@_sarekndmr_
|
İlyas abinin düşmanı çoktu. Sokaklar böyleydi işte düşmanın bol olurdu. Arkası yazılarla dolu bir duvar kenarına sinmiş bizden sayıca çok üstün olan hasımlarından saklanıyorduk. İlyas abi o zamanlar otuz üç yaşındaydı. Bense on üç. İlyas abi tanıdığım en mert insanlardandı ama gelin görün ki mert insanın düşmanı da çok olur. Kim mazlumu zalime ezdirmezse,zalim onun düşmanı olur. İlyas abinin düşmanı da hep bundandı. -bak aslanım o kafanı gövdenden ayıracaklarını bilsen! Yine de mazluma el uzat. Susarsan,görmezden gelirsen. İşte o zaman...asıl o zaman bu başın gövde üstünde durmasının bir manası yoktur. Çocuktum ama dediklerini bir an olsun sıkılmadan dikkatle dinledim. O zamanlar kavraması benim için ne kadar zor olsada şimdilerde bu nasihatler beni ben yapan kişiydi. Çocuk aklıyla nasıl oldu bilmem ama sordum. -ya mazlum olan bizsek abi? İlyas abi ne diyeceğini bilememiş gibi baktı gözlerime. Derin bir nefes aldı. -mazlum sensen bile Allaha sığın oğlum. Kimse yoksa bile mazlumu gören,duyan! Seni koruyup kollayacak bir yaradan vardır zalime bile hayat sunan. Özlü konuşmaları severdi. Belki de yaşadığı hayatın onda bıraktığı bir izdi bu konuşmalar. -peki ya koruyup kolla mıyorsa? Dehşete düşmüş bir ifadeyle baktı bana. -tövbe haşa oğlum. Çarpılacağız senin yüzünden! O veriyorsa derdi kuluna öğretiyordur bir şeyleri. Elbette çıkarır alır seni o çukurdan. O sırada yaklaşan ayak seslerini duydum. -yaklaşıyorlar abi! İlyas abi derin bir nefes aldı. Elleri yumruk oldu kendi dizine indi. -korkum bu soysuzlardan değil! Seni de sürükledim peşimden. Nereden bilecektim karşıma çıkacaklarını! Omuzlarımı dikleştirdim bir elimi ilyas abinin dizine koydum. -benim de kimseden korkum yok abi. Ben seni yalnız bırakır mıyım !? Tebessüm etti ilyas abi. Sonra da omzuma iki kere vurdu. -sen delikanlı çocuksun gökay. Büyüyünce mert bir çocuk olacaksın! Bu sözler içimde bir yere umut tohumları ekdi. Babamın aksine adam olacağımı iddia ediyordu ilyas abim. -peki bunlar neden sana düşman abi? Hatırladıklarıyla yine sinirlendi ilyas abi. -bu şerefsizlerin başı yok mu!? Anasıyla babasını dövüyordu. Bende buna Allah ne verdiyse giriştim sonra bir arbede oldu sapladım buna bıçağı.Anaya babaya zalimlik edelir mi lan!? Ana baba cennettir oğlum cennet! O an söylediklerini sinirle söylüyordu. Yoksa yarama basacağını bile bile yapmazdı böyle bir şey. Ama yine de durgunlaştım. Hüzün çöktü üstüme. Benim anne babam niye bana cehennemi yaşatıyordu peki? -benim anne babam gibi olsa bile mi? Hüzün aktı sesimden sorarken. Onlar hak etmesinler cenneti. Ederler miydi? Ben etmezdim mesela, çocuk yaşıma rağmen biliyordum. Ama onlar da etmesin. Benim göz yaşlarım bana ateş olurken onlar giderler mi cennete? Dondu kaldı ilyas abi. Ne dese olmadı sanki. Ağzından yalan çıkmazdı ama gerçekleri de konuşsa küçük bedenime ve ruhuma ağır geleceğini düşündü sanki. Yüzü ifadesiz olsada gözlerinden okundu hepsi. Küçüktüm ama cesaretliydim. -söyle ilyas abi! Üzülmem merak etme. -nasıl üzülmezsin be çocuk! Üzülürsün ama bende konuşursam yalan konuşamam,sen de bilirsin bunu. -biliyorum abi. Ama yine de söyle. Yine durdu bir süre. Ellerini kaldırdı omuzlarıma koydu. Gözlerime değilde sokağın