@_sarekndmr_
|
-senin sırtının bu hali ne!? Kerim karşımda durmuş ve sırtımındaki izleri sorguluyordu. Dehşete düşmüş hali gerilen bedeni ve büyüyen göz bebeklerinden belli oluyordu. -sende kapı çalma âdeti yok mu ? Kaşları çatıldı. Arkasını dönmeden kapıyı kapattı ve benden ayırmadığı gözleriyle bana adımladı. -konumuz bu mu lan ! Umursamaz bir şekilde dudağımı büzdüm ve omuzlarımı silktim. -pek tabii olabilir. Büyük görgü eksikliği çünkü! Alayla söylediğim sözler onu kızdırmadı bu sefer. -bana bak çocuk! Konuyu değiştirmeye çalışma! Güldüm. -asla! Gerçekten önemli bir konu bak! Görgüsüz insan hiç çekilmiyor. Sabır çeker gibi kafasını yukarı kaldırdı. Ardından tekrar bana baktı. -nasıl oldu bu...sırtın işte? Duymazlıktan geldim ve devam ettim. -bunun eğitimi küçüklükten veriliyor aslında. Yani küçükken verilmeli yoksa bu yaşa gelince pek kazanamazsın bu alışkan- Bir anda omuzlarımdan tuttu ve beni çevirdi. Şimdi sırtım ona dönüktü. Tekrar önüme dönmek için hareketlendim ama omuzlarımdan bastırıp engel oldu. -ne çok konuştun be çocuk! Dedi. Yaralarımı saklamak için diyemedim. -önemli konu dedim ya! Gözleri sırtımdan bir an olsun ayrılmamıştı. -anlat hadi! Dedi. -anlatıyorum ya! Dinlemiyorsun ki! Bak kapı açık bile olsa insan kapıyı çalmadan içeri girmemeli! Yani demem o ki- Derin bir nefes aldı. -onu mu diyorum gökay!? Sırtından bahsediyorum. -he, sırtım diyorsun!? -evet, sırtın diyorum gökay tuna! Kalbim çok hızlı atıyordu. Kimseye anlatmak istemiyordum. Kimsenin göreceğini düşünmediğim için de hiç böyle bir şey olursa ne derim diye düşünmemiştim. -sırtındaki bu izler...yanık izleri bile var. İlk başta gür çıkan sesi sonra içine kaçmıştı sanki. Omuzlarımı indirip kaldırdım. -sizin de dediğiniz gibi. Serseri, şımarık adamın tekiyim! Doğru durmadığım için de bunlar normal. Kısa bir sessizlik oldu aramızda. -hayır, bu...yani bunlar...öyle bir şey değil! Derin bir soluk çektim içime. -fazla uzatmıyor musun!? Sana ne! Nefret ettiğin bir insanın başına ne geldiği seni ne ilgilendiriyor!? Omuzlarımdaki elleri yavaşça iki yana düştü. Bende hızlıca tişörtümü giyindim. Ağır hareketlerle kerime döndüm. Kafası yerde bir şeyler düşünüyor gibiydi. Kafasını yerden kaldırmadan hızla kapıya yöneldi. Bu kadardı işte. İnsanların bana verebileceği değer, merak duygusu bu kadardı. Ben de sakin hareketlerle koltuğa yöneldim. Kapının açılıp kapanma sesi geldi. Gitmişti. Yani öyle sandım. Arkamdan yaklaşıp kolumdan hızlı bir şekilde beni çekene kadar. Ani hareketiyle irkildim. Refleksle kendimi savunmak için bende onun kolundan tutup hızla kolunu büktüm. Ama o da seri bir hareketle kurtulup beni koltuğa itti. Koltuğa düşmüş bendenimin üstüne doğru eğildi. -bana bak çocuk! Her şeyi anlatacaksın! Yoksa... Güldüm. -yoksa!? Düşündü bir süre. Ne dese bilemedi. -yoksa...temiz bir dayağımı yersin. Bir süre ifadesiz baktım yüzüne sonra hafifçe gülmeye başladım ve o gülmem kahkaya dönüştü bir anda. -ne...ne yapar...sın? Gülmekten konuşamıyordum. Beni tehtit ettiği şey bu muydu