@_sarekndmr_
|
Koskocaman bir sessizliğin içindeydim.Etrafım kalabalık,sesler yüksek,içimde kopan bir fırtına... Ama ben kendimi bir sessizliğin içine gömmüştüm. Susmak bilmeyen zihnime rağmen! Bitmek bilmeyen kabuslarıma rağmen! Gökhanla son konuşmamız o olmuştu. Sonrasında salona geçmiş ailesiyle sıkı bir sohbete dalmıştı. Salonda bir köşede susmuş oturan tek ben vardım. onların sesleri bu aileden olmadığımı daha iyi hatırlatıyordu bana. Evet, kan bağı vardı aramızda ama can bağı eksikti. Kan bağı demek can bağı demek değildi. Kan bağı için biyolojik etkenler olmak zorundaydı ama can bağı sana yedi kat yabancıyla da kurulabilirdi. -gökay sen ne diyorsun !? soruyu yönelten kerime döndüm kafamı. Neye ne diyordum!? dinlemiyordum ki onları. sadece sesleri vardı benim için. Tam onları dinlemediğimi söylecekken çalan telefonum dikkatleri dağıtmaya yetti. Elim yavaş hareketlerle cebime gitti. Telefonun ekranında gördüğüm isim şaşırmam için gayet yeterliydi. Funda sarsılmaz!!! Şuana kadar bir kere bile beni aramayan kadın. Merak duygusu beni ele geçirsede o telefonu açmayacaktım. Beni bir kere olsun aramamış kadının telefonuna bakmak istemiyordum. Mutlaka bir işi düşmüştü yoksa imkanı yoktu beni aramasının. şimdi de o baksın tadına, arayıp ulaşamamak ne demek! -önemli galiba oğlum! aç istersen. Telefonun uzun uzun çalmasından sebep bey babanın böyle düşünmesi normaldi. -hayır,aciliyeti yok! Üstelemediler ve az önceki soruyu bu sefer emir yöneltti. -eee ne diyorsun? Emir soruyu sorarken ben telefonu titreşime aldım. -neye!? Emir çattığı kaşlarıyla bana baktı. -sen bizi dinlemiyor musun!? -evet! o sıra da konudan bağımsız bir şekilde onur girdi araya. -sen bir şey mi kullanıyorsun lan!? dediği şeyle bir süre bakakaldım. -ne saçmalıyorsun sen!? İki kaşı da havalandı. -ne anladıysan o işte! -madde kullandığımı mı iddia ediyorsun!? -aynen öyle! Şu gözlerinin altına baksana mosmor! Gün içerisinde yarım satten fazla uyuyamadığım içindi. -sürekli bir yere dalıp gidiyorsun. bomboş bakışların var. İçimdeki savaşların ağırlığını bilseydin dalıp gitmelerimin sebebini anlardın. Hayata ne kadar küs olduğumu bilseydin boş bakışlarımı asla sorgulamazdın. -bir şey falan kullandığım yok! -nedense bana hiç inandırıcı gelmedi! Bunu söyleyen gökhandı. Şaşırmamıştım. -öyle mi komiserim!? halbuki sağlık raporumun temiz çıktığına kaç kere şahit olmuş insansınız! Gökhan gözlerime bakakalırken araya bey baba girdi. -gökhan! Onur! Düzgün konuşun kardeşinizle. Bu tepki hepsinin dikkatini dağıtmaya yetti. Emir girdi söze. -dağ evine çıkalım diyoruz hafta sonu. Gideriz demi? Ne işim olurdu ki benim dağ evinde. Ama emir o kadar masumdu ki bu soruyu sorarken ne diyeceğimi bilemedim. Yine de içimden geleni söylemekten geri kalmadım. -yok siz gidin. Benim ne işim olur dağ evinde. Emir küçük bir çocuk gibi dudaklarını büzdü hemen. -ya ne demek ne işim olur! Sen de gel lütfen. Büzülmüş dudakları ve belermiş gözleriyle bakmaya devam etti. -yok. Siz gidin. Hemen küsmüş yüz ifadesini takındı ve kollarını birbirine bağladı. -evde tek başına ne yapacaksın? Gel işte bizimle! Bu sefer bakışlarımı ufuğa çevirdim. -evde kalmam. Kaşları çatıldı. -nerede kalacaksın ya!? Omuz silktim. -bulurum ben. Bey baba tekrar araya girdi. -geleceksin! Bu konu burada kapandı. Emri vaki! En nefret ettiğim şeylerden biriydi. Normalde bunun üzerine daha fazla zıtlaşmam gerekirken emirin o haline daha fazla dayanamadım. -tamam. Emir için gelirim. Emirin gözleri parladı ve ellerini çırptı. Kim derdi bu çocukla ikizsiniz diye!? -söz mü!? Hafifçe kafamı salladım. -söz! -çok güzel olacak! Diye sevinç nidaları atarken, serpil hanım yapacağı hazırlık hakkında konuşmaya başladı bile. Herkes tekrardan koyu bir sohbete daldı. Bu sıra telefonum tekrar çalmaya başladı. Ama bu sefer titreşimde olduğu için kimse duymadı. Yine funda sarsılmazdı. Bu sefer açmaya karar verdim çünkü onun beni bir kere bile aradığı görülmemişti. Yılların alışkanlığı olsa gerek telefonu anne diyerek açtım. -anne!? Bunu duyan serpil hanım şaşkınlık ve sevinç dolu yüz ifadesiyle bana döndü. -efendim oğlu- Yüzündeki ifadenin kaybolmasını ve sözünün yarıda kesilmesini sağlayan şey kulağımdaki telefon oldu. İçimde bir yerler acıdı hemde çok derin de bir yerler. Ama ben telefondaki fundanın sesine odaklanmaya