@_mysterybooks
|
Bölüm Şarkısı: Arctic Monkeys - R U Mine
•••
Gözlerimi tavana dikmiş yatıyorken, mutsuzluğumun yüzümden okunduğunu biliyordum. Mutsuzluk, benim suretime yerleşmiş bir iz gibiydi. Mutlu olduğum ufak tefek anlarda bile yüz ifademde bir şeyler eksikti ve ben buna mutsuzluk izi diyordum. Hayatımda mutlu olduğum anlar pek olmasa da olanında büyüsünü bozan bir şeydi bu. Sebebi de asla kendimi mutlu edemememdi. Hiçbir zaman kendini mutlu edememek bir insanın en büyük cezası olmalıydı çünkü kendinden başka, insana mutluluğu hissettirebilecek bir başkası yoktu. Peki ben niye bu cezayı çekiyordum? Mutlu hissedememek kaderime ilmeklenmiş gibiydi ve buna bir çözümüm yoktu. Olduğum hiçbir halimden memnun değildim, bulunduğum hiçbir yerden de... Beni bu memnuniyetsizliklerim mi mutlu edemiyordu bilmiyorum. Neyseki üzerimde sürekli olan bir mutsuzluk hakim değildi. Mutlu olmadığımızda tam tersi mutsuz olmamız beklenirdi ama mutsuz değildim, benim sorunun mutlu hissedememekti.
"Kalk hadi, çıkıyoruz." Diyen Tuna'ya başımı salladıktan sonra uzandığım yerden doğruldum. Dünkü olaydan sonra işe devam etmemiştik bir süre. Hava kararınca tekrar keşfe çıkmış bir miktar daha toplayabilmiştik ama büyük işi istiyorsak daha fazlasına ihtiyacımız vardı. Bu yüzden sabahın erken saatlerinde, Façacı'ya gitmeden yapabileceğimiz kadar para araklamaya bakacaktık.
Dün geldiğimiz bu ev Tuna'nın bir tanıdığının eviydi ve tenha sokaklardan birinde olduğu için işimize gelmişti. Neden bilmiyorum ama içimdeki tuhaf his devam ediyordu ve ne kadar göze batmazsam o kadar rahat hissedecektim.
"Hadisene kızım!" Diye içerden bağırdığında "Tamam be kes!" diye bağırdım bende. Aceleci tavrı sinirimi bozuyordu.
Üzerimi düzeltirken odadaki aynaya doğru yürüdüm. Elimle saçlarımı tararken donuk ela gözlerime takıldım bir süre. Her daim ruhsuz görünen yüzümün sebebi açık ten rengim olabilirdi ama asıl ruhsuzluğu somurtkan yüzüm veriyordu. Göğüslerime gelen kahverengi saçlarım benim için uzun sayılabilecek seviyeye gelmişti, en müsait vakit kesmeyi aklıma koyup odadan çıktım.
Tuna'yla evden çıkıp sokakta yürüken ikimizde konuşmuyorduk. Göz ucuyla ona bakıp göz devirdim. Hareketleri aptalcaydı. Doğru düzgün yürümüyordu, bir eli cebinde diğeri saçlarındayken tam anlamıyla itici bir profildi. Ona nasıl kapılmıştım anlamıyorum. Üzerindeki mavi kot ceketle o zamanlar aşırı havalı görünürdü. Şimdi cekette, o da eskimişti.
"Dağılalım," dedi bana dönüp. "Tüm günümüz olsaydı zenginleri avlardık ama şimdi kısıtlı saatlerimiz var."
"Tamam," dedim uzatmadan. "Nerde buluşuruz?"
"Bizim dükkanın oraya gelirsin." Dediğinde başımla onayladım ve ayrıldık.
Öncelikli amacım sokak aralarından çıkıp işlek bir caddeye ulaşmaktı ama üzerimde bir heyecan vardı. Ürperdim ve etrafıma bakındım. Sanki üzerimde bakışlar var gibi hissediyordum. Dünkü olaydan sonra böyle hissettiğimi bilmek zor değildi, o adam peşimi bırakmayacak gibi bakmıştı bana.
Derin bir nefes alıp "Kuruntu yapma kızım," diye mırıldansamda hızlandım. Çünkü içten içe tedirgindim. "Tuna'yla ayrılmasa mıydık acaba?"
Olduğum yerde durdum ve etrafıma bakındım, paranoyak olmama az kalmıştı çünkü cidden tuhaf hissediyordum. Ve maalesef ki hislerimin beni yanıltmamak gibi kötü bir huyu vardı.
