@_mysterybooks
|
Keyifli okumalar ✨ ••• Dakikalar birbirini kovalarken ben yerime mıhlanmış kalkamıyordum. Asya gittiğinden beri yağmur deli gibi yağıyor ve bana geçmişteki gibi hissettiriyordu. Bu, anıları hatırlamak değildi. Böyle anlarda o zamanlara döner ve gerçek anlamda o anki gibi hissederdim. Yaşantıma devam etsem bile içime tuhaf bir sıcaklık yayılır, göğsümün ortasında nefesimi güçleştiren bir ağırlık olurdu. Korkak, ürkek ve çaresiz bir çocuğun yürek sıkıntısını içimde yaşayarak, o gün her ne yapıyorsam buna devam ederdim. Çünkü hissettiklerim bu yaşımda bile dermansız bırakıyordu beni; kendime iyi gelemiyordum, bana iyi gelecek bir şey bulamıyordum.
Yağmur benim karabasanımdı. Beni boğazımdan yakalar, öldürmez ama öleceğime emin hissettirene kadar boğardı. Şimdi de durum farksızdı. Bedenimin içinde ruhu acı çeken bir çocuk vardı. Onun mutsuzluğunu senelere rağmen dindirememiş olmanın utancıyla, bunu hala o anlardakinden bir nebze dahi eksilmemiş halde çekiyor olmanın öfkesi birbiriyle yarışıyordu. Çünkü yaşadıklarımın bugünümü zehretmesi; beni geçmişime karşı utandırıyor, kendime karşı öfkelendiriyordu. Gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım. Tüm bu hisler, ruhumu infilak etmezmiş gibi üzerine bir de az önceki konuşmanın yaşattığı karmaşayla baş başaydım. Duygularım gerçek anlamda karmakarışıktı. Mantığım ne yapacağını biliyor ancak duygularımın beni sürüklediği içsel çıkmaz için yetersiz kalıyordu. Bu da dışarıya karşı dirençli görünen ama içeride zayıflayan bir ben demekti; ve beni zayıflatanın geçmişimdeki çocuk olması elimi kolumu bağlıyordu.
Derin bir nefes bıraktım dışarıya doğru. İçimi dökmekten kaçınmamama rağmen biriken bir çok şey vardı hala. Özür dileyip gitmesinin üzerine söyleyebileceğim tonlarca şey gibi. Düşündüm. İnsan yapılan yanlışlardan sonra en azından bir özür duymak isterdi ancak bu neyi değiştirirdi? Özür dilemek, pişmanlığı dile getirirdi evet ama olanı değiştirmezdi. Yaşananları, bu yaşananların hissettirdiği ve sebep olduğu şeyleri, bazı şeyleri yapmaya zorlanmayı, yaptıktan sonra bıraktığı o lanet hissiyatı; ve en sonunda gelinen bu noktayı... Geri döndürülemez şeyler için, pişman olduğunu belirten bir özür bunların hiçbirini değiştirmezdi. O halde neden özür beklerdik? Belki de sadece devam edebilmek için.
Ben artık kimseden özür beklemiyordum. Dilenen özürlerin bir şey ifade etmediğini de pek çok kez tekrarlandığını da biliyordum. Ben artık özür dilenecek bir şey yapılmamasını istiyordum. Çünkü benim içimde özür dilemek, yarama iyi gelmiyor; aksine o yarayı açmış olduklarını hatırlatıyordu.
Gözlerimi açıp masanın üzerinde duran kahveye baktım ve tadını hissetmenin beni rahatlatıp, düşüncelerimi bir kenara atacağını bildiğim için ağır hareketlerle uzandım. Soğuk olduğunu bilmeme rağmen bir şans verip yudumladığım o ilk anda pişman etti beni. İstemeyerek boğazımdan geçmesine izin verdim. Acımıştı kahve. Çoğu şey gibi o da, soğumadan önce güzeldi.
Gözlerimi bahçede gezdirip, yağmurdan sakınmak için güvenli bölgelerine geçen adamlara baktım. Bu kadar fazla sayıda olmaları Sedef'in anlattıklarıyla ilgili olmalıydı. Yine de Serhat beyin kötü işlere bulaştığını bilsem bile tam olarak ne boyutta olduğunu hala bilmiyordum. Kafamda oturmayan şeyler vardı. Kandemir, onlara artık kimsenin dokunmaya cesaret edemeyeceğini söylemişti bana. O zaman bu adamlar neden varlardı? Tedbir. Olası, ancak bence bunun asıl sebebi o kişiyle ilgili olmalıydı; beni kaçıran kişi.
İçlerinden bir tanesiyle göz göze geldiğimde bekledim. Bana tanıdık bir hissiyat veren o mavi gözlü herifti bu. Bahçenin en solunda bulunan kamelyanın hemen altında bekliyordu birkaç kişiyle beraber. Öylesine bir bakışı bile işkillenmeme sebep oluyordu ancak bir türlü çıkartamamıştım hala. Niyetini bilmek, onu nerden tanıdığımı bulmak istiyordum. Bu yüzden elimle gelmesi için işaret verdim.
Gözü üzerimde olduğu için beklemeden bana doğru gelmeye başladı. Uzun mesafeyi kısa sürede gelmiş olmasına rağmen yağmurdan nasibini almıştı. Karşıma geçene kadar sırılsıklam olmuştu ancak buna rağmen mimiksiz bir ifadeyle bana bakıyordu. "Buyurun efendim."
Biraz bekleyip onu inceledikten sonra, "Adın ne senin?" diye sordum gözlerimi ona sabitleyerek. Amacım onunla sohbet edip bir şekilde hatırlamaya çalışmaktı. Mimikleri, hareketleri, ses tonu ya da herhangi başka bir şey yeterdi yakalamam için. Bu yüzden dikkatlice bekledim. İsminin bana bir şey çağrıştırmasını umdum.
Düz bir sesle, bende hiçbir anlamı olmayan ismini söyledi. "Ezel."
"Sen benim için mi görevlendirildin Ezel?" Diye sordum direkt. Çünkü kaçtıktan sonra odanın önünde onun konumlanması, sonrasında ben vurulduğumda evimin önünde nöbette olması ve şimdi de beni izliyor oluşunun en mantıklı açıklaması buydu.
"Cihan bey bu şekilde uygun gördü, efendim."
"Raporlama da yapıyor musun?" Diye sordum gülerek. "Şimdi bahçeye çıktı, bir ara beni çağırdı falan..?"
"Eğer isterse evet." Dediğinde gözlerimi kıstım. Neden böyle bir şey istediğini düşünüyordum. Bu adama beni takip ettirmediği kesindi. Çünkü o, pencerenin önünde beklemeye başladıktan sonra ben bu evden gitmiştim ve sonrasında da operasyon yapmıştık. Bu esnada beni takip ettiğini fark etmemiş olsam bile bunun bilgisini onlara vermiş olması gerekirdi. Hiçbir şeyden haberleri olmadığı için de bu imkansızdı.
"Neden böyle bir şey istedi senden?"
"Şahsi isteklerinizle ilgilenmem için." Cevabını sorgulamadım ve inanmayı tercih ettim. Açıkçası konuştuğumuz konu pek umrumda da değildi. Beni takip ettiremedikleri taktirde bir sıkıntı görmüyordum bu durum için. Benim asıl umursadığım konu, Ezel'in bu kadar tanıdık gelmesine rağmen bu tanıdıklığın nereden olduğunu bir türlü çıkartamamamdı. Hafızama güvenirdim. Onunla tanışmamıştım ya da konuşmamıştım, bundan emindim. Direkt olarak görüp dikkatimi çekseydi de unutmazdım. O halde tek bir ihtimal kalıyordu; onu görmüş ama fark etmemiş olmam.
Kaşlarımı çattım. Bu herif belleğimde kayıtlı olacak kadar etrafımda gezinmiş; ancak benim için görünür olacak kadar yakınımda olmamış olmalıydı. Düşüncelerim tamamen benim çıkarımın olsa da yüksek bir ihtimaldi ve bunu anlamanın en iyi yolu onun hakkında bir şeyler öğrenmekti. Eski çevresi, neler yaptığı ya da onunda beni anımsıyor olup olmadığı gibi sorular, belki bana cevap olurdu ancak bir ihtimal daha vardı. Ne kadar uç bir ihtimal olsa da belki de o, benden gizlenmiş olabilirdi. "Sigaran var mı?"