çalıştım. -gökay! Lütfen hastaneye gel! Lütfen! Ne istersen yaparım gökay! Ne oluyordu!? Eğer kocası içinse kılımı oynatmazdım. -ne oldu!? Ağladığı iç çekişlerinden belli oluyordu. -yasin! Yasinle hiç bir zaman aramız iyi olmamıştı ama içten içe hep onu benimsemiş ve abim olarak görmüştüm. Her şeye rağmen sevmiştim onu. Aptallıktı ama olmuştu işte. Ne zaman büyük bir hırsla onun canının yanmasını istesemde canı yandığı zaman içim sızlardı. -ne oldu abime!? Bu sıra ister istemez oturduğum yerde dikleştim. Üstümdeki dikkatli bakışları hissediyordum ama o an umrum da değildi. -söylesene ne oldu!? İç çekişleri arasında konuşmaya çalıştı. -motor...kaza...kan! Gökay kan lazım!? Çok acil gökay! Oğlum ölüyor lütfen! Kanım sıfır negatifti. O yüzden aradığı ilk kişi olmalıydım. İçimde bir yerde acı hissettim. Keşke ilk aradığında açsaydım. Oturduğum yerden hızla ayaklandım. Bir yandan da hastanenin ismini veren fundayı dikkatle dinledim. Kapanan telefonu hızla cebime koydum. -oğlum ne oluyor !? Soruyu soran bey babayı umursamadım bile ve diğerlerinin endişeli sorularını. Gökhan hızla kolumu tutup çekti. -sana soruyoruz lan cevap versene!? Hızla gökhanın kolundan sıyrıldım. -bırak gitmem gerek!! Tekrar koluma yapıştı hızla. -adam gibi cevap vermeden gidemezsin lan!!! Sinirle gökhanın yüzüne yumruk geçirdim. -bırak lan! Abim ölüyor!!! Gökhan ve diğerleri duyduğu şeyle donup kaldılar. Gökhan diğerlerinden hızlı toparladı kendini. -ben götürürüm seni. Hayır diyemezdim çünkü böyle bir lüksüm yoktu. Başımı salladım. Gökhan hızla arabanın anahtarını aldı bende ayakkabılarımı giyindim. -bende geliyorum. Dedi kerim. O an kimin geldiği umrum da değildi. Aşağı nasıl indim hatırlamıyorum. Şuan arabanın içinde düşündüğüm tek isim yasindi. Her şeye rağmen kardeşimdi işte. Ne zaman bağlanmıştım ona bilmiyorum. Kendi doğum günü pastasından gizlice bana getirdiğinde mi!? Merdivenden düşüp dizimi yaraladığım zaman yaramı temizleyip sardığında mı!? Zaten sonrasında hiç iyi olmamıştı aramız. Aykut sarsılmaz o kadar iyi işlemişti ki onu. Bir zamanlar kardeşi olan gökay, düşmanı olmaya başlamıştı. İstemezdim böyle olsun. Hep abim var diye övüne bilmek,sırtımı yaslayabildiğim bir dağ olarak görmek, soluklandığım bir sığnak bilmek... isterdim her başım sıkıştığında abi diyebilmek. Ne ara geldik hastanenin önüne bilmiyorum. Hızla indim ve içeri koşmaya başladım. O sıra fundayı gördüm. Beni gören funda da hızla bana ilerledi. Ağlamaktan gözleri kızarmış ve şişmişti. -gökay çok acil! Hemen ver kanı lütfen! Hızla başımı salladım. Funda kolumdan tuttu ve bir hemşirenin yanına ilerledi. -kan vermek için geldi. Hemşire hızla bana baktı. -tamam şöyle alalım. Hemşireyle kan alma odasına ilerlerken bana sorduğu sorulara cevap verdim. Gereken işlemler yapıldıktan sonra kan almaya başladı. Kanı aldıktan sonra bana klasik olan vişne suyu verdi. Hemen kalkmamam konusunda da uyarısını yaptıktan sonra hızla yanımdan ayrıldı. Aradan geçen beş dakikanın ardından odaya gökhan ve kerim girdi. Bende o sıra ayaklanmış, kan almak için yukarı katlanan kıyafetimi düzeltiyordum. -hemen kalkmaman lazım! Uyarıda bulunan kerime bakmadım bile. Yanlarından geçip giderken ikisinin arkamdan geldiğini ayak seslerinden anlıyordum. Ameliyathane kapısının önünde bekleyen funda ve aykut sarsılmazın yanına gitmek yerine onların karşısında olan duvara yaslandım. Yanımda ise gökhan ve kerim vardı. Kerimin onlara olan nefret dolu bakışlarını hissedebiliyordum. Ama aykut sarsılmazı tanısa böyle bir şey yapmaması gerektiğini bilirdi. Aykut sarsılmaz nefret dolu bakışlarla beslenir, boş bakışlarla delirirdi. Yavaşça kerimin kulağına eğildim. -ona öyle bakmanı tavsiye etmem! Kerim bu dediğimle şaşırmıştı ama sonra kaşları çatıldı. -onu öldürmediğime şükür etsin! Kafamı iki yana salladım. -bu ona zevk vermekten başka bir şey yapmaz. Yani bu bakışların! Ona sadece zevk verir! Kerim tekrardan gizleyemediği bir şaşkınlığa büründü. -bu nasıl bir manyak!? Sırıttım. -asıl manyağın kim olduğunu öğrendiğimden beri,benim için gayet basit bir manyak! İlk başta ne dediğimi algılayamasada uzun sürmedi bu durum. -kim!? Sen mi!? Yani asıl manyak dediğin? Tekrar sırıttım. Kerim bunun bir şaka mı yoksa gerçek mi olduğunu kavrayamadı. Yine de omuz silkti ve o da bana sırıttı. -normal bir kardeş sıkıcı olurdu!
