Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.Bölüm: Gözyaşı

@_mysterybooks

 

 

Gustavo Bravetti - Babel

Hans Zimmer - Interstellar (Zhanna Stelmakh)

 

•••

 

Baba kelimesiniz ilk defa yuvadaki öğretmenimizden duymuştum. Hikayelerde geçen bu figür benim için ulaşılmaz görünürdü hep. Kitaplarda anlatılan babalar ne pahasına olursa olsun çocuklarını koruyup kollardı, sımsıkı tutar asla bırakmazdı. Ağlayınca koşup gelen, düşünce kaldıran, varlığını hep hissettirendi babalar. Çınar ağacı gibi derlerdi babalara, meyvesi olmasa bile gölgesi yeter derlerdi. Hani nerdeydi peki? Küçük Uğur'un babası nerdeydi? Onun üzerine, babasının gölgesi bile düşmemişti. Şimdi düşse neye yarardı ki olan olmuşken?

 

"Baran," diyen telaşlı sesini duydum adamın. "Ne-nerde?"

 

Gözlerimi kapattım ve güçlü bir nefes aldım. Duyguları sonraya erteledim. Gücümü toplayıp gözlerimi açtım ve ağır bir şekilde arkamı döndüm. Kır saçlı, ellili yaşlarda bir adam; salonun girişinde duruyordu. Beyaz lakosu ve krem kumaş pantolonuyla oldukça hoş görünümlüydü. Buğulu gözlerini burdan bile seçebiliyordu. Adım atamadı, öylece kaldı.

 

Baban... Dedi içimden bir ses sus dedim.

 

Yıllarca hayalini kurduğun, acaba beni seviyor muydu, acaba beni bilmiyor muydu, hiç arıyor muydu diye düşünüp durduğun adam...

 

Sus! 

 

Sırası değildi, hiç değildi. Duygularımı göstermek istemiyordum. Eski ben olsa ağlayarak yanına gider sorular sorar ve hemen affedip sarılmak isterdi. Ama şimdi bunu yapmanın beklentileri paramparça edebileceğini biliyordum. Çünkü bu adamı tanımıyordum. Bu yüzden yavaşça ilerledim ve ses tonumu ayarlayarak konuştum.

 

"Merhaba," diye konuşup hafif bir baş selamı verdiğimde.

 

"Günce..." diye bana koydukları ismi fısıldadı. Sana? Evet bana.

 

"Uğru," diyerek düzelttim onu. Onun sesi ne kadar tarazlıysa, benimki aksi kadar netti. "İsmim Uğru."

 

Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı ağır ağır. "Uğru..." diye mırıldandı ve devam etti. "Sonuçlardan haberin var mı?"

 

"Var," dedim başımla da onaylayarak. "Sizin olanlardan haberiniz var mı?"

 

Yavaş adımlarla bana doğru yaklaşırken başını salladı. "Var," dedi yoğun bakışlarıyla beraber. "Böyle olsun istemezdim emin ol." Diye ekledi ardından, inanmamı ister gibi. "Ama o kadar uzun yıllardır seni arıyoruz ki... Abilerin nasıl davranacağını bilememişler."

 

Abilerin... Düşünme!

 

"Kızım..." dedi dolu dolu, elini uzattı bana. "Affet onları, yıllarca bulamadık seni affet bizi. Bunca yıl kimsesiz yaşattım seni, affet beni."

 

Kızım? Kızım.

 

Hırsız olmuştum, gamsız olmuştum, görgüsüz, terbiyesiz olmuştum. Bazen haylaz, yaramaz, utanç kaynağı olmuştum. Hırçın, kavgacı, doyumsuz, çıkıntı, kaltak, kaba, aşağılık, fahişe, üçkağıtçı, günahkar, uyumsuz, edepsiz, ahlaksız, paranoyak, hadsiz, orospu, uğursuz... daha niceleri, olmuştum. Yine de ben, bir kere bile birinin kızı olmamıştım.

