@_mysterybooks
|
Bölüm Şarkısı: Kaleo - Way Down We Go
•••
Panik. Tüm vücudumu ele geçiren panik dalgası beynimde zibilyon tane soru yağmuruna sebep oldu. Bir sürü düşünce kafamın içinde cirit atarken en bariz ikisi kulaklarımda çınladı. Bu adam kimdi? Ve benim adımı nasıl bilebilirdi?
"Kimsin sen?" Diye bir soru yönelttim. Uzatmanın bir anlamı yoktu. "Ne istiyorsun benden? Nerden tanıyorsun beni?" Hiçbirine cevap vermedi.
"Benimle geliyorsun." Dediğinde kaşlarımı çattım ve kolumu kendime çekmeye çalıştım.
"Dur," dedim yürümeye başladığı için ama durmadı. "Ya bırak beni ruh hastası!"
"Sana zarar vermeyeceğim." Dedi bana dönüp. Kendinden emin ve kararlı görünüyordu. "Korkmana gerek yok."
"Çok inandırıcı oldun, gerçekten bak!" Diye dalga geçercesine konuşup ciddiyetle devam ettim. "Bırak şu kolumu."
"Bak seninle ya karakola gideceğiz, ki bu da işime gelir öğrenmek istediğimi öğrenirim, ya da paşa paşa benimle geleceksin ve zararlı çıkmayacaksın." Diye konuştuğunda gözlerimi kapatıp nefesimi dışarı verdim. Buna seçenek mi diyordu yani? "Sen seç. Tam şuan polisi arayabilirim."
"Tamam," dedim uzatmadan. "Tamam geliyorum ama şu kolumu bırak! Kaçsam zaten yetişirsin, ikimizde gördük."
Başını salladı hafifçe ve gözleriyle önden yürümemi işaret etti. Gözlerimi sinirle kapatıp yürümeye başladığımda ne yapacağımı düşünüyordum. Bu adamın benden ne istediği belli değildi. Bir şekilde beni tanıyordu ama mantıklı bir tahminde bulamıyordum. Giyim kuşamından iyi bir hayat yaşadığı belliydi. Aynı ortamlarda bulunmadığımız barizdi. Daha önce karşısına çıktığımı varsaysak beni neden polise teslim etmiyordu? Başka da nasıl bu gibi bir adamla bağım olabilirdi bilmiyorum. Çocukken yuvada tanıdığım biri desem o zamanlar çok ufaktık. Altı yaşından sonra da karma yurtta kalamıyorduk zaten. O yaşta bir çocuğun beni hatırlaması da mucize olurdu ki ben hiçbir anımsama sezmemiştim.
Ne yapacağımı düşünürken caddeye çıkmıştık ve gözüme bir şey takıldı. Ara sokağın köşesinden bana lazer tutan kesinlikle Tuna'ydı. Göz ucuyla baktığımda iki parmağıyla gel işareti yaptı. Bu bizim dilimizde koş demekti. Ve ben bir an bile beklemeden koştum.
"Dur!" Diye bağırıp peşime takılan adam yüksek ihtimal bana yetişirdi ama Tuna'nın altındaki motor sayesinde hiç şansı yoktu. Motoru görür görmez gülerek dudaklarımı dişledim ve çalışır vaziyetteki motora atladım. Ben biner binmez gazı köklediğinde arkadaki adamın küfürlerini ve adımı haykırışını duysamda dönüp bakmadım.
"Bok yoluna gidiyorum sandım!" Diye konuştuğumda güldü.
"Bebeğim seni geride bırakacağımı mı düşündün?" Diye sorduğunda göz devirdim.
"Yapmadığın şey değil!" Dediğimde kahkaha attı.
"Şanslısın ki motor gözüme çarptı!" Deyip biraz daha hızlandı. O pek arkasına bakmazdı, beni bırakmaması beklenmedikti. "O deli neden senin peşinden koştu? Adını da biliyordu, neden?"
"Bilmiyorum." Dedim, hiçbir şey anlatmaya niyetim yoktu. O da daha fazla sorgulamadı. Eskisi kadar benimle ilgilenmiyordu. Biz onun kahpeliklerinden, bağımızı koparalı çok olmuştu. Birkaç kez ondan başka kimsem olmadığı için yaptıklarını göz ardı etsem de karakterim iyice oturduktan sonra iltimas göstermedim.