Aradan geçen bir saatin sonunda yasin çıkmıştı. Doktor gereken bilgileri verdikten sonra yanımızdan ayrılmış ve biz de yasini aldıkları odanın dışında uyanmasını bekliyorduk. -gökay! Bana seslenen aykut sarsılmazla daldığım boşluktan çıktım ve ona baktım. -benimle gel! Önden yürüyen aykut sarsılmazı takip etmeye başladım. Kerim ve gökhan'ın sırtımda olan bakışlarını hissediyordum. Hastanenin koridorundan sağ tarafa saptık ve yangın merdivenine girdik. Hastanenin her tarafı gibi buranın da duvarları beyazdı. -siktir git! Aykut sarsılmazın direkt konuya girmesine fazlasıyla alışkındım. -gitmezsem!? Aykut sarsılmaz sağ sola baktı önce. Sonra hızla yakalarıma yapıştı. -yapacağını yaptın! Artık burada yerin yok! Yanındakileri de al git! Yakamı tutan ellerini kavradım ve hızla indirdim. Ağır hareketlerle yakamı düzelttim. Bu yavaş halim onu her zaman deli ederdi. -kalmaya meraklı değilim. Uyansın gideceğim. Hem senin bu çirkin suratını görmek benim de mideme iyi gelmiyor! Elleri iki yanda yumruk olan aykutla keyfim yerine geldi. Islık çalarak geldiğimiz yolu tekrar gitmeye başladım. Geldiğim tarafa doğru meraklı gözlerle bakan iki çift göz vardı. Gökhan ve kerim. Onlardan beş adım uzakta olacak şekil de durdum ve yine sırtımı duvara yasladım. Bu sırada önümden geçen ve gözlerini benden ayırmayan hemşire dikkatimi çekti. Bende ona göz kırptım. Hemşire hafifçe tebessüm etti ve yanımdan geçti. Son kez arkasına bakarken başka bir koridora saptı ve gözden kayboldu. Kafama inen tokatla hızla başımı çevirdim. Gökhan ve kerim bana ters bakışlar atıyorlardı. -uslu dur lan! Bunu diyen kerime güldüm. -ben zaten uslu duruyorum. Ama kızlar cazibeme dayanamıyorlar işte! Kerim ve gökhan aynı anda sabır çeker gibi kafalarını sağ sola çevirdiler. Bu daha komikti. O arada yasinin odasının kapısı açıldı ve hemşire çıktı. -hasta uyandı. Geçmiş olsun. Derin bir nefes çektim içime ve dışarı doğru ilerlemeye başladım. Aykut sarsılmaza dediğim gibi. Uyandığını öğrendim ve gidiyorum. Bu hareketimle kerim ve gökhan şaşırmıştı ama seslerini çıkarmadan takip etmeye başladılar. Hastaneden dışarı çıktığımızda gökhan girdi söze. -neden görmeden gidiyorsun!? Abim diye ölüyordun!! Omuzlarımı silktim. -öküz gibidir o. Görmeye gerek yok. Arabanın aksi yönde ilerlemeye başladım. -nereye lan!? Araba bu tarafta! Arkamdan bağıran kerime dönmeden cevap verdim. -siz gidin benim işim var. Arkamdan gelen sert adım seslerini duydum. -bu saatte ne işin var ulan! Geç şu arabaya!!! Gökhan ve emirleri. -işim var dedim ve ne işim olduğu seni ilgilendirmez! Bunları konuşurken bir an olsun durmamış ilerliyordum. Gökhanda benim ardımdan geliyordu. -bak beni deli etme gökay tuna! Sana zor kullanırım. Dudaklarımdan sesli bir gülme döküldü. -hangi hakla!? Ne sen şu an bir polissin ne de ben bir suçlu! Gökhan ne diyeceğini bilememiş gibi kaldı olduğu yerde. Bense yoluma devam ettim. Karşıdan gelen taksiyi durdurdum ve adresi söyledim. Taksi bir buçuk saatin sonunda saffetin oraya gelebilmişti. Ücreti ödedim ve taksiden indim. Kapıda duran korumalar beni tanıyınca baş selamı verdi. Bende onlara aynı karşılığı verip içeri geçtim. Etraf iğne atsan düşmeyecek kadar kalabalıktı. Etraf deli gibi dans eden insanlar ve alkolden sızıp kalmış ayyaşlarla doluydu. Kalabalığın arasından kendime yer açarak ilerledim ve saffetin odasına yöneldim. Kapıyı çaldığımda içeriden ses gelmedi. Şansımı tekrar denedim ve yine ses gelmeyince odaya direkt girdim. Saffetin kucağında sarışın bir kız vardı ve dudak dudağa bir haldelerdi ama umursamadım. Benim odaya girmemle kız bir çığlık attı ve saffetten ayrıldı. -ulan niye izinsiz giriyorsun!? Saffetin dediğini takmadım. -işimiz var toparlan! Saffet sesimdeki ciddiyeti duyunca hemen toparlanmaya başladı ve kıza başıyla çık işareti yaptı. Kız bu durumdan memnun olmasa da çıktı. -sorun ne kardeşim! Koltuğa oturdum ve yayıldım. -çakırcalı. Saffet duyduğu isimle gözlerini belertti. -ne çakırcalısı lan!? Ne işimiz olur o puştla!? Omuz silktim. -senin değil! Benim işim var! Saffet bana, sen kafayı yemişsin der gibi baktı. -lan manyak mısın!? Senin ne işin olur çakırcalıyla. Oturduğum yerde dikleştim ve olan her şeyi saffete anlatmaya başladım.
