@_kubraakyol
|
Dört yıl önce ne olduysa, Deniz polise gitmek yerine ölmeyi tercih edecek kadar pişmandı. Ona bu kadar acı veren şeyin ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Ama şu an o kadar üzgün görünüyordu ki ilgilendiğim tek şey iyi olup olmadığıydı. Neden yaptığımı bilmeden yavaşça koltuktan kalktım ve Deniz'in yanına oturdum. Koltuğa bastırdığı yumruk şeklindeki elini kaldırdım ve parmaklarını tek tek açıp elini ellerimin arasına aldım. ''Deniz.'' dedim fısıltılı bir sesle. ''İyi misin?'' Yaşlı gözlerle yüzüme baktı. ''Polise gidemem.'' ''Tamam, gitmeyeceksin.'' dedim yumuşacık bir sesle. Hala ne olduğunu bilmiyordum ama bir daha polis kelimesinin lafını bile etmeyecektim. ''Ben de gitmeyeceğim.'' Deniz elini ellerimin arasından çekti ve kulağımın arkasındaki bandaja götürdü. Parmakları boynuma dokunduğunda kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Bu heyecana anlam veremiyordum. Bir şeyler içimi yakıyordu sanki. Yutkundum. ''Dikişlerin kanıyor.'' dedi fısıltıya benzer bir sesle. Elimi bandaja götürdüm, bir ıslaklık gelmişti. Hızla elimi boynumdan çekip baktım. Kan vardı. ''Kontrole gitmen gerekiyordu bugün.'' Kol saatine baktı. ''Randevu saatin geçmiş.'' Kontrol günümü ve saatimi nasıl hatırladığını sorgulamayı bir kenara bıraktım. ''Senin iş yerine gelince.'' dedim gözlerinin tam içine bakarken. ''Kontrole gidemedin.'' dedi elini boynumdan çekerken. Ardından telefonunu kulağına götürdü. ''Alo Ülkü Hanım, ilk yardım çantasını getirir misin buraya?... Yok merak etme sen. Bir şey olmadı. Bir de iki bardak su getirirsen... Tamam bekliyoruz.'' dedi ve telefonu kapattı. ''Pansuman yapmamız lazım.'' Başımı aşağı yukarı salladım. Deniz orta sehpanın çekmecesinden bir peçete çıkardı ve boynumdan süzülen kanların üzerine bastırdı. Ülkü Hanım gelene kadar en azından kanı temizlemek istemişti anlaşılan. O boynumdaki kanlarla uğraşırken telefonum çaldı. Selay arıyordu. Bekletmeden açtım. ''Ada, n'apıyorsun?'' ''Hiç.'' dedim verilebilecek en basit cevabı vererek. ''Sen bana tabela mı aldın?'' Birkaç gün önce ona aldığım tabela ona ulaşmıştı demek. ''Evet Selay. Aldım.'' ''Ne gerek vardı Ada? Ben zaten alacaktım.'' ''Sen almadan ben aldım işte Selay. Hediye alamayacak mıyım ben sana? Dükkânın için küçük bir şey yapmak istedim.'' ''Ada sen harika birisin. Seni çok seviyorum canım arkadaşım.'' dedi neşeli bir sesle. ''Ben de seni seviyorum Selaycığım.'' ''Çok teşekkür ederim.'' ''Rica ederim Selay. Teşekkür etmene gerek yok.'' ''Eh peki o zaman, taktıktan sonra sana fotoğraf atarım. Şimdi kapatmam gerekiyor. Muayeneye gideceğim.'' ''Tamam görüşürüz. Çok öptüm.'' ''Öptüm.'' dedi ve telefonu kapattı. Telefonla konuştuğum süre boyunca Deniz peçeteyi boynumda tutmuş, bal gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmamıştı. ''Canın yanıyor mu?'' ''Hayır iyiyim.'' dedim gülümsemeye çalışarak. Ülkü Hanım gelmişti. ''Deniz, oğlum hayırdır ne oldu? Kötü bir şey yok ya.'' dedi telaşla. Yavaşça ilk yardım çantasını ve su bardaklarını sehpaya koydu. ''Yok bir şey Ülkü Hanım. Küçük bir yara.'' dedi Deniz benim yerime cevap vererek. ''Geçmiş olsun kızım. İyi misin?'' dedi endişeli bir sesle. ''Teşekkür ederim Ülkü Hanım. İyiyim sağ olun.'' derken sehpadan benim için olan suyu aldım ve bir dikişte bitirdim. ''Rica ederim çocuğum. Başka bir isteğiniz yoksa ben artık ineyim.'' ''Yok. Teşekkür ederiz.'' dedi Deniz ve ilk yardım çantasını eline alıp içinden makas, bandaj ve krem çıkardı. Ülkü Hanım çoktan merdivenlerden inmeye başlamıştı. ''Çok susadıysan diğer suyu da içebilirsin.'' ''Bir bardak yetti, sağ ol.'' dedim makasa uzanırken. Yetişememiştim. Deniz benden önce makası almıştı. ''Görebileceğin bir yerde değil. Yapamazsın. Arkanı döner misin?'' İkiletmeden sırtımı ona döndüm. Saçlarımı bandajın üzerinden çekip diğer omzumun üzerine koydu ve makasla bandajın bantlarını kesmeye başladı. Görmesem bile ne yaptığını hissediyordum. Dikkatlice bandajı çıkardı. Tahmin ettiğim kadarıyla bir pamuğu yaramın üzerine bastırıp kaldırıyordu. Birkaç dakika aynı işlemi yaptı. ''Kanaman durdu.'' dedi az önce çıkardığı kremi sürerken. Kremi