@_mysterybooks
|
Bölüm Şarkısı: Anıl Berke - Zor (enstrümantal)
•••
Neydi bu hissettiğim? Sevinmemiştim, üzülmemiştim, mutlu değildim ama mutsuz da değildim. Boş hissediyordum, bomboş. Tüm hayatım boyunca bir boşlukta rüzgar nereye eserse oraya doğru evriliyordu yaşamım, hep. Bugüne kadar ne bir seçim yapmıştım ne de bir tercih. Hayatta çoğu şeye mecbur olup o yöne doğru ilerlemek zorunda kalmıştım. İşte şimdi yine aynısı oluyordu. Hayat yolumu çiziyor ve benim gidebileceğim tek yol bu kalıyordu. Oysa seçim hakkım olsun isterdim. Bir kaç seçeneğin içinden kendimi bulmak isterdim. Önüme konan seçenekler her daim beni mecbur bırakmasın isterdim. Şimdi ne oluyordu? Benim hayatım yine benim iradem dışında bambaşka bir boyuta evriliyordu.
Al işte küçük Uğur, aileni buldun sonunda.
Ama üzgünüz, böyle hayal etmemiştim.
Üzgün olan sensin, ben kurmayı çoktan bırakmıştım.
Sevinmek istiyorum Uğru.
Sevinemem Uğur, büyüklerin acımasız ve güvenilmez olduğunu öğrendim.
Onlar ailemiz, bizi sevecekler.
Eskiden seni buna inandırdığım için üzgünüm.
Uğru lütfen, ben çok yoruldum.
Canımızı yakarlar Uğur.
Zaten yanmadı mı? İyileşmek istiyorum.
Bizim yaralarımızın merhemi yok. Daha fazla kanatırlar, acır.
Belki...
Belki...
Kendimi bildim bileli kimsem olmadığına o kadar inanadırılmıştım ki ben, bunu kabullenmiştim en sonunda. Yalnız yaşamayı, tek olmayı öğrenmiş ve benimsemiştim. Bu benim doğrum ve normalimken, kollarını bana dolayan bu adamın sıcak göğsü tüm yanlışlarımın içinde bana huzurlu hissettiremezdi. Ne onun ne de başkalarının buna hakkı yoktu. Böyle hissetmeye benim bile halkım yoktu. Bu tüm çabalarıma ihanetti.
Ellerimi göğsüne yaslayıp onu ittirdiğimde gözlerinde gördüğüm doluluk ne içindi bilmiyorum. Bana öyle güzel bakıyordu ki dudaklarımı aralayıp ne hakla bana sarıldığının hesabını bile soramadım o an. Çünkü kafamda başka bir soru dolanıyordu. Hiç tanımadığım bir adamın kolları bana hayatımda ilk defa huzuru nasıl tattırabilirdi?
"Sonuç pozitif," dediğinde sesi titriyordu. "Babamla kanlarınız uyuşmuş, sen Günce'sin. Bizim Günce'miz." Tekrar uzanacağı sırada geri çekildim. "Yapma böyle ne olur?" Diye konuştu sıcak bir sesle. "Tamam sarılmak istemezsen anlarım ama bize dikenlerini çıkartma. Bırak bir şeyleri yoluna koyalım, telafi edelim olmaz mı?"
"İçerde de söyledim," dedim konuşabilecek güç bulduğumda. "Sizinle bir işim yok, olmayacakta."
"Ne olur izin ver," dedi bana yaklaşıp. "İzin ver bize-"
"İzin vereyim de biraz daha mı tartaklayın?" Diye sorduğumda panikle başını iki yana salladı. "Siz istediğiniz şekilde hareket etmeye çok alışmışsınız ben bunu gördüm. Sizin için bir şüphe bile bir insanı ordan oraya götürmeye yeterli. Sizin yanınızda söz hakkım bile yok ve olmayacağı da gayet açık." Konuşurken sözümü kesip "Hayır," dedi ama devam ettim. "Ben burda kalmak istemiyorum, kimseyle görüşmek de istemiyorum. Ama farkındayım kimse beni takmayacak ve kafanıza göre hareket edeceksiniz. O yüzden kafanızda ne döndürüyorsanız, nasıl hareket edecekseniz öyle yapın. O zamana kadar da," elimle kapıyı gösterdim. "Benimle muhattap olmayın."
Sessiz kaldığında elimle kapıyı tuttum ve kapatacağım sırada konuştum. "Ayrıca bir daha bana sakın dokunmaya kalkma." Deyip kapıyı kapattım.