O adamsa... neyin nesiydi umrumda bile değildi. Bir daha karşılaşmamak bana yeterdi. Sorgulayıp kafamı kurcalamak istemiyordum. Hayatımda yeterince aksiyon varken bir yenisini daha kendime çağıramazdım. Bu yüzden Tuna'nın beline biraz daha sıkı sarıldım ve kafamdaki tuhaf düşünceleri bir kenara atıp kendimi rüzgara bıraktım.
Baran Baturgan Kelimelerin sustuğu anları çok kez yaşamıştım. Ne dersen de boş ve kifayetsiz kalacaklarını bilmek susman için yeterliydi. Çok konuşmanın yaraladığını da kelimeleri susturmayı da çocukken öğrenmiştim. Çünkü bizim ailemizde konuşmanın yükü ağırdı. Konuşmak için aralanan dudaklar, bizde umut demekti ve umut vâdettiğiniz insanın gözlerindeki parlamayı hüzne dönüştürdüğünüzde, acısı dayanılmaz olurdu. İşte ben, şimdi yine kelimelerin sessizleştiği o andaydım. Ama bu kez susamazdım.
Sert adımlarla koridorda yürürken ellerim titriyordu. Kucağıma kadar gelen kızı kaçırdığım için deli gibi sinirliydim ama aynı zamanda da onu görmenin heyecanı vardı içimde. Her şey belirsizdi ve net bir şey yoktu ama ben biliyordumki o kız bizdendi. Yine de her şey net olmadan herkes bilmeyecekti.
Abimin odasına girip herkesin içerde olduğunu gördüğümde gergindim. Yoldayken Karan'ı arayıp abimin odasına geçmesini istemiştim. Cihan abim kendi masasında, Karan'da odadaki toplantı masasında bilgisayarlarıyla ilgileniyorlardı.
"Toplanın," kapıyı çekip içeri doğru yürüdüğümde bir terslik olduğunu fark etmeleri uzun sürmedi.
"Ne oluyor?" Diye sonran Karan odadaki koltuklara geçip oturduğunda, Cihan abimin de gözü üzerimdeydi.
"Abi?" Diye sorarcasına konuşan Karan'a "Anlatacağım," dedim ve gözlerimi kapatıp bir süre bekledim. Nasıl anlatacaktım bilmiyorum ama konuya direkt girmek bu kez en doğrusu gibi geliyordu.
"Bir saat önce bir şey oldu." Dediğimde Cihan abim ayağa kalktı ve masanın önüne geçti, dikkatleri bendeydi. "Ben galiba Günce'yle karşılaştım."
"Ne?" Diye konuşup ayağa kalkan Karan'dı. "Ne diyorsun sen abi?"
"Emin misin? Doğru düzgün anlat şunu." Diye konuştu Cihan abim. Odada volta atarak anlatmaya başladım.
"Arabama doğru yürüyordum. Birden çarpıştık," dedim detaya girmeden. "Görünce dondum kaldım. Annemin gençliğinin tıpa tıp aynısıydı kız abi... Yemin ederim aynısıydı!"
"Sonra?" Diye sordu abim, Karan duyduklarının şaşkınlığıyla yavaşça yerine çökerken devam ettim.
"Adını sordum kıza, söylemedi ilk. Sonra ben sordum, Uğur mu senin adın diye..." deyip Cihan abimden çektim gözlerimi. "Yurttaki kadın, Günce künyeli kıza Uğur adını verdiler demişti hani..."
"Sonra ne oldu?" Diye sordu Karan meraklı gözlerle.
"Kız şaşırdı kaldı. Sen kimsin falan dedi, bir nevi kabullendi. Zaten çok şaşırdı ben öyle sorunca. Aslında alıp buraya getircektim test için ama..."
"Ama?" Diye konuşan Cihan abime bakamadım. Yıllar sonra bir ihtimal bu kadar yaklaşmış olduğumuz kızı kaybetmek tam bir ahmaklıktı.
"Ama korktu sanırım, kaçtı."
"Kaçtı?" Diye tekrar konuştuğunda "Abi," diye konuştum kısık sesle ve ona baktım. Gözleri sinirli baksa da yerinden kıpırdamadı. "Özür dilerim." Cevap vermedi. "Giderken bir motora binmişti, plakayı soruşturuyorum." Dediğimde Karan hafifçe gülerek, ayağa kalktı.
"İnanamıyorum," deyip hepimize baktı. "Yaşıyor mu yani, kardeşimiz?"
"Hemen umutlanmayalım," dedi Cihan abim. "Bizimkilere de bir şey söylemeyin şimdilik."
