@_kubraakyol
|
Deniz'in evinin bahçesinden çıkıp yola koyulduğumuzda Uygar'a sorduğum ilk soru dört yıl öncesiyle ilgiliydi. Ne olmuştu da Deniz polise gitmiyordu? Ne olmuştu da Melih Karahan Deniz'den köşe bucak kaçıyordu? ''Uygar bir şey soracağım.'' dedim emniyet kemerimi takarken. ''Dinliyorum.'' ''Dört yıl önce ne oldu?'' Uygar bir saniyeliğine bakışlarını bana çevirdi ve sonra tekrar önüne baktı. ''Deniz anlatmadıysa benim anlatmam doğru olmaz Ada. Ona sorabilirsin.'' ''Sordum. Anlatacaktı, sonra birden ağlamaya başladı. Polise gitmemi istemiyor ama nedenini söylemiyor. Bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum.'' "Ağlamaya mı başladı?" "Evet bu sabah oldu. Ne yapacağımı bilemedim. Tekrar soramam. İkinci kez ağlamasına sebep olamam. Ama öğrenmem gerekiyor, lütfen söyle." "Kimseye anlatmayacağına ve bildiğini Deniz'e belli etmeyeceğine söz verirsen anla-" "Söz." dedim lafını bölerek. "Peki o zaman anlatıyorum... Dört yıl önce bir proje imzalayacaktık. Bir hastane projesiydi. İnşaata başlamak için sadece bir imzamız kalmıştı. Melih denen o alçak bu sefer olduğu gibi o zaman da bize engel oldu. Hile yaparak projeyi o aldı. Deniz yıllardır bu adamla uğraştığı için canına tak etmişti, dayanamadı polise gitti. Şikayetçi oldu. Birkaç gün sonra bir kaza oldu, büyük bir kaza. Bu kaza yüzünden Melis dört yıldır tedavi görüyor." "Melis?" dedim soru sorar bir sesle. "Deniz'in kız kardeşi." "Ne tedavisi görüyor, şimdi iyi mi?" "Kaza esnasında göğüs kafesine bir demir parçası saplanmış. Kalbi çok zarar görmüş. Nakil olması lazım ama uygun bir kalp bulamıyorlar. Şimdi iyi ama sürekli atak geçiriyor. Evden dışarı çıkamıyor." "Kazaya sebep olan kişi Melih Karahan mı? Yani Deniz polise gitti diye mi yaptı?" "Aynen öyle. Deniz bir daha polise gitmesin diye gözdağı vermek istedi muhtemelen. Polisten korkuyor çünkü yaptığı şeyler açığa çıksın istemiyor. Böyle bir sonucu olacağını o da tahmin etmemiştir diye düşünüyorum." "Deniz de Melis'ten sonra birine daha zarar gelmesin diye polise gitmiyor." "O kazada zarar gören sadece Melis değildi Ada. Arabada bir kişi daha vardı ve." Bir süre sustu. Soran gözlerle baktım. "Öldü." Büyük bir üzüntüyle baktım. "Kim?" dedim kekeleyerek. Kalbimin acıdığını ve yutkunamadığımı hissettim. "Deniz'in kız arkadaşı, Cemre." Deniz böyle bir ölüm acısı yaşadığı için, içim acıyla kıvrandı. "Kaza nasıl oldu peki?" dedim zar zor. "Cemre ve Melis park halindeymiş. Bir otomobil son hızla ilerlerken Melis ve Cemre'nin olduğu otomobile çarpmış. Sanırım dört takla atmışlar. Çarpan kişi şoför koltuğunun olduğu yere çarpmış ve tahmin edersin ki direksiyonda Cemre varmış. Daha orada ölmüş. Melis'i de çok zor kurtardılar." "İnanamıyorum, nasıl bu kadar kötü olabilir? Nasıl böyle bir vicdansızlık yapabilir?" "Deniz nasıl atlattı tüm bunları?" dedim bir süre sessiz kaldıktan sonra. "Atlattığını söyleyemem ama bir senedir biraz daha iyi... Odaklandığı tek şey Melis." "Ne yazık ki Cemre ölmüş, yani Melih Karahan oğlunun intikamını almış sayılır. Neden hala Deniz'le uğraşıyor." "Melis ölseydi belki dediğin doğru olurdu. Sonuçta Cemre Fatih abinin kızı değil." Fatih abi dediği kişi Deniz'in babası olmalıydı. "Haklısın... Peki o olaydan sonra ne oldu? Hiç ceza almadılar mı? Çarpan kişiyi tutuklamadılar mı?" "Çarpan kişi yaralı kurtuldu ama hiçbir şeyi itiraf etmedi. Bu olaydan bile zararsız çıktılar anlayacağın." "Aklım almıyor nasıl her şeyi örtbas edebilirler?" "Bilmiyoruz. Hiçbir açıkları yok. Her şeyi kanuna uygunmuş gibi yapıyorlar ama değil." "Bu adam bu kadar güçlüyse Deniz'den neden kaçıyor?" "Yaptığından dolayı Deniz'in karşısına çıkmaya cesareti yok." "Aslında iki taraf da birbirinden kaçıyor ve