Sırtımı kapıya yaslayıp birkaç dakika sakinleşmeye bekledim. Sanki uzun bir yolu koşmuşum gibi kalbim delicesine atıyordu. Beynim asla susmuyor ve deli gibi terliyordum. Vücudum alarm vermiş gibiydi aynı ayda binlerce şey düşünüyor, binlerce teori üretiyordum.
Elimi alnıma yaslayıp odada volta atmaya başladım. Eskiden düşünürdüm; kan bağım olan insanlarla karşılaşmayı, onlarla konuşmayı... Ama zamanla bunun asla gerçekleşmeyeceğine inanmıştım. Bunlara inanmanın ipi kopuk yaşamak olduğunu öğrenmiştim ve sonuç belliydi: Asla devam edemez hep yarım kalırdım. Ben kendi kendime yetmeye bu kadar alışmış, hayatın benim için zor olan kısmını kendim halletmişken kimseyi ama kimseyi etrafımda istemiyordum. Kimsenin düzenimi bozmasına, kendimi kaybettirmesine, yolumu şaşırtmasına izin veremezdim. Çünkü o zaman yıllar önceki kaybolmuş kimliğime geri dönerdim.
Odanın her tarafını arşınladım, düşündüm durdum. Biliyordum, emindim. Ne bir anneye ne de bir babaya ihtiyacım vardı artık. Bundan sonra olmasalar da olurdu. Kendi ihtiyaçlarımı karşılayabilecek yaşa gelmiştim ben bir ebeveyn bana ne verebilirdi ki bu yaştan sonra?
Üstelik nasıl insanlar olduğu da belirsizdi. Kimseye güvenemezdim. Bu hayatta bir şeyden eminsem o da insanlara ne olursa olsun güvenmemek gerektiğiydi. İnsanoğlu dünyanın en iyi kalbine sahip olsa bile bir kalp nasıl kırılır bunu hep bilirdi. Kalbim, riske atamayacağım kadar acı çekmişti.
Ben, onları da anlamıyordum. Hiçbirini anlamıyordum üstelik. Görmüyor muydu hiçbiri? Açık açıkta söylemiştim halbuki. Annelerini asla memnun edebilecek biri değildim ben. O kadının huzurunu bozmaktan başka işe yaramazdım. Eminim hayallerindeki kız çocuğu figüründen oldukça uzaktım. Beni görmek ona mutluluk vermeyi geç bir süre sonra mutsuz bile edebilirdi. Ben bunları görüyorken onlar nasıl görmezdi?
Üstelik neyin telafisini edebileceklerini sanıyorlardı? Ne o kadının geçmişteki üzüntüsünü telafi edebilirlerdi ne de benim çocukluğumu. Tamamen üstünden geçtiğim geçmişim öyle kirliydi ki değil silmek kazıdığım halde isi geçmemişti. Benim kimsesizliğimi telafi edebileceklerini sanması bile sinirime dokunuyordu. Sahip çıkamadıkları bebek büyümüştü ve artık sahip çıkılmasına gerek yoktu.
İçeriden gelen seslerle yönümü kapıya çevirdim ve kulağımı yasladım. Pek bir şey duyamasamda ne yapacaklarını konuşuyor gibilerdi. Çok güzel! Hayatımla ilgili ne olacağına içerideki adamlar karar veriyordu ve bu iyice delirtiyordu. Öyle ya da böyle bir süredir hayatım kendi istediğim yönde ilerliyordu. Belki bu yönü ben seçmemiştim, belki başta istememiştim ama yine de ben istediğim için bu yoldaydım, bir başkası istediği için değil.
Ya da istemek zorunda bırakıldığın için.
Kandırma kendini.
Kulağımın içinde çınlayan sesi susturdum. Yeni bir bilinmezliğin içine düşmek istemiyordum. Olduğum yere alışmıştım ve alışkanlıklarımı değiştirmek, çizginin dışında ne olduğunu bilmediğim bir yaşama geçmek istemiyordum. Fakat ne yazıkki yine birileri ne isteyip istemediğimi sorgulamıyor, direkt kendi istediklerini yapıyordu. Bu hayatta en çokta bundan usanmıştım. Hep başkalarının istediklerini yapmak zorunda olmak çoğu zaman kendime acımama sebep oluyordu.
Kapının arkasını dinlemek yerine sırtımı yasladım ve yere oturdum. Dirseklerimi kırdığım dizlerime dayayıp, başımı ellerimin arasına aldım. Parmaklarımı saçlarımın içinden geçirdim ve odanın zeminini izledim bir süre. Ama gördüğüm zemin değil, yaşadığım hayatımdı.
