25. Bölüm

BÖLÜM 24

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

Bir günde peş peşe iki bölüm atmaya bayılıyor bu yazar!!! Ben yine bölüm sonunda sizleri bekliyor olacağım!

İYİ OKUMALAR

Aramızdaki mesafe onun her bir adımıyla eksilirken hızlıca kendimi toparladım ve bende ona doğru yürümeye başladım. Henüz üçüncü adımımı yeni atmıştım ki onun iri adımları sayesinde çabucak karşı karşıya geldik.

"Burada ne yapıyorsun?" dedi sorgu dolu ifadesini yakışıklı suretinde sabit tutarken.

Bakışlarımı birkaç saniye yüzünde gezdirdikten sonra sessiz ama derin bir soluk verdim. Ya bir şey görmemişti ya da çok iyi rol yapıyordu. Gerçeği bilemezdim o yüzden bu tavrı bir oyunsa da bu oyunu bozmadım.

"Biraz nefes almak istemiştim." demekle yetindim hala daha göz gözeyken.

"Bunu hastane bahçesinde de yapabilirdin."

Ses tonundaki hoşnutsuzluk kendini apaçık belli ederken bir yandan da beni anladığını gösterir gibi ortak bir yol belirleme derdine girdi. O da farkındaydı ki hastaneler bana iyi gelmiyordu. Hastanenin hangi kısmında olursam olayım bir süre sonra kendimi bir şekilde morg kapısında buluyordum. Tüm bunlar bana zihnimin annemden yadigâr olarak bıraktığı oyunlarından bir tanesiydi.

"Yapamadım." dedim sadece daha da sorgulamasını istemezcesine. Gitmek istiyordum. Her şeyden, herkesten ve her yerden. Bitsin istiyordum artık tüm bu oyunlar. Ben böyle şeylere alışık değildim ve alışabileceğimi de sanmıyordum. Her ne kadar sürekli başıma böyle şeyler gelse de görüyorduk ki ben bu oyunlara ayak uyduramıyordum. İstemsizce bir yerde patlak veriyordum ve bunun bedelleri benim için ağır oluyordu. Bu bedeller keşke bir tek benim için ağır olarak kalsaydı lakin öyle olmuyordu. Sonda mutlaka ben dahil çevremdeki herkes zarar görüyordu. Bunların tüm sebebi bendim.

Sesli bir soluk vererek yorgunca yüzünü sıvazladı Ares. Fazlasıyla yorgun olduğu her halinden belliydi ve emindim ki bu yorgunluk sadece fiziksel bir yorgunluk değildi.

"Tamer'i odaya alıyorlar. Durumu iyiymiş ve yavaş yavaş kendine geliyormuş." dedi.

Uzun zaman sonra aldığım iyi bir haberdi bu. Gülümsedim istemsizce. "Hadi yanına gidelim o zaman."

Dediğim şeye sadece kafa sallamakla yetindi Ares. Ardından bana arkasını dönerek ama beni ardında bırakmayarak elimden tuttu ve beni de beraberinde ilerletmeye başladı.

Anın akışıyla birbirine kenetlenen ellerimize baktım sessizlik içerisinde ilerlerken. Hastane bahçesinden içeri girdiğimizde bedenimi saran ürpermeyle hafifçe titrerken Ares bana yandan bir bakış attı. Üşüdüğümü düşünmüş olmalıydı ki adımları hızlandı lakin ben bunun böyle olmadığını biliyordum. Hastaneden içeri girene kadar izleniyormuş hissi benliğimin peşini bırakmadı.

Hızlı adımlarımız sayesinde kısa sürede Tamer'in kaldığı odaya ulaştığımızda elimi elleri arasından çektim. Bana yine kısa bir bakış atmaktan öteye gitmeyen Ares'in peşinden odaya girdiğimde odanın içerisinde bir kaos ortamı olduğunu fark etmem yalnızca birkaç saniyemi almıştı.

Tamer hasta yatağında bir kolu alçıda yatarken sağında Umay Hanım solunda Tamay durmuş onun bandajlı yerlerine bakarak aynı anda konuştuklarını gördüm.

"Ah be evladım sen benim gerçekten bir gün kalbime indireceksin! Neden böyle sorumsuzsun annem yapma bak böyle."

"Sana ehliyet veren kuruma dava açacağım. Ehliyetine el koymalılar! Bu kaçıncı kazan aptal! Hayır, araba kullanmayı bilmiyorsan trafiğe ne diye çıkarsın kardeşim."

"Çok şükür iyisin. Var mı bir sıkıntın annem? Ağrın çok fazla mı? Ay doktoru bir daha mı çağırsak Deniz?"

"Ay anne görmüyor musun öküz gibi buna bir şey olmaz."

Bakışlarım bumerang gibi bir Umay Hanıma bir de Tamay'a gidip gelirken onların bu hallerini beklenen dedenin gür sesi kesti.

"Bir susun be! Çocuk daha kendine gelemeden bir de siz şoka sokacaksınız!"

Anında kesilen seslerle Tamer sesli bir nefes alırken, Deniz Bey sol eliyle burun kemerini sıkarken onaylamazcasına başını iki yana sallıyordu.

"Dedem sana kurban olayım. Senin tırnağına kurban olayım. Seni doğuran o ana var ya, heh işte ben o anaya kurban olayım. Hadi baktınız gördünüz iyiyim al herkesi gidin evlerinize de az kafamı dinleyeyim ya!" diyerek isyan eden Tamer'in yüzü her ne kadar solgun gözükse de ses tonu gayet iyi geliyordu. Galiba gerçekten de ciddi bir şeyi yoktu. Bu duruma sevinmiştim.

Odadaki tüm bakışlar Tamer'e dönerken bu dönüşler hiçte olumlu değildi. Deniz Bey her an Tamer'i dövebilirmiş gibi dururken böylesine sakin ve relax adamı nasıl sinirlendirebildiklerine aklım ermiyordu.