korkuyor yani. Doğru mu anladım?" "Evet. Deniz polise giderse yine aynı şeyi yaşamaktan korktuğu için bu adama bulaşmak istemiyor. Melih de yaptığından dolayı Deniz onu öldürür korkusuyla karşısına çıkamıyor." "Ama yine de sizinle uğraşmaktan vazgeçmiyor... Nasıl son bulacak peki bütün bunlar?" "Bilmiyorum, Melih Karahan ölürse biter herhalde." Gözlerimi kocaman açtım. "Yarın onu öldürecek misiniz?" dedim korku dolu bir sesle. Uygar küçük bir kahkaha attı. "Hayır tabii ki de Ada. Katile mi benziyoruz oradan?" "Yok öyle değil de yani sen öyle söyleyince şey oldum." "Bir şekilde hapsi boylaması lazım." "Peki siz değil de başkası şikayet etse?" "Adamın tek düşmanıyız. Nasıl bir şeyse artık, camiada sevmeyen yok şerefsizi. Kim şikayet edecek ki?" "Sizlerden biri, isim vermeden yapsa?" "Bizden biri olduğunu anlar. Bakalım yarınki buluşmanın gidişatına göre bir şeyler yaparız diye düşünüyorum." "Nereye gideceksiniz peki yani nasıl olacak?" "Coffee & Joy diye bir yer var. Akşam sekiz dokuz için orayı ayarlamayı düşünüyorum. İçerideki herkes bizim adamımız olacak. Ben uzaktan izleyeceğim. Ters bir şey olursa ki umarım olmaz, müdahale ederler." "Mantıklı görünüyor. Melih Deniz'in yalnız olduğunu düşünecek ama aslında olmayacak." "Aynen öyle." dedi arabama yarım saat kala bir mesafede. Cevap vermeden sadece başımı aşağı yukarı salladım. Yaşadıklarına inanamıyordum, hiçbiri hafife alınacak şeyler değildi. Kız arkadaşı ölmüştü, kardeşi yaralı kurtulmuştu ama hala hastaydı. Bütün bu olanlara rağmen güçlüydü. Korkmuyordu ve pes etmemişti. *** 17 Eylül, Salı Eve geldiğimde yaptığım ilk şey Deniz'e mesaj atmak olmuştu. "Eve geldim, yemek için teşekkür ederim tekrardan. İyi geceler. :)" yazdım yatağıma yatar yatmaz ve telefonu komodinin üzerine koydum. Bir dakika olmadan bildirim gelmişti. Cevap vereceğini hiç düşünmemiştim. "İyi geceler." yazmıştı sadece. Ne yazmasını bekliyordun Ada?! Telefonumu tekrar komodine koyduğumda bir bildirim daha gelmişti. Yine Deniz'dendi. ''Teşekkür etmesi gereken kişi benim, polise gitmekten vazgeçtin.'' ''Hep ben teşekkür ediyordum, şimdi ödeşmiş olduk. :)'' ''Yok, bana hala kahve borcun var.'' Ona kahve ısmarlayacağımı unutmamıştı demek ki. Kendi kendime gülümsedim. Sözümü tutmam gerekiyordu ama yazacak bir şey bulamadım ve telefonumu son kez komodinin üzerine bıraktım. Uyumak istiyordum ama uyuyamıyordum. Aklımda bin tane düşünce vardı ama hiçbiri benimle ilgili değildi. Deniz'i düşünüyordum. En son aldığı tehdidi düşündüm. Melih denen adam tarihin tekerrür etmesinden bahsederken tekrardan ölümle sonuçlanacak bir durumdan bahsediyordu. Deniz'in çevresinden birinin canını almaya kararlıydı belli ki. Bunu ben bile anladıysam Deniz de anlamış olmalıydı. Ama ihaleden çekilmemekte son derece kararlıydı. Risk alıyordu, bana kalsaydı çekilirdim çünkü birini daha kaybetmeyi asla göze alamazdım. Acaba şimdiki hedefleri kimdi? Deniz uzlaşmaya varmazsa kimin canını almaya çalışacaklardı? Bu kadar acıyla nasıl yaşıyordu acaba? Sevgilisi açık açık öldürülmüştü, hayattan kopartılmıştı. Bu cinayet karşısında nasıl ayakta kalabilmişti? Kardeşini düşündüm, acaba kaç yaşındaydı? Güneş'in başına böyle bir şey gelse asla dayanamazdım. İçim paramparça olmuştu. Yarınki buluşmada galip gelen tarafın Deniz olmasını umuyordum. İhaleden çekilmiş olsa bile bana göre başına bir şey gelmediği taktirde bütün sonuçlar onun lehineydi. Ama o çekilmeyi mağlubiyet olarak sayıyordu. Belki ihaleye kadar fikri değişirdi. Kapımın yavaş yavaş çalmasıyla uyanıp saate baktım. Sabah dokuza geliyordu. Normalde bile kimse gelmezken bu saatte kapımı kim çalıyor diye düşüne düşüne yürüdüm ve kapıyı açtım. Görmeyi beklediğim kişi kesinlikle Deniz