@_kubraakyol
|
Deniz'in dudakları benimkilerle birleştiğinde aklıma gelen ilk şeyi yaptım ve gözlerimi kapattım. İki seçeneğim vardı. Ya beni öpmesine izin verecektim ya da geri çevirecektim. Hızlı düşünemiyordum, tepkisiz kalmıştım. Beni neden öpüyordu ve ben buna neden izin veriyordum? Öpmek istemiyordum, benim hiçbir şeyim değildi. Öpmek istiyordum, nemli ve yumuşak teni beni kendine davet ediyordu. Nefesi dudaklarıma değdikçe bayılacak gibi oluyordum. Deniz birkaç saniyelik tepkisizliğimi fark edince dudaklarımı dudaklarıyla araladı. Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim olmamasına rağmen karşılık vermeye başladım. Kimsenin elini bile tutmazken, şimdi Deniz'in beni öpmesine izin veriyordum. Üstelik kendim de öpüyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibi heyecanlıyken Deniz elini omzum ve kulağım arasındaki bölgeye koydu. Tenimin yandığını hissettim. Nefes aldığımdan bile emin değildim. Bu tutku başımı döndürmüştü. Elimi yanağına koydum ve parmaklarımı kirli sakallarının üzerinde gezdirmeye başladım. Andan sıyrılmıştım. Sanki başka bir evrende sadece ikimiz vardık. Beni doyasıya öpüyordu, sanki tek kurtuluşu bendim. Yaklaşık otuz saniyelik bir süreden sonra dudaklarını dudaklarımdan ayırıp gözlerimin tam içine baktığında onu tanımıyormuş gibi bakıyordum. Hala yanağında olan elimi telaşla çektim. O ise parmaklarını boynumda dolaştırmaya devam ediyordu. İkimizden birinin bir şey söylemesi gerekiyordu. Çünkü saniyeler geçtikçe bulunduğumuz durum daha da tuhaflaşmıştı. Deniz düşüncelerimi okumuşçasına bir şey söylemek için dudaklarını araladığında ondan önce davrandım ve büyük bir panikle ayağa kalkıp pencereye doğru yürüdüm. "Deniz." dedim fısıltıyla. Ama duymuştu. "Ada ben çok özür dilerim." dedi pişman olduğunu belli eden bir sesle. Ayağa kalkmıştı, görmesem bile hissetmiştim. Ayak sesleri her adımında uzaklaşıyordu. Sanırım gidecekti. Arkamı dönüp baktığımda yoktu. Birkaç adım ilerlediğimde ise giriş kapısının açılıp kapandığını duydum. Gitmişti. Beni az önce öptüğü koltuğa oturup sanki ilk defa geliyormuşum gibi evimi incelemeye başladım. Benden istediği resim yine burada kalmıştı. Bana hediye ettiği kolyeye dokunup başımı geriye yasladım ve gözlerimi kapattım. Hemen önümde beliren görüntüleri hafızamdan silmem gerekiyordu. Silemeyecektim, kütüphanelerinde işe girmiştim ve Deniz neredeyse her gün oraya uğruyordu. Sürekli karşılaşabilirdik, onu her gördüğümde beni öptüğünü hatırlayacağıma emindim. Bundan sonra nasıl bir ilişkimiz olacağını bilemiyordum. Belki onun için hiçbir önemi yoktu, basit ve öylesine bir andı ve yarın unutacaktı. Ama benim için öyle değildi. İskeleden denize atlamak gibi derin, heyecanlı ama bir o kadar da büyüleyici başka bir an daha yaşadığımı hatırlamıyordum. Dudaklarımın değdiği ilk kişiydi, unutabileceğimi düşünmüyordum. Keşke bunu neden istediğini öğrenebilmemin bir yolu olsaydı. Derin bir nefes verdim ve gözlerimi açıp koltuktan kalktım. Kütüphaneye gitmek istiyordum. İşe başlayana kadar Eren'den her şeyi öğrenmem gerekiyordu. Hem belki biraz olsun kafamı dağıtırdım. *** ''Ben geldim yine.'' dedim Eren'in masasının başına dikildiğimde. ''Hoş geldin Adacığım... Ee ne zaman başlıyorsun işe?'' diye sırıttı şirin bir gülüşle. ''Hoş buldum." dedim ve ona kocaman bir gülümseme gönderdim. "Hemen başlayabilirim. Hatta öğrenmeye geldim şimdi.'' ''Oo sen tahmin ettiğimden daha heveslisin." "Tabi canım ne sandın?" dedim gururlu bir gülüşle. "Ee anlat bakalım Erenciğim. Sabah geldiğinde ilk işin ne oluyor?" "İlk işim kahve içmek oluyor genelde. Sonra bilgisayarı açıp o gün kitap teslim edecek bir üye var mı diye kontrol ediyorum. Bir sonraki adımım eğer yeni sipariş ettiğim kitaplar varsa onları dallarına göre ayırıp raflara dizmek oluyor. Tabi önce bilgisayara kaydediyorum, kaç tane geldi ne zaman geldi vs diye." "Bir şey soracağım Eren. Siz kimseden