"Sen sus hergele seni! Bir bitmiyor vukuatların." dedi Demiröz uyarısıyla Tamer'e yüz verdiğini fark ederek hızla bu durumu düzeltirken. Yüzünden memnuniyetsizlik aka aka Tamer'den aldığı bakışlarını odada gezdirirken birkaç saniye göz göze geldik.

Varlığımı yeni fark ediyormuşçasına kaşları çatılırken bakışlarımı hızla Tamer'e çevirdim. Umay Hanım oldukça yorgun bir biçimde Tamer'in ayak ucuna otururken ses tonu daha sakin ve daha sessiz bir biçimde konuşmaya başladı.

"Annecim sen neden hep böyle dikkatsiz ve sorumsuzsun? Neden yüreğimizi hep ağzımıza bir tek sen getiriyorsun? Üzüyorsun oğlum bizi lütfen azıcık daha dikkat et kendine."

Bir annenin feryadına bu kadar yakından tanık olmak; O annenin evladı için böylesine endişe duyması bende bir yerlerde hala daha var olan ve büyük ihtimalle hiç geçmeyecek olan yaralarımı kanatmaya yetmişti.

Dikildiğim kapı ağzında rahatsızca kımıldanırken gittikçe kötüleşen ruh halimin kimse farkında değildi. Ares bile.

"Ya ben zaten herkesi memnun edeceğim diye tüm halayları kaçırmış düğün sahibine dönmüşüm validem. Daha ne yapsın bu çocuk?"

Bulunduğum ortama gülsem mi ağlasam mı bilemezken dolu dolu olan gözlerime rağmen yarım bir tebessüm ettim. Tamer'le başlangıcımız kötü olmasaydı ve onun bana karşı olan tutumu böylesine sert olmasıydı bizden çok iyi arkadaş olurdu. Bunu net bir şekilde söyleyebilirdim.

İyice dağılmış saçları, bezmiş yüz ifadesiyle oflarken bana baktı Tamer. Bu bakış bir saniye bile sürmezken beni görmezden gelerek tekrardan ailesine geri döndü.

"Nasıl oldu bu kaza?" dedi Ares odaya girdiğinden beri ilk defa konuşarak.

Konu benimde merak ettiğim kısma geldiğinde iyice bulunduğum yere sindim ve Tamer'den gelecek herhangi bir yanıtı odadaki diğer herkes gibi merakla bekledim.

"Ya Ortaköy'e geçecektim bizim çocukların yanına. Hava baya kötü bir de Beşiktaş'ta ekstra bir sis vardı. Trafik sıkışık böyle tin tin ilerlerken araba bir anda sarsıldı. İlk başta anlamadım ne olduğunu ama büyük ihtimalle arkadaki araç zamanında fren yapmadı çaktı bana arkadan bir tane. Sonra ben olayı idrak edene kadar bir sarsıntı daha geldi mi ama araba baya sürüklendi öndekine falan girdim bende. O an anladım zincirleme giren girene. Bir hamle yapacağım sıkışıp kalmışım arabaların ortasında. Allahtan emniyet kemerim takılı bir yerimi çarpmadım öyle salak salak etrafa bakınıyorum derken bana sağdan bir girdiler. Oradan sonrası bende yok. Üstüme çıkmış galiba pezevengin evladı."

Umay Hanım bir eliyle yüzünü yellerken diğer eliyle dizlerinin üstünü ovuşturuyordu. Tamay'la birlikte ikisinin gözleri tekrardan dolu dolu olmuştu.

"Ay Allah'ım sen koru evlatlarımızı yarabbim. Verilmiş sadakamız varmış."

"Ben verdim!"

Umay Hanımın ağlamaklı konuşmasının sonunda bir anda yükselen Tamer hepimizi dumura uğratırken odadaki diğer herkes gibi ona tuhaf bakışlar attım. Birkaç saniyede bakışlarımızı fark eden Tamer az önceki coşkusuna nazaran kısık sesle söylendi.

"Verilmiş sadakamız var deyince annem şey ettim... Geçen ben vermiştim de."

Bu kez gerçekten de kendimi tutamayarak sesli bir şekilde kıkırdarken bu sefer gözler bana döndü. Tamay "Mal bu çocuk ya!" derken Umay Hanım sadece tebessüm etmekle yetindi. Deniz Bey sabır çekerek sırtını arkasındaki duvara yaslarken Demiröz 'Bunlar benim genlerim olamaz.' bakışları atıyordu Tamer'e.

Ares, Tamer'e sadece göz devirmekle yetinip bana dönerken bir süre gülüşüme baktı sessizce. Ardından Demiröz'ün radarına takıldığını fark ederek hızla önüne döndü.

Ben seni kendi ayakları üstünde duran ve kendi doğruları olan biri zannetmişken senin böylesine kukla çıkmana ne denmeliydi Ares?

"İyisin iyi, belli. Ayaklandıktan sonra altı ay araba falan yok. Oturmuyorsun şoför koltuğuna, şirketten bir şoför ayarlayacağım sana." diyen Deniz Bey otoritesini ortaya koyduğunda Tamer'den itiraz nidaları çokta gecikmedi.

"Ama baba!"

"Baba falan yok! Ben ne dediysem o olacak!"

Lakin bu itiraz nidaları bir işe yaramadı ve Deniz Bey, Demiröz'den gelmiş olduğu aşırı belli olan otorite genlerini hiç gocunmadan sergiledi. Bu otoriteye eşi Umay Hanım'da anında destek çıkarken anne yüreğini arka planda çokta fazla tutamadı.

"Baban haklı oğlum. Sen hele bir tamamen iyileş, ayaklan o zaman bakarız yine bir duruma."

Tamer'in babasına bakan memnuniyetsiz suratı annesine dönünce yumuşarken ona uzaktan bir öpücük attı.

"Hep sen şımartıyorsun bunları gelin." diyerek otoritenin asıl sahibi kendini öne atmaktan asla çekinmezken bakışlarım ona döndü. Bu onun için şaşırılacak bir şey değildi. Yavaş yavaş tanıyordum bu aileyi ve şüphesiz en sevmediğim insanlardan birisiydi beklenen dede.