değildi. "Deniz." dedim şaşkın bir sesle. Evimi nasıl bulmuştu? "Günaydın." dedi sevimli bir gülümsemeyle. "Uyandırdım sanırım." "Günaydın. Sorun değil, nasıl olsa uyanacaktım." dedim gülümsemeye çalışarak. "İçeri davet etmeyecek misin?" "Pardon." dedim ve kapıdan çekilip ona yol verdim. "Buyur, geç." Takım elbise giymişti. Muhtemelen buradan işe gidecekti. "Hoş geldin." dedim salona geçtikten hemen sonra. Evimi nasıl bulduğunu geçmiş, neden geldiğini düşünüyordum. "Otursana." Hemen yanındaki tekli koltuğa oturdu. "Kahve ister misin?" dedim aklıma gelen ilk şeyi söyleyerek. "Kahve borcunu böyle ödeyeceksin sanırım." "Bu seferlik böyle olsa?" dedim sırıtarak. Gülümsedi. "Peki madem. Bir tane sade Türk kahvesi alabilirim zahmet olmazsa." "Tamam, beş dakikaya geliyorum o zaman." İki tane sade kahve yaptıktan sonra vakit kaybetmeden salona geçtim. Deniz konsolun üzerindeki ring for a kiss yazılı resepsiyon zilimi eline almış, inceliyordu. Nedensizce utanmıştım. Birini öpmek istediğimde kullandığım bir şey olduğunu zannettiğine emindim. Beni görünce tepsideki kahvelerden birini aldı ve hemen yanındaki tekli koltuğa oturdu. "Teşekkür ederim." "Teşekkür etmek yasak." dedim küçük bir gülümsemeyle. "Benden rol çalıyorsun demek." "Yok, sen bana sadece teşekkür etme diyorsun. Ben direkt yasak diyorum." Keyifli bir sesle güldü. "Eline sağlık diyeyim o zaman, ona da yasak yoktur herhalde." "Onu diyebilirsin." diyerek sırıttım. "Afiyet olsun... Evimi nasıl buldun?" Kahvemden bir yudum aldım. "Kütüphaneden buldum. Üyeleri kaydederken adres de almış Eren." Başımla onayladım. "Sabahın köründe geldim böyle ama kusura bakma." "Sorun değil de şey soracaktım." "Neden geldiğimi soracaksan, sana bir özür borcum vardı." "Dilemiştin ya, buraya kadar gelmene gerek yoktu." Kahve fincanını yanındaki sehpaya koydu. "Sana bir şey getirdim eğer kabul edersen." "Ney?" dedim soran bir sesle. Ayağa kalktı ve tam karşıma gelip cebinden bir kutu çıkarttı. Bana hediye almış olamazdı herhalde değil mi? "Aç bakalım beğenecek misin?" dedi kutuyu bana uzatırken. Ayağa kalktım ve heyecanla kutuyu alıp açtım. Ucunda küçük mavi deniz kabuğu olan bir kolyeydi. Ne diyeceğimi bilemiyordum. "Sana hep umutlu olman gerektiğini hatırlatacak bir şey almak istedim. Şans getirir belki." dedi parlayan gözleriyle. "Deniz bu çok, çok güzel bir şey. Ne diyeceğimi bilemiyorum." "Takar mısın diyebilirsin mesela." dedi gülerek. Bugün her zamankinden çok daha yakışıklı görünüyordu sanki. "Takar mısın?" dedim nazlı bir sesle. Deniz kolyeyi yavaşça çıkardı. Arkama döndüm ve saçlarımı önüme topladım. Kopçaları birbirine takmak için bana iyice yaklaştığında nefesi boynuma değiyordu. Kalbim duracak gibi hissetmiştim. "Yarın hastaneye gitmen gerekiyor, amcam dikişlerine bir baksın." "Giderim." dedim fısıltılı bir sesle ve yavaşça ona doğru döndüm. "Teşekkür ederim, bu benim için çok önemli bir şey." Dün akşam Uygar'ın anlattıklarından sonra Deniz'e artık daha başka bakıyordum. İçimde ona karşı bir zaaf vardı. Onun için üzülüyordum. Sanırım yaşadıklarımızı benzettiğim için onu kendime yakın hissetmeye başlamıştım. Bakışlarında bir gölge vardı. Tanıştığımızdan beri farkındaydım ancak şimdi anlamlandırabiliyordum. Hüzünlü bakıyordu. Neşeli olmasını bekleyemezdim, acısı çok büyüktü. Biraz da olsa teselli bulması için kollarımı kaldırıp boynuna sarıldım. Tıpkı dün onun bana sarıldığı gibi. Birkaç saniye durduktan sonra tereddüt etse de kollarını belime sardı. Muhtemelen teşekkür etmek için sarıldığımı zannetmişti ama yaşadıklarından dolayı yapmıştım. Çok güzel kokuyordu. "Rica ederim. Beğenmene sevindim. Dediğim gibi umarım şans getirir." dedi kısık bir sesle. Başım tam çenesinin