26. Bölüm

BÖLÜM 25

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

İYİ OKUMALAR

"O olay öyle değildi ama baba ya!" diyerek elindeki çekirdek kabuğunu kucağındaki kâsenin içine fırlatır gibi attı Tamer. Kaşları hafif çatılmıştı ve birazda suratı kızarmıştı. Utanmış mıydı o?

"Ne demek öyle değil? Gayet de öyleydi beyefendi."

Deniz Bey itiraz istemezcesine kaşlarını kaldırırken anlatmakta olduğu olaya devam etti. "Artık gittiği okulda pisuvara işemeyi kim öğretti daha beş yaşındaki çocuğa bilmiyorum ama evde de bu böyle her yere işiyormuş meğer. Eğer Tamer'i mutfakta sandalyeye çıkmış bir biçimde lavaboya işerken yakalamasaydık anlamayacaktık da. İşin iyi yani bunun salak olduğunu o zaman anladık bu olay sayesinde. Bir insan pisuvarla lavaboları nasıl benzetebilir anlamıyorum. Yani en azından mutfak lavabosunu benzetmezsin değil mi? Mutfak yani!"

Ben hariç herkesin bu olayı daha önceden dinlediğini yüzlerinde oluşan sadece bir sırıtmadan anlarken ben kahkahalarla gülüyordum. "Yalnız bu olay çok iyi gerçekten." dedim kahkahalarım sırıtmaya dönerken. Kucağımdaki çekirdek kasesinden keyifle bir avuç çekirdeği daha elime alıp çitlerken sırıtarak Tamer'e alttan alttan bakıyordum.

Hava çoktan kararmıştı. Sabahtan beri buradaydık. Kahvaltı sonrası sohbet muhabbet derken öğle yemeği vakti gelmişti. Onu da hep beraber yemiştik ve bir kahve içelim biraz daha sohbet edelim diye diye akşam yemeğini de burada aradan çıkartmıştık. Sofradan kalkalı neredeyse bir saat oluyordu ve biz cümbür cemaat salonda oturmuş çay eşliğinde sohbet ediyorduk.

Sabahtan beri aynı kadroyla oldukça uzun sohbetler etmiş ve fazlasıyla eğlenmiştim. Gerçekten samimi bir ortamdı ve ben böyle bir ortamda bulunmayalı galiba uzun zaman oluyordu. Ares nedensiz bugün fazla huysuz ve sessizdi. Gün içinde bana tam yedi kez sıkıldıysan gidelim mi diye sormuştu ama ben hepsinde onu reddetmiştim. Çünkü hiç sıkılmamıştım.

Hatta Umay Hanım'la bir ara beraber mutfağa girmiş ve tatlı yapmıştık. Bunun için Tamer'in baskısına ve mobingine fazlasıyla maruz kalmıştım. Canının bir anda tatlı çekmesiyle ve nedensiz! bunu benden istemesinden çıkarttığım tek anlam benim elimin fazlasıyla lezzetli olması ve Tamer'in de bunu çok iyi biliyor olmasıydı. Birde kahvaltı faslında bana kendi kendine küstüğünden bunun bir barışma maliyetinde olacağını da söylemesiydi.

Normalde tanıdığım Tamer'le bugünkü Tamer asla aynı kişi olamazken aslında bugün gördüğüm kişinin gerçek Tamer olduğunu fark etmem çokta zor olmamıştı. Arada aramızda imalı bakışmalar geçse de hiç yalnız kalmadığımızdan dün akşamki gibi bir konuşma yaşanmamıştı.

"Baba ne gerek var şimdi milattan önceki konuları açmanın? Hem ayrıca hep beni anlatıp rezil edeceğine birazda Ares'i falan rezil etsene!"

Tamer'in sözleriyle hevesle Deniz Bey'e dönerken heyecanlanmıştım. Ares'in de var mıydı böyle anıları? Öğrenmek için içten içe sabırsızlanarak Deniz Bey'e diktim bakışlarımı. Ama Tamer'in sözleriyle Deniz Bey'in bundan pekte memnun olmamış gibi suratı düz bir hal aldığında yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anladım.

"Ares oldukça uslu ve akıllı bir çocuktu yoktu onda böyle şeyler." diyerek konuyu resmen geçiştirmesiyle benim altı köşeli jetonum düştü.

Bahsettikleri zamanlarda Ares hem yetim hem de öksüz bir biçimde dedesinin dibinde hiç bulunmaması gereken yerlerde, olmaması gereken işlerin içindeydi. Onun hiç böyle haylazlıklar yapmaya ya da bir şeyleri yanlış öğrenmeye fırsatı olmamıştı. Ona bu fırsat Demiröz tarafından hiç verilmemişti.

Laf aralarında öğrendiğim kadarıyla o hep şirkette dedesiyle ya da Demiröz'ün o soğuk nevale malikesinde özel eğitimli dadılarla vakit geçirmişti. Ares'in galiba hiç çocuk olma fırsatı olmamıştı. Eğer imkânım olabilseydi ona o çocukluğu verebilmek için her şeyi yapardım. Belki o zaman böyle olmazdı. Bu kadar duygusuz, bu kadar hissiz, bu kadar... Neyse ne işte bu kadar olmazdı işte.

"Peki senin çocukluğun nasıldı Lavinia?" diyerek konuyu bana çeken Umay Hanım'a döndüm.

Travmalı.

"Tamer'in ki kadar kötü olmadığına eminim." dedim gülümseyerek.

Acılarını anımsadığın anlarda onlara yenilmeyip gülümseyebiliyorsan büyümüşsün mü demek oluyordu? Bilemiyordum. Eğer öyleyseydi bu durum, ben büyümeyi de geçip artık direkt yaşlanmaya başladığımı on sekizinci yaşımın son günlerinde rahatlıkla söyleyebilirdim.

"Ona ne şüphe canım." dedi Umay Hanım gülerek.

Sözlerim karşısında Tamer suratını buruşturarak bana bakarken dudaklarını oynatarak 'Çok komik' dedi. Aynı surat ifadesiyle anında ona karşılık verdim ve sonrasında hızlıca kendimi toparlayarak birisine rezil olmadan önüme döndüm.

"Ben nasıl bununla dokuz ay aynı karında kalmışım ona çok şaşırıyorum ya!" dedi Tamay sohbete dahil olarak.

Kızından gelen şaşkınlık nidasına tepkisiz kalamayan Umay Hanım'ın sözleri eşi Deniz Bey'i güldürdü. "Sen onu bir de babana sor kızım."

"Neler çektiğimi bir Allah iki annen biliyor. Allah kaderime yazdı, annen bizzat yaşattı."

Deniz Bey'e tebessümle bakarken onun gerçekten de ne kadar iyi bir eş ve baba olduğunu görebiliyordum. Bu durum içimi burktu ben farkında olmadan. İstemsiz bir kıskançlık bedenimi sardı. Benim babamda çok iyiydi ben küçükken. Yani en azından ben o zamanlar öyle sanırdım çocuk aklımla.

"Çok mu zordu hamileliğiniz?" dedim Umay Hanım'a dönerek. Kafamın içinde dönen eski zamana ait anıları görmezden gelmeye çalıştım.

"İlk ve son hamileliğim. Gerisini sen düşün nasıl geçti."

Aldığım yanıtla yüzüm hafiften buruşurken mırıldandım. "Zor ya."

"E dünyaya yeni bir canlı getiriyorsun kolay bir şey değil ki." diyerek Bars da fikrini belirtirken Tamay'ın yüzündeki durgunluk dikkatimi çekti. Derin düşüncelere dalmış bir vaziyette kucağındaki ellerine bakarak öylece dururken surat ifadesinden pekte iyi sonuçlar çıkartamadım.

"Biz artık kalkalım." diyerek bir anda konuşmaya bodoslama dalıp keyifli sohbetimizi bölen Ares'e döndüm. Saat on bire geliyordu ama daha tam on bir olmamıştı. Benim gibi salondaki diğer herkeste onun bu ani çıkışına dönüp bakarken ilk tepki Tamer'den geldi.

"Gitmeyin ya benim canım sıkılıyor kalın bu gece burada. Sen benim odamda yatarsın ben bu koltukta yatıyorum zaten. Lavinia'yı da karşı koltuğumda yatırdık mı tamam! İnanır mısınız bilmem bende pek inanamıyorum ama bu kızın sohbeti sizinkinden daha keyifli."

Tamer bugün gerçekten de kendini aşarken sonunda onun zincirlerini kırabilmeme tebessüm ettim. Her ne kadar iş işten geçtikten sonra olsa da bu durumu problem etmedim. Ben zaten Tamer için eğer yıldızlarımız uyuşsaydı çok iyi arkadaş olabileceğimizi başından söylemiştim. Maldan anlıyordu bu çocuk.

"Oldu paşam başka isteğinde var mı? Alevli meyve tabağı da göndereyim gece!" diyerek homurdanan Ares'e karşı Tamay da ikizine destek çıktı.

"Evet ya kalın. Geç oldu hem gitmeyin bu saatte. Sen Tamer'in odasında kalırsın, Lavinia da benimle kalır."

Bu gece herkesin benimle kalma isteğini duyan Ares'in suratını iyice düşerken ben hiç sesimi çıkartmadan olanları izliyordum. Onlar Ares'in inadına gidermişçesine böyle konuştukça keyifleniyordu ortam.