Aldığım karar, onu yakınımda tutmaktı. Her ne kadar bu aileyle irtibatımı koparmak istesemde bir şekilde bir araya geliyorduk ve o süreçlerde, onu nerden hatırladığımı düşünmek yerine bulmaya çalışmak daha mantıklıydı. Yakınımda olursa da bu kolaylaşır, onunla konuştukça bir şekilde nerden tanıdığım anlaşılırdı. Diğer türlü ihtimali düşünmek istemiyordum ancak böyle bir şey hissedersem bunun peşini bırakmaz, diğerlerine söylemekten bir an olsun çekinmezdim. Belki gururluydum ama aptal değildim. Kabullenmek gerekiyordu; bazı konularda onlarla aynı taraftaydık.
"İçtiğiniz marka-"
"Yanında varsa verir misin?" Diye sorduğumda başını bir kez aşağı yukarı sallayıp, ceketinin cebindeki sigarasını ve çakmağını masaya bıraktı. Sigaranın içinden bir dal sigara alıp ateşledikten sonra, ikisinide masanın üzerinden ona doğru kaydırdım. "Sağ ol."
Sigaradan bir duman içime çektiğimde masadakileri aldı ve "Size sigara aldırmamı ister misiniz?" diye sordu. Başımı ağır ağır iki yana sallayıp, "Başka bir şey istemiyorum," dedim gitmesi için ama beklemeye devam etti. "Gidebilirsin."
Beklediğinin bu olduğunu belirten bir baş selamı verip verandadan çıktığında onu izlemeyi bırakmadım. Eski yerine geçtikten sonra duyduğum kapı sesi başımı geriye doğru çevirmeme sebep olmuştu. Sedef yanıma doğru gelirken, elimdeki sigaranın külünü masada duran küllüğe serptim. Gökçe'yle ilgili konuşacak olduğunu tahmin ediyordum. Masadaki rahatsız bakışlarını net bir şekilde görmüştüm.
"İyileşme sürecinde sigara içmemen gerekir." Diyerek yanımdaki boş sandalyeye oturduğunda ona kısa bir bakış attım. "Seninle ilgili bazı konularda konuşmamız gerek," diye devam ettiğinde başımı salladım. "Abinle ben evli değiliz."
Hızlıca ona döndüm. "Ne?!"
"Duydun," deyip elimdeki sigaraya uzandığında itiraz etmedim. Sigaradan bir duman çekerek gözlerini bahçede gezdirdiğinde devam etmesini istiyordum. Sesli bir solukta ciğerlerindeki dumanı dışarı üfledi ve "Ben istemedim," dedi. "Birçok sebebi var."
"Siz birliktesiniz ama..." diye tereddütle konuştuğumda "Evet," dedi. "Beraberiz ama evli değiliz."
"Birbirinizi seviyorsunuz, bir ilişkiniz var... üstüne bir de çocuğunuz var ama evli değilsiniz." Oldukça şaşkındım. "Hiçbir mantığı yok."
"Aşkta mantık arama." Deyip elindeki sigarayı küllüğe bastırdı. "Mantığımı kullansaydım zaten onunla beraber olmazdım. Benimki başka. Ben kendi doğrularımı sildim onun için. Yapmam dediğim şeyler yaptım, fikirlerimle zıt düştüm. İnsanın kendiyle çelişmesi o kadar gülünç ki..." Kendi kendine güldü. "Onun gibi adamlardan hep çok korkardım. Ne hayatımda ne de çevremde barındırdım o tarz insanları. Uzak dururdum. O tarz adamlarla beraber olan kadınları eleştirdim. Her halinden ben tehlikeliyim diye bağıran biriyle neden olurdu ki bir insan?"
Gözlerini uzağa dikmiş bir şekilde anlattıklarını kesmeden dinlemeye devam ettim. "Yedi sene önce Ankara'ya gelmişti. Ben de Ankara'da, ailemle yaşıyordum o dönem. Bizimkiler rahattı, bana karışmazlardı. Yine bir akşam üniversiteden arkadaşlarla eğlenmeye çıkmıştık. Çok sevdiğimiz bir bar vardı. Genelde bizim çevremizden insanların takıldığı, adını sanını bildiğimiz kişilerin olduğu bir bardı. O gece oradaydı. Başköşeye oturmuş, elinde viskisiyle etrafa o delici bakışlarını atıyordu. Yine bir şey peşindeydi, dikkatliydi. Üzerinde beyaz bir gömlek, tamamen sersesi bir yakışıklılıkla hemen dikkatimi çekmişti."
Sedef sessizleştiğinde devam etmesini istiyordum. Açıkçası böyle düşünmesine rağmen Cihan'la nasıl beraber olduklarını merak etmiştim. "Sonra?"
"Sonra... ben zaman geçtikçe kıl olmaya başladım buna. Yanımdaki arkadaşlarımın hepsi kim olduğunu sorguluyorlardı, bazısı tanışmak için yanına gitmeyi falan düşünüyordu. Ben de çok akıllıyım ya bunlara Cihan'ın her halinden sıkıntılı biri olduğu belli diyerek bir aptallık yapmamaları için akıl veriyordum." Kendi kendine göz devirip bana döndüğünde gülmemi engelleyemedim. Bunu görünce o da güldü ve başını iki yana salladı. "Düşündüğün gibi bir enayilik yapmadım, korkma. Bizim kızlar sinirimi bozmaya başladığı için yanlarından ayrılıp bar kısmına geçtim. Böyle şeyler çok sinirimi bozardı çünkü hikayenin devamını bilirdim. Onun gibi adamlar ya çok üzerdi ya da sonunda birçok kişinin üzüldüğü bir şeye sebep olurlardı. Kendi arkadaşlarımın bunları bilip görmelerine rağmen onun gibi birinden etkilenmeleri canımı sıkmıştı."
Sedef'in bahsettiği şeyi anlıyordum. O kadar haklıydı ki... Bunun en yakın örneği de ben olabilirdim. Ergenliğimde dünyanın Tuna'nın etrafında döndüğünü düşünürdüm. Hakkında bilmediklerimin getirdiği o serseri gizemi, bana gösterdiği ilgisi... her şey başta güzeldi. Sonrası hayal kırıklığından başka bir şey değildi. Sedef'in kastettikleri bunun da ötesindeydi, farkındaydım. O daha çok hastalıklı adamlardan bahsediyordu. Bazıları bunu çok iyi gizliyordu ama bazıları da açık açık belli etmesine rağmen bir şey değişmiyordu. "Kendi kendime zihnimde, Cihan'ı koyduğum o kalıptaki adamlara sayıp söverek içki içmeye devam ediyordum. Tüm keyfim kaçmıştı, gecem resmen mahvolmuş gibi geliyordu ama meğerse daha hiçbir şey başlamamış."
"Kötü bir şey mi oldu?" Diye sordum durup bana baktığı için.
"Maalesef... Asıl facia dakikalar sonra duyduğum kurşun seslerinden sonra başladı." Dediğinde gözlerimi büyüttüm. "Ortalık bir anda karışmıştı. Olduğum yere çöküp hızlıca barın arkasına geçmiştim. Silah sesleri durduğunda bar tezgahının altında nefes nefese kalmış bir şekilde titrediğimi hatırlıyorum." Sedef sanki o anı yaşıyormuş gibi titredi ve kollarını kendine sardı. "Etraftaki bağırış sesleri gür bir erkek sesiyle bölündü. Herkesin dışarı çıkması gerektiğini söylüyordu. Ben o an ne yapacağımı bilemez haldeydim. Arkadaşlarımdan uzakta tek başıma kalmış olmak beni daha da kötü bir hale sokuyordu. Yine de ordan çıkmak için kendimde güç bulup hareket etmeyi başarmıştım ama tam o an, barmen tezgahın altına sabitlenmiş bir şeyi eline aldı. Olduğum yerden biraz uzaktaydı ama silah olduğunu görmüştüm. O silahı çekip ileriye doğru kaldırdığında hareket etmeyip olduğum yere sindim ve kulaklarımı kapattım ellerimle. Sonra birkaç el silah sesi duydum. Barmenin bedeni yere yığıldığında boğazından kanlar geliyordu."
Dehşete kapılmış gibiydi yüz ifadesi. Bakışlarını tek bir yere sabitlediğinde gözünün önünde o sahne olduğuna emindim. "Sedef," diyerek koluna dokunduğunda gözlerini kapatıp bekledi bir süre. "Sonra," diye mırıldanıp gözlerini araladı ve bana baktı. "Ben ordan çıkamadım. Bacaklarım zangır zangır titriyordu. Şok geçirmiştim resmen. Olduğum yere sinebildiğim kadar sindim. Ellerimle kulaklarımı kapatmaya devam ettim. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Dakikalarca arkadan boğuk sesler duydum ama tek bir mimiğimi bile hareket ettirmedim fark edilmemek için. Nefes bile almamaya çalışıyordum. O kadar korkuyordum ki öleceğime emindim o gün."