altındaydı. "Umarım." dedim ve yavaşça kollarımı boynundan çektim. Deniz salonu dolaşmaya başladı. Gözleri duvarda asılı olan ve benim yaptığım bir resme takılı kaldı. "Bunu sen mi yaptın? İsminin ve soy isminin baş harfi var." "Hı hı." diyerek yanına gittim. "Detayları yakalayan sadece ben değilmişim demek ki... İmzamı fark ettin." "Senin kadar değil... Başka var mı böyle yakaladığın şeyler?" "Mmm mesela senin adın, benim soyadım D harfi bile başlıyor. Aynı zamanda senin soyadın, benim adım A harfi ile başlıyor. Ada Dinçer, Deniz Aladağ." dedim utangaç bir sesle. Gülümsedi. "Bunu fark etmedim işte... Yetenekliymişsin yani resim konusunda. Başka çalışmaların var mı?" "Var da öyle çok iddialı değilim. Boş vakitlerimde karalıyorum işte öyle." Utangaç bir şekilde güldüm ve konuyu ciddi bir noktaya getirdim. "Deniz." Kaşlarını kaldırdı ve konuşmaya devam etmemi isteyen bir bakışla baktı. "Bu akşam o adama ne yapacaksınız?" "Bir şey yapmayacağız Ada. Sadece oturup insan gibi konuşacağım." "Ya anlamazsa?" "Bunu o zaman düşünürüm. Senin endişe edebileceğin bir şey yok. İçini ferah tut sen." dedi ve az önce kalktığı koltuğa oturup yarım bıraktığı kahveyi içmeye devam etti. ''Bunlar benim kafa yormam gereken şeyler, senin değil.'' Yerime oturdum ve kahvemi içmeye devam ettim. Belki de ihaleden çekilmek istememesinin nedeni intikam almaktı, kız arkadaşının intikamını pes etmeyerek almaya çalışıyordu. Deniz hızlıca fincanı kafasına dikti ve ayağa kalktı. ''Artık işe gitme vakti.'' Ayağa kalktım ve bu akşam için ona içimden şans diledim. ''Tekrar teşekkür ederim.'' dedim koridorda yürürken. ''Önemli değil. Kendine dikkat et.'' ''Bunu aslında bana değil kendine hatırlatman gerekiyor, sık sık.'' dedim arkama bakarak. ''Bak sen, öyle miymiş?'' dedi sevimli bir sesle. Güldüm. ''Hı hı, öyleymiş.'' ''Bunu aklımda tutmaya çalışacağım.'' ''Anlaştık o zaman.'' ''Anlaştık.'' dedi göz kırparak. "Görüşürüz." dedim ve kapıyı açtım. "Görüşürüz." Deniz gittikten sonra evde bir süre oyalanıp kahvaltı yaptım. Evimi özlediğim için bugün hiç çıkmak istemiyordum. Evde çalışacaktım. Belki akşama doğru arabada kalan resmimi sanat kulübüne götürürdüm. Olağandışı bir şey olmadığına emin olmak için dayımı aradım. Hepsini merak ediyordum. "Alo dayı nasılsın?" dedim telefon açıldığında. "Güzelim ben yengen. Sevgili kocam telefonunu evde unutmuş da bugün." "Aa Meral yenge nasılsın?" "İyiyim yavrum da hep dayını arıyorsun üzülüyorum vallahi." "Üzülme yengeciğim, sen daha yoğun çalışıyorsun. Meşgul etmek istemiyorum seni." "Öyle söz olur mu kızım? Sana her zaman vakit bulurum ben." "Biliyorum yenge bilmez miyim?... Neyse nasılsınız iyi misiniz? Evde bir sorun yok ya?" "Yok Adacığım. Bildiğin gibi her şey. Sadece seni özledik o kadar. Sen nasılsın?" "Ben de sizi çok özledim ama iyiyim, ders çalışıyorum sürekli... Size de çok mahcubum. Bir yıl daha benim masraflarım işin uğraşacaksınız." "Bir daha ağzından duymayayım öyle bir şey. Dayınla ne yapıyorsak sizin için yapıyoruz. Çok değil az bile yaptıklarımız." "Çok teşekkür ederim yenge seni çok seviyorum." "Ben de seni çok seviyorum bir tanem benim." "Güneş'e ve dayıma selam söyle, bol bol öp onları benim yerime olur mu?" "Tamam güzel kızım, kendine iyi bak." "Tamamdır, görüşürüz." "Görüşürüz kızım." Dün Güneş'e mesaj atıp iyi olup olmadığını sormuş olsam da içim hala rahat değildi. O adama güvenemiyordum. Zarfı Deniz'e götürmüştüm ama yine de Güneş'e zarar verme ihtimalini göz ardı edemezdim. Bu yüzden sürekli arayıp yazmaya karar vermiştim. Neyse ki hepsi iyiydi. *** Uzun bir ders çalışma süresinin ardından kafamı biraz da olsa rahatlatmak için resmimi götürmeye karar vermiştim. Hava almak istiyordum çünkü beynim hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Çalıştığım şeyleri algılayamıyordum. Aklım sürekli Deniz'e gidiyordu. Acaba bu akşam ne yapacaktı? Kafamdaki onlarca endişeyle evden çıktım ve arabama binip sanat kulübünün yolunu tuttum. Hava güzeldi ama üşüyordum. Üstelik evde üç kez hapşırmıştım. Sanırım Deniz haklıydı. Çıplak ayakla toprağa basmamalıydım. Çünkü galiba hasta oluyordum. Sonunda kulübe vardığımda İpek'le karşılaşmayı hiç ummuyordum. Her yerde karşıma çıkıyor olması midemi bulandırıyordu. Görevliye resmimi teslim etmek üzereyken bana seslendi. ''Mutlu musun şimdi?'' ''Neyden bahsediyorsun sen?'' ''Ozan gitti ya mutlu musun? ''Senin hala benimle ne derdin var İpek?'' dedim sinirle ve telefonumu çıkarıp Ozan'la olan fotoğrafını gösterdim. ''Ozan seninmiş işte. Ne diye hala benimle uğraşıyorsun?'' ''Ozan'la bir ilişkim olduğunu mu düşünüyorsun?'' dedi şaşkın bir sesle. ''Bu fotoğraf sana nasıl ulaştı bilmiyorum ama Ozan'la asla bir ilişkim olmadı. Seni aldatmadı.'' ''Bu ne o zaman? Dalga mı geçiyorsun benimle?'' ''Mezuniyet günü çok mutsuz görünüyordu. Fiziken yanındaydın ama ruh olarak, kalp olarak yoktun. Bir ara sen bir yere gittin. Ozan ağlıyordu. Üzülmesine dayanamadım ve onu öptüm. Karşılık vermedi bile. Hatta beni itti. Ama dayanamadım işte anlıyor musun? Sen onun iyi olması için hiçbir şey yapmıyordun. Ozan gözlerimin önünde eriyordu. Hiç görmedin.'' ''Sana neden inanayım?'' ''Sen aptal mısın Ada? Gerçekten bir ilişkimiz olsa Ozan'ın yanında, Fransa'da olurdum. Burada İstanbul'da değil.'' Bir an tokat yemiş gibi oldum. Haklı olabilir miydi? ''Sen bilmezsin ki nereden bileceksin? İnsanın sevdiği biri için neler yapabileceğini nereden bileceksin? Ona aşık bile değildin. Sana o lazım değildi ama bana sadece o lazımdı. Sırf sana iyi geliyor diye çıkmadın hayatından. Peki sen, sen ona iyi geliyor muydun? Bir kez bile düşündün mü bunu?'' dedi bağırarak. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. ''Gidişine bile üzülmemişsindir sen.'' ''İpek.'' diyebildim sadece. Ağlayarak ve koşarak yanımdan uzaklaşmıştı. Ozan'la yirmi gün kadar önce ayrılmıştık. Türkiye'yi terk edeli ise üç gün geçmişti. Onu hiç düşünmediğimi ve üzülmediğimi fark ettiğimde kalbime bir bıçak saplanmış gibi hissettim. İpek haklıydı. Ozan'a aşık değildim, duygusal bir sevgim bile yoktu. Bunu bile bile hayatında kalmıştım. Belki de en baştan İpek'le olsaydı şu an hiçbirimiz bu durumda olmayacaktık. Çektiğim vicdan azabından nasıl kurtulacaktım? Benim yüzümden iki kişi mutsuzluğun dibine vurmuştu. Ben hayatım boyunca aşık olmamıştım ve aşık olan birinin nasıl davranacağını, neler yapabileceğini tahmin edemiyordum. İpek'in yaptığı aşkın kimyasına uyuyordu, en azından bu kadarını biliyordum. Ozan beni aldatmamıştı, açıklamaya çalışmıştı ama dinlememiştim. Benim yüzümden ailesini, arkadaşlarını terk etmişti. Her şeyi arkasında bırakıp gitmişti. İpek benim yüzümden acı çekiyordu. Koridordaki sandalyeye oturdum ve ağlamaya başladım. Ben kendim dahil herkese zarar veriyordum. Herkesi üzüyordum. Bu yaptığım kocaman bir haksızlıktı. İpek'e ve Ozan'a büyük bir özür borçluydum. Kendimi asla affetmeyecektim. Bir süre sandalyede oturup düşündükten sonra yarışmaya katılmamaya karar verdim. Hakkını vermem gerekirse İpek de en az benim kadar iyi resim yapıyordu. Belki yarışmayı o kazanırdı ve bu galibiyet ona biraz da olsa moral olurdu. Gidip İpek'le olması için Ozan'la konuşamazdım ama en azından bunu yapabilirdim. Yanımda duran resmimi alıp kulüpten çıktığımda saat yedi buçuğa geliyordu. Resmi ne yapacağımı düşünüyordum. Belki çöpe atardım. Deniz'in o adamla karşı karşıya gelmesine yarım saat kadar bir süre kalmıştı. Gerilmiştim. İyi geçmesini