Deniz Bey, eşine gelen lafa sessiz kalmazken babasıyla kısa bir münakaşaya girdi ayak üstü. Bu durum çokta ilgimi çekmezken bakışlarımı önüme döndürdüm. Tamer ifadesiz suratıyla bana dik dik bakarken aynı şekilde ona karşılık verdim. Kim bilir yine benimle ne gibi bir karın ağrısı vardı. Oda fazlasıyla kalabalık olmasaydı emindim ki yine bana sataşacak bir şeyler yapardı.

Çok değil beş dakika daha Sancaktar ailesi kendi aralarında konuşurken, beş dakikanın sonunda Demiröz kendisine gelen telefon yüzünden odadan çıktı. Onun peşine Umay Hanım ve Deniz Bey'de doktorlarla bir kez daha konuşmak için odayı terk ederken; Tamay ve Bars biraz hava alacağız diyerek gittiler.

Odada Tamer, Ares ve ben kalırken gitmek adına herhangi bir hamlede bulunmadım ama bu hamlenin Ares'ten gelmesi çok uzun sürmedi.

"Bizde eve gidelim Lavinia burada yapabilecek bir şeyimiz yok." diyerek benden onay beklercesine bana baktı. Onu sadece bir baş sallamasıyla onayladım. Tamer'e sadece bir kafa hareketiyle veda ederek odadan ilk çıkan Ares olurken, aralarının hala daha bozuk olduğunu anlamamak imkansızdı.

Odada baş başa kaldığım Tamer'e doğru birkaç adım atarak yaklaşırken bana dönen bakışlarıyla olan göz kontağını hiç bozmadan konuştum.

"Aileni çok korkuttun. Geçmiş olur umarım kendine dikkat et." dedim tüm samimiyetimle gerçekten de içimden gelerek.

Sözlerim karşısında ufak bir afallama yaşadığını gözlerimle görürken kendisini hızla toparladı. Yüzünde alaycı bir tebessüm oluştu.

"Ya sen?" dedi alaycılığını hiç bozmadan.

Onun bu haline gerçek bir tebessüm bahşederken gülerek alayla konuştum. "Bende insanım Tamer ve duygularım var. Ailen kadar olmasa da bende endişelendim. Senden pek haz etmemem sana bir şey olmasını isteyeceğim anlamına gelmiyor."

Sözlerim sonunda alaycılığı hızla kaybolurken birkaç saniye duraksadı. Ardından bakışları az önce Ares'in çıktığı ve çıkarken de aralık bıraktığı kapıya kaydığında bende oraya doğru baktım. Aralıktan yarım bir şekilde gözüken Ares'e baktı bir süre. Dedesiyle konuşuyordu ve yaptıkları konuşmanın ciddiyetinden olsa gerek peşinden hemen çıkmamamı pek umursadığı söylenemezdi. Belki de hala daha peşinden gitmediğimi fark etmemişti.

"Lavinia." dedi Tamer fısıldarcasına. Bakışlarını dedesi ve kuzeninden alarak bana döndü. Bir anda büründüğü bu gizemli hal ona bir adım daha yaklaşmamı sağlarken tıpkı onun gibi sessizce konuştum.

"Efendim?"

Gözleri tekrardan kapı aralığına kaydığında bu sefer uzun tutmadı bakışlarını ve hızla bana geri döndü. Uzandığı yerde hafif dikilmeye çalışırken hızla konuştu yine aynı kısıklıktaki ses tonuyla. Hatta belki de bu sefer daha kısık bir ton kullanmıştı ama dediği şeylerden buna pek dikkat etmemiştim.

"Git buradan! Arkana bakmadan git ve bir daha sakın geri dönme. Bizimle komple irtibatı kes!"

Belki de ilk kez onu bu kadar iyi anlarken yüzümde sahici bir tebessüm oluştu. Her ne kadar kendisiyle pek uyuşamasak da bir tek o dürüst olmuştu bana karşı hep.

"Tamer, teşekkür ederim." dedim sadece. Belki de o an Ares odaya girmeseydi daha çok şey söylerdim ama olmadı. Ares odaya girdi ve bunlar benim son sözlerim oldu.

"Hadi Lavinia."

Ve o gün tüm gece boyunca Tamer, kendisine oldukça tutarsız gelen benim bu hallerimi düşünüp durdu. Aklından türlü türlü şey geçti ama dışarıya tek bir fire bile vermedi. En sonunda da aldığı ilaçların ağırlığından çok dayanamadı ve ağrılar içerisinde uyuyakaldı.

*** 

Üstüme geçirdiğim uzun kollu badinin kollarını dirseklerime kadar sıyırırken kaldığım odadan çıktım. Adımlarım uzun koridorda yavaş yavaş ilerlerken ev oldukça sessizdi. Her yerin lambaları yanmadığından ve sadece bazı yerlerdeki lambaderler yandığından ev oldukça loştu.

Hastaneden ayrılıp eve geleli yaklaşık iki saat oluyordu. Yolda ilk başlarda sessiz olsak da eve yaklaştığımız esnada Ares bugün eğer Tamer kaza yapmasaydı nereye gideceğimizi sorgulamıştı. Tabi ki benden pek tatmin edici bir yanıt alamamanın verdiği tatminsizlikle en son sorgulamayı bırakıp susmuştu.

Eve girdiğimiz gibi kendimi duşa atarak tekrardan sorguya çekilme durumuna karşı önlem alırken uzun ve arındırıcı bir duş almıştım. Duştan sonra kısa bir bakımla kendimi oyalarken ondan daha fazla kaçamayacağımın bilincinde odadan ayrıldım.

Kalın yüksek bel bir tayt ve kalın sayılabilecek bir badi giyerek çıplak ayak evin içerisinde dolanırken Ares'in nerede olabileceğini düşünüyordum. Usul usul alt kata indiğimde burada da bir hareketlilik sezemedim ta ki oturma odasının kapısına gelene kadar.

