Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm : Beklenmeyen

@_lovestory17

 

 

Hayat planladığımız gibi gider mi her zaman?

 

Ya da zamanımızı planlayabilir miyiz?

 

Ne zamanı planlarımıza, ne de planlarımızı zamana uydurabilirdik.

 

Bunu daha iyi anlayabileceği bir an olduğunu sanmıyordu Yağız Demir.

 

Bugün onun bir planı vardı, karşısındaki kadınla planları vardı ama hiçbir şey planladığı gibi gitmemişti.

 

O bugün buluşmaya gidip karşısındaki kadına umut vermeden bir yemek yiyip, ona bir evlilik istemediğini söyleyecek ve bu durumdan kısaca sıyrılacaktı.

 

Yani planları şu randevudan sıyrılıp hayatına devam etmekti.

 

Şimdi ise o kadınla gelmekten hoşlandığı bu yere gelmişti. Hâlbuki zaten geç kaldığı için gitmeyebilirdi. Onu üç buçuk saat geçmesine rağmen oraya götüren neydi? Peki ya gitmediğini gördüğünde içinde oluşan o his? Israrı, teklifi ve kendini tanıtmaktan kaçınması? Bunların hepsini yaparken keyif almıştı. Şu anda da kadının şaşkınlıkla karışmış hafif öfkesini de izlerken keyif alıyordu ve ufak gülümsemesini göstermekten de çekinmiyordu.

 

"Sen."

 

"Ben."

 

"Amacın neydi tam olarak?"

 

"Sözümü yerine getirmek."

 

"Sen verdiğin sözleri böyle mi yerine getiriyorsun?"

 

Onaylamaz bir ses çıkarttı diliyle. "Sana özeldi."

 

"Ah ne kadar sevindim, mutlu oldum bilemezsin," dedi alay dolu bir sesle. Adam resmen onunla alay ediyordu.

 

"Bu kadar sevindiysen her zaman yapabilirim." Bu flörtöz tavırlarına kendisi de şaşkındı. Kimseye bu şekilde yaklaştığını hatırlamıyordu.

 

"Kalsın." Ayaklandı ve çantasını koluna taktı. Yağız Demir'de onunla birlikte ayaklandı.

 

"Gidecek misin?"

 

"Evet."

 

"Kalsan?" dedi ama hiç umudu yoktu.

 

"Beni kandıran biriyle daha fazla karşılıklı oturmaya niyetim yok." Sesi keskindi. Bir karar vermişti ve onun da geri dönmeye niyeti yoktu.

 

İçeriye girmek için birkaç adım attığı an önüne bir set gibi çıktı adam. "Seni kandırmadım. Bunu yapmadım." Genç kızın tam önünde durdu ve gözlerine baktı. O muziplik yerini ciddiyete bırakmıştı. Duru'nun asla böyle düşünmesini ve kötü hissetmesini istemiyordu.

 

"Peki ne yaptın? Dur ben söyleyeyim." Kollarını birbirine kavuşturdu ve çenesini dikleştirdi. "Benden kim olduğunu sakladın. Ekildin sanırım diye güldün, yetmedi ben de bir kadın tarafından ekildim dedin ki külliyen yalan. Ben seni bekledim, gelmeyen sendin."

 

"Beni o kadar süre bekleyen bir kadını öylece göndermek istemedim. Sende biliyorsun ki sana orda kim olduğumu söyleseydim benimle buraya gelmezdin." Ellerini pantolonunun ceplerine yerleştirdi ve tek kaşını kaldırdı.

 

Öyle dercesine başını salladı. "Evet gelmezdim." Etrafa kısacık göz gezdirdi dışarıdaki tüm masalar boştu ve görünürde kimse yoktu. Biraz daha yaklaştı adama ve yüzünü yüzüne yakınlaştırıp gözlerinin içine bakarak konuştu. "Çünkü haklıydım. Bir haber verilmeyi hak ediyordum ki bu senin yapamayacağın bir şey değildi diye düşünüyorum." Neden gelmedin diye hesap soramazdı çünkü ortada küçük bir çocuk vardı, o bir doktordu ve hastası vardı.

 

Kendisine bakan badem gözlü kızın göz kenarında takıldı kısa bir süre. Oldukça soluk bir ben vardı sol gözünün biraz altında, elmacık kemiğinin üstünde. O da biraz eğildi, aksi halde kızla yakınlaşmaları mümkün değildi. Çok kısa sayılmazdı ama ona göre öyleydi ve emindi ki bunu karşısındaki kıza şu an söylese kendisini parçalayacak potansiyele sahipti.

 

"Haklısın ama ben de kendime göre haklıyım. Bence ne yapalım biliyor musun? Kozlarımızı paylaşacağımız yeni bir buluşma ayarlayalım ve kimin gerçekten haklı olduğuna karar verelim." Duru'nun bu oyuna düşmeyeceğini biliyordu elbette ama yine de denemek istedi.