 

Dişlerimi sıktım, kendimi sıktım. Siktir, bu diğerlerine dayanmaktan zordu. Bu bende derin bir yaraydı belliki geçmişten kalan. Şimdi sızım sızım sızlıyordu.

 

"En azından affetmek için bir şans ver," deyip bir adım daha yaklaştı ve bana dokunmak için uzandı.

 

"Lütfen," deyip elimi dur anlamında kaldırdım ve geri çekildim. "Hayır."

 

Gözlerimi ondan çekip etrafta dolandırdım. Güçleşen nefesimi alıp vermek için dudaklarımı araladım. Gözlerimi kapatıp açtım ve daha iyi olduğumu hissedip ona baktım.

 

"Oturup konuşalım," dedim ve cevap beklemeden koltuklardan tekli olana geçtim. Yaşlı adam yanımdaki ikili koltuğa geçti. Diğerleri de ayaklandıkları yerlerine yerleştiler.

 

Kimseden ses çıkmıyordu. Ortam öyle gergindi ki soluklarımız etrafı daha da sıcak bir hale getiriyordu. Yaşlı adamın gözleriyse benim üzerimdeydi. Ne demem ne konuşmam gerektiğini bilmiyordum. Durumum o kadar tuhaftı ki... verdiğim tepkileri kontrol edemiyordum. Duygularımı bastırdıkça bastırsam da arada bir patlak verdiğimin de farkındaydım. O yüzden daha temkinli davranmakta karar kıldım.

 

"İsminiz nedir?" Diye sordum sessizliğe ara vererek.

 

"Serhat," dediğinde başımı salladım ve onun daha aklı başında olduğunu varsayarak konuşmaya başladım.

 

"Serhat Bey açık olmak gerekirse ben şuan burda durmak istemiyordum. Herhangi bir şey konuşulmayacaksa da artık gitmek istiyorum." Deyip açıkça ekledim. "Burda beni zorla tutmazsınız herhalde değil mi?"

 

Direkt onun yüzüne bakıp ona doğru konuşsam da diğerlerinin memnuniyetsiz homurdanmalarını duyuyordum. "Böyle bir şey söz konusu bile değil." dedi net bir dille, içimin rahatlamasıyla geriye yaslandım. "Ama konuşacağımız şeyler sence de yok mu?"

 

"Dinliyorum," dedim, çünkü ben ne kadar az öğrenirsem o kadar az incineceğimi biliyordum. O yüzden konuşup sormak yerine dinlemek tercihimdi.

 

"Öncelikle nerde, nasıl yaşadığını bilmem gerek." Dedi asla red cevap beklemeyen bir tonda. "Ne yaptığın, kimlerle görüştüğün, nasıl ortamlarda bulunduğun önemli." Kaşlarımı kaldırıp devam etmesini bekledim. "Geçirdiğin bir hastalık, kaza; hali hazırda bir sağlık problemin varsa, hepsini öğrenmek istiyorum." Deyip nefesini seslice dışarı bıraktı. "İlk olarak bunları cevaplaman yeterli ama bilmeni isterim ki seninle ilgili her detayı öğrenmek istiyorum."

 

"Onun için biraz geç kaldınız," dedim ağzımın içinden ama duydu. Bunun üzerine konuşmak istemediğim için "Her neyse," diyerek geçiştirdim. "Açıkçası nerde yaşadığım, ne yaptığım, kimlerle görüştüğüm vesaire bunlar benim problemim ve bilmeniz gereken bir şey olduğunu düşünmüyorum. Sağlık problemine gelecek olursak da yok." Deyip orta sehpada duran deftere ve kaleme uzandım. "Ben en iyisi size telefonumu bırakayım, görüşmek istediğinizde ararsınız olur mu?" Derken herhangi bir sayfayı açmış numaramı yazıyordum. "Ne sıklıkla ararsınız bilmem ama benim için iki haftada bir ya da ayda bir uygun."

