacaktım. Bir kuzenimin olması ne demekti bilmiyordum. Anne tarafımdan kuzenim yoktu çünkü dayımların çocuğu olmamıştı. Kuzen diyebileceğim sadece ikinci kuşaktan Çağla ve Feyza vardı. Onlarla da kuzen çocuklarıydık. Anneleri Derya ablaydı. Derya abla, dayım ve annemle kuzendi. Bir ara soy ağacı çıkarıp Savaş'a versem iyi olurdu çünkü kimin kim olduğunu ara sıra ben bile karıştırıyordum. ''Neden bahsetmedin bu zamana kadar?'' "Daha beni kabullenmeden ailemi kabullenmezdiniz. İstemezsiniz diye düşündüm." dedi saçlarıma güçlü bir öpücük bırakırken. "Hem fırsat olmadı kızım anlatmaya. Buradan çıktığımda söz tek tek merak ettiğiniz kim varsa götüreceğim sizi." Başımı kaldırıp gözlerinin içine bakarak gülümsedim. Babam buradan çıkacağına inanıyordu. Ben de inanıyordum. Umudumuzun boşa çıkması ihtimalini ise düşünmek bile istemiyordum. "Neredeler peki? Annen, baban, ablan ve yeğenlerin?" dedi Savaş. "Bursa'da hepsi." "Onlarla en son ne zaman görüştün?" "On yedi yıl evvel görüştüm. Anneniz ölmeden bir gün önce. Ondan sonra karşılarına çıkacak yüzüm olmadı. Ara sıra telefon ederdim, iyi olduklarını öğrenir kapatırdım. Yanlarına hiç gidemedim çünkü Bir daha kapımıza gelme. demişlerdi. Hem bu yüzden hem de gizlenmek zorunda olduğum için gidemiyordum. Melih ara sıra beni Bursa'ya gönderirdi. Savaş İngiltere'den gelecek, seni görmesin. derdi. O zamanlar evimizin yakınlarına gider annemi, babamı, ablamı izlerdim. Ben iki ailemi de kaybetmiştim anlayacağınız.'' ''Keşke gidip konuşsaydın, belki o zaman bizi bulurlardı. Aydın'a gittiğimizi öğrenememişler mi?'' ''Anneniz öldükten sonra anne tarafınız ortadan kaybolmuş. Dayın herkesi toplamış ve gitmiş. Zaten anneanne ve dedeniz siz küçükken ölmüşlerdi. Bursa'da anne tarafınızdan sadece annenizin teyzesi, onun eşi ve çocukları Derya ablanız kalmıştı. Hepsi Bursa'yı terk edince annemlerin soracak kimsesi de kalmamıştır. Ben hep aradım. Sizi aradım, dayını aradım." "Yani biz gitsek bulabilir miyiz onları?" "Bulabilirsiniz tabii ya. Kime sorsanız gösterirler. Gitmek mi istiyorsun kızım?" Başımı büyük bir hevesle aşağı yukarı salladım. "Evet." dedim heyecanla. Çoğu zamanı hayalini kurduğum bir dedem olacaktı. ''Bizi seviyorlar mıydı?'' dedim hatırlamaya çalışarak. Çünkü ben hiçbirini hatırlamıyordum. ''Annenizi ve sizi çok seviyorlardı ama pek gidip gelmezdik. Annem Şahin denen ırz düşmanından korktuğu için size de bulaşsın istemiyordu. Uzaktan severdi sizi ama çok severdi. Size hasret gidecek böyle giderse.'' ''İsimleri ne? Tamam babaannem Nuray. Peki dedemin ve halamın isimleri ne?'' ''Dedeniz Cahit. Ablamın adı Neşe. Kuzenlerinizi de zaten söyledim. Oya ve Oğuz. Sizden bir iki yaş büyükler. Akran sayılırsınız. Mustafa Kemalpaşa'da yaşıyorlar." ''Yani ben Mustafa Kemalpaşa'ya gidip Cahit Dündar'ı arıyorum dersem bana herkes gösterir mi?'' ''Gösterirler kızım.'' dedi babam, gardiyanın sesi duyulmadan hemen önce. ''Görüş saati sona erdi.'' dedi hepimizin yüzüne tek tek bakarak. ''Artık çıkmanız gerekiyor.'' Büyük bir üzüntüyle ayağa kalktık. Babama sıkı sıkı sarıldım. Savaş babama yeni alışıyor olmanın verdiği yabancılıkla pek fazla bir şey konuşmamış olsa da onun için büyük bir adımdı bu buluşma. Tekrarını da yapacağına emindim. ''İyi ki geldiniz.'' dedi babam ellerini kollarımıza koyarak. ''Sizi çok seviyorum.'' ''Ben de seni çok seviyorum.'' dedim, babam bana bir kez daha sarıldı. Kollarımı yavaşça çektikten sonra çantamı karıştırmaya başladım. O sırada babam Savaş'a sarılmıştı. ''Neredeyse unutuyordum.'' dedim hala çantamı karıştırırken. ''Ne oldu Ada?'' dedi Savaş. Elimdeki zarfı çıkartıp babama uzattım. Bana açıklamamı bekler gibi bakıyordu. ''Bu zarfta fotoğraflarımız var. Annemin, benim, Savaş'ın, Güneş'in. Hepimizin. Çocukluk fotoğraflarımız da var, gençlik fotoğraflarımız da var. Bakmak istersin diye getirdim. Bir de sana bir sürü kıyafet getirdik. İncelenip kontrol ettikten sonra sana getirir gardiyanlar.'' dedim yanağını kocaman öpüp. Babamın nemlenen gözlerini sildim. ''Kendine iyi bak babacığım.'' ''Siz de kendinize iyi bakın. Damadıma selam söyle. Her şey gönlünüzce olsun. Düğününüzün tadını çıkartın ve sakın üzülmeyin. Tamam mı?'' ''Ada sözü.'' dedim dudaklarımı birbirine bastırarak. Hıçkırarak ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Babam nemli gözleriyle bizi izlerken Savaş'la görüş odasından çıktık. Çıkar çıkmaz Savaş'a sarıldım ve durdurulamaz bir halde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. ''Niye böyle bizim kaderimiz?'' dedim nefesimi içime çekerken. "Babamın ailesinin yaşadıkları, babamın ve annemin başına gelenler.. Savaş biz niye bunları yaşıyoruz? Her şey neden bu kadar kötü? Bu rastlantılar bile çok korkunç. Anne ve babamın 14 Aralık'ta düğün yapması ama o düğünün ikisinde de travma bırakması, benim de 14 Aralık'ta düğünümün olması ve bu düğünün bende de travma bırakacak olması. Hepsi, hepsi çok korkunç değil mi? Ben dayanamıyorum artık.'' ''Ada kendine gel, topla kendini.'' ''Annem de hamileymiş düğününde, ablamız olacakmış.'' ''Tamam, tamam güzelim hadi. Çıkalım buradan. Gel.'' Savaş'ın desteğiyle kendimi zar zor dışarıya attım. Hava daha da soğumuştu. Rüzgar yerde küçük hortumlar oluştururken yağmurla karışık yağan kar yüzüme çarpıyordu. Soğuk iyi gelmişti. ''Geç arabaya hadi.'' dedi Savaş kapımı açıp beni bindirerek. Motoru çalıştırır çalıştırmaz klimayı açmıştı. O kadar çok üşümüştüm ki klimadan yayılan sıcaklık montumdan içeriye bile girememiş gibi hissediyordum. ''İyi misin?'' dedi Savaş. Başımı geriye atıp gözlerimi kapattım. Ilık gözyaşlarım soğuk yanaklarımdan süzülüyordu. Ellerimi karnıma sardım. Kasıklarım ağrıyordu. Aydın'a giderken uçakta gördüğüm rüyayı hatırladım. Üzerimde gelinliğimle, kucağımda mavi gözlü bir kız çocuğuyla telaş içinde anneme yetişmeye çalışıyordum. Kucağımdaki çocuk susmuyordu, yere düşmüştüm. Elimde bir tabanca vardı ve gelinliğim kana bulanmıştı. Yani ben rüyamda geçmişi mi görmüştüm? Annemin yaşadıkları mı girmişti benim zihnime? Gördüğüm çocuk hiç doğmayan ablam mıydı? ''Kız çocukları annelerinin kaderini yaşarmış.'' dedim fısıltıyla karışık çatallı bir sesle. ''Annemin kaderini yaşamayacaksın Ada, çıkart bunu aklından. Sadece kötü bir tesadüf o kadar.'' ''Dayanamıyorum artık.'' dedim, kalbim eziliyordu sanki. Gözlerimi açtım. Savaş yorgun bakışlarla beni izliyordu. Bir şey söyleyeceği sırada telefonum çaldı. Deniz arıyordu. ''Alo.'' dedim kısık bir sesle. ''Ne yaptınız sevgilim?'' dedi benim aksime gür bir sesle. ''Çıktınız mı babanın yanından?'' Boğazıma oturan taşı yutmaya çalıştım, azalmayan gözyaşlarım hala çizdikleri rotada ilerliyorlardı. Deniz'in sesini duydukça, onu gördükçe içim acıyordu. Ben onsuz nasıl yaşayacaktım? Bana her güzel bir şey söylediğinde kalbim kesilmiş gibi hissediyordum. Bu güzel sözler ondan duyduğum son sözlerdi belki de. ''Aşkım duyuyor musun beni?'' ''Hı hı.'' dedim sessizce. ''Savaş yanımda. İşimiz kısa sürseydi