@_mysterybooks
|
Okean Elzy - Obijmy
•••
Tedirginlik, tüm vücudumu ele geçiren his buydu. Damarlarımda, kanımda, tüm hücrelerimde geziniyordu. Kendimi o gösterişli binadan nasıl attım, dakikalarca nasıl yürüdüm bilmiyordum. Bulduğum ilk minibüse bindiğimde karanlık azalmış, sabahın ilk aydınlığı peyda olmuştu. Baş ağrım nüksederken yavaş yavaş tedirginliğimin sebebi yön değiştiriyordu. Kaçtığım yerden, gideceğim yere... Gözlerimi kapattım. Biliyordum ki gidince canıma okunacaktı. Ne anlatırsam anlatayım bu para çalma olayının cezasının bana kesilecekti.
O halde neden gidiyoruz?
Gidecek başka yerimiz yok.
Kalacak bir yerimiz vardı.
Orası bize yabancı.
Gözlerimi açıp düşüncelerimi savuşturdum. Canım burnumdan gelse bile ben oraya aittim ve ait olduğum yerde olmalıydım. Oraya alışmıştım ben, korkularım da cezalarım da bilindikti. Diğer taraf öyle değildi ama... orayı bilmiyordum. Nereden vurabileceklerini, nereden acıtabileceklerini bilmiyordum. Tamamen bana yabancı olan insanların arasında kalamazdım.
Oradaki insanların yüzleri tanıdık sadece, hepsi bize yabancı.
Onlardan gelebilecek hamleleri biliyorum.
Canımızı hep yaktıklarını da biliyorsun.
Kalbimizi kıramayacaklarını biliyorum.
Ben canımız da yanmasın istiyorum ama Uğru.
Öyle bir yer hiç olmadı.
Cebimden çıkarttığım kulaklığı telefona takıp rastgele bir şarkı açtım kafamı susturabilmek için. İçimdeki küçük kız yedi yaşından beri benimleydi. Susmaz, susmaz, susmaz beni deli ederdi. Ona kızmıyordum, bir gün mutlu olabileceğine ben inanadırmıştım onu. Hala buna inanıyorken ona bizim için işlerin öyle yürümediğini anlatmak zordu. Çünkü hep içten içe beklemişti ve şimdi bir dönüm noktası bulmuş, ona tutunmaya çalışıyordu.
O küçük kız, benim içimdeki acaba diyen taraftı. Hala içimde olan umut, bir beklentiydi. Bunu susturamıyordum. İçimde belirsizlik vardı. Çelişkideydim. Yapmam gereken netti ama bir yanım bu döngü belki böyle kırılır diyordu ve bunun beni yıpratacağını biliyordum. Yine de yapmam gerekeni yapmayı çok net bir şekilde öğrenmiştim. Kalbimin kırılmasındansa kemiklerimin parçalara ayrılmasını yeğlerdim.
Saatler sonra bir kaç vesaitle en sonunda olmam gereken yere varmıştım. Beş yılımı geçirdiğim bu izbe yer yokuşlarla doluydu. Tüm yokuşları aşıp bir düzlüğe çıkıyordunuz ama asıl yokuş orasıydı.
Burası eski, küçük bir mahalleydi. Yapılandırma için bir müteahhite verildiğini ve herkesin taşındığını duymuştum. Sonrasında ise firma batmış ve inşaat yarım kalmış. Senelerdir de bazı evsizlerin haraç karşılığı kaldığı boktan bir yerden ibaretti.
Topal denen ve daha önce görmediğim bir adama gidiyordu paralar bildiğim kadarıyla. Façacı'da onun adamıydı. Buranın düzenini sağlıyordu, evlerin kiralarını alıyordu ve en önemlisi bizim gibi çalıştırdığı adamların başındaydı.
Burda evsiz çocuklar sokaklarda dilenir, mendil satar, bir yandan da işi öğrenirdi. Onlar birinci gruptu, öğrenmek için varlardı. Bizler çalmak için ve bazılarımız da daha büyük suçlar için... Büyük suçlar üç numaralı çeteye aitti ve buraya ilk gelenleri onlar eğitirdi. Bu eğitim dövüş ve hız üzerineydi. Beraberinde bıçak kullanmayı, silah tutmayı da öğretmişlerdi ama hiçbir hırsız onlar kadar iyi değildi bu konuda. Biz sadece kendimizi koruyabilecek seviyede bir şeyleri öğrenmiş, sonrasında küçük işlerden devam etmiştik en başta. Burada kural basitti, ne kadar iyiysen o kadar büyük işlerde olurdun. Her grupta bu böyleydi.