Görünürde kimse yoktu ama vardı, bundan emindim. Pantolonumun cebindeki çakıyı elime aldım ama açmadım. Avucumun içindeki çakıyı sıkı sıkı tutarak yürümeye başladım.
Tetikteydim. Temkinliydim. Ama tehlikedeydim.
Caddeyi gördüm, aynı zamanda sokağın sonundan gelen araba sesini de duydum. Adımlarımı hızlandırıp arkama doğru baktığımda gördüğüm siyah minibüs, yürümek yerine koşmamı emretti adeta. Sokağın başına doğru koşarken ordan da gelen siyah arabayı görmemle neye uğradığımı şaşırmıştım. Nasıl bir şeyin içine düştüğümü sorgularken, gücümü tüketmemek için koşmayı kestim ve elimdeki çakıyı gizliden açtım, arkama sakladım.
Hiçbir şey olmamış gibi caddeye doğru yürürken arkamdan gelen araba yanımda durdu. Onu geçsemde önden gelen araba da yan durdu ve geçişim engellendi. Olduğum yerde dururken yan bir şekilde yolu kapatan arabadan inen adamlar önümde bariyer oluşturdu. Geriye doğru çapraz bir şekilde adım atarken arkamı gözledim. Bir sürü adam vardı ve kaçışım da savaşım da şuan için imkansızdı. Sağ elimde gizlediğim çakıyı kapatıp belime sıkıştırdım, şu an işime yaramayacağı belliydi.
Tam yanımda duran arabanın ön kapısı açıldı ve takım elbiseli bir adam indi. Bir adım geriye gittiğimde, minibüsün kapısını açıp eliyle binmem için içeriyi gösterdi. Minibüsün içindeki adam gözlerini bana dikmişti. Siyah saçlı, kirli sakallı ve keskin yüz hatlı, ürkmeme sebep olacak kadar tuhaf bakan takım elbiseli bir adamdı. Bu adamı ilk defa gördüğüme yemin edebilirdim. Dünkü adam değilse bu da kimdi amına koyayım?
"Kimsin?" Diye dışarıdan sorduğumda, gözlerini kıstı ve "Bin," dedi, itiraz edeceğim sırada konuştu. "Zor kullanmak zorunda bırakma."
Sesi tehditvariydi. Zaten bu arabaya bineceksin diyordu adeta. Dişlerimi sıkarak oraya doğru yürüdüm. İmkansızı zorlayan biri olmamıştım hiçbir zaman. Burdan kurtulmam şuan için imkansızdı.
Arabaya geçip yanındaki boş yere oturduğumda karşımda başkaları da vardı. Sağ taraftaki koyu kumral ve daha genç, kotunun üzerine koyu gri bir sweat giymiş, spor bir tipti. Birbirinden garip olmaları neyin içine düştüğümü sorgulatırken en solda oturanı gördüm. Dudaklarımın aralanmasına sebep olan onun dün gördüğüm adam olmasıydı. Gördüğüm gibi de kan beynime sıçradı.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım lakin sinirim geçmedi. O an nerde olduğum etrafımda kim olduğu hiçbir şeyi düşünmedim, gözüm karardı.
"Seni adi," diye tıslayıp üzerine atıldım ve boğazına yapıştım. "Ne istiyorsun lan benden?! Sapık mısın ne haltsın sen?!"
Arabanın içi bir anda kargaşa alanına dönerken, diğerleri de bağırıyordu. Kollarımdan tutulup geri çekilsemde durmadım ve beni tutan kişiden destek alıp ayağımla yüzüne tekme attım. Hatta koltuğa çekildiğimde nereye geldiğine bile bakmadan iki ayağımda saldırmaya devam ettim.
"Lan dur!" Diye bağırıp ayaklarımdan tuttu karşı koltuktaki koyu kumral çocuk.
"Kimsiniz siz!" Diye bağırdım sinirle. Kollarımdan tutan kişiye sırtım yaslıydı ve koluyla abluka altına almıştı beni. "Bırak!" Diye bağırdım çığlık atarcasına. "Ne istiyorsunuz benden orospu çocukları?!"
Arkamdaki "Doğru konuş!" Diye bağırdı ve kapıya doğru savruldum. "Düzgün dur, sınama sabrımı!"
Sol omzum kapıya çarpmamla sızlasa da umursamadım ve kapıya yaslandım. Hepsinde gözlerimi gezdirdim yavaşça. Dünkü adamın burnundan kanlar akıyordu. Az önce ayaklarımı tutan çocuk şimdi onunla ilgileniyordu.
"Cevap ver o zaman," dedim dişlerimin arasından. "Ne istiyorsunuz benden?!"
"Gittiğimiz yerde anlatacağız." Dedi burnundan kanlar akan. "Dün de söyledim, zarar görmeyeceksin."