notere giderdik annenlerle fakat saat geç oldu. Direkt annenlere gidiyoruz.'' Deniz minicik gülümsedi. ''Tamam sevgilim. Yalnız şimdiden söyleyeyim ev baya kalabalık. Amcam, yengem, kuzenlerim. Ee bizimkiler de var.'' ''Siz ne zaman geleceksiniz peki?'' ''Uygar'ın biraz işi var. Sonra beraber geleceğiz onunla. Benim arabam evde, mecbur Uygar'ı bekleyeceğim yani. Senin arabanı getirteceğim annemlere. Evimize dönerken senin arabanla döneriz. Kullanmak ister misin?'' ''Teşekkür ederim, olur.'' dedim. Gülümsemek ve Deniz nasıl hevesle konuşuyorsa öyle konuşmak istiyordum ama olmuyordu. Alyansıma baktım. Bütün bu kötülükler olmasaydı dünya aslında çok aydınlık bir yerdi. Çünkü içinde herkesten ve her şeyden çok sevdiğim adamın isminin yazılı olduğu alyansla uyanıyordum her gün. Taktığım andan beri parmağımdan çıkartmamıştım, bu aitlik hissi beni ayakta tutuyordu. Giderken alyansımı da götürmek istiyordum fakat bırakmazsam Deniz hala ona ait olduğumu düşünür ve beni aramaya kalkardı. Bunun olmaması gerekiyordu. Aitlik hissetmediğimi anlamalıydı. ''Tamam sevgilim, o zaman görüşürüz.'' ''Görüşürüz.'' dedim ve telefonu kapattım. ''Kendini Deniz'den soğutarak mı ayrılmayı planlıyorsun Ada?'' dedi Savaş bıkkın bir sesle. ''İkinize de yazık ediyorsun.'' Bir cevabım yoktu, ben sadece Özgür'ün bana zorla kabul ettirdiği anlaşmaya uymaya çalışıyordum. Herkesin hayatı söz konusuydu. ''Şu Şahin Kırcalı denen adam sana bir yerlerden tanıdık geliyor mu?'' ''Hayır, neden sordun?'' ''Adam şehir magandasıymış Ada. Onun yüzünden annem bebeğini kaybetmiş. En güzel gününde. Soyunu sopunu araştıracağım.'' ''Aradan kaç sene geçmiş. İntikam mı alacaksın? Hem babam söyledi ya, ölmüş şerefsiz.'' ''Soy ismi tanıdık geliyor.'' ''Melih'ten duymuşsundur belki de. Babam dedi ya aynı onun gibi itin önde gideni diye. Belki Melih'le iş yapmıştır. Bilmiyorum.'' ''Olabilir.'' dedi Savaş düşünceli bir sesle. Cevap vermemiş, Deniz'in aile evine gidene kadar gözlerim kapalı yolculuğun bitmesini beklemiştim. Kapıyı çaldığımızda bizi büyük bir kalabalık karşılamıştı. Boynuma atlayan ilk isimse Eren olmuştu. ''Yengemmmmm.'' dedi abartılı bir sevinçle. ''Dünyanın en güzel yengesi gelmiş.'' dedi ellerini boynumdan çekmeden kafamın üstüne öpücükler bırakmıştı. Eren'in boyu bu kadar uzun muydu yoksa görmediğim bir haftada ben mi unutmuştum. ''Hoş geldin.'' ''Hoş buldum.'' dedim sarılmamı sonlandırıp. Bir sürü insan onlarla selamlaşmamı bekliyordu. Deniz haklıydı, ev her zamanki gibi sakin değil, telaşlı bir kalabalık içindeydi. ''Hoş geldiniz.'' dedi Canan Hanım. Eren'den sonra sarıldığım ilk kişi o olmuştu. Sonrasında Fatih Bey ve Bülent Bey'le kucaklaşmıştım. Sıra ilk kez gördüğüm yüzlerdeydi. ''Eşim Bahar.'' dedi Bülent Bey yanında duran açık yeşil gözlü, siyah saçlı güzel bir kadını gösterirken. ''Merhaba Ada.'' dedim, bana abartılı denmeyecek şekilde sarılmıştı. ''Memnun oldum.'' dedi hala sarılırken. ''Evet, bu çocuklar da bizim çocuklarımız.'' dedi ve sırayla hepsini gösterdi. ''Metehan, Irmak ve Koray.'' Metehan Deniz'le yaşıt gibi duruyordu ve annesi Bahar Hanım'ın kopyasıydı. Irmak çok sevimli bir kızdı ve babası Bülent Bey'e benziyordu. Kıvırcık siyah saçları, latte kahveye benzeyen gözleri ve esmer teniyle bana sıcacık bir gülümseme göndermişti. Koray, Aladağ ailesinin en küçükleriydi. Gözleri tıpkı Deniz gibi bal rengindeydi. O da ablası gibi esmerdi ama saçları diğerleri gibi siyah değil açık kahverengiydi. Teni beyaz olsa Deniz'e benziyor diyeceğim bir görüntüsü vardı. ''Merhaba.'' dedim çekingen bir sesle. Benim aksime onlar daha ılımlılardı. Kendimi beş dakika süren bir sarılmanın içinde bulmuştum. Kollarımın arasına ilk giren Irmak olmuştu. ''Seninle tanışmak için sabırsızlanıyorduk. Eren ve Melis senden o kadar çok bahsetti ki.'' ''Ya öyle mi? dedim gülümserken. Hala sarılıyorduk. ''Evet öyle.'' dedi Irmak ve sarılmamızı sonlandırıp sırayı abisine ve kardeşine bıraktı. Koray ve Metehan da bana sanki yıllardır görmedikleri bir akrabalarıymışım gibi sarılmışlardı. Benden sonra herkes Savaş'la selamlaşmıştı. Salona doğru ilerlerken Melis'i sordum. ''Melis odasında mı?'' ''Evet.'' dedi Eren. ''Hadi gel yanına çıkalım istersen.'' ''Olur.'' dedim Savaş'a dönüp. İlk defa gördüğü insanlar arasında yalnız hissetmemesi için onu da çağıracaktım. ''Savaş, sen de gel istersen. Beş dakika Melis'i görüp ineriz.'' Savaş başını sallayıp bana doğru geldiğinde diğerleri salona doğru ilerliyordu. ''Nasılsın?'' dedi Eren meraklı bakışlarıyla. ''Seni daha iyi gördüm.'' ''Evet, daha iyiyim.'' Elimi Eren'in omzuna attım. ''Melis nasıl?'' ''Kendin görsen daha iyi çünkü bana inanamayabilirsin.'' Sırıtarak bana baktı ve Melis'in kapısını açtı. Melis kapının açıldığını duyunca bize doğru döndü ve yarım kalan dansına bize bakarken devam etti. Bir yandan da hoparlörden yayılan şarkıya eşlik ediyordu. ''Yanına yanına, al beni yanına ''Abla.'' dedi Eren uyarıcı bir sesle. ''Sen hala dans mı ediyorsun?'' ''Olsun kapris yok, Melis Eren'e cevap vermemiş, saçını savura savura ve yerinde zıplaya zıplaya şarkı söylemeye devam etmişti. Kısa bir süre sonra durdu ve Eren'e cevap verdi. ''Evet.'' dedi neşeyle. Mikrofon yaptığı tarağıyla kendi etrafında dönüyordu. Hızlı adımlarla bana doğru geldi ve elimi tutup kendi etrafımda çevirmeye başladı. ''Hoş geldin müstakbel Ada Dinçer Aladağ, Neşe getirdiniz, mutluluk getirdiniz.'' ''Melis biraz yavaş mı olsan?'' dedim. Beni döndürmeyi bırakmıştı ve nefes nefese kalmıştı. ''Yorulmuyor musun? Ameliyat olalı daha yeni bir hafta oldu.'' ''Yok çok iyiyim.'' dedi alnındaki teri silip hızlı bir nefes verdiğinde. Ardından hemen arkasındaki yatağa çöktü. ''Off aşağısı çok kalabalık değil mi? Mahşer günü gibidir şimdi. Amcam, yengem, kuzenler. Herkes bir şeyler konuşuyor, sürekli bir koşuşturma. Ben inmesem mi Eren? Daha sabah görüştüm zaten hepsiyle.'' ''Abla saçmalama. Günlerdir ertelediğimiz nişan yemeğini yiyeceğiz. Abim ve Ada'nın nişan yemeği hatırlatırım.'' ''İstemiyorsa gelmesin Eren.'' dedi Deniz. Ne ara gelmişti? Saniyeler içinde arkama dönüp Deniz'e baktım. Bir ayağını diğer bacağının bilek kısmına koymuş, kollarını göğsünde birbirine bağlamış, sıcacık gülümsemesiyle bizi izliyordu. Beni görünce göz kırptı. ''Sevgilim.'' dedim bu sefer sıcak bir sesle. Usul usul yanına gittim ve kollarımı beline sardım. ''Hoş geldin.'' Deniz saçlarımı öptü ve bakışlarını Melis'e çevirdi. ''Niye hızlı hızlı nefes alıyorsun sen? Koşuyor muydun?'' ''Dans ediyordum abicim.'' Deniz tam br şey söylemek için ağzını açmıştı ki Eren devreye girdi. ''Benim kontrolümde abi merak etme. Yorulduğunu düşündüğüm an zorla oturtuyorum onu.'' ''Aferin aferin. Söylediklerim dikkate alınıyor demek ki.'' ''Aman abi.'' dedi ikisi de kahkaha atarak. Melis Deniz'e döndü. ''Uygar abim geldi mi?'' ''Geldi, beni bıraktı ve gitti. Sizdeki bu Uygar abi sevdasını da hiç anlamıyorum. Benden daha çok seviyorsunuz sanki.'' ''Uygar abim bize