Ben de çalmak konusunda iyiydim ve kısa sürede büyük işlerde yer almaya başlamıştım. Bu büyük işler evlere girmekti ama o kadar kolay insanların değil. Para ya da ziynet de değil. Gittiğimiz yerlerden nadide parçaları çalıyorduk ve bu genelde yüksek düzey korunaklı zengin evlerinde olurdu. Tarihi eser değerinde tablolar, Osmanlı'dan kalma el yapımı zanaatler, yalnızca bir tane üretilmiş özel parçalar... Bir çok şey çalmıştım, genelde ekiple, ve bunların karşılığında tabiki de kaldığım yerde bir statü kazanmıştım. Belirli yetkilerim olmasa bile buradaki insanların genelinin alttan alması gereken biri olmuştum. Bu tabiki sadece benim özelimde değildi, buradaki diğerlerinden önde olmayı becerebilen bir çok kişi vardı.
Şimdi Tuna'nın bahsettiği yeni işte yüksek ihtimal olmayacaktım. Açıkçası Façacı'nın gazabındansa bu canımı sıkıyordu çünkü bu tip işler bana yaşadığımı hissettiren heyecanı veren tek şeydi.
"Ah Tuna, ah!" Diye kendi kendime mırıldanırken etraftaki kimseye bakmıyordum. Gözüm direkt Façacı'nın kullandığı binanın üzerindeydi. Yavaş yavaş yaklaşıyordum ve yavaş yavaş kendimi hazırlıyordum. Canımı yakacaktı. Beni asla dinlemeyecekti. Ne söylersem söyleyeyim suçlu olarak beni seçtiyse aksi kanıtlanana kadar suçlu bendim. Yine de olanı biteni anlatacaktım, bazı eksikleriyle olsa bile.
Binanın önüne yaklaştığımda tanıdık yüzler gördüm. Gözde beni gördüğü gibi yanıma gelip sarıldığında gözüm arkasındaki Sungur'daydı. Gözlerini kısmış, her zamanki çarpık gülüşüyle bana onaylamaz bakışlar atıyordu. Üç numaralı grubun gözdelerindendi.
"Nerdesin sen Allah aşkına?" diye sorup geri çekildi Gözde. Oldukça endişeliydi. "Gelmezsin sanıyordum."
"Başka nereye gideceğim?" Diye konuşup ilerledim. Sungur'la göz göze geldik. "İçerde mi?"
Ağır ağır başını salladı. "Büyük hata," dedi kollarını birleştirip. "Canına okuyacak."
"Ben çalmadım," dediğimde güldü. Eh, bir hırsızdan bu lafı duymak ironikti. Göz devirdim ve içeri girmek için hamle yaptım ama kolumdan tuttu. Kara gözleri yüzümde gezindi ve gözlerimde durdu. "Ben yapanı bulana kadar dişini sık." Eliyle çeneme dokunup başımı ona doğru kaldırdı hafifçe, çenemde duran elinin başparmağıyla alt dudağımı okşayıp elini çekti.
Kimseye tüm benliğimle güven duymasam da, Sungur'un bana verdiği sözleri hep tutmasının sağladığı ayrı bir güven vardı. Böyle konularda ona hep güvenirdim çünkü yapamayacak olsa ağzını açmayacağını bilirdim. Yine de yanılma payını hiç ihmal etmedim.
Gözlerimi ondan çekip içeri girdim ve kapıyı kapattım. Façacı genelde üst katta olurdu. Bu kattaki tanıdık yüzlere şöyle bir bakış atıp, korkulukları olmayan beton merdivene doğru yürüdüm, yutkundum. Dayak yemekten değil ama cezalandırılmaktan hep çok korktum.
Gitme Uğru, korkuyorum.
Saklan sen.
Annemiz babamız bizi korur onlara gidelim. Hem abilerimiz de varmış... onlar bizi korur.
Saklan dedim.
Dur artık, bizi hiç koruyamadın!
Gözlerimi kapatıp bekledim. Böyle gidersem eğer kafamı toparlayamazdım. Acı dediğin şey zihinde bitiyordu ve zihnim doluyken canım yanardı. Kafamda bitirip oraya gitmeliydim ki acıyı sıfırlayabileyim. Hiç acı çekmeyeceğin bir yerde olabilirdin.