 

"İspatlamak isteyeceğim bir şey yok." Siyah tirkosunun üzerine aynı renk kabanını giydi ona bakan adama aldırmadan. At kuyruğu yaptığı saçları biraz bozulmuş, gevşemişti ama pek umursamadı. Önüne duran adamın çekilmesini beklemeden yanından geçti, açık cam kapından da geçip bunaltmayan sıcaklıktaki ortama girdi. Yanaklarının soğukluğunu şimdi hissetti. Kapalı havada dışarıda oturma fikri pek akıl kârı değildi şimdi bakınca.

 

Kasaya yöneldi ve elinde tuttuğu çantasından cüzdanını çıkardı. Genç bir kız onu karşıladı güleryüzle.

 

"Hesap ödemeniz yok hanımefendi."

 

"Nasıl yok? Az önce yemek yedim."

 

"Hesap ödendi." Sabır diler gibi nefeslendi ve bir elini kasa masasına yasladı. Hayır arkasına dönmeyecekti, hayır.

 

"Kendi hesabımı kendim ödeyeceğim. Başkasından ödeme almanız beni ilgilendirmiyor." Kartını karşıdaki kadına uzattı. "Alın lütfen. Beyfendinin ödemeyi yapması önemli değil. Ona iade yapabilirsiniz." Karşısında söylenen kadına güldü. Farkında mıydı bilmiyordu ama tatlıydı.

 

"Hayır ödemeyi beyfendi yapmadı. Mekanın sahibi ödeme alınmamasını istedi. İyi günler size." Daha fazla uğraşmak istemedi, inatlaşacak değildi. Kısa bir iyi günler mırıldanıp kapıya yöneldi. Kapıyı açtı ve bedenini dışarı attı, tam o anda adamın sırtını döndüğünü gördü.

 

Duru, ardına dönüp bakmıştı ama Yağız Demir bunu görmemişti.

 

Kendini arabasına atıp hemen ısıtıcıyı açan genç kız düşünceler denizinin içinde oradan uzaklaştı.

 

Geride hayal kırıklığı içinde bir adam kalmıştı.

 

Bu kadar sinirlenip bir daha görüşmek istemeyeceğini tahmin etmemişti. Zaten bir tahminde bile bulunmamıştı ki. Herşey doğaçlamaydı. İçinden ne geçtiyse öyle davranmıştı ilk kez, keşke yapmasaydım diye düşündü.

 

İncinmesin diye yemeğe çıktığı kadını başka bir şekilde kırmıştı ya da belki umrunda bile değildi. Onun bu halini gördükten sonra ciddiyetsiz biri olduğuna karar verip boşvermişte olabilirdi. Hadi ama, o daha önce kime "kalsan" demişti ki? Olmadığı şeylerle itham edilmişti.

 

Can sıkıntısıyla ofladı. Masadan kalktıklarından beri durduğu yerde durmuş düşünüyordu. Çok mu yanlış davrandı? Yanlış bir şey mi söyledi yoksa çok mu çapkın göründü ona?

 

Neyse, dedi, neyse. Kapının küçük zilini duyduğu zaman masaya yöneldi ve telefonunu aldı. Küçük dokunuşlarla üstünü başını düzeltti ve çıkmak için kapıya yöneldi. Kasadaki kumral saçlı kızla göz göze gelince göz kırptı. Kız mahçupça gülümsedi ve baş selamı verdi.

 

Dışarı çıktığında soğuk hava karşıladı onu. Ellerini ceketinin ceplerine koydu ve sağ taraftan kaldırımlarda yürümeye başladı. Burayı avucunun içi gibi biliyordu, az gezmemişlerdi bu sokaklarda. Birkaç sokak daha yürüdüğünde taksi durağına vardı. Selamlaştıktan sonra bir taksiye atlayıp yaşadığı siteye geldi. Herşey her zaman olduğu gibi oldukça sıradan geçti. Şifresini girip evine girdi. Kolundaki saate baktığında neredeyse yedi buçuk olduğunu gördü. Yapılacak en iyi şey çalışmaktı şu an onun için. Işıkları yakmadan üst kata çıktı, yatak odasına girdi. Büyük dolabından siyah bir eşofman ve aynı renk kazağını aldı. Bütün üzerini değiştirdiğinde ise sadece gece lambasının aydınlattığı odadaydı. Evi her zaman böyleydi. Karanlık.

 

Evde yalnız olduğu zamanlar -ki yanında biri olduğu zamanlar bir elin parmağını geçmezdi- ışıklar sönük olurdu. Dışarıdan bakan biri o evde birinin yaşadığını düşünmezdi. Bir nedeni yoktu. O karanlığa alışmıştı sadece. Ya da bu sadece onun kendi zihnini aldatma şekliydi.