bir ücret almıyorsunuz. İnsanlar buradan ücretsiz yararlanıyor. E peki kitapları nasıl satın alıyorsunuz? Tamamen yardım amaçlı mı yani? Hiçbir karınız yok çünkü." "Kitapları holdingin bütçesinden alıyoruz. Ve evet, tamamen yardım amaçlı. Ayrıca sonuçta kitapları satmıyoruz. Ödünç veriyoruz. Bizden bir şey eksilmiyor yani. Paylaşmak güzel şeydir Adacığım." Onaylarcasına başımı salladım. "Anladım. Sosyal sorumluluk gibi bir şey yani. İhtiyacı olanlar için." "Aynen öyle." "E peki başka ne yapıyorsun?" "Biri kitap alacaksa kaydediyorum. Adını, soyadını, aldığı kitabı, ne zaman aldığını vs her şeyi yazıyorum. Biri üye olacaksa onu üye yapıyorum mesela." "Zor gibi görünmüyor." "Evet, her şey çok kolay. En son çıkmadan önce yerleri silip dağınık bir yer varsa topluyorum ve öyle çıkıyorum. Sen benim kadar burada durmak zorunda değilsin. Sabah onda gelirsin mesela. Ya da ne bileyim on bir de olur. Ben akşamları dokuzda kapatıyorum, sen yedide kapat istersen. Canın ne zaman isterse yani." "Pazartesi günleri okula gideceğim ya ben, o zaman kim açacak peki?" "O gün açmazsın. Kapalı olur bir gün." dedi ve masanın birkaç metre arkasındaki kapıyı gösterdi. "Kapının arkasında yataklı küçük bir oda var. Odada ayrıca tezgah ve mutfak eşyaları da var. Bir oda daha var, orada da tuvalet ve banyo var. İstediğin gibi kullan. Burası artık senin." ''Teşekkür ederim, buraya gözüm gibi bakacağım.'' ''Ona hiç şüphem yok zaten. Neyse, ben sana numaramı vereyim. Bir şey olduğunda, takıldığında sorarsın.'' ''Tamam, alışana kadar seni sürekli rahatsız ederim ama.'' dedim buruk bir gülümsemeyle. ''Ne rahatsız olması Ada? Sen benim en sevdiğim kütüphane arkadaşımsın. İstediğin zaman arayıp yazabilirsin." "E peki o zaman." Gülümsedim ve bir süre sustum. Eren'e Cemre'yi sormak istiyordum ama cesaret edemiyordum. Acaba nasıl bir ilişkileri vardı? Eren'le nasıl anlaşıyordu? "Eren bir şey soracağım." "Tabii, sor." "Cemre... Abinle ne kadar süre beraberdi?" "Üç sene." "Uzun bir süreymiş." "Evet. Cemre hep bizdeydi diyebilirim. Abimin onsuz geçen tek bir günü bile yoktu. Melis'le de çok iyi anlaşıyorlardı." "O zaman siz de abin kadar üzüldünüz." "Evet. Hala da atlatmış sayılmayız. Melis hala bunalımda. Kendini abim kadar sorumlu tutuyor." "Abini anlayabilirim belki ama Melis neden suçlu hissediyor?" "Kazadan bir ay kadar önce abimin ve Cemre'nin arası bozulmuştu. Hatta ayrılmış gibi bir duruma gelmişlerdi. Hiç konuşmuyorlardı, görüşmüyorlardı. Melis aralarını düzeltmek için Cemre'nin evine gitmiş. Onu alıp bize gelecekmiş. Tabi bizim hiçbirimizin haberi yok. Neyse Cemre'yle beraber bize gelirken yol kenarına park ettikleri bir zaman diliminde kaza olmuş." "Eğer özel değilse, bu kadar birbirlerini seviyorlarsa neden ayrılma noktasına gelmişlerdi? Atlatamayacakları kadar büyük ne yaşadılar ki?" "Senden gizlim saklım olmaz Ada, sana güveniyorum. Bu konuşulanların aramızda kalacağını da biliyorum." "Abine asla bahsetmeyeceğime emin olabilirsin." "Biliyorum... Konuya dönecek olursak, Cemre hamileymiş. Ama çocuk istemediği için ve bizim hayatımız da malum biraz tehlikeli olduğu için bebeği aldırmış. Risk almak istememiş yani. Abim ve biz kürtajdan sonra öğrendik hamile olduğunu. Affedemedi abim sonra... Aslında bence affederdi. Çok aşıktı çünkü. Ama kaza oldu işte." "Ya." dedim şaşkın bir sesle. "Çok üzücü.'' Bu durumda kime hak vereceğimi bilemiyordum. Cemre de Deniz de haklıydı. Cemre bebeği koruyamamaktan korktu belki de. Ama Deniz'in de bilmeyi hakkı vardı. Böyle bir şeyi saklamak hiç doğru değildi ama sonuçta Cemre'nin de neler yaşadığını bilmiyordum. Asla da öğrenemeyecektim. "Yarım kalan bir aşk oldu. Son bir kez konuşamadan ölüm onları ayırdı anlayacağın." dedi Eren boğuk bir sesle. Gözleri dolmuştu. Neden bu konuyu açmıştım ki? "Melis nasıl peki şimdi?" dedim Cemre konusunu kapatmaya çalışarak. "İyi. Bazen ayağa kalkıp yürüyecek