Belki! Belkiler; kesinlik belirtmez Uğur, umut ettirir.
Gözlerimi açtım ve merdivenleri tırmandım. Kata geldikten sonra sağa doğru döndüm ve kapıda duran adamla göz göze geldik. Adam Façacı'nın odasına girdikten bir kaç saniye sonra beklediğim kişi orta alana adımını attı. Bu alandaki penceresi olmayan pencere yuvalarından gelen rüzgarlar saçlarımı yüzüme doğru savururken, ellerimi dur şeklinde kaldırdım.
"Dinle," dediğimde aramızda ve arkamda on adım civarı alan vardı. Bu da yirmi saniyem olduğu anlamına gelirdi. "Paraları ben çalmadım, çalsaydım buraya gelmezdim." Onun attığı her iki adımda bir adım geriye gidiyordum. "Dün toplantıya gelememem tamamen tesadüf! Ayrıca Tuna'yla beraber işe çıktık, yalan söylüyor. Hatta bak," Elimi cebime atıp paraları ona doğru uzattım. "Bu da ondan sonra toplayabildiğim para-" Sözümü kesen yüzüme çarptığı tokat oldu.
Elimdeki paraları çektiğinde dudağımı yalayıp ona baktım. Paraları saydı, tam 3850 dolar vardı. Bu para neredeyse yüz bin ederdi. Herifin cüzdanında gezen para sinirimi bozsada konumuz bu değildi, hem de hiç değildi.
Gözlerime baktı bir nefret ifadesiyle ve paraları cebine sıkıştırdı. Ağzındaki sakızı umursamaz bir ifadeyle çiğnerlen "Ama benim on bin sekiz yüz dolarım eksik Uğru." Dedi ve bir tokat daha savurdu.
"Almadığımı biliyorsun," dedim ona bakıp. Kaşlarını havaya kaldırdı ve "Bilmiyorum," deyip bir tokat daha attı.
Sakızının sesi kulağıma gelirken bir adım geriledim. "Bir gün ver," dediğimde saçıma yapıştı ve yüzümü yüzüne yaklaştırdı. "Sana o parayı toplarım."
"Hangi sikimdeydin sen onu söyle önce bana," dedi sakin bir tonda ama gözleri dehşet bakıyordu. Cevabımı beklemeden saçımı bırakıp bir tokat daha attı. "Hadi," dedi ben cevap vermediğimde, ne diyecektim? Bu zamana kadar bir toplantı bile kaçırmamıştım aptal bahanelerimi yemezdi. "Söylesene!" diye bağırıp diğerlerine göre çok daha sert vurdu ve yere düşmeme sebep oldu. Olanları anlatabilirdim ama sonrasını tahmin etmek zor olmazdı. Onların aralarına sızıp işine yaramamı isterdi ama bunu yapmak bana zarar verirdi. Dün yaşadıklarımdan sonra olmazdı.
Yere eğildi ve saçıma yapıştı. "Uğru," dedi ismimi uzatarak. "Uğru!" Diğer eliyle çenemi avuçladı. "Bana ilk geldiğinde taşşağına, sana Uğru dedim diye kendini bir bok mu sandın lan?! Beni bile soyabileceğini mi sandın?!"
Bir şey demediğimde çenemi serbest bırakıp yüzüme vurdu yine. Dudağım çoktan patlamış sızlıyordu ama bunlar bir şey değildi benim için. "Sana yapar mıyım?" Diye konuştum. "Başkası!"
"Söyle lan o zaman nerdeydin dün?!" Diye bağırıp saçımdan yere doğru savurdu beni. Ellerimin üstünde durup soluklandım.
"Polis," dedim sonra da. "Polis, gördü beni. Kızarsın diye söylemedim."
"Ne demek polis lan?!" Diye sorup kolumdan tutup ayağa kaldırdı beni. Ben ne olduğunu anlamadan da boğazıma yapıştı. "Yalan söyleme!" Beni geriye doğru ilerlettiğinde kalçam pencere boşluğuna dayanmıştı. "Cüzdan çarparken polise yakalanacak karı mısın lan sen?!"
