@_moonvampire
|
Keyifli okumalar dilerim ✨ - 8. BÖLÜM - "NEFELİA" 🖇️ Veronica ordusunun yeniden Nullusa geldiğini görünce aldığı haz tüm yüzünde belli oluyordu. Winchent savaşı detaylıca anlatmak için Veronica'nın oturmasını bekledi. Veronica tahtına kuruldu. Winchent'ın neler olup bittiğini anlatması için oldukça heycanlıydı. Winchent söze "Plan tam da istediğiniz gibi ilerliyor" diyerek başladı. "Askerler önce fexunanın duvarlarını yıktılar, çatışma böyle başladı. Sky sana verdiği sözü tutarak başta hiçbir şekilde karşılık vermedi fakat duvarlar yıkılıp da askerler içeriye girdiğinde kılıcını kaptığı gibi en ön safadan savaşa girdi." Veronica bir kahkaha attı. "Demek kralımız bana verdiği sözü unutmamış" Winchent başını sallayıp anlatmaya devam etti. "Ruhların gücünü arttırman başarılı bir hamleydi Sky bile askerlerimize bir şey yapamadı. Savaş giderek ciddi bir boyuta evrildi. Krallıktan çıkarken Fexunanın hayatta bir tek askerini görmedim" Winchentın bu söylemi üzerine Veronica'nın bakışları ciddileşti. Onlara acımamak İçin kendi kendini kışkırttığı aşikardı. "Umarım Axel ve Samanta absolutumun gücünü almayı başarmıştır!" (...) Fexunadan ayrılışımız üzerine bir kayalığın tepesine çıkıp orada durmaya karar vermiştik. Wolstra öylesine büyüleyiciydi ki daha öncesinde görmediğimiz pek çok şeyle karşılaşmıştık. Biz kayalıklarda otururken aklım fexuna da ölen insanlardaydı. Askerlerin kendi işlerini yaptıklarını ve krallığı korumak pahasına ölmeleri gerekti anlıyabiliyordum. Ama ölüm beni en derinden etkileyen şeydi. Bir insanın ölmesi onun hayatının sonu demekti. İnsan doğasında karanlık yada aydınlık olmak üzere iki tarafı bulunuyordu. Kötülük yapanın karanlık tarafını, iyilik yapanın ise aydınlık tarafını yansıttığını söylerlerdi. Ama insanın yaptıklarından dolayı iki değil üç tarafı olurdu. Karanlık Aydınlık Ve gri Gri insanın ne iyi ne de kötü tarafıydı. Bazen kötülükten yapılan iyilikler griyi temsil ediyordu. Ben insanların saf karanlık yada saf aydınlık olduğunu düşünmüyordum. Her insan griydi. İnsan kötülük yapmaya meyilliydi. Bu kötülüğü yaparken bile vicdanlarının sızlaması onları saf karanlıktan koruyordu. "Axel" Samanta'nın omzumu sarsmasıyla düşüncelerden sıyrılıp ona bakmaya başladım. Yanıma otururken "Dalmıştın, neyi düşünüyorsun? " dedi. "İnsanların karanlık yada aydınlık olmadığını, herkesin gri olduğunu " dedim düşündüklerimi söyleyerek. Bir kaç saniye ayaklarımızın altındaki ölüme terkedilmiş ormana baktı. "Sen gri değilsin " dedi birdenbire. "Sen" dedi samanta tekrardan karşısındaki güneşin batışını izlerken "Neden böylesin? " "nasılım?" "Neden her zaman bukadar anlayışlı ve iyimsersin" Samanta'nın söylediklerini düşündüm sessizce. Verecek bi cevap bulduğumda ise dudaklarımı ıslattım "iyiler olmaz ise dünya hiç çekilmez Samanta, dünyayı kötülere bırakmak evren için fazla nankörce olmaz mı?" Samanta hafifçe gülümsedi. "haklısın elbette fakat, bazı insanlar var ki ne anlaşılmayı hakkediyor, ne de merhamet duymayı" Başımı karşıdaki gün batımından Samanta'ya çevirdim. "Her insan anlaşılmayı hak eder Samanta, ama evet bazen merhamet edilmeyi bile haketmeyecek insanlar olabiliyor hayatta. Fakat onlara biz merhamet etmezsek kim edecek?" Samanta da bu kez bana dönmüştü. "Sen herkesi idare etmeye çalışarak kendine zarar veriyorsun" "Sadece kendimi düşünseydim bencil olmaz mıydım?" Samanta biraz yaklaştı bana doğru "Biraz kendini düşünmek seni bencil yapmaz, kendi hayatına odaklan artık çünkü buna gerçekten ihtiyacın var" parmaklarıyla burnumun ucuna vurdu hızlıca " ve bukadar sevimli bakma" diyip oturduğu yerden fırlayıp uyumak için hazırladığımız yere doğru koştu. Anlık şaşkınlıkla bir kaç saniye hareket etmedim kendime geldiğimde ise "Sevimli mi bakıyorum, gel kaçma da bir kez daha bak! " diyerek Samanta'nın peşinden koştum. Samanta