hali bile olmuyor. Ama birkaç aydır dışarı çıkabiliyor, daha iyi yani." "E ne güzel işte bak ilerleme kaydetmiş." "İlaçlar sayesinde daha çok. Kalbi hala çok hasarlı." "Belki bir gün uygun kalbi bulur." "Umarım... Ada, buradayken dikkat et olur mu? Abim ve benim için değerlisin. Başına bir şey gelmesini istemeyiz. Gerçi kapıda Kerem var. Bugüne kadar hiçbir şey olmadı." Eren için değerli olduğumu biliyordum ama Deniz için değerli biri olduğumu hiç düşünmemiştim. Bana karşı beslediği tek duygunun suçluluk olduğunu düşünüyordum. Onun yüzünden tehlikedeydim, yaşadığı tek şey vicdan azabıydı. Eren yanılıyordu. "Bir şey olmaz merak etme." dedim güçlü tutmaya çalıştığım sesimle. ''Neyse o zaman sen şimdi gerçekten hemen başlıyor musun yoksa önümüzdeki salı mı başlayacaksın?'' ''Hemen başlıyorum, ne oldu ki?'' ''Hafta sonu ben artık gelmesem diyordum. Okul için hazırlık yapmam lazım. Kitaplığımı da düzenlemem gerekiyor bir yandan.'' ''O güne kadar hızlandırılmış ders vermen lazım o zaman bana. Sadece iki günümüz var.'' ''Her şeyi öğrenmen yarım saat bile sürmez, sen içini ferah tut.'' ''Sen öyle diyorsan.'' ''Öyle diyorum canım.'' Eren'le geçirdiğim birkaç saatten sonra kütüphaneden çıktım ve arabama döndüm. Artık eve gitme vaktiydi. *** 20 Eylül, Cuma Bugün kütüphanede ikinci günümdü ve yaklaştık bir saat sonra evime gidecektim. Eren gideli iki saat olmuştu. İşim çok eğlenceliydi, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Üstelik kendime zaman da kalıyordu ve ders çalışabiliyordum. İş konusunda da hemen hemen her şeyi öğrenmiştim ve hafta sonu ilk kez Eren olmadan çalışacaktım. Deniz'i görmeyeli kırk sekiz saati geçmişti. Beni öptüğünden bu yana ne görmüş ne sesini duymuş ne de kokusunu hissetmiştim ama beni öptüğü an aklımdan çıkmıyordu. Gözümü her kapattığımda hemen önümde beliren görüntüleri bir türlü aklımdan çıkaramıyordum. İki günlük yokluğu bende adını koyamadığım bir boşluk yaratmıştı. Acaba artık kütüphaneye gelmeyecek miydi? Gelmesini isteyip istemediğimi bilmiyordum. Aslında bunu neden düşündüğümü de bilmiyordum ve ona alışmış olmaktan korkuyordum. Ama yine de onu görme isteğimi bastıramıyordum. Kafamı iki yana salladım ve düşüncelerimi dağıttım. Dağılmış olan kütüphaneyi toplamam gerekiyordu, tabii daha yerler de silinecekti. İşlerimi halledip eve gitmek ve dinlenmek istiyordum. Her ne kadar eğlenceli olsa da henüz alışamadığım için yoruluyordum. Uykumu açmak için ve biraz olsun dinlenmek için kendime bir kahve aldım ve doksanlar şarkıları açıp her zaman oturduğum masaya oturdum. Adının Kerem olduğunu öğrendiğim çocuk hala kapının önündeydi ve evine gitmek için benim çıkmamı bekliyordu. Saat geç olduğu için Kerem'in daha fazla benim yüzümden burada dikilmesine vicdanım elvermiyordu. Sandalyeden kalktım ve yanına gittim. Kerem Deniz'in yaşlarındaydı ama o kadar çok kaslıydı ki yanında küçücük hissediyordum. "İstersen gidebilirsin Kerem, ben birazdan çıkacağım. Daha fazla bekleme benim yüzümden." "Olmaz Ada Hanım. Deniz Bey'in kesin emri var. Siz güvenli bir şekilde evinize gidene kadar asla gidemem buradan." "Bak sabahtan beri buradayız hiçbir şey olmadı. Bu saatten sonra da olmaz. Yoruldun, bütün gün oldu olduğun yerde duruyorsun." "Israr etmeyin Ada Hanım. Sizin evinize girdiğinizi görmeden hiçbir yere ayrılmam." "Kerem, en az bir saat daha buradayım. Vicdan yapıyorum gerçekten bak gidebilirsin." "Ada Hanım tekrar söylüyorum-" dedi Kerem ve bir kurşun sesi cümlesini yarıda kesti. Büyük bir çığlık attığım sırada Kerem büyük bir korkuyla önüme atladı ve silahını çıkartıp sesin geldiği yöne doğrulttu. "İçeri geçin. Çabuk, içeri geçin." "Seni burada bırakamam." dedim ve Kerem'i de kendimle beraber kütüphanenin içine sürüklemeye başladım. Kerem bana siper olmuştu ve geri geri kütüphaneye doğru ilerliyorduk. "İyi misiniz Ada Hanım? Bir yerinize bir şey oldu mu?" dedi bir silah sesi daha