Üçlü koltukta yarı uzanır vaziyette yatan Ares'i fark etmem çokta zor olmazken ona doğru ilerledim. Kapalı olan göz kapakları ben odaya girdiğimde açılırken sessizce ona doğru ilerleyişimi izledi. Benim gibi ıslak bıraktığı saçlarıyla onunda duş aldığını anlarken üzerinde klasik gri eşofmanı ve beyaz tişörtü vardı.

Benim gibi çıplak bıraktığı ayaklarının ucuna doğru koltuğa tünerken onunla olan göz temasımı kesmedim. Her zaman soğuk olan ayaklarım onun sıcacık olan ayaklarına temas ettiğinde kaşları çatıldı.

Bir anda uzattığı eliyle ayaklarımı tutarken uzandığı yerde hafifçe toparlandı ve sağa doğru kaydı. "Bir çorap giyinemedin mi?" diye homurdanırken bu kez de ıslak saçlarıma baktı dik dik. "Saçlarını kurutmadan çıkma da diyorum ama dinleyen kim?"

Kinaye üstüne kinaye yaparak homurdanmasına sadece kıkırdamakla yetinirken bir an için onun bu tatlı gelen hallerine kapıldım ve her şeyi unuttum. Kolumdan tutarak beni kendine doğru çektiğinde hiç sesim çıkmadı aksine ona yardımcı olarak yanında açtığı boşluğa kıvrıldım hızlıca. Koltukla onun arasında kalmak biraz sıkışık hissettirse de bedenimin yarısını onun üstüne doğru çıkarttığımdan bu his çabucak kayboldu.

"Sende kurutmamışsın saçlarını ve çorapta giyinmemişsin?" dedim kıyaslama yaparcasına.

"Seninle benim bünyem bir mi kızım?" diyerek anında itirazda bulunurken yüzümde alaycı bir tebessümle başımı ona doğru kaldırdım. Suratlarımız arasında yalnızca birkaç santim varken loş ortamda siyahmış gibi gözüken elalarına baktım.

"Kısasa kısas diye bir şey var canım. Sen yapabiliyorsan bende pek ala yapabilirim."

Sözlerim karşısında Ares de alayla gülümserken başını yasladığı yastıktan kaldırdı ve bana doğru eğildi. Onun bu hareketleriyle başım omzundan aşağı, koluna doğru kayarken yüzümdeki alaycılığı bozmadım.

"Bak sen." diyerek yüzüme iyice yaklaştığında dudaklarımız arasında yalnızca milimler kalmıştı. Bu durum kalbimin istemsiz hızlanmasına sebep olurken nefes alışverişlerimi düzenli tutmak adına kendimi zorladım.

"Ben ne yaparsam yapayım kısasa kısas yapacak mısın?" dedi yaramaz bir şekilde. Bu konuşmasının altında hiç de masum bir şeyler çıkaramazken onu anlamamazlıktan geldim.

"Evet." dedim tüm dik başlılığımla.

Beklediği yanıt tamda buymuş gibi bir anda dudaklarıma yapışmasıyla bedenimi istemsiz bir titreme sardı. Kalp atışlarım halaya durmuş bir Karadenizli gibi kontrolden çıktı. Ben daha kendime gelip ona karşılık veremeden hızla benden ayrıldığında yüzündeki tebessümle konuştu. Bu kez alaycılığı yoktu ve oldukça ciddiydi.

"Umarım buna da bir kısasa kısas yaparsın." dedi.

İlk birkaç saniye ne dediğini anlayamazken dediklerini ve yaptığı şeyi sonradan idrak edebildim. Dolgun dudaklarım bir balık gibi o şeklinde açılırken bir an ne yapacağımı bilemedim. Sonrasında bu gece onun bu tatlı hallerine kapılıp her şeyi unuttuğum aklıma geldi ve ben büyük bir istekle benden beklenen kısasa kısas olayını gerçekleştirdim. Onu öptüm.

Onu ilk defa 9 Ocak Cumartesi saat on sularında, Sarıyer'deki rezidansının oturma odasında öptüm. Bunun ömrüme bir ömür daha kattığına emindim lakin hiçbir şekilde kanıtlayamazdım.

Yalnızca dudaklarımı dudaklarına bastırarak dururken Ares'in harekete geçmesiyle bir anda alevlendi öpüşmemiz. Kaç dakika bu şekilde sürdü saymazken en sonunda nefessiz kaldığımı hissettim. Bendeki bu durumu fark etmiş olacak ki en sonunda yavaşça geri çekildi Ares. Her ne kadar dudakları dudaklarımdan ayrılsa da aramızda yalnızca milimler vardı.

Ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerimi araladım. Ela hareleri karşımda bana bakarken utançla gülümsedim ve yattığım yerden aşağı doğru kaydım. Bu sayede yüz yüze oluşumuzu bozarken başımı boynuna doğru sakladım. Utanıyordum hem de çok fazla. Diklenirken iyiydi güzeldi hatta öpüşürken daha da güzeldi ama bunun sonu fazlasıyla utanç vericiydi. Aramızda resmi bir ilişkiyi geçtim, sözel bir ilişki bile yokken bu kadar yakınlaşmak ve mahremiyet dolu anlar geçirmek ne kadar mantıklıydı bilemiyordum. Ama bunun umurumda olmadığını çok iyi biliyordum.

Ben artık bir şeyleri kafama takmayı bırakalı çok oluyordu. Battı balık yan gider hesabı salmıştım her şeyi ve umurumda olan tek şey kendimdim. Benim ne istediğim ne hissettiğim önemliydi. Gerisi teferruattı.

Eski beni; Her şeyi incelikle düşünen, millet ne der diyen, toplumun yarattığı etiklere dikkat eden beni annemle toprağa, babamla ceza evine koyup müebbete mahkûm etmiştim.

Başımı boyun girintisine saklamamla ufak bir kahkaha attı Ares. "Diklenirken iyisinde güzelim sonrası için biraz daha çalışman lazım."