-anladın mı saffet!? Saffet şoka girmiş gibi boş bakışlar atıyordu. -siktir lan!? Şimdi bunu senden deden istiyor öyle mi!? Kafamı salladım. -her şey tamam saffet! Plan da belli! Sen sadece beni onun yanına sokacaksın! Başka bir şey yok! Saffetin kaşları çatıldı. -yok öyle! Sadece yanına sok aradan çekil ne lan!? Ne yapıyorsak birlikte yaparız! Saffetin sözleri beni güldürdü. -sen bana istihbaratı sağla,gerisini ben hal ederim. Saffet kafasını salladı. -kulağıma bir şeyler geldi aslında. Bu çakırcalı depolarından birine kontrol için kendi gidecek diye. Güzel, çok güzeldi. -ama bu ne işine yarar bilmiyorum. Sırıttım. -normalde yaramaz! Ama biz birilerinin kulağına kar suyu kaçırırsak iş değişir! Saffet anlamamış gibi baktı. -nasıl lan!? -şimdi güzel kardeşim. Bu çakırcalının düşmanlarından birine haber uçmasını sağlıyoruz. Çakırcalıyı ortadan kaldırmak isteyen düşmanı da bu anı değerlendiriyor ve çakırcalıya tuzak kuruyor. Saffetin kafası iyice bulanmıştı. -plan adamı öldürmek mi gökay!? Derin bir nefes çektim. -hayır, gerizekalı. Klasik sahne işte anlasana. Adama tuzak kurulur, bu sıra da biri çıkar adamı kurtarır! Saffet olayı anlayınca kaşları havalandı. -hee şu mevzu. Bir gözümü kırptım. -o mevzu. Saffet tekrar gerildi. -ya planladığımız gibi gitmezse Oturduğum yerde tekrar yayıldım. -o zaman bok yoluna giderim. Şans! -şans diyor ya! Adam hayatı hakkında şans diye konuşuyor! Sinirle bana söylenmeye devam eden saffete baktım. -istihbarat sağlıyor musun!? Sağlamıyor musun!? Bir süre öylece kaldı. -varım lan anasını satayım! Yapalım şu işi! -güzel!Senden bir şey daha isteyeceğim saffet. Saffet başını salladı. -tabii kardeşim ne olursa. Yayıldığım sandalyeden kalktım ve saffetin yanına gittim. Telefondan daha önce çektiğim raporları saffete gösterdim. -sana bahsettiğim raporlar bunlar. Düşündüğüm şeyden eminim ama yine de teyit etmekte fayda var. Saffet yine başını salladı. -doğru diyorsun. -bu hastaneden bilgilere ulaşacak birini ayarlayabilir misin bana!? -o iş bende kardeşim! Saffet hemen telefonunu çıkardı ve bir numarayı tuşladı. -ben çıkıyorum. Hastaneye geçeceğim. Ters bir durum olursa ararsın. Hâlâ telefonun açılmasını bekleyen saffet kafasıyla onayladı beni. Odanın kapısını kapatmadan önce son duyduğum şey saffetin konuşmasıydı. -alo! kardeşim sana bir işim düştü ya! Bu sefer kalabalığın arasına girmemek için arka kapıya yöneldim. Yine takip ediliyordum. Takip eden kişiden kurtulmak için adımlarımı hızlandırdım. Arka kapıdan çıkar çıkmaz sağ tarafta kalan ve kolay kolay fark edilmeyecek boşluğa kendimi attım. Çok geçmeden beni takip eden adamda çıktı. Etrafına bakındı ama göremeyince sinirlendi ve ayağını yerdeki taşa geçirdi. Bir süre daha bakındıktan sonra tekrar içeri girdi. İşimi sağlama almak için bir kaç dakika daha bekledim. Olduğum yerden çıktım ve hızla taksi durağına yöneldim. Hastanenin ismini verdikten sonra harekete geçti. Takip edilmediğimden emin olmak için arada sırada dikiz aynasından arkayı kontrol ediyordum. Hastaneye gitmek iki saat sürmüştü. Daha fazla zaman kaybetmemek için hızla içeri girdim. Yoldayken saffetin bana attığı fotorafa tekrar baktım. Bu bana bilgi verecek olan adamdı. Çok sürmedi arayışım. Hemen hastanenin girişinde etrafına bakan kısa