"Evet, annem çok zor toparladı zaten. Emin olmadan bir şey söylemeyelim." Karan'ın dediklerine başımı sallarken telefonuma gelen mesajla hızlıca telefonumu açtım.
"Motor çalıntıymış, birkaç sokak sonra bir yere atıp gitmişler. Sahibiyle konuşmuş Murat."
"Ne yapacağız şimdi abi?" Diye sorup Cihan abime baktı Karan. İkimiz de ona döndüğümüzde "Yapılacak belli," dedi. "Tüm kameralar didik didik edilecek. Yerin dibine de girse buluruz artık."
8 saat sonra "Görüntüler şu sapaktan sonra kesiliyor. Etrafında olan geçebilecekleri diğer sokakların da kamera olmayanından geçmişler yüksek ihtimal." Diyen Murat başka bir görüntü açıp devam etti. "Kamera olmayan sokakların bağlantı noktalarını da araştırdık. Binaların kameralarına bağlandık. Bu mahallede bir yerde olmalılar çünkü çıkabilecekleri tüm ihtimalleri gözden geçirdik."
"Bilmediğimiz bir çıkış olabilir," diye mırıldandı Karan.
"Evet ama yine de en yüksek ihtimale odaklanmak daha mantıklı." Dedi Murat. "En olmadı yapılacak son şey arama kararı çıkartıp evleri aramak olur."
"Mahalleye adamları salın," dedi Cihan abim Murat'a. "Her sokağa dağılsınlar, her girene çıkana dikkat etsinler. Bu binalardan birindeyse eninde sonunda çıkacak."
"Tamam abi." Diyen Murat telefon açıp odadan çıktığında gerginlikle nefesimi dışarı verdim.
"Elimin altındaydı amına koyayım ya!" Diye sitem ettiğimde yanımda oturan Cihan abim eliyle omzumu sıktı. "Kayıp gitti resmen."
"Tamam sıkma canını, eninde sonunda bulacağız." Dediğinde başımı iki yana sallayıp gözlerimi odada gezdirdim.
"Ben hala inanamıyorum," dedi Karan önündeki görüntülere bakarken. "Resmen annemin kopyası bu kız."
"Öyle," dedi Cihan abim eliyle başını ovarken. "Bu kız bizim kardeşimiz olabilir ama..." deyip hepimizde gözlerini gezdirdi. "Olmayabilir de. İnsan insana benzer."
"Uğur isminde olması-"
"Farkındayım Karan." Dedi abim sözünü keserek. "Farkındayım abicim ama durun, kapılmayın yine de. Bu siktiğimin hayatı bizimle taşak geçmeyi sever biliyorsunuz."
"Bilmez miyiz?" Diye mırıldandım sıkıntıyla. Hepimiz geçmişte yaşananların esiri olurken odaya çöken kasvetin uzun bir süre daha bizimle olacağını biliyorduk. Çünkü bizim her birimizin içinde ayrı bir dünya vardı ve hepimiz orda boğuşuyorduk. Aynı acılardan farklı dağılmışlıkların esiriydik, bizi aile yapan buydu. Baturganlar, uzaktan sarsılmaz görünen ama her biri kendi içinde parçalara ayrılmış üyeleriyle ayakta kalmaya direnen bir aileydi.
Geceye doğru ara sıra kullandığımız eve geçmiştik. Sabaha kadar da yarı uyur yarı uyanık bir gece geçirmiştik. Kimsenin içi içine sığmıyordu çünkü belli bir şey yoktu. Çabamız boşa da olabilirdi ve bu hiç şüphesiz hepimizin canına okurdu.
Sabaha karşı odadan çıkıp salona doğru yürürken koltuklardan birine oturup sigara içen Cihan abimi gördüm. "Uyumadın mı hiç?" Diye sorup yanına oturduğumda "Uyku tutmadı." diye konuştu. Zaten çok uyuyan bir yapısı da yoktu. Genelde az yer, az uyur, az konuşurdu. En büyüğümüz ve aile olaylarına en çok dahil olan oydu. Yaşananların en çok etkilediği de... çünkü yıkılan anne babamızın yerine bize sahip çıkmaya çalışarak, küçük bir çocuğu öldürmek zorunda bırakılmıştı.
Çalan telefon odağımızı oraya çektiğinde abim sakince telefonu yanıtladı. Beklenti dolu gözlerim onun üzerindeydi. "Evet Murat?" Diye konuştuğunda Karan'da içeri giriyordu. "Tamam takipte kalın." Deyip telefonu kapattığında gözlerimiz onun üzerindeydi.
"Kızı bulduk."
••• |
0% |