duyduğumuzda. Bir çığlık daha attım. "İyiyim Kerem. İyiyim. Sen iyi misin?" dedim ve kütüphanenin içine girdik. Hiç beklemeden kapıyı kilitledim. Şükürler olsun ki camlar kurşun geçirmiyordu ama her ihtimale karşı içeriye doğru ilerledik ve bir kolonun arkasına saklandık. Kerem telefonunu çıkardı ve kulağına götürdü. "Hakan abi, Karahanların adamları kütüphaneye saldırdı. Acil buraya adam gönder... Biz iyiyiz... Birazdan giderler kesin ama yine de arayayım dedim... Tamam abi bekliyoruz." dedi ve telefonu kapattı. "Deniz'e haber vermeyecek misin Kerem?" "Hakan abiyle halledeceğiz Ada Hanım." Kerem'i dinlemedim ve telefonumu cebimden çıkartıp Deniz'i aradım. İlk çalışında açmıştı. "Ada." dedi heyecanlı bir sesle. "Deniz, Karahanların adamları geldi." dedim yutkunarak ve korku dolu bir sesle. "Ne diyorsun Ada sen? Ne zaman geldiler? Ne oldu? Sen iyi misin şimdi?" dedi telaşla. Az önceki heyecanlı sesinden eser yoktu. "Kerem nerede?" "Kerem burada yanımda. İyiyiz. Kütüphanedeyiz. Ama onlar hala dışarıda Deniz. İki el ateş ettiler." "Size bir şey oldu mu Ada? İyi misiniz?" dedi korkuyla. "Olmadı, iyiyiz. Bize isabet etmedi." "Tamam, şimdi sakin ol Ada. Eren de söylemiştir, camlar kurşun geçirmez. Korkma sakın. Hemen geliyorum. Sakın dışarı çıkmayın." "Tamam." dedim ve Deniz telefonu kapattı. "Benim bildiğim Deniz Bey sizi bir daha burada tutmaz." "O ne demek Kerem?" "Eren Bey burayı açmak istediğinde Deniz Bey demişti ki En ufak bir tehlikeyle karşılaşırsan burayı kapatırım." "Yani şimdi bu saldırı yüzünden Deniz'in burayı kapatacağını mı söylüyorsun?" "Evet... İlk defa oluyor bu. Daha önce buraya gelmemişlerdi." Derin bir nefes verip dayandığım kolonun dibine çöktüm ve bacaklarımı karnıma çektim. Bir an önce Deniz'in gelmesi için dua ediyordum. "Sence giderler mi?" "Yine bir şeyler batmıştır bunlara, bir iki gözdağı vermek istiyorlar belli ki. Arkalarına bile bakmadan kaçarlar birazdan, korkmayın siz." "Bana siz diye hitap etmene gerek yok Kerem. Ben senin patronun değilim." "Siz Deniz Bey'le böyle şey olunca." "Ne olunca?" "Yani... Yakın." Ne diyeceğimi bilemeden şaşırıp kalmıştım. Dışarıdan nasıl görünüyorduk acaba? "Biz normal arkadaşız Kerem." "Öylesinizdir elbet de-" "Bak ben de Deniz'in bir çalışanı sayılırım. Seninle eşitiz yani." diye sırıtıp lafını böldüm. "Bana Ada diyebilirsin." "Peki. Deniz Bey bununla ilgili bana bir şey söylerse açıklama yaparsın ona göre." "Tamam tamam, anlaştık... Neyse sen ne zamandır burada çalışıyorsun?" dedim ve korkumu biraz olsun bastırmak için Kerem'le sohbet etmeye başladım. "Bir yıldır." "Korkmuyor musun peki böyle riskli bir iş yapmaktan?" "Deniz Bey'in bütün adamları, işe alındıktan sonra özel bir eğitim alıyor. Savunma sporları, dövüş sporları ve benzeri şeyler anlayacağın. Sonuç olarak kimse korkmuyor, zaten sonuçlarını bilerek başlıyoruz bu işe." "Can güvenliğin yok Kerem. Nasıl bu kadar rahatsın?" "Kurşun geçirmez yelek giyiyorum laf aramızda." diyerek sırıttı. "Ben yapamazdım sanırım. Bir senedir iyi dayanmışsın." "Bir yıl değil on yıl." Anlamayan gözlerle baktım. "Bir yıldır burada çalışıyorum evet ama ondan önce de Eren Bey'in özel korumalığını yapıyordum. O nereye ben oraya. Şimdi başka birisi koruyor onu gerçi." "Baya alışmışsınızdır birbirinize o zaman." "Tabii öyle." "Kerem bir şey soracağım." "Tabii sor." "Neden Deniz'i değil de Hakan'ı aradın?" "Deniz Bey'i korkutmak istemedim. Kazadan sonra travma gibi bir şey oldu onda. Ne zaman bir şey olsa yine dört yıl önceki gibi sonuçlanacağını düşünüyor. O yüzden halledebileceğimiz şeyleri biz ona çaktırmadan hallediyoruz." "Ben yani yanlış bir şey mi yaptım şimdi?" "Yani tam olarak öyle sayılmaz tabii." ''Bu Hakan dediğiniz kişi kim peki? Bir şey olunca herkes ilk onu arıyor da.'' ''Hakan abi Deniz Bey'in sağ kolu diyebilirim. Yirmi beş senedir Aladağlar için çalışıyor. Deniz Bey hepimizi sever ama onu ekstra