Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@_kubraakyol

Yaklaşık beş dakikalık bir sessizlikten sonra gözlerimi açtım. Uyuyamıyordum ve anlaşılan uyuyamayacaktım. "Neden oraya geldin Ada? Neden hayatını tehlikeye attın?" dedi Deniz tekrardan yatağımın yanına diz çökerek.

"Gelmeseydim de hayatım tehlikedeydi, seni ihaleden vazgeçirmem için beni öldürmekle tehdit etti." dedim ve gördüğümden beri elimde tuttuğum notu çıkartıp Deniz'e uzattım.

"Sen bu nottan Melih Karahan'ın seni öldürebileceğini nasıl anladın?" dedi gergin bir sesle.

"Uygar dört yıl önce başına neler geldiğini dün gece bana anlattı. Ama sakın ona kızma olur mu? Ben zorla anlattırdım. O anlatmak istemedi hiç... Özür dilerim."

Deniz derin bir nefes aldı. "Ne için özür diliyorsun Ada? Sen özür dileyecek en son kişi bile değilsin. Benden özür dileme."

"Yaşadıkların için çok üzgünüm... Uygar nerede?'' dedim konuyu değiştirerek. Dört yıl önce olanları düşünüp üzülmesini istemiyordum. ''Seninle gelmeyecek miydi?"

''Gelecekti, geliyordu da... Ben onunla Melih'le buluşmadan bir saat önce konuştum en son. Her şey planladığımız gibiydi. Mekana gidiyordu. Ben de yoldaydım. Kapattıktan kırk beş dakika sonra ben buluşma yerine vardım. Bir daha da ona ulaşamadım." dedi Deniz ben yatakta doğrulurken.

"Sinyal kesici olduğu için."

"Evet. Şimdi de telefonu kapalı, ulaşılamıyor."

"Peki oradaki adamlar, yani nasıl oldu? Ben anlamıyorum. Nasıl olur böyle bir şey?" dedim hapşırarak.

"Hakan'ı arayacağım şimdi, öğrenirim." dedi telefonunu çıkartıp. Birkaç saniye sonra telefon açıldı. "Hakan hangi cehennemdesiniz siz?" dedi Deniz sinirle ve sesi dışarı verdi.

"Büyük bir tuzağa düştük Deniz Bey. Sen iyi misin?"

"Ne tuzağı Hakan? Neden gelmediniz mekana? Neden siz değil de Melih'in adamları vardı orada?"

"Geldik Deniz Bey, buluşmaya yaklaşık bir saat kala Uygar Bey'den mesaj geldi. Mekan değişti, bütün adamları topla ve birazdan atacağım konuma götür. Deniz birazdan orada olacak, ben de geliyorum. diye bir mesaj. Bu planı en baştan Uygar Bey yürüttüğü için sana söylemedik. Bütün adamları topladım ve Uygar Bey'in attığı konuma götürdüm."

"Mekan değişmedi ki Hakan. Öyle bir şey olsa benim haberim olurdu. Uygar niye öyle bir mesaj atsın?"

"Buraya vardığımızdan beri Uygar Bey'i aradık ama ulaşamıyorduk. Neyse ki az önce bizi aradı."

"Ne dedi?"

"Çabuk orayı terk edin, her şeyi anlatacağım dedi ve kapattı."

Deniz "Dediğini yapın. Neredeyseniz hemen herkes eski yerine geri dönsün. Onu arayacağım şimdi." dedi ve telefonunu kapattı.

Deniz aramayı sonlandırır sonlandırmaz telefonu çalmaya başladı. "Uygar arıyor." dedi telefonu açarken. "Uygar neredesin sen?" dedi bağırarak. "Neler oluyor? Hakanları neden başka bir yere gönderdin?" dedi ve sesi hoparlöre verdi.

"Neredesin Deniz? İyi misin?"

"İyiyim Uygar. Senden geçerli bir açıklama bekliyorum. Hemen."

"Her şeyi anlatacağım ama yoldayım. Melih'in adamları önümü kesti. Yanına gelemedim."

"Ada'nın evindeyim. Konum atacağım, gelirsin."

"Ada'nın evinde mi?" dedi şaşkınlıkla. "Bir şey mi oldu?"

"Gelince konuşuruz."

Uygar "Tamam. Oraya yakınım, geliyorum." dedi ve Deniz telefonu kapatıp bir şeyler daha yaptıktan sonra bana dönüp yavaşça eliyle alnıma dokundu. "Ateşin var senin." Onaylarcasına başımı salladım. "Çok terlemişsin Ada, iyi misin?" dedi üzerime yapışan tişörtüme bakarak.

Başımı hafif hafif aşağı yukarı salladım ama iyi değildim. Korkudan ya da gripten dolayı kan ter içinde kalmıştım. Bütün kemiklerim sızlıyordu.

"Duş mu alsan?"

"Parmağımı kaldıramayacak kadar yorgunum Deniz. Uyumak istiyorum ama uyuyamıyorum. Duş alamayacak kadar halsizim." dedim başımı geriye atıp gözlerimi kapatarak.

"Böyle iyileşemezsin." dedi ve bir kolunu belime bir kolunu da bacaklarımın altına yerleştirdikten sonra beni havaya kaldırdı.