kural koymuyor ya abicim o yüzden şey oluyor.'' ''Ne oluyor?'' dedi Deniz göz kırpıp sırıtarak. ''Bir şey olmuyor.'' dedi Melis. Abisinin koyduğu kurallardan sıkıldığını ima etmişti ve şimdi kırdığı potu düzeltmeye çalışıyordu. ''Yani o da bizim abimiz sayılır ya merak ediyoruz onu. Seni ara sıra görüyoruz ama onu görmek daha zor. Bak gitmiş bile uğramadan buraya.'' Deniz kural konusunu es geçti ve sabır dilenerek gülümsemekle yetindi. ''Miray'la yemeğe çıkacak onlar. O yüzden gelmedi. Israr ettim ama Ailece olun, daha sonra biz beraber yeriz. dedi. Üzgünüm.'' ''Nihayet baş başa akşam yemeğine çıkıyorlar yani öyle mi?'' dedim başımı kaldırıp Deniz'e bakarken. Bakışlarını Melis'ten çekti ve başını indirip gülümseyerek bana baktı. ''Evet, nihayet.'' dedi ve kısa bir süre sustu. ''Tanıştınız mı herkesle?'' ''Tanıştık. Yengenin adı Bahar. En büyük çocukları Metehan, sonra Irmak, en sonda da Koray var.'' ''Ezberlemişsin.'' ''Zor olmadı.'' diyerek gülümsediğimde Eren konuşmaya devam etti. ''Hadi artık inelim. Yemek için bizi bekliyorlar.'' *** On iki kişilik bir yemek masasında sessizce yemeklerimizi yerken çekingen bakışlarımı masadakiler üzerinde gezdirdim. Sandalyelerin hepsi doluydu. Normalde kalabalığı sevmezdim fakat bulunduğum ortam çok sıcak ve samimiydi. Sanki herkesi yıllardır tanıyormuşum gibi hissediyordum. Deniz'in ailesiyle arasını düzeltmesi beni çok mutlu ediyordu. En azından yokluğumda yalnız hissetmeyecekti. Tutunacağı bir şeyler olacaktı. Neler hissedeceğini düşündüm. Ben yokken her an beni düşünecekti. Göremedikçe, bulamadıkça daha da dibe çökecekti. Bile bile ona bunları yaşatacağıma inanamıyordum. Şimdi iştahla yediği yemekler ben yokken boğazından geçmeyecekti. Delirmenin sınırlarında gezeceğine emindim. Birdenbire hayatının tümü olmuştum. Bensiz bir dakika bile zehir gibiydi ona. Ben yokken saatler, günler, haftalar nasıl geçecekti? Bunu ona yapmaya hakkım var mıydı? Kendimi asla affetmeyecektim. ''Hadi bakalım. Ada ve Deniz'e.'' dedi Melis ayağa kalkarak. Herkes dikkatle onu izliyordu. ''Bugün burada biricik abim ve dünyanın en güzel yengesi için toplandık. Başımızda kara bulutlar dolaşıyor fakat şimdi konuşup da dillendirmek istemiyorum. Ama tüm bu kara bulutlara rağmen yan yana durabildikleri için ve birbirlerini çok sevdikleri için onlara hayranım. Mutlu olmak hepimizin hakkı ama en çok abimin ve Ada'nın hakkı. Birbirlerine hep böyle aşkla baktıkları bir hayat diliyorum onlar için.'' Deniz de ben de Melis'e nemli gözlerle bakıyorduk. Eren ayağa kalktı ve görkemli bir şampanya patlattı. Herkes neşeyle ayağa kalkmış, bizi alkışlıyordu. Biz de ayağa kalktık ve sırayla herkesin bize tekrar sarılmasını bekledik. Büyük bir coşku vardı, sanki hayatlarında ilk kez bir nişana katılmışlardı. Bizim adımıza mutlu olmalarına bir yandan seviniyor, bir yandan üzülüyordum. Deniz'i çok üzdüğümde de beni sevecekler miydi acaba? Deniz'in ailesinin bana otel hediye ettiği yetmiyormuş gibi amcasının ailesi de bana pahalı ziynet takıları hediye etmişlerdi. Giderken hepsini bırakacaktım elbette ama bu kadarı fazla değil miydi? Yaptığım tek şey bolca teşekkür etmek ve gülümsemekti. Ne diyeceğimi bilmiyordum, iyi ki teşekkür etmek diye bir şey vardı. ''Herkes doyduğuna göre salona geçelim mi artık?'' dedi Fatih Bey. ''Düğünle ilgili son detayları konuşuruz. Malum, az kaldı.'' ''Ayyy, evet.'' dedi Irmak ve Melis aynı anda. ''En sevdiğim kısma geldik.'' Melis koluma girdi ve beni salona doğru yürüttü. Diğer herkes peşimizden geliyordu. Daha yeni ameliyat olmuşken nasıl bu kadar enerjik olabiliyordu? ''Evet.'' dedi Canan Hanım. ''Önce şu otel işini halledelim. Ada kızım yarın müsaitsen notere gidelim. Olur mu?'' Bu oteli bana vermek zorundalar mıydı? O kadar istemiyordum ki o kadar istemiyordum. ''Olur.'' dedim başımı yavaşça sallarken. ''Henüz işe geri dönmedim zaten.'' ''Güzel, yarın erkenden gideriz o zaman.'' ''Tamam, şimdi düğünü konuşalım.'' dedi Fatih Bey konuyu tekrardan düğünümüze getirerek. ''Kızım, önce senin Aydın'dan gelecek misafirlerini konuşalım. Ona göre otelde yer ayırtırız.'' ''Yani, kaç kişi gelir bilmiyorum ki.'' dedim dudağımı bükerek. Keşke bu düğün olmasaydı ve bunları konuşuyor olmasaydık diye düşündüm. ''Aşkım birkaç komşuya söylemişti yengen. Kimdi onlar?'' ''Esma, Emel, Yonca ve Gülayşe abla. Eşleri de gelir. Sekiz kişi. Dayımın teyzesi Seher teyze var, onun eşi İlhan enişte. Kızları Derya abla ve onun çocukları Çağla'yla Feyza. Buraya kadar on üç kişi. Dayım, yengem ve Güneş de var. On altı kişi oluyor böyle.'' dedim. ''O zaman altı tane çift kişilik oda, dört tane tek kişilik oda ayarlıyoruz.'' ''Evet.'' dedim. Ama bilmedikleri bir şey vardı, o da bugün varlıklarını öğrendiğim babaannem, dedem, halam ve kuzenlerimdi. Gerçi yeni tanıdıkları birinin düğününe gelirler miydi bilmiyordum. ''Tamam, bunu da yarın ben hallederim.'' dedi Fatih Bey telefonuna bir şeyler yazarken. Sanırım not alıyordu. ''Düğünde verilmesini istediğin bir yemek var mı?'' Bu sefer konuşan Canan Hanım'dı. ''Ben o işlerden pek anlamam. Siz ne istiyorsanız onu hazırlatabilirsiniz.'' ''Peki, yemek şirketiyle görüşeceğim yarın o zaman.'' dedi, o da telefonuna bir şeyler yazıyordu. ''Ee abicim damatlık ne zaman alıyorsun?'' dedi Eren. ''Düğün sabahına kalacak böyle giderse.'' Kocaman sırıtıyordu. ''Bir ara hallederim ya.'' dedi Deniz. ''Birkaç gün içinde bakarım belki.'' ''Aa biz de hiçbir şey almadık daha.'' dedi Melis. ''Anneee alışveriş yapmamız lazım. Nasıl bir şey alsam acaba? Ne renk giysem? Aman Allah'ım hemen alışveriş yapmamız gerek.'' ''Hallederiz kızım, onlar teferruat. Önce gelin ve damadın önemli işleri hallolsun da bize de bakacağız sonra.'' ''Vay be evliler kervanına Deniz de katılıyor demek ki.'' dedi Metehan. ''Bu gidişle Aladağ ailesinin tek bekarı ben olacağım.'' ''Aman abi.'' dedi Irmak sırıtarak. ''Sanki evlenmek istiyormuşsun gibi konuşman yok mu? Beni benden alıyor.'' ''Ne yapayım kızım? Kariyer yapıyorum ben. Evlilik hiç benlik değil.'' ''Aşık ol da görürüm ben seni.'' dedi Melis. ''Hah, ben de ne zaman Melis konuyu aşka getirecek diyordum.'' dedi Deniz kahvesini yudumlarken. Bir bacağını bir bacağının üstüne atmış parlayan gözlerle etrafı izliyordu. Yüzündeki gülümsemeye hayrandım. Sanırım hasretini çekeceğim en önemli şeylerden biri olacaktı. Tüylerim diken diken olduğunda Deniz'in gülüşlerini çalacağımı fark ettim. Boğazım yine düğümlenmişti. ''Bak yine kaynatıyorlar konuyu.'' Canan Hanım sahte bir hayıflanmayla çocuklarına ve Bülent Bey'in çocuklarına bakıyordu. Irmak elini ağzına götürdü ve fermuar kapatıyormuş gibi parmaklarını dudaklarının bir ucundan diğer ucuna götürdü. ''Tamam, ben sustum.'' Diğerleri de Irmak'ı örnek almış olacaklar ki susup büyükleri dinlemeye başlamışlardı. ''Evet, düğün öğleden sonra üçte başlayacak. Bitiş zamanı bize bağlı. Yani biz eğlenceye doyana kadar sürecek. Masa düzenlerini organizasyon şirketi ayarlayacak. Gülşah