sever. Komutları genelde ondan alıyoruz mesela.'' ''Anladım. Ne zaman gelir bir şey söyledi mi? Ben biraz korkmaya başladım da.'' ''Korkma, dışarıdakiler çoktan gitmiştir. Hakan abiler de on dakikaya gelir diye umuyorum. Buraya yakınlardı çünkü.'' Başımı aşağı yukarı sallarken kolonun arkasından cama baktım. Deniz gelmişti ve kapıya vurmak üzereydi. Kerem'in uyarılarına aldırmadan olduğum yerden kalkıp koşarak kapıya gittim ve kilidi açıp Deniz'in içeriye girmesini bekledim. Ona sarılmak istiyordum çünkü korkumu yenmemi sağlayacak tek yol buydu. Deniz bunu hissetmiş olacak ki içeriye girer girmez beni kendine çekti ve göğsüne sıkıca bastırdı. Hareket bile edemiyordum. ''Ada.'' dedi yorgun bir sesle. ''İyi misin?'' Onu görmemek bende bir eksiklik hissi yaratmıştı ve ben bunu ancak şimdi fark ediyordum. ''Kerem nerede, iyi mi?'' ''İyiyim.'' dedim boğuk bir sesle. ''Kerem de iyi.'' Deniz birden ''Kerem.'' diye bağırdı. Kerem'i göremiyor olsam da yaklaştığını adım seslerinden anlamıştım. Yanımıza doğru geliyordu. ''Efendim Deniz Bey.'' ''Dışarıda bekle bizi. Kimse yok, gitmiş Melih'in adamları. Hakan'ı da ara, gelmesinler.'' Kerem ''Tamam, ben haber veriyorum.'' dedi ve ayak sesleri uzaklaştı. Birkaç saniye sonra da kapının kapanma sesini duydum. Kerem çıktığında Deniz tekrardan bana odaklandı ve ''Ada.'' diyerek konuşmaya devam etmeden başımı ellerinin arasına alıp gözlerini gözlerime sabitledi. ''Bundan sonra yanımdan bir saniye bile ayrılamazsın.'' Ne dediğinin farkında olup olmadığını anlamadığım için soran gözlerle baktım. ''Nasıl yani?'' dedim çatallı bir sesle. ''Ayrılamazsın işte. Polise gitmedim, ihaleden çekildim ama hala, hala çevremdekilerle uğraşıyorlar. Bir çözüm bulmam lazım. Bulana kadar da gözümün önünde olmak zorundasın.'' ''Sen söylediğin şeyin nereye vardığının farkında mısın Deniz? Ne demek gözümün önünden ayrılamazsın? Benim kendi hayatım var, evim var, arkadaşlarım var, okulum var. Çalışmam lazım. Paraya ihtiyacım var. Yani ne demek, ne demek yanımdan bir saniye bile ayrılamazsın?'' ''Sakin ol Ada. Bir süreliğine sadece. Yarın seninle bir yere gideceğim.'' ''Deniz.'' diyerek cümlesini böldüm. ''Böyle bir şeyi asla kabul edemem. Gölgen gibi beni sürekli yanında mı gezdireceksin? Ben tüm hayatımı geride bırakıp hayalet gibi senin yanında mı dolaşacağım?'' dedim ve geriye bir adım atıp ondan uzaklaştım. ''Bir süreliğine diyorum ya Ada. Bir dinlersen eğer.'' Başımı iki yana hızlıca salladım. ''Güvende olmanı sağlayacak tek yol şimdilik bu.'' ''O gün, yani hastane çıkışı peşimizden silahla geldiklerinde yanındaydım. Peki güvende miydim? Hayır... Üzgünüm Deniz ama hiç ikna olmadım.'' ''İkna etme gibi bir çabam yok Ada. Söylediğimi yapacağım zaten.'' ''Beni zorla alıkoyacaksın yani?'' ''Gerekiyorsa evet.'' ''İstemiyorum Deniz. Ben kimsenin himayesinde yaşayamam. Birilerinden kaçarak yaşayamam.'' ''Nasıl bir hayatımız olduğunu biliyordun Ada. Peki ne yaptın? Geldin kütüphanemizde işe başlamak istediğini söyledin.'' ''Sen de kabul ettin. Hem... Hem para kazanmak zorundayım Deniz. Benim senin gibi başında olduğum bir şirketim yok.'' Deniz ''Anlaşıldı, böyle olmayacak.'' dedi ve takip edemediğim kadar hızlı bir zaman diliminde beni bacaklarımdan kaldırıp bir çırpıda omzuna attı. ''Deniz ne yapıyorsun? Bu yaptığın saçmalık, çabuk bırak beni... Deniz sana diyorum.'' Deniz beni dinlemedi ve kapıya doğru hızlı adımlarla ilerleyip dışarı çıktı. ''Kerem, Ada'nın çantasını al, kapıyı kilitle ve peşimden gel.'' ''Tamam Deniz Bey, nasıl isterseniz.'' Kerem'in yanında gürültü yapmamak için susmuş olsam da Deniz biraz ilerlediğinde tekrardan çırpınmaya devam ettim. ''Deniz bu yaptığın hiç ama hiç doğru değil.'' ''Doğru yapıp tehlikede olmandansa yanlış yapıp güvende olmanı tercih ederim.'' ''Başım dönüyor artık indir beni Deniz. Resmen adam kaçırmak denir bu yaptığına.'' ''Doğru, kaçırıyorum. Çünkü tatlı