"Aynen gitmeyin. Burada kalabilirsiniz çocuklar." diyerek olaya Deniz Bey'de dahil olurken Umay Hanım başını sallayarak eşine destek oldu. "Bence de."

"Niye bizim evimiz yok mu?" dedi Ares ifadesiz bir biçimde amcasına doğru.

Yok! Bizim evimiz mi var? Senin evin var, benim yok. Benim kocamın evi yok! Benim kocam bile yok!

"Bu da ayrı bir olay anasını satayım!"

Tamer'in homurdanmasına gülerek oturduğum yerden ayaklandım. Kendi iç dünyamda giderek saçmalıyordum ve delirmemem için buna bir an önce son vermem gerekiyordu. "Uyku saati yaklaştıkça huysuzlanıyor bence de biz en iyisi gidelim." dedim.

Sözlerim karşısında bu kez Ares'in radarlarına ben takılırken Tamer gür bir kahkaha attı. "Ay dimi ya! Bu hep böyle kazulet geldi kazulet gidecek. Gece üstünü açmış mı diye de kontrole git arada."

"Ben seni gece kontrole bir geleceğim Tamer göreceksin! Son gecenin o gece olmasını istemiyorsan sus!"

"Bu da yaşlandıkça iyice çekilmez oluyor ya! Sen nasıl dayanıyorsun lavkuşum buna. Ömür törpüsü gibi."

Tamay'ın sözleri yüzümde buruk bir tebessüm oluştururken bilmem dercesine omuzlarımı yukarı doğru kaldırdım. 6 Ocak akşamına kadar gayet güzel seve seve dayanıyordum ama o akşam iş değişmişti. O, dayanılmaz bir hal almıştı. Artık acı veriyordu.

Güzel bir rüyadan mı uyanmıştım yoksa hiç bitmeyecek bir kabusa mı yatmıştım hala daha bilmiyordum. Buna henüz bir karar verememiştim ve evime, eskiden evim olduğunu düşündüğüm yere, dönene kadar da bir karar verebileceğimi sanmıyordum.

"İllaki hesaplaşacağımız bir yer denk düşer. Siz konuşun konuşun!" diyerek çıkışa yönelen Ares'in arkasından baktım kısa bir süre.

"Galiba biraz kızdı. Şu sıralar işiniz düşmesin ona canınıza okur gibi geliyor." dedim.

"Aman boş ver sen halledersin ya."

Tamay ultra rahat tavırlarıyla beni hiç şaşırmazken ona sadece gülümsedim ve Tamer hariç diğer herkesle birlikte Ares'in peşinden çıkışa doğru ilerlemeye başladık. Tabi bunu yapmadan önce kısa bir baş selamı ve duygu dolu bakışmayla Tamer'le vedalaştım. O bu vedayı anladı mı bilmiyorum ama bir şeyler hissettiğine emindim. Çünkü gözlerinde gördüğüm bir şey vardı, anlamlandıramadığım bir şey.

Tamay bilmiyordu ki o işleri düşeceği zaman geldiğinde yerimde esecek olan yelleri. O her ne kadar bunları bilmese de ben sesimi çıkartmadım. Bilmesine de gerek yoktu açıkçası.

"Çok keyifli bir gündü sık sık gelin tatlım." diyerek elini belime koyan Umay Hanım'a doğru döndüm ilerlememi sürdürürken.

"Her şey için teşekkürler gerçekten de güzel bir gündü." dedim. Her ne kadar Umay Hanım'a doğru desem de arada birkaç saniyelik bir zaman diliminde Deniz Bey'le de göz teması kurmuştum.

"Her zaman bekleriz" diyen Deniz Bey her zamanki kontrollü tavrını bozmazken çoktan dış kapıya ulaşmıştık. Ares kabanını giyinmiş vaziyette elinde benim kabanım ve çantamla beni beklerken Umay Hanım eşinin aksine bana sıcak bir sarılmayla karşılık verdi.

"Hatta yarın sabahtan yine gelin uygunsanız. Bu çocukla nasıl baş edeceğiz bilemiyorum vallahi bugün sizin varlığınızla oldukça rahat geçti."

"Kolay gelsin ne diyeyim ki işiniz baya zor." dedim sadece başka bir yorumda bulunmaktan çekinerek. Gider ayak kendimi de ele vermek istemiyordum.

"Normalde zaten çekilmiyorken bir de alçılı kazazede hiç çekilmez. Bence de yarın sabah hemen gelin tekrar." dedi Tamay Ares'e doğru. Sözleri her ne kadar bana demiş olsa da bu kararı Ares vereceğinden ona bakma gereksiniminde bulunmuştu. Karşılığında Ares'ten hiçbir tepki alamazken aksine Ares bana yaklaşıp kabanımı ve çantamı elime tutuştururken tok bir ses tonuyla "Hadi." dedi.

Onun bu haline göz devirerek Tamay'a hitaben sadece "Bakarız." dedim. Ardından herkesle tekrardan kısa bir vedalaşma faslı gerçekleştirerek evden ayrıldım. Ares benden önce çıkıp arabaya yerleşmişti bile.

Elimde tuttuğum kabanı hiç giyinmekle uğraşmazken hızlı adımlarla arabaya yürüdüm. Ares'in içerisini çoktan ısıttığına emin olduğum araca bindiğim de yanılmadığımı görmek beni sevindirdi. Ben bu saf salaklıkla hayatımı sürdürmeye devam edersem daha çok ihanete ve kandırmacaya uğrardım. Bu gerçek içimdeki saçma sebepten ötürü ortaya çıkan sevinç duygusuyla acımasızca yüzüme çarparken bir an önce bu gecenin bitmesini diledim.

*** 

Korkuyordum. Bu korku tüm iliklerimi titretirken beni nefessiz bırakacak türdendi. Bir işe kalkışmıştım; Tamamen öfkeyle. Sonuçları ne olacaktı bilmiyordum. Ben bilinmezlikleri sevmezdim. Onlardan korkardım. Yumurta kapıya dayanana kadar gayet iyi gitmiştim ama şu an benliğimi saran bu korku... Tarifsizdi.

Elimdeki sırt çantama son kişisel eşyamı da koyduktan sonra onu giyim odasında bir köşeye koydum. Etrafta usulca göz gezdirdim. Ona ait hiçbir şey almazken neredeyse kendime ait tüm eşyalarımı da burada bırakmak durumdaydım.

Saat sabaha karşı beşti. Henüz hiç uyumamıştım. Birkaç saat sonra Ares'i dışarıda kahvaltı yapalım diyerek uyandıracaktım. Planımın sağlığı için evden valizle çıkamayacağımdan mecburi özel ve önemi olan kişisel eşyalarımı sırt çantama koymuştum.

Planım eğer başarılı olursa sonrasında neler olacağını ve neler yapacağımı kesinlikle bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı o da tekrardan bir sil baştan yapacak olmamdı.

Bu hayata bir kere gelmiştim ve daha kaç kere sil baştan yapmam gerekecekti bilmiyordum ama umuyordum ki bu son olurdu. Çünkü ben artık daha fazla kaldıramıyordum. Pes etmiş sayılmazdım ama pes etmeye bir soluk kadar yakındım.

Uyuşuk adımlarla giyim odasından çıktım. Uyuyamayacağımı biliyordum. Bana verilen odadan da çıktım. Adımlarım bilinçsizce onun odasına doğru gidiyordu. Son kalan birkaç saatimde onu seyretsem bir şey olmazdı.

Sessiz olmaya özen göstererek araladım Ares'in yatak odasının kapısını. Açtığım hafif aralıktan içeri bir göz attım. Gördüğüm kadarıyla Ares yatakta yüz üstü uyuyordu. Aralık olan kapıyı biraz daha araladım. Odaya girebilmem adına yeterli açıklığı sağladığımda nefesimi tutarak içeri girdim. Ardımdan kapıyı kapatmaya gerek görmedim.

Çıplak ayaklarımı yere tam basarak oldukça sessiz ilerliyordum. Öyle ki hala daha nefesimi tuttuğumu artık isyan eden ciğerlerimin sızısıyla fark ettim. Fark edilmeyecek kadar cılız soluklar alıp vermeye başladım. Şu anda ölmek istemezdim.

Burada gözümü açtığım ilk günde yattığım tarafta değil de Ares'in oturduğu tekli koltuk tarafında yatıyordu. Adımlarım beni o tekli koltuğa götürdü. Hareketliliğimi sezmemesi adına kendimi kasarak tünedim koltuğun üstüne.

Derin bir uykuda olmadığı çok belli olan yakışıklı suretinde kaşları çatıktı. Bir insan uyurken de agresif olamazdı! Galiba bu agresifliği tamamen Demiröz'den gelen bir huydu.

Güneş doğduğunda olacak olanlar Demiröz'ün hiç hoşuna gitmeyecekti. Benden nefret edeceğini hatta ve hatta beni düşman belleyeceğini düşünüyordum. Açıkçası bu umurumda olmazdı. Bu onların eserinin yazdığı bir sondu. Bu benim yazdığım bir sondu. Tıpkı kendi aileme yaptığım gibi.

Her ne kadar kendi ailem için bilinçli bir şey yapmasam da sonuçta olan olmuştu. Eser benim eserimdi. Sonuç benim sonucumdu. Bu kez işler kendi aileminkinden biraz farklıydı. Bu kez bilinçliydim. Hem de hiç olmadığım kadar.