Ani hareketi karşısında ufak bir inleme sesi çıkardım. "Deniz ne yapıyorsun?" diye bir şeyler fısıldadım ve kopacak gibi olan başımı destek alma amacıyla göğsüne gömdüm.

"Duş almana yardım edeceğim." dedi normal bir şeymiş gibi. Başımı kaldırdım ve gözlerimi ona diktim. Karşısında çırılçıplak kalacağımı düşünmüyordu herhalde değil mi?

Kollarında çırpındım. "Ne? Hayır, Deniz indir beni." Ne kadar inmeye çalışsam da onun gücünün karşısında benim gücüm sıfırdı, karşı koyamıyordum.

Deniz var gücüyle beni kendine çekti ve sanki mümkünmüş gibi daha da sıktı. "Ada, sakin ol. Çıplak olmayacaksın merak etme."

O an yerin dibine girebilmeyi o kadar isterdim ki. Ya da deve kuşu gibi kafamı toprağa gömmeyi. İmkansız olan bu seçeneklere elveda dedim ve başımı toprak yerine Deniz'in göğsüne gömdüm. Utançtan ölebilirdim.

Banyoya geldiğimizde Deniz narince beni duşakabinin mermer kısmına oturttu ve kendi de kabine girdikten sonra kabin kapısını kapattı. Şaşkınlıkla izliyordum. Ne yapıyordu? Gerçekten beni yıkayacak mıydı?

"Soğuk su ateşini alacak. Ama bunun için tenine değmesi gerek."

Telaşla baktım. "Tamam kendim hallederim." dedim kaşlarımı kaldırarak. Halledemeyeceğime emindim. Yerleri tekmeleyerek ağlamak istiyordum.

Deniz bakışlarımdan anlamış olacak ki yavaşça yanıma geldi ve kazağımın altından tutarak yukarı doğru kaldırdı. Büyük bir isteksizlikle kollarımı yukarı kaldırdım ve ona yardımcı oldum. Utanarak ölmek istiyordum.

Elleri pantolonumun düğmesine gittiğinde bayılacak gibi olsam da durumu kabullenmem gerektiğinin farkındaydım. Karşısında sadece iç çamaşırlarımla kaldığıma inanamıyordum ama çaresizce boyun eğmiştim.

Bundan sonraki anlar çok hızlıydı. Yavaşça beni olduğum yerden kaldırdı, pantolonumu bedenimden sıyırdı ve olduğum yere yine dikkatlice oturtarak suyu açtı.

"Kendini sıkma, gevşek bırak." dedi suyun mermere vuran gürültüsüne karışan sesiyle.

Net duyamamıştım. "Ne?" dememle çığlığı basıp bir anda ayağa sıçramam bir olmuştu. Su buz gibiydi.

Elimle Deniz'in kolunu çevirdim ve suyu kapattım. "Deniz, istemiyorum. Yalvarırım çıkar beni buradan, ne olur." Kollarımı gövdeme sardım. "Çok soğuk, çıkar beni lütfen." Olduğum yerde zıplıyordum.

Deniz beni kendi bedenine yapıştırdı ve hareketlerimi engelledi. Suyu tekrar açmıştı ve benimle beraber o da ıslanıyordu. "Ada, sakin ol. Ateşin ancak böyle düşer."

Kollarımı göğsüne yerleştirdim, titriyordum. "Çok üşüyorum." dedim fısıltıyla.

"Biliyorum az kaldı, biraz dayan." Isınma amacıyla iyice Deniz'e sokuldum ve kollarımı bedenine sardım. Bir yandan titriyor, bir yandan da belli aralıklarla çığlık atıyordum. Burada buzdan heykellere dönecektik.

İskelet sistemim donmak üzereyken Deniz suyu kapattı ve beni yavaşça kabinden çıkarıp bornozumu uzattı. Giydikten sonra çekmeceden misafir bornozunu çıkarttım ve Deniz'e uzattım. "Dayımın eşyalarını hazırlayacağım senin için. Üzerindekilerle durma, bu sefer sen hasta olacaksın."

Bir şey söylemeden başını aşağı yukarı salladığında arkama döndüm ve banyodan çıktım. Gerçekten çok utanıyordum.

Deniz'i daha fazla bekletmeden dayımın ve yengemin buraya geldiklerinde kaldıkları odaya girdim ve dolaptan gerekli olan bütün eşyaları alıp banyoya dönerek kapıyı tıklattım. "Deniz, kıyafetlerini getirdim."

Deniz yavaşça kapıyı araladığında eşyaları uzattım ve hemen odama gidip kuru çamaşırlarımı giyerek saçlarımı taradım. Birkaç dakika sonra odamdan çıkmış, salona geçmiştim. Hemen arkamdan Deniz de salona girdi. Neyse ki dayımın ve Deniz'in beden ölçüleri birbirine yakındı. Giydiği tişört ve eşofman üzerine neredeyse tam olmuştu.

"Daha iyi misin şimdi?"

"İyiyim, teşekkür ederim."

Cevap vermemiş, rica ederim anlamında başını aşağı yukarı sallamıştı. Ne düşündüğünü çok merak ediyordum. Korkuyor muydu, bundan sonra ne yapacaktı? Çok istediği oteli almaktan vazgeçmişti. Çok gergin ve üzgün görünüyordu, ihaleden vazgeçtiği için değil de bu akşam ve dört yıl önce olanlar yüzündendi sanki.