dille söyledim, kabul etmedin.'' ''Deniz bırak yoksa bağıracağım.'' ''Pazarlık yapmayacağım.'' ''Deniz ben evime gitmek istiyorum. Bir eşya gibi beni yanında taşıyamazsın. Kendi evimde de güvende olurum. Niye beni korumak zorunda hissediyorsun? Sen vicdanını rahatlatacaksın diye beni evinde tutsak edemezsin.'' ''Tutsak mı? Seni hapsedeceğimi düşünmüyorsun herhalde?" Cevap vermek yerine homurdandığım sırada Deniz beni yavaşça yere indirdi ve dengemi sağladığıma emin olana kadar kolumu tuttu. Arabasının yanına gelmiştik. ''Hadi Ada biner misin arabaya?'' dedi kapıyı açıp. Ellerimle yüzümü kapattım ve derin bir nefes verdim. Çantam ve arabamın anahtarı Kerem'deydi. Yani şu an Deniz'in yanından koşarak uzaklaşsam bile hiçbir şey yapamazdım. Bu yüzden istemeye istemeye arabaya bindim ve kapıyı kapatıp emniyet kemerimi taktım. Birkaç saniye sonra Kerem de geldi ve çantamı Deniz'e uzattı. Deniz bir yandan çantamı karıştırırken bir yandan da Kerem'e bir şeyler anlatıyordu. Ne konuştuklarını duymak için kapıyı açtım. ''Kerem al bu anahtarı, Ada'nın arabasını benim evime götür. Biz de daha sonra geleceğiz. Evin çevresini iyi kontrol edersiniz.'' dedi Kerem arabamın anahtarını alırken. ''Hakan abiye söyleyeyim mi? Daha fazla kişi olsun evin orada.'' ''Tolga ve Özkan evde. Başka kimseye gerek yok. Fazla kalabalık olmasın. Eren'e bir şey anlatmayın. Ben kendim konuşacağım onunla." ''Tamam Deniz Bey, dikkat edin.'' ''Sen de dikkat et Kerem.'' Kerem uzaklaşırken kapımı kapattım. Birkaç saniye sonra Deniz de koltuğuna geçti ve çantamı bana uzatıp arabayı çalıştırdı. ''Ne zamana kadar sürecek bu?'' ''Uzun sürmeyecek Ada merak etme.'' ''Uzun sürmeyecek derken? Bunu biraz açar mısın? Bir gün, iki gün, bir hafta, bir ay?'' Deniz gözlerini yoldan ayırdı ve birkaç saniye gözlerime bakıp tekrar yola odaklandı. ''Bilmiyorum.'' ''Bilmiyorsun demek... Ne güzel.'' dedim sitem dolu bir sesle. Birbiri ardına gelen bu zincirleme olaylara inanamıyordum. Paradoksa girmiş gibiydim. Deniz'i biraz da olsa anlayabiliyordum. Başıma gelenlerden kendisini sorumlu tutuyordu ve beni korumaya çalışıyordu. Ama beni hayatımdan soyutlamaya hakkı yoktu, bu noktayı atlıyordu. Kendime de şaşırıyordum. Davranışlarıma anlam verememeye başlamıştım. Bundan bir ay önce bana, Peşinden silahlı adamlar kovalayacak ve sen buna sebep olan adamın kütüphanesinde işe gireceksin, hatta onun evinde kalacaksın. deseler Hadi oradan. derdim. Ama şimdi o adamın yan koltuğuna oturmuş, onu izliyordum. "Aç mısın?" Deniz sanki başka bir boyuttaymışız gibi, konumuzla hiç alakası olmayan bir soru sorunca şaşırıp kalmıştım. "Yemek düşünecek bir halde değilim." dedim kuru bir sesle ve cama dönüp başımı cama yasladım. Camın yansımasından Deniz'in telefonunu kulağını götürdüğünü görebiliyordum. Birini arıyordu. "Alo baba, Eren uyudu mu?... Kütüphaneyi kapatacağım... Kapatacağım işte... Evet, Eren'e şimdilik söylemeyin, ben yarın anlatacağım ona... Daha sonra konuşuruz bu konuyu şimdi müsait değilim... Melis nasıl?... İyi iyi güzel. Herkesi öp benim için... Görüşürüz." Kerem'in tahmini doğru çıkmıştı. Deniz kütüphaneyi kapatacaktı. Son zamanlarda kendimi huzurlu hissettiğim tek yerin artık olmayacak olmasına bir çözüm bulmalıydım. Tek çare kaçmak olmamalıydı. "Senin korkak olduğunu düşünecekler." dedim başımı ona çevirmeden. "Beni kaçırman, kütüphaneyi kapatman çözüm mü? Böyle mi koruyorsun çevrendekileri? Toplumdan soyutlayarak mı?" "Şu anda beni anlayacağını hiç düşünmüyorum. O yüzden evde konuşalım olur mu?" Cevap vermek istemeyecek kadar bitkin hissediyordum. Zaten haklıydı, ben de şu anda onu anlayabileceğimi hiç düşünmüyordum. O yüzden sustum. On beş dakikalık sessiz bir yolculuktan sonra benim evimin önündeydik. Sanırım eşyalarımı alabilmem için ben buraya getirmişti. "Yanına eşya almak istersin diye düşündüm." dedi tam da düşündüğüm şeyi bana söyleyerek. Başımı aşağı