Oturduğum yerde oldukça rahatsız olsam da bunu sorun etmedim. Tamı tamına dört saat altı dakika boyunca o rahatsızlıkla oturmaya devam ettim. Nihayetinde güneş doğdu ve yeni bir gün başladı. Saat dokuzu on geçerken artık Ares'i uyandırmam gerektiğini fark ettim.

Uykusuzluk başımı ağrıtmaya başlayalı birkaç saat oluyordu. Gözlerimin şişliğini aynaya bakmadan bile rahatlıkla söyleyebilirdim.

Oturduğum yerden dikildim yavaşça. Tüm kemiklerimin iç içe geçtiğini hissediyordum. Birkaç saniye kendime zaman tanıyarak bedenimin açılmasına izin verdim. Bu her ne kadar pek mümkün gözükmese de olduğu kadarıyla yetinmeyi iyi bilirdim. Her yerim tutulmuştu. Önemsemedim ve Ares'e ilerleyerek dibine kadar gittim ve usulca yatağının ucuna tünedim.

Yatağında yarattığım hafif baskıdan ötürü zaten derin olmayan uykusu anıda açılan Ares, ben daha ona seslenemeden gözlerini araladı. Uyku mahmurluğu üzerinde bir şekilde beni gördüğünde ela harelerini bir şaşkınlık dalgası kapladı.

"Lavinia?"

"Günaydın." dedim onun bu haline gülümseyerek. Gerçekten de erkek güzeliydi bu çocuk.

"Günaydın." dedi tarazlı sesiyle kendisini yatakta sırt üstü döndürerek. Uzun bir gerinmenin ardından kısık bakışları bana döndü merakla.

"Bir şey mi oldu?" dedi hafif şüphe barındıran sesiyle. Sabah sabah neden tepesinde zebellah gibi dikildiğimi merak etmiş olsa gerekti.

"Bugün kahvaltıyı dışarıda yapalım mı?" dedim sevimli bir ses tonu kullanmaya özen göstererek. Başımı hafifçe sol omzuma doğru yatırdım. Salık saçlarımın onun düz karın yüzeyine doğru dökülmesine izin verdim.

Sözlerim üzerine kaşları kalkan Ares bana değişik bakışlar atarken gözlerimi kaçırmamak adına kendimi kastım. Benden gelen bu teklif onun için bir ilk olabilirdi. Normalde evden çıkmak istemeyen yanımı sık sık gördüğünden bu tuhaf kaçmış olsa gerekti. Geçen Tamer kaza yapmasaydı gideceğimiz yer içinde aynı tarz bir tepkiyle karşılaşmıştım.

Şüphelenmesine engel olamazdım ama bu durum planlarımı baltalamadığı sürece pek de umurumda değildi zaten. Sona gelmiştik. Ve biz başlamadan bitmiştik.

"Olur da nereden esti bu birdenbire?" dedi sözlerinin sonunda göz kırparak. Sol eli usulca saçlarıma uzandı ve parmak uçları bir süre oralarda oyalandı.

"Biraz beraber vakit geçirmek istedim seninle. Baş başa."

Gözlerinde oluşan alev tamamen son sözcüklerimin getirisinde olan bir şeydi. Aynı alev Ares'in güçlü yutkunmasıyla benim içime de düşerken son son cilveleşmenin ikimize de bir zararı olmaz herhalde diye düşündüm.

"Baş başa?" diye yineledi beni haylaz bir ses tonuyla.

"Evet, baş başa." dedim bende aynı şekilde.

Yani umarım bir zararı olmazdı. Mesela onu unutmaya çalışırken ekstra bir acı çekmezdim. Sanki çok az acım varmış gibi.

"Gidelim bakalım baş başa."

*** 

Üzerimdeki tam diz altımda biten dar likralı elbisem sıcaktan bir taraflarıma iyice yapışmıştı. Zaten tüm bedenimi saran elbisenin ekstra bir biçimde bedenime yapışmasının verdiği his hiç de hoş değildi.

Kahvaltı için yola çıkalı bir saate yakın bir zaman oluyordu. İstanbul trafiği asla şaşırtmayarak oldukça can sıkıcı bir şekilde varlığını hatırlatırken; Ares'in sonuna kadar açtığı klimayla arabanın içi mahşer yeri gibiydi. Birkaç kez klimayı kapatma girişiminde bulunmuştum lakin hepsi Ares tarafından başarıyla savuşturulmuştu. Neymiş üzerimdeki elbise inceymiş! Hava çok soğukmuş!

"İsilik geçireceğim ben ama!" dedim en sonunda aldığım nefeslerin bile beni bunalttığını fark ederek.

Bu kez beni savuşturmasına izin vermeden kapattım klimayı. Hemen ardından yarım araladığım camla ciğerlerime serin havanın dolmasına izin verdim.

Hareketlerimi çattığı kaşları altında izleyen Ares bu durumdan hiç memnun olmazken homurdanırcasına konuştu. "Hasta olacaksın kızım kapat şu camı!"

Gözlerimi devirdim. "Nefes alamıyorum arabanın içerisi çok bunaltıcı oldu."

Hayır beni de anlamalıydı ben sıcak havalardan nefret ederdim! Hamama gitsem bu kadar terlemezdim.

"Abart Lavinia." dedi benim araladığım camı kendi tarafındaki düğmelerden biriyle gerisin geri kapatarak.

Gerçekten tanrı bana sabırlar vermeliydi. Bakın sabır demiyorum, sabırlar diyorum! Lakin benim sahip olduğum hayatta insana bolca sabırlar gerekiyordu.

Sessiz bir soluk vererek cama döndürdüm yönümü. En azından klimayı tekrar çalıştırmadı diye kendimi teselli ederken sessiz kalmayı seçtim. Çünkü bir anda aklıma bugünümüzün son olduğu düşmüştü.

6 Ocak Çarşamba gecesinden beri hiç çıkmış mıydı sanki aklımdan?

Hayır.

Cama yapışmış vaziyette geçirdiğim beş dakikanın ardından Ares oldukça şık bir mekânın otoparkına aracı park ettiğinde çıkabildim daldığım düşüncelerden. Çalışmasına son verdiği araçtan inmeden önce arka koltuktaki kaşe kabanımı alarak kucağıma koyan Ares'e yan bir bakış attım.

Elime aldığım kabanımı hızla kollarımdan geçirerek giyindikten sonra araçtan indim. Ares çoktan aracı terk etmişti. Benim de inmemle kapıları kilitleyerek yanıma geldi. İri elini elime dolayarak denize sıfır mekâna ilerlemeye başladı.

Denizin hemen dibimizde olmasından kaynaklı havanın kuru soğukluğunun yanında güçlü bir rüzgârda hakimken etrafa, Ares'in birkaç adım gerisine düştüm. Bu şaşırılacak bir şey değildi çünkü Ares normalde yürürken ona yetişmem için bana fırsat tanırken bugün havanın soğukluğuna kafasını takmış olmasından kaynaklı hiç böyle bir zahmete girmeyerek beni peşinden adeta sürüklüyordu.

Koşar adımlarla ilerlerken başımı bir anlık geriye doğru çevirdim. Yol kenarına park edilmiş siyah filmlerden içi gözükmeyen aracı görmem çok zamanımı almazken birkaç saniye araca doğru baktım.

Mekânın giriş kapısına ulaştığımızda mecbur önüme dönerken umarım gerekli mesajı almıştır diye düşündüm. Son dakika bir aksilik çıksın istemiyordum.

Ares'in yönlendirmesiyle girdiğimiz mekânda bir anda etrafımızı saran garsonlarla ufak bir afallama yaşamadan edemezken çok kısa bir sürede manzaralı bir masa seçerek oturduk. Daha doğrusu Ares direkt istediği yere yöneldiğinden mecbur oraya oturduk.

Üzerimdeki kabanı oturduğum yerden çıkartarak arkama doğru atarken garsonun masaya bıraktığı menüye göz ucuyla baktım. Ares direkt menüye yönelirken kısa sürede ona eşlik ettim.

"Serpme kahvaltının yanına ekstra ne söyleyelim?" dedi Ares dikkatini menüden çekmezken. Ben daha kahvaltı kısmını yeni açmışken onun bu sabırsızlığını çok acıkmış olabilme ihtimaline bağladım.

"Bilmem ki ben serpmeyle doyarım ama sen kendin için bir şey istiyorsan söyle." dedim menüyü kapatırken. Kahvaltı yapacaktık zaten ne gerek vardı menüye uzun uzun bakmaya.

"Sen bir şey istemiyor musun?" Israrlı bakışları üstüme kitlendiğinde masa üzerinden ona doğru eğildim.

"Hayır."

Sözlerimin netliğine kaşlarını çatarken homurdandı. "Sakın isteme ama tamam mı? Mazallah yanlışlıkla biraz fazla bir şeyler yersinde kilo falan alırsın!"

Onun bu huysuz hallerine göz devirmekle yetindim. Hissetmiş miydi neydi bu huysuz tavırları evden çıktığımızdan beri?

"Abart Ares." diyerek onun arabadaki sözlerine imada bulunurken bana inanamazca baktı.

"Beni mi taklit ediyorsun sen?"

Yüzümde oluşan yamuk gülüşle birlikte tek omzumu silktim. "Eğlenceli bir aktivite."