davetli listesini ve davetlilerle olan yakınlığımızı bildirdi organizasyon şirketine. Ona göre ayarlarlar artık.'' Bu muhabbetler canımı çok sıkmıştı. Sanki benim düğünümü konuşmuyorduk da sıkıcı bir film izliyorduk. Utanmasam sıkıntıdan oflayacaktım. Şükür ki utanıyordum. ''Biz bir hava alalım.'' dedi Deniz ayağa kalkıp elimi tutarak. Onunla beraber ben de kalkmıştım. ''Biz gelince devam ederiz yine.'' ''Üstünüzü giyinin, üşütmeyin.'' dedi Canan Hanım. Sessizce başımı sallamaktan öteye geçememiştim. Birkaç dakika sonra Deniz'in odasının balkonundaydık. Yağmur hafif de olsa hala yağıyordu ama kar durmuştu. Montuma iyice sarıldım çünkü soğuk hala aynı şiddetle devam ediyordu. Soğuktan burnum düşecekti sanki. ''Offf ne sıkıcı muhabbetlermiş bunlar ya. Her kafadan bir ses çıkıyor, herkesin bir fikri var. Başım ağrıdı sesten.'' dedi Deniz balkon duvarına yaslanıp. ''Çok ayıp.'' dedim gülümseyerek. ''Akrabaların onlar senin. Hem bizim için yapıyorlar her şeyi.'' ''Bizim için yapmaları benim çok sıkıldığım gerçeğini değiştirmiyor sevgilim. Kalabalık bana göre değilmiş. Seninle olan minicik çekirdek aileme kavuşmak istiyorum bir an önce.'' Yavaşça ona yaklaştım ve açılan montunun önünü kapattım. ''Ben sana bir şey söyleyeceğim.'' Elini kaldırıp saçlarımı arkama attı ve elleriyle yanaklarımı kapattı. Sanırım yüzümün üşümemesi için yapıyordu. ''Söyle sevgilim.'' ''Bugün babam bir şey anlattı.'' dedim. Dinlediğini belli eden bir bakışla bakıp kaşlarını kaldırdı. ''Benim babaannem, dedem, halam ve iki tane kuzenim varmış.'' Deniz şaşkınlıkla ağzını araladı. "Nasıl yani? Bu zamana kadar neden bahsetmemiş? Neredelermiş?'' ''Bursa'daymış hepsi.'' dedim nefesimi atmosfere gönderirken. ''Çok karışık Deniz. Nereden başlasam bilmiyorum. Çok şey olmuş eskiden. Babamın annesinin başına gelenler, annemin başına gelenler. Off her şey üst üste geliyor.'' ''Tamam, eğer uzun bir hikayeyse evimizdeyken anlat olur mu? Sakin sakin, detaylı.'' Başımı salladım ve kollarımı Deniz'e sardım. Böylesine soğuk bir havada bile içimi ısıtmayı nasıl başarıyordu? ''Kötü bir şey yok ama değil mi?'' ''Yok.'' ''Tamam, o zaman aşağı inelim ve evimize gidelim. İlk günden bu kadar çok kaynaşmasan da olur akrabalarımla.'' Deniz bir haftadır benim yüzümde minicik bir gülümseme oluşturabilmek için çok çabalıyordu ama benim dudaklarım yukarıya doğru kıvrılmıyordu bile. Sanki gülme eylemiyle hiç tanışmamış gibi duruyordum karşısında. Bu durum beni sandığımdan daha çok üzüyordu çünkü böyle yaptıkça onu sevmediğimi düşünmeye başlayacağını düşünüyordum. ''Yarın.'' dedim yutkunup. ''Eğer çok fazla işin yoksa, öğleden sonra İlker savcının kabrini ziyaret edelim mi?'' ''Gidelim sevgilim. Hadi içeriye gidelim. Minik burnun soğuktan düşecek yoksa. Bir elma gibi kırmızı duruyor. Isırsam mı acaba?'' dedi ve burnumu gerçekten de ısırdı. ''Ya Deniz.'' dedim sadece bir saniye süren bir gülümsemeyle. Elimi burnuma götürdüm ve avucumun içiyle burnumun ucunu ovuşturdum. Gerçekten soğuktan donmak üzereydi. ''Donmak üzereyken bile tatlısın.'' dedi ve beni bir çırpıda kucaklayıp odasına götürdü. Birkaç dakika sonra salona indiğimizde herkes kendi arasında bir muhabbete dalmıştı. ''Evet millet.'' dedi Deniz, herkes bize dönmüştü. ''Bu akşam bize ayrılan sürenin sonuna geldik. En kısa sürede tekrar görüşmek dileğiyle.'' dedi işaret ve orta parmağını kaşlarının üstüne hafifçe vurarak. ''Ama oğlum düğünü konuşuyorduk ya hani.'' ''Konuşuruz baba, acelesi yok. Ben bugün çok yoruldum. Eve gidip dinlenmek istiyorum. Birkaç gün içinde tekrar buluşuruz. Zaten çoğu şeyi hallettik.'' ''Siz bilirsiniz oğlum. Yarın haberleşelim. Çok işimiz var.'' dedi Fatih Bey ve onun ayaklanmasıyla diğer herkes de ayağa kalkıp bizimle vedalaştı. ''Böyle çok kısa oldu.'' dedi Bahar Hanım. ''Düğünden önce tekrardan buluşalım mutlaka.'' ''Tabii ki, ayarlayalım.'' Sesim sevecen bir tonlamayla süslenmişti. ''Çok memnun oldum tanıştığıma.'' Herkesle sarılıp vedalaştıktan sonra evden çıktık. Savaş da bizimle beraber çıkmış, kendi arabasına binip gitmişti. Deniz'in bana aldığı araba kapının önünde duruyordu. Hakan ve Kerem ise beyaz Jeep'in arkasındaki siyah Range Rover'ın içinde bizi bekliyordu. Hakan görüş alanına girdiğimiz an arabadan indi. ''Deniz Bey siz mi kullanacaksınız?'' ''Ada kullanacak.'' dedi Deniz anahtarı bana uzatırken. ''Siz takip edin bizi.'' Hakan montunun önünü iyice birleştirdi. ''Peki Deniz Bey.'' dedi koşa koşa arabaya dönerken. ''Hemen arkanızdayız.'' Arabanın kapısını açıp koltuğa geçtim ve motoru çalıştırdım. Araba lüksten de lükstü. Her şeyi otomatikti, önümdeki kontrol ekranı kocamandı. Koltuklar kahverengi deriydi ve aşırı rahattı. ''Nasıl? Sevdin mi?'' dedi Deniz. Ayağımı frenden çekip gaza bastım, araba hafifçe ileri atıldığında direksiyonu yönlendirdim. Sanki ben kullanmıyordum da araba kendiliğinden gidiyordu. ''Sevdim, çok güzel.'' dedim kısa bir süre için ona bakarak. Ardından hemen yola döndüm. Koltuklar epey yüksekti, ilk kez bu kadar yüksek bir araba kullanıyordum. Belki de son kez olacaktı. ''Çok teşekkür ederim.'' Deniz yanağımdan makas aldı ve radyoyu açtı. Eve gidene kadar sessizce müzik dinlemiştik. *** ''Evet.'' dedi Deniz yatağa yattığımızda. Beni kollarıyla sardı ve sırtımı göğsüne bastırıp ellerini bebeğimizin oldu yerde birleştirdi. ''Ne zaman tekme atacak?'' dedi ciddiyetle. Gerçekten içten bir gülüşle gülümsedim ve başımı kaldırıp yüzüne Ciddi misin? der gibi baktım. Alnım çenesindeki sakallarla birleşmişti. ''Daha minicik.'' dedim işaret ve baş parmağımla minicik bir boşluk yaparak. ''Bak bu kadar bile değil. Bacakları daha yok ki, nasıl tekme atsın?'' Deniz hafifçe başını eğdi ve alnımın tepesini öptü. ''Kalp atışlarını duymak için, senin karnına vurduğu hafif tekmelerini hissetmek için gün sayıyorum... Cinsiyetini öğrenmesek mi? Doğumda sürpriz olsun.'' İçim titriyordu, sesim titriyordu, ellerim titriyordu, bütün vücudum titriyordu. Ağlamaya başladım, nereden gelmişti neden gelmişti bilmiyordum ama hıçkırarak ağlamaya başladım. Gözyaşlarım gözlerimin önünde sürekli akmayı bekliyordu ve ben en ufak bir şeyde onları tutamıyor, yanağımdan akıp gitmesine mecburen izin veriyordum. Deniz kurduğu hayallerin altında kalacaktı ve bunun sorumlusu ben miydim? Bebeğinin minik tekmelerini hissetme hakkını alacak mıydım ondan? Cinsiyetini doğum anında öğrenmek istediği bebeğini göremeyecek miydi? Bunun sebebi ben mi olacaktım? ''Sevgilim.'' dedi Deniz beni yavaşça doğrultup. ''Ne oldu?'' ''Annem.'' dedim içimi çeke çeke ağlarken. ''Düğünlerinde hamileymiş. Ama kaybetmiş bebeğini. Düşük yapmış.'' Deniz afallamış ve biraz olsun beyazlamış bir yüz ifadesiyle bana baktı ve çenemi tutup başımı hafifçe yukarı kaldırdı. ''Tamam, ağlama. Bunun için yapabileceğimiz bir şey yok. Olanları değiştiremeyiz. Tamam, gel bakalım.'' Kollarını bana sardı, başımı kalbinin olduğu yere dayadım. Keşke kalp atışlarını giderken yanımda götürebilseydim. ''Anlat