Boğazımdan tutarken geriye doğru yaslamasıyla neye uğradığımı şaşırmıştım. Belim pencere boşluğundan aşağı doğru sarkarken, kolunu tuttum, yakasını tuttum ama bir garantisi yoktu. İtmek istese tutuşlarım yetersizdi. Göz ucuyla aşağı baktığımda milletin buraya odaklandığını fark etmiştim. "Yemin ederim," dedim boğazımı sıkan elinden dolayı zar zor konuşarak. "Polis fark etti beni. Bu- burayı bulmasın diye," nefes darlığından konuşamıyorum bile. Tutunduğum kolunu çekiştirip alan açsamda yeterli değildi. "Saklandım... polis-"
"Ah!" Diye bağırıp boynumdan sıkıca tutup içeri çekti beni ve yere savurdu.
Can havliyle soluk alırken bir elim boynumda bir elim yerdeydi. Öksürük krizlerimin arkasından sesini duydum. "Götürün şu kaltağı elimde kalacak yoksa!" Diye bağırmasıyla yanımda bitti biri ve kolumdan tutup çuval misali sürüklemeye başladı beni.
Öksürmeye devam ederken bir şekilde ayağa kalktım ve herifin götürdüğü yere doğru ilerledim. Merdivenleri ikişer ikişer inip bodrum gibi bir yere geçtiğimizde gözlerim etrafı tarafı. Adam beni yere doğru savurup gitti. Giderken de kapıyı üzerime kapatıp kilitlemeyi ve telefonumu almayı ihmal etmedi.
Doğrulup geriye doğru süründüm ve duvara yaslandım. Ellerimle boğazımı ovarken gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim bir süre. Buna alışıktım, artık eskisi gibi korkmazdım karanlıktan.
Korkuyorum Uğru.
Korkmuyoruz Uğur.
Korkuyoruz.
Korkman için sebep yok.
Geçmiş var, beni yok saysanda yaşadıklarımız var.
Eskisi kadar güçsüz değilim.
Ama güçlü de değilsin.
Burda değil, korkacak bir şey yok.
Benim için burda ama Uğru, benim için ışık olmayan her yerde.
Gözlerimi kapattım, alışmalarına gerek yoktu belkide. Gözlerimi açmadıktan sonra karanlık ya da aydınlık ne fark ederdi ki? Hem böylesi içimi daha rahat ettirecekti. Bazı zamanlar kendimi dinlemem gerektiğini biliyordum. Yoksa sonuçları daha kötü oluyordu. Şu anda da öyle bir andaydım. Kendi içimi susturamazsam sonrasında çığlıklarımı da susturamazdım. Geçmişin hislerinin üzerine bir de görüntüleri eklenirse, hiç duramazdım.
Karan Baturgan
Boşlukta düşüyor hissiyle sıçrayarak gözlerimi açtığımda, olayı fark edip derin bir nefes verdim. Elimle gözlerimi ovuştururken duvardaki saatin sabah sekiz olduğunu gördüm, en son baktığımda gece dört civarıydı.
Koltukta doğrulup gerilirken aklım dün olanlardaydı. Abimler gittikten sonra babamla oturmuştuk ve ne yapabileceğimizi konuşmuştuk. Yaşananların çözümü zaten zorken, dünden sonra iyice imkansızlaşmış gibiydi.
Babam eve geçmeden önce olanları annemle konuşacağını söylemişti ama gece aramama cevap vermediği için ne olup bittiğini bilmiyordum.
Telefonumu elime aldım ve herhangi bir mesaj var mı diye kontrol ettim. Dün Baran abim, Cihan abimin sakinleştiğini söylemişti. Ama benim bildiğim Cihan abim o laflardan sonra on yıl sakinleşmezdi.
Koltuktan esneyerek kalktım ve lavaboyu doğru yürümeye başladım ama salondan çıkıp bir kaç adım artıktan sonra durdum. Gözlerimi karşıya dikip bir kaç saniye bekledim ve yanlış görmeyi umarak geriye doğru baktım.
"Siktir," diye mırıldanıp hızlıca Günce'nin kaldığı odaya girdiğimde boş olduğunu görünce daha sesli bir küfür savurdum.
"Günce!" Diye içeri doğru seslendim. Önce lavaboya, ardından mutfağa, ardından tüm odalara tek tek baktım ama yoktu. "Allah kahretsin!" Diye bağırıp salona ilerledim ve girmeden de çıkış kapısına bir tekme savurup kapattım.
Orta sehpaya bıraktığım telefonumu alıp hızlıca Baran abimi ararken, salondan çıktım ve ceketimi giyip, evin anahtarını aldım. Kameraları kontrol etmek için evden çıkarken Baran abim telefonu açtı.