yukarı salladım ve arabadan yavaşça indim. Deniz'in de kapısı açılıp kapanmıştı. Belli ki o da geliyordu. "Senin gelmene gerek yoktu, birkaç parça bir şey alıp geleceğim." Cevap vermedi ve eve doğru ilerlemeye başladı. Ben de bekletmeden peşinden yürüdüm. Evime çıktıktan sonra eşyalarımı küçük bir valize doldurdum ve salona geçtim. Deniz beni bekliyordu ve elinde de yaptığım resim vardı. Almış olmasına bir yorum yapmadım ve "Ben hazırım." diyerek tam önünde durdum. Çantama uzandı. "Ben taşıyayım." "Gerek yok." dedim ve çantayı arkama sakladım. "Niye böyle davranıyorsun?" dedi sitemli bir sesle. "Nasıl davranıyormuşum?" "Böyle işte. Kaçıyorsun benden. Düşmanınmışım gibi." Aslında kaçmıyordum. Beni öpüşünden sonra ilk kez karşı karşıya gelmiştik. Evet onu görmek istiyordum ama karşısında nasıl davranmam gerektiğine dair hiçbir fikrim yoktu. "Kaçmıyorum Deniz. Neden kaçayım?'' "Emin misin?" "Eminim... Gidecek miyiz yoksa burada durmaya devam mı edeceğiz?" ''Çantanı ver gidelim.'' ''Pazarlık yapmayacağım.'' dedim beni omzunda taşırken bana söylediği cümleyi taklit ederek. Gülümsedi. ''Taklit demek.'' ''Hı hı. Taklit.'' dedim ve gülmemeye çalıştım. Deniz daha da gülümsedi. ''Peki, o zaman gidelim.'' Aşağı indiğimizde küçük valizimle kol çantamı arka koltuğa koydum ve yerime oturdum. Deniz o sırada bagaja benden aldığı resmi koymakla meşguldü. Resmi unutmaması içten içte beni mutlu etmişti. Yıllar geçse bile baktığında beni hatırlayacak mıydı bilmiyordum ama bana ait bir şeyin etrafında olduğunu bilmek beni nedensizce heyecanlandırmıştı. "Kemerini takmayı unutmuşsun." dedi arabaya bindiğinde ve arabayı çalıştırdı. Benim için neden bu kadar dikkatli olduğunu anlayamıyordum. Derin bir nefes verdikten sonra düşüncelerimi sonlandırıp kemerimi taktım ve cama doğru dönüp başımı cama yasladım. Uykum vardı ve uyumak istiyordum. *** 21 Eylül, Cumartesi Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu ve bu zamana kadar hiç yatmadığım kadar rahat bir yataktaydım. Eve ne zaman gelmiştik, içeriye ne zaman girmiştik, yatağa nasıl yatmıştım hiçbirini hatırlamıyordum. Telefonuma baktım. Saat sekiz olmuştu. Esneyerek yataktan kalktım ve dünkü kıyafetlerimi çıkartıp yenilerini giyerek aşağı indim. Acaba Deniz evde miydi? Mutfağa gittiğimde Ülkü Hanım'ı gördüm. O da benim gibi erkenciydi anlaşılan. ''Günaydın.'' dedim çatallı bir sesle. ''Günaydın çocuğum. Neden erkenden uyandın böyle?'' diye gülümseyerek beni yanıtladı. ''Çok uyuyabilen biri değilim... Deniz çıktı mı?'' ''Yok kızım çıkmadı. Uygar'la beraber terasta. Gece hiç uyumamışlar. Bugün dışarı çıkmaz diye düşünüyorum." ''Uygar da mı gelmiş?'' dedim dolaptan bardak almaya çalışırken. Çok susamıştım. ''Evet, sizden hemen sonra gelmiş. Ben uyuyordum o geldiğinde. Sana kahvaltı hazırlayayım.'' ''Teşekkür ederim Ülkü Hanım, şimdi yemeyeceğim.'' dedim ve yatağa nasıl gittiğimi sorabileceğim birini bulduğum için şükrettim. ''Şey biz yani ben içeri girerken uyuyor muydum?'' Ülkü Hanım küçük bir kahkaha attı. ''Uyuyordun kızım. Deniz kucağında getirdi seni. Yatağını ayarladım, hiç gözünü açmadan uyumaya devam ettin.'' Başımı öne eğdim. Yanaklarım kızarmış mıydı acaba? ''Aç gelmişsin eve gece. Deniz özellikle tembih etti. Sabah uyanınca kahvaltı yaparsınız diye.'' ''Peki madem, birazdan yerim ama siz zahmet etmeyin. Ben hallederim.'' ''Olur mu kızım öyle şey? Sen geç salona. Hazır olunca çağırırım ben. Hem bir süre misafirimiz olacakmışsın. İlk günden yormayalım seni.'' İçimden gelmiyor olsa da kabul ettim. ''Tamam o zaman, kolay gelsin.'' ''Sağ ol kızım.'' Mutfaktan çıktım ve terasa gitmek için merdivenlere yöneldim. Deniz dün gece bir yere gideceğimizi söylemişti. Hem bunu sormak hem de onun evinde kalmak zorunda oluşumun tartışmasını yapmak için Deniz ve Uygar'ın yanına gidecektim. Terasa az kala bir mesafede adımın geçtiği bir konuşma duyunca etik kuralları boş verdim