umuyordum. Arabama yaklaşıp sileceğimde bir not gördüğümde başımdan aşağı kaynar su dökülmüş gibi hissettim. Yine beni bulmuşlardı. Bu sefer neyle tehdit edildiğimi düşünmek istemiyordum. Sanki dizlerimin bağı çözülmüştü ve ben de birazdan yere düşecektim. Arabama tutunup ellerim titreye titreye notu aldım ve okudum. Deniz'i ihaleden vazgeçir yoksa sonun Cemre gibi olur. Beynimden vurulmuş gibi hissederken bir sinir krizinin eşiğinde olduğumu hissettim. Seçtikleri kişi bendim. Kurbanları bendim. BENİ ÖLDÜRECEKLERDİ. Ve bunu söylemekten çekinmiyorlardı. Polise gidemezdim, Deniz'e söz vermiştim. Bu işin içinden nasıl çıkacağımı düşündüm. Bir yol bulamıyordum. Pazarlık konusu olamazdım çünkü Deniz'in hayatında o kadar değerli bir yere sahip değildim. Neden beni seçmişlerdi? Deniz'in umurunda bile olmazdı belki de. Ne yaparlarsa yapsınlar ihaleden çekilmiyorum diyebilirdi. Ve böylece benim ölüm fermanımı imzalamış olurdu. Neden benim gibi zayıf bir seçenek sunmuşlardı? Deniz benim hayatım uğruna ihaleden vazgeçer miydi? Eren'i ya da Melis'i tehdit etmeleri daha mantıklı değil miydi? Bağıra bağıra ağlamak istiyordum ama sormam gereken bir hesap vardı. Melih Karahan'a gidecektim. Beni tehdit etmeleri Deniz'in değil onların suçuydu ve o adama bunun hesabını soracaktım. Benden uzak durmaları gerektiğini onlara bizzat kendim anlatacaktım. Direksiyonun başına geçtiğimde Uygar'ın söylediği buluşma yerinin adını hatırlamaya çalışıyordum. Lanet olası mekanın adı aklıma gelmiyordu. Deniz'i arayıp soramazdım çünkü şu an belki de o adamın yanındaydı. Uygar'ın numarasını almadığım için kafamı duvara vurasım geliyordu. Neydi mekanın adı? Hadi Ada hatırla şunu. Coffee kelimesi olan bir şeydi ama neydi? Coffee and... Coffee and Joy Sonunda aklıma geldiğinde hemen haritaları açtım ve yola koyuldum. Otuz dakika gösteriyordu. İş çıkışı trafiğini de varsayarsak kırk beş dakikaya oradaydım. Arabamı olabilecek en hızlı seviyede sürerken bu işin sonunda ölmemeyi umuyordum. Savaş'ı bulmadan tanımadığım insanlar tarafından öldürülmek istemiyordum. Buna izin vermeyecektim. Ne olacaksa olsundu. Sonunda adrese ulaştığımda korkudan bayılacak gibi olmuştum. Neye cesaret ettiğimin farkında bile olmadan kapıya doğru ilerledim. Aslında korkmuyordum, Uygar'ın planına göre içerideki herkes onların adamıydı. Bir tehlike anında beni koruyabileceklerini umuyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibi hissederken içeri girdim. Masalarda bir sürü erkek vardı. Dikkat çekmemek için her gün giydikleri takım elbiseleri değil günlük kıyafetlerini giymişlerdi ve hepsi bana bakıyordu. Gözlerim bir süre masalarda Deniz'i aradı. İşte oradaydı. Çok sakin görünüyordu, sanki karşısında oturan düşmanı değil bir dostuydu. Melih Karahan olduğunu tahmin ettiğim kişi de tam karşısındaydı. İkisini de yan profilden görüyordum, bu yüzden Deniz beni görmemişti. Koşarak masaya yaklaştığımda ilgilerini çekmiştim. Deniz şaşkın ve korkulu gözlerle masaya gelişimi izliyordu. Yanına ulaştığımda ayağa kalktı. ''Ada burada ne arıyorsun?'' dedi korku dolu bir sesle. Cevap vermemiş, yüzümü Melih Karahan'a çevirmiştim. Ellerimi masaya öyle sert vurmuştum ki hem çıkan ses hem de avuçlarımın acısı beni korkutmuştu. "Sen kim oluyorsun?" diye bağırdım. "Sen kim oluyorsun da beni tehdit ediyorsun?" "Ooo küçük kızımız baya yürekli çıktı." dedi Melih Karahan sinsi bir gülüşle ve ayağa kalktı. Deniz'in ikinci kez "Ada burada ne arıyorsun?" demesiyle Melih Karahan'ın beni kendine çekip şakağıma silah dayaması aynı ana denk gelmişti. Kalbimin durduğuna emindim çünkü nefes alamıyordum. Sırtım göğsüne dayalıydı ve beni o kadar çok sıkıyordu ki çırpınışlarım hiçbir işe yaramıyordu. "Bırak