Sedef bana bakarken gözlerindeki korkuyu görüyordum. Etkisinden uzun süre çıkamamış olmalıydı. "Neyse ki burdayım..." deyip güldü ama şakaya vursa bile yüzünden atlatamadığı belliydi. "Ben o an fark edilmediğimi düşünüyordum ama meğerse ilk andan beri orda olduğumu bilen biri varmış... Cihan."
"Cingöz..." diye mırıldandığımda, "Aynen öyle," dedi başını sallayarak. "Yanıma gelip omzuma dokunduğunda, o an yaşadığım paniği sana anlatamam. Korkudan gözlerimi bile açamamıştım ama o yanıma çöküp, önce yavaşça saçlarımı yüzümden çekti. Sonra ellerimi kulaklarımdan uzaklaştırıp korkma dedi bana. Sakinleşmem için yanaklarımdan süzülen yaşları silerken yavaşça gözlerimi açtığımda onu görüştüm. Tüm gece etrafa ruhsuzca bakan o değilmiş gibi, bana dünyanın en şefkatli gözleriyle bakıyordu."
O anı düşünüp gülümsedi hafifçe. "Yine de bu ona güvenmeme neden olmadı. Beni elimden tutup kaldırdığında barın içinde eğlenmeye gelenlerden eser yoktu. Onun yerine etrafta takım elbiseli adamlar ve yere yığılmış bedenler vardı. O an..." deyip duraksadı. "Cihan'ın beni öldüreceğine de tüm bunların sebebinin o olduğuna da o kadar emindim ki... Korkumu gören merhametli bakışları bile aksini düşünmeme sebep olmuyordu. Zaten onu ilk gördüğümde hakkında bir hüküm vermiştim ve tüm olanlar da bunu desteklemişti. Ben de... Cihan'a yalvarmaya başladım. Nefes almadan beni öldürmemesine ve bana zarar vermemesine dair bir şeyler söylüyordum arka arkaya ama hiç iyi değildim. Tüm vücudum stresten buz kesmişti. En sonunda da..." Gözlerini kaçırıp konuştu. "Korkudan titreyerek bayılmışım."
"Gerçekten mi?" Diye sordum gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırarak. Bana göz devirdi ve "Komik değil," dedi. "Yirmi iki yaşında bir üniversite öğrencisiydim o dönem. Bu tarz şeylerin benim hayatımda yeri yoktu. Ödüm patlamıştı o gün! Kalpten gitmediğimde şükretmek lazım."
Gülümsedim hafifçe. "Sonra ne oldu peki?"
"Uyandığımda sizin Ankara'daki evdeydim. Cihan, ben arıza çıkarırım diye hastaneye götürmek istememiş. Zaten korkudan bayıldığımında farkında olduğu için çokta önemsememiş. Arkadaşlarımın hepsi de beni bırakıp kaçtığı için mecbur kalmış bir nevi... Tabii ben bunları bilmiyorum o sabah."
"Sabah?" Diye sorarcasına konuştum. "Ayılmışsındır diye düşünmüştüm."
"Nerde?" Diye sorup uzattı son harfi. "Ölü gibi uyumuşum. Uyandığımda öğlen olmuştu neredeyse." Güldü ve devam etti. "Neyse... Ben hiç tanımadığım bir yerde, karşımda tüm belanın kaynağı olduğunu düşündüğüm kişiyi görerek uyanınca işler karıştı biraz. Büyük bir kaos yaşadık ama ikimizden biri ölmeden hallettik en sonunda."
"Nasıl hallettiniz merak ettim doğrusu..." diye ufak bir ima yaptığımda gözlerini kısıp bana korkutucu bakışlar attı. "Şaka."
Bir sabır çekti ve "Hepiniz mi aynı olursunuz anlamıyorum ki?" diye kendi kendine konuşup devam etti. "Olayın gerçek yüzünü anlatmayı başarabildiğinde sakinleşebildim. Bunların husumetli olduğu, tırnak içinde binlercesinden birinin mekanıymış o bar. Cihan'ı anlaşmak için çağırmış ama sonra işler karışmış. Mecburen karşılık verdiğinden falan bahsetmişti, kendini savunduğundan... yani o an nasıl konuştuysa hak verdim ona. Bu tarz şeylerin haklı bir tarafı olmadığını bilmiyormuş gibi... bir şekilde ikna oldum. Cihan, polisin işe dahil olacağını söyleyip aleyhine bir ifade vermemem konusunda benden ricacı olduğunda kabul ettim. Ben asla böyle bir şey yapmazdım ama aklımdan olanları anlatmak bir an bile geçmedi. Delil yetersizliğinden konu kapandı sonra."
"Görüşmeye nasıl devam ettiniz peki?"
"Bir süre görüşmedik, iki ay kadar. Bu süreçte aklımdan çıkmadı hiç ama... çünkü onunla uzunca konuştuğumuz o gün, hiç düşündüğüm gibi biri değildi. Hala tehlikeliydi evet ama kafamda olan o adamlar gibi değildi, başkaydı. Hisliydi bir kere. Benim o sabahki panik anımda, yaptığım onca şeye rağmen çizgisinden çıkmamıştı. Kendimi korumaya çalışmamın, korkumdan olduğunu anlayıp ona göre davranmıştı. Gözlerindeki merhameti hissettirmişti bana, farklıydı işte... Ama yine de onu düşünmek aptal hissettiriyordu. Kendime kızıyordum. O gün yaşadıklarımız onun normaliyken benim geceleri kabusumdu. Onu düşünmek bile yanlış geliyordu." Derin bir nefes alıp verdi ve masanın üzerinde duran kül tablasıyla oynamaya başladı. "İki ay sonra Ankara'ya geldiğinde yine karşılaştık. Bu defa babamla katıldığım bir araba fuarındaydık. O gün konuştuk biraz. Akşamında fuarın eğlencesi vardı, orda da karşılaştık. İkimizinde birbirimizden etkilendiği belliydi ama asla bir adım atmıyorduk. Çünkü ikimizde durmamız gerektiğinin farkındaydık." Küllüğü masaya bıraktı ve bana döndü yine. "Gel gör ki öyle olmadı. Çünkü hayat sınarcasına sürekli karşı karşıya getirdi bizi. Ona kapılmamak için çok uğraştım." Güldü. "Yapamadım. Başladık bir şekilde ama ben biliyordum bu işin olmayacağını, duracağım yeri biliyordum. Olmazdı sonuçta, ben onunla yapamazdım. Bir yerde onun düşündüğüm gibi biri çıkacağına emindim. Ama... sana yemin ederim beni o kadar yanılttı ki. Asla beklediğim gibi gitmedi hiçbir şey. Korktuğum ve ondan kaçtığım tüm ihtimalleri yok etti. Dünyayı benim etrafımda döndürdü. Onunla olmayı ertelediğim günlerden yakınıyordum Uğru... öyle böyle değildi." Burukça gülümsediğinde işlerin bu kadar güzel gitmediğini anlamış oldum. "Bir gün..." deyip durdu ve yutkunup devam etti. "Unuttuğum ihtimaller buldu bizi. Bana hayatın toz pembe olmadığını hatırlattı gerçekler."
"Başınıza bir şey mi geldi?" Diye sordum kısık bir sesle, gerilmiştim.
"Ben, onunla beraber İstanbul'a taşınmıştım sırf o gelemiyor diye, ona yakın olmak için. Sonra, bizim," yutkundu ve zar zor devam etti. "Yaşadığımız evi kurşunladılar, ben evde tek başımayken..." Dudaklarım aralandı. "Günlerce bu evde kalmak zorunda kaldım. Bu yaşanan onu delirtmişti. En başında ondan kaçtığım her şeyi gördüm açık açık. Bana karşı değildi ama yine de onu böyle zalim görmek beni kendime getirdi. Aşkımdan ölsem bile bunu kendime yapamayacağımı anladım. Böyle bir hayatı seçemezdim, aptallıktan başka bir şey olmazdı. En başında düşündüğüm gibi bu ilişkinin bir dur noktası olacaktı zaten. Bu olay da bana, artık o zamanının geldiğini göstermişti. Ona haber vermeden Ankara'ya geri döndüm."