Gözlerimi kapatıp başımı kapıya yasladım sertçe. Biraz canım yanmıştı ama acı beni her zaman dinç tutardı. Kafamı toparlayıp düşüncelerimin karmaşıklığından kurtulabilirsem gideceğim yolu da doğru seçebilirdim.
Biraz düşündüm. Belki de en doğrusu bunlara ayak uydurmaktı. Ellerinden kurtulamayacağım bir yerde belliydi, kaçsam bile bulurlardı. Ellerinin kollarının uzun olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. O zaman kaçmanın da uzatmanın da yersiz olduğu bir gerçekti. Dediklerini yapıp onlarla iyi geçinirsem, sonrasında kendi tercihlerime göre hareket edebilirdim. Cümlelerinin ne kadar terslerini yapmış olsalar da öyle ya da böyle bazı kelimeleri anlayış barındırıyordu. Onların tersine gitmek yerine dediklerini yaparsam onlardan da aynını görebilirdim.
Bu ne kadar sadece bir ihtimal bile olsa deneyebileceğim başka herhangi bir şey olmadığı için en doğru olanıydı. Oturduğum yerden yavaşça ayağa kalktım. Planlaması kolay olsa da yapması bir hayli zordu. Çünkü durumum o kadar da normal değil, fazlasıyla garipti. Birbirimize daha farklı bakacağımız bir gerçekti.
Derin birkaç nefes aldım, biraz sakinleştim. Duygularımı bir kenara iteleyip tamamen mantıkla hareket etmeye odaklandım. Duygularımı yalnız kaldığımda doyasıya yaşayabilirdim.
Kapıyı araladım ve odadan çıktım. Oda direkt hole, holde direkt oturma alanına açıktı. Biraz ilerlediğimde beni ilk gören burnunu tekmelediğim oldu. Hafif öksürüp gözleriyle olduğum yeri işaret ettiğinde diğerleri de döndü. Salonun girişinde durup hepsini tek tek inceledim ve fevri davranmayı es geçerek sakin bir tonda konuştum.
"Biraz düşündüm de," diye mırıldandım ve içeri doğru yürüdüm. "Belki de yeniden başlamalıyız."
Şaşırsalar da tersine bir tepki vermediler. Koyu kumral olan genişçe gülümsedi ve "Çok iyi düşünmüşsün." deyip ayaklandı ve oturmam için tekli koltuğu gösterdi. "Bence isimlerimizden başlayabiliriz. Ben Karan," deyip diğerlerine fırsat vermeden devam etti, bende koltuğa yerleştim. "Baran abim, zaten tanıdın." dedi Baran'ı gösterip. En son hayduta çevirdi gözlerini. "En büyüğümüz de Cihan abim."
Başımı ağır ağır salladım ve Cihan denen haydutta sabitledim gözlerimi. Onunla mesafe en iyisiydi diye düşünürken en başa oranla sert ifadesinin bir tık kırıldığını da fark edebilmiştim. Belki, ufacık.
"Mümkünse," dediğimde tek kaşını kaldırdı. "Bir daha beni tartaklama." Bunu diyeceğim tahmin etmediği yüzünden belli oluyordu, ifadesi anında değişmişti. "Üzerime de yürüme, aramıza bir beş adım falan koyalım."
Bir şey demesine fırsat vermeden Karan'a döndüm. "Seni zaten uyardım," dediğimde "Dokunmak yok." diye kendi devam etti. "Aynen öyle." Dedim ve Baran'a döndüm.
"Sen de kolumdan falan çekiştirme bir daha," dediğimde eliyle burnunu işaret etti ve "Bir daha yapacağımı sanmıyorum." dedi, hepsi bıyık altından gülerken bir şey demedim ve yapmam gereken bir diğer şeyi yaptım.
"Beni sıkıştırıp arabaya bindirdiğiniz için sinirliydim o yüzden yaptıklarımda haklıydım." Deyip zorlansam da devam ettim. "Ama şimdi durumlar bir tık değişti, yeniden başlamak istiyorsak haklı olup olmamamın bir önemi yok." Deyip Cihan'a baktım. "Küfür için özür dilerim." Tepkisi ya da herhangi bir şey umrumda değildi bu faslın hemen bitmesi için diğerlerine döndüm. "Sen kolun için, sen de burnun için kusura bakma."
Hepsinde gözlerimi gezdirirken bu durumu ne kadar tuhafsadıklarını gördüm. Eh bu dönüş pekte normal değildi ama ne yapalım? Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek gerekirdi bazen.
"Her neyse," dedim özür faslını geçip. "Ben biraz kendimden bahsedeyim." Bahsedeyim de bitsin bu çile.
"Sana ne oldu birden?" Diye bir soru yöneltti Cihan. "Pek normal gelmedi bana bu tanışma isteği."