 

"Saçmalama," diyen Karan'a göz ucuyla baktım. Ona cevap vermeyip kalemi defterin arasına koyup adama uzattım.

 

"Diğerleriyle paylaşmazsanız sevinirim." Dediğimde elimdeki deftere bakıyordu.

 

"Diğerleri dediğin biz mi oluyoruz?" Diye sordu burnundan dolayı boğuk bir sesle Baran.

 

"Evet," dedim ve defteri sehpaya bıraktım. Defteri almaması, istediğim gibi gitmeyeceğinin bir işaretiydi.

 

"Az önce yeni bir sayfa diyordun?" Diye sordu Karan.

 

"Evet arkasındayım," dedim gergince. "O yüzden her şeye rağmen sizinle oturup konuşuyorum."

 

"Seni arayıp rahatsız edeceğimizi falan mı düşünüyorsun anlamadım?" Diye sormaya devam etti Karan.

 

"Numaramın sizde olup olmaması senin için neyi değiştirir?"

 

"Bizde olup olmaması senin için neyi değiştirir peki?" Diye karşılık verdiğinde hafifçe güldüm.

 

"Bir kişide olması yeterli." Deyip adama döndüm. "Başka bir konu?"

 

"Anladığım kadarıyla sen uzak kalmak istiyorsun ama bu pek mümkün değil." Dedi tane tane. "Üstelik hepimizi durdurabilirsin ama annen Asya'yı haftanın birkaç günü seni görmekten alıkoyamazsın."

 

"Birkaç günün mümkünatı yok." Dedim net bir dille. "Benim öyle bir anım bir anıma tutmaz. Düzenli bir yaşamım da yok. Sizin için dediğimden fazlasını yapamam."

 

"Yıllardır sana hasret çeken insanlara bu kadarını çok görmen insafsızca." Diyen Cihan'dı. Bu da ne demekti? Ben kendimi yok sayarak onlar için bir şeyler yaparken bu dediği bencilceydi. Ona dönüm sertçe. Elimi ona doğru uzatıp "Sen ne diyorsun ya?" diye sordum gayet duysamda.

 

"Diyorumki," dedi sert bir yüz ifadesiyle. "Bu yaptığın acımasızca! Anlıyor musun küçük hanım? Yirmi iki senedir seni arıyoruz biz! Öldün mü kaldın mı yaşıyor musun bilmeden seni arıyoruz!" Bağırmıyordu ama sesi gürdü, oturduğu yerde milim kıpırdamıyordu ama üzerime yürüyordu. "O iki haftada bir pardon ayda bir görmek istediğin kadın, her Allah'ın günü evimizdeki odanda eşyalarını seviyor lan. Şu kadar mı acıman yok, insan yalandan üzülür be biraz!"

 

"Cihan tamam," dedi babası ama o iğrenir gibi suratıma bakmakla meşguldü.

 

Benim gösterdiğim iltimasa rağmen bana bu lafları edebileceğini sanıyorsa çok yanılıyordu. İstemediğim bir şeye kendime rağmen tamam demem bile onun doyumsuzluğuna yetmiyordu. Üzerime gelmeye bana bunları söylemeye hakkı yoktu! Söyletmezdim de! Madem öyleydi, o zaman anladığı dilden konuşmanın vakti gelmişti.

 

"Sana bir şey söyleyeyim mi?" Deyip dirseklerimi dizlerime dayadım ve ona yaklaştım. "Umrumda bile değil." Kısık sesli söylediğim cümle bağırsam bu kadar etki vermezdi. "Zorunda mıyım lan?" Diye sordum gözlerine baka baka, ses tonum da sinirim gibi kademeli olarak yükseldi. "Zorunda mıyım amına koyayım?!"

 

Hırsla ayağa kalktığımda gözlerinden alev çıkarcasına bana kalıyordu ama benim de pek bir farkım yoktu. Yanında oturan Karan kolunu tuttuğunda uzaklaştım ordan ama hırsım geçmemişti.