Sedef derin bir nefes bırakıp başını geriye doğru attı. "Aynı akşam yanıma geldiğinde onu nasıl hayal kırıklığına uğrattığımı o kadar net gördüm ki." Sesi titrerken, gözünden süzülen yaş saç diplerine doğru aktı. "Nasıl bir kararlılıktı benimki bilmiyorum ama o haline rağmen geri adım atmadım o gün. Bittiğine emin olduğum bir şekilde gitti." Gözlerini kapattı ve bir iç çekti. "Haftalarca acı çektim. Açmayacağımı bilmeme rağmen arasın; onunla gitmeyeceğimi bilmeme rağmen de gelsin istedim. Bıraksın istedim ama bıraktı diye de günlerce ağladım. Mantığımla duygularım arasındaki o çıkmaza sıkıştım kaldım. Ne ileri gidebildim ne geri. Ama... biz ayrıldıktan sonra bir şey oldu. Karar vermek zorunda kaldığım bir şey..." Gökçe.
"Hamile olduğumu fark ettim." Burnunu çekti ve eliyle gözlerini sildi. "Aylar geçmişti, özlemimden geberiyordum ama yine de aramadım onu. Korkuyordum çünkü. Öğrenirse, bundan sonra onun hayatımdan çıkması mümkün olmayacaktı." Sesli bir soluk bıraktı. "Gökçe'yi aldırmayı düşündüm ama o kadar kolay değildi. Yapamadım." Bana baktığında gözlerindeki şefkati hissettim. "Nasıl yapabilirdim ki?"
Bacağının üzerinde duran elini tuttum ve sıktım. İnsanın kendi içinde ne yapacağını bilemediği o karmakarışık duyguları iyi bilirdim. Zihninden geçen bir sürü ihtimali, düşündüklerinin vicdan azabını, yapmaya korktuğu şeyleri ve kendini düşünmekle sorumluluk almak arasında gidip gelen düşüncelerini tahmin edebiliyordum. Desteğime karşılık bana dolu gözleriyle içten bir şekilde gülümsedi ve "Benim hiç kardeşim yok," dedi. "Ama şu an o kadar var gibi hissettim ki..."
"Sedef," diye fısıldadığımda uzanıp bana sarıldı. Aklıma onu ilk gördüğüm gün geldi, yine böyle sarılmıştı bana. Onu ittiğini hatırlıyordum. Ne kadar rahatsız olduğumu ve samimi bulmadığımı... "Teşekkür ederim." diye fısıldadığında, o günkü düşüncelerimin de tepkimin de tam tersi hakimdi. Ben Sedef'e sarılıyordum ve onun söylediklerinin aynını hissediyordum. Bir ablam var gibi.
Sedef'le sarılırken yağmurun dindiğini fark ettim. Verandanın tavanından yere damlayan tek tük damlalara bakarken, bunu nasıl fark etmediğimi sorguluyordum kendi içimde. Anlattıklarının merak uyandırıcılığına yordum, Sedef kafamı dağıtmıştı. "Neyse yeter bu kadar ağlamak," deyip geri çekildiğinde ona içten bir şekilde baktım. Yaşanan kötü anıları daha fazla hatırlamak istemiyor olmalıydı. Eliyle gözlerini sildi hızlıca. "Geçti bitti! Geçmiş, gözyaşı dökmek için bu kadar değerli olmamalı, değil mi ama?"
Ne için gözyaşı döktüğümüze bağlı. "Bilmem."
"Değil," dedi ben öyle söyleyince, net bir tavırla. "Eğer acı veren bir şey içinse," başını iki yana salladı. "Değil... O günleri heba etmişiz zaten, bir de bugünümüzü zehredemeyiz."
"Haklısın," dedim sadece ama bazen o kadar kolay olmuyordu. Geçmişin seni ele geçirdiğinde, ne kadar yeni bir yoldan devam etmek için uğraşsanda bazı şeylerin üzerine yaşayamıyordun. Çünkü bazı şeyler sadece anlatınca hatırlanmıyordu, bazı şeyler hep vardı. Bazı şeylerin varlığından öncesi yoktu. Sanki o şekilde doğmuş gibi ruhuna atılmış bu iz seninle mezara kadar gidiyordu.
"Cihan'a, hamile olduğunu söyledikten sonra neden evlenmedin peki?" Diye sorduğumda devam etti anlatmaya. "Onunla ayrıldığımız gün tüm düşüncelerimi açıkça anlatmıştım. Bu yüzden onunla evlenmek istemediğimi biliyordu. Öğrendikten sonra bana evlenmemiz gerektiği söyledi ama ben hamile olmama rağmen emin olamıyordum. Ondan bir süre zaman istedim, o da yanında olmamı istedi. Kabul ettim. Bu defa beraber değilken aynı evde yaşamaya başladık. O eskiye göre daha tetikteydi, daha sert ve daha korkutucu ama bana karşı da daha yumuşak, daha aşık, daha bağlı ve aklına gelebilecek tüm iyi özelliklerin dahası... Üzerine bir de baba olmayı benimsemiş o hiç görmediğim halleri... Kendime kızıyordum, hata mı yapıyorum diye ama sonra... bir anda yine bir şey görüyordum ve yine kararsızlık beni ele geçiriyordu."
"En sonunda evlenmemekte mi karar kıldın?"
"Kendin olacak mısın, diye sordum ona. Kendin ol, dedim. Seninle o zaman evlenirim." Sedef masanın üzerine sabitlediği gözlerini bana çevirdi. "Ben zaten buyum Sedef, dedi bana. En başından beri böyleydim ve sen bunu biliyordun, dedi."
Birkaç saniye durdu ve tekrar masaya dikti gözlerini. "Biliyordum bilmesine ama o da benim bununla savaştığını biliyordu. Ona kapılmamak için ne kadar uğraştığımı, eninde sonunda onunla yapamayacağımı biliyordu. En başında tam da bu yüzden benden uzak durmuştu! Bunun olacağını bilmesine rağmen o da bana yaklaşmıştı ve sanki tüm sorumluluk bendeymiş gibi bu şekilde sıyrılması gerçekten sinirimi bozmuştu. O en başından beri böyleyse, ben de en başından böyleydim... Yani kısaca, ikimizde kendimize göre haklıydık ve ortak bir nokta bulamıyorduk. En sonunda ona, ancak kendini feda etmediği bir hayatı olduğunda evlenebileceğimizi söyledim açık bir şekilde. O da ailesi için ne olursa olsun yapmaktan çekinmeyeceğini söyledi ve beni reddederek bunu açıkça gösterdi."
"Her şey tamam ama benim anlamadığım, zaten Cihan şu anda da böyle biri ve siz evli hayatı yaşıyorsunuz Sedef. Evlenseniz de evlenmeseniz de aynı durum varken neden evlenmekten kaçıyorsun?"
"En başında demiştimya hani... Bilmelerine rağmen tehlikeye atlayan kadınları yargılandığımı. Ben galiba aynı durumda olmak istemiyorum. Diyeceksin ki şimdi de yanındasın, yine berabersin ama aynı değil. Onunla evlenirsem kendime ihanet edecek gibi hissediyorum. Hani bazen bazı şeyleri başkalarına rezil olmamak için yapmazsınya... işte ben kendime rezil olmaktan korkuyorum Uğru." Başını iki yana salladı. "Bir süredir Cihan'ı kendime savunamıyorum. Ne zaman savunsam ve haklı çıktığımı sansam, hemen bir şey oluyor ve ben kendime mahçup oluyorum. Ben ancak, o gerçekten kendi gibi davrandığında tam anlamıyla kendimi bırakabilirim."
"Üzgünüm ama senin beklentilerin boşundaymış gibi geliyor bana. O tam olarak böyle biri Sedef, ne taraftan bakarsan bak." Bazen beni şaşırtan davranışları olsada onun bana yapmış olduklarını değiştirmiyordu hiçbiri. Onu böyle tanımıştım bir kere, yüzlerce insan onun iyiliklerini sıralasa bile değiştiremezdi bunu. Anlaşılan Sedef'te onu tanıdığı halini silemiyordu zihninden. Nasıl ben iyi olabileceğine inanamıyorsam, o da kötü olabileceğine inanmamak istemiyor olmalıydı.