başına bakıyordu. Belki peşimizdekileri kontrol etmek içindi belki de gözlerime bakmaktan kaçındı. Orasını hiç bir zaman anlayamadım. -seninkiler gibi değil oğlum! Gerçekten ana baba olmayı bilenler için geçerli. Senin gibi hem anası hem babası varken öksüz,yetim kalanlar için değil. Daha doğrusu sen kalmadın...onlar bıraktı. Son cümlesini fısıltıyla söylemişti ama duymuştum. Ne kadar haklıydı! Annem de babam da beni hayatta olmalarına rağmen hem öksüz hem yetim bıraktı! -bak çocuk! Yalan konuşmam ben o yüzden bu söylediklerimi de senin o şerefsizleri tenzi ederek söylüyorum. Anne baba kutsaldır bırak onlara zalimlik yapmayı bir saç teline kıyılmaz. Unutma onların bir göz yaşına bile sebep olunmaz. Benimkiler hariç. Benim ağladığım gibi onlarda ağlasın banane? Benlik bir şey yok! Sanki o an aklımı okumuş gibi konuştu ilyas abi. -evet seni ilgilendirmez. Ama dikkat et bu hayatta çocuk. Senin ana baban olmasa bile, eğer bir gün gerçekten ana baba olmasını bilen birileriyle karşılaşırsan ve onları kırma gafletinde bulunursan,hayatta kıyamet kopmaz ama senin hayatında kıyamet kopar. Ne kadar süre öyle baktım ilyas abiye bilmiyorum ama hayatımda ona dair unutamayacağım üç şey bıraktı. Sözleri. Gözleri. Anlını delip geçen kurşunla yüzümü kırmızıya boyayan kanı.
İlyas abinin bu sözlerinin birgün karşıma çıkıp geleceğini hiç tahmin etmemiştim. Ama şimdi tam karşımda gerçekten anne baba olmasını bilen sami bey ve serpil hanım duruyordu. İkisinin de gözlerinde umut vardı. Nasıl kıracaktım şimdi ? -ben...ben sizi tanımayı iste...rim. isterim. Yani sizde isterseniz? Yapamadım işte! istemiyorum diyemedim! Sami beyin gözleri doldu ama saklamak için kafasını eğdi. Serpil hanım saklama gereği duymadan gözlerinde yaş, yüzünde kocaman gülümsemeyle bana yaklaştı ve kısa kalan boyundan dolayı ayak uçlarında yükselip boynuma sarıldı. -oğlum nasıl mutlu oldum bilemezsin. Benim kollarım ise iki yanda boşlukta sallanıyordu. Bir anneye sarılmak nasıl bir şey? Ben bilmezdim ki. -işte bu be! İşte bu! Bu haykırış ufuktan gelmişti. Diğerleri boş bakıyorlardı. -hadi buradan hemen evimize geçelim. Dedi bey baba. Serpil hanım ayrıldı ve bana baktı elleri hâlâ omuzlarımdaydı. -evet, hadi oğlum evimize gidelim! Evimiz? Sizin olan eviniz mi yoksa içine benim de dahil olduğum evimiz mi? Evniz gökay! Yani evimiz! Saçmalama benim hiç evim olmadı ki! Evleridir o. Her neyse önemi yok. -bir kaç eşyamı almam lazım. Ben sonra gelirim. Hayır sadece bu duruma kendimi hazırlayacaktım. Bu durum ne kadar sürerdi bilinmez ama bir saat bile sürse hayatımda ilk defa aile olan insanların evinde bulunacaktım. Serpil hanımın yüzü öfkeli bir hal aldı. Çatılan kaşlarından belliydi. -gecenin bu saati ne eşya alması! Yürü eve gidiyoruz! Haksız mıyım sami? Dedi yalandan öfke barındıran sesiyle. Ne oluyor lan ? Benim bünye alışkın değil. Gelemez böyle şeylere! Sakin ol gökay! Şimdilik kadını dinle, dediğini yap. Zaten zamanla öğrenirler huyunu. O zaman da zaten istemezler mi diyorsun. Hayır, öyle demiyorum. Senin başına buyruk bir deli olduğunu anladıkça karışmazlar diyorum. Sağ ol ! Mükemmel teselli. -tamam madem. Çatık olan kaşları düzeldi. Yerini yine o kocaman gülümseme aldı. -hadi o zaman! Dedi sami bey.