ve duvarın arkasına saklanıp konuşmalarını dinledim. Uygar konuşuyordu. "Niye izin verdin ki Ada'nın kütüphanede işe başlamasına? Beladan uzak tutacağına gelmişsin dibine sokmuşsun kızı." "Benim yüzümden başına gelmeyen kalmadı. Belki kütüphanede olursa korurum diye düşündüm, yanılmışım." "Çok güzel korumuşsun, silahlı saldırı yapmışlar kıza." "Benim yüzümden bunları yaşıyor olması benim de hoşuma gitmiyor Uygar. Bir çözüm bulana kadar da burada yaşaması lazım. Biliyorsun buraya gelmeye teşebbüs etmediler bu zamana kadar." "Çanta gibi sürekli yanında mı gezdireceksin Ada'yı?... Siz bu adamlarla yıllardır düşmansınız Deniz. Devam ediyorlar, devam da edecekler. Hadi bitti diyelim, Tamam artık güvendesin, git. mi diyeceksin?" "Bunları o zaman düşünürüm... Zaten yüzüne bakamıyorum." "Ben olsam ben de bakamazdım Deniz. Kaç oldu kızın başına neler geliyor." "O yüzden değil." "Ne? Ne oldu?" Deniz bir süre sustu ve derin bir nefes verip Uygar'ı yanıtladı. "Onu öptüm." Kulaklarıma inanamıyordum. Beni öptüğünü Uygar'a söylemişti. "Nasıl? Nasıl yani? Öptüm derken?" dedi Uygar şaşkınlıkla. Sanırım hiç beklemediği bir şey duymuştu. "Anladın işte Uygar." "Deniz sen dört yıldır Melis hariç kimsenin elini bile tutmadın. Ne demek Ada'yı öptüm? Niye yaptın böyle bir şeyi?" İnan ben de bunu çok merak ediyorum Uygar. Deniz'in ne söyleyeceğini çok merak ediyordum ve duymama ihtimalime karşı nefes bile almadan kulağımı iyice kapıya yaklaştırdım. "Bilmiyorum." "Böyle cevap mı olur lan? Niye öptün kızı? Pişman mı oldun sonradan? Günah çıkarmak için mi anlatıyorsun bana?" "Hayır pişman değilim." "Deniz Ada'nın yanlış anlayacağını düşünmedin mi? Gerçekten aklım almıyor. Kız neler düşündü acaba? Yüzüne bakamıyormuş. Tabii bakamazsın." "Uygar tamam uzatma." ''Acıyor musun ona, şefkat mi duyuyorsun? O yüzden mi öptün?'' ''Ne alakası var Uygar? Neden acıyayım? Hayatımda tanıdığım en güçlü insanlardan biri o.'' ''Yaşadıklarınız birbirine benziyor çünkü. Kendini yakın hissetmişsindir, haline üzülmüşsündür falan.'' ''Saçmalıyorsun Uygar. Şefkat duyduğum doğru. Ama bu yüzden öpmedim. Öyle olsa şefkat duyduğum herkesi öpmem gerekirdi değil mi?'' ''E tamam söyle o zaman, yıllardır kimsenin yüzüne bakmıyorsun. Ve şimdi gelmiş bana Ada'yı öptüğünü söylüyorsun. Neden öptün diyorum, bir cevap da veremiyorsun.'' ''Bilmiyorum Uygar. Anlık bir şeydi işte. Sorma daha fazla.'' ''Hoşlanıyorsun o zaman Deniz, ben onu anladım bu cevaplarından.'' Uygar'ın cümlesiyle olduğum yere çakıldım. Gerçekten böyle bir şey olabilir miydi? Hayır olamazdı, çünkü Deniz Cemre'yi çok sevmişti ve hala onun yasını tutuyordu. Hem benden hoşlanması için hiçbir sebep yoktu. Uygar'ın söylediği ilk ihtimal daha gerçekçiydi. Yaşadıklarımız benziyordu, Deniz bu yüzden kendini bana yakın hissetmişti ve halime üzüldüğü için anlık bir hisle beni öpmüştü. Deniz'in ne söyleyeceğini ne kadar merak ediyor olsam da asla öğrenemeyecektim. Çünkü Deniz'in telefonu çalmıştı ve konuşmaları bölündü. ''Efendim baba?... Hayır gitmeyeceğim bugün işe. Bütün gece uyumadım... Siz nasılsınız?... Akşama doğru geleceğim. Eren'e anlatırım, hem Melis'i görürüm...Tamam görüşürüz.'' ''Sen bugün şirkete gidecek misin Uygar?'' dedi Deniz telefonu kapattıktan sonra. Az önceki konu kapanmıştı. Ben de daha fazla konuşmalarını dinlememeye karar verdim ve sessizce merdivenlerden indim. Ev çok büyüktü. İkinci katta beş tane oda, zemin katta ise kocaman salona ek olarak iki oda daha vardı. Sanırım o odalarda Ülkü Hanım ve Deniz'in korumaları kalıyordu. Salona geçtiğimde büyük olan duvarda yaptığım resmin asılı olduğunu görünce gülümsedim. Her zaman gözünün önünde olacağı bir yer seçmişti. Ada ve Deniz... Bu sadece bir resim değildi. İsimlerimizin nesneye dönüştüğü bir tabloydu ve ben bir gün bu tabloyu parçalara ayıracağımdan habersiz, kollarımı göğsümde birleştirip gülümseyerek izlemeye devam ettim. |
0% |