"Onu tanımıyorsun sen," dediğinde beklemediğim bir sızı hissettim. Sedef'in tanıdığı versiyonunu tanımıyordum, evet. Ben kendi öz abim olacak kişiyi başkasından dinliyor, duyduklarıma şaşırıp inanacak bir taraf bulamıyordum. Bunun tek sebebi de hayat değildi maalesef. "Kalbindeki sevgiyi gösteremedi çünkü sana." Olmadığına emin olacağım bir öfke gösterdi onun yerine. "Neden biliyor musun? Tam olarak ondan kaçtığım sebeplerden dolayı. Azim Baturgan, Cihan'ı o kadar değiştirdi ki... içinden gelen gibi davranmak yerine doğru olduğu öğretilen şekilde davranıyor. Bazen istemesekte bazı şeyleri yapmak doğru gelirya hani, Cihan bunu hep yaşıyor."
"O zaman sonuçlarına katlanmak zorunda. Yaptıkları içini acıtıyor olabilir ancak bu yaptığını ve yaptığının haklı olduğunu düşündüğü gerçeğini değiştirmiyor. İçinde bir yerlerde vicdan kalmış olması ya da bazılarına gösterdiği o iyi yanı, kötülüklerine bir kılıf olamaz." Bunun aynını kendim içinde düşünüyordum. Hırsızlığa bir zaman sonra haklı bir başkaldırı olarak bakmaya başlamıştım ama hangi polis beni suçsuz bulurdu? Sebeplerim vardı, vicdanımda bazı zamanlar kendini belli ediyordu ancak yapıyor muydum, yapıyordum. O zaman bir kılıf bulmaya gerek yoktu. "En iyisi onu bu şekilde kabullen Sedef. Çünkü eskiden farklı olan her yanımızın yeni haline alışıyoruz ve bunu değiştirmek, değiştirmek istemeyen biri için imkansız."
"Benim umudum var," dedi. "Öyle ya da böyle buradasın artık. Cihan'ın üzerine binmiş o mecburiyet hissi hafifleyecek. Ailenin kendini toplaması gereken o noktaya geldik. Bunu senin yapacağını söylemiyorum, yanlış anlama. Sadece o takılı kalmış çarkın dönmeye başlayacağını söylüyorum. Artık ajiteliğe bir sebep yok, toparlanmak zorundalar. Bunu kendi başlarına yapamıyorlarsa da ittirecek kişi ben olurum sorun değil."
"Başarabiliyorsan beni rahat bırakmaları gerektiğini de hatırlat." Deyip göz devirdiğimde seslice güldü. "Umutsuz vakalar."
"Değiller ya," dedi olduğu yerde hafifçe öne kayarak. "Ben onları anlıyorum aslında. Sadece bundan sonra bunun bir şekilde değiştirilmesi gerekiyor ve bence," deyip hafifçe gülümsedi. "Olacak."
Bir şey demediğimde, "Ha bu arada," diyerek biraz daha döndü bana. "Sana bunları anlatma sebebime gelecek olursak... Cihan'la ben evli olmadığımız gibi, yılın çoğu zamanı da beraber yaşamıyoruz. Gökçe ve ben, Ankara'da kalıyoruz benim ailemle birlikte." Kaşlarımı çattım. Ben onları Cihan'ın gönderdiğini düşünmüştüm bu sabah. Hatta bunu Cihan'a açıkça da söylemiştim ama bana kendini savunmamıştı. "Sen o masalla ilgili ne biliyorsun bilmiyorum ama-"
Sözünü kestim. "Bu sabah dinledim."
"Öyleyse anlattıklarımdan sonra neden bu pikniği istemediğimi de anlamışsındır."
"Hayal kırıklığına uğramasını istemiyorsun," dediğimde başını salladı. "Bak ben seni anlıyorum ama bunu bu şekilde yapamazsın. Cihan onu o ormana götüreceği sözünü vermiş bir kere ve sen bunu ne kadar itelersen itele, Gökçe bundan vazgeçmeyecek. İçinde sürekli bir umutla bunu beklemesinin ve bu beklentinin bir gün hiç karşılık bulamayacak olmasının, onun içinde nasıl bir yaraya dönüşeceğini bilemezsin. Herkes çocuklar unutuyor sanıyor ama bir çocuk, verilen sözleri de o sözlerin gerçekleşmediğinde nasıl hissettirdiğini de hiç unutmuyor."
"Ama biz Anakara'ya geri döneceğiz ve o çok üzülecek." Dedi söylediklerimden sonra düşünceli bir hal alarak. "Ben emin değilim."
"Üzüntüsünü anılarla telafi edebilirsin." Gülümsedim hafifçe. "Orada geçirdiğiniz zaman bile onu mutlu edecektir."
Başını salladıktan sonra bana anlam veremediğim bir buruklukla baktı. "Uğru," diye mırıldandı kısık bir sesle. Bekleyip, "Bir gün," dediğinde konuyu az çok nereye getireceğini anlamıştım. "Eğer yaşadıklarını anlatmak istersen, seni dinlemeyi çok isterim."
Cümlelerimi seçmem gerektiğini fark ettim o an. Altında yatan anlamları, sebepleri ve olabilecek ihtimalleri düşünmelerini istemezdim. Aslında bakarsak kendimi ne kadar kontrol etsemde, düşününce bu zamana kadar birçok ima yapmıştım istemeden. Anlamayan da anlamıyordu demek ki... "Yaşadıklarımı anlatmayı sevmem pek." Gösterdiklerimin görülmediği, çabalayarak söylediğim sözcüklerin dinlenmediği, sustuklarımınsa hiç sorgulanmadığı bir ailede; sadece kendi yaşadıklarıyla, kavgamdan aklanmaya çalışan insanlardan hiçbirine, kendimden bir şey vermezdim. Bilmelerini istemiyor oluşumun bir diğer nedeni de belki de şu zamana kadar aslında birçok şeyi anlatmış olmama rağmen duymamış olmalarıydı. "Yine de teşekkür ederim."
Ayağa kalktığımda bana doğru baktı oturduğu yerden. "Nereye gidiyorsun?" Diye sordu hızlıca. "Konuşalım diye zorlamayacağım seni, sadece söylemek istemiştim."
"Sorun yok," dedim omzundan sıkarak. "Yorgun hissediyorum biraz. Yukarı çıkıp yatacağım."
Sedef konuşmak için dudaklarını araladı ama dinlemeden içeriye doğru ilerledim. Eve girdiğimde içerinin sıcağı titrememe sebep oldu. Üzerimdeki poları koltuğun üzerine bırakıp salondan çıktım ve odaya geçtim. Kendimi yatağa bıraktığımda sırtımdaki yara sızladı. Gözlerimi kapatıp acıyla inlerken, saç diplerime doğru akan gözyaşlarımın varlığını hissettim. Yine ne dokunmuştu bana? Yine neyin yutkunamayışıydı bu? Onca söylediğim sözün duyulmayışı şimdi mi ağır geliyordu şimdi bana? Bu insanların hiçbir şey yapmıyor oluşu bile dokunuyorken ben nasıl direnecektim onlara? Böyle olmamalıydı. İnsan sevdiklerine kırılırdı. Çocuk değildim ben artık. Onlara çocukluğumun gözleriyle bakamazdım. Yanlıştı bu. Çok yanlış.
•••
"Ne yapıyorsun sen orda?"
"Şşiiitt! Amca, sus! Halamı uyandıracaksın!" Çok geç!
"Uyuyorsa içeri neden giriyorsun bücürük?"
Gökçe'nin konuştuğu kişinin Kaya olduğunu anladığımda gözlerimi açtım ve kapıya doğru baktım kısık bir şekilde. Hafif aralık kapının arkasını göremediğimde başımı yastığa geri koydum ve elimle gözlerimi ovuşturdum. Bu evde rahat uyku yoktu. "Girmiyorum bir kere!"
"Öyle mi? Suçüstü yakalandın tatlım! Gizlice gözetlediğini gördüm."
Gökçe, "Amca. Bak. Sadece baktım. Girmedim. Tamam mı?" Diye tek tek kızarcasına konuştuğunda istemsizce sesli güldüm.
"Şuna bak, babası kılıklı-"
"Dur bir dur." Diye fısıldadı Gökçe. "Bir ses duydum sanki."
Kaya'da fısıldamıştı. "Ne? Uyandı mı?"
"Bilmiyorum ses gelmiyor."
"Kafanı uzatıp baksana kızım."
"Bakıyorum ama göremiyorum boyum yetmiyorki." Yine sesli bir şekilde gülmekten alıkoyamadım kendimi. "Heh, sende duydun değil mi?"
"Yoo!"
"Nasıl ya?" Diye sordu Gökçe anlam veremediği ses tonundan belli olan bir tınıyla. "Güldü sanki."