Trafiğinde çok yoğun olmaması sebebiyle bir saatte varmıştık. Arabada herkes düşünceliydi. Kimseden ses çıkmamış bütün bir yol sakinlikle geçmişti. Şimdiyse daha önce kapısına bir çöp gibi bırakıldığım sonra tekrar bir çöp gibi atıldığım apartmana bakıyordum. Güzel! Tamda benim yaşayacağım bir saçmalık. -sami,geldi mi oğlum? Yukardan gelen sese çevirdim başımı. çok yukarı değil apartmanın birinci katının penceresindendi ses. Başında bir yazma olan belki de yetmişlerinde yaşlı bir kadın duruyordu. -Allahım sana şükürler olsun! İki elini havaya dua eder gibi açıp şükürler eden kadın sonra tekrar buraya döndü. -hemen bana geliyorsunuz! Vallahi uyku girmedi gözüme. Serpil hanım yine güldü. -tamam anne getiriyorum torununu. Torunu? Ben değilimdir herhalde? Bazen fazla mı mal oluyorsun gökay! Burada senden başka yeni gelen mi varda? Yeni gelen demedi ama? Sabrımı mı sınıyorsun? Olabilir! Kendimi sınamayı severim. -çocuk bir dinlense miydi hanım? -haklısın sami ama görmezse uyuyamaz. Yazık beş dakika görsün bari. -madem öyle diyorsun. Geçelim bakalım. Önde serpil hanım ve sami bey ardında oğulları ve en arkada ben girdim apartmana. Kadın zaten kapıyı açmış bekliyordu. En son ben girdim eve. Daha adım atar atmaz kadın sıkıca sarıldı. Ninem senin bir yüzün toprağa dönmüş benim ne işim olur seninle ? Genç seviyorum ben genç! Bu iğrenç şakanın sırası mı gökay!? Beynimi oyalamam lazım. -oğlum! Yavrumun yavrusu! Neyinin nesi!? -neyinin nesi !? Bir anda gülme sesleri yükseldi. Emir bile gülüyordu. Hasiktir! Dışımdan mı söyledim ben? -ilahi oğlum! Sami benim yavrum sende onun yav- -tamam teyzecim anladım ben. Tövbe yarabbim! uğraştığın şeylere bak gökay! Kadının kaşları çatıldı. Yaşlılıktan dolayı titreyen elleri yavaşça kalktı ve omzuma vurdu. Bir vurduğu omzuma bir de yaşlı kadına baktım. -teyze ne eşek sıpası babaanne diyeceksin babaanne. Son kelimeyi vurgulayarak söylemişti. Uzatmaya gerek yoktu. -tamam,anladım teyzecim. İki elini belinde birleştirdi ve çatık kaşlarıyla bey babaya döndü. -bu oğlan aynı sana çekmiş. Daha yeni uyardım yine aynısını yapıyor! Bey babanın bakışlarında benim ne günahım var diye haykıran biri vardı resmen. Sonra bana dönüp. -neyse gel bakalım içeri deli oğlan! Valla daha ilk seferden çözdü seni nine! Herkes geçerken bende arkalarından geçtim. -sen buraya otur. Diye eliyle yanındaki koltuğa iki kez vurdu. İkiletmedim ilerledim ve oturdum. -ooo babaanne valla bizi hemen unuttun! Dedi ufuk yalancı bir sitemle. Sonra bana döndü. -daha ilk günden gökhan abimi yerinden ettin ya ! Valla helal olsun. Yirmi sekiz yıllık ömrünce kimse gökhan demirdağ yerinden edememişti. Gökhan hariç salondaki herkes güldü. -zevzeklik etme lan! Diyerek ufuğa bir yastık fırlattı gökhan. -susun bakayım hele! Torunumla laflayacağım. Sonra bana döndü. Ben o sırada salonu inceliyordum. Sarı olan çekyatlar vardı,üstünde yine aynı renk yaprak işlemeleri. Üstüne dantel serilmiş bir masa duruyordu onun üstünde de çiçek vardı. Oturduğum yerin hemen karşısında heybetli, bıyıklı ama sakalları olmayan, başında kasket bir şapka olan, üstünde palto giyili sadece belinden yukarısı