"Bana başka çare bırakmadığınızı hatırlatırım." Dedim ima dolu sesimle. "Beni mecbur hissettirip bu soruyu sorman çok saçma ayrıca. Zaten burda herkes aslında gitmek istediğimi biliyor. Sadece deniyorum. Hem, şuan bir varsayımdan ibaret bir şey için burda değilim. Yani daha sakinim."
"Dediğin gibi olsun," deyip geriye yaslandı. "Anlat, dinliyoruz."
"Anlatacak çok bir şey yok." Dedim ona bakarken. Onu hiç sevmemiştim. Gözlerimi çekip diğerlerine baktım. "Yuvada büyüdüğümü biliyorsunuz zaten. Lise zamanı yurdun yanındaki lisede okuduğumuz için farklı insanlar tanıdım. Liseden sonra da onlardan birinin peşinden gittim. Şimdi de burdayım." Deyip omuz silktim. "Bu arada adım Uğur değil, Uğru. Bir süre Uğur'u kullandım evet ama son bir kaç yıldır Uğru ismini kullanıyorum."
"Uğru mu?" Diye sordu Cihan hafif kaşlarını çatarak. "Hırsızlara denir bu."
"Evet," deyip omuz silktim. Baran bundan bahsetmiştir diye düşünüyordum ama kimsenin haberi yok gibiydi. "Yoksa söylemedin mi?" diye sordum Baran'a bakarak.
"Neyi?" Diye sordu Cihan, o gözlerini kaçırınca.
"Bir hırsız olduğumu," deyip geriye yaslandım, dudağımı yaladım ve sırıttım. Parmağımla Baran'ı gösterip "Cüzdanını yürüteceğimiz sırada işler biraz ters gitti."
"Hassiktir, şaka mı bu?" Diye sordu Karan.
"Niye? Ordan bakıldığında okumuş akıllı uslu bir kız gibi mi duruyorum?" Deyip yapmacık bir şekilde gülümsediğimde, gülerek başını iki yana salladı. "Potansiyel bir Baturgan'sın." Diye mırıldandığında dediğine anlam veremeden Baran konuştu.
"O an detay bir bilgi vermek odağımızı bozacağı için söylemeyi tercih etmedim abi." Cihan'a hitaben konuşması, Cihan beyin söz sahibi olan taraf olduğunu az çok gösteriyordu. Onlar hakkında hiçbir şey bilmediğim için bu küçük detaylar benim için önemliydi.
"Sorun olur mu?" Diye sordum dudaklarımı yalayıp. Bu detayı sevmediklerini anlamıştım, biraz dalgaya almak güzel olacaktı. "Hırsızlık yapmam? Malum, böyle geçiniyorum da."
"Hırsızlık yapmanı gerektirecek bir hayat yaşamayacaksın artık." Dedi Cihan.
"Anlayamadım?" Dedim beklemediğim bu cevaba karşı. Ben daha çok memnuniyetsiz yüzler görmeyi beklemiştim. Bu adamın kastettiğini de anlamıştım anlatmasına ama anlamsız bulmuştum.
"Bundan sonraki tüm yaşamın bize emanet." Dedi sakin bir tonda. "Bundan sonra geçimin bizim sorumluluğumuzda, bunu düşünmeyeceksin."
"Hayatını kurtarmak için ders çalışmalısın."
"Devlet sana bir yere kadar bakacak."
"Karnını kendin doyur."
"Çal ki aç kalma."
"Paranı ben veriyorum senin."
"Dediğimi yapmazsan aç kalırsın."
"Bundan sonra kendi başınasın."
Kafamda dinlediğim, duymak zorunda kaldığım cümleler zihnimi abluka altına alırken "Evet," dedi Baran. "Biz varız artık."
Biz varız artık.
Güldüm. Komik gelmişti çünkü.
Kimseye bel bağlamamam gerektiğini de öyle yaparsam yarı yolda kalabileceğimi de çok iyi biliyordum artık.
"Bir konuda anlaşalım." Dedim sakin tutmaya çalıştığım sesimle. "Sizden hiçbir şey istemiyorum. Başımın çaresine bir şekilde bakıyorum." Deyip dudaklarımı yaladım. "Ha eğer hırsızlık yapmamsa sorun, onun için yapabileceğim bir şey yok."
"Yanlış anladın," dedi Karan, koltukta öne kayıp dirseklerini dizine yasladı. "Bizden bir şey almayacaksın zaten, sen hakkın olanı alacaksın. Biz nasıl aldıysak sen de öyle."