Burnumdan sahte bir öfkeyle soluk verirken karnına dirseğimi geçirdim. Bu bir atış uyarısıydı benim dilimde.

"Çok komiksin bu kadar komik olma!" dedim aynı sahte öfkemi sürdürerek.

Her ne kadar rolümü çok iyi oynasam da biraz eğilip yüzüme baksa suratımdaki gülüşü görmemesi imkansızdı. Hızla gülüşümü sildim ve onun göğsüne iyice kıvrıldım. Bedenimin yarısı zaten onun üstündeydi ve ben neredeyse kucağına çıkmış vaziyetteydim. Açıkçası bundan şikayetçide değildim. Lakin bu bizim aramızda sır olarak kalsın.

"Tamam bir şey demedim." dedi vurduğum yeri ovalarken. Galiba biraz sert bir hamle yapmıştım. Canı çok yanmış mıydı?

"E ne yapalım?" diyerek konuyu dağıtırken Ares, sorusu üzerine biraz düşündüm.

"İzlemek istediğim bir film vardı. Onu seyredelim mi?" dedim hızla.

Olur der gibi başını sallayarak eline orta sehpanın üzerinden kumandayı aldı ve televizyonu açtı. Seri hareketlerle televizyondan internete girerken uzandığı yere iyice yerleşti ve beni sanki dahası mümkünmüş gibi biraz daha kendine çekti.

"Filmin adı ne?" dedi meşhur bir film sitesine girdiğinde.

"Malefiz."

Bakışları bana döndü. "Çizgi film falan değildir umarım." dedi dalga geçercesine. Cümlesinde büyük bir ima vardı ve ben bunu gayet iyi anlamıştım.

Sözleri üzerine kaşlarım hızla çatılırken karnına bir kez daha dirsek attım. "Değil!"

Geçtiğimiz günlerde bir akşam kaldığım odada çizgi film izlerken yakalamıştı beni ve bunu alay konusuna çevirerek bir süre benimle uğraşmıştı. Açıkçası hoş bir durum değildi. Çizgi film izlemekte ne vardı ki? Herkes izlerdi bir kere çizgi film!

"Tamam be kızım celallenme!" diyerek ona dirsek attığım kolumu tuttu beni sardığı eliyle. Kendince önlem alıyordu almasına ama bu bana işlemezdi.

"Duymadın mı hiç daha önce?" dedim merakla. Doğruyu söylemek gerekirse ben daha önceden bu filmi izlemiştim. Hatta ikinci filmi de geçen senelerde çıkmıştı ve onu da izlemiştim ama bunu Ares'in bilmesine gerek yoktu. Sadece filmi izlerken ki tepkilerini ve film sonrası düşüncelerini merak ediyordum.

Bahsettiğim filmi hızla bulup açarken kumandayı orta sehpaya geri koydu. Boşta kalan elini de bana sararken yanıtladı beni.

"Hayır."

Onu sadece bir baş sallamasıyla peki der gibi yanıtlarken başlayan filme döndüm ve tüm odağımı çaktırmadan Ares'e yönlendirdim. Başımı tekrardan koluna yasladım böylelikle yüzünü ve ifadelerini rahatlıkla görebilecektim.

İlk başlarda sessizlik içerisinde filmi izledik. Ares ondan beklenmeyecek bir biçimde ilgiyle izliyordu filmi. Açıkçası ben ilgisini çekmez sanıyordum.

Malefiz'i ve onun büyülü dünyasını gördük. Daha sonrasında Stefan adında bir insanla tanışmasını, yaşadıkları sözde aşkı ve o aşkın öpücüğünü. Her şey son derece sahteydi. Tabi bunu bir tek ben ve bu filmi daha önceden izleyenler bilebilirdi.

Daha sonrasında Stefan'ın yok olup uzun zaman sonra tekrardan ortaya çıkmasıyla Ares'in kaşlarının çatıldığını gördüm. Bu bilinçsizce verdiği bir tepkiydi. Bir boklar döndüğünü fark etmiş olsa gerekti.

Stefan'ın acımasız ihanetiyle harap olan Malefiz’in, Moors'u karanlık bir krallığa dönüştürüp kalbinin taşlaşmasıyla kaşları daha da çatıldı Ares'in. Benimse aklım Malefiz'in ihanete uğradığını öğrendiği ve kanatlarını, her şeyini, kaybettiği gecede bağıra çağıra ağlamasındaydı. Bu sahne bana çok tanıdıktı.

"Şimdi ne oldu kanatları kesince şerefsiz herif!" dedim öfkeyle.

Uzun sessizlik sonrası konuşmamla Ares bana dönerken bakışları hala daha arada devam eden filme kayıyordu.

"Onunda kendine göre bir amacı vardı." dedi bu dediklerinden hiç hoşnut değilmişçesine ama demek zorundaymışçasına.

"Amacı çok saçma!" dedim hızla.

Sözleri beni sinirlendirmeye yetmişti lakin bunu ona açıkça göstermedim. "Şimdi bu ihaneti nasıl unutacak? Peki ya kaybettiği şeylere ne olacak? Kanatları, inançları?"

Sözlerim üzerine derin bir nefes aldı Ares. Hararetle konuşmam sırasında ondan biraz uzaklaşmış olan bedenimi kendine çekti tekrardan iyice. Suratını görmemi istemezcesine çenesini başımın üstüne yasladı.

"Her şey biter, herkes gider ve her şey unutulur Lavinia." dedi sadece.

O her ne kadar basit bir cümle sarf etmiş gibi gözükse de bunun bende açtığı yaranın acısı kelimelerle tarif edilemezdi. Tamda tahmin ettiğim gibi düşünüyordu. Aşkta ve savaşta her şeyi mübah sanıyordu.

Uzun bir süre daha tekrardan sessizliğe gömüldüğümüzde sadece onun göğsünde yatarak düşüncelerle boğuştum. Onun dikkatle izlediği film benim düşüncelerimi kaostan kaosa sürükledi lakin o bunların hiçbirini fark etmedi.