şimdi.'' Biraz olsun sakinleşmemiş bir halde derin bir nefes alıp cümlelerimi toparladım. ''Dayım bahsetmişti ya babaannenizin bir belalısı vardı diye.'' ''Evet.'' ''O sürekli babamların evini basıyormuş. Şahin Kırcalı diye bir adam. Hiç rahat vermiyormuş kimseye. Ne babaanneme ne de dedeme. Senelerce sürmüş bu durum. Dedemin elinden bir şey gelmiyormuş çünkü Şahin'in babaannemi öldürmesinden çok korkuyormuş. Kendisinin başına bir şey gelmesini de istemiyormuş çünkü karısının ve çocuklarının yalnız kalmasından çok korkuyormuş. Şahin ara sıra duruluyormuş ama hep kendini hatırlatıyormuş. En son anne ve babamın düğününde çıkmış ortaya. Ben mutlu olmadıysam Nuray da mutlu olmasın, ailesi de mutlu olmasın. diye diye düğünde ateş açmış. Kimse ölmemiş ama annem bebeğini düşürmüş. Kendi düğününde bebeğini kaybetmiş. Bir ablam olacakmış Deniz. Adı bile varmış. Gökçe olacakmış adı.'' ''O kara günden sonra annem uzun süre kendine gelememiş. Çok zor günler geçirmişler. Babamın ailesi babamı ve annemi korumak için uzak duruyorlarmış ailemden. Annemi çok seviyorlarmış biliyor musun? Ama uzak durmak zorundalarmış işte. Babam Savaş'ı götürünce aralarındaki bağ da kopmuş. Ama ben onları bulmak istiyorum Deniz. Ailemin köklerini buldum. Kimsem yok zannediyordum ama babaannem varmış, dedem varmış. Halam varmış inanabiliyor musun? Kuzenlerim varmış. Benim hiç kuzenim olmamıştı. Dedem de olmamıştı.'' Deniz yüzümü geriye itti ve yanaklarımın üzerine ellerini bastırdı. ''Tamam, bulacağız babaanne ve dedeni. Hatta söz, düğünümüze kadar bulacağız. Ama ağlama artık ne olur. Ben dayanamıyorum seni böyle görmeye.'' dedi. Sağ gözünden usul usul bir yaş süzüldü. ''Kaybetmekten korktuğun ne varsa onu senin hayatında tutmaya söz veriyorum. Kaybetmekten korktuğun hiçbir şeyi kaybetmeyeceksin.'' ''Seni?'' dedim çaresizce. ''Beni tabii ki kaybetmeyeceksin sevgilim. O nasıl söz? Ben senin gözünün içine bakıyorum. Seni nasıl sevdiğimi en iyi sen biliyorsun. Beni kaybetmene ben bile müsaade etmem. Hadi gülümse biraz.'' Gülümsedim. Çok yorgundum. Uyumak istiyordum. ''Hadi, sen uyu.'' ''Sen?'' dedim mırıldanır gibi. ''Burada, yanında olacağım merak etme. Sadece biraz daha çalışmam lazım. Daha sonra uyuyacağım." Usul usul gözlerimi kapattım ve derin bir uykuya daldım. 3 Aralık, Salı Rüzgar sesiyle uyandım. Havanın ne kadar soğuk olduğu camdan içeriye sızan sesten bile belliydi. "Günaydın aşkım." dedi Deniz yatakta hareket ettiğimi gördüğünde. Gözleri kırmızı ve uykusuz görünüyordu. "Günaydın. Uyumadın mı sen hiç?" "Birkaç saat uyuyabildim sadece, uyku tutmadı. Ben de yanıt bekleyen 362 mailimi cevapladım." "Bugün şirkette hallederdin." "Yarın benim senelik check-up günümmüş. Yani tüm gün şirkette olmayacağım. Onu telafi etmek için bugün çok çalışmam lazım. Bu mailleri gece cevaplamasaydım bugün hiç cevaplayamazdım anlayacağın." dedi o mükemmel gülümsemesiyle. "Çok işin varsa İlker savcıyı ziyarete ben tek gideyim." "Yok, ona vakit ayrılabilirim. Yalnız notere gelemeyeceğim. Seni yalnız göndermek zorundayım. Kerem nereye gideceğini biliyor. İstersen o götürsün seni. Ama arabamı ben kullanmak istiyorum dersen o peşinden gelir." "Ben kullanmak istiyorum." dedim. "Kerem'den konum alırım. O da peşimden gelir." "Tamam sevgilim. Haberleşiriz." dedi ve eğilip alnımı öptü. "Ben şimdi çıkıyorum. Ülkü abla kahvaltı hazırlamıştı. Yemeden çıkma. Hava da çok soğuk. Sıkı giyin." Olur. anlamında başımı salladım. Deniz odadan çıkmıştı. Yataktan kalkıp hazırlandım ve -10 derecede bile üşümeyeceğimi düşündüğüm kıyafetler giyerek aşağı indim. Kısa bir kahvaltı öğününden sonra da dışarıya çıktım. Yanılmıştım. Bu kıyafetler değil -15 derece, +5 derece havada bile beni üşütürdü. Çünkü soğuk insanı buza çevirecek kadar şiddetliydi. Gözlerimin içi bile üşüyordu. "Günaydın Ada." dedi Kerem. "Gidilecek noterin konumunu attım. Sen önden git, ben peşinde olacağım." Biraz olsun bağırmıştı çünkü rüzgar sesi insan sesini ciddi derecede bastırıyordu. "Günaydın Kerem. Tamam sağ ol." dedim ve beklemeden arabaya atladım. Noter uzak bir konumda değildi. 40 dakika sonra varış gösteriyordu. Beklemeden motoru çalıştırıp evin bahçesinden çıktım. Kerem aramıza başka arabaların girmesine müsaade etmeyecek şekilde sürekli peşimden gelmişti. Şanstan sayılır mıydı bilmiyordum fakat trafik yoğun değildi ve ben sadece 25 dakikada notere varmıştım. Fatih Bey ve Canan Hanım binanın içinde beni bekliyorlardı. "Günaydın. Geciktim mi? Beklettiysem kusura bakmayın." "Günaydın Adacım." dedi Canan Hanım beni kucaklarken. "Sorun değil. Nasılsın?" "İyiyim Canan Hanım teşekkürler." dedim ve sarılmamızı sonlandırıp Fatih Bey'le selamlaştım. "Sizler nasılsınız?" "İyiyiz güzel kızım." dedi Fatih Bey. "Hadi içeriye geçelim de halledelim bir an önce." Fatih Bey'in yönlendirmesiyle sıra alma gereği duymadan bir odaya girdik. Büyük masanın başında oturan takım elbiseli ve diğerlerine göre kıdemli olan bir adam ayağa kalkmış, bizi hürmetle karşılamıştı. "Buyurun Fatih Bey, Canan Hanım, Ada Hanım. Hoş geldiniz." dedi hepimizin elini sıkarak. Kısa bir selamlaşmadan sonra hepimiz masanın yanındaki deri koltuğa oturmuştuk. "Ne ikram edeyim size? Bir şey ister misiniz? Çay, kahve?" "Çay olur." demişti Canan Hanım. Fatih Bey de ona uyunca ben de kabul etmek zorunda kalmıştım. Halbuki canım hiçbir şey istemiyordu. Konuştuğumuz kişi telefonla birini aradıktan sonra üç çay söyledi ve büyük bir gülümseme ile bize döndü. "Hayırlı olsun." dedi sıcak bir sesle. Bana mı diyordu? "Düğün çok yakında demek." Konunun muhatabı olduğumu anladığımda başımı kaldırdım. "Evet öyle. Teşekkürler." dedim yarım bir gülüşle. Davet etmeli miydim? "Sizleri de bekliyoruz." dedi Fatih Bey benim yerime cevap vererek. Demek oğullarının düğününe çağıracak kadar yakın bir ilişkileri vardı. "Tabii tabii neden olmasın. Bugün de başka bir hayırlı iş için buradasınız. Ona da hayırlı olsun dileklerimi söyleyeyim şimdiden." "Teşekkürler." dedim ve başımı öne eğip parmaklarımla oynamaya başladım. Keşke bir an önce olup bitseydi ve buradan çıkıp gitseydik. Canım çok sıkılmıştı. "Hah, çaylar da geldiiii." dedi adam. Orta yaşlı bir kadın çaylarımızı ikram etmeye başladığında Fatih Bey otelin tapusunu çıkartıyordu. Ben de kimliğimi ve vesikalık fotoğraflarımı çıkarttım ve uzattım. Adam kâğıtlarla uzun bir süre uğraşmıştı. Fatih Bey beklediğimden de fazla imza atmıştı. O sırada benim çayım çoktan dibine gelmişti. "Evet, şimdi sıra Ada Hanım'da." dedi. Masaya biraz daha yaklaştım. Neyse ki ben Fatih Bey kadar imza atmamıştım. Üç imza sonra elime bir tapu verilmişti. "Hayırlı olsun tekrardan Ada Hanım. Fatih Bey." dedi adam ellerimizi sıkmadan hemen önce. Fatih Bey samimi bir sesle "Teşekkür ederiz Murat." dedi. Ardından çok beklemeden odadan çıktık. "Şimdi biz gidelim." dedi Canan Hanım. "Yapılacak birçok işimiz var düğün için. Aklına bir şey gelirse mutlaka arayıp söyle. Her şey senin istediğin gibi olmalı." "Teşekkür