yeteri kadar sürdükten sonra ellerini boynumdan çekti. Canımın yanacağını düşünüyordum ama hareketleri o kadar nazikti ki hiç hissetmiyordum bile. Bir kâğıt sesi duydum. Yeni bandajı hazırlıyordu. Hemen ardından bandajı dikişlerimin üzerine yavaşça kapattı ve bandı yapıştırdı. Başparmağını bir süre bandın üzerinde gezdirmişti. İyice yapışsın diye yaptığı bu hareket içimin karıncalanmasına sebep olmuştu. ''Teşekkürler.'' dedim sessizce. ''Ne için teşekkür ediyorsun?'' dedi bir omzuma topladığı saçlarımı sırtıma dağıtırken. ''Pansuman için.'' dedim ve tekrar yüzümü ona döndüm. ''Bir şey yapmıyorum Ada. Teşekkür etme artık.'' ''Ama sen de Ülkü Hanım'a teşekkür ediyorsun.'' dedim nazlı bir sesle. Gülümsedi. Bakışlarım sadece sağ yanağında olan gamzesinde takılı kaldı. ''Detayları yakalıyorsun demek.'' ''Evet, mesela sen ona hanım diyorsun yani seviyelisin. Ama o sana oğlum diyor.'' ''Detayları yakalamıyorsun, detayları seviyorsun. Anlaşıldı.'' Gülümsemesi iyice yüzüne yayılmıştı. Dakikalar önce yanımda ağlayan Deniz gitmiş, gözlerinin içi gülen Deniz gelmişti. Haklıydı. Detayları seviyordum. Mesela sadece sağ yanağında gamzesi vardı. Gülünce gözleri kısılıyordu. Takım elbiseyle çok yakışıklı görünüyordu ve tertemiz, ferah bir deniz gibi kokuyordu. ''Deniz bir şey soracağım... Polise gitmediğin halde o gün bizi yani seni neden silahla kovaladılar? Yani polise gitmeyeceğin sürece bir zarar görmeyeceğini söylemiştin.'' ''Gözdağı vermek için yapıyorlar Ada. Zarar vermek için değil. O gün de bunun farkındaydım ama riske atmak istemedim. Onlara güvenecek değilim. Her zaman işimi garantiye almak zorundayım. O gün seni korumam gerekiyordu.'' ''Ne için gözdağı vermek istiyorlar?'' Deniz sehpanın çekmecesinden sigara paketi çıkardı ve bir tane yaktı. ''Şehir dışında bir otel var. Baya büyük bir otel. Konumu da çok iyi. Yeni yapıldı, biz de hemen talip olduk. Birkaç gün sonra aynı otele Melih Karahan da talip oldu ve büyük bir anlaşmazlık çıktı. Otel şu an ihaleyle satılıyor. Melih Karahan da ihaleden çekilmemiz için böyle tehditler savuruyor işte.'' dedi ve uzun süredir ciğerlerinde tuttuğu sigara dumanını dışarı gönderdi. ''Peki neden kendinizi tehlikeye atıyorsunuz da ihaleden çekilmiyorsunuz?'' ''Bu işler öyle yürümüyor Ada. Her tehdide boyun eğersek nasıl iş yapacağız? Korkarak yaşayamazsın. İnsan bazen risk almayı bilmeli.'' ''Haklı olabilirsin ama böyle sürekli peşinde silahlı adamlarla gezmek... Bilmiyorum.'' ''Bir iki başıboş adamın tehdidiyle yaptığım işten vazgeçmem Ada. Bu işle birlikte onlarca kişinin bir işi olacak. Ayrıca otelden kazanılan gelirin yarısı amcamın hastanesine verilecek. Bu paradan da tedavi olmak zorunda olduğu halde parası olmadığı için tedavi olamayan hastalar yararlanacak. Bu projeden biraz da bu yüzden vazgeçmek istemiyorum.'' ''Onların bu oteli istemelerindeki sebep ne?'' ''Herhangi bir amaçları yok diye düşünüyorum. Yani sırf biz almayalım diye yapıyorlar.'' ''Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?'' ''Düşmanlarımı iyi tanıyorum diyelim.'' ''Madem iyi tanıyorsun, şimdiki soruma da cevap verebilirsin. Kardeşimi nasıl buldular? Tamam beni takip ettiler diyelim. Kardeşimi nasıl bulabilirler? Kim olduğumu nereden biliyorlar?'' ''Hastaneden senin adını öğrenmişlerdir. Sonra da kardeşini bulmuşlardır. Böyle insanların ulaşamayacağı şey yoktur... Hala tedirginsen yani anlattıklarım seni tatmin etmediyse ihaleye kadar korumalarımdan birini senin için görevlendirebilirim.'' ''Ben peşimde bir gölgeyle dolaşamam Deniz. Sadece benim ya da kardeşimin başına bir şey gelmeyeceğinden emin olmak istiyorum.'' Henüz detayları bilmiyordum ama anladığım kadarıyla tek bir istisna hariç kimseye bir zarar vermemişlerdi ve beni sadece Deniz'e ulaşmak için kullanmışlardı. Deniz böyle söylemişti ve anlamadığım bir şekilde ona güveniyordum. ''Korkuyor musun?'' dedi ve ayağa kalkıp tam karşımda durdu. ''Korkuyorum... Ama sen dedin. Polis yoksa tehlike yok dedin. Polise gitmezsem hiçbir şekilde zarar vermezler dedin. Ben yanılmam dedin. Doğru anlamamış mıyım?'' ''Doğru anlamışsın. Dedim evet... Korkmamalısın ama. Ben başına bir