 

Çalışma odasına girdiğinde masasının üzerinden bilgisayarını ve hastane ile ilgili dosyaları aldı. Bugün bir değişiklik yapıp salonda çalışmaya karar vermişti.

 

Tüm eşyalarını koltukların ortasındaki masaya koyduğunda etrafına bakındı. Cam duvara en yakın koltuğa çekti ortadaki masayı ve artık hazırdı. Bilgisayarını açtığında ilk e-maillerini kontrol etti. Bunların bir kısmını asistanı ile halletmesi gerekiyordu ama akşam vakti kimseyi rahatsız etmek istemedi. En üstteki dosyaya uzandı ve yeni açılacak hastane planınını incelemeye başladı. Orada görevlendirilecek yeni doktorlar, hemşireler, sekreterler hazırdı. İnşası bitmişti. Hastane olarak özel bir Ruhve Sinir Hastalıkları Hastanesi açılacaktı. İzinler hazırdı, birkaç pürüz dışında her şey tamam sayılırdı.

 

Ne kadar çalışmıştı bilmiyordu. Gözü, yanıp sönen, daha yemeğe çıkmadan önce sessize aldığı telefonuna kaydı. Sessize almış, ondan sonra ise hiç bakmamıştı. Lacivert koltuğun bir köşesine attığı telefonu aldı. Elli iki mesaj ve on dört cevapsız çağrı duruyordu ekranda. Mesajların çoğu kardeşindendi. Attığı mesajlarda bile şebeklik yapıp durmuştu. Daha sonra yedi cevapsız aramanın sahibi olan annesine dönüş yaptı. Hoparlöre aldığı telefonu bırakıp tekrar işine döndü.

 

"Alo, Yağız?"

 

"Söyle anne," dedi gözü ekrandayken. Sözleşmeleri okuyordu şimdi de.

 

"Oğlum telefonunu açmayınca merak ettim. Neden açmadın, ne oldu ne yaptın?"

 

"Sessizdeydi." Bir süre sessiz kaldı kadın.

 

"Eee oğlum," ne diyeceğini bilemedi bir süre. Daha doğrusu nasıl soracağını.

 

"Sor hadi." Merak ettiğini biliyordu ama kendisinin anlatacağı pek bir şey yoktu. Ona göre olan o kusursuz randevunun bir tekrarı daha olmayacaktı, bu kadar basitti.

 

"Ne oldu, konuştunuz mu, ne yaptınız, anlaşabildiniz mi, elektrik aldın mı oğlum Duru kızımdan?" Bir an, kısacık bir an neredeyse gülecekti. Elektrik almak? Ayrıca ne çabuk sahiplenmişti genç kızı öyle.

 

"Yok almadı, kaçak bağlantı kullandım, yine olmadı. Şansına küs."

 

Telefonun bir ucundaki kadının kaşları çatıldı. Dalga mı geçiyordu oğlu onunla.

 

"Anneyle dalga geçilmez. Tamam demedim bir şey say." En büyük silahını kullanıyordu oğluna karşı.

 

Bilgisayarını kapattı, telefonunu aldı ve ayaklandı, saat neredeyse gece yarısıydı. Şimdi uyusa iyi olurdu yarın epey yoğun geçecekti günü.

 

"Birbirimize göre değiliz, buna karar verdik." Karar verdikleri bir şey yoktu ortada. Ama yaşananları kim olduğu fark etmeksizin kimseye anlatmayacaktı. Normal zamanda sergilemeyeceği tavırlarda bulunmuştu o gün, yine de inkar edilemeyecek şekilde doğaldı. Kalıplaşmış hareketleri vardı onun, dışa örmek zorunda olduğu duvarları vardı, bu uzun zanandır öyleydi. Hoşuna gitmeyeceği durumlar meydana geldiğinde verdiği tepkiler doğaldı. Hiçbir zaman karamsar ve sürekli şikayet eden biri olmamıştı. Negatif olayları tersine dönüştürmekte iyiydi. Sadece bunu yapmak insanların hoşuna gideceği, her zaman konuşmak isteyeceği ve kimsenin çekingenlikle değil de rahatça yaklaşabileceği birine dönüştürürdü. Bu Yağız Demir'in babasının isteyeceği son şey bile değildi.

 

"Yaa," dedi hayal kırıklığı içine batmış kadın. Pek sevgili oğlu için yapmaya çalıştığı şey de başarılı olamamıştı. Hayatına biri girerse mutlu olacağını düşünmüştü ama olmamıştı.