"Ne oldu oğlum bu saatte?" Diye sordu boğuk bir sesle.
"Abi," dediğimde sesimdeki tuhaflığı fark ettiğine emindim. Ağzıma sıçacaklardı. "Abi Günce yok."
"Ne demek yok?" Diye sordu. Sesi yüksek değildi ama bu tonun etkisini bilen bilirdi.
"Abi kapı aralıktı, çıkmış evden. Tüm eve baktım yok."
"Ulan Karan," deyip nefesini dışarı verdi seslice. "Ulan..."
"Abi ben bir kameralara bakacağım, belki etrafta dolanıyordur-"
"Dün olanlardan sonra sabah koşusuna çıkmıştır değil mi?" Dediğinde danışmaya gelmiştim. "Kapat şunu."
Telefonu ben kapatmadan yüzüme kapattığında kendime sövdüm ve danışmadaki adamdan görüntüleri istedim. Sabah altıya doğru kapıyı açıp çıkmış gitmişti. Herhangi bir sese uyanmamış olmama inanamıyordum. Kardeşin bir hırsız ahmak!
Apartmanın içinde volta atarken çalan telefonumu baktım. Babam arıyordu ama ne için belirsizdi. Gözlerimi kapatıp olduğum yerde durdum ve kaçışımın olmadığına karar verip telefonu açtım.
"Karan," diyen babamın sesi normaldi. "Uyandırdım mı?"
"Yok baba," dedim kısık sesimle. "Ne oldu niye aradın?"
"Dün herkese anlattım." Dediğinde gözlerimi kapattım. "Annen görmek istiyor, durumlar ne?"
"Baba," dedim ve dudağımı dişledim.
"Ne bu ses? Hala aynı mı?"
"Kız gitmiş." Diye konuştum zar zor. Bir kaç saniye sessiz kaldı.
"Ne demek gitmiş?" Diye sordu sert bir sesle. "Sen oradayken nasıl gidebilir Karan?"
"Sabah altı civarı," dedim içime kaçan sesimle. "Ben uyuyakalmışım. İki gündür doğru dürüst-"
"Ne anlatıyorsun oğlum sen?!" Diye bağırdı ama sonrasında sesini alçaltıp devam etti. "Ben bu kadına ne diyeceğim şimdi Karan? Oğulların el birliğiyle kızı kaçırdı mı diyeceğim?"
"Baba özür dilerim," dediğimde "Cihan'ın haberi var mı?" diye sordu.
"Baran abim biliyor, söylemiştir."
"Eve gelin." Deyip telefonu kapattığında kendime küfürler savura savura Barın abimi aradım.
Uğru
Günlerin geçtiğinin farkındaydım ama kaç gündü bilmiyordum. Hala bu karanlık bok çukurundaydım. Ne bir yemek ne de bir damla su vermişti şerefsiz. Tuvalet için bile sadece iki kez yanıma biri gelmişti. O zamanlarda da burdan çıkışım gözlerimin acısından dolayı eziyet gibi gelmişti. Çünkü gözlerim hep kapalıydı. Açtığım bir kaç dakikada ise etraf karanlık olduğu için bir şey fark etmiyordu. Ayrıca o leş gibi lavaboda susuzluktan ölmemek için içtiğim musluk suyu da midemi bulandırıyordu hala. Karnımdaki ağrı hissi bir türlü geçmiyordu. Beni buna mecbur bırakan herkesin yaşattığını yaşamasını dilesem de bu hayattan bir karşılıkta ummayı bırakalı çok olmuştu. Yine de insanoğluydum, bazı şeyleri bile bile görmemek benim fıtratımda vardı.
Burdan ne zaman çıkacaktım bilmiyorum ama burası beni yormuştu. Hiçbir şey yapmamak vücudumu kitlemişti resmen. Bacaklarım ağrıyor, beton zeminde yatmaktan sırtım sızlıyordu. Bir kaç adım atmak istiyordum ama her yerde bir şeyler vardı onlara çarpıp canımı daha çok yakıyordum.
Bir kaç sefer kapıya vurup beni çıkarmalarını istemiştim ama ne gelen olmuştu ne giden. Beni daha ne kadar burda tutmayı düşünüyordu tam bir muammaydı ama biraz daha burada kalırsam kafayı yiyecektim.