şey gelmesine izin vermeyeceğim.'' ''Tamam bana bir zarar vermeyecekler ama ya ihaleye kadar beni tehdit etmeye devam ederlerse. Çünkü bana ve yakınlarıma ulaşamazlar demiştin. Ya yine sana vermem için bir notla karşılaşırsam?'' ''Öyle bir şey olmayacak çünkü onlarla bizzat kendim görüşeceğim. Bana anlatsınlar dertlerini. Seni alet ettirmeyeceğim." dedi ve biten sigarasını küllüğe attı. "Nasıl yani düşmanlarınla bir araya mı geleceksin?" dedim gözlerimi kocaman açıp. ''Hadlerini bildirmemin zamanı çoktan gelmişti zaten.'' ''Ne yapacaksın peki?'' ''İhaleden çekilmeyeceğimi, onlardan korkmadığımı ve senden uzak durmaları gerektiğini anladıkları dilden onlara öğreteceğim. Kimse benim etrafımda olan birini tehdit edemez, zarar veremez. Yaptığı yanına kalmayacak. Bunu ona ödeteceğim. Ne pahasına olursa olsun.'' ''Bu onları durduracak mı?'' ''Durdurmazsa başka yollar denerim.'' Deniz bir karar vermişti ve ne pahasına olursa olsun arkasında duracaktı. Tehlikeli bir yoldu. Bahsettiği adamların tehditlerine rağmen ihaleden çekilmeyecek, oteli alacaktı. Bunu çevresindeki kimse zarar görmeden yapabileceğine inanıyordu ama ben onun kadar emin olamıyordum. Henüz nasıl bir şeyin içinde olduğumu bilmiyordum, içimden bir ses çok yakında öğreneceğimi söylüyordu. Telefonunu alıp birini aradı ve telefonu hoparlöre aldı. Birkaç çalıştan sonra Uygar'ın gürültüyle karışık sesi duyuldu. ''Efendim Deniz.'' ''Alo Uygar, bu akşam bana gel. Önemli bir konu var." "Gelirim de bir şeyi mi kaçırdım?" dedi Uygar. Arkadan makine sesleri geliyordu. "Bir şeyi kaçırmadın. Melih Karahan Ada'nın arabasına tehdit mesajı bıraktırmış.'' ''Bu adamların seni tehdit etmesi bitti şimdi de etrafındakilere mi başladılar?'' ''Evet, neyse işin bitince beklemeden gelirsin. Konuşmamız lazım.'' ''Tamam, ben şimdi şantiyedeyim. İki saate işim biter. En geç dörtte oradayım.'' ''Tamam görüşürüz.'' dedi ve aramayı sonlandırdı. ''Şerefsiz herif. Bir gün onu kendi ellerimle öldüreceğim.'' dedi kendi kendine mırıldanarak. Ve verandanın camının önüne gitti. Denizi izliyordu. Son sözleri içimi ürpertmişti. Onun birilerini öldüreceğine ihtimal vermiyordum. Yanına gittim ve onu taklit edip ben de denizi izlemeye başladım. Bir düğmeye bastı ve önümüzdeki katlanabilir cam açıldı. İçerisi bir anda tertemiz deniz kokusuyla dolmuştu. ''Senin gibi kokuyor.'' dedim bir anda. Yüzünü bana döndü ve anlamayan gözlerle baktı. ''Sen de böyle kokuyorsun. Ferah, huzurlu bir deniz gibi.'' Belli belirsiz gülümsedi. ''Seviyor musun?... Yani denizi.'' Denizi de deniz kokusunu da çok seviyordum. Bana geçmişteki güzel günleri hatırlatıyordu. Bursa'daki evimiz denize çok yakındı. Güneşli havalarda Savaş'la beraber sabah erkenden sahile iner akşama kadar da oradaki arkadaşlarımızla oyun oynardık. Savaş bir sürü deniz kabuğu toplar en güzellerini bana verirdi. Bir gün masmavi, büyük bir deniz kabuğu tutuşturmuştu elime. Bunu hep sakla demişti, saklamıştım da. Ta ki babam Savaş'ı alıp götürene kadar. Savaş o gün deniz kabuğunu da yanında götürmüştü, hala saklıyorsa da benim onu bulmam için en büyük ipucu o masmavi deniz kabuğuydu. ''Denizle ilgili her şeyi severim.'' dedim başımı aşağı yukarı sallayarak. Deniz'in bakışları ayak bileğimdeki deniz kabuğu dövmesine kaydı. ''Ayak bileğine deniz kabuğu dövmesi yaptıracak kadar.'' dedi gülümseyerek. ''Detayları yakalayan sadece ben değilmişim sanırım.'' dedim ve kocaman gülümsedim. ''Gerçi dövmemin hikayesi başka.'' ''Dinlemek isterim.'' ''Baya uzun hikaye.'' ''Vaktim bol. Hatta ne yapalım biliyor musun? Kıyıya inelim. Uygar gelene kadar zaman geçmiş olur hem.'' ''Aslında ben artık gitsem diye düşünüyordum. Buraya taksi geliyor değil mi?'' ''Gelmiyor Ada. Burayı kimsenin öğrenmesini istemiyorum... Uygar dönerken seni eve bırakır, yani tabii senin için de uygunsa.'' Omuz silktim. ''Olur.'' ''O zaman kıyıya iniyoruz diye anladım. Doğru anlamış mıyım?'' Gülümsedim. ''Tamam o zaman, gidelim.'' Deniz camı kapattı ve ardından aşağı inip mutfağa gittik. Ülkü Hanım bulaşık makinesinden çıkardığı tabakları yerine yerleştiriyordu. ''Kolay gelsin." dedi Deniz mutfağın ortasındaki tezgaha