onu." dedi Deniz belindeki silahı çıkartıp Melih'e doğrultarak. "Senin derdin benimle." "Cemre'nin yerine koyduğun kız bu mu?" Deniz az önceki sakin halinden sıyrılıp aramızdaki masayı o kadar hiddetli savurmuştu ki masa birkaç metre uzağa devrilmiş, üzerindeki bardaklar ve tabaklar anında tuzla buz olmuştu. ''Sana bırak onu dedim duymuyor musun?'' dedi son sesiyle bağırarak. Refleksle yerimden sıçradım ve gözlerimi sımsıkı kapadım. Deniz'in adamlarının neden müdahale etmediğini anlamamıştım. Birisi gelip neden arkasından yakalamıyordu? Galiba uygun anı bekliyorlardı. ''Çocuklar, şimdi.'' diye bağırdı Melih Karahan. Gözlerimi açtım. Deniz dehşetle etrafına bakıyordu. ''Ne oluyor lan?'' Ters giden bir şeyler vardı, anlayabilmek için etrafıma baktım. Silahların hepsi Melih'e değil Deniz'e çevrilmişti. ''Sürpriz, ava giderken avlandın... İçerideki herkes benim adamım. Ah Deniz o kadar toysun ki sana gerçekten acıyorum.'' dedi kulağımın tam dibindeki ses. Tuzağa düşmüştük. Deniz tetiği çekti ve bir adım yaklaşıp cebinden telefonunu çıkartarak kulağına götürdü. Muhtemelen Uygar'ı arıyordu. Melih bir adım geri attı. ''Boşuna arama, her yerde sinyal kesici var. Telefonun çekmez.'' ''Nasıl bir pisliksin lan sen? Orospu çocuğu, bırak Ada'yı gitsin. Bana ne yapıyorsan yap.'' dedi Deniz telefonunu yere fırlatarak. ''İhaleden çekilirsen buradan sağ çıkarsınız. Çekilmezsen bu kızın sonu da o çok sevdiğin Cemre gibi olur.'' Gözlerimden yaşlar süzülürken Melih'in söylediği sözler bunlar olmuştu. Hayatım Deniz'in iki dudağının arasından çıkacak birkaç kelimeye bağlıydı ve bu gerçek tüm hücrelerimi yoklamıştı. "İkimizin arasındaki meselenin Ada'yla ne alakası var? Bırak onu diyorum yoksa seni öldürürüm." dedi Deniz bir adım daha atarak. Yaklaşmaya çalışıyordu ama Melih Karahan buna izin vermemiş, bir geri adım daha atmıştı. Onunla beraber ben de sürükleniyordum. Deniz'i acısı üzerinden vurduğuna inanamıyordum. Sevgilisini öldürtmüştü ve bunu söylemekten asla çekinmiyordu. Şimdi yine birini öldürmekten bahsediyordu ve o kişi ne yazık ki bendim. "Kararını ver Deniz." Gözlerimi Deniz'in gözlerinin içine sabitledim. O da bana bakıyordu. Melih'le konuşuyordu ama gözlerini benden bir saniye bile ayırmamıştı. Gözyaşlarım yüzünden her şeyi bulanık görüyordum. "Ada'yı bırak.'' ''Çekiliyor musun ihaleden? Doğru mu anladım?'' ''Önce Ada'yı bırak.'' deyip elini bana doğru uzattı. Dilim tutulmuş gibi hiçbir şey söyleyemiyor, sadece konuşulanları dinliyordum. ''Pazarlık yapacak bir konumda değilsin Deniz. Ya da yeterince korkmadın mı acaba?" dedi ve bir saniyelik bir süre içinde silahı benden çekti. Kulağımı patlatacak kadar yüksek bir ses hemen yanımda yankılandığında istemsiz bir çığlık atıp kulaklarımı ve gözlerimi kapattım. Ateş etmişti. ATEŞ ETMİŞTİ. ''Deniz.'' diye korku dolu bir sesle bağırdım. Deniz'i vurmuş olabilir miydi? Panikle gözlerimi açtım. Neyse ki karşımda sapasağlam duruyordu. ''Ada.'' dedi yumuşak bir sesle. Sanırım beni sakinleştirmeye çalışıyordu. ''Allah'ın cezası, tamam. Tamam, girmiyorum ihaleye.'' ''Ben de öyle düşünmüştüm biliyor musun?'' dedi ve bir eliyle beni o kadar sert bir şekilde itmişti ki neredeyse yere düşüyordum. ''Ada.'' dedi Deniz beni yere düşmekten son anda kurtarırken. 