"Sen iyi misin?" dedim sessiz bir sesle.

"İyiyim." dedi ve hemen yanıma oturdu. "Üzerimdekiler tam oldu, teşekkür ederim." dedi gülümseyerek.

Gülümsemeye çalıştım ama dudaklarım kıvrılmamıştı bile. "Rica ederim... Ben çay koyayım."

"Bizim için yapacaksan zahmet etme."

"Zahmet olmaz." dedim ve mutfağa geçtim. Deniz de peşimden gelmişti.

Uygar gelene kadar mutfakta biraz oturmuştuk. İkimizin de konuşası yoktu. Sessizce Uygar'ın gelmesini beklemiştik.

Zil çaldığında saat on buçuğa geliyordu. Kapı dürbününden Uygar'ın geldiğini teyit ettikten sonra kapıyı açtım. Deniz de yanımdaydı ve kapı açılır açılmaz Uygar Deniz'e sarıldı. "İyi misiniz?"

"İyiyim, ne oldu bu gece Uygar?" dedi Deniz bedenini Uygar'dan ayırırken.

"Salona geçelim anlatacağım."

Salondaki yerlerimizi aldığımızda konuşan ilk kişi Deniz olmuştu. "Mekandaki herkes Melih'in adamıydı. Hakanları neden başka bir yere gönderdin?"

"Buluşmadan bir saat önce seninle konuştuk ya, işte o konuşmadan beş dakika sonra yolumu kestiler. Arabadan inmek zorunda kaldım. Bu akşamki planı zorla anlattırdılar Deniz. Tek başımaydım, anlatmaya mecbur kaldım. Telefonumu alıp Hakan'a mekan değişti diye mesaj attılar. Bir süre arabada rehin kaldım. Seni aradığımda beni yeni bırakmışlardı."

Deniz bir şey söylemeden araya girdim. "Senin Deniz'in yanına gideceğini nereden biliyorlardı?"

"Uygar olmadan hiçbir şey yapmam çünkü. Benim her zaman yanımda olduğunu onlar da biliyor." dedi Deniz bana dönerek. Onaylarcasına kafamı salladım.

"Tahmin etmişlerdir yani Ada." dedi Uygar. "Salak gibi yanıma kimseyi almadım. Herkes Hakan'la beraberdi. Böyle bir şey olacağını bilseydim... Sen oradakilerin bizimkiler olmadığını nasıl anlamadın?"

"Her şey bir anda oldu. Ben gittiğimde mekan doluydu, Melih benden önce gelmişti. Dikkat çekmemek için sağıma soluma hiç bakmadım. Direkt onun oturduğu masaya gittim. Beş dakika sonra Ada geldi, o zaman anladım Melih'in adamları olduğunu."

Uygar bana döndü. "Canına mı susadın Ada? Orada ne işin vardı?"

Deniz ölümle tehdit edildiğim notu Uygar'a verdi. "Anladım, notu görünce Deniz'i ihaleden vazgeçirmek için gittin."

"Aslında tam olarak öyle değil." dedi Deniz benim yerime cevap vererek. "İhaleden vazgeçmem için değil Melih Karahan'a tehditleri yüzünden hesap sormaya geldi."

"Sonra ne oldu?" dedi şaşkın ve korku dolu bakışlarla.

Sonrasını hatırlamak istemiyordum. Keşke bir dakikalığına konuşulanları duymama hakkım olsaydı.

"Melih Ada'yı rehin aldı ve eğer ihaleden çekilmezsem onu-" dedi Deniz ama cümlesini bitiremeden Uygar sözü aldı.

"Anladım anladım. Tamam." dedi ve sonra bana döndü. "İyi misin şimdi nasıl hissediyorsun?"

Buruk bir şekilde gülümsedim. "İyiyim. Sadece benim yüzümden ihaleden çekilmek zorunda kaldığınız için-"

"Sshhh hayır hayır. Sen gitmesen bile öyle ya da böyle Deniz'i vazgeçireceklermiş zaten. Baksana adamlarını yerleştirmiş oraya."

"Bilmiyorum Uygar. Belki de ben gitmeseydim ihaleden vazgeçmiş olmayacaktınız."

"Bu ihale hayatımdaki insanlardan daha önemli değil Ada." dedi Deniz araya girerek. "Önceliğim çevremdeki insanlara benim yüzümden bir zarar gelmemesi. Bunun için uğraşıyorum. Ama ne yazık ki, ne yazık ki bunu bir kez başaramadım." dedi titreyen bir sesle. Gözleri dolmuştu. Cemre'nin ölümünden ve kardeşinin başına gelenden kendini sorumlu tutuyordu ve anladığım kadarıyla acısı bir nebze olsun dinmemişti.

"Deniz tamam sakin ol kardeşim." dedi Uygar ayağa kalkarak. "Ada zor bir gün geçirmiş. Dinlensin, biz de gidelim artık."

Deniz de ayağa kalktı ve "Ben burada kalacağım, sen git." dedi bana bakarak. Sonra bakışları tekrardan Uygar'ı buldu. "Yarın sabah şirkette konuşuruz."

"İyi tamam o zaman. Dikkat edin. Ben birkaç kişiyi gönderirim apartmanın önüne."

"İyi olur. Sen de kendine iyi bak." dedi Deniz ve Uygar'a sarıldı.