dayanıp. "Sağ ol oğlum. Akşam yemeğe ne yapmamı istersiniz? Çocukları çarşıya göndereceğim. Ona göre malzeme aldırayım." "Aslında biz Ada'yla köye ineceğiz. Alınacakları biz alırız. Ne lazım?'' "Liste buzdolabı kapağında asılı oğlum." Deniz listeyi aldı ve bana döndü. "Sana sormadan gideriz dedim ama?" "Sorun yok, hadi gidelim." "Deniz geç kalmayın ama olur mu? Anca yetiştiririm akşama kadar." "Emir anlaşıldı. Hemen gidip geliyoruz." dedi gülümseyerek. Evden çıktık ve arabaya bindik. Deniz'in korumalarından bir tanesi peşimizden bir arabayla geliyordu. Diğer koruması ise evde kalmıştı. "Radyoyu açabilir miyim?" dedim çekinerek. Müzik dinlemek istemiyor olabilirdi. "Aç bakalım." dedi bahçe kapısından çıktığımızda. Radyoyu açtım ve seveceğine emin olduğum, benim de çok sevdiğim o kanalı açtım. Deniz birkaç saniye yüzüme bakıp gülümsedi. "Nereden biliyorsun bu kanalı sevdiğimi?" Gülümsedim. "Sen seviyorsun diye açmadım ki. Ben seviyorum diye açtım." Cevap vermemiş sadece gülümsemişti. Camımı açtım ve kollarımı açık pencerenin üzerine koyup başımı yasladım. Hem dışarıyı izliyor hem de mis gibi temiz havayı ciğerlerime gönderiyordum. Birkaç kilometre sonra Anadolufeneri tabelasının olduğu yol ayrımına gelmiştik. Tabelanın yönüne doğru ilerlemeye başladığımızda radyoda Çelik-Çok Güzelsin çalmaya başlamıştı. Deniz sesini sonuna kadar açtı. Hiç öyle arabada son ses müzik dinleyen tiplere benzemiyordu aslında. Favori şarkılarından biriydi demek ki. Sonunda köye inmiştik. Hava çok güzeldi. "Nereye gideceğiz şimdi?" dedim arabadan indikten sonra. "Bugün köy pazarı var. Pazara gideceğiz." "Pazara mı?" dedim şaşkınlıkla. "Ne oldu pazara gitmeyi bana yakıştıramadın mı?" dedi sırıtarak. Güneş gözümü aldığı için elimi gözüme siper ettim. "Yok ondan değil de hayal edemedim bir an." dedim sırıtarak. "Hayal etmene gerek yok, gerçeğini yaşayacağız birazdan... Bir dakika." dedi ve kapıyı açıp arabadan bir şeyler aldıktan sonra kapıyı kilitledi. "Takabilirsin." dedi bana gözlüğünü verirken. Alıp taktım. "Yakıştı mı?" "Sana yakışmayacak bir şey olduğunu düşünmüyorum. Güzelsin çünkü." Beklemediğim iltifatı karşısında utanmış, yanaklarımın da kıpkırmızı olduğunu hissetmiştim. "Teşekkür ederim." "Rica ederim." dedi ve eliyle yolu göstererek bana yol verdi. "Hadi gidelim." Beş dakikalık bir yürüyüşten sonra pazara gelmiştik ve hem yürüyor hem de tezgahları geziyorduk. Deniz'in koruması da belirli bir takip mesafesinde peşimizden geliyordu. "Evet ne alacağız?" dedim tezgahlara bakarken. Deniz listeye baktı. "Listede bol bol sebze ve yeşillik var. Sever misin?" "Aydın'da büyüdüm. Egeli sayılırım. Yengem bizi zeytinyağlı sebzelerle büyüttü. Bayılırım yani." dedim gülümseyerek. "İnciri de Aydın'da büyüdüğün için mi çok seviyorsun?" "Evet. İçinde incir olan her şeyi çok seviyorum." "Şanslısın, bak arkanda ne var." Arkamdaki tezgaha baktım. Bir sürü incir vardı. Koşarak tezgaha gittim. "Kolay gelsin bir kilo alabilir miyim?" dedim heyecanla. "Sağ ol kızım." dedi sevimli bir amca. "Hemen hazırlıyorum." "Tadabilir miyim bir tane?" "Tabii kızım, helali hoş olsun. Ye istediğin kadar." dediğinde gözüme en güzel gelen inciri aldım ve soymaya başladım. Deniz de gelmişti. İncirden bir ısırık aldım ve Deniz'e doğru uzattım. "Sen de sever misin?" Deniz başını salladı ve kolumu tutup kendine doğru çekerek elimdeki incirin tamamını ağzına attı. "Severim." "Buyur kızım hazır senin incirlerin." dedi satıcı. Poşeti aldım ve ücretini ödemek için çantamdan cüzdanımı çıkardım. Deniz benden önce parayı uzatmıştı bile. "Deniz lütfen, zaten misafir ediyorsunuz. Bari sofrada benim de bir ikramım olsun." Ben Deniz'e bunları söylerken satıcı çoktan Deniz'den parayı almıştı. "Üstü kalsın abi. Hayırlı işler, bol kazançlar." dedi ve arkasına dönüp ilerlemeye başladı. "Hadi Ada çok işimiz var, gel hadi." Oflayıp peşinden yürüdüm. Pazardan bir sürü sebze, yeşillik, bakliyat, peynir, zeytin ve meyve almıştık, ısrar etmeme rağmen bütün poşetleri Deniz taşıyordu. "Evet listedeki her şeyi aldığımıza göre artık deniz kıyısına gidebiliriz." dedi Deniz ve arkamızdaki çocuğu yanımıza çağırıp elindeki poşetleri