ben mağaraya girdiğimde çoktan sırtını dönmüş uzanmıştı. Bunun bir numara olduğunu düşünsem bile karışmadım. Yeniden mağaranın girişine çıkarak karşımdaki evreni izlemeye koyuldum. Burası gerçeklikten öyle uzaktı ki sadece rüyada olduğumu düşünüyordum. Ay gök yüzündeki yerini alırken ellerimi çeneme yaslayıp etrafı izlemeye koyuldum. Hemen altımızda bulunan orman ölmek üzereydi. Ağaç gövdeleri dokunsan dökülecek gibiydi, yapraklar ise gövdelerini terk etmişti. Buranın başından beridir böyle olup olmadığı hakkında düşündüm uzun uzun. Çünkü burada ölmek üzere olan tek şey orman değildi. Şimdiye kadar Fexunadaki askerler dışında başka bir canlı görmemiştik. Gördüklerimiz ise canlılığını çoktan yitirmişti. Ayın batışı, güneşin doğuşuyla havanın rengi değişmeye başladı. Siyaha yakın gökyüzü yavaş yavaş mavileşmeye başlıyordu. Burada gök yüzünün siyah olması etrafı karanlık yapmıyordu. Gök yüzü biz geldiğimizden beridir her daim koyu griydi. Şimdi ise koyu gri havanın belirli yerlerinden mavilikler gözüküyordu. Arkamda bir hareketlilik sezince başımı çevirip baktım. Samanta gözlerini ovarak mağradan çıkıyordu. "Ne zaman uyandın?" diye sordu yanıma gelirken. "Uyumadım" diye yanıtladım. "Ne! Neden? Bugün Nefelia'ya gideceğiz uykunu almış olmalıydın" Omzumu silktim. "Başka bir yerdeyiz unuttun mu? Herhangi bir tehlike anında hazır olmam gerekiyordu" Samanta onaylamazca başını salladı. "O zaman beni de uyandırsaydın birlikte beklerdik" "Bir dahakine öyle yaparım" dedim gülümserken. Güneşin doğuşunu izlerken başımı Samantaya çevirdim. "Aç mısın?" "Biraz" dedi ama söylediklerine inanmadım. Biz buraya dün erken saatlerde gelmiştik. Ve gün içerisinde öyle çok yol yürümüştük ki aç olmaması imkansızdı. Evden erken çıktığımız için de sadece kahvaltı edebilirdi üstelik onu da yaptıysa. Ayağa kalkıp mağranın içindeki küçük sırt çantasını alarak yiyecek bir şeyler aramaya başlamalıydık. Kayalıkların tepesinden inerken oldukça dikkatli davranmamız gerekiyordu. Kaya uçlarının sivri olması işimizi zorlaştırıyordu. Biz buraya çıkarken böyle zorlanmamıştık. Ben aşşağıya indiğimde Samanta'nın inmesini bekledim. Mağranın yüksekliği yaklaşık 15 metre civarlarında olmalıydı. Bu da işimizi zorlaştıran bir başka şeydi. Samanta kayalardan tutunarak, yavaş yavaş adımlarını bir alttaki kayaya basarak indi. Aşşağıya indiğinde ormanın çıkışına doğru ilerledik. Orman bir şeylerin yetişebilmesi için fazla ölüydü. Ormanın etrafında dolanırken bir yandan da haritayı inceliyorduk. Dere kenarlarında yiyecek şeylerin bulunma ihtimali çok daha fazlaydı. Orman haritanın tam orta yerinde kurulu olduğundan fazla yürümemiz gerekmiyordu. En yakın dere yatağı ormanın sağındaki Nefelia krallığının dere yatağıydı. Bu da yiyecek bir şeyler bulduktan sonra zaman kaybetmeden hemen Nefelia'ya gidebiliriz demekti. Yollar sert topraktan ibaretti. Biz Nefelia topraklarına girdiğimizde doğa burada canlılaşmaya başladı. Gök yüzü diğer yerlerin aksine burada açık maviydi. Yeşil ağaçların üzerinde Ötüşen kuşlar vardı. Sonunda yaşam belirtisi gördüğümüz için sevinmiştim. Dere yatağının yanındaki ağaçlar meyve ağaçları olmalıydı. Yeşil gür yaprakları olan ağaçların üzerinde elmalar vardı. elmalardan birkaç tane koparttım. Topladığım elmaları dere yatağında yıkadıktan sonra çimenlere oturarak yemeye başladık. Ellarımızı bitirdiğimizde ayaklanarak Nefelia'ya adımladık. Nefelia birkaç kilometre ötemizde olduğundan ulaşmak pek zaman almadı. Uçsuz bucaksız bir denizle karşılaştığımızda Samanta heycanlanarak birkaç adım atarak ellerini suya soktu. Islak ellerini çıkartırken yüzünde bir gülümseme oluştu. "Sizin dünyanızın aksine sular çok temiz öyle değil mi?" Arkamızdan gelen yabancı sesi ile yönümüz hızla çevirdik. Karşımızda uzun ve epeyce yapılı bir adam duruyordu. Siyah saçları, beyaz teni ve yüzünde kaşından