boylu, cılız adamdı. -halledelim şu işi! Adam kafasını kaldırıp bana baktı. -anlamadım beyfendi!? Siz kimsiniz? Anlaşılan adam işini sağlama alıyor, sazan gibi atlamıyordu. -saffet! Dedim sadece. Adam bu sefer kafasını salladı. -beni takip et. Dediği gibi adamı takip etmeye başladım. Önce asansöre bindik. Eksi ikiye bastı. Asansörden indikten sonra koridorun sağına doğru ilerledik ve sonra sol yaptık. Bir kapının önünde durduğumuzda önce sağına soluna baktı adam. Kapının sağ üst tarafında arşiv odası yazıyordu. Hızla içeri giren adam, bana da başıyla gel işareti yaptı. İçeriye adım attığımda raflar dolusu dosyalar vardı ve fazlasıyla dağnıktı. Odanın her yeri toz içinde kalmıştı. Belli ki bu odayla ilgilenmiyorlardı. -bana raporları göstermen lazım. Elim cebime gitti ve telefonu çıkardım. Çektiğim raporları bulduktan sonra adama gösterdim. Adam bir süre inceledi. -raporun tarihi eski bir tarih ama çok uzak değil. Buluruz yani. Kafamı salladım sadece. Adam hızla karışık dosyaların arasına daldı. Bir sürü raf olan odada sadece cılız beyaz bir ışık vardı. Bir tane masa ve masanın üstünde çokta yeni sayılamayacak bir bilgisayar bulunuyordu. Eski olduğu her halinden belli olan kırmızı kumaşla kaplı bir sandalye vardı. Kısacası hiç iç açıcı bir yer değildi. Adam bir saate yakın belgeleri aradı.
Hastaneden çıkmış taksi arıyordum. Artık bildiğim şeyden emin olduğuma göre yapacağım şeylerden de hiç pişman olmayacaktım. Şimdi bir başka işim daha vardı onu hallettikten sonra saffetin yanına dönecektim ve yarın olduğunda planın diğer bir aşaması olan çakırcalının yanına sızma kısmı başlayacaktı.
-gökay bak çok dikkatli olman lazım! Bu iş çocuk oyuncağı değil! Ve sen gereğinden fazla rahatsın! Omuz silktim. -kaybedecek bir şeyim yok! Saffet sinirle omzuma yumruk geçirdi. -senin olmayabilir! Ama benim kaybedecek bir dostum var! Anlıyor musun!? Kardeşimi kaybetmek istemiyorum! Saffete bir şey demedim ve çöpün yanına doğru ilerlemeye başladım. Çakırcalı beş dakika içinde burada olacaktı. Saffet,çakırcalının en kolay gaza gelecek olan düşmanının kulağına kar suyunu çoktan kaçırmıştı. -halil geldi! Tahmin ettiğimiz gibi! Gaza geldi hemen puşt! Kulağımın içindeki küçük kulaklıktan gelen saffetin sesini dinledim. Duyduğum şey gülmemi sağladı. Planın bu kısmı tamamdı. Bense bir yandan üstümdeki yırtık ve kirli kıyafetlerle karton topluyordum. Çöpün içinden çıkardığım kartonları ağır hareketlerle çuvalın içine dolduruyordum. Çok geçmeden araba sesleri geldi. -çakırcalı indi! Bu saffetin bana hazır ol uyarısıydı. -deponun kapısına yöneldi. Halilin tetikçisi nişan aldı gökay! Dikkatli ol! Yan gözle o tarafa baktım. Yanında üç tane adam vardı. Gerisi arabaların yanına dizilmişti. Orada da sekiz adam vardı. -şimdi gökay! Saffetten aldığım komutla hızla çakırcalıya koştum. Beni gören adamlar da hareketlendi ama ben çakırcalının üstüne atladım ve aynı anda omzumda hissettiğim bir yanma oldu. Siktir! Adamlar beni hızla çakırcalının üstünden savurdu. Üç kişi üstüme yürümeye başladı. Hemen korku dolu bir ifade takındım ve çakırcalının gözlerine baktım. -abi! Tuzak! Çakırcalı ne dediğimi anlayamadı. -abi ! Silahları var! Korkmuş rolüne devam ettim. O sırada biri hızla yakalarımdan tuttu ve kaldırdı. -kimsin sen lan! Abiyi mi öldürecektin!? Yalandan vücudumu ve sesimi titretmeye başladım. -abi yok! Valla ben zarar vermeyecektim! Onlar abi! Ben değil! Ben değilim! Adam hızla arkamda kalan deponun duvarına fırlattı beni. Tam tekrar üstüme yürüyecekti ki çakırcalı durdurdu. -dur! Çakırcalı temkinli adımlarla yanıma geldi. Ve kurşunun girdiği omzuma baktı. Sonra çaktırmadan etrafına bakınmaya başladı. -sen! Benim hayatımı kurtardın az önce! Korkuyla başımı salladım. Bu korkuyormuş