Daha sonrasında sırasıyla Malefiz'in Aurora'yı lanetlemesini, onun bebekliğinden itibaren her gününde yanında olmasını izledik. En sonunda lanetin gerçekleştiği ana geldiğimizde Ares homurdandı.

"Bu kadar kötü olmasına gerek yoktu. Bebeğin bir suçu yok!" dedi.

Güldüm. Sesli ve alaycı bir gülüştü bu. "Bazen yaşadığımız kötü şeylerden kendimizi arındıramayız ve tüm bunlar bizi değişime mecbur kılar." dedim. Amacım Malefiz'i savunmak değildi. Onun bu yaptığını doğru bulmuyordum ama onu anlıyordum. Ona başka bir seçenek bırakmamışlardı. O tüm bunlara mecbur bırakılmıştı. Malefiz'le ne kadar da çok benziyorduk öyle.

"Bu fikrine katılmıyorum. İstemese her şeyi unuturdu ve hiçbir şey yapmazdı. Sonuçta bebek ona bir şey yapmadı, babası yaptı. Ayrıca onunda bir amacı vardı." dedi inatla. Aslında savunduğu şey bu değildi. O farkında olmadan kendini savunuyordu ve ben bunu çok net görüyordum. Aslında belki bana kızacaksınız ama ben galiba Ares'i de anlıyordum.

Düzensizleşen nefes alışverişini çaktırmadan kontrol altına almaya çalıştığını fark ettim. Üzerine daha fazla gitmek istemedim. Sakinlikle konuştum.

"Mesela ben eskiden çok fazla gülerdim. Çok konuşur, saatlerce aynı konudan bahsedebilirdim. Asla sıkılmazdım konuşmaktan. Sonra bir şeyler oldu, gerçi bir şeyler hep oluyordu ama ben çok geç fark ettim. Bazı konuları aşamadım, bazı ihanetleri sindiremedim, bazı cümleleri unutamadım, bazı şarkıları susturamadım ve kalbimi kötü yaşanmışlıklardan arındıramadım. Etrafımda birileri sürekli uzun uzun konuşup durdu ama ben hiçbirine cevap veremedim. Çok çırpındım, anlatmak istediğim şeyler dağlar kadardı ama beni kimse anlamadı, anlamak istemedi. Herkesi sevip iyiliğini istedim ama konu bana geldi mi kimse benim için bunları istemedi. Sonra sustum, hep öyle olur ya zaten."

*** 

Mecburiyet. Herkesin mecburiyeti kendine özeldi. Kendine hastı. Ares'inkini bilmiyordum ama benimkisi tamamen onların suçuydu. Beni yapacağım şeylere mecbur bırakanlar onlardı. Hoş Ares'inkini de bir mecburiyet olarak görmüyordum. İçimden bir ses her ne kadar canımı yaksa da bunun tamamıyla Ares'in kendi tercihi olduğunu söylüyordu. O sesin yanılmasını ne de çok isterdim ama biliyordum ki o ses sonuna kadar haklıydı.

Bir saate yakın bir süredir yoldaydık. Tamer bu sabah eve çıkmıştı ve şu anda onun yanına gidiyorduk. Zorla.

Dün geceki müthiş! film faslından sonra Ares'in odasına geçerek günü beraber uyuyarak sonlandırmıştık. Onun sıcaklığında uykuya dalıp yine onun sıcaklığında uyanmanın verdiği hissiyat benim için çok özeldi. Çok ilkti.

Son derece huzurlu uykumuzu sabahın saat sekizinde Tamer arayarak bozmuştu. Pazar pazar sabah sekizde niye uyandırılırdı ki insan? Ben eve çıkıyorum kalkın gelin beraber kahvaltı yapalım bizde demişti. Bu teklif beni son derece şaşırtmıştı. Beni de çağırıyordu! Gelin demişti? Evine! Kahvaltı yapmaya! Tamer?

Hastaneden bu kadar erken taburcu olmasına şaşırsak ve onaylamasak da o yataktan söylene söylene kalkmış ve hemen hazırlanarak yollara düşmüştük. Hatta Ares söylenmeyi kısa keserek direkt küfür faslına geçmişti. Son derece haklıydı. Benim terbiyem izin verse bende küfür ederdim Tamer'e. Çünkü saat daha sekizdi!

Sancaktarlar soyadları sayesinde özel hastanede ayrıcalıklı bir hasta olmanın verdiği avantajlara sahip olduğundan Tamer bu kadar erken ve kolay bir şekilde taburcu olabilmişti. Tabi Ares'in dediğine göre eve sık sık doktor gelecek ve Tamer'i kontrol edecekti. Hastane tarafından sunulan şart bu olmuştu. Onlar için hava hoştu kim bilir ne kadar bir fatura kitleyeceklerdi!

Bir saatin sonunda vardığımız ev Demiröz'ün ki kadar güzel ama ondan daha mütevaziydi. Yine son derece pahalı bir mevkideki sitelerden birinde müstakil bahçeli iki katlı bir evdi.

Bugün hava daha sisli ve soğuk olduğundan üzerime kalın, bedenimi tamamen saran boğazlı yün bir elbise giyinmiştim. Etekleri dizimin hemen altında biten elbise koyu gri rengindeydi. Altıma uzun çorap giyinmek istemediğimden bileklerimin dört parmak üstünde biten düz tabanlı bir çizme giyinerek bacaklarımı olabilecek en az açıklıkta bıraktım. Üzerime siyah kaşe kabanımı alarak hafif bir makyaj yapmış ve saçlarımı salık bırakmıştım. Saçlarım kendi doğallığında bukle bukle omuzlarımdan aşağı sarkarken Ares'in aracı park etmesiyle araçtan indim.

Hızlı adımlarla yanıma gelen Ares'in yönlendirmesiyle eve ilerlerken ilk defa geldiğim bu yer beni nedensiz heyecanlandırmıştı. Böyle şeylere heyecanlanmamam gerektiğinin bilinceydim ama bu duruma engel olamıyordum. Demiröz'e gidişimizin aksine hiçbir gerginlik hissetmezken bunun artık onlara alıştığımdan mı yoksa her şeyi saldığımdan mı olduğuna karar veremedim.