Oturduğu yerde arkasına yaslanarak bir sigara yaktı. Derince bir soluk aldığı sigarasını sağ elinin işaret ve orta parmağının arkasına alarak elini masaya doğru uzattı. Sigarasının ucuyla bir yeri işaret ediyormuş gibi yaparken sahte bir kızgınlıkla konuştu.

"Sana bunları hep o pezevenk Tamer öğretiyor değil mi?"

Evet. 

"Hayır."

Sözlerime inanmadığı çok aşikarken başını onaylamıyormuşçasına iki yana salladı. "Yersen." demekle yetinirken yanımıza sırasıyla garsonlar gelmeye başladı.

Masaya bırakılan ilk tabak bal, tereyağı ve kaymaktan oluşan bir üçlü olurken Ares'le aynı anda göz göze geldik. Benim gördüğüm tabağı o da görmüştü. Aklıma hemen geçtiğimiz cumartesi kahvaltı masasında gerçekleştirdiğimiz konuşma geldi. Emindim ki şu anda o da benimle aynı şeyleri hatırlamıştı. Gülümsedim.

Ares'in bakışları tekrardan o tabağa kayarken konuştum. "Nimete şöyle bakmayı keser misin?" diyerek o güne atıfta bulunurken yüzümde oldukça eğlenen bir ifade vardı.

"Bakıyorum da senin bugün geçmiş zamanları yad etme günün." dedi Ares. Bu sözleri derken onun yüzünde her ne kadar yamuk bir gülüş olsa da benim boğazımda bir yumru oluşturmuştu.

"Yo ne alakası var?" diyerek neredeyse tamamlanan kahvaltı sofrasıyla bir şeyler atıştırmaya başladım.

Bu geceden itibaren zaten unutmak zorunda kalacağım anıları son kez hatırlamamda ve hatırlatmamda bir sakınca görmedim. Bunu söylemek her ne kadar benim için oldukça zor olsa da özleyecektim. Hem de çok özleyecektim. Peki o beni özler miydi? Hiç sanmıyordum. Hatta beni unutması iki gününü almayacaktı buna nedensizce çok emindim.

O geceden beri çektiğim acı oldukça fazlayken; zamanın daralmasıyla acının arttığını tüm benliğimde hissediyordum. Umarım korktuğum başıma gelmezdi.

Buradan sonrası oldukça normal geçerken sakinlik içerisinde kahvaltımızı yaptık. Uzun uzun sohbetler ettik. Bir ara ben lavaboya gidip geldim. Bazı gerçekleri görmezden geldiğimde oldukça keyifli ve güzel anlardı.

Bu anların ardından bulunduğumuz mekânda daha fazla oyalanmadan kalktık. Kahvaltı faslımız zaten oldukça uzun sürmüştü. Şimdiyse yine benim isteğim üzerine üçüncü köprüye doğru gidiyorduk. Daha doğrusu üçüncü köprünün alt tarafında kalan sahile sıfır boş bir araziye doğru gidiyorduk. Bana verilen adres orasıydı.

Ares'e tam konumu söylememiştim. Sadece üçüncü köprünün oralarda bir yere gidiyoruz demiştim. Sırt çantamı arabaya bindikten sonra yanıma almış ve koltukla arama sıkıştırmıştım. Onun varlığı beni oldukça rahatsız ederken aslında bu rahatsızlığın tek sebebinin sırt çantam olmadığının pek ala farkındaydım lakin şimdilik gerçekleri görmezden gelmeye devam etmeyi tercih ediyordum.

"Sağ taraftan gideceksin." diyerek yola çıktığımızdan beri Ares'e bir kez daha direktif verdim. Sözlerim doğrultusunda direksiyonu sağa kırdı Ares.

"Tam olarak nereye gidiyoruz?" dedi meraklı bir ses tonuyla.

"Üçüncü köprünün altına." dedim gittiğimiz yere neredeyse gelmiş olmamızın verdiği rahatlıkla. Ses tonum istemsizce düz çıkmıştı. Bendeki bu farklılığı Ares anında fark ederken bana baktığını göz ucuyla gördüm.

"Ne yapacağız orada bu havada?"

Bakışları sık sık üstüme uğrarken yinelediği sorusuyla bakışlarımı asla telefonumun ekranından çekmedim. Aslında son ana kadar kendimi tutacağıma dair kendimi tembihlesem de galiba artık olmuyordu. Sona yaklaştıkça gerçekler bir bir yüzüme çarpıyordu ve ben onlardan etkilenmeden edemiyordum.

Buz gibi ses tonuyla konuştum. "Manzarası çok güzelmiş, insana gerçeklikleri gösteriyormuş."

Burnumun içi derin bir sızıyla kavruldu. Gözlerim dolmak için an kolluyordu. Ses tonumun titrememesi için bedenimi oldukça kasmıştım. Varış noktamıza yalnızca üç dakika kalmıştı. Dayanmak oldukça güç bir hale geliyordu benim için. Birazdan her şeyin son bulacağı gerçeğini galiba ancak idrak ediyordum.

"Sen iyi misin?" dedi Ares verdiğim cevabı önemsemeden. Kontrolcü bakışları arada yola değse de sık sık üstüme uğruyordu.

"İyiyim, sol sapaktan gideceksin ve sağa doğru dönen yolu takip edeceksin." dedim sorduğu soruya geçiştirici bir yanıt vererek.

Verdiğim komutu tekrardan dinleyerek dediğimi yapan Ares artık bir şeylerin yolunda gitmediğini tamamen anlamıştı ama bu şu anda çokta önemli değildi. Varış noktamıza yalnızca iki dakika kalmıştı.

"Emin misin? Benim bilmediğim bir şey mi oldu?"

Ne de çok soru soruyordu bugün sanki onun çok da umurundaymışım gibi!

"Bilmediğin bir şey mi olacaktı?" dedim sorusuna soruyla karşılık verirken.

Benden aldığı yanıtlardan hiç memnun olmadığını göstermekten çekinmezken gittiğimiz düz yolda bir anda gaza yüklendi Ares. Varış noktamıza yalnızca bir dakika kalmıştı.

"Lavinia hiçbir şey anlamıyorum. Şimdi ne oldu birdenbire?"

"Sağdaki toprak yola sapacaksın." dedim ve telefon ekranımı kilitledim. Bakışlarımı Ares'e çevirdim uzun bir süre sonra. Galiba kahvaltı yaptığımız mekândan çıktıktan sonra hiç bakmamıştım suratına. Sadece gideceğimiz yere odaklanmış ve yolu tarif etmiştim.

O, ona vermiş olduğum son komutu da yerine getirirken ben bakışlarımı asla yüzünden çekmedim. Çünkü şu anda ona doyasıya bakabileceğin son andaydım. Dümdüz ilerlediği hafif yokuştan bakışlarını alarak bana döndü bir anlık. Ona baktığımdan gözlerimiz kesişti.

Ela hareleri renkli harelerimde buluştuğu ilk an anladı gerçekten de bende bir sorun olduğunu ve yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu. Bakışları anlık önüne döndükten sonra bir daha bana baktı ardından bir anda tekrardan hızla önüne dönerken ani bir fren yaparak aracı durdurdu.

"Ne oluyor burada amına koyayım!"

Görmüştü.

"Sonumuza varıldı." dedim bir ruhsuz gibi.

Ares bakışlarını tekrardan bana çevirdiğinde kaşları derinden çatılmıştı. Arabayı tekrardan harekete geçirecek bir hamle yapacağını anladığım anda hemen kapıyı araladım ve onun ne olduğunu anlamasına müsaade etmeden çantamı da elime alarak tabiri caizse kendimi arabadan dışarı attım. Kabanım zaten üzerimdeydi.

"Lavinia!" Ares'in arkamdan bağırışını duymazdan gelerek şöyle bir çevreme bakındım. Üçüncü köprü hemen ileride yukarıda kalıyordu. Yalnızca yirmi, otuz metre ilerimizde son derece şık iki araç yan yana park edilmiş vaziyette duruyordu. Araçlardan birinin yanında siyah kabanlı adam dururken hemen bir diğerinin önünde yaşlıca bir adam dikilerek bana bakıyordu. O adamın arkasında üç tane koruma olduğunu düşündüğüm adam tetikte beklerken Ares bağırarak aracı terk etti.

"Hemen arabaya biniyorsun! Artık her ne oluyorsa bunu evde konuşacağız!"

Burada da hakimiyet sahibi olan sert rüzgâr acımasızca bedenime çarparken Ares'e doğru döndüm. Öfkeden deliye dönmüş gibiydi. Yüzü hafif kızarmış, damarları belirginleşmişti. O benim aksime üzerine bir şey almamıştı. Rüzgâr oldukça şiddetliydi. Salık saçlarımı şimdiden birbirine karıştırmıştı. Üzerine kabanını almalıydı yoksa hastalanması kaçınılmazdı.

"Kısasa kısas canım unuttun mu?" dedim onun bir an önce kabanını giyinmesi gerektiği gerçeğini görmezden gelmeye çalışarak soru sorar bir biçimde. Sözlerimde her ne kadar sevgi sözcüğü olsa da ses tonum bir ölüyle konuşur gibi son derece duygusuz ve ifadesizdi.