ederim. Yeterince şey yaptınız zaten. Çok fazla uğraşıyorsunuz." Canan Hanım elini yanağıma koydu. "Sana çok şey borçluyuz. Az bile yapıyoruz." Gözlerinde pişmanlık vardı. Babam yüzünden beni suçladıkları günler için özür diliyor gibiydi. Gülümsedim. "Teşekkür ederim her şey için." "Teşekküre gerek yok." dedi Fatih Bey ve kısa bir vedadan sonra arabama geçip Deniz'i aradım. "Sevgilim." "Deniz, bizim işimiz bitti de kabristana gidebiliriz diyecektim." "Benim işim hala bitmedi güzelim. Şirkete gelebilir misin? Bir saate kalmaz gideriz. Olur mu?" Saate baktım. Öğlen on ikiye geliyordu. Böyle giderse geç kalacaktım. "Çok uzun sürmez değil mi?" "Yok yok. Sıkılmazsın zaten. Ben toplantıya gireceğim. Uygar'la sohbet edersiniz." "Tamam." "Görüşürüz sevgilim." "Görüşürüz." dedim ve telefonumu kapattım. Om beş dakika sonra şirkete varmıştım. Beni Gülşah karşılamıştı. "Ada Hanım." dedi her zamanki güler yüzüyle. "Hoş geldiniz. Odanıza mı geçeceksiniz?" "Hayır Gülşah. Uygar odasında mı? Onun yanına gideceğim. Deniz toplantıdaymış." "Evet Deniz Bey toplantıda. Uygar Bey de odasında. Bir şey ister misiniz? Tam kahve ve kurabiye havası var. Getireyim mi?" Çok minik bir gülümseme gönderdim. "Tamam Gülşahçım. Uygar'ın odasına getirirsin." Gülşah ondan bir şey istemiş olmamın verdiği mutlulukla yanımdan ayrıldı. Birkaç adım sonra Uygar'ın odasına vardım. Kapısı açıktı. "Girebilir miyim?" dedim tıklatarak. Hummalı bir şekilde çalışıyordu. "Güzeller güzeli yengem." dedi abartılı bir sevinçle. Birden ayağa kalktı ve bana sıkıca sarıldı. "Hoş gelmiş, sefalar getirmiş. İyi ki geldin." "Uygar, hayırdır? İlk kez mi karşılaşıyoruz?" dedim gülümseyerek. Uygar sarılmamızı sonlandırıp yüzüme aptal bir gülüşle baktı. "Dünya çok güzel bir yer değil mi? Yaşamak çok güzel." "Güzel olan şey aşk olmasın sakın?" dedim. Dün akşam ne olmuştu da Uygar bu kadar mutluydu acaba? İçli ve mutlu bir nefes verdi. "Aşk.." dedi ve oturmam için masasının önündeki koltuğu gösterdi. "Geçsene." Koltuğuma geçtikten sonra Gülşah da gelmişti. "Kurabiyeler çok taze. Kahveyi de yeni demlemişler. Soğumadan getirdim." Uygar anında bir kurabiye aldı ve ağzına attı. Bir yandan kurabiyeyi çiğniyor, bir yandan gülüyor, bir yandan da konuşmaya çalışıyordu. "Sağ ol Gülşah. Çok güzelmiş bu kurabiye. Bizim aşçı mı yapmış?" "Yok Uygar Bey. Pınar Hanım almış. Herkese ikram edilmesi için." "Bu kız da Nil'den sonra çok iyi oldu. Şeytan çalıştırıyormuşuz da haberimiz yokmuş. Neyse ki Pınar geldi." "Öyle." dedi Gülşah. "Size afiyet olsun. Ada Hanım bir şeye ihtiyacınız varsa söyleyin." Bir kurabiye aldım ve ağzıma attım. "Teşekkür ederim Gülşah." Gülşah odadan çıktıktan sonra hala sırıtmakta olan Uygar'a dikmiştim gözlerimi. "Ee?" dedim göz kırpıp. "Anlat." "Şu Gülşah ne iyi kız ya. Şöyle bir asistan bulamadım. Kaç ay oldu hala tek başıma çalışıyorum." "Uygar ben Miray'dan bahsediyorum." "He." dedi aydınlanmış bir sesle. Kahvesini yudumladı ve geriye yaslandı. "Ben şimdi nasıl anlatayım be yenge?" "Ne yaptınız Uygar akşam? Anlat işte. Sonunda açıldın mı? Ne dedi Miray? O da seni sevdiğini itiraf etti mi?" "Ah ah." dedi gözlerini kapatıp. Yüzündeki sırıtış hayret ettiren bir cinstendi. Daha da büyümüştü. "Uygar ben gidiyorum." "Dur dur." dedi ve tekrar masaya eğilip dirseklerini masaya dayadı. "Anlatıyorum. Yemeğe gittik. Onu çok güzel bir yere götürdüm. Bütün akşam gözlerimi alamadım ondan. O kadar güzel ki. Gülüşü, edalı edalı bakması. Ellerini masaya koyuşu, saçlarını savurması. Tüm gece bunları anlattım ona. Hayran hayran beni izledi. Bundan sonra onunla sadece arkadaş olarak devam etmek istemediğimi çünkü ona aşık olduğumu söyledim." "Ee o ne dedi peki?" "Kalktı ve bana sarıldı." dedi ışıl ışıl gözlerle. "Ona sarılmak çok güzel. Kokusunun üstüme bulaşması beni çok mutlu ediyor." "Yani şimdi siz?" dedim merakımı gidermesini beklerken. Kalemini masaya vurdu. "Tam üstüne bastın. Artık benim de bir sevgilim var. Hem de dünyalar güzeli." Yerimden kalktım ve Uygar'a sıkıca sarıldım. "Uygar o kadar mutlu oldum ki. Hep mutlu olun. Hiç birbirinizi bırakmayın." "Teşekkür ederim Adacım. En az sizin kadar aşık olacağız birbirimize ve sizin gibi birbirimizi hiç bırakmayacağız." Sarılmamı sonlandırıp yerime geçtim. Dolmuş gözlerime hakim olmam gerekiyordu zira ağlamak istemiyordum. Kabristanda yeterince ağlayacağımı düşündüm. "Deniz'in toplantısı bitmiştir. Ben yanına gideyim." "Ne yapacaksınız bugün?" "İlker savcının mezarını ziyaret edeceğiz. Ondan sonra Deniz yine şirkete döner. Ben de eve gideceğim. Yorgun hissediyorum." Uygar'ın yüzü düşmüştü. "Hala üzülüyorsun değil mi?" Başımı salladım. "Ölmüş birini geri getirme şansım olsa bu kişi İlker savcı olurdu." dedim pürüzlü bir sesle. Annem de ölmüştü ama benim yüzümden ölmemişti. Annemin yokluğu canımı yakıyordu ama İlker savcının yokluğu hem canımı hem vicdanımı yakıyordu. Ben bu ölümü nasıl atlatacaktım? "Çok trajik bir ölüm. İnanılmaz üzgünüm hala. Çok da gençti." Tekrardan başımı kaldırdım ve ayağa kalkıp çantamı aldım. "Ben kaçtım Uygar. Bizim kızı üzme sakın. Selay'la tepene bineriz yoksa." "Gözünüz arkada kalmasın. Miray'ı üzersem ilk ben binerim kendi tepeme." dedi göz kırparak. Gülümseyerek odadan çıktım. Deniz'in kapısı kapalıydı. Sessizce tıklatmış, Gir. diyene kadar da beklemiştim. "Ben geldim." dedim neşeli tutmaya çalıştığım sesimle. Deniz bilgisayar ekranını indirdi ve ayağa kalkıp montunu giydi. "Hoş geldin bi'tanem. Benim de işim şimdi bitti. Hadi geç olmadan çıkalım." Yanıma geldi, beni öpüp sarmaladı ve elimi elinin içine alıp kapıya doğru yürüdü. Gülşah da koridordaydı. "Gülşah ben bir saatliğine ayrılıyorum. Odama kimse girmesin. Kapıyı kilitlersin. Bu arada yarın benim check-up günüm. Tüm gün şirkette olmayacağım." "Evet Deniz Bey. Toplantıları ona göre ayarladım. Yarım saat sonra Uygar Bey için bir hanımefendi gelecek. Asistanlık için. Siz bir söyleyecek misiniz bu konu hakkında?" "Yok Gülşah. Uygar kendi biliyor nasıl birini istediğini. O karar versin artık." "Peki Deniz Bey." "Kolay gelsin Gülşah." dedi ve asansöre binip otogara indik. "Uygar ve Miray nihayet sevgili olmuşlar." dedim arabaya binerken. "Sabah biraz anlattı Uygar. Yani gerçekten nihayet başladılar." Deniz de arabaya bindi ve kemerini takıp arabayı çalıştırdı. "Siz hallettiniz mi tapuyu?" "Evet evet. Uzun sürmedi zaten." "Ee Ada Hanım. Artık bir otel sahibi olmamızın şerefine bir yemek ısmarlarsınız bana?" "Akşam yemeğini dışarıda yiyelim o zaman?" Yanağımdan makas aldı ve yola tekrar döndü. "Olur. Ben şirketten sonra direkt yemek yiyeceğimiz yere geçerim. Sen de oraya gelirsin." "Olur." dedim ve telefonuma baktım. Güneş ortak grubumuzdan yine bir sürü şey yazmıştı. +"Hala inanamıyorum. Yani bizim kuzenlerimiz mi var?" +"Bir an önce gidip bulun onları ablacım ve abicim." +"Aa ben cuma günü İstanbul'a geleceğim. Düğüne kadar sizinleyim." +"Abla bir elbise aldım var ya olayyyy." +"Abi benim kavalyem olur