"Hadi sen uyu." dedi Deniz Uygar gittiğinde.

"Ben aslında iyiyim. Yani benim yüzümden burada kalma. Evine gidebilirsin."

"Bu gece tedbirli olmam lazım Ada. Kovacaksın belki ama gitmeyeceğim."

Başımı aşağı yukarı salladım. "Dayımların odasını hazırlayayım senin için." dedim ve kapıya doğru yürüyüp arkama baktım. "Gelmiyor musun?"

"Geliyorum geliyorum." dedi ve birkaç saniye sonra dayımların odasına girdik.

"Güneş'in odası da var ama onun yatağı tek kişilik. Burada daha rahat uyursun."

"Teşekkür ederim. Bir şey olursa beni uyandır Ada."

"Tamam, o zaman iyi geceler."

"İyi geceler." dedi yumuşacık bir sesle.

Yavaş bir hızla odadan çıktım ve yatağıma yattım.

18 Eylül, Çarşamba

Sabah olduğunda korkularımdan biraz olsun kurtulmuştum. Ateşim de düne göre çok daha iyiydi ve uyandığımdan beri hiç hapşırmamıştım. Yatağımdan çıktım ve banyoya gitmek için koridora çıktım. Deniz'in uyuduğu odadan sesler geliyordu. Sanırım sayıklıyordu. Kapı aralık olduğu için odaya girmekte bir çekince duymamıştım.

Tahminim doğruydu. Deniz kabus görüyordu ve Melis diye sayıklıyordu. Tereddüt etmeden yanına gittim ve yatağa oturup koluna dokundum. Çok terlemişti.

"Deniz, uyan kabus görüyorsun... Deniz beni duyuyor musun? Uyan hadi... Deniz."

Sonunda sesimi duydu ve uykusundan sıyrılıp sıçrayarak gözlerini açıp yatakta doğruldu. ''İyi misin?'' dediğimde bana o kadar çok sıkı sarılmıştı ki neredeyse kemiklerim kırılacaktı. ''Deniz, beni korkutuyorsun. İyi misin?''

''Melis.'' dedi fısıldayarak.

''Sssh, tamam. Kabus gördün.'' Sarılışı hala çok sertti ama hala kabusun etkisinde olduğu için kollarının arasından ayrılmak istemiyordum. Dünkü yaşananlar yüzünden kabus görmüştü. Belki de bilinçaltı ona sevgilisinin öldüğü, kardeşinin de ağır yaralandığı kazayı sunmuştu.

Yaklaşık iki dakika boyunca hiç konuşmadan ve hiç hareket etmeden durmuştuk. Sessizliği bozan Deniz olmuştu ve sanırım kendine gelmişti. ''Melis'i gördüm.''

''İyi misin şimdi?'' Başını salladı ve çenesi hafif hafif omzuma dokundu. ''Banyoyu kullanabilirsin, bir duş al istersen.''

Deniz bedenlerimizi ayırdı ve uykulu gözlerle gözlerime baktı. Gece uyuyamamış gibi bir hali vardı. ''Olur, teşekkür ederim.''

''Rica ederim.'' dedim ve yataktan kalktım. ''Kahvaltı yapma alışkanlığın var mı?''

''Zahmet etme, bu saatlerde yiyemem.'' dedi Deniz yataktan kalkarken.

''Peki o zaman, sen banyoya geç. Ben yeni kıyafetlerini buraya yatağa bırakacağım birazdan.''

Deniz başını aşağı yukarı sallamakla yetindi ve odadan çıktı. Çekmecelerden yeni kıyafet çıkarıp yatağa bıraktım ve mutfağa gidip demlenmesi için kahve makinesine iki bardaklık malzeme koydum. Sonraki işim biraz dağılmış olan odamı ve salonu toplamak olmuştu. Kol çantamı ve resim çantamı koridordan kaldırdım ve resmi geçici bir süre için salondaki sehpanın üzerine bıraktım. Ben oyalanırken kahve demlenmişti ama soğumaması için bardaklara koymamıştım, Deniz'i bekliyordum. O da nihayet çok bekletmeden gelmişti.

''Kahve yaptım, ister misin?'' dedim salona girdiğinde.

''Buna hayır diyemem.''

''O zaman sen otur, ben hemen getiriyorum.''

Kahveleri alıp salona döndüğümde Deniz bir koltuğa oturmuş, sehpanın üzerindeki resmime bakıyordu. İsimlerimizin nesneye dönüştüğü bir resimdi. Ada ve Deniz.

''Çok güzel bir resim.'' dedi bardağını ona uzatırken.

Mahcup bir sesle ''Teşekkür ederim.'' dedim ve hemen yanına oturdum.

''Resim arabadaydı, birine mi verecektin?''

''Üye olduğum bir sanat kulübü var. Oradan istemişlerdi. Hikayesi olan bir resim yapmalıydık. Ben de kendimi resmettim.'' dedim gülümseyerek.

''Güzel bir hikayesi varmış.'' dedi hayranlıkla. Bana ilham olduğunu bilse ne düşünürdü acaba? ''Kulübe götürecektin yani bu resmi? Arabandaydı çünkü.''

''Yok, eve getiriyordum.''

''Birine vermeyeceksen ya da satmayacaksan, ben satın almak istiyorum.''