"Size niye güveneyim, aptal mıyım ben?!"
"Başka şansın yok." Diyen yanımdaki adama baktım. Diğeri zarar gelmez diyordu ama bu zarar vermekten gocunacak biri gibi durmuyordu. Hayvan beni kapıya doğru nasıl da itmişti!
"Öyle mi?" Diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Ufak bir baş hareketiyle onayladığında güldüm. "Çok yanılıyorsun."
Hızlı bir hareketle arabanın ön tarafını gören açık camdan içeri sızdığımda bir küfür savurup bacaklarımdan tuttu, kim tuttuysa artık... Şoför ve yanındaki adam neye uğradığını şaşırırken bacaklarımdan çekenlere var gücümle tekmeler atıyordum. Kollarımla ön taraftan ittirip kendimi içeri atabildiğimde direksiyona saldırdım. Yan koltuktaki adam belimden çekiştirse de direksiyonu bırakmadım. Nasıl olsa bu araba kaza yapmasın diye durduracaklardı. Bunlar kiminle oynadığını bilmiyordu daha!
Şoför arabayı mecburen durdurduğunda, şoförün açık camına yöneldim. O sırada yandaki adam tekmelerimden, şoför de dirseğimden nasibini almıştı. Kendimi camdan dışarıya attığımda acıyla inledim ama bunu umursamadan koşmaya başladım.
Bir şekilde caddenin karşısına geçtim ve ters yönde koşmaya devam ettim, bu arabayla kovalayamasınlar diyeydi. Öyle de oldu. Adamların hepsi arabadan indi ve bazıları peşimden koşmaya başladı. Kim olduğunu göremesem de hepsi olmadığını biliyordum.
Gördüğüm ilk sokaktan girdim ve koşabildiğim kadar koştum. Asla düz bir yerden devam etmedim, hep diğer bir yoldan saptım. İzimi kaybettirdiğime emin olsamda geberene kadar koşacaktım. Öyle de yaptım. Nefesim kesilene kadar koştum ve bir müddet sonra yere çöktüm. Öksürük krizine girsem de sürünerek ilerledim ve bir binanın merdivenlerine çöktüm, kendimi sakladım. Nefesimi düzenlemeye çalışırken gözlerim kapalıydı. Sanki ciğerlerim solmuş gibiydi. Koşmaya alışıktım ama bu sefer varımı yoğumu ortaya koymuştum resmen.
Yine de başaramamıştım...
"Buldum seni," dedi nefes nefese. Gözlerimi araladığımda arabadaki koyu kumral çocuğu gördüm karşımda.
Gözlerimi devirip "Siktir git," diye konuştum zar zor.
"Üzgünüm güzelim," dedi ve yutkundu. Aynı mesafeyi koşmamıza rağmen daha iyi durumdaydı. Üstelik hırsız olan, her daim kaçan bendim! Burdan anlamam gereken bunların benden bile beter herifler olduklarıydı. "Düş önüme, hadi."
Yavaşça ayağa kalktım. Sağa sola bakındığımda kimse yoktu. Son kozumu kullanacaktım. Belimdeki çakıya uzandım ve hızlı bir hareketle ona doğrulttum.
Kaşlarını kaldırıp güldü ve bir adım geriledi. "Sakin ol tatlı kız," dedi ellerini dur der gibi öne uzatarak. "Pişman olacağın bir şeyi yapmanı istemeyiz."
"Uzaklaş," dedim pürüzsüz sesimle. "Yemin ederim saplarım." Yapardım.
"Yaparsın," dedi başıyla onaylayarak. "Ama emin ol, yapmak istemezsin."
"Defol git," dediğimde başını iki yana salladı. Bunlar kafayı yemişti.
"Üzgünüm, seni almadan gitmeyeceğiz."
"Ne istediğinizi söyle o zaman!" Diye bağırdım sinirle.
"Söyleyeceğiz zaten, biraz sakin ol. Tamam normal olmadı ama konuşacağımız şeyler de öyle normal şeyler değil. Ayaküstü konuşamayız. Anlıyor musun beni?" Dedi kaşlarını yukarı kaldırıp ciddiyetle konuşurken.
"Anlamıyorum!" Diye tısladım. "Siktirin gidin!"
Arkasına bir bakış attı ve "Üzgünüm güzelim." diye mırıldandı. Saniyesinde bıçağı tutan kolumda ve burnumun üzerinde bir el hissettim. Koklamamak için dirensem de en sonunda mecbur kaldım ve derin bir soluk çektim içime. Gördüğüm son şey bana üzgünce bakan koyu kumralın ela gözleriydi.
•••
|
0% |