Kısa sürede vardığımız evin kapısında zile basan ben oldum. Bir dakikadan kısa bir bekleyişin ardından tıpkı Demiröz'de olduğu gibi kapıyı yardımcı bir kadın açtı.

"Hoş geldiniz efendim." diyerek son derece güler yüzlü karşılama sergileyen kadına sadece gülümsemekle yetindim. Demiröz'ün evinin aksine burada girişte ayakkabılarımızı çıkartırken yardımcı kadının verdiği ev terliklerini giyindik. İşte burayı şimdi daha çok sevmiştim. O neydi öyle yok ayakkabıyla eve girmeler yok ayakkabının altını paspasa silmeler falan? Tamamen örfümüze kültürümüze aykırı saçma sapan işler!

"Herkes salonda sizleri bekliyorlar." diyerek bizi bilgilendiren kadın son olarak kabanlarımızı da alarak kısa süre içinde yanımızdan ayrıldı. Tekrardan Ares'in yönlendirmesiyle ilerlemeye başlarken hemen salona ulaşmıştık.

Gerçekten de herkes buradaydı. Bir eksikle. Demiröz. Bu eksiklik beni mutlu ederdi.

Tamer ona özel hazırlanmış üçlü koltukta uzanırken ayak ucunda oturan annesiyle sohbet ediyordu. Tamay ve Bars ikili koltukta oturmuş bezmiş bir şekilde Tamer'e bakarken bizi ilk fark eden tekli koltukta oturan Deniz Bey oldu.

"Hoş geldiniz çocuklar."

Deniz Bey'in konuşmasıyla tüm gözler bize dönerken bir farklılık yapıp ilk atakta ben bulundum. "Günaydın herkese." dedim.

"Günaydın canım, hoş geldiniz." diyen Umay Hanım ayaklanarak ikimize de tek tek sarıldı.

"Pazar pazar sabahın köründe ne günaydını ya!" diyen Ares, üzerindeki huysuzluğu çekinmeden gösterdi.

"Sorma Ares ya bence de! Bizi bir salında dinlenelim dimi ama!" diyerek Ares'e destek çıkan Tamay'ı Bars başıyla onaylarken gözlerim Tamer'e kaydı.

Onların bu haline Tamer anında surat asarken en az Ares kadar huysuz bir biçimde homurdandı. "Ben ölümden dönmüşüm şunların yaptığına bakın. Zaten sırf cenaze masrafı çıkmasın diye yaşıyorum ama sizin bu yaptığınız çok ayıp! Bilseydim böyle olacağını çıkartırdım o masrafı."

"Ay tövbe de annem ne biçim konuşuyorsun ya!" diyen Umay Hanım'ın yüreği ağzına gelmiş olacak ki yüzü bir an sararır gibi oldu. Düşüncesi bile onu fazlasıyla kötü yaparken elleriyle boğazını ovmaya başladı.

Dakika bir gol bir tadı kaçan ortama bir an el atma ihtiyacı hissederek hızla olaya müdahale ettim. Ares'in yanından ayrılarak Tamer'e doğru yürüdüm ve o esnada Umay Hanım'ın yanında birkaç saniye durarak sırtını sıvazlarken hızla konuştum.

"Bence de böyle konuşmayalım değil mi ama? Hem verilmiş sadakan varmış, sen vermişsin ya Tamer." dedim ve ardından Tamer'in ayak ucuna doğru oturdum.

"Evet bu doğru." dedi Tamer bir anda göğsünü kabartarak.

"Bugün nasıl hissediyorsun kendini?" diyerek benden yine hiç beklenmeyecek bir atak daha yaptım. Bugün kendimi baya şaşırtıyordum tabi ki diğer tüm herkesle birlikte.

Dün akşamdan sonra Tamer'e karşı olan antipatim bir anda azalmaya başlamıştı. Zaten yarından sonra her şey kökten değişeceğinden son günümde dilediğimce kendim gibi davranabilirdim. Ve ben özümde oldukça eğlenceli, samimi birisiydim.

"Sonunda birisi benim nasıl olduğumu merak etti bu kişi her ne kadar sen olsan da şükür! Hiç iyi değilim şu halime bak tuvalete bile tek gidemiyorum. Mahremiyet falan kalmadı arkadaş!"

Gerçekten de bu soruyu bekliyormuş gibi taramalıya takmış gibi konuşan Tamer'in arada bana yaptığı imayı görmezden geldim. Onun bu haline odada bulunan herkes göz devirirken Umay Hanım kahvaltıyı kontrol edeceğini söyleyerek salondan çıktı. Onun peşine Deniz Bey'de eşini takip ederken Tamer'e hiçte hoş bir bakış atmadı. Kim bilir adamı neler yaparak kızdırmıştı yine bu çocuk.

Ares amcasının kalktığı yere yayvanca oturarak gözlerini kapattı ve kafasını arkaya doğru attı. Sanırım uykusunu pekte iyi alamamıştı. Oysaki bende onunla aynı anda uyanmıştım ve gayet iyiydim. Tamam belki birkaç saat daha uyusam daha güzel olurdu ama neyse.

Ares'ten çektiğim bakışlarımı Tamer'e çevirirken Tamay karşı koltuktan ikizine laf atmakta gecikmedi. "Az dikkatli olsaydın da böyle olmasaydı."

"Ya kızım sanki ben çarptım ilk. Arada sıkıştım diyorum sıkıştım! Benim ne suçum var burada?" diyerek bıkkınlıkla açıklama yapan Tamer, Tamay'a laf anlatamayacağını anlayarak bana döndü.

Kim bilir dün geceden beri bu durumu kaç kere açıklamaya çalışmıştı. Yüzünde bıkkın bir ifade varken altta yatan üzüntüyü görmek benimde canımı sıktı. Hiçbir suçun yokken sürekli azar yemek hoş bir şey değildi.