çekilmiş siyah beyaz bir fotoraf vardı. Çerçevesi sarı ve işlemeliydi. -o senin deden. Çatallanmış sesi ve dolmuş gözleriyle fotorafa bakarak söyledi bunları. -rahmetli üç yıl önce beyin kanamasından öldü. -başınız sağ olsun. -sağ ol evladım. Neyse boş ver sen bunları daha bol bol konuşuruz. Kendinden bahset hele. Sanki adamı bir az daha konuşsak ağlayacaktı ve bu yüzden konuyu değiştirmişti. -ben...gökay tuna. Güldü kadın. -onu biliyorum evladım kendinden bahset! Kendimden mi? Gökay tuna işte ötesi yoktu. Anlatacağım başarılarım,hobilerim yoktu. Övüneceğim bir çocukluğum bile yoktu. -gökay tuna işte!başka bir şey yok. Kadın şaşırmış ve bir az öfkeli gözlerle bana bakıyordu. -nasıl olmaz ! Sen beni mi geçiştiriyorsun bakayım!? Bir şey demek istemedim çünkü ismimden başka bir cevabım yoktu. -okuyor musun sen ? -aynen okuyorum. Herkes şaşırmış gözlerle bana bakıyordu. Gökhan hariç. Benim okumadığımı düşündükleri içindi bu şaşırma. Valla haklılar okumuyorum zaten. -oyy maşallah benim torunuma ne okuyorsun? -ODTÜ tıp. Herkes bir süre bakıp kaldı. -aman torunuma bak benim! doktor olacak torunum var! Gülmemek için zor tutuyordum kendimi. -oğlum sen tıp mı okuyorsun? Dedi bey baba. O an bütün salonda kahka tufanı oldu. Sepil hanım, bey baba ve yaşlı kadın hariç herkes biliyordu odtü de tıp olmadığını. Kendilerine hakim olmaya çalışsalarda tutamayıp gülüyorlardı. -hee babaanne hemde cerrah olacakmış. Dedi emir. Kadının gözleri daha da açıldı. -maşallah...maşallah benim torunuma. Ne cerrahı olacaksın oğlum benim! Allahım valla şimdi bende gülmeye başlayacaktım. -genel. Bir kere daha kahka koptu. -genel? Sen o zaman hepsinden anlar mısın? -hemde ne biçim. Kadın dizlerine ellerini koyup ovalamaya başladı hemen . -ahh torunum, benim şu dizlerimde geçmeyen bir ağrı var. Nedendir bu? Beni doktorla uğraştırma sen tedavi edi ver hele! Gülmemek için kendilerini sıkıyorlardı ve bu da tuhaf sesler çıkmasına sebep oluyordu. -ederim tabii. İki parmağımla dizine hafif vurdum. Sonra bakışlarımı kadına çevirdim. Kafamı iki yana salladım. Kadın dehşete düştü. -ne oldu oğlum! Çok mu vahim durum! -hiç sorma! Kadın daha da korktu. Zaten belermiş olan gözleri daha da açıldı. -söyle oğlum neymiş hastalığım. Dilimi ağzımın içinde yuvarladım ve teyzeye döndüm. -yaşlılık. Tekrar gülmeye başladılar ama kadın suratıma anlamamış ifadeyle bakıyordu. -nasıl yani çocuğum? -dümdüz yaşlılık işte. Kadın bu sefer öfkeyle baktı bana. -ne yaşlılığı eşek sıpası seni! Sırıttım. -ne demek ne yaşlılığı. Genç falan mı sanıyorsun kendini? Yaşlısın işte! Önce sinirli bakmaya çalışsada sonra kendisi de dayanamayıp güldü. -bana bak deli çocuk ben sana papucunu ters giydiririm. İçim genç benim. Dediğine sadece kafa salladım. Daha fazla uzatmanın anlamı yoktu. Bir yandan şaka kaldırır bir yapısı olması beni sevindirmişti. Çünkü onu kırsaydım en çok ben üzülürdüm. -eee benim doktor torunum! Başka neler yaparsın? Siktir! Onu hâlâ gerçek sanıyor. Gözüm bey baba ve serpil hanıma kaydı. Onlar gerçekleri anlamış olsa gerek ki, bıyık altından gülüyorlardı. -dedim ya anlatacak bir şeyim yok. -vardır var! Mesela o geldiğin