Resmi bu kadar beğendiği için çok şaşırmıştım. Hiç resimlere ilgi duyan birine benzemiyordu. ''Yok, satmak için yapmadım ama sana hediye edebilirim.''

"Sahi mi?" dedi gözleri ışıldayarak.

Gülümsedim ve başımı aşağı yukarı salladım. "Evet, sahi."

"Teşekkür ederim." dedi büyük bir gülümsemeyle. "Deniz... Melis'i gördün ya rüyanda hani. O iyi, değil mi?"

"Şu anlık iyi." Rüyasında ne gördüğünü çok merak ediyordum ama zaten hali hazırda bir travması olduğu için soru sorarak canını sıkmak istemiyordum. Birkaç saniye sonra Deniz benim sormama gerek kalmadan rüyasında ne gördüğünü kendi anlatmaya başlamıştı. "O kazadan sağ kurtulamamıştı... Rüyamda yani."

"Sana biraz moral olacaksa eğer bir şey anlatmak istiyorum."

"Dinliyorum."

"İki gün önce de bahsettim, benim de bir kalp hastalığım varmış. Kalp yetmezliğiyle doğmuşum. Dört yaşıma kadar tam olarak ne olduğunu kimse anlamamış. Teşhis konulduktan sonra bir sene boyunca uygun kalp aranmış. Annemlerin tam umudu kestiği ve doktorların bile artık ölecek gözüyle baktığı sırada uygun kalp bulunmuş. Beş yaşında ameliyat olmuşum."

"Göğsünde bir başkasının kalbi var demek."

"Belki... Ama duygularımın hepsi bana ait."

Deniz belli belirsiz gülümsedi. "Melis'in durumu biraz farklı Ada. Geçirdiği kaza çok büyük bir kazaydı ve kalbi büyük bir hasar gördü. Çok zor bir sürü ameliyat geçirdi, günlerce yoğun bakımda kaldığı zamanlar oluyor hala." İçim burkulmuştu. O kadar üzülmüştüm ki diyecek bir şey bulamıyordum. "Kalbi çok zayıf. Sürekli atak geçiriyor. Nakil olması lazım. Dört yıldır uygun kalbi bekliyoruz. Ama insanlar ölen bir bedenin kalbini toprağa gömmeyi, genç bir kıza hayat vermekten daha vicdanlıca buluyor. Sen şanslı olanlardanmışsın."

Ben şanslıydım ama bana kalbini veren kişi şanslı değildi. Çünkü ben yaşıyordum, o ise ölmüştü. Ve Melis'in de sağlığına kavuşması için birilerinin ölmesi gerekiyordu. Hayat gerçekten çok acımasızdı.

"Bir gün Melis de eskisi gibi olacak Deniz. İnan bana.''

"Eğer özel olmayacaksa bir şey sormak istiyorum Ada. Annen... Bunu neden yaptı?"

Derin bir nefes aldım. "Bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum."

"Bir not ya da mektup bırakmadı mı?"

Başımı iki yana salladım. ''Hastalığı çok ilerlemişti, bir sürü borcumuz vardı. Bir de üstüne babam Savaş'ı götürünce dayanamadı belki de.'' Gözümden istemsiz bir yaş damladı.

''Ssh, ağlaman için sormadım.'' dedi parmağının tersiyle gözyaşımı silerek ve belli belirsiz gülümsedi. ''Ağlama... Dayının bir bilgisi yok mu? Yani Bursa'da kalıp Savaş'ı aramayı neden hiç düşünmedi?''

''Annemin ailesi babamı hiç istememiş. Çünkü annem öğretmen, babam ise marangozmuş ve dengine göre biriyle evlenmeliymiş. Karşı çıkmalarına rağmen annem kimseyi dinlememiş ve babamla evlenmiş. O günden sonra kimse annemle görüşmemiş. Dayım dahil... Dayımı ilk kez annem öldüğünde tanıdım. Aydın'dan apar topar gelip bizi almıştı. Yani anlayacağın dayım kimseyi tanımıyordu ve iz sürebilecek zamanı da yoktu. Gerçi Savaş'ı aramak için birkaç kez Bursa'ya gitmişti ama hep eli boş döndü.''

''O zamanki komşularınız bir şey biliyor olamaz mı?''

''Aslında babam yıllar önce bir komşumuza bir mektup vermiş. Mektupta, evde bize ait olan bir şey olduğu yazıyormuş.''

''Gidip bakmadınız mı?''

''Biz Aydın'a taşındıktan birkaç hafta sonra ev yandı. Yani babamın bahsettiği o bize ait olan şey, kül olmuştur. Gidip bakmadık anlayacağın.''

''Yangından sonra vermiş olamaz mı?''

''Yok, yangından önce... Hem ben o eve giremem Deniz. O anı tekrar yaşayamam.''

''Babana olan nefretin hep var mıydı peki? Yoksa annenden sonra mı oldu?''

''Annemden sonra oldu.'' dedim soluk vererek. ''Aslında babam bizi seviyordu. Hayal meyal hatırlıyorum, bizi çok seviyordu.''

''Ne oldu da değişti?''

''Annemin hastalığının üstüne benim kalp yetmezliğim çıkınca. Dört yaşımdan beş yaşıma kadar yaşadığım süreç kabus gibiydi.''

''Karısının hastalığı, kızının ameliyatı... Baban için de kolay olduğunu düşünmüyorum.''