 

"Şuna bak ya!" Deyip kendi kendime güldüm. "Yirmi iki yılmış! Başlarım lan size de yirmi iki yılınıza da! Sen mi yaşadın tek başına yirmi iki yıl?!" Kendini çok zor tuttuğu belliydi ama durmadım çünkü burama gelmişti. Bilmiyorum belki de zoruma gitmişti tüm bu olanlar.

 

Baran ayağa kalkıp bana doğru gelirken "Tamam sus," dedi uyarı niteliğinde. "Susmuyorum, siktir git yaklaşma bana!" deyip kenarda duran bibloyu elime aldığımda ellerini dur dercesine önüne getirdi ve "Tamam," dedi. "Tamam durdum."

 

"Size hiçbir şey borçlu değilim anladın mı?" Diye tısladım dişlerimin arasından. "Adam yerine koyup karşınıza oturduk diye kendinizi bir bok sanmayın!" diye ona döndüğümde "Lan sus!" diye bağırıp ayağa kalktı. "Sen sus! Her lafını yiyip yutmam ben duydun mu?!" Diye bağırmaya devam ettiğimde olduğum yere doğru atıldı ama yanındaki Karan ve ayağa kalkan Serhat bey onu tuttu. "Ağzımı açtırma lan o zaman!" Diye hayvan gibi bağırdığında zor tutuyorlardı. "Her dediğimi hak ettin! Haddini bil otur!"

 

"Sen haddini bileceksin önce duydun mu beni?!" Diye bende onun gibi bağırdım. "O ağlayan anan baban hepinize sahip çıkmasını biliyorken, küçücük bebeğe sahip çıkamamışsa bana ne?! Ne yaşadıysanız hak ettiniz! Duydun mu?!" Diye sinirle bağırırken "LAN SUS!" Diye yine bağırdı güçlü bir şekilde. "Acımayacağım!" diye bağırıp elimdeki bibloyu yere fırlattım. Yere dağılan parçaların çıkarttığı ses kulağımı çınlatırken bağırdım. "Acımıyorum lan! Acımayacağım duydun mu?! Size gösterdiğim merhameti hak etmiyorsunuz göt herif! Kimseyi eğlemek zorunda de-ği-lim!"

 

"Lan ben o sesini kesmezsem adam değilim, bırak lan!" Diye yanındaki Karan'ı iterken Baran az önce uyarmama rağmen yanıma geldi. Kolumdan tutup "Yürü çabuk," dediğinde ona direndim ve diğerine laf yetiştirmeye devam ettim. Şerefsiz piç kim olduğunu zannediyordu bilmiyorum ama gözüm döndüğünde hiçbir şeyi umursamadığımı ben biliyordum.

 

"Senin gibi adama, adam demem ben zaten! Gel! Ne yapacaksın gel," deyip Baran'ı ittim ama işe yaramadı. Beni salonun çıkışına çekiştirirken oluk oluk öfkem Cihan'ın üzerine yağıyordu. "Vuracak mısın?! Vuracaksan vur lan! Senden korkan senin gibi olsun köpek!" Baran beni odanın önüne kadar getirmişti ama öyle direniyordum ki o bile zorlanıyordu. "Benim derim kalın dövsende gebermem! Duydun mu beni?!" Baran açtığı kapıdan beni içeri itti ve hızlıca çekip üzerime kilitledi.

 

Kapıyı hırsla tekmeledim. "AÇ ŞUNU!" Diye bağırdım kapıyı yumruklarken. "Açta görelim neler yapabiliyormuş aç!"

 

"Aklını durdururum kızım senin!" Diye içerden geliyordu bağırtıları. "Gittiğin yolu sikerim! Delirtme beni!"

 

"Sikmezsen adam değilsin!" Diye bağırıp kapıyı tekmeledim yine. "Korkmuyorum senden! Duyuyor musun beni korkmuyorum! Gebertsen de acımam bundan sonra size! Zehir edeceğim hayatınızı oğlum duyuyor musun beni zehir edeceğim! Yalvarsan da merhamet yok bundan sonra!"

