@_seda_
|
Meydanın gerçekten pis bir kokusu vardı. Hiç süpürülmemiş sokakları gittikçe ayaklarıma yapışan sefaletten kırılan çocuklar ile ilerliyordum.
Acıma duygusu ile kasıldı yüzüm.Buranın sadece yarım saatlik mesafesinde insanlar ayak ayak üstüne atmış bir şekilde kahvesini yudumluyordu. Peki ya bu insanlar? Tek kabahatleri silahlarını doğru kullanamamak mıydı?
Devam ettikçe kenara kurulmuş çadırlar ve arabalardan bağıra çağıra bir şeyler dilenen insanlar artıyordu.
Gözlerim plakaları aradı. İnsan kalabalığını yarmaya çalışırken küçük bir kız çocuğu kaptığı erzak paketini sevinçle kucağına taşıdı.O paketi tutan kolları inceydi ama ondan yaşça büyük bir adam gelip elindekini çekiştirmeye çalışınca beklediğimden de güçlü çıkmıştı.
Paket ikisi arasında gidip gelirken adam kızın zayıflığını kullanarak cani elleri ile onu yere itekledi. Kız yere inleyerek düşerken adam zafer kazanmışçasına ilerlemeye başlamıştı.
Ayağım iç güdüsel bir şekilde adamı yere düşürmek için hareketlendi. Olenka bana böyle öğretmişti, haksızlığa hem de gözümün önünde yapılana göz yumamazdım.
Yere kapaklanan bu sefer adam olmuştu, paket tam benim ayaklarıma yuvarlandı. Bunca karmaşada patlamaması mucizeydi.
Yerde acı ile inleyen adam bana saldırmaya kalksa da ayakkabılarım tam yüzünü çiğnedi. Bu konuda asla çekingen olamazdım. Yere kanı saçılırken ölmediğinden sadece bayıldığından emin oldum. Kalkınca beni hatırlamazdı umarım.
Etrafa bakındığda kimsenin umrunda değildim. O kadar kendi ihtiyaçlarının peşindeydilerki ölümüne her şeyi hiçe sayarak kavga ediyorlardı.
Erzak paketini alıp kızı aradım. Hâlâ olduğu yerde ama bu sefer ağlayarak bekliyordu. Onu alıp kaldırıma oturttum. Dizleri kanıyordu ve dudağından ince bir kırmızılık sızıyordu.
Cebimdeki peçeteyi çıkarıp dizlerini sildim sonra da dudağına bastırdım. Yüzünü kaldırıp yaşları ile bana baktı. Onun gözleri o kadar güzeldiki...Bir çift griliğe bakakaldım bir an için. O tüm zayıflığına rağmen çok güzel bir kızdı. Neden buralarda olduğunu, hikayesini merak ettim bir an.
Derin bir nefes ile topladım kendimi. Bu benim meselem değildi. Onun da benim de hikayelerim ne olursa olsun savaşmak zorundaydık.
Paketi kucağına bıraktım, kızın eline ise para sıkıştırdım. "Teşekkür ederim." dedi. Parayı görünce gözleri parladı.
Ayağa kalkıp hızlıca uzaklaşmaya başladım, başlığımı iyice çekerken kızın yüzümü gördüğünü biliyordum. Umursamadım, o an için sadece gri gözlerini çıkarmaya çalıştım aklımdan.
Titreyen ayaklarım ile ilerlerken beyaz kamyoneti gördüm. Kirliydi, beyaz yüzyi gri bir toz tabakasıyla önüne gelen insan seliyle kaplıydı. Plakasını okumaya çalıştım.
Aradığım araba.
Bağırıp çağıran insanlara karşılık ittirmeye çalışan ellerim oldukça zorlanıyordu. Kalabalıktı, insanlar açtı,yeterli yemek yoktu.
Bedenim kamyonun tam kapısına sürtündü. Arkamda beni ittiren birisi yüzünden kolum arabanın kenarına sürtünmüştü. Şimdiden soyulduğunu biliyordum. Umursamadan içeriye göz atmaya çalıştım.
İki adam dışarıya sarkmış önüne gelene poşetleri uzatsada buna uzatma değil fırlatma denirdi. Oysa onlarıda anlıyordum. Bu kadar kalabalığa bir paketle yetinmek oldukça zor olmalıydı.
Tam köşede benim durduğum yerde bir çift simsiyah göz parlıyordu. Elimden, az önce sertçe kenara çarpan yeri tuttu.
Durduğu yer kimse çıkmasın diye yüksekti ama birisi yukarıdan çekebilecek kadar da alçaktı. Elini sıkıca tutup gözlerine odaklandım. Simsiyahtı, saçlarımdan bile siyah.
Beni çekip sanki bir eşyaymışım gibi kenara attı. Ellerimle dengemi sağlamaya çalıştım.
"Lanet olsun! Böyle mi çekilir?" kenarda karanlığın içinde kamyonun duvarına tutunmaya çalışırken ona bakış attım.
"Kapa çeneni de buraya gel!" Ön tarafta çoğu erzak tükenmek üzere olsa da boş kasalar üst üste dizilmiş onun arkasına da küçük bir masa atılmıştı. İçerideki ışık tek oradaki masa lambasıydı ve üzerinde bir sürü kağıt vardı. Bu kadar dar alanda yaptığı şey çok mantıksızdı. Önüne eğildiği masadan sanki yokmuşum gibi eğilmişti.
Ayağa kalkıp zonklayan kolumu ovaladım. Kan elime yapışsa da üstüme sürterek çıkartmaya çalıştım. Bana küçük bir bez attıp kafasını ilk kez kaldırdı.
"Sen mi çağırdın?" dedim. Bezi havada yakalayıp kolumu silmeye başladım. Kıyafetim sökülmüştü ama şu an konumuz bu değildi.
"Evet." dedi. Masanın başına ilerleyip kağıtları okumaya çalıştım. Rusça değildi. Sanırım Türkçe, İngilizce karışımı bir tomar kağıt vardı.
Umursamaz tavrına iyice sinir olmaya başlıyordum. "Neden?"
Ofladı, kağıtları bir kenara ittirdi. "Sen istemedin mı?"
"Neyi?"
Ve yeniden ofladı."Hiç bir şeyi de bilmez misin be?"
Yüzüne uzun uzun baktım. Ne istiyordu benden.
Yere eğilip iki tane silah çıkarttı. Birini beline sıkıştırdığı zaman diğeride benim önüme bıraktı.
Önce masadaki silaha sonra onun belindekine baktım.
Boş bakışlarımı görünce silahı ittirdi önüme."Sana sadece bir soru sorucağım? Var mısın yok musun?"
Kararlılık ile parlayan yüzünü inceledim. Gözüm omzundaki kırmızı, beyaz hilal ve yıldızlı armaya takıldı. Sonra ise simsiyah gözlerindeki savaşı gördüm.
Elimi silaha attım. Belime yerleştirdiğimde gözlerim hiddetle gözlerine dikildi.
"Varım." |
0% |