ailen nasıldı oğlum? Kanım dondu, elim ayağım buz kesti. Sorduğu soru beynimde yankı yaptı. -iyi. Kadının tekrar kaşları çatıldı. -bu kadar mı? -bu kadar! -kardeşin var mı oradan? Yutkundum. -var...Abim var. Daha fazla dayanamıyordum. Bir anda ayaklandım. Bütün bakışlar bana dönmüştü. -yorgunum bir az dinlensem müsadenizle! Yalan! Kes sesini! Kadın itiraz etmek istesede anlayışla karşıladı. -tamam gökay torunum. Ama daha sonra uzun uzun sohbet edeceğiz. Aman ben daldım unuttum. Nermin benim adım. Neymiş nermin babaanne. Sadece kafamla onayladım. Diğerlerinin de nermin hanımla vedalaşması bitince bir üst kata çıktık. Daha içeri adım atar atmaz. Serpil hanım koluma yapıştı ve beni kalacağım odaya sürükledi. Odanın beyaz kapısı aralanır aralanmaz balkon kapısı görünüyordu. Balkon kapısının yanında bir de küçük bir pencere vardı. O pencerenin önünde iki tane tekli puf koltuk vardı, ikisi arasında küçük oval bir masa. Hemen yanında ikili koltuk vardı. Karşısında da yatak. Yatağın dibindeki duvar posterlerle kaplıydı. Arabalara meraklı biri olduğu anlaşılıyordu. Kafamı çevirince dolap gözüktü. Gördüklerimle kısa bir şok yaşadım çünkü arabaya meraklı olduğu en çok buradan anlaşılıyordu. Oyuncak araba koleksiyonuydu.camdan rafların üstüne dizilmiş yine camdan bir kapağı olan kitaplık tarzı bir koleksiyon cenneti. Yasinin de vardı ama dokunamazdım. Öldürülesiye dayak yemek istemiyorsam uzak dururdum. -burası emirin odası. Yani sizin odanız. Şuan tek yatak var ama ufuk abinle onur abin hemen hallederler sana yatak yaparlar. Odayı da emirle anlaşıp istediğiniz gibi tekrardan dekore edersiniz. Konuşmaya mecalim yoktu. Sadece onaylamak için kafa salladım. Serpil hanım konuşmak istiyordu bu herhalinden belliydi. Ama beni bunaltmaktan korktuğu da aşikardı. -tamam o zaman...ben çıkıyorum sen dinlen. Bu arada emirin yatağını kullana bilirsin. Son bir kez daha bakıp kapıyı ardından çekerek çıktı. Gözüm hâlâ araba koleksiyonundaydı. Yasinin koleksiyonu da böyle dikkatimi çekerdi ama korkardım hep uzaktan bakardım. Ayaklarım istemsizce oraya yöneldi. Yine uzaktan baktım öylece. O sıra kapı açıldı. Bey baba girdi içeriye . -evlat bu evin anahtarı. Uzattığı anahtara baktım. -alsana evlat! Yavşça uzandım ve aldım. -sağ olun. Gülümsedi ve sessizce çıktı odadan. Adımlarım tekrar araba koleksiyonuna kaydı. Çok güzeller! Altı raftan dördü doluydu, her rafta yedi araba vardı. Fakat dördüncü rafta yedi araba olması gerekirken beşinci eksikti. Küçük yazılarla yazılmış şekilde her arabanın altında ismi yazıyordu. Boş olanlarda da yazıyordu,sanırım buna göre oluşturuyordu koleksiyonu. Boş olan yerin hangi arabaya ait olduğunu öğrenmek için açtım kapağı ve yazanı okudum. O sırada altıncı olan araba dikkatimi çekti ve elime aldım. Özellikle narin davranıyordum ki bir yerine bir şey olmasın. Ne kadar güzeldi. O sırada hızla kapı açıldı. Emirdi gelen. -hemen bırak onu! Hemen! Sanki o an ben şimdiki gökay değil çocuk olan gökaydım ve karşımdaki de aykut sarsılmazdı. Ne yapacağını bilemeyen çocuk gökay yüzünden araba düştü ve camı çatlarken, kapısı kırılıp başka yere gitti. -NE YAPTIN SEN!?
|
0% |