musun? Ablamın düğününde seninle dans etmeyi çok isterim." -''Perşembe günü ya da yarın gece ablanla Bursa'ya gideceğiz. Babaannemizi, dedemizi ve halamızı bulmak için. Cuma günü geldiğinde bana haber ver. Dedeme söylerim seni aldırır havaalanından. Sonrasında bende kalırsın biz gelene kadar." +"Miray ablada kalacağım abi. Onlarla alışveriş yapacağız. Sen gelince gelirim artık senin evine. Salih dedeyle tüm gün sıkılırım ben." -"Sen bilirsin. Kavalyelik için söz veremiyorum." +"Aşk olsun abi, benimle dans etmek istemiyor musun?" -"Kısmetlerim kapanır." Savaş'ın son mesajını da okudum ve gülümseyerek ekranı kapattım. "Güneş babaannesi, dedesi, halası ve kuzenleri olacağı için çok heyecanlı. Cuma günü İstanbul'a geliyor." "Nerede yaşıyormuş babanın ailesi?" "Tam adresi bilmiyorum. Mustafa Kemalpaşa'da yaşadıklarını söyledi babam sadece. Kimse sorsak söylerlermiş." "Siz Karacabey'deydiniz. Yakınlarmış yani." "Evet." "Ben sağa sola sordurayım o zaman. Eğer babanın dediği gibi kime sorsanız söyleyecekleri gibi bir yerdelerse bulması kolay olur." "Olur. Teşekkür ederim." dedim ve ona minnetle gülümsedim. "Sevgilim." dedi buruk bir sesle. "Tamam çok üzgünsün. Evet hepimiz çok üzgünüz ama artık kendini toplamanı istiyorum. Düğünümüze az kaldı. Yüzünde gerçek bir gülümseme görmeyeli günler oluyor. Beni ve kendini düşünmüyorsan en azından bebeğimizi düşün. İyi olmak zorundayız onun için." "İyiyim." dedim pürüzlü bir sesle. "Benden uzaklaştığını hissediyorum." Elimi uzatıp elini tuttum. "Senden uzaklaşmıyorum." dedim. "Sadece her şey üst üste geliyor. İyi olacağım." "Bilmediğim bir şey mi var?" Gülümsedim. Acı dolu bir gülümsemeydi bu. "Hayır yok." dedim başımı iki yana sallayarak. "Her şey yolunda merak etme." Deniz ikna olmasa da başını salladı ve yolculuk boyunca hiç konuşmadı. Kabristana gelmiştik. Hava hala çok soğuktu. "Üzerindeki ince değil mi? Diğer montlardan birini giyseydin." "Üşümüyorum. İyiyim." dedim ama bana inanmadı ve yürümeye bana sarılarak devam etti. Mezarlık görevlisinden İlker savcının mezarının yerini öğrendikten sonra ağır adımlarla ilerledik. Yağmur damları yine gökyüzünden yavaş yavaş damlıyordu. Ağaçlarda kalan son yapraklar yere düşerken içimin titrediğini hissettim. Soğuktan değildi. Saf üzüntüdendi. "İşte orada." dedi Deniz beni yönlendirirken. İlker Arman. D.T 17.08.1977 -Ö.T 23.11.2019 Boğazıma düğümlenen yumrukları yutkunarak yok etmeye çalışsam da bir işe yaramıyordu, hissettiğim boşluk hissinden kurtulamıyordum. Karanlık ve ıssız bir boşluktu. Hiç ışık yoktu. Ses yoktu. Karşımda sonsuza kadar sürecek olan uykusuna yatan ve bundan benim sorumlu olduğum biri yatıyordu. Kaybettiği hayatına neleri sığdırmak istiyordu? Ne hayalleri vardı? Mutlu muydu? Ölmeden önce ne düşünüyordu? Aklından ne geçiyordu? Karısı, çocukları, işi? Özgür'ü yakaladıktan sonra ne yapmak istiyordu mesela? Bir tatil çok iyi olurdu onun için. Hiçbiri olmayacaktı artık. Hiçbiri benim yüzümden olmayacaktı. Mezarın yanı başına oturdum. Daha yeni olduğu için henüz mezar taşlarıyla çevrili değildi. Bir parça toprağı elime alıp avuç içimde sıktım. Özür dilerim. dedim içimden. Hayatınızı çaldım. Çocuklarınızla yaşayacağınız güzel günleri çaldım. Eşinize söyleyeceğiniz seni seviyorumları çaldım. Çocuklarınızdan babalarını çaldım. İçim o kadar acıyor ki size anlatamam. Bu vicdan beni nereye kadar götürür bilmiyorum. Siz işinizi layığıyla yaptınız. Her zaman yardımcı oldunuz. Bense sizin hayatınıza mal olan bir hata yaptım. Bunun altından kalkamıyorum. Günlerdir gözüme girmeyen uykular, ağzıma atıp da yiyemediğim yemekler, boğazıma takılan nefesler. Hepsi içimi yakıyor. Keşke o güne dönebilsek. Çok pişmanım. Hayatımda hiç olmadığım kadar hem de. Size bir hayat borçluyum ve bunu kimin canıyla ödeyeceğimi bilmiyorum. Beni affedin demiyorum size. Hakkınız helal değildir belki de ama sizin içiniz rahat olsun. Benim hakkım size helal. Sizi hiç unutmayacağım. Yanaklarımı esir alan yaşları sildim ve uzunca bir dua edip ellerimi yüzüme sürdüm. Deniz de eş zamanlı yüzüne ellerini kapatmıştı. ''Hadi artık gidelim mi? Çok soğuk oldu.'' dedi beni yerden kaldırıp. ''Olur.'' dedim kalkarken. ''Onu hiç unutmayacağım.'' *** Deniz'le şirkete geldikten sonra arabama atladım ve hastanenin yolunu tuttum. Kerem de peşimden geliyordu ve onu nasıl atlatacağımı bilmiyordum. Umarım anlayıp da peşimden gelmezdi. Onu atlatırken vakit kaybetmek istemiyordum. Çünkü karar değiştirmekten korkuyordum. Hastaneye geldikten sonra kapalı otoparka girdim. Neyse ki Kerem dışarıdaki otoparka park etmişti ve gittiğimi görmeyecek, benim burada olduğumu zannedecekti. Diğer çıkıştan çıkıp hastanenin otoyola bağlanan yoluna doğru yürüyerek bir taksi çevirdim. ''Buyurun, nereye gidiyoruz?'' dedi şoför. Hamile olduğumu öğrendiğim hastanenin adını söyledim ve yolu izlemeye başladım. Hayatımda verdiğim en acı ve zor kararlardan birini eyleme geçirecek olmak beni canlı canlı mezara gömüyor gibiydi ve ben çoktan çıkışı olmayan bir labirente hapsolmuştum. *** Hastaneye geldiğimde randevu saatime sadece on dakika vardı. Hızlıca kayıt yaptırıp doktorun odasına girdim. ''Merhaba.'' dedim çekingen bir sesle. ''Kolay gelsin.'' ''Buyurun, hoş geldiniz. Ada Hanım'dı değil mi?'' ''Evet.'' dedim. Doktor dosyamı inceliyordu. ''Hmm.'' dedi ekrandan ayırdığı gözlerini bana çevirerek. ''Bu kararınızdan emin misiniz?'' ''Evet.'' dedim inkarı reddeden sesimle. Her ne kadar çatallaşsa da sesim net çıkmıştı. ''Bekar görünüyorsunuz. Bebeğin babası-'' ''Gizli kalsın. Kimse bilmemeli.'' Doktor başını salladı ve bana birkaç kağıt imzalattıktan sonra ayağa kalkıp bana hemen yan taraftaki sedyeyi gösterdi. ''Tamam, siz perdenin arkasında üzerinizi değiştirin. Ben de hazırlanmaya geçeceğim. Birazdan hemşireler gelip sizi alır.'' Başımı sallayıp ağır ağır yürüdüm ve perdenin arkasına geçtim. Yeşil hastane kıyafetlerini üzerime geçirdim. Hiçbir şey hissetmiyordum. İçimde koca bir hissizlik vardı. Bütün hislerim sadece birkaç dakika içinde yok olmuştu. Böyle hissediyor olmam normal miydi? Yoksa adrenalin yüzünden mi korkularım yok olmuştu? Birkaç dakika sonra iki hemşire gelip beni aldı. Ameliyathane kapısından girerken tereddüt etmediğimi fark ettim. Ayaklarım o kadar kendinden emin ilerliyordu ki bu bacakların bana ait olup olmadığını sorguladım. Bir sürü beyaz ışığın altında büyük bir sedye. Sedyenin yanında makaslar, iğneler, ilaçlar, bıçaklar. ''Evet. Sizi şöyle alalım Ada Hanım.'' dedi görüştüğüm doktor. İçimde yeni yeni filizlenen korku hissini bastırmaya çalıştım ve sedyeye yatıp bacaklarımı açarak ayaklarımı demir kısımlara uzattım. Doktor ve iki hemşire hemen başucumda bir şeyler konuşurken tam üstümdeki ışıklardan yansımamı izledim. Bembeyaz görünüyordum. Işıklar yüzünden olmalıydı. İçinden ruhu söküp alınmış bir ölü gibiydim. Bu kararı nasıl verdim bilmiyordum. Nasıl cesaret ettim, neden verdim? Başka çıkış yolum yok muydu? Belki de vardı ama bana