Hakkım olan bir şey yoktu. Ben onlardan değildim, onların ailelerinin çocukları değildim. Olmaya da niyetim yoktu. Bu yüzden ne para ne de başka bir şey istemiyordum. Arada köprü kurabilecek her şeye kırmızı ışık olacaktım. Bunlar şimdi böyle konuşsalarda işler bir gün değişebilirdi. Bu tarz ihtimaller üzerine yaşamamam gerektiğini öğrenmiştim.
Bir şey demedim, itiraz etmedim. Ben neye hayır desem aksini üsteliyorlardı çünkü. Gerek yoktu uzatmaya. "Bu arada," deyip elini karnının üzerine koydu Karan. "Ben çok acıktım. Sen?"
Doğrudan bana soruyordu. Acıkmamıştım, daha doğrusu ben zaten hiç acıkmazdım. O hissi aç geçirdiğim günlerde kaybetmiştim. O yüzden gün içinde hatırladıkça ağzıma bir şeyler atıyordum o kadar.
"Sabahın altısından beri bir şey yemedi, tabiki açtır ne soruyorsun?" Diyen Baran'dı. Sahi saat kaçtı? Gözlerim odada saat aradı ve bulduğunda ikiye geldiğini gördüm.
"Doğru," deyip ayağa kalktı Karan. "Ne seversin sana söyleyeyim?"
"Fark etmez," dedim, öyle sevdiğim bir yemek yoktu. Çoğu yemeğinde tadını bilmezdim zaten. Para harcadığım şey genelde alkol olurdu. Çaldıklarımla eğlenmeyi severdim, hayat bana bu kadarını da borçluydu. Bunu benimsediğim içinde kendimde çalmayı hak görürdüm.
"Her zaman fark eder," dedi ilerideki masaya doğru yürüyüp. "Ayrıca en sevdiğin yemeği öğrenmek istiyorumdur belki."
"Pizza yerim," dedim sussun diye. Ama devam etti.
"Nasıl seversin?" Telefonunu alıp yanıma geldi ve koltuğun kenarına oturdu. Bu samimi hareketleri beni ondan uzaklaşmaya itiyordu. Sanki yanlış bir şey oluyormuş gibi hissediyordum.
"Ne bileyim, al işte birinden ne önemi var?" Diye çıkıştığımda yüzü düşer gibi oldu.
"Sevmediğin bir şeyi almak istemedim." Diye açıklama yaptığında "Ben yemek ayırmam, yerim her şeyi." dedim ve konu kapandı.
O kendi kafasına göre bir şeyler alırken saatlerdir benimle olmayan telefonum aklıma geldi. "Telefonum nerde?" Diye sorduğumda gözü abilerine kaydı. Cihan'la göz göze geldiğimizde gözüyle arkamda bir yeri işaret etti.
Ayağa kalkıp ilerledim ve konsolun üzerinde duran telefonumu elime aldım. Camın önüne doğru yürürken dudaklarımı dişledim. Tuna'dan beş arama vardı. İkisi buluşacağımız saatte, diğer ikisi para teslim saatinde ve sonuncusu da bir saat önceydi. Mesaj da gelmişti.
Tuna: O telefonu ne sikime açmıyorsun bilmiyorum ama Façacı seni göremeyince köpürdü Tuna: Ayrıca parayı kendim topladım dedim Tuna: Yanına gittiğin zamana kadar toplam hasılatı isteyeceğini bilerek ne bok yiyorsan ye Tuna: Bence para getirmeden de asla gelme
Gözlerimi kapattım ve elimle burun kemerimi sıktım. Bu çocuğun şerefsizliklerinden bıkmıştım. Ne yapacaktım bilmiyorum. Buradan ne zaman çıkacaktım belli değildi. Çıktığımda da kaç para toplayabilirdim ki? Eninde sonunda Façacı'nın gazabına uğrayacağım bir gerçekti. Para götürsem bile toplantıya haber vermeden gitmememin bir bedeli olacaktı.
Elimdeki telefonu yanımda duran koltuğa fırlattım ve kollarımı göğsümde bağladım. Salonun onlara uzak kısmındaydım ama görüş açısında olduğumu da biliyordum. Bu yüzden onlara sırtımı dönüp omzumu duvara yasladım. Yüzümün sinirden kasıldığına emindim. Kimseye bir açıklama yapamazdım.
Herkes sessizdi. Tüm olanları düşünürken iyice dalıp gitmiştim ama çalan kapı zili düşüncelerimden kurtulmama sebep oldu. Yemeklerin gelmiş olduğunu düşünürken kapıyı açan kişinin "Baba..." diyen sesi donup kalmama sebep oldu.
•••
|
0% |