gerçekten? Kaşları daha çok çatıldı. -ne gülüyorsun!? Ciddiyim ben! Kahkalarımı durdurmaya ve sakinleşmeye çalıştım ama tam olarak başara bilmiş değildim. -eminim...eminim ciddi...sindir. valla bak...inanı...yorum. -gökay! Derin derin nefesler aldım. Artık kahkalarım durulmuş, daha sakindim. -tamam dinliyorum. Valla. Kafasını yukarı doğru kaldırdı. -hasbinallah! Tekrar bana eğdi kafasını. -şimdi adam gibi anlat. Her şeyi! Tekrar gülmeye başladım. -yoksa? Temiz bir dayak mı yerim!? Gülmemi durduramıyordum. -tamam sen bilirsin...gider emirle konuşurum. Bir şeyler bildiği belli. Ve emin ol ona da hiç nazik davranmayacağım. Gülmem bıçakla kesilmiş gibi durdu. Yüz ifadem ciddileşti. -sakın! O çocuğu beni tehtit ettiğin gibi edersen. Bu evi size dar ederim! Bir anda koruma iç güdüsüyle dolmuştum. Ona uygulancak bir şiddetin hayali bile bana uygulanacak olmasından daha çok yakmıştı canımı. -bir bok yapamazsın! Hızla ayaklandım. Boynumdaki damarların çıktığını hissediyordum. Kerimin boğazına yapıştım. -sikerim belanı kerim! Diğer yüzümle tanışmak istemezsin! Öldürürüm seni. Kerimin gözünden korku ifadeleri geçsede güldü. -o zaman anlat. Sen anlat ki emirin üstüne gitmeyim. Bir süre daha öyle kaldık. Yavaşça boğazındaki elim gevşedi ve ondan ayrıldı. Kafamla koltuğu işaret ettim. Bir yandan boğazını tutarken diğer yandan koltuğa ilerledi ve oturdu. -anlat! Dedi tekrar. Sesi çatallı çıkıyordu. Yutkundum. Anlatmak benim için on katı daha acıydı ama daha kötü bir durum vardı ki o da anlattıkça gözlerinde yeşerecek olan o acıma duygusuydu. -babasının üşümesin diye sıkıca üstünü örttüğü, saçlarını okşadığı gökay...işte öyle bir gökay yok aslında. Kerim şok olmuş ifadesiyle bana baktı. -ama nasıl!? İçeride anlattıkların...ben hiç bir şey anlamadım şuan. Güldüm. -yalan söyledim kerim! Ben hiç bir zaman babam tarafından sevilmedim. Annemde sevmedi, abimde. Ben gökay tuna...kimsesiz gökay tuna! Babası tarafından psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalan gökay! Yapa yalnız gökay! Yutkunmak istedim ama boğazımdaki yumru izin vermedi. -benden nefret ederlerdi. Küçükken anlamazdım. Hep kendimde arardım hatayı. Neden!? Neden derdim kendi kendime. Nerede yanlış yapıyorum. Eksiğim ne benim. Bir süre kendimi düzeltmeye çalışmakla geçti hayatım. Ama olmadı. Ne psikolojik şiddet ne de fiziksel şiddet son bulmadı. O sırtımda gördüğün yaraların hepsinin de bir anısı var bende...kötü bir anısı. Derin bir nefes çektim içime. -bu bana verilmiş bir lanet gibi...hepsini de en ince ayrıntısına kadar hatırlıyorum. Mesela sol omzumun altında bir yanık varya. O yanık derslerimde abimden daha başarılı olduğum için bana armağan edilmiş bir yanık. Kerim donmuş kalmıştı. Ama ben gözlerimi gözlerine değdiremiyordum. Oradaki acıma ifadesini görmek beni ürkütüyordu. -hani dedim ya. Kocaman bir servet beni beklerken neden okuyacağım diye. Sağ tarafta bel boşluğumun hemen yanındaki yanık. Üniversite sınavına gitmek için beni kapattığı yerden kaçtığım için oldu. Başlarda her