"Öyle gülmek olmaz," dedikten saniyeler sonra Gökçe'nin kahkahalarını duyduğumda onu gıdıklamaya başladığını anlamıştım. "Bak böyle olur!"
"Ya hahahaha amca hahahaha yapma noluurr hahahaha!"
"Yapacağım!" Dedikten sonra kendi de kahkaha attığında onları izlemek istedim ama kapıdan hiçbir şey gözükmüyordu!
"Tamam ahhahaha tamam gülme- hahahahha gülmemiş tamam!"
"Ne?! Anlamadım?"
"Ben yanlış duymuşum hahahaha!"
"Ulan!" Diye bağıran Cihan'ın uzaktan gelen sesini duyduğumda yataktan kalktım. "Çocuğumu çatlatacaksın!"
Gülerek kapıya ilerlerken Gökçe'nin soluklanan sesi Kaya'nın onu bıraktığı gösteriyordu. Kapıyı araladığımda Kaya'nın yerde yatan Gökçe'ye tepeden sırıtarak baktığı gördüm. Kaya'yla göz göze geldiğimizde çok oyalanmadı ve başıyla beni işaret edip, "Doğru duymuşsun," dedi eğlenerek.
Gökçe karnında tuttuğu elleriyle saçlarını yüzünden çekip bezgince, "Söylemiştim," dediğinde Kaya gülerek yere eğildi. "Tamam kız abartma," deyip Gökçe'yi kollarından havaya kaldırdığında, kollarımı göğsümde birleştirip kapıya yaslandım. Sol omzunda asılı olan okul çantasını düzeltip Gökçe'nin dağılan saçlarını düzeltti. Üzerindeki formanın kirliliği ve saçlarının dağınıklığı dikkatimi çektiğinde ona dikkatlice baktım. Gökçe'yi öperek uzaklaşırken, vücudunda yara bere görmemiş olsamda içten içe merak ederek gözlerimi ondan çekmedim. Odasına girmeden önce bu tarafa doğru baktığında göz göze geldik ama bir şey söylemeden içeri girdi. Düşündüm o an. Şu durumda bile onu bu kadar merak ediyorken, beraber büyümüş olsaydık kim bilir nasıl bir abla olurdum? Asla cevabı olmayan bir soru daha.
•••
Gökçe'yle beraber kaldıktan sonra, benim yanıma dün yarım bıraktığımız çizgi filmi izleyelim mi diye sormaya geldiğini ama eğer dinleniyorsam gidebileceğini söylemişti. Bende zaten uyandığım için ve bu evde yapacağım daha kaliteli başka bir aktivite olmadığı için kabul etmiştim. Önce sevinerek aşağı inmiş, daha sonra da bir yardımcı eşliğinde birkaç atıştırmalık ve bilgisayarla geri dönmüştü. Yatağın üzerine oldukça keyifli bir ortam kurmuştuk birlikte. Hem bana kreşte neler yaptığını anlatıyor hem de filmde olanlarla ilgili konuşuyordu.
Bir süre sonra sessizleşmişti ancak filmin sonları o kadar akıcıydı ki gözümü alıp ona bakamıyordum. Bir yerde de merak ediyordum doğrusu... Rapunzel'in ailesini gördüğü o anı ve o an neler olacağını. Hatta sonrasını da merak ediyordum ama çok az kalmıştı. Bu hikayenin sonu ailesini bulduğu zaman olmalıydı.
Güldüm kendi kendime. Böyle bitebiliyor muydu bu hikayenin sonu? Ben de bulmuştum ama son sürat devam ediyorduk... Hoş, onlar cadıyı da bulmuştu. İyi bir son istiyorsam belki ben de cadıyı bulmalıydım. Önce Yujin'i, sonra onun sayesinde cadıyı. Yine de böyle bitmez sanki bu hikaye.
Başımı geriye doğru yaslayarak Rapunzel'in ailesini beklediği o sahneye odaklandım. Yüzündeki bilinmezlik tanıdıktı. Annesiyle karşılaştığı o an gözlerimin dolmasına engel olamadım. Burnumun ucunda hissettiğim sızı bana Asya'yı ilk gördüğüm anı hatırlattı. Tıpkı böyle sarılmıştık o gün. Yanlış olan şey kaçıp gitmem miydi bilmiyorum ama bu kız mutluydu. Babası da sarılmıştı onlara, tamamlardı artık. Bu siktiğimin çizgi filminde her şey bu kadar güzelken, benim tepkim mi mutsuzluğa itmişti bizi?
O an gitmeseydim, burda kalsaydım onların istediği gibi, o zaman tüm bunlar yaşanmaz mıydı? Doğru olan bu, hatalı olan ben miydim yoksa? Tamam, suç bende. Kendi aileme güvenememiş olmanın sorumlusu kimdi peki? Bu da mı benim hatamdı? Onları tanımamamın, tanımadığım insanlardan kendimi korumak istememin, cesaret etmekten korkuyor olmamın sorumlusu kimdi? Suç kimde?
Ya da asıl mesele bir suçlu aramak yerine, yaşadıklarımıza verdiğimiz tepkilerin sonuçlarıydı. Bir çizgi filmde değildim. Korkularıma rağmen ilk anda boyunlarına atlayamazdım. O şatonun prensesi, o tacın sahibi olamazdım. Bunun getirdiği sorumluluklardan bihaber o tahta oturmazdım. Bu yüzden hiçbir zaman bir çizgi filmin sonunu yaşayamayacaktım. Üzülmedim. Belki mutlu olamayacaktım ama en azından pişman olmayacaktım. Sonuçta hiçbiri beni korkularımdan haksız çıkartmamış, beni yanıltmamıştı öyle değil mi?
Gökçe'ye göstermeden gözlerimi silmeye çalıştım. Çizgi filmler de masallar da mutlu sonlar için vardı. Gerçek hayatta Rapunzel, senelerce tanıdığı insanın bir yalancı olduğunu öğrense hiç tanımadığı başka insanların arasına kendini atmazdı. Korkardı, çekinirdi, emin olamazdı. Tekrar başka bir şatoya hapsolma ihtimalini düşünür, bunu göze alamazdı. Özgür olmak isterdi. Özgürken ailesini tanıyıp, onlarla yaşayıp yaşamayacağına karar vermek isterdi. Çünkü Rapunzel birine güvenmenin bedelini senelerce kandırılarak ödemişti. Ailesine bile güvenemezdi.
Doğru olan benim yaptığımdı.
Gökçe'nin, ağladığımı anlamaması için, "Ee," diye mırıldandım ileriye uzanıp bilgisayarı kapatarak. "Beğenmedin mi? Neden sesin çıkmıyor?" Bir cevap vermediğinde ona döndüm ve gizlenmeye çalışmama gerek olmadığını anlamış oldum. Uzun süren sessizliğinin sebebi uyumuş olmasıydı. Kreşten döndüğü gibi yanıma gelmişti ama belliki çok yorulmuştu ve dayanamamıştı.
Gülümseyip ona doğru eğildim ve başının üzerine bir öpücük kondurdum. Biraz onu seyredip iyi hissetmeye çalıştım. Saçlarını sevdim. Sonra da onu uyandırmamaya çalışarak yavaşça ayağa kalktım ve yatağın üzerindeki tabakları kaldırdım.
Gökçe'nin üzerini örtüp tabaklarla beraber sessizce dışarı çıktığımda ortalık sessizdi. Cihan'ın sesini duymuştum ama diğerleri eve gelmiş miydi bilmiyordum. Elimdeki tabakları birbiri üzerine koyup koridor boyunca yavaşça ilerlediğimde, merdivenlerden inmek yerine salonu gören galeri boşluğuna kısa bir bakış attım. Asya, Serhat bey ve Kaya hariç herkesin salonda olduğunu görmek, Serhat beyle mutfakta karşılaşmamayı dilememe sebep oldu. Dün geceki kabusum ve sonrasındaki tepkimden sonra onu görmek istediğim söylenemezdi.
Merdivenlere yönelecekken ismimi duymak beni durdurdu. Görünmemek için sırtımı duvara verip öyle dinlemeye başladım. "Dedemin verdiği iki hafta doldu. Bu evden çıktığı gibi peşine düşecektir."
Cihan'ın konuşmasından sonra kaşlarımı çattım. Bu da ne demekti? "Günce'nin karşısına çıkarsa toparlayamayız. Ne desek inanamaz, biz haber verdik sanır."