rolü beni zorluyordu ama yapacak bir şey yoktu. -nereden anladın tuzak olduğunu!? Çakırcalının gözlerine baktım bir süre. O da benim gözlerime seni yakaladım dermiş gibi baktı. Sesimi çıkarmadan titrettiğim işaret parmağımla çöpün yanındaki aynayı gösterdim. Başını hızla oraya döndü ve o zaman namlunun ucunu ve parlayan merceği gördü. Tekrar hızla kafasını aynanın gösterdiği yere çevirdi. Çöpün içine daha önceden koyduğumuz aynayı çakırcalı gelmeden çıkarmış ve tetikçinin görüneceği şekilde ayarlamıştım. Önceden koyamazdık çünkü bu seferde halilin mevzuya uyanma riski olurdu. Adamlarına kafasıyla işaret etti. Beş adam oraya yöneldi. Zaten adamların oraya geldiğini gören halil ve adamları kaçardı. -sen gel bakalım benimle. Çakırcalı kolumu tuttu ve depoya sürükledi bende ona ayak uydurdum. -gökay! Destek lazım mı!? İyi misin!? -iyim! Fısıltıyla söylediğim şey çakırcalının dikkatini çekti. -ne dedin sen! Hemen belerttiğim gözlerimle ona baktım. -iyisin abi! İyisin! İyisin! Çakırcalı kafasını salladı. -iyim delikanlı. Kafamı salladım. -iyisin! İyisin! Şoka girmiş gibi davranmaktan zarar gelmezdi. -geç otur bakalım. Eliyle işaret ettiği eski tahta sandalyeye oturdum. Çakırcalı arkasını döndü. Elini cebine attı. Cebinden bıçak çıkarmıştı. Bunu bıçağı açmak için kullandığı minik düğmenin sesinden anladım. Yavaş hareketlerle bana döndü. Sağ elinde bıçağı tutarken sol elinin parmaklarını bıçağın keskin tarafında gezdiriyordu. -peki! Tetikçiyi gördün,onu anladık! Neden kaçmadın !? -seni öldürecekti abi! Seni öldürecekti! Derin bir nefes aldı. -evet beni öldürecekti! Peki sen neden kaçmak yerine, hiç tanımadığın bir adam için hayatını tehlikeye attın!? Kafamı hızla iki yana salladım. -tekgöz abim gibi! Öldüreceklerdi seni! Tekgöz abim gibi! Tekgöz ismini duyan çakırcalı bana bakakaldı. -kimsin sen!? -uygar ben abi! Uygar! -uygar saygın!? Hızla kafamı salladım. Elbette işin bu kısmını da düşünmüştük. Tekgöz çakırcalının abisi sayılırdı. Onu bu alemde tekgöz eğitmişti. Sonra tekgöz işin insan kaçakcılığı tarafından ilerlerken, çakırcalı silah kaçakcılığına girmişti. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi bunların. Tekgöz,aynen bu şekilde kurulan bir tuzakta geberene kadar. Kendisi, ailesi ve tüm adamları ölmüştü. Bir kişi hariç! uygar saygın! Herkes öldü olarak bilsede o kendini ölü gösterip yıllarca saklanmıştı. Bir yıl öncesine kadar banka hareketleri gözüküyordu ama sonrası yoktu. Burada devreye saffet girdi yine. Öğrendiğine göre bir yıl önce para suyunu çekmiş ve yıkık dökük bir harabede ayyaşın teki olarak hayatına devam ediyordu. Yerini öğrendikten sonra onu misafir etmek için aldık ve bu bilgilerin hepsini doğruladı. Bizim de yaptığımız bir kaç değişiklikle uygar saygın karşılarındaydı. Yani,aslında gökay tuna! -sen abimin gizli adamıydın! Tekgöz hariç kimse seni görmemişti ama öldü denildi! Hızla kafamı salladım. -evet abi! Kendimi ölü göstermek zorunda kaldım. Yoksa beni de öldüreceklerdi abi! Tekgöz abinin vasiyetiydi. Bana bir şey olursa çakırcalının adamı olacaksın! Ama bir süre ortadan kaybol, kendini öldü göster demişti. Sanki olacakları önceden biliyor gibi konuştu be abi! Ama ben hiç onun öle- ölebileceğine ihtimal vermezdim. Çakırcalı sağlam olan omzumu sıktı. Bende artık terlemeye başlamıştım. Kan kaybediyordum ve bu baş dönmesi de yapıyordu. -gerçi sen artık beni istemezsin! Ben bitik bir adamım artık! Sen kendine iyi bak abi! Ben de gidip şu yaramla ilgileneyim! Seni düşürdüğümde de canını yaktıysam affola. Oturduğum yerden kalktım ve başım döndüğü için sendeledim ama kendimi toparladım ve çıktım depodan. Şimdi geriye çakırcalının beni,yani uygar saygını araştırdıktan sonra adamı olarak yanına alması kalıyordu.