''Yine de Savaş'ı alıp götürmeye hakkı yoktu Deniz. Annem onun yüzünden intihar etti.''

''Peki babanın Savaş'ı götürmesindeki sebebi ve nereye götürdüğünü annen biliyor olabilir miydi? Annen babanın Savaş'ı geri getirmeyeceğine emin olmuş olmalı ki ölmeyi tercih etmiş.''

''Bilmiyorum... Hiç düşünmedim.''

''Annene kızgın değil misin hiç? Evet babanın bunu yapmaya hakkı yoktu ama annenin var mıydı? Geride iki küçük çocuğu daha varken."

Kafam allak bullak olmuştu. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Deniz yıllardır hiç sorgulamadığım şeyleri bana söylerken dilim tutulmuş gibiydi. ''Değilim... Kızgın değilim. Bilmiyorum hiç düşünmedim bunu. Yani sonuçta annemi bu duruma getiren kişi babam."

"Babanın adı ne?"

"Selçuk." dedim nefret dolu bir sesle. "Selçuk Dündar. Neden sordun?"

"Bursa'daki birkaç tanıdığa soracağım."

"Aslında bir şey çıkacağını pek san-"

"Dündar mı?" dedi lafımı bölerek. "Dinçer değil miydi soyadınız?"

"Dayımın soyadını kullanıyoruz. Yani aynı zamanda annemin soyadı... Aydın'a taşındıktan sonra dayım bizi kendi nüfusuna aldı. Kimliğimde anne ve baba olarak dayımla yengem yazıyor. Güneş'in de öyle."

Deniz anladım dercesine başını aşağı yukarı salladığında boş bardaklarımızı aldım ve ayağa kalktım.

"Ben bunları götüreyim."

Mutfaktan döndükten sonra konsola yaslandım. Ellerim de konsolun üzerindeydi.

"He bu arada, çocuklar arabanı getirdi. Gece bir ara uyandığımda söyledim, getirdiler." dedi Deniz ve bana doğru birkaç adım attı.

"Teşekkür ederim."

"Rica ederim." dedi bana birkaç adım daha yaklaşarak. Yaklaştıkça aşina olduğum o güzel kokusu bütün ciğerlerimi doldurmuştu.

"Gidecek misin?" dedim fısıltıyla.

"Birazdan çıkarım. Uygar mesaj atıp duruyor." dediğinde tam önümde duruyordu ve konsolla onun arasındaki küçücük mesafede kalmıştım. Elini boynuma götürdüğünde yutkundum. Dün gece banyomda daha yakın mesafede olmamıza rağmen grip ateşinin yarattığı algı kaybından dolayı neler olup bittiğini anlamıyordum. Şimdi ise bütün düşüncelerim ve algılarım açıktı ve bulunduğumuz mesafe nefesimi kesiyordu.

Parmakları boynuma dokunduğunda göğüs kafesimdeki hücrelerin bir koşuşturma içine girdiğini düşündüm. Bu kadar heyecanın başka bir açıklaması olamazdı. "Bugün hastaneye gitmen gerekiyor." dedi baş parmağını yaramın üzerinde gezdirirken. Dün banyoda sargım ıslandığı için çıkartıp atmak zorunda kalmıştım ve yaramın üzeri açık kalmıştı.

"Hı hı, gideceğim." dedim fısıltıyla.

Parmaklarını yaranın üzerinden çekmişti ama hala boynuma dokunmaya devam ediyordu ve bu zamana kadar bana hiç bakmadığı bir bakışla bakıyordu. "Amcamı arayıp gidip gitmediğini soracağım." dedi ciddi bir sesle.

Onun aksine neşeli bir sesle cevap verdim. "Sorabilirsin, gideceğim." Cevap vermemişti ve dikkatlice gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu. "Neden öyle bakıyorsun?" dedim sessizce. Bulunduğumuz an çok garipti ve tuhaf olan şey benim bu garip andan sıyrılmak istemeyişimdi. Sanki sonsuza kadar bu şekilde durabilirmişim gibi hissediyordum.

"Nasıl bakıyorum?" dedi bakışlarını gözlerimden çekerek. Yüzümün her detayını inceliyordu.

"Böyle işte." dedim zor aldığım nefesimin arasından.

"Çok güzel kokuyorsun." dedi bir anda. "Hani bana demiştin ya ferah, huzurlu bir deniz gibi kokuyorsun diye." Başımı aşağı yukarı salladım. "Sen hiçbir tanımlamayla açıklanamayacak kadar güzel kokuyorsun. Böyle gül gibi. Tertemiz, taze."

Yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. Kan basıncımın yükseldiğini hissettim. "Deniz." dedim fısıltıyla.

Deniz boşta olan elini konsola uzattı ve hemen arkamdaki resepsiyon ziline bastı. Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Beni öpmek mi istiyordu? Olduğum yere düşüp bayılacaktım. Bayılmanın sırası değil Ada, kendine gel!

Deniz'in bakışları gözlerim ve dudaklarım arasında gidip gelirken ne yapacağımı düşündüm. Daha önce kimseyi öpmemiştim. Üstelik Deniz sevgilim bile değildi. Duygularım ve düşüncelerim karmakarışık olmuşken mümkünmüş gibi geri gitmeye çalıştım ama çabalarım boşunaydı. Yapmak üzere olduğumuz şey yanlıştı. Olmamalıydı. Bunu isteyip istemediğimi bilmiyordum. Aklımın ucundan bir kez bile geçmemişti.

