30. Bölüm

BÖLÜM 29

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

 

Bölüm sonunda sizi bekliyorum!

İYİ OKUMALAR

Artık yeni bir gündeydik. 31 Ocak. Yeni bir günün ilk dakikasında yani 00.01'de az önce içten içe dillendirdiğim isteğim gerçek olmuştu. Hem de anında!

Bugün onun yanında olmak çok isterdim. Bugün o yanımda olsun çok isterdim.

Dışarıdan bakıldığında bu durum her ne kadar mucizevi ve güzel gözükse de ben dışarıda değildim o yüzden bu durumu hiç de mucizevi ve güzel bulmuyordum. Tamam belki biraz mucizevi olabilirdi ve bir anda bu dediğimin gerçek olması beni dumura uğratmış da olabilirdi ama şaşkınlığımı doyasıya yaşamak için eve saklayacaktım.

Yaklaştıkça netleşen sureti içimde tuttuğum ve bir sır gibi sakladığım öfkemi gün yüzüne çıkartmam adına beni zorluyordu. Sakin kalmam ve ona neden burada olduğunu sormam ardındansa onu buradan kovmam gerekiyordu lakin ben şu anda tüm bunları yapacak gücü kendimde bulamıyordum.

Bana göre çok uzun ama dünya zamanına göre birkaç saniyede karşı karşıya geldi bedenlerimiz. Benden hayli uzun olan boyu nedeniyle suratını görebilmek adına bakışlarımı yukarı doğru kaldırmam gerekmişti. Yaptığım bu hareketle yüzüm gökyüzüne dönmüş gibi olmuştu ve onunla göz göze geldiğim o an karşımda olan manzara nefesimi kesmeye yetmişti.

Fazlasıyla acı ama gerçek olan durum yüzüme sert bir tokat gibi çarparken sertçe yutkunma ihtiyacında bulundum. Fazlasıyla özlediğimi fark ettiğim sureti, arka planda lapa lapa yağan kar ve gecenin loş atmosferi hiç de hoş bir ortam sağlamıyordu bu karşılaşma adına.

Dikkatle önce tüm yüzümde ardındansa tüm bedenimde gezinen bakışları kaşlarımı daha da çatmama sebebiyet verirken öfkeli bir soluk verdim.

"Senin burada ne işin var?" Sıkılı dişlerimin arasından bir tıslamaya benzer çıkan sesimle bedenimde gezinen bakışları hızla tekrardan gözlerime çıktı.

Karşısında gördüğü surat ifadem nasıldı bilmiyordum ama pek de hoş olmadığını tahmin etmek hiç de zor değildi. Fazlasıyla sert çıkan sorum karşısında hiçbir mimik ve belirti göstermeden susarak yüzümü izledi bir süre. Suratımın her bir köşesinde uzun uzun dolandı gece olmasından sebep koyu gözüken ela hareleri.

Onu burada görmenin, şu anda karşımda olmasının şaşkınlığının üstüne bir de garip tavırlarına hiçbir anlam veremezken tip tip suratına bakmayı sürdürdüm. Konuşmaya niyeti yoksa ne diye karşımdaydı şu anda?

"Konuşmamız gerekiyor."

Kaşlarım sonunda bir şeyler söyleyebilen adamın sözleri üzerine havalanırken dedikleri karşısında alayla gülmeden edemedim. Gerçekten bu muydu? Konuşmamız gerekiyor! Çok yaratıcı bir girişti!

"Dalga mı geçiyorsun? Ne işin var burada?" dedim sert tavrımı sürdürmeye devam ederek. Sözlerimin başında alaylı gülüşüm olsa da sonlara doğru bir bıçak gibi kesilmişti bir anda. Son derece ciddi bir ifadeyle suratına bakmayı sürdürdüm.

Ares'te fazlasıyla ciddi bir şekilde bana bakmasını sürdürürken başını olumsuzca iki yana salladı. "Konuşmamız gerekiyor Lavinia." dedi. Sözlerinde oldukça ciddi duruyordu.

Bu da nereden çıkmıştı şimdi? Ben onu sahil kenarında bırakıp gittikten sonra kaç gün geçmişti, şimdi ne diye kalkıp buraya gelmişti? Bu kadar zaman sonra?

"Çıkarın ne?" diye sormaktan alıkoyamadım kendimi. Bu seferki oyununu yakalayamayacağıma göre direkt sormaktan başka bir seçeneğim yoktu. Sonuçta artık İstanbul'da onunla değildim.

Bakışları sorum karşısında bozguna uğramışçasına ağırca kapandı. Birkaç saniye kapalı kalan göz kapaklarına anlam veremeyerek baktım. Bu neydi şimdi? Ben artık bu insanları anlayamıyordum. Tamam önceden de pek anlayabildiğim söylenemezdi ama en azından bir fikrim falan oluyordu. Artık o da yoktu.