-siktir! Sana defalarca dikkatli olmanı söyledim lan! Saffet kolumdaki kurşunu çıkarmaya çalışıyor ama bir yandan da söylenmeyi ihmal etmiyordu. -ulan saffet! Lan kurşundan çok senin çenen acı çektiriyor bana! Şu sikik çeneni kapa ve kurşunu çıkarmaya odaklan! Saffet sinirle bana baktı. -kolay mı lan!? Kurşun bu anasını satayım! Doktor muyum ben! Acıdan sıktığım dişlerimin arasından konuştum. -her ne bokumsan saffet! Yapamayacaksan çekil ben kendim yaparım! Saffet derin bir nefes aldı. -tamam sakin ol! Az kaldı...ve çıkardım! -sonunda! Saffet pansuman için gerekenleri aldı ve elindekilere tuhaf bakışlar atmaya başladı. -yalnız ben dikiş işinden anlamam! Derin bir soluk aldım. -bırak gerisini ben hallederim. Saffet bana tuhaf bakışlar attı. -kendinimi dikeceksin amına koyayım! Kafamı salladım. -yapmadığım şey değil! Kendimi bir az daha topladım ve kendime dikiş atmaya başladım. İşim bitince arkamdaki yatağa yığılıp kaldım. -sen dinlen şimdi kardeşim. Bir şey olursa telefonun burada. Sadece kafa salladım ve saffette kapıyı yavaşca çekip çıktı. Gözlerim daha fazla dayanamadı ve kendini karanlığa teslim etti.
Gördüğüm kabusla yine kan ter içinde uyandım ve sabah altıya kadar bir daha uyuyamadım. Çok fazla ağrım vardı ama ağrı kesici almak için kalkabilecek halim yoktu. Zaten sabah altı civarı tekrar uyuya kaldım ve bu benim günün ikinci kabusuyla uyanmama sebep oldu. Saat altı buçuktu ve bugün hafta sonuydu. Saat yedide yola çıkacaklardı. Dün gece emir yazmıştı. Mesajı, ışığı yanan ekran sayesinde görmüştüm ama cevap verebilecek gücüm yoktu. En önemlisi de ben emire söz vermiştim ve geç kalıyordum. Hızla ayaklandım ve tüm ağrıma rağmen kendimi duşa attım. Çıktıktan sonra saffete bana kıyafet getirmesi hakkında kısa bir mesaj yolladım. Çok geçmeden elinde kıyafetlerle saffet geldi. -nereye gökay!? Halini görmüyor musun!? Hızla saffetin elindeki kıyafetleri aldım. -birine sözüm var saffet! Gitmem lazım. Ben üstümü giyinirken saffet söylenerek odadan çıktı. Hızla ağrı kesici içtikten sonra telefonumu ve cüzdanımı alıp taksi durağına koştum. Söz ağızdan bir kere çıkardı ve tutmam gerekiyordu.
Emir üzgün ve endişeli bir halde telefonuna bakıyordu. Gökay iki gündür yoktu ve şimdi de gelmemişti. Ne kadar arasa da gökay telefonlarına bakmıyordu. Saat yediyi geçiyordu. -hadi artık emir! Emir kafasını gökhan abisine çevirdi. -bir az daha bekleyelim lütfen! -gelmedi işte emir uzatma! Emirin gözleri doldu. -söz verdi,kesin gelir o! Onur sinirle bir nefes aldı. -lan daha ne kadardır tanıyorsun! Adam iki gündür eve uğramıyor lan! Buraya mı gelecek! Söz verdi diyorsun birde! Sırf seni susturmak için öyle dedi! Bunu anlayamayacak kadar gerizekalı mısın!? Onur daha fazla şey söylemek istiyordu ama kendini susturdu. Emir abisinin dediklerini mantıklı buldu. Hem gelse bu saate gelirdi diye düşündü. -tamam gidelim. Dedi içine kaçmış sesiyle. Hepsi arabaya yöneldi ve yerleşti. Emir binmeden son kez baktı. Ama yoktu işte! Emir de geçti ve yerine oturdu. Arabanın sürgülü kapısı yavaşça kapandı. Sözüne bir daha güvenmeyeceğim diye içinden geçirdi emir. -EMİR! Emir kendi ismini duymasıyla yerde olan başını hızla kaldırdı ve arkaya baktı. Arabaya yetişmek için koşan gökay görmeyi beklemediği bir şeydi.