Dudağının dudağıma değmesine milimetreler kala Deniz'in telefonu çaldı ve saniyeler içinde elini boynumdan çekip yan taraftaki telefonuna uzandı. "Her şey aleyhime." diye bir cümle fısıldamıştı ama duymuştum.

Deniz arkasına dönüp benden birkaç adım uzaklaştığında kocaman bir nefes aldım ve elimi yelpaze gibi yaparak yüzümü eski rengine çevirmeye çalıştım.

"Efendim Uygar... Hayır daha çıkmadım, birazdan çıkacağım... Hakan aşağıda. Sen de yalnız gitme... Tamam görüşürüz." dedi ve telefonu kapatıp bana döndü.

"Ben artık gitsem iyi olacak." dedi sıkıntılı bir sesle. Başımı aşağı yukarı salladım. "Bir şey olursa mutlaka ara." Yine bir şey söylemedim ve başımı aşağı yukarı salladım.

Deniz de bir şey söylemedi ve apar topar evimden çıktı. Kaçar gibiydi. Sanki az önceki durumdan dolayı pişmanlık duymuştu.

Yalnız kaldığımda hemen yandaki koltuğa oturdum ve etrafı izlemeye başladım. Deniz almak istediği resmi unutmuştu. Peşinden koşup yetişebilirdim ama az önce olanlar beni engelliyordu. Neden böyle bir şey istediğini anlamamıştım. Ona böyle bir izlenim vermediğime emindim. Anlık bir his yaşıyordu belli ki.

Dudaklarıma dokundum. Beni öpmesini isteyip istemediğimi bilmiyordum evet ama neden bunu düşündüğümde midemden kalbime doğru kaynar bir lav çıkıyordu? Neden tam karşımdayken ve beni tam öpmek üzereyken sonsuza kadar o halde kalabileceğimi düşünmüştüm?

Beynimdeki düşünceleri sinek kovar gibi kovarken daha fazla oyalanmadan koltuktan kalktım ve hastaneye gitmek için hazırlanıp evden çıktım. Dikişlerim daha fazla zarar görmeden hastaneye gitmem gerekiyordu.

Hastaneye gidip pansuman yaptırdıktan sonra hiç beklemeden kütüphaneye gittim. Eren'in canı sıkkın görünüyordu. Acaba dün olanlardan bir haberi var mıydı?

"N'aber Eren?" dedim yanına gittiğimde. "Pek iyi görünmüyorsun."

"Önümüzdeki hafta okullar başlıyor ve artık kütüphaneye bakamayacağım. Yerime bakacak birini arıyorum ama bulamıyorum." Geçen gün apar topar kütüphaneye gelip ondan abisinin iş adresini istemiş olmamla ilgili hiçbir soru sormamıştı. Halbuki adresi verirken ne olduğunu bana anlatacaksın diye beni iyice tembihlemişti. Belki de her şeyi biliyordu. Belli ki Deniz her şeyi anlatmıştı.

"Yani bir çalışan mı arıyorsun, maaşla çalışacak biri yani?"

"Evet ama kimseye güvenemiyorum."

"Tamam, beni alabilirsin." dedim hiç düşünmeden. Dayıma ve yengeme yıllardır çok yük olmuştum ve biraz olsun onları rahatlatmak istiyordum. Kendi paramı kendim kazanma zamanım gelmişti ve önümdeki bu fırsatı kaçırmak istemiyordum.

"İş mi arıyorsun?"

"Yani, evet. Kütüphaneyi de çok seviyorum biliyorsun." dedim yavru kedi gibi bakarak. "Alacak mısın beni?"

"Valla Ada ne yalan söyleyeyim sen çalışırsan gözüm arkada kalmaz."

"Oldu mu yani şimdi? Aldın mı beni? Ne zaman başlıyorum? Hemen başlayabilirim. Yalnız pazartesi günleri çalışamam çünkü okulum var. Hafta iznim pazartesi olsun."

"Ada dur sakin ol. Ben sadece alınacak kişi bulacağımı söyledim abime. Kalan teferruatları onunla halledersin."

"Abin mi?"

"Evet, abim.''

"E peki iş görüşmesi mi yapacağız? Nasıl olacak?"

"Abim müsaitse bugün gelir, konuşursunuz. Maaşını falan da söyler. Sen buradasın herhalde değil mi? Eğer durmayacaksan abimi arayıp uygun bir zaman için görüşme ayarlayayım."

"Buradayım, evet."

"Tamam abime mesaj atıyorum o zaman. Müsait olunca gelir gün içinde."

"Tamam o zaman ben derse geçiyorum."

"İyi çalışmalar Adacığım."

"Teşekkürler." dedim ve her zamanki masama geçip ders çalışmaya başladım.

Birkaç saat sonra karşımdaki sandalyeye biri oturmuştu. Bakmama gerek olmadan kim olduğunu anlamıştım. Deniz'di. Kokusundan tanımıştım.

"Selam." dedim başımı kaldırıp tam gözlerinin içine bakarak.

"Selam." dedi bakışlarını kaçırarak. "İş aradığını bilmiyordum."

"Birden oldu. Yani aslında seninle deniz kenarında otururken söylemiştin ya, daha o zaman benim için güzel olacağını düşündüm ama pek de cesaret edemedim."