şey güzel gidiyordu. Ama daha evden uzaklaşalı on beş dakika olmuştu ki yakalandım...on yedi yaşındaydım. Sertçe yutkundu kerim. -devam etmemi ister misin!? Hepsini tek tek ayrıntısına kadar anlata bilirim. Tekrar yutkundu. -hayır...hayır devam etme. Güldüm. -neden? Çok ısrarcıydın en son! -yeter bu kadarı. Fazlasını anlatma. Güldüm ve kafamı salladım. -işte sana şımarık ve serseri gökay'ın hayatından bir kesit! Beğenmedin mi yoksa!? Sıkıcı mı geldi!? Daha heyecan içeren hikayelerim var onları anlatayım? -hayır, gökay! Saçmalamayı kes! Kafamı ona çevirdim ama gözlerine bakmadım. -yaşadığım şeyler sana saçma mı geldi!? Yapabileceğim bir şey yok saçma veya değil. Bunlar benim gerçeklerim! -hâlâ saçmalıyorsun...hem sen neden bana bakmıyorsun? Tekrar kafamı yere eğdim. Bakamam. Görmek istemediğim şeyler var gözlerinde. -sana diyorum gökay! Baksana! İnatla bakmamaya devam ettim. Sağ eli çeneme yaklaştı ve sıkıca kavradı. Uyguladığı güçle kafam ona doğru döndü. Ama gözlerimi değdirmedim. -gökay!bana bakar mısın artık!? Seslenmedim. Gözlerimi kenetlediğim yerden ayırmadım. -neden bakmıyorsun gökay? Az önce düşündüğüm şey dudaklarımdan döküldü. -bakamam...görmek istemediğim şeyler var gözlerinde. Derin bir nefes çekti. Anlamıştı. -gözlerimde görmekten korktuğun hiç bir şey yok gökay. Yemin ederim. Hadi bak bana! Yutkundum. Güvenmiyordum. Ama yine de ağır hareketlerle gözlerimi gözlerine taşıdım. Korkuyla yerinden çıkacak gibi atan kalbim gözlerine bakmamla duruldu. Doğru söylüyordu. Acımıyordu bana! En azından gözlerinde yoktu. -o şerefsiz bunları yaparken yanında yoktum. Özür dilerim. Seni koruyamadım. Ben senin hakkında yanlış düşündüm çünkü kendini gizlemeyi o kadar iyi öğrenmişsin ki çocuk... Acı bir tebessüm belirdi yüzümde. Kendini gizlemeyi öğrenmek. Mutsuzluğumu,kafamın içinde dönüp duran sesleri,acılarımı,benliğimi... gizlemeyi öğrenmek. En acı şekilde öğrendim hemde. Kendimi hızla toparladım. -öğrenmek istediğini öğrendiysen...çık artık odadan. Gözlerini ayırmadı benden. -yine aynı şeyi yapıyorsun...kendini gizliyorsun. Hemde ustalıkla. Ustalıkla! Evet, öyleydi. Çünkü bunun için ömrümden on dokuz yıl vermiştim ve geri kalanını da vermeye devam ediyordum. Doğduğum günden beri kendimi eğittiğim bir konuda nasıl acemi olabilirdim ki!? -çık artık ve sakın bu anlattıklarımı- -kimseye söylemeyeceğim. Kerim'in cümlemin gerisini tamamlamış olması beni şaşırtmıştı. Güldü. -şaşırılacak bir durum yok kardeşim! Emire de aynı uyarıyı yapmış olmalısın ki ağzını açıp tek kelime etmiyor... merak etme. Aramızda. Kardeşim!? Anlattıklarımdan dolayı öyle diyor. Yoksa demez. -sil o aklındakileri. Acıdığım için değil. Kardeşim olduğun için dedim. -inanmamı bekleme! Güldü. -ister inan ister inanma. Sonuçta kardeşimsin ve atsam atılmazsın satsam satılmazsın. Katlanacağız artık! Bunu öyle bir söylemişti ki. Kırmak için değil. İmalı da değildi. Sadece bana inan demenin esprili halini kullanmıştı. Hafif bir tebessüm belirdi yüzümde ve ben ona inanmak istedim...inandım da.
▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎ -Gelsene gökay! Neden öyle bakıyorsun!? Gitmek istemiyordum. -hadi oğlum! Acele et. Sabaha kadar seni bekleyemem. Hem imalı hemde yumuşak olan sesi bana iyi şeyler yaptırmayacağını baştan söylüyordu. -gelmek istemiyorum baba! Derin bir soluk aldı. Sinirli ifadesini bastırmak için yüzüne yalan olan bir tebessüm bahşetti. -sekiz günün tamamını kafesinde geçirmek ister misin canım oğlum! Hızla kafamı iki yana salladım. Orası çok korkunçtu. Üstelik babam bana orada çok kötü şeyler yapıyordu. Benim uslu bir çocuk olabilmem için yaptığını söylüyordu ama inanmıyordum. Çünkü yasine neden hiç yapmıyordu o zaman? -o zaman hemen yanıma gel! Sesi sert çıkmıştı ve daha sekiz yaşında olan ben için bu fazlasıyla ürkütücüydü. Yavaşça yanına ilerledim. -daha hızlı! Adımlarım hızlandı ve yanına vardım. Beni omuzlarımdan ittirip deponun demir kapıyla kapatılmış olan odasına doğru yönlendirdi. Ağır demir kapıya üç kez vurdu. Kapı resmen ağır çekimde açıldı. İlk başlarda karanlık olan depo, karşıya baktığımda sarı ve yaydığı ışık zayıf olan bir tane ampulle aydınlatılmıştı. Hemen ışığın altında bir adam oturuyordu. Kaşı ve dudağı yarılmış, yanağında darbe almaktan açılmış bir yara vardı. Başı yerde olan adama doğru ilerledik. -sefa komiserim! Nasılsınız iyi ağırlaya bildik mi seni!? Adam yavaş hareketlerle kafasını kaldırdı ve gözlerini direkt babama kilitledi. -orospu çocuğu! Babam güldü. -demek iyi ağırladık.Çok güzel... sevindim. Adamın gözleri bana kaydı. Bedenim korkudan hafif de olsa titriyordu. Adamın bana baktığını fark eden babam konuştu. -küçük yaşta eğitim şart. Değil mi komiser! Bakışları tekrar babama çıktı. -lan şerefsiz! Küçücük çocuk lan ! Hemde senin çocuğun orospu çocuğu! Babam sinirlensede belli etmedi. Sinirini gülümsemesiyle maskeledi. -bende onu diyorum ya komiser! Benim çocuğum ve küçük! Tam eğitileceği zamanlar. Demi oğlum? Sorduğu soruya rağmen dönüp bakmadım. Olumlu ya da olumsuz bir cevap vermedim. -her neyse! Bugün senin işini o halledicek! Ve ben bundan büyük zevk alacağım. İşini halletmek mi!? Belinden çıkardığı silahı elime tutuşturdu. İnce bileklerime ağır gelen silah yere düştü ve çıkan ses benim irkilmeme sebep oldu. Babam sinirlendi. -iki elinle tut lan şunu!!! Kafamı iki yana salladım. Sekiz yaşındaydım ve silahın ne işe yaradığını bilecek bilince sahiptim. Sinirle sıktığı dişlerinin arasından konuştu. -tut şunu dedim gökay!! Yapmayacaktım. Sonu benim için çok kötü olsa bile dediği olmayacaktı. Hızla babamdan uzaklaştım ve koşmaya başladım. Beni yakalamaya çalışan korumalardan o zaman ki zayıf bendenimden dolayı hızla sıyrıldım. Dışarı çıkar çıkmaz sağ tarafımda kalan merdivenleri gördüm ve oraya tırmandım. Deponun çatısına çıkıyordu. Hızla eğildim ve kendimi sakladım. Beş adam ve babam başka yerlere dağılmışlardı. Uzaklaştıklarına emin