verdi. ''Burak, bunları eve götür. Ülkü Hanım bekliyor. Akşam için yemek yapacak. Ada ve Uygar da bizimle olacak. Ona göre yapsın hazırlığını, söylersin.'' ''Deniz Bey sizi burada mı bırakacağım, ya bir şey olursa?'' ''Bir şey olmaz Burak, sen dediğimi yap.'' Adının Burak olduğunu öğrendiğim çocuk ''Anlaşıldı Deniz Bey.'' dedi ve hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaştı. Başımıza bir şey geleceğini düşünmesi bende büyük bir tedirginlik yaratsa da Deniz'in varlığı beni hemen yatıştırmaya yetmişti. Hava çok sıcaktı. Arabanın yanına geldiğimizde elimi yelpaze gibi kullanıp yüzümü serinletmeye çalışıyordum. Deniz arabadan birazı içilmiş bir su şişesi aldı ve bana uzattı. "Su iç biraz." Şişeyi aldım. Güneş hariç kimsenin şişesinden bir şey içmemiştim, şimdi ilk oluyordu. Birkaç yudum içtikten sonra şişenin kapağını kapattım ve şişeyi Deniz'e geri verdim. Kapağı açtı ve kalan suyu birkaç saniye içinde bitirdi. Fiziksel olmasa da dudağının izi dudağıma, benim dudağımın izi de onun dudağına karışmıştı. Anlamadığım bir şekilde heyecanlanmıştım. Elimi tuttuğunda ve boynuma dokunduğunda nasıl heyecanlandıysam şimdi de aynı heyecanı yaşıyordum. Kısa bir yürüyüşten sonra deniz kıyısındaydık. Küçük balıkçı teknelerinin olduğu bu küçük alan hem masmavi hem yemyeşildi. Bir kez daha hayran kalmıştım. Deniz yere oturup bacaklarını uzattı ve ceketini çıkartıp benim oturacağım yere koydu. ''Ayakta mı duracaksın? Gel hadi otur.'' Dediğini yaptım ve Deniz'in ceketinin üzerine oturup bacaklarımı uzattım. Deniz biraz geriye yaslanmıştı ve dirsekleriyle yerden destek alıyordu. Başını yukarı kaldırdı ve gökyüzünü izlemeye başladı. Güneşten dolayı gözlerini açamıyordu. Hala bende olan gözlüğünü çıkardım ve ona taktım. ''Ne oldu, neden geri verdin?'' Gülerek ''Gözlerini açamıyorsun da ondan.'' dedim ve yere yatıp gözlerimi kapattım. ''Danışmadaki kız çok işin olduğu için beni alamayacağını söylemişti. Ama sen burada güneşleniyorsun.'' Dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi. ''Çok işim vardı doğru. Birileri ofisimi basınca toplantılarımı iptal etmek zorunda kaldım.'' dedi daha da gülümseyerek. Sesi yumuşacıktı. Toplantılarını benim yüzümden iptal etmek zorunda kalmıştı ama hiç kızgın değildi. Sen olsan seni kapı dışarı ederdin Ada. ''Ya ne yapsaydım?'' dedim sevimli bir sesle. ''Kardeşim benim her şeyim. Ona bir zarar gelirse yaşayamam.'' ''Doğru olanı yaptın. Ben de aynısını yapardım... Eee dövmenin hikayesini anlatacaktın?'' ''Yıllar önce Bursa'da yaşıyorduk. Evimiz denize çok yakındı. İkiz bir erkek kardeşim vardı, Savaş... Güzel havalarda onunla sahile iner oyunlar oynardık. Bana en güzel deniz kabuklarını bulur, verirdi. Bir gün masmavi, kocaman bir deniz kabuğu tutuşturdu elime. Bana verdiği en son deniz kabuğu o olmuştu. Ben de unutmamak için bir iz yaptırmak istedim... İşte hikayesi bu.'' ''Eğer seni üzmeyecekse neden sana deniz kabuğu vermeye devam etmediğini sormak istiyorum.'' dedi düşünceli bir sesle. ''Kötü bir şey mi oldu?'' Bir yanım anlatmak isterken bir yanım direniyordu. Geçmişte olanları en yakınlarım hariç kimse bilmiyordu. Çok zor yüzleştiğim şeyleri, kendime bile açıklayamadığım, anlatamadığım şeyleri başkalarına anlatamıyordum. Ama içimdekileri artık kusmak istiyordum. Taşıyamıyordum. En azından paylaşıp hafifleyebilirdim. Derin bir nefes aldım. "Nereden başlasam bilmiyorum. Ama en başından başlasam daha iyi olacak sanırım." dedim ve anlatmaya başladım. "Beş yaşındaydım. Küçük ama sevimli bir evde yaşıyorduk. Üç kardeştik. Ben, ikizim Savaş ve kız kardeşim Güneş. Babam da annem de çalışıyordu ama kazanılan para annemin kanser tedavisine gidiyordu. Tedavi süreci çok zorlu geçiyordu, annemde olumlu bir gelişme yoktu. Tedavi masraflarını karşılayamıyorduk, bu yüzden annem tedaviyi bıraktı. Çok hasta olduğu için bir süre sonra işe gitmeyi de bıraktı. Babamın kazandığı para artık yetmiyordu, darmadağın olmuştuk. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de benim kalbimde bir sorun çıktı. Nakil için aylarca beklemiştim. Özel bir hastanede yüklü bir paraya ameliyat olmuştum ve bu da bizi daha fazla yıkmıştı." Çoktan ağlamaya başlamıştım ama artık durduramazdım. Anlatmaya başlamıştım bir kere. Derin bir nefes daha alıp devam ettim. "Bir gece babam sarhoş bir halde eve geldi ve Savaş'ı kucağına alıp zorla götürmeye çalıştı. Ne olduğunu anlamıyordum. Ama iyi bir şey olmadığı kesindi. En sonunda evden çıkıp koşmaya başladı. Annem de peşinden koşmuştu. Biraz zaman sonra annem tek başına döndü. Ağlıyordu. Savaş'ı sordum. Artık o yok dedi. Ne dediğini anlamıyordum. Ben de ağlıyordum. Annem yatak odasına gittiğinde ben hala ağlıyordum. Uzun zaman gelmemişti. Merak edip ben de gittim. O an hayatımda gördüğüm en korkunç manzarayla karşılaştım. Annem bir ipin ucunda sallanıyordu Deniz, ölmüştü." Hıçkırıklarımı durduramıyordum. Nefesim kesilmişti. Yıllar geçmesine rağmen annemin o hali gözümün önünden silinmiyordu. Deniz beni olduğum yerden kaldırdı ve başımı göğsüne bastırıp saçlarımı okşamaya başladı. "Ne söylesem boş gelecek. Yaşadıkların söyleyebileceğim bütün kelimeleri hiç ediyor Ada. Ben çok üzgünüm." "Babam benim diğer yarımı götürdü. Nerede bilmiyorum. Yıllardır onu arıyorum. Tek ipucum, eğer atmadıysa, saklıyorsa, giderken yanında götürdüğü mavi deniz kabuğu... Biz hiç ayrılmazdık Deniz. Daha beş yaşındayken bile birbirimize bağlıydık. Beraber ağlar, beraber gülerdik. O gittiğinden beri bir yanım hep eksik. Yarım bırakılmış, terk edilmiş hissetmekten yoruldum." dedim hala ağlayarak. Yüzüm göğsüne kapalı olduğu için sesim boğuk çıkıyordu. "Peki baban, nereye götürdüğünü söylemedi mi?" Sesi oldukça üzgündü. "O geceden sonra dayım beni ve Güneş'i Aydın'a götürdü. Beni ve Güneş'i dayım büyüttü Aydın'da. Ve babamı da bir daha hiç görmedim. Görmek de istemiyorum." Sakinleşmiştim. İçime bir rahatlık gelmişti. Sanırım ihtiyacım olan şey buydu. Tanımadığım biriyle tüm acımı paylaşıp hafiflemiştim. Oysa ben hep içime konuşurdum, şimdi neden böyle hissediyordum? Bir yabancı nasıl tüm acımı alıp götürürdü? "Yaşadığını bile bilmiyorum. Nerede, nasıl, iyi mi? Yıllarım bu sorularla geçti. Çok yoruldum." dedim sessizce. Deniz bedenlerimizi birbirinden ayırdı ama elleri hala kollarımdaydı. Gömleği gözyaşlarım yüzünden ıslanmış, üzerine yapışmıştı. ''Kardeşini bulmana yardım edebilirim. Bursa'da yaşıyormuşsunuz. Orada iş yaptığımız bir sürü insan var.'' dedi yanağımdaki gözyaşını elinin tersiyle silerken. Gözlerimin parladığını hissettim. ''Ağlama, zor belki ama imkansız değil.'' ''Yıllardır her araştırmadan elim boş dönüyorum. Umudum yok.'' dedim buruk bir gülümsemeyle. ''Nefes aldığın sürece umut var demektir.'' dedi umut dolu sesiyle. Denize doğru döndüm ve bağdaş kurup tertemiz havayı içime çekmeye başladım. ''İyi geldi mi?'' Başımı aşağı yukarı salladım. ''Cennet gibi bir yerde yaşıyorsunuz. Eren de seviyor mu burayı?'' ''Eren annem, babam ve kız kardeşimle beraber yaşıyor. Ben yalnız yaşıyorum. Eren buradaki eve geliyor ara sıra ama bu tarafa gelmedi hiç. Ama gelse sever herhalde... Aranız baya iyi.'' ''Ben onun en iyi kütüphane arkadaşıyım.'' dedim sırıtarak. ''Kütüphane sizin diye düşünüyorum. Neden birini çalıştırmıyorsunuz da Eren çalışıyor?'' ''Çok seviyor çünkü. Çok tartıştık, illa ben çalışacağım diye tutturdu. Kıramadım ben de. Neyse ki haftaya okulu açılıyor. Birini alacağız onun yerine.'' ''Doktor olmak istiyormuş. Amcan ve-'' ''Babam gibi.'' dedi Deniz sözümü keserek. ''Artık kalkalım mı? Uygar da eve varmak üzeredir.'' ''Ev sahibi ne derse o.'' dedim kalkmaya çalışırken. Deniz benden önce davrandı ve bir saniyelik bir sürede ayağa kalkıp elini bana uzattı. ''Hadi o zaman.'' Elini tuttuğumda içim sıcacık olmuştu. ''Teşekkür ederim.'' *** Sonunda Deniz'in evine geldiğimizde saat dörde geliyordu ve Uygar hala gelmemişti. "Sen salona geç, ben mutfağa uğrayıp hemen geliyorum." dedi Deniz salonu gösterirken. Başımı aşağı yukarı sallarken Deniz'in gösterdiği yöne doğru yürüdüm. Salon kocamandı. Hemen Fransız camın önüne gittim. Salon evin bahçesinin diğer tarafına bakıyordu ve bahçeye açılan bir kapı da vardı. Kapıyı açıp bahçeye çıktıktan sonra ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkartıp çimenlere basarak karşıdaki bahçe salıncağına