"Eren güveneceği birini arıyor ve aramızda kalsın senden daha iyi birini bulacağını zannetmiyorum." dedi gülümseyerek.

Gülümsedim. "Güvenini boşa çıkarmam. En az onun kadar iyi bakacağım buraya... Yalnız benim hafta tatilim pazartesi günü olsa? Okulum var çünkü. Sadece haftanın bir günü ama."

"Sen ne zaman istersen o zaman olsun... Okulun neden haftanın sadece bir günü peki?"

"Normalde üç ay önce mezun olmam gerekiyordu ama bir ders yüzünden olamadım. Bu yıl o dersi alıyorum ve o ders sadece pazartesi günü."

"İmar hukuku dersi?"

Gülümsedim, hatırlıyordu. "Evet."

"Eren gibi sabahtan akşama kadar çalışmak zorunda değilsin... Bir de peşimde biriyle gezemem dedin ama bu kütüphanede bir güvenlik var ve sürekli burada duracak. Eren bırakıyor diye işi bırakmayacak yani."

"Sorun değil. Burası bir iş yeri ve kurallara uymam gerekiyor."

"O zaman anlaştık." dedi ve elini uzattı.

Ben de elimi uzattım. "Anlaştık."

Bir süre sustuktan sonra sessizliği bozan Deniz olmuştu. "Başarılı bir mimar olacaksın."

"Eğer mezun olursam, evet."

"Şirkette çok başarılı mimarlar var, istersen onlardan yardım alabilirsin. Senin için ayarlayabilirim."

"Teşekkür ederim ama çalışanlarını meşgul etmek istemem. Kendim hallederim diye düşünüyorum."

"Seni burada gördüğüm zamanlar ders mi çalışıyordun?"

"Hı hı... Ha bu arada, benden istediğin resmi evimde unuttun."

"Öyle oldu, ne zaman alabilirim peki?" dedi sevimli bir gülümsemeyle.

"Bugünlük daha fazla çalışmayacağım. Yani eğer sen de müsaitsen gidebiliriz."

"Tabii, bana uyar." dedi yerinden kalkarak.

Ona uydum ve ben de yerimden kalktım. Aramızda tuhaf bir iletişim vardı. Sanki yabancıydık, yeni tanışmıştık ve birbirimizi tanımaya çalışıyorduk.

On beş dakika sonra evimin önüne park ettiğimde Deniz de hemen yanıma park etti ve beraber evime çıktık. İçeri girdim ama Deniz dışarıda kalmış, girmemişti.

"Gelmeyecek misin?" dedim ona dönüp. Sanki benden kaçıyordu.

Seni öpmek isteyip öpemediği için kaçıyor olabilir mi acaba Ada?

"Resmi alıp giderim diyordum ama?"

"Bir şey içseydik. Geldin buraya kadar."

Deniz içeriye bir adım attı. "Peki o zaman."

Deniz salona geçtiğinde odama gidip üzerimi değiştirdim ve filtre kahve yapıp Deniz'in yanına gittim. Pencerenin önünde dışarıyı izliyordu.

Ayak sesimi duyduğunda bana doğru yaklaştı ve kahvesini sehpaya koyup koltuğa oturdu. "Teşekkür ederim."

"Afiyet olsun." diyerek hemen yanına oturup ona doğru döndüm ve ona yakın olan bacağımı bağdaş pozisyonuna getirdim. Dirseğimi de koltuğun sırt kısmına koymuştum. Deniz beni izledi ve hareketlerimi taklit edip bana doğru döndü. Başını eline dayamış beni izliyordu.

Gülümsedi. "Ne oldu?" dedim gülerek.

"Bir şey olmadı... Ada ben anne ve baban hakkında konuşurken haddimi aşmış olabilirim. Eğer seni üzdüysem-"

"Sorun değil." dedim buruk bir gülümsemeyle. Bu zamana kadar hep annemin penceresinden bakmıştım. Hep babamı suçlamıştım. Şimdi böyle bir gerçekle yüzleşmek bütün düşüncelerimi, geçmişimi, duygularımı alt üst etmişti.

"İyi misin?"

"İyiyim... Deniz dün akşam olanlar... Artık güvende miyim? Yani demek istediğim güvende miyiz?"

"Güvendeyiz." dedi sesli bir nefes vererek. "Bir süre yeni bir iş almayacağım. Ortalık biraz durulsun da ondan sonra."

"Bir şey olmayacak yani."

"Ben varken sana hiçbir şey olmayacak Ada."

"Ya sen olmazsan?"

"Olacağım." dedi Deniz son derece ciddi bir sesle. "Bu arada hastaneye gittin mi?"

"Hani amcanı arayıp soracaktın?" dedim sırıtarak.

"Senden öğrenmek daha cazip geldi."

"Hmmm öyle mi?"

"Öyle." dedi keyifli bir sesle ve yanağımın hemen yanındaki saçı kulağımın arkasına attı. Gözlerime sabahki gibi bakıyordu. "Cuma günü de gitmen lazım." dedi gülümseyerek.

"Gideceğim... Sen-" nasıl hatırlıyorsun diye soracakken cümlem yarıda kalmıştı.

Çünkü Deniz bir saniyelik bir süre içinde dudaklarını dudaklarımla birleştirmişti.

Loading...
0%