"Onlar sadece senin için çok fazla endişelendi boş ver sıkma sen canını. Senlik bir hata olmadığının aslında herkes farkında ama dediğim gibi korktukları için biraz agresif tavırlar sergiliyorlar." dedim hafif Tamer'e doğru eğilip bir sır verircesine.

Sözlerim üzerine Tamer'in gözleri ışıldarken tıpkı o da benim gibi fısır fısır konuşmaya başladı. "Beni bir sen anlıyorsun ya şaka gibi!"

Sözleri her ne kadar kinaye barındırsa da bundan kötü bir hissiyat alamadım. Sadece gülüp geçtim. "Aslında sana en iyi ben arkadaş olabilirimde kıymetimi bilmiyorsun." dedim büyük bir özgüvenle.

Sözlerim Tamer'in iki kaşını da havaya kaldırırken bu hallerimin onu cidden şaşırttığını apaçık görebiliyordum. Suratındaki ifadeye karşı ufak bir kıkırdama kaçtı dudaklarım arasından.

"Siz sessiz sessiz ne konuşuyorsunuz bakayım orada?" diyen Tamay, radarlarının üzerimizde olduğunu açıkça gösterirken sözleri Ares'in de dikkatini çekmiş olacak ki gözlerini kısık olacak şekilde aralayarak bize baktı. Gördüğü manzara pek hoşuna gitmemiş olacak ki kaşları çatıldı.

"Sevgilim sen birine laf atmadan duramıyor musun?" diyerek olaya katılan Bars da Tamay'daki huzursuzluğun pek ala farkındaydı. Dün o kadar korkmuştu ki şimdi bunun acısını fazlasıyla agresif ve huysuz tavırlarıyla çıkartıyordu.

"Ya ben ne yaptım şimdi?"

Homurdana homurdana salonu terk eden Tamay'ın ardından bakarken konuştum. "Çok korktu dün. Hıncını nereden alacağını bilemiyor galiba." dedim.

"Sen bırak yardım işlerini de psikoloji falan oku. Ne çok şey biliyorsun sen öyle?" dedi Tamer sağlam ayağının ucuyla beni dürterken.

Ona döndüm hızla. Yüzümde gerçekçi bir heyecan oluşurken konuştum. "Ay aslında ben Sosyal Hizmetlerle Psikolojiyi çap yapmayı düşünüyorum biliyor musun? Bence de psikoloji okumalıyım değil mi?"

Eğer bu dediklerimi yaparsam düzelteceğim ilk psikoloji kendiminki olacaktı. Yani bunu yapabilmeyi umuyordum. Sonuçta terzi kendi söküğünü dikemez diye bir laf vardı ve eğer bu doğruysa halim harap, benim hayaller yaştı.

"Eğer böyle bir şey olursa lütfen önce bizim aileden başla tamam mı?" diyen Tamer'e ufak bir kahkaha attım.

"Sizden önce kendi ailem var ama tamam. Sizi de onların hemen peşine alırım." dedim gülmeye devam ederken. Benimkisi tamamen acının yüzsüz tebessümüydü.

Aşamadığın acıya gülüp geçecektin bu hayatta. Yoksa ya delirirdin ya da delirir. Başka bir seçeneği yoktu bu işin. Hoş şu anda da pek akıllı olduğum söylenemezdi ya neyse.

"Yarına izin yazıldı değil mi Ares?" diyen Bars dikkatimi Tamer'den kendine çekerken Ares onu ne zaman kapattığını görmediğim gözlerini açmaya tenezzül bile etmeden yanıtladı.

"Evet." dedi mırıldanırcasına. Şu anda resmen koltukta uyukluyordu! Görende gece beşik salladı sanacaktı.

"Ne izini bu?" dedim hızla konuya dahil olarak.

Aslında muhatabım Ares iken bana beklediğim cevabı Bars verdi. "Yarın için bir günlük iznin iyi olacağını söyledi Deniz Amca. İyice dinlenmemiz için."

Bu durum gerçekten de çok iyi olurdu. İyi düşünmüştü Deniz Bey. Her zaman ince düşünceli bir adamdı vesselam.

Bars’ı sadece başımla onaylarken içeri Umay Hanım girdi yanında Tamay ile. "Evet çocuklar kahvaltı hazır hadi sofraya."

Beklenen komut geldiğinde acıkmaya başladığımı fark ettim. Oturduğum yerden ayaklanırken Ares'e baktım. O çoktan ayaklanmıştı.

"Peki ya ben? Bana ne olacak burada? Aç bi aç burada tek başıma sizi mi bekleyeceğim ben? Yazık değil mi bu çocuğa? Ben burada böyleyken siz içeride rahat rahat yemek yiyebilecek misiniz ha?!"

Tamer'den gelen ajitasyonla hiç mi hiç şaşırmazken onun bu haline Ares gözlerini devirdi.

"Evet neden yiyemeyelim?" diyerek salondan ilk çıkan Ares olurken onun arkasından Tamer sahteden doldurduğu çok belli olan gözleriyle baktı. Yalandan birde dudaklarını büzdüğünde Umay Hanım derin bir nefes verdi. 'Ben bu çocukla ne yapacağım.' der gibi bir surat ifadesi vardı.

Ares'in peşinden bende salondan çıkarken arkamdan Tamer'in çemkirmesini yarım yamalak duydum.

"Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş. İki kazulette bana nasıl sırt dönüp gidiyor görüyor musun aney?"

Bugünün oldukça uzun ve yorucu geçeceği daha ilk dakikalardan kendini belli ederken içimden Ares'e bir bahane bulup buradan gidelim dersem ne kadar ayıp olacağını hesaplıyordum.

-BÖLÜM SONU-

Tamer en bir en favorim olabilir! Bölümü nasıl buldunuz?

Beğeni ve bol bol yorum yapmayı eksik etmeyin ve tabi kitabı ve beni takibe almayı da! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Bölüm : 18.11.2024 19:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...