yürüdüm. Salıncağın arkasındaki yeşilin her tonunda olan ağaçlara hayranlıkla bakıyordum. Burası gerçekten muazzam görünüyordu. Bahçe salıncağına oturup bağdaş kurduktan birkaç dakika sonra Deniz yanıma geldi. "Yalın ayak kalmışsın." dedi salıncağa oturduktan hemen sonra. ''Hasta olacaksın, toprak soğuktur.'' "Yok yok olmam. Toprakta yürümeyi seviyorum. Ama her zaman böyle şanslı olamıyorum tabii. Sen de denesene. Kötü enerjiyi alır." "Benim kötü enerjimi alacak bir şey dünya üzerinde henüz yok." dedi hüzünlü bir gülümsemeyle. "Vardır da sen farkında değilsindir belki." dedim gökyüzüne bakarak. ''Ada ben bunları yaşamana sebep olduğum için özür dilerim. O gün hastane çıkışı olanlar yüzünden yani. Düşünmem gerekiyordu ama tahmin edemedim. Benim hatam.'' ''Geçti gitti artık Deniz. Şu an iyiyim. Kardeşim de iyi.'' dedim bakışlarımı Deniz'e çevirerek. Bir araba sesi gelmişti. "Uygar geldi galiba. Ona anlatacaklarım var. Sen burada kalabilirsin ya da istersen gelebilirsin." dedi salıncaktan indikten sonra. "Geleceğim." dedim ve bacaklarımı aşağı sarkıttım. Deniz elini uzattı. "Yardım edeyim." Elini tuttum ve beni salıncaktan indirmesine izin verdim. İçim yine sıcacık olmuştu. "Uygar bu olanların ne kadarını biliyor?" "Uygar'la bebeklikten beri arkadaşız. Ailelerimiz aracılığıyla yani. 28 yıldır ayrı geçen gün sayımız çok azdır ve hakkımda bilmediği bir şey yoktur. Aynı şekilde benim de onun hakkında bilmediğim bir şey yok. Her şeyi biliyor yani." Bir şey söylemek için hazırlansam da Uygar'ın sesi bana engel olmuştu. "Deniz iyi misiniz, neler oldu?" dedi salona girdikten hemen sonra. "Sana da selam Uygar." dedi Deniz huzursuz bir sesle. Uygar bakışlarını bana çevirdi. "Affedersiniz. Selam Ada." "Selam." dedim Deniz eliyle bana koltuğu gösterirken. Yavaşça oturdum. Benden sonra Deniz ve Uygar da oturmuştu. ''Neymiş bu Melih şerefsizinin derdi yine?'' dedi Uygar sinirli bir ifadeyle. Deniz cebinden sigara paketini çıkarttı ve bir tanesini yaktı. Her zaman içmiyordu. Konu ne zaman Melih Karahan denen adamdan açılsa o zaman içiyordu. "Hep aynı şeyler. İhaleden çekilmemi istiyor. Çekilmezsem tarih tekerrür edermiş de bilmem ne. Tarihini baştan yazacağım onun az kaldı. " "Ada'nın arabasına nasıl bir not bırakmış peki?" Deniz yavaşça koltuktan kalktı ve televizyon ünitesinin çekmecesinden Güneş'in fotoğrafını ve ona yazılan notu çıkarıp Uygar'a verdi. Sonra da içine çektiği dumanı sıkıntılı bir nefesle dışarıya üfledi. ''Evet... Gerçekten bir gün bu adamı öldüreceğim.'' ''Ne yapacağız peki? İhaleden çekilmiyorum. Senin derdin benimle, çevremden uzak dur mu diyeceğiz? O da bize hay hay nasıl isterseniz mi diyecek? Ne planlıyorsun?'' ''Yakınlarımdan uzak durması gerektiğini ona anladığı dilden anlatacağım Uygar.'' ''Aklında ne var o kadar merak ediyorum ki.'' ''Karşısına çıkıp bir bir anlatacağım. Erkekse gelsin beni bulsun.'' ''Ne saçmalıyorsun Deniz?'' dedi Uygar ayağa kalkıp. ''O adam senin karşına çıkamayacak kadar aciz bir adam. Dört yıldır senden köşe bucak kaçıyor. Sence seninle karşı karşıya gelmeyi kabul eder mi?'' Dört yıl öncesi yine karşıma çıkmıştı. Az çok tahmin ediyordum. Dört yıl önce Deniz polise gitmişti. Bunun karşılığında Melih Karahan birine zarar vermişti. Ama her ne olmuşsa o günden sonra Deniz'den kaçıyordu. Şimdi anlıyordum, Deniz 'Bana veya yakınlarıma ulaşamazlar.' derken Melih'ten saklandığı için değil, Melih cesaret edemediği için Deniz'e veya yakınlarına ulaşmıyordu. Deniz Uygar'a cevap vermedi ve birini arayıp hoparlöre aldıktan sonra telefonunu sehpaya koydu. ''Vay vay vay bugünleri de mi görecektik?'' dedi telefonu açan kişi. Ekrana baktım, Melih Karahan yazıyordu. ''Deniz Aladağ... Notumuz sana ulaşmış demek.'' ''Ulaştı ulaştı.'' Deniz sinirle. ''Kıza helal olsun. Sözümüzü dinlemiş.'' ''Lan benim karşıma çıkamıyorsun da başkalarını mı tehdit ediyorsun şerefsiz herif? ''Hop hop ağır ol bakalım.'' ''Bana yaptığının aynısını sana yapmamı istemiyorsan yarın akşam benim belirlediğim yere gelirsin. Sen ve ben. Polis yok, silah yok. İnsan gibi oturup yemek yiyeceğiz. Duydun mu? Bu ihale işi fazla uzadı.'' ''Fazla