Sözlerim üzerine kaşları havalanırken dediklerimden bir şeyler anlamaya çalıştığını fark ettim. Neyse ki Ares zeki bir adamdı ve benim ne demek istediğimi rahatça anlamıştı.

Flashback başlangıç.

9 Ocak Cumartesi akşam saatleri.

Benim gibi çıplak bıraktığı ayaklarının ucuna doğru koltuğa tünerken onunla olan göz temasımı kesmedim. Her zaman soğuk olan ayaklarım onun sıcacık olan ayaklarına temas ettiğinde kaşları çatıldı.

Bir anda uzattığı eliyle ayaklarımı tutarken uzandığı yerde hafifçe toparlandı ve sağa doğru kaydı. "Bir çorap giyinemedin mi!" diye homurdanırken bu kez de ıslak saçlarıma baktı dik dik. "Saçlarını kurutmadan çıkma da diyorum ama dinleyen kim?"

Kinaye üstüne kinaye yaparak homurdanmasına sadece kıkırdamakla yetinirken bir an için onun bu tatlı gelen hallerine kapıldım ve her şeyi unuttum. Kolumdan tutarak beni kendine doğru çektiğinde hiç sesim çıkmadı aksine ona yardımcı olarak yanında açtığı boşluğa kıvrıldım hızlıca. Koltukla onun arasında kalmak biraz sıkışık hissettirse de bedenimin yarısını onun üstüne doğru çıkarttığımdan bu his çabucak kayboldu.

"Sende kurutmamışsın saçlarını ve çorapta giyinmemişsin?" dedim kıyaslama yaparcasına.

"Seninle benim bünyem bir mi kızım?" diyerek anında itirazda bulunurken yüzümde alaycı bir tebessümle başımı ona doğru kaldırdım. Suratlarımız arasında yalnızca birkaç santim varken loş ortamda siyahmış gibi gözüken elalarına baktım.

"Kısasa kısas diye bir şey var canım. Sen yapabiliyorsan bende pek ala yapabilirim."

Sözlerim karşısında Ares de alayla gülümserken başını yasladığı yastıktan kaldırdı ve bana doğru eğildi. Onun bu hareketleriyle başım omzundan aşağı, koluna doğru kayarken yüzümdeki alaycılığı bozmadım.

"Bak sen." diyerek yüzüme iyice yaklaştığında dudaklarımız arasında yalnızca milimler kalmıştı. Bu durum kalbimin istemsiz hızlanmasına sebep olurken nefes alışverişlerimi düzenli tutmak adına kendimi zorladım.

"Ben ne yaparsam yapayım kısasa kısas yapacak mısın?" dedi yaramaz bir şekilde. Bu konuşmasının altında hiçte masum bir şeyler çıkaramazken onu anlamamazlıktan geldim.

"Evet." dedim tüm dik başlılığımla.

Beklediği yanıt tamda buymuş gibi bir anda dudaklarıma yapışmasıyla bedenimi istemsiz bir titreme sardı. Kalp atışlarım halaya durmuş bir karadenizli gibi kontrolden çıktı. Ben daha kendime gelip ona karşılık veremeden hızla benden ayrıldığında yüzündeki tebessümle konuştu. Bu kez alaycılığı yoktu ve oldukça ciddiydi.

"Umarım buna da bir kısasa kısas yaparsın." dedi.

Flashback bitiş.

Adımlarımı ilerimdeki bakışları üzerimden asla çekilmeyen adama doğru attığımda bileğimde orantısız bir güç hissettim. Adımlarım durdu, geriye doğru yalnızca başımı çevirdim ve bileğimi tutan Ares'e kaşlarımı çatarak baktım.

"Her ne yapıyorsan vazgeç! Eve dönelim ve neler oluyorsa bunları orada konuşalım. Hadi Lavinia!"

Tek tek sarf ettiği kelimeleriyle beni ikna etmek ister gibi konuştu. Ses tonu son derece öfkelide olsa karşımda kendini tutmaya çalıştığını pek ala görebiliyordum.

"Sanırım bu kısasa kısas diğeri kadar hoşuna gitmedi? Oyun bitti Ares anla artık!" dedim. Bileğimi sert bir hamleyle elinden kurtardım. Bu kez beni durdurmasını istemezcesine ona arkamı dönerek hızlıca ilerimdeki adama ilerlememe devam ettim.

Aracına yaslanmış bir vaziyette pozisyonunu hiç bozmadan sigarasını içen adam son derece sakindi. Büyük bir sabırla ona gitmemi bekliyordu. Rüzgâr tüm acımasızlığını konuşturarak yüzüme çarpsa da asla başımı eğmedim. Dimdik bir şekilde yürümeye zorladım bedenimi.

Arkamda hissettiğim hareketlilikle Ares'in de peşimden geldiğini anlarken bir dakikadan kısa süren bir yürüyüşün ardından durdum.

Kubat denilen adam galiba yalnızca birkaç metre ötemde duruyordu. Ares hemen yanımda yerini alarak öfkeyle konuştu. "Neler dönüyor bu siktiğimin yerinde?!" dedi bir ölüm soğukluğunda konuşarak.

Kubat yalnızca sigarasını içerek ortamda dönen tiyatroyu seyrederken henüz konuşmaya dahil olmayacakmış gibi duruyordu. Bu yüzden ben konuşacaktım. Bu benim işime gelirdi zaten ona söyleyeceklerimi bu ana saklamıştım.

Ares'e doğru döndüm ve geriye doğru birkaç adım attım. Bendeki hareketlilikle direkt bakışları üstüme düşerken ona artık dolmasına engel olamadığım gözlerimle baktım. Karşısında gördüğü manzarayla neye uğradığını şaşıran Ares'i bugün şoktan şoka soktuğumu biliyordum.

Şiddetli rüzgâr bu kez arkamda kalırken saçlarımı önüme getirerek zaten net olmayan görüşümü iyice engelliyordu. Onları biraz hırsla çekiştirerek önümden attım.

"Oyununu bitirmen için sana fırsat yarattım." dedim her ne kadar gözlerimin dolmasına engel olamasam da sesimin titremesine izin vermeden.

Duydukları karşısında dudakları aralanan Ares yalnızca bana bakarken o an fark etmişti her şeyi bildiğimi. Kendini şu anda aptal gibi hissediyor olabilirdi ama bu hissi benim kadar hissetmiş asla olamazdı.

Flashback başlangıç.

6 Ocak Çarşamba akşam saatleri.

"Babamla Ares nerede onlar içer miydi ki kahve?" diyen Deniz Bey karpuz kabuğunu tekrardan aklıma sokmuştu. Yerimde rahatsızca kıpırdanırken salonun kapısına bir göz attım. Ares'e dair hiçbir iz yoktu.

Ares'in gidişinin üzerine kaç dakika geçmişti bilmiyordum ama yirmi dakikayı geride bıraktığımıza emindim. Acaba lavaboya diye kalkıp bir köşede Ares'i yakalayıp gidelim mi deseydim? Türk kahvesini her ne kadar çok sevsem de şu anda içmesem de olurdu. Kesinlikle öyle yapmalıydım.

Oturduğum koltuğun ucuna doğru kayarken yanımdaki Umay Hanım'a doğru döndüm. "Şey lavaboya gitmek istiyorum da nerede acaba?"

"Tamay sana lavaboya kadar eşlik etsin canım."

Samimiyet içerisinde bana yaklaşan Umay Hanım, Tamay'ın da dikkatini üzerime çekerken anında bir itirazda bulunmam gerektiğini fark ettim ve hızla harekete geçtim.

"Yok ben hiç zahmet vermeyeyim kendim giderim." dedim ve Tamay'a da kısa bir bakış attım.

İsteğim üzerine herhangi bir itirazda bulunmayan kadın bana kısaca bir yeri tarif ederken ben usulca yerimden ayaklandım ve salondan çıktım. Ne dediğini can kulağıyla dinlememiştim.

Sağa doğru döndüğümde hemen çaprazımda gördüğüm merdivenlere yönelirken merdivenlerin yanındaki koridora kısa bir bakış attım. Tarifinde galiba o koridora girmem gerektiğini söyleyen kadının sözüne kulak asmazken hızla merdivenleri çıkarak bir üst kata ulaştım.

Eğer oturduğum yerden bin bir zorlukla gözüken merdivenlerin başında Ares'i görmeseydim büyük ihtimalle ilk katta Ares'i arayıp duracaktım ve sonuç hüsran olacaktı ama ben onun üst kata çıktığını görmüştüm. Elimde sıkı sıkıya tuttuğum telefonla ikinci katın koridorunda ilerlerken karşıma Ares dışında birinin çıkmaması adına dualar ediyordum. Olurda burada yakalanırsam bana lavabo için burasını söylediler yalanını atacaktım. Tabi yersen...

Sessizlik içerisinde attığım ağır adımlarla ilerlerken aldığım nefese bile dikkat ediyordum. El alemin evinde bir hırsız gibi gezmediğim kalmıştı sonunda o da olmuştu! Nereye kaybolmuştu bu Ares? Koridorda oldukça uzundu. Beşten fazla kapının olduğuna emin olduğum ama şu anda saymaya üşendiğim kapıları tek tek geçtim.