"Sana olanları anlatmama izin ver. O günde bir anda gittin ben daha ne olduğun-"

"Ne anlatacaksın sen bana ya? Bana ne anlatabilirsin ki sen? Planının aşamalarını falan mı anlatacaksın, ayrıntı falan mı vereceksin ne anlatacaksın? Anlatma! İnan gram umurumda bile değil bu küçük oyunun."

Bu nasıl bir yüzsüzlüktü bilmiyordum. Bana gerçekten ne anlatabilirdi bu durumda onu da hiç bilmiyordum ama gerçekten de umurumda değildi. Olan olmuştu ve o yakalanmıştı! Bitmişti ve devamı yoktu. Adı üstünde bu bir sondu ve sondan sonra bir şeyler olmaya devam etmezdi.

"Beni dinlemen gerekiyor!" dedi sesini bir tık yükselterek. Lafını hiddetle kesmemi umursamadan hala daha kendisini açıklamak istemesi daha da sinirlendiriyordu beni. Onu dinlemek istemiyordum bunun nesini anlamıyordu!

"Seni dinlemek isteseydim o gün senin de dediğin gibi gitmezdim. Git buradan Ares oyun bitti! Game over! Daha kaç dilde söylemem gerekiyor bunu anlaman için. Beni en savunmasız anımda yakaladın ve boşluğuma denk geldiğinden kullanabildiğin kadar kullandın ama o da bir yere kadardı! Ben yanlış kişiyim bu işler için git kendine başka bir piyon bul!"

Bakışları her bir sözcüğümde hiç anlamadığım duygulara bürünürken ela harelerinde neler saklı olduğunu öğrenmek isterdim. Gözlerinden geçen her bir duyguyu çok net görüyor ama ne olduğunu anlayamıyordum. Dillerimiz farklı gibiydi ve ben eğer eski ben olsaydım onun dilini bilmek isterdim. Karşımdaki Ares benim tanıdığımı sandığım Ares değildi. Bir değişik duruyordu. Belki de oyunu patladığından aslında olan Ares ortaya çıkmıştı.

"Bu dediklerinin hiçbiri doğru değil beni dinlersen sana anlatacağım." Kendisini sakin olmaya zorlar bir hale büründü konuşurken. Onun bu karşımdaki halleri her ne kadar beni şüpheye ve çelişkiye itse de buna izin vermedim. Bir manipülasyonun içerisinde olmadığımı nereden bilecektim? Sonuçta karşımdaki adam benim tanıdığım kurtarıcım olan Ares değildi.

"Seni dinlemeyeceğim." Fazlasıyla net söylediğim sözlerle ve kendimden emin duruşumla birkaç adım geriye doğru gittim. Konuşmamızın hararetinden farkında olmadan fazlasıyla yakınlaşmıştık. Bu yakınlık hiç iyi değildi!

"Tüm her şeyi böylece kestirip atamazsın!"

İsyan eder gibi ama sertçe sarf ettiği sözlerine herhangi bir yanıt vermedim. Benim için çoktan son bulan konuşmayla hızla arkamı dönerek eve giderken onun arkamda hareketlendiğini hissettim.

"Sakın peşimden gelmeye kalkma! Git buradan ve bir daha asla karşıma çıkma. Oyun bitti Sancaktar ve sen kaybettin!"

Oyun benim için biteli çok oluyordu. Ben kaybedeli de çok oluyordu. Şimdi de bitme ve kaybetme sırası ondaydı. O beni en savunmasız anımda değil en yaralı anımda yakalamıştı ve yaralarımı bedenimde olmasa bile ruhumda kalıcı kılmak adına elinden geleni yapmıştı. Oyun benim için biteli çok olmuştu ama her bitiş bazen gerçekten de bitiş olmak zorunda değildi. Bazen intikam için yeni bir oyun başlatmak gerekirdi.

*** 

I remember years ago.
Someone told me I should take.
Caution when it comes to love.
I did.

And you were strong and I was not.
My illusion, my mistake.
I was careless, I forgot.
I did.

Aslına bakılırsa tarafsızca oturup düşündüğümde Ares'i suçlamamam gerekiyordu. Sonuçta o bugünkü dünyamızda her insanın yapacağı bir şeyi yaparak elindeki fırsatı değerlendirmek istemişti.

Şu anda telefonumdan çalan kısık sesli şarkıda da denildiği gibi "Benim yanılmam, benim suçum."

Yaşadığım her şey apaçık ortadayken bu kadar aptallık gerçekten de fazlaydı. Akıllanmam gerekirdi. Geçmişimi unutmamam gerekirdi. Tertemiz yeni bir sayfa açamayacağımı, kaderimin peşimi asla bırakmayacağını bilmem gerekirdi çünkü ben annemin kızıydım. En çok da bunu kabullenmem gerekirdi.

And now when all is done.
There is nothing to say.
You have gone and so effortlessly.
You have won.
You can go ahead tell them.

Artık her şey sona ermişti. Olanlara söyleyecek tek bir kelimem yoktu çünkü hata ortadaydı. Hata bendim.