yasaktı. Başka bir çıkış yolu yoktu bana. Hepsi tükenmişti. Kalbim çarpıyordu. Elim belki de son kez karnıma gitti. Gözyaşlarım şakaklarımdan kulaklarıma doğru kayarken saçlarımı bir bonenin içine sıkıştırıyorlardı. Neden şu an buradayım diye düşündükçe cevabı kendim buluyordum. Dün akşam Deniz'in söylediklerinden sonra bu bebeği taşımaya devam edemeyeceğime karar vermiştim. Tekmelerini hiç hissedemeyeceği, kalp atışlarını belki de hiç duyamayacağı bir bebeği beklemesini istemiyordum. Doğumuna şahit olamayacağı bir bebeği dünyaya getirmek istemiyordum. Karnımda geliştiği ve büyüdüğü anlara bile şahit olamayacakken doğacağı gün için sabırsızlanmasını istemiyordum. Hamile olmam onu daha fazla üzmekten ve onu boş yere heveslendirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Çünkü gidişimle hem bana hem bebeğe üzülecekti ve ben bugün sadece benim için üzülmesini sağlamaya çalışacaktım. Bu bebek doğmamalıydı. Gözlerimi kapattım. Ve sırasıyla hamile kaldığım günü, bebeğimin olacağını öğrendiğim günü, Deniz'e söylemek için gün saydığım günleri, Deniz'e söylediğimde ne kadar mutlu olduğunu düşündüm. Adını daha haftalar önce koyduğu bir bebek. Toprak. Ben uğursuzdum. Toprak benimle ilgili bir terimdi ve anlaşılan bebeğe de uğur getirmemişti. Onun hayatını sonlandırma hakkım var mıydı bilmiyordum ama mevzu çoktan hakları geçmişti. Deniz'e nasıl söyleyeceğimi de düşünmüştüm. İlker savcı öldüğü gün artık düşük tehlikesi olan bir hamileydim. Yani Deniz'e düşük yaptım demek sorgulamayacağı türden bir açıklama olacaktı ama ben ona bunu nasıl yapacaktım? Cemre yüzünden zaten bir bebek travması varken, dört yıl boyunca bebeğinin öldüğünü düşünürken ben şimdi ona nasıl bebeği kaybettim, düştü diyecektim? Karnımı sürekli öpüp, Kızım. diye fısıldarken ben ona bunu yapma hakkını kendimde nasıl bulmuştum? ''Evet, başlıyoruz Ada Hanım. Önce biraz ağrı kesici ve uyuşturucu iğne yapacağız kalçanızdan.'' İki hemşire beni yan çevirmeye çalışırken ellerimle hemen altıma serili çarşafı sıktım. Kalbimden ağzıma doğru akan bir zift nehri vardı sanki. Kesik kesik nefes alıyor, bulunduğum anı idrak etmeye çalışıyordum. Ben ne yapıyordum? ''Durun!'' dedim telaşla. ''Durun, hayır ben yapamayacağım. Bırakın beni.'' Sedyede doğrulmaya çalışırken hemşireler ve doktor bana şaşkın bakışlarla bakıyorlardı. ''Özür dilerim yapamayacağım. Bebeğimi kaybedemem.'' dedim ve hıçkırarak ağlamaya başladım. ''Gerçekten özür dilerim. Bunu yapamam.'' ''Tamam, sorun yok. İyi misiniz?'' dedi doktor. ''Bizim için önemli olan şey sizin iyi olmanız ve sağlığınız. Ama şu an iyi görünmüyorsunuz.'' Elimi karnıma bastırıp şiddetlenen hıçkırıklarımı bastırmaya çalıştım ama nafileydi. Bir krize yakalanmıştım ve sanırım kolay sona ermeyecekti. ''Beni buradan çıkartın lütfen.'' dedim nefesimi düzene sokmaya çalışırken. Birkaç dakika sonra bu soğuk ameliyathaneden çıkmış, üzerimi değiştiriyordum. ''Daha iyi misiniz?'' dedi doktor perdenin ardından. Onu kuru bir sesle yanıtladım. ''İyiyim.'' ''Güvenliğe söyledim. Sizin için bir taksi çağıracaklar. Tanıdığınız birini çağırmak istemediğinize emin misiniz?'' Perdenin arkasından çıkıp montumun fermuarını kapattım. ''Hayır, teşekkürler.'' dedim masanın üzerindeki belgeye uzanırken. Kürtajı kabul ettiğime dair imzalı belgeydi bu. İmzalarken ne kadar da kendimden emindim. Bebeğim olmadan çıkacağımı düşündüğüm bu hastaneden yine bebeğimle çıkıyordum. ''Merak etmeyin, o belgeyi atıyoruz.'' dedi doktor. Başımı salladım ve sessiz adımlarla odadan çıktım. *** ''İşte geldim.'' dedim Denizlerin hastanesine vardığımda. Kerem kantine gitmiş beni bekliyordu. ''Miray Hanım'a mı geldin?'' dedi Kerem. Yanından ayrılalı tam iki buçuk saat olmuştu. Sanırım sıkılmıştı ve nerede kaldığımı sorguluyordu. ''Evet.'' dedim. ''Neyse ben arabama geçiyorum. Eve gitmeyeceğim. Deniz'le yemek yiyeceğiz.'' ''Tamam, sen otoparktan çık. Ben arkanda olacağım yine.'' ''Tamam, görüşürüz.'' dedim ve otoparka inip arabaya geçtim. Deniz gideceğimiz yerin konumunu atıp Yarım saate buraya geçerim. Orada görüşürüz. Seni seviyorum. yazmıştı. Bir kalp gönderip yola çıktığımı yazdım ve arabayı çalıştırdım. Varışım yirmi beş dakika sürmüştü, Deniz de birazdan gelirdi. Arabayı valeye teslim edip kapıda duran güvenliğe Deniz'in adını söyledim. Kerem de o sırada kendi kullandığı arabayı park ediyordu. ''Evet Deniz Bey bir rezervasyon yaptırmıştı. Masa 16'ya geçebilirsiniz.'' dedi güvenlik. ''Teşekkürler.'' dedim ve içeriye geçtim. Mekan çok soft ve samimiydi. Loş ışıkların aydınlattığı duvarların rengi kırık beyazdı ve haki yeşil masa örtüleriyle garip bir uyumları vardı. Hoş ve samimi bir yerdi. ''Hoş geldiniz.'' dedi bir garson. ''Ne arzu ederdiniz?'' ''Henüz bir şey almayacağım. Nişanlımı bekliyorum. O gelince siparişlerimizi vereceğiz.'' ''Tabii, nasıl arzu ederseniz.'' dedi ve gülümseyerek yanımdan ayrıldı. Deniz tam da dediği gibi yarım saatin sonunda içeriye girmişti. Elinde kocaman bir kasımpatı buketi vardı. Beni görünce adımları hızlandı ve saniyeler içinde yanıma gelip sanki bugün görüşmemişiz gibi bana hasretle sarıldı. Çiçeği bana uzatırken bir yandan da diğer eliyle karnımı seviyordu. ''Müstakbel karımı ve bebeğimi çok bekletmedim değil mi?'' ''Beş dakika bile olmamıştır geleli.'' dedim, Deniz'in çektiği sandalyeye otururken. Deniz oturmama yardımcı olduktan sonra hemen karşıma geçti ve elini kaldırıp parmaklarını şıklatarak garsonu çağırdı. ''Ne yemek istiyorsun?'' ''Bilmem aklımda bir şey yok. Sana uyarım ben de.'' Deniz başıyla onayladı. ''Hoş geldiniz.'' dedi az önceki garson. ''Ne yemek istersiniz?'' Deniz menü almaya gerek duymadan ne istediğini sıraladı. ''İki tane bonfile, mevsim salata ama baya bir bol olsun. Bana kırmızı şarap. Hanımefendiye de ayran.'' ''Tabii beyefendi. Birazdan hazır olacaktır.'' Deniz garsonu da başıyla onayladıktan sonra masanın üzerindeki elimi tuttu. ''Seni çok özlüyorum.'' dedi bir anda. ''Sanki bugün görmemişim de aradan yıllar geçmiş gibi.'' ''Ben de.'' dedim çatallı bir sesle. Deniz gülümsedi ve hiç söylememesi gereken bir şey söyledi. ''Bizim hastaneye gitmişsin İlker savcıyı ziyaret ettikten sonra. Kerem'den aldım haberi. Bir randevun yoktu. Baya da durmuşsun. Bir şey mi oldu?'' Bozuntuya vermemek için verdiğim mücadele beni çok zorlamıştı. Yüz şeklimin değişmemesi için büyük bir çaba harcıyordum. Ne cevap vereceğimi düşünürken zamanın da geçmesini istemiyordum çünkü biraz daha durmaya devam edersem Deniz şüphelenecekti. ''Miray.'' dedim öksürerek. ''Miray'a gittim.'' Deniz kocaman olmuş gözlerle bana baktı ve su bardağıma su doldururken dikkatle beni izledi. Bana neden öyle baktığını bilmiyordum. Bardağıma doldurduğum suyu usul usul içtim. Deniz bunu beklemiş olacak ki dudaklarını araladı ve benim asla açıklayamayacağım o cümleleri söyledi. ''Miray.'' dedi fısıltıyla. ''Ada, Miray yaklaşık iki saattir şirkette. Uygar ve Gülşah'la birlikte düğün için bir şeyler planlıyorlar.'' |
0% |