Birkaç adım sonra az ilerimden konuşmalar duyarken aynı şekilde ilerlemeye devam ettim. Birkaç adım daha attıktan sonra duyduğum sesin Ares'e ait olduğuna emin olurken uzun bir soluk verdim ve daha rahat bir şekilde bir adım daha attım. Sonunda onu bulabilmenin rahatlığıyla tam ikinci adımımı da atacakken bu kez kulağıma beklenen dedenin sesi ulaştı ve adımlarım keskin bir bıçak gibi kesildi.

Bakışlarımı koyu renk fayanslardan çekerek karşımdaki kapıya çevirirken kapının hafif aralık olduğunu fark ettim. Küçük sayılabilecek, zayıf bir insanın bile geçemeyeceği aralıkta olan açıklıktan önce Demiröz'ü sonrasında Ares'i görürken ne konuştuklarını duymaya çalıştım. Sesleri boğuk geliyordu.

Şüpheci kişiliğim anında bir sorgu sual içerisine girerken nefesimi tuttum. İş üstünde yakalanırsam yapacağım herhangi mantıklı bir açıklama olamazdı. Zaten hiçbir mantık beni bu durumdan kurtaramazdı.

Yarım adım kadar daha kapıya yaklaşırken bir anda Demiröz'ün gür sesi yerimde donup kalmamı sağladı.

"Bak evlat o kıza oynadığın oyuna her ne kadar sesimi çıkartmamış olsam da bu planını mantıklı bulduğum anlamına gelmiyor. Kendini riske atacak bir şey sakın yapma."

Ne oyunundan bahsediyordu bu adam ve Ares hangi kıza oyun oynuyordu?

"Daha kaç kere işime karışmamanı söyleyeceğim? Ben bu planı o kızı sokakta bulduğum gece yaptım, üzerinde çok düşündüm ve çalıştım. Hiçbir aksilik olmayacak her şey kontrolüm altında tabi o da öyle!"

Burada ne oluyordu böyle. Ellerimin ve ayaklarımın buz kestiğini hissederken nefes alma işlevim tamamen durmuş vaziyetteydi.

"Emin misin evlat?" dedi Demiröz sorgulayıcı bir şekilde. Yarım yamalak gördüğüm yüz ifadesinde şüphe ve sıkıntı vardı. "O kızla olan fazla yakınlığın sadece onu kontrol altında tutmak için mi?"

Arkası bana dönük olan Ares'in yüzünü göremediğimden onun halinden hiçbir şey anlamazken onun son derece keskin ve kendinden emin bir biçimde konuşmasını duydum.

"Eminim. Kubat Lavinia'ya inanmış durumda ve ben bu durumu kullanarak o şerefsizi ortadan kaldıracağım! Tabi bu süreçte elimde olan güzel bir kadının bedenini kullanmamı yadırgama. Sonuçta ben bir erkeğim."

Keşke duymasaydım. Keşke görmeseydim. Keşke ölseydim.

Demiröz'ün oyun oynadığın dediği o kız, Ares'in ben bu planı onu sokakta bulduğum o gece yaptım dediği o kızın ben olduğunu anlamam; en az anneme saplanan yedi bıçak darbesi kadar keskin bir acı bırakırken bedenimde gözümden bir damla yaşın düştüğünü suratımda hissettiğim yakıcı ıslaklıkla fark ettim. Ama o yedi bıçak darbesinin Ares'in son sözlerini birkaç saniye sonrasında idrak etmemle ikiye katlanarak on dört bıçak darbesine dönmesi...

Şu anı kelimelerle asla tarif edemezdim. Ne demişti o?

"Kubat Lavinia'ya inanmış durumda ve ben bu durumu kullanarak o şerefsizi ortadan kaldıracağım! Tabi bu süreçte elimde olan güzel bir kadının bedenini kullanmamı yadırgama. Sonuçta ben bir erkeğim."

"Kubat Lavinia'ya inanmış durumda ve ben bu durumu kullanarak o şerefsizi ortadan kaldıracağım! Tabi bu süreçte elimde olan güzel bir kadının bedenini kullanmamı yadırgama. Sonuçta ben bir erkeğim."

Kafamın içinde tekrar tekrar dönen o son sahneyi asla durduramazken ne yapacağımı bilemedim. Nefesim kesilmişti. Nefes alamıyordum!

Kalbimde hissettiğim sancıyla acı içinde kasılıp kavurulurken hızla arkamı dönerek bulunduğum yeri terk ettim. Daha fazlası olduğuna emindim ama onları duyabilecek halde değildim. Duysam da kaldırabilir miydim ondan hiç emin değildim. Ben daha bu duyduklarımı kaldırabilecek miydim onu bilmiyordum!

Nasıl oldu nasıl başardım bilmiyorum ama bir şekilde alt kata inerek Umay Hanım'ın yarım yamalak dinlediğim tarifindeki lavaboyu buldum ve hızlıca kendimi oraya kilitledim.

Yaşlar gözlerimden sicim gibi akarken gittikçe sancıdan kasılan kalbime ellerimi bastırdım.

"Ah benim körler ülkesinde ayna satan kalbim... Gerçekten mutlu olabileceğimize inandın mı?"

Flashback bitiş.

Aslında o ana kadar gerçekten de inanmıştı kalbim. Tabi bende onunla birlikte. Aptallıksa aptallık deyin. Ne kadar yaşanmışlığın olursa olsun ne kadar yaşadıklarından ders çıkarırsan çıkart bazen kalbin sana sormadan inanıveriyordu, güveniveriyordu ve seviveriyordu. Buna hangi insanoğlu karşı koyabilmişti ki şu zamana kadar?

Sol gözümden akan yaşla Ares kendine gelir gibi irkilirken bana doğru bir adım atar gibi oldu ama Kubat'ın hareketlenmesiyle hızla ona döndü. En az Demiröz kadar yaşlı duran adam elindeki sigarasını yere atmış ve o izmariti ayağının ucuyla eziyordu.

Hala daha ortamda dönen olaya müdahale etmemesi şaşırdığım bir şey olsa da bu durumu pek de önemsemedim. Yaşlı gözlerimi Ares'e çevirdim.

"Bunu beklemiyordun sanırım?" dedim yapmacık eğlenen bir ses tonuyla. "Üzgünüm güzel bir kadın bedenini elinden alıyorum ama korkma sen çok rahat bulursun yenisini!"

Kaskatı olan bedeni sanki dahası mümkünmüş gibi biraz daha kasıldı. Bakışları arada Kubat'ın etraftaki adamlarına kaysa da hiç beklenmedik şeylerle karşılaştığından dikkati dağınıktı.

"Beklemiyordum." dedi Ares tüm dürüstlüğüyle. Onun şu andaki dürüstlüğü gözlerimi yaşartacaktı az kalsın ama durun! Benim gözlerim zaten yaşlıydı hem de onun sayesinde.

"Sen tüm bunları... Nasıl?" dedi Ares zorlukla konuşuyormuş gibi. Şaşkınlığını ben biliyordum o her ne kadar bunu dışarı yansıtmasa da.

Ne zaman titremeye başladıklarını bilmediğim iki elimi arkamda kalçamın üstünde birleşerek sağa ve sola bilinçsiz adımlar atmaya başlarken yanıtladım Ares'i.

"En az senin kadar dürüst olmak gerekirse senin gibi üzerinde çok düşünüp de çalıştığım bir plan değildi bu. Ben sadece senden daha dikkatli ve zekiydim o kadar."

Bakışlarım karşı çaprazımda hala daha aracın yanında dikilmekte olan siyah kabanlı adama kaydı. Benimle birlikte Ares ve Kubat da o adama bakarken konuşmama yürümeme ara vermeden devam ettim.

"Şuradaki arkadaşın son derece beceriksizce bizi takip ettiğini ilk günden fark etmemek imkansızdı. Tabi ki benim için." dedim ve bu kez Kubat'a baktım. "Alınma ama adamların berbat ve daha profesyonel kişilerle çalışman için henüz geç değil."

İlk kez doğrudan hitap alarak konuştuğum adam başta şaşırır gibi olsa da sonradan sözlerimden kaynaklı keyiflenmiş gibi gülümsedi. Kırışıklıklarla dolu suratındaki gülümseyiş iğrençti. 'Hay hay!' dermiş gibi başını eğerek bir hareket yapan adama daha fazla bakamazken midemin bulandığını hissettim.

Siyah kabanlı adam hiçte alınmış gibi durmazken bana ters ters bakıyordu. Aklıma onunla konuştuğum ilk an geldi. O günde şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı neredeyse.

Flahback başlangıç.

8 Ocak Cuma iş çıkışı.

Beşinci çalışın ardından aramasını yanıtlarken ben çoktan giriş katına inmiştim.

"Efendim." dedim oldukça sıradan bir ses tonunda. Sanki oldukça normal bir telefon konuşması yapıyormuşuz izlenimi veriyordum ona. Bakışlarımı aralarından geçtiğim mücevherler üzerinde öylesine bir gezdirdim. Yeni ürünler gelmişti.

"Nereye?"

Sanane.

İnsan bir alo, ne yapıyorsun, nasılsın falan der değil mi? Bunda öyle bir şey yoktu. Gerçi Ares onu tanıdığımdan beri böyleydi. Sağ olsun zaman geçtikçe bile çizgisini hiç bozmamıştı!

"İşim erken bitti de bu vakti değerlendireyim dedim. Markete gidiyorum bir şey istiyor musun?"