 

Sema Hanım herşeyi biliyordu. Duru'nun bütün geçmişini, yaşadıklarını, en büyük travmasını, hastanede kaldığı o uzun zamanı, insanlardan birden nasıl uzaklaştığını, yaşananlar için nasıl kendisini suçladığını...

 

Duru ve Yağız Demir'in birbirlerine iyi geleceğini, ancak birbirlerinin yaralarını onların sarabileceğini düşünmüştü. Yoksa yanılmış mıydı?

 

"Yağız, yarın buraya gelir misin? Yanıma bir uğra oğlum, seni özledim." Annelerin ricaları kırılır mıydı hiç?

 

"Gelirim anne, sen dert etme bu arada hiçbir şeyi. Kendine dikkat et, iyi geceler."

 

"İyi geceler oğlum. Yarın mutlaka gel, gözüm yolda seni bekleyeceğim."

 

Güldü adam. Bu hayatta bir annesine gülebiliyordu zaten. Bir annesi beklerdi onu her zaman sevgiyle.

 

Merdivenleri bitirip odasına girdiğinde telefonu kapatmıştı. Ruhundaki yorgunluk tüm bedenini kaplamış, güçsüzleştirmişti onu. Bedenini yatağa bıraktığında gevşediğini hissetti. Kısa süre içinde karanlık bir uykuya daldı.

 

***

 

"Bu da ne demek oluyor? Ne saçmalıyorsunuz siz?" Sinirliydi. Kendini sakinleştirmeye çalışsa da burnundan soluyordu. Karşısına geçmiş tüm emeklerinin boşa gittiğini söylüyorlardı ona. Bu nasıl mümkün olabilirdi ki?

 

"Efendim, izinlerin hiçbiri verilmedi. Devlet kullanıma açılması için onay vermedi. Son denetimler yapılırken..." Cümlesini bitiremedi karşısındaki adam. Nasıl söyleyeceğini bilmiyordu.

"Depreme dayanıklı olamayacağı ile ilgili rapor çıktı. Mimarlarımız," derken lafı kesildi karşısında sinirden köpüren adam tarafından. "Kes," dedi, sinirli ve keskin bir sesle, itiraz istemiyordu. "O izinler çıkacak ve bu ay sonunda o hastane kullanıma açılacak, bu kadar!"

 

Sessiz ve sakin gözlerle oturmuş, masanın diğer ucundaki emirler yağdıran adama bakıyordu. O adam babasıydı.

 

Bahsi geçen yapıda en çok emeği geçen oydu. Planlamasını o yapmış, inşaatından dekorasyonuna kadar her aşamasında ilgilenmişti. Babası ise sadece yapılan şeyleri gözden geçirmiş ve daha fazlasıyla alakadar olmamıştı. Yine de babası gibi insanlara bağırıp çağırmıyor, ortaya emirler yağdırmaya çalışmıyordu. O şu an düşünüyordu. Nerede hata yaptığını bulmaya çalışıyor, bu işi nasıl yoluna koyacağını hesaplıyordu. Açılış en fazla ne kadar gecikir, bu sorun nasıl halledilir, özenle seçtiği mimarlar ve mütahitler gerçekten işini yapmamış olabilir mi, bunları kafasında tartmaktaydı.

 

Oda derin bir sessizlikteydi. Yönetim kurulu üyeleri kafalarını masaya eğmiş, bu toplantının bir an önce bitmesi için dua ediyorlardı. Hiçbiri bir öneride bulunmuyordu. Eğer bunu yapacak cesarete sahip olsalardı, bu masada oturma imkanları da olmazdı. Yapmaları gereken tek şey Enver Bey'i onaylamak, verdiği görevleri en iyi şekilde yerine getirmekti. Korkusuzların, körlerin yanında işi olamazdı.

 

"Demir."

 

Duygusuz bir ses tonu, yıllardır alışık olduğu ses, bu isimden nefret etmesi için yeterli bir sebepti. Bir tek o kullanır, ondan başka kimsenin bu isim ile Yağız Demir'e seslenmesini istemezdi, kendi koyduğu ismi başkaları seslendiremezdi. Hep aynı kişiden duyar, daha da nefret beslerdi bu adına. Nefretle duyardı bu isimi, babası ona öfkeyle, hissizce bazen de nefretle seslenirdi. Alışmıştı ama hiçbir alışkanlık acıyı alıp götürmezdi, umutları götürürdü.

 

Bakışları buluştuğunda inkâr edilemeyecek gerçek gün yüzündeydi artık. O bakışların benzerliği. Kaş çatışları, sert bakışları, gözlerindeki karanlık ve kararlılık aynıydı. Ne kadar nefret beslese de aynaya her baktığında bu gerçekle bir kez daha karşı karşıya geliyordu Yağız Demir. Aynalardan da adından da nefret ediyordu. Bu histen de nefret ediyordu.