'İyi misin?'' ''İyiyim.'' dedim fısıltı gibi bir sesle. Dizlerim tutmuyordu, Deniz düşmemem için bana bir eliyle sımsıkı sarıldı. Bir elinde de Melih Karahan'a doğrulttuğu silah vardı. ''Seni bir gün öldüreceğim. Yemin ederim seni bir gün kendi ellerimle öldüreceğim.'' ''O gün geldiğinde görüşürüz.'' dedi ve arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü. Bütün adamları da peşinden gidiyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlama isteğimi durduramıyordum. Deniz beni yavaşça arkamdaki sandalyeye oturttu ve önüme diz çöküp kucağımdaki ellerimi tuttu. "İyi misin?" dedi bir kez daha. Nefes alamayacak kadar şiddetli ağlarken gözlerim birbirine kenetlenmiş ellerimize odaklanmıştı. Cevap veremeyecek kadar yorgundum. Kalbim ağrıyordu. "Hadi Ada ne olur cevap ver." Başımı iki yana hızlıca salladım. Gözyaşlarım durmuyordu. "Tamam... Tamam, ne zaman iyi hissedersen o zaman konuşalım. Hadi şimdi gidelim." dedi ve yerdeki telefonunu alıp beni olduğum yerden yavaşça kaldırdı. Dizlerim tutmuyordu, yere düşecek gibi oldum. Deniz beni kendine yasladı ve elini belime sarıp yürümem için bana destek oldu. "Arabanla mı geldin?" dedi sessizce. Başımı aşağı yukarı salladım. Konuşacak gücü kendimde bulamıyordum, gözyaşlarım hala çizdikleri rotada durmadan ilerliyordu. "Bu halde araba kullanamazsın. Benim evime gidelim mi, ister misin?" Başımı bu sefer iki yana salladım. Bu halde araba kullanamazdım evet ama evime gitmek istiyordum. Yatağıma girip güvende hissedene kadar yorganın altından çıkmak istemiyordum. "Tamam, seni evine götüreceğim." Deniz'in arabasına geldiğimizde koltuğa oturmama dikkatlice yardım etti. "Arabandan almamı istediğin bir şey var mı?" Anahtarlığımı Deniz'e uzattım. Hiçbir şey söylemeden elimden aldı ve yanımdan uzaklaştı. Birkaç dakika beni yalnız bıraktıktan sonra hemen gelmişti. Elinde çantamla beraber resim çantam da vardı ve vakit kaybetmeden çantalarımı arka koltuğa koyup hemen ardından sürücü koltuğuna geçti. "Biraz su iç." dedi yanındaki şişenin kapağını açıp bana uzatarak. Ağır hareketlerle şişeyi aldım ve günlerdir su içmemiş biri gibi bütün suyu tek dikişte bitirdim. Çok yorgun hissediyordum, üşüyordum, beynim allak bullaktı. Ne yapacağımı ve düşüneceğimi bilmiyordum. O adam beni öldürecekti. Deniz ihaleden çekilmeseydi beni öldürecekti. Oraya neden gitmiştim? Canıma susamamıştım. Buna nasıl cesaret edebilmiştim? Hayatımda yaptığım en büyük hatalardan biriydi. Bir daha asla böyle şeylere kalkışmayacaktım. Başımı koltuğa yasladım ve gözlerimi kapattım. Eve gidene kadar dinlenmek istiyordum. *** Deniz'in seslenmesiyle gözlerimi açtım. Evimin olduğu sokağa gelmiştik. Yavaşça emniyet kemerimi çıkarttım. Hala konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Soru soracak ya da cevap verecek gücüm kalmamıştı. Bakışlarımı Deniz'e çevirdim. Beni izliyordu. "Yukarı çıkmana yardım etmemi ister misin?" Başımı aşağı yukarı salladım. Deniz arabadan indi ve arka koltuklardan çantalarımı alıp kapımı açtı. Yavaşça aşağı indim ama yürüyemiyordum. Kalbim sıkışıyordu. Sendeledim. Deniz sanki 51 değil de 11 kiloymuşum gibi bir saniyelik bir sürede beni kucağına aldı. Düşmemek için kollarımı boynuna sarmıştım. Kucağında olduğum için eve girmekte biraz zorlansak da nihayet evimin koridorundaydım. "Odan hangisi?" Elimle koridorun sonundaki odayı gösterdim. Deniz hızlı adımlarla odama doğru ilerledi. Üşüdüğüm için mi yoksa korktuğum için mi bilmem titriyordum. Deniz beni yavaşça yatağıma bıraktı ve üzerimi örtüp yatağın yanına diz çöktü. "İyiyim dediğini duymadan gitmek istemiyorum Ada, lütfen cevap ver. İyi misin?" "Korkuyorum." dedim kuru bir sesle. Dakikalar sonra beynim konuşma yetisini kullanabilmişti. Deniz derin bir nefes verdi. "Buradayım bak." dedi çaresiz bir sesle. "Korkma." "Beni öldürecekler." dedim yanağımdan bir yaş süzülürken. Deniz o gözyaşını elinin tersiyle sildi ve yüzüme düşen saçı arkaya attı. "Hayır. Hayır hayır. Sakın." "Ama." "Yorgunsun." diye sözümü kesti. "Uyu hadi. Korkuyorsan sen uyuyana kadar beklerim." Her ne kadar uyuyamayacak olsam da gözlerimi kapattım. Bu gecenin izlerini silmek hiç kolay olmayacaktı. |
0% |