"Tek sorun o da değil," dedi Cihan, Baran'a. "Dedem ne yapıyor ne ediyor öğrenmek için takibe alır onu. Çıkmayız işin içinden."
"Ne yapacağız peki?" Diye sordu Karan. "Dedemin adamlarını mı indirsek?"
"Oldu canım başka," diyerek tersledi onu Baran. "Dedem hayatımızı kaydırsın istiyorsun herhalde sen?"
"Ne yapacak sanki abi?"
"Bir şey yapmayacak olsa bile bu onu durdurmaz zaten." Dedi Cihan. "En mantıklısı Günce'yle konuşup, dedemle tanışmasını istemek. Yoksa dedem onun peşini bırakmaz. Ne var ne yok öğrenir." O adamla görüşmek istemediğim için bu doğrultuda konuşuyor olmaları iyiydi ancak aklıma takılan bir nokta vardı. Dedelerinin benim hakkımda öğreneceği her şeyin onların işine gelmesi gerekmiyor muydu? Buna zaten biliyorlarsa, pek tabii gerekmiyordu.
"Neler olabileceğini düşünmek bile istemem," dedi Sedef. "Kusura bakma ama dedenizle ben bile anlaşamıyorum."
"Anlaşmalarını beklemiyorum zaten," dedi Cihan. "Bizim olmadığımız bir yerde karşılaşmalarındansa, planlı bir görüşme daha mantıklı. Böyle bir durumda da dedemin onun peşine düşmesine gerek kalmamış olur hem."
"Kabul etmeyecektir."
"Açıkça anlatırız. Kendi tercih eder."
"O zaman sorgulamaz mı?" Diye konuştu Baran. "Bu sayede neler yaptığını öğrenmek varken dedemi baltalamamızı yanlış anlar." Tam olarak.
"O anlatana kadar bir şey öğrenmeyeceğiz dedik." Kaşlarımı çattım. Eğer onları birazcık tanıdıysam, bu asla onlarlık bir hareket değildi. Doğru anlayıp anlamadığımı sorguladım ama kendi aralarında böyle bir şey düşünmüş olmalarına bir anlam bulamadım.
"O bunu bilmiyor ama..." dedi Karan, Cihan'a. Gerçekten ben anlatana kadar duracaklar mıydı yani? Buna nasıl inanabilirdim bilmiyordum. Bir şansları olsa her şeyi öğrenmekten asla çekinmezlerdi, neydi bu şimdi? Tamam, birkaç gündür farklı davranıyorlardı ama bu fazlaydı. Özellikle vurulmamdan sonra bunun peşine düşmeleri gerekirdi, durmaları değil.
"Ona bu teklifi yaptığımızda sorgularsa eğer söyleriz. İnanıp inanmamak ona kalmış. Eğer ne dersek diyelim kendi bildiği gibi davranırsa, o zaman sonucuna katlanır." Bu duyduklarımın üzerine düşünmem gerekiyordu. Kendi aralarında konuştukları için söyledikleri doğru olmalıydı ama o kadar inanasım gelmiyordu ki... Bu işin içinde bir şey olmalıydı. Bir anda bu denli değişemezlerdi. Kısa bir sessizlikten sonra Sedef konuştu. "Serhat baba neden sizinle gelmedi?"
Cihanın sesli soluğunu duydum. "Gelmeyecek birkaç gün."
Sedef duygularıma tercüman bir şekilde nedenini sorguladı ama Cihan cevap vermek yerine "Günce nerde?" diye sordu. "Uyuyor mu?"
"Yok Gökçe'yle şimdi," dedi Sedef. "Çizgi film izliyorlar beraber... Onunla mı ilgili bu?"
"Evet. O buradayken karşısına çıkmamak için gelmeyeceğini söyledi. İyileşip kendi evine gitmek istediğinde gelecekmiş."
"İyi de neden? Benim bilmediğim bir şey mi var?"
"Sen görmedin dün gece onu," dedi Baran durgun bir ses tonuyla. Yutkunarak konuştu. "Babamdan korktu."
Gözlerimi kapatıp başımı duvara yasladım. Siktir. "Nasıl, Uğru mu korktu?"
Güldü Baran hissizce. "İnanaması zor ama gözlerimizle gördük o halini... Hele o bakışları, aklımdan silemiyorum. Bir kere bile korkarak bakmamıştı bize ama o kadar koydu ki." Bir an sessizleşti ve boğuk bir ses tonuyla devam etti. "Gözlerinden akıyordu resmen... Yalvardı odadan çıksın diye."
"Kabustan dolayı demiştin bana... Babamla ne alakası var?"
"Rüyasında ne gördüyse onunla ilgiliydi zaten," dedi Cihan, Sedef'e. "Babamla kapı önünde konuşurken imdat diye bağırmaya başladı birden. İçeri girdiğimizde uykusunda ağlıyordu." dedikten sonra sesi titredi. "Kurtar beni baba, dedi. Çok korkuyorum."
Sımsıkı kapattığım gözlerimden aşağı bir damla yaş süzüldü. Yalan söylemişti! Bir şey duymadıklarına inanmıştım ama bir sürü anlam çıkarabilecekleri kadar şey duymuşlardı işte... Başımı sinirle duvara vurdum. İmdat diye bağırıyordum çünkü siktiğimin yurt müdürü beni yine o deliğe kapatmıştı. Bunlar uykumdan parçalar olmalıydı, duymamaları gerekiyordu! Zihnimin içinde dün geceye dair dönen görüntülerin ne kadarı gerçek ne kadarı hayaldi? Şimdi her şey birbirine karışmıştı ve ben duymak istemesemde ne kadarını bildiklerini öğrenmek zorundaydım.
"Babam onu uyandırmak için seslendi ama kalkmadı." Diye devam etti Cihan. "Sonra omzuna dokundu. Günce gözlerini açtı ama babamı görmek onu panikletti. Başka birine bakıyor gibiydi. Babam ona yaklaşmak istediğinde, yatakta geriye bağırarak uzaklaşmaya çalıştı. O an oradaydı ama... bilmiyorum, başka bir yerde gibiydi. O rüyadan çıkamamış gibi... Belki de babamın dediği doğruydu; hiç rüyada olmamıştı sanki."
"Yaşadığı bir an gibi mi yani?" Diye sordu Sedef zor duyabildiğim kısıklıkta bir sesle.
"Bilmiyorum ama, korktuğu biri vardı zihninde. Babamdan onu kurtarmasını isteyecek kadar korktuğu biri." Vardı. "Muhtemelen geçmişte."
"Ben çok korkuyorum abi..." diye konuştu Karan. "Kafamda sonu gelmeyen bir sürü düşünce dönüyor ben içinden çıkamıyorum." Karan titrek bir nefes verdi. "Başına bir şey gelmiş belli, canı yanmış, korkmuş kardeşim." Gözlerimi silip aşağı doğru baktığımda Karan'ın ağlamamak için direndiğini gördüm. "Zarar vermiş birileri." Yutkunamadım, onun gibi. "Belki de..." Konuşmakta zorlanıyordu. Sussaydıya o zaman. Böyle konuşacağına sussaydı. "Belki de bu yüzden ne zaman yaklaşsam itiyor beni. İzin vermiyor sarılmamıza, dokunayım istemiyor, güvenmiyor..."
"Sus," dedi Baran. "Sikik sikik konuşma."
"Bu kız kaç yıldır sokakta değil mi abi?" Diye sordu yüksek sesli bir serzenişle. "Kim bilir ne oldu da bu hale geldi dün gece?"
"Sus lan sus," dedi dişlerinin arasından Baran. "Yok! Yok öyle bir şey, saçma sapan konuşma..." Sinirli bir nefes verdi. "Yok." dedi tekrar. "Duydun mu beni?"
"Sen yok deyince yok olmuyor Baran." Diye konuştu Sedef. "Hiç mi duymadık böyle şeyler? Çok mu yabancı bunlar, değil. Keşke olsa ama değil." Sedef'in sesi titriyordu. "Kimse kendini kandırmasın... Her şey olmuş olabilir, her şey..." Hem duymak hem kaçmak istiyordum şu an. "Bilmiyoruz ki neler yaşadı? Bilmiyoruz ki ne yaptı bu kız senelerdir? Bilmiyoruz ki... Gökçe'ye niye bu kadar düşkün?"
"Hayır Sedef sus..." diye fısıldadım kendi kendime. Sus, ne duymak istiyorum ne duyurmak. Zihninizin içinden geçen ihtimallerin varlığını bilmek bile bu kadar ağırken, bunu konuştuğunuzu duymak istemiyorum sus. Anlayın istemiyorum, anlaşılsın istemiyorum, yargılanmak, acınmak, bir perdenin arkasından kendi hislerinizi gizleyerek bana bakın istemiyorum, ne olur sus.