 

Sandalyeyi arkaya itti, yavaşça ayaklandı. Üzerine tam oturmuş mavi takımıyla göz kamaştırdığı bir gerçekti. Boşalmaya başlayan oda ile birlikte ayakta kalmaya devam etti. Herkes çıktığında ise geriye babası ve kendisi kalmıştı.

 

"Bu işi halletmen gerekiyordu." Adım adım genç adama yaklaştı. "Bu işi sana bırakmıştım. Bu sorunun bu masaya gelmeden hallolması gerekiyordu." Tam yanında durduğunda nefretle ve öfkeyle konuşmaya devam etti. "Ben bu hastaneleri kurmak için senelerimi verdim. Kimleri, neleri feda ettim. Şimdi bir çürük raporu ile imajımı zedeleyemez kimse." Karşı duvardan gözünü ayırmayan adamın kolunu kavradı ve kendine çevirdi bakışlarını. "Sende dahil. Bu işi sen temizleyeceksiniz kimse duymadan. Medyaya düşmeyecek. Yıldırım Hastaneleri itibarına bir zarar gelmeden her şey bitecek. En küçük leke bile istemiyorum. Adımla anılamaz." Bahsi geçen klinik ufak bir yer değildi. Şehrin en büyük ve kapsamlı hastanesi olacaktı. "Demir, yaptığın hatalar boyunu aştı. Bir kere üzerini temizledim, bir daha yapmam."

 

Yutkunamadı Yağız Demir. Ne zaman kötü bir şey olsa, hayatının hatasını yüzüne vuruyor, bazen tehdit ediyordu. O isteyerek yapmamıştı ki, istememişti. Çok gençken yaptığı hatanın bedelini kabusları ile ödüyordu ama yine de bir türlü olmuyordu, kurtulması mümkün değil gibiydi. Gözleri babasının gözlerini buldu. O gözlerde merhametten eser yoktu.

 

Kolunu babasının elinden çekti. Çenesini sıkarken hırlsa konuştu.

 

"Halledeceğim."

 

Tüm vücudu kasılmış halde odadan çıktı. Koridorda yürürken üzerinde olan bakışları hissediyordu. Asansöre yöneldiğinde başında bekleyen insanlar vardı ama kendisi bindikten sonra hiçbiri binmedi. Umursamadı bunu, işine gelirdi. Çıkacağı kata bastığında aynadaki aksiyle göz göze geldi. Gözlerini sıkıca yumdu. Sırtını asansörün duvarına yasladı ve kapısı açılana kadar gözlerini aralamadı. Açılan kapı ile yerinde dikleşti ve hiçbir şey olmamış gibi yürümeye başladı. Ona selam veren insanları ufak baş selamıyla geçti, odasına girdiğinde kapıyı kilitledi. Zar zor masasına ulaştığında ellerini dayadı.

 

Gözlerinin dolduğunu hissettiğinde parmaklarını bastırdı göz pınarlarına. Derin derin nefesler almaya çalışırken elleri artık titriyordu. Güçlükle sandalyesine oturdu. Sol taraftaki çekmecesine uzandı ilacını aldı ve zorlukla açıp ağzına attı. Elleri yüzünü sertçe sıvazlarken titrek nefes sesleri duyuluyordu yalnızca odada. Vücudu gevşerken kapısının çalındığını duyar gibi oldu ama başını arkaya yasladı ve saatlerce oradan kımıldayamadı. Gün yerini geceye bırakırken tek yapabildiği tavanı seyretmekti.

 

Masadaki telefonun ışığı sayamadığı kez yanarken sonunda gözlerini telefona çevirdi. Karanlık odayı aydınlatan tek şey camdan sızan biraz ışık ve saatlerdir yanıp sönen telefon ekranıydı.

 

Anlamıyordu, babasının ona bunu neden yaptığını anlamıyordu. Anlamak istiyordu ama olmuyordu. Defalarca kez kendisine neden diye sordu, aldığı cevap hiçlikten başka bir şey değildi.

 

O kötü biri değildi, değil mi? Kendisi kötü bir değildi. Ama babası ona canavarmış gibi hissettiriyordu.

 

Kısa bir an aklından telefonu duvarla birleştirmek geçse de aramayı yanıtladı. "Yağız, ben sana artık hiçbir şey demiyorum. Sorgulamıyorum da. O yüzden eve gel annem seni sorup duruyor. Geleceğim demişsin ortalıkta yoksun. Babam da bilmiyorum dedi. Öff, yine mi kavga ettin babamla? Bıktım artık. Geç olmadan annem için eve gel."

Aramanın bittiğini bildiren ses kulağına doldu. Sıkıntılı bir nefes doldurdu ciğerlerine. Ablası zaten ne zaman gerçekten iyi olduğunu merak edip sormuştu ki.