cesursun.'' Deniz ''Korkaklık senin işin.'' dedi ve telefonu Melih Karahan'ın yüzüne kapattı. Melih Karahan tehlikeli biriydi. Bunu söyleyebilmem için tanımama gerek yoktu. Deniz ne kadar silah yok demiş olsa bile Melih Karahan silahla gelecekti. Bunu ben bile tahmin ediyorken Deniz'in tahmin etmeyeceğini düşünemezdim. Ama bunu bile bile silahsız gitmekten bahsediyordu. ''Deniz sen aklını mı kaçırdın? Seni oraya asla yalnız göndermem.'' ''Sakin ol Uygar. Yalnız gitmeyeceğim. Silahsız gidecek kadar da aptal değilim merak etme.'' dedi telefonuna bakarak. Birilerine mesaj yazıyor gibi bir hali vardı. ''Kimle gideceksin, nereye gideceksin?'' ''Seninle gideceğim Uygar, kiminle gideceğim başka?... Bir yer ayarlarsın. Her zaman gittiğimiz yerlerden olmasın.'' ''İyi, peki. Bulurum bir yer. Sence gelecek mi?'' ''İsterse gelmesin.'' ''Deniz oğlum, daha erken ama yemek hazır birazdan. Masayı kurayım mı?'' dedi Ülkü Hanım. Ne ara gelmişti? ''Aa Uygar, hoş geldin çocuğum. Hiç duymadım geldiğini.'' ''Az önce geldim Ülkü Sultan. Kim bilir ne yemekler yapmışsındır. Var ya offf nasıl acıktım anlatamam.'' Ülkü Hanım sevimli bir bakış atıp kahkaha attı. ''Masaya geçince göreceksiniz artık. Hadi bahçeye kuruyorum o zaman sofrayı. Madem bu kadar açsın.'' ''Tamam Ülkü Hanım, birazdan geliyoruz biz de.'' dedi Deniz. Ülkü Hanım ''Tamam oğlum.'' dedi ve salondan ayrıldı. ''Sen hala Ülkü ablaya hanım diye mi hitap ediyorsun Deniz?'' dedi Uygar gülerek. ''Nasıl bir tripmiş sendeki de arkadaş. Taş olsa çatlardı.'' ''Uygar kaşınma.'' dedi Deniz sahte bir sinirle. Kaşlarını çatsa da gülümsüyordu. ''Hadi bahçeye geçelim.'' ''Ben Ülkü Hanım'a yardım edeyim.'' dedim ayağa kalkıp. Uzun zaman sonra sessizliğimi bozmuştum. ''O halleder, sen misafirsin.'' ''Alışkın değilim ben böyle, içim rahat etmez.'' Deniz gözlerini devirdi. ''Tamam, biz bahçedeyiz o zaman.'' Başımı aşağı yukarı salladım ve mutfağa doğru yürüdüm. Mutfağa ulaştığımda ortadaki tezgahın Ege yemekleriyle dolu olduğunu görünce neredeyse sevinçten havaya uçacaktım. Bir sürü zeytinyağlı yemekler ve mezeler vardı. ''Deniz senin Aydın'da büyüdüğünü ve bu akşam Ege yemekleri yapmamı istediğini söyleyince elimden geldiğince yapmaya çalıştım.'' dedi Ülkü Hanım sıcacık bir gülümsemeyle. Deniz sırf ben seviyorum diye Ege yemekleri yaptırmıştı. Nedensiz bir şekilde hoşuma gitmişti. ''Hepsi çok lezzetli görünüyor, çok teşekkür ederim.'' ''Rica ederim kızım, bakalım beğenecek misin?'' ''Beğenirim beğenirim. O kadar uzun zaman oldu ki bunlardan yemeyeli. Çok özlemişim vallahi.'' dedim ve ana tezgahtaki tabakları aldım. ''Bunları götüreyim, birazdan yine gelirim.'' ''Zahmet etme kızım sen, ben hallederim.'' ''Yok yok zahmet olmaz. Hemen gidip geliyorum.'' dedim hızlı adımlarla bahçeye doğru yürürken. Salondan geçtim ve bahçeye ulaşıp masaya tabakları koydum. Deniz ve Uygar oturmuştu. Dört kişilik servis açıp mutfağa gittim ve alınacak her şeyi Ülkü Hanım'la alıp bahçeye çıktım. Sessiz geçen yemekten sonra salona geçtik. Ben Selay'la mesajlaşırken Deniz ve Uygar masada işle ilgili bir şeyler konuşuyordu. Birazdan kalkacaktık. Artık evime gitmek istiyordum, çünkü çok uykum gelmişti. ''Ada, hadi çıkalım.'' dedi Uygar yanıma gelip. Ayağa kalktım. ''Tamam, çıkabiliriz.'' ''Uygar Ada'nın arabası kütüphanenin orada kaldı. Oraya götürürsün Ada'yı.'' ''Tamam kardeşim. Şimdilik kendine iyi bak. Haberleşiriz.'' dedi Uygar kapıya doğru yürürken. ''Sen de kendine iyi bak. İyi dinlen. Yarın zor bir gün olacak.'' Uygar cevap vermeden eliyle bay bay yaptı ve arabaya doğru ilerledi. ''Ada, eve gidince yazar mısın? Yani sağ salim eve vardığını bilmek istiyorum.'' dedi Deniz Uygar uzaklaştıktan sonra. ''Tamam.'' dedim ve numarasını aldım. ''İyi akşamlar o zaman.'' ''İyi akşamlar.'' dedi buruk bir gülümsemeyle. Nedenini bilmiyordum ama heyecanlanmıştım. Lafı uzattıkça uzatmak istiyordum. ''Yemek için teşekkürler.'' ''Rica ederim.'' dedi bu sefer neşeli bir gülümsemeyle. ''Ben şey yaparım o zaman, yazarım eve geçince.'' Başını aşağı yukarı salladı. ''Yaz.'' ''Görüşürüz.'' dedim ve arkamı dönüp arabaya doğru ilerledim. Burnumda kokusu kalmıştı. |
0% |