Ondan gelecek herhangi bir cevabı beklerken çoktan şirketin dışına adımımı atarak hafif sağa doğru döndüm ve gideceğim yerin bilincinde sağlam adımlarla ilerlemeye devam ettim. Hava fazlasıyla soğuktu ama şimdilik önümü kapatmak adına herhangi bir girişimde bulunmadım. Hem zaten ellerim doluydu. Birinde çantam vardı birindeyse telefonumu kulağıma yaslı tutuyordum.

"Bekleseydin eve geçerken uğrardık." dedi oldukça hoşnutsuz bir ses tonuyla. Davranışım hoşuna gitmemişti ve bu benim gram umurumda değildi. Karşımda bir çocuk gibi mızmızlanan adama gülümsemek istesem de bunu yapmadım. Normalde bu tavrı bana hoş gelirdi tabi gerçek karın ağrısını bilmeseydim. İlerlediğim kaldırımın karşısındaki restorana baktım. Bugün öğle yemeğini yediğimiz yerdi burası ve mekan her zamanki gibi oldukça kalabalık görünüyordu.

Birkaç evrak karıştırma sesi kulağıma dolarken bakışlarımı önüme çektim ve dümdüz ilerlemeye devam ettim. Hala daha bir cevap vermediğimi anımsadım.

"Vaktim varken hallederim demiştim." dedim ve ekledim. "Sen bir şey istiyor musun marketten?" Son sözlerimi normalinden birkaç tık fazla sesli söylerken Ares'in bunu yadırgamamasını umdum.

"Hayır. Benimde işlerim bitti sayılır ona göre çabuk dön."

Aldığım komutla istemsizce gülümsedim. Ses tonumun bir anda yükselmesi pek dikkatini çekmemişti. Bu güzeldi.

"Tamamdır hadi görüşürüz." diyerek aramayı sonlandırırken başımı hafif sağ aşağı doğru eğdim. Telefonumu çantama atarken arkamdaki hareketliliği fark ettim. Benim gibi insanlar kaldırımdan yürüyorlardı.

Birkaç adımın daha ardından sağa dönerken normal yürüyüşümü bozmadım. Az ilerimde solda bir market vardı. Adımlarımı olduğunca sabit bir hızda tutarken derin derin nefesler alıyordum. İstemsiz kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı.

Acaba bu markette istediğim o jelibonlardan var mıydı? Umarım vardır. Her yerde bulunmuyordu maalesef ve ben o jelibonları çok seviyordum. Birden nereden aklıma estiğini bilmezken sadece canım onlardan çekmişti.

Ayağımdaki botların zeminde bıraktığı sese odaklanmış bir biçimde birkaç adım daha attığımda sol tarafımda kalan marketi çoktan geçtiğimi fark ettim. Adımlarım bir anda bir bıçak misali kesilirken hızla arkamı döndüm.

Benden birkaç metre geride olan ve adımları benimle eş zamanlı duran adamla göz göze gelirken büyükçe gülümsedim. Sanırım artık gerçekten deliriyordum. Ben bile nerede ne yapacağımı kestiremiyordum ve bu gittikçe korkutucu bir hal alıyordu.

Ne bir anda durup kendisine dönmemi ne de kendisine gülümsememi beklemeyen siyah kabanlı adamı biraz daha şaşırtarak adımlarımı ona doğru atmaya başladım. Göz gözeydik ve bu bakışmayı ne o ne de ben kesiyordum. Yüzümde hala daha bir gülümse vardı. İlk anki kadar büyük değildi ama gülümseme gülümsemeydi öyle değil mi?

Ve galiba jelibonlar biraz bekleyecekti.

Kendinden son derece emin olan adımlarım kısa sürede siyah kabanlı adamın önünde dururken; o bir an için ne yapacağını bilememiş gibi bir hale büründü. Renkli harelerimi dikkatle kahve irislerine diktim.

"Siyah zarfı bırakan da zarfın içindeki fotoğrafımı çekende sendin değil mi?"

Sözlerimin üzerine yüzü bir anda ifadesiz bir hal alırken son derece profesyonel bir oyun sergileyerek konuştu. "Ne dediğinizi anlayamadım hanımefendi galiba beni birisiyle karıştırdınız. Şimdi izin verirseniz biraz acelem var." diyerek yanımda geçerek hızlı adımlarla ilerlemeye başladı.

Eğer ki onun yüzüne ifadesiz bir hal takınmadan önce göz bebeklerindeki irileşmeyi fark etmeseydim bu taktiği pek ala işe yarayabilirdi. Ama ben onun gözlerindeki anlık panik dalgasını fark etmiştim ve bu taktiği bana sökmemişti.

Gidişiyle direkt arkamı dönerken beni ciddiye alması adına biraz gür bir sesle konuştum. "Kubat'a onunla görüşmek istediğimi ve bu görüşmede Ares'i de yanımda getireceğimi söyle."

Duydukları karşısında hızlı adımları yavaşlarken biraz tereddüte düşmüş bir halde birkaç adım daha ilerledi. Ben tam istediğim oldu sanıp onun duracağını düşünürken; o adımlarını eski hızına çıkartarak ilerlemeye devam etti ve kısa sürede gözden kayboldu.

Tüm bu olanlara bir anlam veremezken bir an yanılmış olma payımı sorguladım. Yanılmış olamazdım! O adamın varlığını şirkette işe başladığım ilk günden bu yana hissediyordum. Onu annemin cenazesinde bile gördüğüme emindim! Yanılmış olamazdım!

Oldukça dikkatli birisiydim. Gözlemlerim her zaman olmasa da genellikle iyiydi. Bu tarz yanılmalarım oldukça nadirdi.

Düştüğüm duruma öfkeli bir soluk verirken hızla markete girdim. Gerçekten de öfkeliydim. Kendimden son derece eminken bir anda şüpheye düşmek bedenimi tarif edemeyeceğim bir öfkeye boğmuştu. Zaten o geceyi atlatamıyordum! Bir şeyler yapmalı ve o planı bitirmeliydim. Tüm bu olanları sindiremiyordum. Kendime ve aldığım kararlara hâkim olamıyordum.

Her bir hücremde hakimiyet kuran öfkeyi aşamıyordum. Her ne kadar sakin gözüksem de o anlarda bile öfke sinsi bir düşman gibi tüm bedenimde geziniyordu. Mantıklı düşünemediğimi biliyordum ama kendime söz geçiremiyordum. Bu öfkeyle kendi sonumu getirmekten korkuyordum.

Ne yaptığını bilmez gözlerle marketten birkaç jelibon ve çikolata alarak kasaya gittim. Zaten aradığım jelibonlardan burada yoktu! Ödeme işlemini yapmak kasadaki var olan kuyruktan kaynaklı biraz uzun sürerken bu süreçte Ares iki kere peş peşe aramıştı ama açmamıştım.

Büyük ihtimalle işleri bitmişti ve benim hala daha neden geri dönmediğimi sorgulayacaktı. Onu şu anda hiç çekemezdim o yüzden her ne kadar birkaç dakikaya şirkette olacak olsam da birkaç dakika birkaç dakikadır diyerek onunla olacak herhangi bir şeyi erteledim.

İşler asla planladığım gibi gitmemişti. Neye uğradığımı şaşırmış bir vaziyette kafamın içinde durmadan farklı alternatif yollar arıyordum. Ama lanet olsun ki aklıma başka hiçbir gelmiyordu! Eğer ki başka yollar varsa da şu anki kafa doluluğuyla ve öfkeyle aklıma gelmiyordu. Biraz sakinleşmem ve kafamı toparlamam gerektiğinin bilincine varırken ödeme sırası sonunda bana gelmişti. Hızla aldığım şeyleri ödeyerek marketten çıktım.

Çantamı omzuma asarak market poşetini sol elimde sabitledim. Şirkete doğru gitmek adına tam sağa doğru yönelecekken sol tarafta kalan bir şey dikkatimi çekti.

Bakışlarımı sola doğru çevirdiğimde gördüğüm siyah kabanlı adamla adımlarım duraksarken yüzümde tatmin edici bir tebessüm oluştu. Yanılmadığımı biliyordum!

Kendisini fark etmem üzerine seri adımlarla bana doğru gelen adamla bende ilerlemeye başladım. Bu sırada tekrardan çalan telefonum dikkatimi anlık dağıtsa da kendimi hızla toparladım ve aramakta olan Ares'i sessize aldım.

Kısa sürede karşımda dikilen adamın suratında gördüğüm memnuniyetsizlik keyfimi iyice yerine getirirken o az öncekine nazaran bir katili andıran ses tonuyla konuştu.

"Kubat Bey planınızı merak ediyor."

Flashback bitiş.

"Gerçekten de zeki bir kadın, tıpkı annen gibi Sancaktar." dedi sonunda konuşmaya dahil olarak Kubat. Sesi beklediğimden de kalın ve iğrenç çıkarken onda bulduğum iğrençliğin asıl sebebinin aslında onun yapmış olduğu kötülükleri bilmemden kaynaklı olduğunu biliyordum.

"Sen kes kesini yoksa ben senin nefesini keseceğim piç kurusu!" diyerek öfkeyle gürledi Ares. Kubat'a hiçbir tahammülünün olmadığını bilmek için bu ana şahit olmama gerek yoktu. Ben bunu zaten biliyordum.