 

Kış aylarında güneş erken batar, yerini geceye devrederdi. Kışın günler kısalır, geceler uzar giderdi. Şehrin ışığından yeterince belli olmasa bile ay saat henüz sekizken tam tepede yerinde idi. Aldığı telefon sonrası kendini toparlayıp eski sert haline dönen Yağız Demir, sonuna kadar açtığı canımdan bedenine çarpan keskin havayla arabasında son sürat ilerliyordu.

 

Yolu her zamankinden daha kısa sürede bitirdiğinde artık dört katlı malikanenin önündeydi. Anılar doluştu zihnine, sonra onları yine bir halının altına süpürdü. Arabadan indiğinde yanına gelen hizmetliye bakmadı bile. Kapıya doğru adımlarken omzundaki yüke rağmen dik, sarsılmaz gibi görünüyordu siyah takımının içinde. Üstü başı topluydu, çıkmadan önce kendini toparlamış, zırhını kuşanmıştı zihninde.

 

Merdivenleri birkaç adımda çıktı ve artık kapının önünde idi. Zili çaldığında orta yaşlı, artık görmeye aşina olduğu kadın açmıştı kapıyı.

 

"Hoş geldiniz Yağız Bey." Başını salladı yalnızca. İkinci kattaki büyük salona doğru çıktı, orada olduklarını biliyordu. Akşam yemeğinden sonra çoğunlukla büyük salonda oturulurdu.

 

Annesinin zevkine göre döşenmiş çoğunlukla zümrüt yeşili-krem renklerle dekore edilmiş solana girdi. Girişi ile küçük bir çığlık yankılandı, ince, tiz, heyecan dolu bir sesti. Daha sonra ona doğru koşan küçük bedeni görünce dizleri üzerine eğildi.

 

Onu mutlulukla karşılayan küçük kıza aynı sevgi ile sıkıca sarıldı. Sevgisini en çok hissettirdiği kişi bu küçük kız çocuğuydu.

 

"Dayıcığım!" Sevinçle cıvıldaki. Gözlerinin içi parlıyordu küçük kızın.

 

"Prensesim, güzelim benim." Kızı kucağına alırken ayaklandı. Boynuna ufak kollarını sıkıca sardı, adamın yanağına sesli bir öpücük kondurdu.

 

"Ay anne, büyükanne, dede, dayı! Bakın kim gelmiş? Dayıcığım gelmiş dayıcığım gelmiş!" Gözlerinde parıltılar oluştu adamın. Kendi kızı olsa bu kadar sever, sahiplenirdi.

 

Özgür güldü ve tek başına oturduğu büyük zümrüt koltukta ayaklandı abisi gelince. Tek ayaklanan o değildi, annesi oğlunu gördüğü an elindeki kahve bardağını önündeki sehpaya koydu ve aynı sevinçle oğlunu karşıladı.

 

"Görüyoruz prenses, görüyoruz. Bir gün beni böyle karşılamadın Hilal hanım?" Şaka ile karışık sitemle konuştu ama abisi Hilal'e babalık yapmıştı, o zamanlar o çocuktu ve Yağız Demir ile aralarında daha derin bir bağ kurulmuştu.

 

Annesi salonun ortasına varmış oğlunun kucağından torununu indirmesini bekledi. Ufak bir öpücük kondurup küçük kızı yere indiren Yağız Demir annesinin ona sarılmasına izin verdi. Ellerini beline dolayan kadınla o da bir elini omzuna sardı ve saçlarını öptü. "Hoş geldin oğlum. Nerde kaldın? Seni arardım aradım ulaşamadım. Çok merak ettim."

 

Babası ve ablası ayrı koltuklarda oturmuş onları seyrediyordu. Babası bir süre sonra elindeki tabletle ilgilenmeye başlamıştı. Ablası ise ukala bir tavırla izliyordu onları.

 

"Sessizdeydi, çalışırken fark etmemişim aradığını." Yalandı ama gerçeği bilse daha da üzülürdü kadın. "Seninde telefonun hep sessizde oğlum, anlamadım gitti hâlâ." Kucağında küçük kız sağında annesi ile oturabildi sonunda. "Hoş geldin abi," dedi sıra ona gelebildiğinde, ayakta kalmıştı. "Sağ ol," sözünü duyduğunda oturabildi. Başkalarına olmasa da abisine karşı fazla saygılıydı. Belki aradaki yaşın belkide abisi ile arasındaki mesafenin etkisi vardı bu duruma.

 

"Sonunda gelebilmişsin. Hayret." Konuşan ablasını takmadı. Dönüp ondan tarafa bakmadı bile. Kucağındaki kızın aynı annesi gibi olan kumral saçlarını okşadı. Hilal kimseyi umursamadan kreşte arkadaşları ile yaşadığı olaylardan bahsediyordu. Küçük kız bu gergin ortamda farkında bile olmadan adama huzur hissettiriyordu.