 

İçeridekilerin onun durmasını söyleyen seslerini duyuyordum ama durmasını istemiyordum. O şerefsiz beni bastırabileceğini sanıyorsa çok yanılıyordu. Ağzımı burnumu kırsa da susmaya niyetim yoktu.

 

İçeriden bana küfreden sesini duydukça iyice öfkeleniyordum. Ellerimle saçlarımı yolup kapıya yanaştım ve elimle vurdum. "Kes sesini hayvan herif! Kes! Bunu sen istedin, sen! Anlayış gösterdik diye kendini bir bok sandın! Sen kimsin ya?! Kimsin bana ahkam kesiyorsun, köpek! Senin gibileri iyi bilirim ben, duyuyor musun?! Hak ettiğin cevabı alınca kudurup saldırmaya çalışırsınız siz! Korkmuyorum ama! Ne senden ne de senin gibilerden duydun mu?!"

 

"Sus artık!" Diye kapının arasından konuştu Baran. "Tutamıyoruz sus!"

 

"Siktirin gidin o zaman hayatımdan!" Diye bağırdım ve odaya doğru yürüdüm. Bulduğum tüm eşyaları sinirle duvarlara fırlatırken "Siktirin gidin!" diye bağırdım tekrardan.

 

"Allah belanızı versin hepinizin!

 

"Yalvartacağım oğlum sizi! Yalvartacağım!

 

"Ah!

 

"Sana gittiğim yolun asfaltının da senin de amına koyayım ben!

 

"Seninle karşılaştığım günün sabahını sikeyim Baran!"

 

"SUS!" Diye gürleyip eliyle kapının arasından vurduğunda bulduğum vazoyu kapıya fırlattım.

 

"Susmuyorum!" Diye bağırıp abajuru da fırlattım. "Susmayacağım!"

 

Cevap vermedi. Ben sinirle odada volta atarken içerden gelen sesleri duyuyordum ama pek bir şey anlamıyordum. Tek anladığım Cihan denen ayıyı evden çıkardıklarıydı. Ondan sonra da tek tük gelen sesler harici tüm sesler kesildi.

 

Dakikalar sonra nefes alamadığımı fark ettim. Yerdeki eşyaları ayaklarımla itekleyip pencereyi açtım ve derin soluklar almaya başladım. Şerefsiz pislik tansiyonumu altüst etmişti resmen. Beni zıvanadan çıkartmıştı. O cümleleri o tavırları resmen delirtmişti beni. Kendilerinde ne hak görüyorlardı bilmiyordum ama öyle suçlayıcı suçlayıcı konuştuğunda kendimi tutamamıştım. Asıl suçlu tam da onlarken, kendinde gördüğü bu hak onu ellerimle boğma isteğiyle doldurup taşırmıştı içimi.

 

Pencereyi açık bıraktım ve geri geri yürüyerek yatağa oturdum. Ellerimle iki yandan destek alarak camdan dışarıya diktim gözlerimi. Normalde içimi kusarcasına döktüğümde rahatlardım hep. Şimdi niye boğazım yanıyordu benim?

Bastırdığın duygular seni hep yaralar.

Bastırmayınca nasıl ayakta durabilirsin ki? Duramam.

Sabahtan beri yılların ihaneti üzerime sicim gibi yağarken istediğim gibi davranamamak ne demek onlar anlayamazdı. İstediğim gibi davranmanın bedelleri de çok ağırken ben mantığımı kullanmalıydım, doğru olan buydu. Ama bu sefer mantığım da beni yarı yolda bırakmıştı. Sabahtan beri olması gereken gibi davranmak bu kez canımı derimden sökercesine bir acı bırakmıştı geriye.