başlayıp elmacık kemiklerine kadar uzanan derin yara izi ile bizi izliyordu. "Ben Winchent. Sizin Nefelia'ya girebilmeniz için geldim" sözünü bitirince ellerini kaldırıp denize doğru ilerledi. Ellerini suyun içine sokup bir takım şeyler fısıldadı. Suyun rengi anlık olarak açık maviden koyu yeşile büründü ardından yeniden eski haline döndü. "Nefelia'ya girebilirsiniz artık suda nefes almakta güçlük çekmeyeceksiniz ayrıca falu size yolu gösterecektir sadece onu takip edin yeter Nefelia tıpkı Fexuna gibi önünüze engel çıkartamayacak" konuşmasını bitirip arkasını döndü ve ilerlemeye başladı. "Şimdi mi gireceğiz?" Samanta'nın sorusuna başımı salladım. "Biran önce bitmeli artık" diyip denize ilerledik. Ellerimi suya soktuğumda içimi garip bir his kapladı. Su öylesine yumuşak hissettiriyordu ki ayağımın altından kayıp gittiğini düşünebilirdim. Biz ilerledikçe derinlik arttı. Nihayet tüm vücudumuz suyun içine girdiğinde görüşümde veya nefes almamda bir problem yoktu. Şuan tamamen suyun dışındaymış gibi hissediyordum. Biz derinlere dalarken hızla önümüzden bir şey geçti ama neyin geçtiğini göremedik. Biz derinlere ilerlerken yanımıza orta boylu bir denizatı geldi. Başını sallayıp ilerledi ardından durup arkasına baktı. Bize yol gösterecek falu bu denizatı olmalıydı. Biz derinliklere daldıkça suyun soğukluğu tüm bedenime yayılır oldu. Birkaç saatin ardından büyük görkemli bir yapı gözüktü gözümüze. Bu Nefelia sarayı olmalıydı. Falu bizi sarayın arkasına doğru yönlendiriyordu. Sarayın arkasına doğru yüzerken şatonun biraz ilerisindeki mercanlardan oyulma küçük yapılar gözüme ilişti. Rengarenk olan bu mercanlar Nefelia sakinlerinin yaşadıkları yerler olmalıydı. Fexuna'nın aksine burda yaşayan canlılar vardı. Birkaç Nefelia sakinleri bile gördük vücutlarının yarısı balık kuyruğu üzeri ise insan bedeni gibiydi. Ten renkleri koyu mavi, gözleri renkli ve kulakları sivriydi. Yönümü Nefelia halkından çevirip yeniden saraya yönlendirdim. Sarayın arkasında bir insanın geçebileceği büyüklükte bir oyuk vardı. Falu oyuktan geçerek bize yol göstermeye devam ediyordu. Sarayın içerisine giriş yaptığımızda Fexuna'nın aksine oldukça renkli dizayn edilmişti. Yerden tavana kadar uzanan camlar krallığı görmemize olanak sağlıyordu. Falu sarayın merdivenlerine yöneldiğinde bizde onu takip ediyorduk. Merdivenleri kullanmaya ihtiyaç bile duymuyorduk. Bu kez yüzerek yukarıya doğru çıkmaya başladık. Birkaç dönemecin ardından Büyük bir kapıya ulaştık. Kapı renkli taşlardan süslenerek yapılmıştı. Falu kapının önüne geldiğinde başıyla birkaç defa kapıya vurdu. Kapı ağır ağır aralanırken sabırsızlıkla içeriye girdik. Samanta Çantasından güç biriktirdiğimiz eldiven benzeri o şeyi çıkartıp tıpkı Fexuna'da yaptığı gibi taştan güç çekmeye başladı. Taştan güçleri almak için Veronica madem herşeyi planlamıştı neden kendisi almak yerine bizi gönderdiğini düşünmeye başladım. Böyle görkemli krallıklardan en önemli şey olan güç taşının gücünü almak fazla kolaydı. Bu durumu düşünmeden edemiyordum. Samanta güç taşınnın renginin bitmesiyle eldiveni çantaya koyarak odadan çıktık. Fexuna'ya olanlar burada da olmaya başlamıştı. Yer öyle çok sallanıyordu ki yüzmek çok zorlaşıyordu. Biz tam saraydan çıkacakken Nefelia halkından birini gördüm. Neye uğradığına şaşırmış gibi gözüküyordu bizim çıktığımız yere doğru yüzerken bir duvarın çatlamasıyla şiddetli su üzerine doğru fırladı. Suyun üzerine akın etmesiyle Siren bocalayarak sert duvarlardan birine çarptı ve ağır ağır süzülerek sarayın zeminine sürüklendi. Saraydan çıkıp Nefelia halkının sarayın önünde oldukça panik olduklarını gözüme ilişti. Ne yapacaklarını bilmeyen halk oradan oraya fırlıyordu. Faluyu takip ederek sudan geldiğimiz gibi çıkmamız birkaç saati bulmuştu. Biz karaya çıktığımızda hava kararmış yıldızlar parıldıyordu. Bölüm sonu! |
0% |