 

"Sonra öğretmenim afferin Hilal dedi. Defterime bir sürü bir sürü yıldız yapıştırdık." Kıkırdadı elinin ağzına kapatıp, "Sonra da Ayla'nın koluna bi de Hamza'nın yüzüne yapıştırdık birazcık." Küçük parmaklarını birbirine yaklaştırıp dayısına gösterdi.

 

Gülümsedi. Ağzını aralayıp konuşacağı an babası telefonu ve tabletini alarak ayaklandı. "İyi akşamlar," dedi güçlü bir sesle. Zaten onun sesini hiçbir zaman kısık, güçsüz duyamazdı kimse. "İyi akşamlar babacığım." Sema babasına sevgi dolu bir sesle seslendi. Ardından Özgür, sönük bir sesle ablasını tekrar etti adam odadan çıkınca. Ardından hızlı bir şekilde yüzüne gelen yastıktan son anda kurtuldu.

 

"Bak bir daha beni tekrar edersen kötü olur."

 

"Ne? Kim? Ben mi? Ne zaman seni taklit ettim? Ah, yaşlılık belirtileri işte yaşlılık. Naparsın hepimizin kaderi bu ablacığım çok üzülme."

 

Yaşlı kelimesini duyduğu andan itibaren yüzü solan kadın bir hışımla ayaklandı. Otuz dört yaşında olabilirdi Ama yaşlı falan değildi ona göre. Dışarıdan yirmilerinde gösterdiğine de emindi.

 

"Özgür," dedi annesi uyaran bir sesle ama artık çok geçti. Sema eline aldığı başka bir yastıkla hırsla kardeşinin üzerine yürüdü.

 

"Terbiyesiz, sen benimle nasıl konuşuyorsun? Ablanım ben senin!" Genç adam ayakladığı gibi koltuğun arkasına geçti. Ablası koltuğun öteki tarafından ona vurmaya çalışıyordu.

 

"Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış gerçekten. Şu hale bak. Dur abla ya."

 

Başı ağrıyan adam daha fazla bu gereksiz tartışmanın ortasına kalmak istemedi. Zira çok ses çıkarıyorlardı ve onun daha fazlasını kaldıracak sabrı da gücü de yoktu. Dayısına ve annesine gülerek bakan kızın başına bir öpücük kondurdu, kollarından tutup kaldıracağı an duyduğu cümle ile duraksadı.

 

"Geçen gün de böyle yapmıştın. Sırf o kızla el sıkıştım diye. Ne var canım, çok tatlı kızdı Duru. Ondan hoşlanmaman senin sorunun."

 

Bu Duru, onun Duru muydu?

 

"Tatlı mı? Aynı kişiden mi bahsediyoruz? Bizi dövecek gibi bakıyordu."

 

"Gözleri sana ayna olmuş olabilir ablacım. Kıza öyle bakan sendin."

 

Kaçamadan yüzüne sonunda yastığı yedi Özgür. Burnunu tutup yüzünü buruşturmuşken zafer kazanmış bir edayla gülümsedi kadın.

 

"Ablanın tarafını tutmamak ha? Al işte karşılığını böyle alırsın canım kardeşim."

 

"Siz çocuk musunuz kızım? Özgür uğraşma oğlum ablanla. Sema sende yeter gel olur artık. Hem Duru hakkında da konuşmayın bir daha." Oğlu olmadı, konu kapandı demişti. Uzatacak değildi kadın. Olacağı varsa er ya da geç gerçekleşirdi.

 

Özgür asık bir suratla oturduğunda Sema yanına oturup kolunu boynuna sardı, ne kadar çabalasa da ablasının kolundan kurtulamayan genç sonunda pes etti. Bıkkın bir tavırla kollarını bağlayıp oturmaya devam etti.

 

"Duru," dedi sorar bi ifade ile. Kardeşi bu anı bekliyormuş gibi hemen atıldı.

 

"Evet abiciğim Duru. Şu koyu saç renkli, buğday tenli, kahve gözlü, çıtı pıtı kız. Şu senin için görücüye gittiğimiz kız evet." Keyiflice güldü. "Varya, o ne ciddiyetti. Sanki uluslararası savaşları, enflasyonları, kaçakçılığı konuşmaya gelmişiz. Bir yandan da çok kibardı." Büyük bir kahkaha attı bu defa. Yağız Demir'in kaşları çatılmıştı, bunlar ne ara gitmiş, bir de üstüne bu çocuğu da götürmüşlerdi. Hem bu gülüş de hayra alamet değildi biliyordu.