Kendinden yaşça küçük birinden duyduğu hakaret ve tehdit içerikli sözlere asla asılı kalmayan Kubat tüm yüzsüzlüğüyle konuşmasını sürdürdü ve şimdilik Ares'in bu hallerini görmezden gelerek bana doğru döndü.

"Sonunda buluşabildik... Her ne kadar gecikmeli de olsa."

Ares'le bakışlarımız aynı anda birbirine denk düşerken sorgularcasına havalanan kaşlarına ve birkaç saniye içinde aydınlanan bakışlarına an be an şahitlik ettim.

"Tamer'in kaza geçirdiği gün..." dedi ve sustu. Artık olayları ben açıklamadan da çözebiliyordu. Galiba ilk baştaki afallaması geçiyordu.

"Kısmet olmadı." dedim alaycı tavrımı asla bozmadan iki omuzumu da yukarı doğru kaldırarak.

Sözlerim üzerine Ares'in bir anda kaskatı kesilen surat ifadesiyle yerimde hafifçe kıpırdandım. Gözlerine inen koyu perdeyi görmemek imkansızdı. Ruhsuzlaşan bakışları gözlerimde uzun uzun dolaşırken onun bu bakışlarına dayanamayarak konuştum.

"Sadece bir şeyi merak ediyorum. Neden ben?" dedim. Son sözcüklerimde sesimin titremesine engel olamamıştım. Gözlerim hala daha doluluğunu koruyordu.

Sertçe esen rüzgârın şiddeti iyice artarken bedenimi esir alan titremenin onda biri bile Ares de yoktu. Bedenimdeki titremeyi görmezden gelerek ondan gelecek herhangi bir yanıtı sabırla bekledim.

Gerçekten de merak ediyordum bende ne görmüştü de bu oyunda beni seçmişti kendine oyuncak olarak. Hangi özelliğim onu cezbetmişti? O gecede de söylediği gibi dış güzelliğim miydi onu cezbeden yoksa kullanılmaya müsait kimsesiz kaldığım hayatım mı?

Çökmemesi adına büyük bir dirençle dik tutmaya çalıştığım omuzlarımı biraz daha dikleştirirken en az benim kadar Kubat da merakla ondan gelecek herhangi bir yanıtı bekliyordu.

Demirden suretini benden çekmeden ruhsuz bakışlarla bana bakmasını sürdüren Ares'in en sonunda dudakları aralandı. Acımasızca çıkan sert ses tonuyla bedenimdeki titremeyi şiddetlendirmek istercesine konuştu. "Ben yalnızca ayağıma kadar gelen bu fırsatı değerlendirmek istedim. Plan zaten hazırdı sense tamamıyla bir piyondun. Seninle bir alakası yok durumun, iyi bir fırsattın sadece o kadar."

Sol gözümden iri bir yaş firar etti sözleriyle. Doğru, ayağına kadar gitmiştim değil mi? Benimle alakalı bir durum değildi, ben iyi bir fırsattım sadece o kadar. Öyle mi?

Güldüm. Sözlerine sadece güldüm. Hem de kahkahalarla güldüm. Bu halime Kubat ve adamları gibi Ares de şaşırarak bakarken gülmeme engel olamıyordum. Karnıma giren kramplar sayesinde iki büklüm şeklinde yere çömelirken de gülmeme asla ara veremiyordum. Yüzüme vuran soğuk rüzgarlar sayesinde yanaklarımdan akan yakıcı sıcaklıkları daha net hissederken kendimi zorlayarak gülmemi durdurdum.

Rüzgârın bir o yana bir bu yana savurduğu saçlarımı zapt etmeye çalışırken titreyen ellerimle dizlerimden güç alarak zorlukla çömeldiğim yerden ayaklandım. Her ne kadar kahkahalarım dursa da yüzümde büyük bir gülümseme hakimdi ve o gülümseye inat zıt bir şekilde aralıksız akıyordu yaşlarım.

"Hadi o zaman al intikamını! Değerlendirsene beni hadi!" diye bağırdım hiç beklenmedik bir anda Ares'e doğru. Kollarım iki yana açılmış bir vaziyette ona bakıyordum. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Tanıdığımı sandığım ve bir sürü özel an yaşadığım, çoğu ilklerimi paylaştığım Ares'e dair yüzünde hiçbir iz yoktu...

Bu gerçekten de çok acıydı.

"Ne oyunundan bahsettiğinizi anlamasam da benim bir şey yapmama gerek kalmadığını görmek güzel. Sen kızı zaten mahvetmeyi başarmışsın ama durun bir dakika! Benim amacım zaten kızı değil siz Sancaktar erkeklerini mahvetmek. Her neyse güzel tiyatroydu ama benden bu kadar." dedi Kubat hiç beklemediğim bir anda konuşmaya dahil olarak.

Sözlerinin üzerine hızla arkasını dönerek biraz öncesine kadar yaslandığı arabasına ilerledi. Onun geldiğini gören adamları hemen arabanın arka kapısını açarak hazır ola geçerken bu duruma kaşlarımı çattım. Tüm bu olanlar bu adam siktir olup gitsin diye miydi? Hızla Ares'e döndüm. Gözlerini bile kırpmadan Kubat'a bakıyordu.

"Ha bu arada..." diyerek tekrardan konuşan Kubat'a döndü bakışlarım. Bir ayağını arabanın içerisine atmış vaziyette bize doğru dönmüştü. Bakışları üzerimizdeydi.

"Sakın bu dediklerimden hiçbir şey yapmayacağımı falan çıkarmayın yoksa bu beni cidden üzer." dedi gerçekten de üzülüyormuş gibi suratını düşürürken. "Siz olmuşsunuz ama biraz daha zamanınız var."

Son sözleri bunlar olurken bir dakika içerisinde hızlıca araca tamamen bindi ve yanına adamlarını da alarak hızla bulunduğumuz yeri tozu dumana katarak uzaklaştı.

Etrafa kalkan toz taneciklerinden korunmak için hızla gözlerimi kapatırken bir süre nefes almaya ara verdim. Bu şekilde on beş, yirmi saniye kadar bekledikten sonra yavaşça araladım gözlerimi.

Bir anda Ares'le baş başa kaldığımı fark ederek tekrardan ona dönerken onun öfkeyle soluyarak hemen ilerimizdeki sonu gözükmeyen denize baktığını gördüm. Elleri yumruk şeklini almış bir vaziyette iki yanında duruyordu.

Ben gerçekten de böyle olacağını asla düşünmemiştim. En kötü ihtimalle Ares gerçekten Kubat'ı öldürür ve herkes kendi yoluna gider diye tahmin etmiştim ama o Kubat'ın gidişine kılını bile kıpırdatmamıştı. Oysaki ailesinin katilini öldürmek istediğini sanıyordum.

Olduğum yerde hareketsiz bir biçimde dikilmemi sürdürürken onun bakışları ağır çekimde bana döndü. Göz göze geldiğimiz an bakışlarındaki yorgunluğu görmemle sanki rüzgâr şiddetini daha da arttırdı.

Birbirine sımsıkı bastırdığı dudaklarını aralayarak bana doğru bir adım attığı anda bende refleks halinde hızlıca bir adım geriye gittim. Bu hareketime kaşlarını çatarak bakan Ares'in konuşacağını anladığım an buna müsaade etmedim. Artık değil ona sesini duymaya bile tahammülüm yoktu.

"O kadar aramayla bulamadığınız adamı ayağına kadar getireyim ve sen bir şey yapma öyle mi? Gerçekten şahanesin!" dedim ona inanamazca bakarken. "Planın bok gibiydi tutmayacağı aşikardı ve ben sana, senin bana yaptığın benim iyilik varsaydığım şeylerin karşılığında daha iyi bir plan verdim ama sen... Tüm garezin anlaşılan bir banaydı!"

Sözlerim karşısında yorgunlukla omuzları çöken Ares'e baktım dik dik. Onun bu hallerine asla inanmıyordum.

"Lavinia-" Adımı söylediği anda ona olan tahammülümün sınırlarını aştığımı hissettim ve çığlık atarcasına bağırdım.

"Sus!"

Tekrardan akmaya başlayan yaşlarımı hırsla silerek birkaç adımda ne ara yere koyduğumu hatırlamadığım çantamı elime aldım ve son kez Ares'e döndüm. Son kez ela harelerinin içine bakarak konuştum.

"Malefizin kanatlarını da sevdiği kesmemiş miydi zaten? Hep öyle olur ya!"

Ardından hızla arkamı dönerek bir anda koşmaya başladım. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Tam olarak nerede olduğumu da bilmiyordum ama bu umurumda değildi. Buradan ne kadar çabuk gidersem benim için o kadar iyiydi.

"Lavinia!"

Arkamdan bağıran Ares'i duymazdan gelerek daha hızlı koşmaya başladım. Deli gücü mü deniyordu buna bilmiyordum ama o kadar hızlı koşuyordum ki ciğerlerime oksijen inmediğini tüm iliklerimde hissediyordum.

İşte bu kez gerçekten de son kez gidiyordum ve ben o an fark ediyordum ki korktuğum şey başıma çoktan gelmişti.

-BÖLÜM SONU-

Bölümü nasıl buldunuz? Neler oluyor amanın! Aktifliğime nazar değmesin ne güzel böyle bölümler atmak.

Lütfen beğeni ve bol bol yorum yapmayı, kitabı ve beni takibe almayı unutmayın!

Bölüm : 19.11.2024 13:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...