Ben geldiğimde çoktan gidiyorlardı. Yinede şansımı demek için kalan son gücümle bağırdım. -EMİR! Bir yandan yetişmek için arabaya koşuyordum. Bu yorgun olan bedeni mi daha fazla yoruyordu. Ama araba durdu ve kapı yavaşça açıldı. İçinden hızla emir çıktı. -geldin! Dedi büyük bir sevinçle. Soluk soluğa emirin yanına yaklaştım. -söz verdim. Bunu dememle emirin başını yere eğmesi bir oldu. -ne oldu!? Emir hızla kendini toparladı. -yok bir şey hadi gidelim! Beni kolumdan çekiştiren emire ayak uydurdum ve arabaya bindim. Arabadaki ters bakışların sebebini biliyordum. İki gündür yoktum ve doğal olarak buna sinirliydiler. Vurulmamış olsaydım dün gelecektim ama öyle olmadı. Yolculuk ölüm sesizliğinde geçti. Kimse birbiriyle konuşmadı. Bu benin işime gelmişti. Üç saat süren bir yolculuktan sonra. İki katlı, bahçesi geniş ve evin dışı kahverengi taştan olan bir yerin önünde durduk. Ufuk arabadan indi ve siyah demirden olan bahçe kapısını açtı. Arabayı kullanan gökhan da içeriye sürdü. -evet geldik! Hadi inin bakalım! Serpil hanımın söylediğiyle hepsi indi. Arabadan en son ben indim. Hepsi arkadaki eşyaları almaya başladı. Bende boş bakışlarla onları izledim. -hadi gökay! Kerimin bana seslenmesiyle bende evin içine girdim. Evin içinde eski tarz eşyalar vardı. Ahşaptan yapılma bir merdiven duruyordu karşıda. Hemen girişte salon vardı. Girişin sol tarafında ise bir mutfak. Üst tarafta ise muhtemeler yatak odaları bulunuyordu. -hadi oğlum dikilme öyle! Geç içeri! Serpil hanımın beni sırtımdan iteklemesiyle içeri yürüdüm. Hepsi çoktan kendini koltuklara atmıştı. Bende boş olan tekli koltuklardan birine oturdum. Kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı . Uzaktan onları izliyordum. Ağrım çok fazlaydı ve onları izleyerek kendi dikkatimi dağıtmaya çalışıyordum. -neredeydin iki gündür!? Gökhanın bana yönelttiği soruyla ona baktım. -işim vardı. Gökhanın tek kaşı havalandı. -iki gündür eve uğramayacak kadar önemli ne işin olabilir!? Gökhanın gözlerine baktım ama cevap vermedim. -ne yaptın! Çekmeye mi gittin!? Onurun alay ederek söylediği şeyle gözlerimi çevirip baktım ama ona da cevap vermedim. -konuşsana neden cevap vermiyorsun!? Sesli bir nefes çektim içime. -onur yeter! Saçmalama! Kerim onuru durdurmaya çalıştı ama bu sefer de gökhan girdi araya. -neden saçmalık olsun kerim!? O bir açıklama yapmayınca bizimde aklımıza böyle şeyler geliyor. Ne düşündükleri umrumda değildi. Ağırım çok fazlaydı ve terlemeye başlamıştım. Tüm gücüm çekiliyor gibi hissediyordum. -baksana hâlâ cevap vermiyor! Dedi gökhan sinirle. Lavaboya gidip yüzümü yıkamam lazımdı. Belki kendime gelirdim. Yavaş hareketlerle ayağa kalktım. -artık bize bir cevap ver gökay! Benim ayaklanmamla gökhanda hızla kalkmış ve bir anda beni duvara doğru savurmuştu. Dikiş kısmını duvara çarpmamla dudaklarımdan bir inleme döküldü. Akan sıcak kanı hissediyordum. Gökhan korkuyla bana baktı. Diğerleride hızla başıma toplandı. Bey baba ve serpil hanım neredeydi bilmiyorum ama burada değillerdi. Bu benim içinde iyi olurdu. -gökay ne oldu sana!? Gökhan bunu sorarken bir yandan da omzumdan kıyafetime taşan kana bakıyordu. -yok bir şey! Diye bildim zorlukla. Fakat gerisi karanlıktı. Son duyduğum şey hep bir ağızdan ismimi haykırmalarıydı. -GÖKAY!
■■■■■ Sevgili okurlarım, bu haftalar benim için yoğun geçecek o yüzden her hafta bölüm atamayabilirim. Lakin bölüm atmak için elimden geleni yapacağım ama yetiştiremeyebilirim. Bölümlerin düzensiz yayınlanma durumunu size bildirmek istedim. Bölümde yazım hataları olduysa affola. Sevgiyle kalın🤍🤍🤍
|
0% |