 

"Abi, halamları bir de yengemi götürmüştük. Görmen lazımdı, bir dakikada on soru döktüler ortaya, kzı neye uğradığını şaşırdı. Nereye düştüm der gibi bakıyordu zavallı kız." Sadece kendisinin konuştuğu bu sohbet epey zevkli geçiyordu kendisi için. "Annem bir bir yandan ortalığı toplamaya, sevgili müstakbel gelinini kollamaya çalışıyordu." Adamın gözleri annesini buldu kısa süre. Yaşlı kadın gözlerini kaçırdı. Tekrar kardeşine döndüğünde bir şeyler daha söyleyeceğini gördü ama fırsat bırakmadan kucağındaki uykulu kızla birlikte ayağa kalktı.

 

"Tamam Özgür yeter. Bir daha bahsini açma bu durumun. Hepinize iyi geceler. Hilal, güzelim. Dayıyla yatacak mısın bu gece?"

 

Uykulu gözlerle başını salladı kız. Dayısının kollarından indi ve annesinin yanına gitti. Elini tuttuğunda ondan istediği pijamalarını giydirmesiydi. "Hemen geliyorum tamam mı dayıcığım? Sen git yat ben geliyorum."

 

Sema içten içe Yağız Demir'e minnettardı. Her şeye rağmen kızıyla çok ilgilenmiş, her zaman yanında olmuştu. Bunu hiçbir zaman ona söylemese de desteğini yanında hissetmek ona iyi gelmişti.

 

"Gel anneciğim, üzerimizi değiştirelim. Sonra uyuyalım."

 

"Fıstık?" Özgür yanağını gösterip bekledi. Birkaç saniye sonra Hilal dayısının yanağına ufak bir öpücük bıraktı. Gülümsedi ve büyük salondan ayrıldı Özgür. Biraz alınmış hissediyordu bastırmaya çalışsa da.

 

Yağız Demir ağır adımlarla çıktı merdivenleri. Üst kata çıktığında bu evdeki odasına girdi. Lacivert krem renklerle döşenmiş oda ona kalbi gibi geliyordu. Büyük ve boş, bolca da soğuk.

 

Giyinme odasına girdiğinde üzerini değişti hızlıca. Bu gece kimse ısrar etmeden burada kalmıştı çünkü Hilal buradaydı. Küçük kızla ilgilenmek ona bugün ki olaylardan sonra iyi gelecekti.

 

Örtüyü kaldırıp içine girdiğinde kapı yavaşça açıldı ve ardından kapandı. Elindeki telefonu yatağın yanındaki komodine koydu titreşim moduna alıp. Küçük kız pembe üzerinde çilek baskılı pijamalarıyla yatağa girip dayısına sarıldı. Babasından daha çok gördüğü bu adamı babası yerine koyuyordu.

 

İyi uykular dayıcığım, bir sürü güzel rüya gör," dedi uykulu sesiyle. Gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu artık. Ve birkaç dakika sonra huzurlu bir uykuya daldı. Kolunun altında küçücük kalan kızın saçlarını okşamaya başladı adam. Derin bir nefes çekti göğsüne. Kabus görmemeyi diledi bu gece. Küçük kızı korkutmak isteyeceği son şey bile değildi.

 

Bir eli başının altında, diğeri kızın saçlarının arasında uykuyla gözlerini kapatmışken bir ses duydu.

 

Telefon titremeşti.

 

Bu saatte ne olabileceği aklında dönüp dururuken elini uzattı ve telefonu aldı. Gözü açık ekrana kayarken ne beklediğini bilmiyordu ama kesinlikle beklediği bu değildi. Bu gecenin beklenmeyeni, en güzeliydi.

 

0552*: Geçen gün biraz kaba davrandığımı fark ettim ve ben kaba olmayı sevmem. Bu yüzden teklifini bir kez daha düşündüm.

 

0552*: Bence kozlarımızı paylaşmalıyız Yağız Demir.

 

Dudağı ondan habersiz kıvrılırken düşündüğü, genç kadının ağızdan isminin nasıl çıkacağıydı. Kesinlikle duymalı ve bu güzel, beklenmeyen kadının telefonunu kaydetmek için eşsiz bir şey bulmalıydı.

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

 

Dırırırımmm, sonunda!

 

Sonunda bölümü tamamladım ve yazdığım en uzun bölümdü. Daha uzunları da gelecek merak etmeyin şekerparelerimmm.

 

Lütfen yorum yapın düşüncelerinizi merak ediyorum. Ve oylayın da.

 

Sizce Yağız Demir nasıl kaydedecek Duru'muzu?

 

BİR ŞEY SORMAK İSTİYORUM!

 

Sizce bir bölüm Duru bir bölüm Yağız Demir'den ilerlemeye devam edelim mi? Nasıl sizce böyle? İkisinin tarafından da okumanızı istiyorum. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Loading...
0%