 

İnleyerek başımı eğdiğimde parmaklarım yatak çarşafını sıkıyordu. Gözlerimin aşağı yönlenmesi üzerlerinde biriken doluluğun yerlere damlamasına sebep oldu. Gözlerimi kapattım ve bir iç çektim. Hepsi ama hepsi kendi tarafından bakıyordu yaşananlara. Bir tanesi bile benim gözümden görmüyordu olanları. Ben onların annelerinin çektiği acıya üzülüp çoğu zaman yanında olmalıydım onlara göre ama kimse sormuyordu sen anneni görmeye hazır mısın diye. Değildim. Babamı görmeye de hazır değildim, onları görmeye de hazır değildim.

 

Bunların benim üzerimde nasıl bir ağırlık oluşturduğundan herkes bihaberdi. Ben bile...

 

Şimdi tek başıma kalınca bundandı omuzlarımın çökmesi. Bana bir günde taşıyamayacağın kadar yük vermişlerdi. Ben daha kendi içimde kabullenmemişken olanları benden o kadar çok şey bekliyorlardı ki... onlara asla yetemezdim.

 

Gözlerimden akan yaşlar oluk oluktu ama sessizdim. İçime ağlamayı çocuk yaşta, tıpkı böyle odalara kilitlendiğimde öğrenmiştim. Başımı kaldırıp camdan bakarken boynumun büküklüğünü düzeltemiyordum. Neyseki saklamam gereken kimse yoktu.

 

Kocamanlar... Büyük, kalabalık bir aile.

 

Bende kızgındım, bende kırgındım belki. Hepsine sahip çıkan babaları en savunmasız olanı niye kollamamıştı? Anneleri küçük bir bebeği niye göğsünün uzağına bırakmıştı? Hesap sormaya hakkı olan ben kimseye hesap sormadım diye mi hesap sorulan taraf olmuştum şimdi?

 

Sorsan bencil bendim.

Yüksek ihtimal arkamdan sorunlu, baş edilemez diyorlardı. Evet öyleydim belki. Bunlar benim gardımdı çünkü. Duvarlarım vardı ve onlara mecburdum. Hiçbiri onları aşmaya çalışıp bana yaklaşmadı... hepsi aslında bulmak istedikleri Günce'yi görmeye çalıştılar. Ama onların istedikleri kişi olmamın imkanı yoktu. Ben onlar gibi büyümemiştim. Sahip olduğum tek şey kendimdi ve ben sadece onu hayatta tutmaya çalışmıştım.

 

Hava kararana kadar camdan dışarıyı izleyerek ağladım. Bir müddet sonra ağlamam dursada bir süredir titreyen ellerim hala aynıydı. Sadece dışarının ışığıyla aydınlanan karanlık odada öylece oturuyorken arada sırada içeriden ufak tefek sesler duyuyordum. Yine de ne gelen vardı ne giden.

 

Dudaklarımı yaladım ve yorgun başımı yastığa koydum. Bacaklarımı kendime çektikten sonra da sol tarafa doğru uzanıp üzerine yattığım pikenin kalan kısmını vücuduma sardım. Biraz uyumak bana iyi hissettirecekti biliyordum.

 

Dakikalarca gözlerimi kapalı tutmama rağmen uyuyamamıştım. Gözlerimi aralayıp tüm duvarı kaplayan camdan gökyüzüne baktım. Karanlık gökyüzündeki tek bir yıldız bile görünmüyordu. Zaten benim hayatımda parlayan hiçbir şey de olmamıştı şimdiye kadar. Gökyüzünün ışıklarla dolu tarafa bakan yüzüydüm ben, uzaktan uzağa izlerdim beni sönümleyen tüm parıltılı yaşamı.

 

Kapattım tekrar gözlerimi ama kapıda duyduğum ayak sesleri tekrar açmama sebep oldu. Kilit birkaç tur döndüğünde gözlerimi kapattım. Kapıya tıkladığında alamadığı cevaptan sonra "Girebilir miyim?" diye sordu. "Karan ben."