olduktan sonra tekrar indim aşağı. Depoya girdim koşarak. Aceleyle demir kapıyı açık unutmuş olmalılar yoksa hayatta açamazdım o bedenimle. Adamın yanına ilerledim ayak seslerini duyan adam başını kaldırdı ve beni görünce afalladı. -ne işin var burada çocuk!? Sorusunu es geçtim. -sen polis misin? Güldü adam. -evet, polisim. -peki ne işin var burada!? -sen karışma çocuk! Bu büyüklerin arasında! -öyle olsaydı ben burada olmazdım. Yaşımdan ve keskin cevabımdan dolayı şaşırmış olmalıydı. Büyüyen göz bebeklerinden belli. -babam seni neden öldürmek istiyor!? Derin bir nefes aldı. -ölüm falan. Bu yaşta ağzına hiç yakışıyor mu? Hadi git buradan. -olmaz! Dedim telaşla. Ve etrafımda kesici bir şeyler aramaya başladım. Adam ne yaptığımı dikkatle izliyordu. -ne yapıyorsun çocuk! -etrafta kesici bir şeyler arıyorum! Seni kurtarmam gerek! -ne!? -neden şaşırıyorsun? Polis değil misin!? Nasıl sen bizi koruyorsan şimdi sıra bende. Bende seni koruyacağım. Okulda bir öğretmenim var bize hep sizin ne kadar değerli olduğunuzu anlatıyor . Asker ve polis bizleri ve vatanımızı koruyormuş. Sizlere çok şey borçluymuşuz. Bende şimdi borcumun bir azını ödüyorum. Kabul eder misin. Bu sırada elime gelen cam parşını aldım. İşe yarar gibi duruyordu. Elimi kaldırdım ve adama gösterdim. -işe yarar demi. Adamın yüzündeki şaşkın ifade devam ederken kafasını salladı hızla. Yanına gittim ve ipi kesmeye çalıştım. -sen dur! Elini falan kesersin! Benim elime koy ben halledirim. Dediğini yaptım. Eline tutuşturduğum cam parçasıyla ipleri kesmeye çalıştı ve nihayet beş dakikanin ardından başarılı oldu. Ellerini kurtardıktan sonra ayaklarına eğildi ve oradaki ipleride hızla çözüp attı. Yanıma adımladı ve önümde diz çöktü. -nasıl onun oğlu olabilirsin!? Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. -bence gitmelisin! Gelirler az sonra! Bilmişçe söylediklerim onu güldürdü. Ama dediklerime uydu ve ayaklandı. -sağ ol küçük adam! Kendime gelince ilk işim sana yardım etmek olacak! O gözden kayboldu bense kaderimle başbaşa kaldım. Adamın gittiğini öğrenen babam çıldırdı ve depodaki kamera kayıtlarına baktı. Görüntüler onu çileden çıkarmak için yeterliydi. Daha önce adamın oturduğu sandalyede ben oturuyordum. Sırtımdan aşağıya inen sıcak kanları hissediyordum. Sırtıma yaşım kadar bıçakla attığı o derin çizikler. -konuş lan artık bir daha yapmayacağım de. Konuşmadım. Ağzımdan çıkan tek şey acı çığlıklarımdı. ▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎▪︎ -oğlum uyan! Gökay uyan annecim! Hızla olduğum yerden doğruldum ve elleri anlımda olan kadının bileklerine sarıldım. -oğlum! Dedi serpil hanım. Ne yaptığımı fark edince hızla ellerimi çektim. Kan ter içinde kalmıştım. Aldığım soluklar yetmiyordu. Başımı iki elimin arasına aldım ve sakinleşmek için ufak bir mücadele verdim. Sonunda aldığım soluklar sakinlemiş ve hızla çarpan kalbim kendine