Dizlerimi kendime çektim ve başımı dizlerimin arasına aldım. Zaman geçmiyordu ve zamanı geçirmenin en güzel yolu şarkı söylemekti. Bu aynı zamanda kafamı boşaltıp, beni olduğum andan da uzaklaştırmaya yarıyordu. Ne zaman düşüncelerimden ya da olduğum yerden kaçmak istesem ya şarkı söyler ya da dinlerdim. İşe kesinlikle yarıyordu.
Çok geçmedi, dakikalar sonra kapı açıldı. Ama bu sefer kolumdan tutulmadım, başka bir adamın sesini duymadım. Façacı'nın keyifle adımı söyleyen sesi, sonunda dememe sebep oldu. Sonunda Sungur, sonunda.
Karan Baturgan Dört gün sonra
"Annem nasıl?" Diye sordum Kaya'ya.
"Aynı abi," dedi yorgun bir sesle. "O odada oturmuş camdan dışarıyı izliyor sadece."
Gelip koltuklardan birine oturduğunda başımı salladım. Günlerdir Günce'den bir haber alamıyorduk. Kameraları, mobeseleri hepsini didik didik etmiştik. Hatta güzergahtaki tüm minibüs, otobüs kameralarına da bakmıştık. İlk bindiğinde görmüştük onu ama sonrasında bir şey çıkmamıştı.
"Polisten bir haber var mı?" Diye o sordu bu sefer. Bir kaç saattir annemin yanında o bekliyordu.
"Yok," dedi Baran. "Ne bir iz ne bir haber. Yerin içine girdi sanki."
Ayağa kalkıp salonda dönüp durması aklıma ilk gün olanları getirdi. Cihan abimde böyle dönüp duruyordu o gün. Herkes yaptığım aptallıktan dolayı bana sinirliyken, o kendine de sinirliydi. Ama bu, sinirinin bana yönelmesine sebep olmuştu.
"Ne zaman bir işi doğru yapacaksın?" demişti bana. "Biz sana ne zaman güveneceğiz Karan?"
Kimseden ses çıkmamıştı çünkü hak verdiklerini biliyordum. Belki haklıydı, ben daha umursamaz daha vurdumduymazdım, evet. Ama o an bende hatamın farkındaydım, yüzüme vurması sadece sanımı acıtmak içindi."Sen ne zaman kendine hakim olcaksın peki abi?" diye sormuştum bende ona karşılık ama daha sonra pişman olmuştum. "Senin öfken o kızı kaçırdı, ben değil."
Abimin sinir problemi küçük yaşlardan geliyordu. Bu konuda ne kadar çabalarsa çabalasın kendini asla tutamazdı. Biz onun bizi sevdiğini hep hissettiğimiz için kızsa, bağırsa, çağırsa zorumuza giderdi ama sevdiğini hep bilirdik. Günce'ye karşı da belki hepimizden bile çok sevgi besliyor olabilirdi ama o kız bunu bilmiyordu. Biz de onun en az abim kadar manyak olduğunu o gün öğrenmiştik.
Abime o lafı ettikten sonra sesini çıkartmadı. Zaten ondan sonra anladım benimle beraber kendini de suçladığını da. Ama kimi suçlarsak suçlayalım olanlar değişmiyordu. Ve şimdi hepimiz bunun acısını çekiyorduk.
"Faruk amcayı bir arasak mı?" Diye sordum. "Yeni bir şey olmuştur belki?"
"Olsa arardı." Dedi babam elinde tuttuğu puroyu dudaklarına götürürken. Gözleri uykusuzluktan kıpkırmızıydı günlerdir. Kayıp kızını bulmuş ve yine kaybetmişti.
Faruk amca babamın çok eski tanıdığıydı ve emniyet genel müdürüydü. Gereken tüm yerleri ayağa kaldırmıştı bizim için. Günce'nin görüntüleri tüm teşkilatın elindeydi. Bu onun için sorun olur mu diye düşünmüştük ama sicili tertemizdi. Hoş sorun olsa da babam ya da abim bunu bir şekilde hallederdi.
Çalan telefon hepimizin babama dönmesine sebep oldu. "Faruk," dedi telefonu açmadan hemen önce.
Hepimiz ayaklanırken babam telefonu açtı. "İyi bir şey söyle Faruk." dedikten sonra karşı tarafı dinledi. Faruk amcanın sesi telefonun dışına çıkıyordu.
"Kızını bulduk Serhat."
••• |
0% |