 

Cevap vermedim, sesini tanımıştım zaten. "Günce," diye mırıldandı. Bana bu adla seslenmemesi gerektiğini ona söyleyecektim. "Aç olduğunu biliyorum. Bir şeyler hazırladım," deyip bekledi. "Babam ve ben varız sadece."

 

Sessiz kaldığım için tekrar "Günce," dedi. "İyi misin? İçeri geliyorum bak," birkaç saniye bekleyip kapıyı araladı. "Uyudun mu?"

 

Kapıdan giren ışığı hissedebiliyordum. Adım seslerinden de bana yaklaştığını anlıyordum. "Numara yapmıyorsun değil mi?" Diye sorduğunda göz devirmek istedim. Sessizleşti, yakınıma geldiğini hissediyordum. Saniyeler sonra da parmaklarını yüzüme değdirdi. Kirpiğimin üstündeki ıslaklığı aldığında sesli bir soluk verdi. "Özür dilerim." diye fısıldadığını duydum zar zor. "Sana hiç abilik yapamadım."

 

Sonrasında ayağa kalktı ve bir şeyler yaptı. Birkaç dakika içinde kapının kapanma sesini ve giden ayak seslerini duydum. Gözlerimi araladığımda pencere kapanmış, yerlerdeki eşyalar kenara itilmiş kapıya kadar bir yol oluşturulmuştu.

 

Ne zaman uyudum bilmiyorum ama uyandığımda hava hala karanlıktı. Yattığım yerde gerindim ve yatakta oturur hale geldim. Susamış hissediyordum. Kimseyle muhatap olmadan holde açık kapısından gördüğüm mutfağa girmek için ayaklandım.

 

Odadan çıkarken sessizdim, evde sessizdi. İlerlerken salonun açık ışıklarından içeriyi görebiliyordum. Karan koltuklardan birine uzanmış uyuyordu. Şöyle bir baktığımda salonda başka kimse yoktu.

 

Mutfakla giriş kapısı karşılıklıydı ve ben mutfağa girmek yerine oraya yöneldim. Kapının kolunu yavaşça indirdiğimde kapı aralandı. Gitmek için güzel bir fırsattı.

 

Hızlı ama temkinli adımlarla salona girdim. Onu uyandırmadan telefonumu attığım koltuğa doğru yürüdüm ve cebime sıkıştırdım. Sonra da ilerideki sandalyeye asılı ceketimi fark ettim. Oraya doğru yürürken de bugün deftere not ettiğim telefon numaramı burda bırakmak istemediğim için sayfasını yavaşça yırttım. Karan'a baktığımda hala uyuyor olduğunu görmek içimi biraz olsun rahatlatmıştı. Ceketimi de alıp salondan çıktıktan sonra kapı yanına bırakılmış postallarımı ayağıma geçirip gitmeden önce askıda gördüğüm ceketin cebine uzandım. Ve bingo! Kabarık cüzdan Façacı'ya para götürmek için işime yarayacaktı. İçindeki dolarları cebime sıkıştırıp cüzdanı yerine koydum ve kapıdan sıyrıldım.

 

Kapı ses yapmasın diye kapatmadan ilerlerken, ceketimi üzerime giyiyordum. Apartmanın geniş koridorunda yürüyüp asansörün önünde beklemeye başladım.

 

Bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim ama bu fırsatı değerlendirmeyecek kadar da aptal değildim. Bu aile benim mentalimi çökertebilecek güce sahipken burda duramazdım. Gittiğimde Façacı canımı yakacaktı belki ama fiziksel acıyı duygusal acıya yeğlerdim.

 

Gelen asansöre binip aşağı inerken telefonumu kontrol ettim. Gözde'den gelen mesajı okuyup telefonu cebime attım.

 

Gözde: Nerdesin? Burda işler karıştı. Birileri kasadan para araklamış. Façacı paraları senin alıp kaçtığını düşünüyor.

 

 

•••

 

 

 

Loading...
0%