gelmeye başlamıştı. Koltukta oturan bedenim bir anda sarsıldı. -gökay iyi misin kardeşim!? Emir bana sarılmıştı ve bedenimi sarsan şeyde buydu. -beni çok korkuttun! Kaç dakikadır seni uyandırmaya çalışıyoruz ama uyanmadın! Emirin ağladığı sesinin çatallanmasından belli oluyordu. -annecim iyi misin ? Ne gördün uykunda? Elbette denilenleri duyuyordum ama hepsi bir uğultu gibi ulaşıyordu bana. -oğlum hastaneye gidelim mi!? Bunu diyen bey babaydı. Hayır gerek yok demek istedim ama sesim çıkmadı. Kafamın içiyle o kadar meşguldüm ki söylenenlere tepki veremiyordum. -gökay! Duymuyor musun oğlum! Duyuyorum gökhan. Ama cevap verecek takatim yok. Burada kalmak en baştan yanlıştı. Uykusuzluğa ne kadar dayanabilirdim ki. Hızla ayaklandım ve çıkışa ilerledim. Bu kaçıncı sefer böyle gidişimdi bilmiyordum artık. Vestiyerde asılı duran ceketim gözüme çarptı ve onu da aldım. Arkamdan seslenmelerine aldırış etmedim. -oğlum dur nereye!? -annecim dur lütfen!!! -gökay! Kapıyı açtım ve hızla ayakkabılarımı giyindim. Biri kolumdan tutup kendine çekti beni. Kerim! -nereye gökay tuna!? Sinirle soluklandım. -sana ne !? Kerim de derin bir nefes aldı. Ama o sakindi, benim aksime. -kardeşimsin lan sen benim!! Ne demek sana ne!? Değilim işte. Sizde kandırmayın beni. Kimse sevmez, istemez benim gibi birini. Haykırmak istediklerimin aksi çıktı ağzımdan. -abi! Ne olur bırak gideyim! Eli gevşedi ama kolumu bırakmadı. Sanki bir şeylerin şaşkınlığını yaşıyor gibiydi. Kolumu çektim ellerinin arasından ve hızla çıkıp koşmaya başladım. Ne kadar koştum bilmiyorum ama aldığım nefes ciğerlerime batmaya başlayınca yavaşladım ve durdum. Bir elimi yan tarafımdaki duvara yasladım ve derin derin soluklandım. Nefesimi toplayınca bu seferde yürümeye başladım. Aradan geçen kırk dakikanın ardından yine mezarlığın girintili çıkıntılı yolunda buldum kendimi. Sonunda istediğim mezarın başına vardım. Yere oturdum. -daha sekiz yaşındaydım lan ben. Acıdan bayılıp kaldım o gün. Üç gün uyanmadım ben üç!!! Kimse acımadı bana bu hayatta lan! Söz verenler de gelmedi! Yardım etmedi! Şimdi çıkmışlar ailen yalandı, aslında sarsılmazlar değil! Demirdağlar senin ailen diyorlar. Kaç acı daha kaldırır bu beden. Kaç tanesine daha dayanır bu ruh. İçimdeki çocuğun yaşamadığı kaç acı kaldı!!! Her içim acıdığında gelip buraya haykırıyorum ama burası da kaldırmaz oldu artık! O kadar aralıksız konuştum ki derin bir soluğa ihtiyaç duydu ciğerlerim. -artık uyumak istiyorum...sonsuz bir uyku istiyorum!
Bir sürede sessiz sedasız oturdum. Öylece izledim. Artık gitmem gerektiğini fark edince ayaklandım. Üstüme bulaşan toprağı silktim. Tam harekete geçecektim ki mezar taşına kırmızı iple bağlanmış bir zarf fark ettim. Kaşlarım çatıldı istemsizce. Acele etmeden zarfı aldım ve açtım. İçinden çıkan küçük kağıt parçasını da alıp okudum. BENİMLE TANIŞMAK İSTEMEZ MİSİN!? GÖKAY TUNA! ¤M.T¤
|
0% |