"Neden?" Diye sordu Cihan korkarak. "Düşkünmüş, Gökçe'ye?"
Sedef, "Çünkü," diye fısıldadı incelen bir sesle. "Ancak bir çocuk, babasının onu kurtarmasını bekler."
"Hayır," dedi Karan. "Hayır, hayır, hayır olmaz... Olmaz. Çocukken olmaz."
"Öyle bir olur ki Karan..." diye fısıldadım gözlerimden akan yaşlara müdahale etmeyi bırakıp. "Öyle bir olur ki."
"Olmaz," dedi tekrar. "Çocukların canı mı yanar hiç? Olmaz... hayır."
"Ona kıyamıyor," dedi Sedef. "Üzmekten korkuyor, kırmak istemiyor. O günden sonra bu eve neden geldi? Gökçe için..." Sedef içli bir soluk verdi. "Ne oldu ne yaşadı bilmiyorum ama belli... Çocukken yanmış canı, çocukken korkmuş." Yutkundu yeniden. "Belki de çocukken beklemiş kurtarılmayı." Senelerce.
Gözlerimden akan yaşları durduramadığımda, duyulmak istemedim ve kendimi yaslandığım duvardaki ilk kapıdan içeri attım. Kapıyı kapatıp sırtımı yasladığımda girdiğim odanın, bu eve ilk geldiğim gün girdiğim oda olmasını fark etmek beni daha da beter bir hale soktu. Bu oda benim değildi ama bu oda banaydı.
Gözlerimi kapattım. Sakinleşmek istedim. Düşündükleri her şey sadece varsayımdan ibaretti. Bilmiyorlardı. Ve bir sorun yoktu. Kimse, ben anlatmadığım sürece bir şey öğrenemezdi. Sakin olmalıydım, sorun yoktu.
Yavaşça gözlerimi açtığımda gözüme ilk çarpan tavandan aşağı sarkan yıldızlar oldu. Dudaklarım aralandı. O gün arabadayken ve bu sabah rüyanın içindeyken, uzandığım yere doğru sarkan yıldızlardı bunlar. Bu odadaydı işte. Bebek yatağının hemen üzerinden aşağı doğru sarkıyordu. Elimle gözlerimi sildim ve varla yok arası gülümsedim. Belki de küçükken seviyordum bu yıldızları ve belki de onları görmek bu yüzden rahatlatıyordu beni. Şimdi olduğu gibi.
Gözlerimi onlardan alıp etrafta gezdirdim. Oyuncaklar, fotoğraflar, unuttuğum anılar, kaybettiğim o sıcak yatak, belki hiç giyemediğim kıyafetler ve belki de hiç bakamadığım, onun yerine çok daha eskisinden baktığım bir pencere...
Yaşadıklarımın büyüttüğü çocukluğum, diğer çocukların korktuğu bir ucubeydi onlara göre. Kendi köşeme çekilir saatlerce pencereden dışarıyı izlerdim ve başka hiçbir şeyi duymazdım. İnancım o kadar büyüktü ki acaba diye bir an bile şüphe etmez, beklerdim. Diğerlerinin ne düşündüğü umrumda bile değildi.
Tüm bunların sebebi de bu odaydı işte. Bu oda, bu ev, onlarla geçirdiğim o kısıtlı zaman. Bir kere hissetmişti çünkü küçüklüğüm... sıcak bir yuva nasıl olur, aile nasıl bir şey hissetmişti. Ben ona unutturamamıştım senelerce, beklemişti. Sonra umutları bir bir yıkılmıştı, o en asi zamanında. Öfke dolu bir genç kız olmuştu. O öfke onu öyle diri tuttu ki eskiden içinde olan yumuşak yanı yok oldu. Kendini farklı bir hayata attı, değişti. Şimdi o değişen kadın, seneler sonra o umudun tohumlarının atıldığı odanın içinde, aslında içten içe değişmediğini, sadece yok saydığını bir kez daha anladı. Ama o kadın, ne anlarsa anlasın, olması gereken gibi davranmayı bilecek kadar büyümüştü.
Derin bir nefes aldım. Toparlanmam gerekiyordu. Duyduklarım canımı acıtmıştı ama bilmek, bilmemekten her zaman daha iyiydi. Olan olmuştu artık, buna göre davranmalıydım. Tahminlerinin doğru olabileceğine dair onlara bir detay vermemeli, artık temkinli olmalıydım. Belki de artık gerçekten hepsinden uzak kalmalıydım.
Kendimi toparlanmak için elimdeki tabakları kenara bırakarak, ellerimle yüzümü sildim yavaşça. Sakin nefesler almaya çalıştım. Neden bilmiyorum ama odanın her detayında gözlerimi gezdirdim. Biraz dolandım. Yıldızların ışığını yaktım, kapattım. Eşyalara dokundum, peluş bir oyuncağı sevdim. Ağlamadım belki ama burnumun sızısına engel olamadım.
Sonra bir defter gördüm. Üzerinde kızım için yazan bir defter. Elime aldım. Yanlış yaptım. Bazen de bilmemek, bilmekten iyi oluyordu, bilemedim.
Sayfalarını karıştırdığım defter, üzerine tarihler atılan bir anı defteriydi. Okumadım ama fark ettiğim bir şey vardı. Defterin ortalarından sonra yazılar özensizleşmiş, bazı sayfalar hasarlanmıştı. Böyle olan ilk sayfada gözlerimi gezdirdim.
"Bu defteri nasıl bir hevesle aldığım günü hatırlıyorum dün gibi. Bir kızım olacağını öğrendiğim ilk an, senin güzel bir anı defterin olsun istedim. Büyüdüğünde okuman için her şeyi not edeceğime yemin ettim kendime. Yarıda bırakmamak için hep yazdım, yarım kalmasın istedim... Bunun için sebepsizce çok uğraştım. Hayatta bir şeyin olacağı varsa engel olamıyormuşsun kızım. İnanmadığım o büyüklerin ahmak sözlerine inanır oldum. Ben bırakmadım ama yarım kaldı şimdi bu defter. Ne yapacağım bilmiyorum. Yazacak anılarımız yok ama yazmayı bırakmak yokluğunu kabullenmek demekken bunu nasıl yapabilirim... Geliceksin sen biliyorum az kaldı. Biliyorum. Bir gün bu defterde yeniden güzel anılarımız yazacak. O zamana kadar da bırakmayacağım yazmayı. Bırakmayacağım seni. İnanmayacağım kimseye. Dinlemeyeceğim. Yemin ederim artık yarım bırakmayacağım hiçbir şeyi... Uyandığında vereceğimi söylediğim sürprizi sen gelene kadar saklayacağım. Söz verdiğim hiçbir şeyi unutmayacağım. Annen. 06.09.2001"
Elime aldığım defteri iyice sıktım. Sayfanın üzerindeki silinmiş yazıların sebebi Asya'nın bunu ağlayarak yazmış olmasıydı. Artık bazı kelimeler de benim gözyaşlarımdan dolayı okunmuyordu. Anladığım kadarıyla bu sayfa ben gittikten sonra yazılmış olan ilk sayfaydı. Belki de kısa bir ayrılık düşünmüştü ama yirmi iki yıl geçmişti. Bu defter yirmi iki yıl için çok kısaydı. Asya bir yerde bırakmış olmalıydı. Yazmayı, inanmayı, beni.
Gitmek istiyordum bu evden. Kurtulmak istiyordum. İyileşmekten çok daha da hasta ediyordu bu ev beni. Kendimi kaybediyordum. Serhat bey haklıydı belki, benden inatçıydı. Ama bilmediği bir şey vardı. Ben ruhum acı çekmeye başladığında, kendimi kurtarmak için her şeyi yapardım.
Gözlerimi odada gezdirerek geriye doğru adımladım ve kapının yanındaki duvara yaslandım yavaşça. Elimdeki defteri göğsüme bastırdım. Kalbimi bu kadar acıttığı için bu odaya bir daha girmemeye yemin ettim.
Telefonumu cebimden çıkartıp kulağıma götürdüğümde ağlamayı kesmiştim. Gözlerim etrafta gezinirken telefonun ardındaki kişinin sesi duyuldu. Ve ben tek bir soru sordum.
"Senden bir şey isteyebilir miyim, Kandemir?"
••• |
0% |