Annem öldüğünden beri düşünüyordum. Annemin ölmeden hemen önce itiraf ettiği şeyleri o ölmeden çok önce bilseydim bir şeyler değişir miydi? Bu her ne kadar imkânsız gözükse de fanilerin bu dünyasında neler olabileceğini kestirmek mümkün değildi.

Arka fonda James Arthur bağıra bağıra şu kısımları söylerken bakışlarım kısıldı, Ilsa J. Bick'in "Küller" kitabında geçen bir diyalog düştü aklıma.

Tell them all I know now.
Shout it from the rooftops.
Write it on the skyline.
All we had is gone now.

Ne diyorlardı o diyalog da? "'Sen yaşadığın sürece umut vardır,' dedi Jess. 'Umut, bir gün daha yaşayacağım ve bu bir lütuf, diyebilmektir.'"

Gerçekten öyle miydi? Gerçekten de yaşadığımız sürece hep bir umut var mıydı? Galiba vardı ama yoksa da olmalıydı. En azından az da olsa hala daha var olan iyi insanlar için olmalıydı.

Benim için bu durum pek de mümkün değildi çünkü ben annemin ölüm haberini almadan hemen önce kabullenmiştim sadece nefes alan bir ölü öldüğümü. Hatta şey demiş olmalıydım: "Nefesler alıyordum. Peş peşe ve içten nefesler. İnsanlar buna bakarak yaşadığımı düşünüyorlar. Bu düşüncelere en ruhsuz kahkahalarımı bağışlamak ve ardından o insanlara şu sözleri söylemek istiyordum: Nefes aldığıma bakmayın, yaşamak böyle bir şey değil."

Yaşamak kesinlikle böyle bir şey değildi. Bu fikrimde hala daha kararlıydım. O günden sonra ufak bir yanılgıya düşmüş olabilirdim. Yaşadığım yanılgısına. Beni bu yanılgıya düşüren kişi tabi ki Ares'ti. Şu anda perdenin arkasına gizlenerek izlediğim Ares.

Onu ikinci kez ardımda bırakıp gideli beş saate yakın bir zaman olmuştu. Saat sabaha karşı 04.54'tü. Peşimden geldiğini hissettiğim anda söylediğim sözler son sözlerim olmuştu. Bunlar onu durdurmaya her ne kadar yetse de buradan göndermeye yetmemişti.

Eve girdiğimden beri ara ara evin önünün gözüktüğü camdan çaktırmadan ona bakıyordum ve onu hep aynı pozisyonda buluyordum. Arabanın içinde camı açık bir şekilde şoför koltuğunda sigara içer bir vaziyette.

O kadar çok sigara içmişti ki kim bilir kaç paket bitirmişti. Çok değil birkaç hafta öncesine kadar o arabaya bindiğimde etrafımı saran onun kokusu çoktan sigara kokusuna mağlup olmuş olmalıydı.

Güneşin doğmasına daha birkaç saat vardı. Kar yağışı bazen hızını arttırmış bazense tamamen durmuştu. Şu anda lapa lapa yağdığı bir zamandı. Camdan dışarı sarkıttığı sigara izmaritinin olduğu elinin buz tuttuğuna emindim. Açık camdan içeri giren soğuğu da tahmin etmek hiç de zor değildi. Üşümüyor muydu? Hastalanacaktı aptal!

Eve girdiğimden beri kaç kere yatıp uyuyacağım desem de bir türlü uyuyamamıştım. Yatağa yattığım anda tüm benliğimi saran huzursuz bir his vardı. Yatmama asla izin vermiyordu. Birkaç saatlik mücadelenin sonunda mağlup olarak yataktan çıkmış ve camın dibindeki tekli koltuğa tünemiştim. Güneşliğin örtülü olmadığı yalnızca ince bir perdenin çekili olduğu camın arkasından onu seyrediyordum.

Evde asla ışık yakmadığımdan içeride nerede olduğumu ve ne yaptığımı bilmesi imkansızdı. Mesafeden, perdeden ve karanlıktan sebep görüşüm her ne kadar net olmasa da bakışlarının evin her yerinde dolaştığını anlayabiliyordum. Saatlerdir evi bıkmadan dikizliyordu.

Hala daha çalmakta olan parçayı sonunda dayanamayarak kapattım. Galiba tekrarlanmaya ayarlı kalmıştı müzik. Çünkü şarkıyı açtığımdan beri şarkının kaçıncı başa sarışıydı bilmiyordum. Sözleri her duyuşumda canımı sıkmaktan öte canıma dokunuyordu.

Falling out of love is hard.
Falling for betrayal is worst.
Broken trust and broken hearts.
I know, I know...

Aşktan vazgeçmek zor. İhanete düşmek en kötüsü. Sarsılmış güven ve kırık kalpler. Biliyorum, biliyorum...

Her ne kadar tamamı olmasa da bana dokunan çok söz vardı şarkıda. Dinlerken etkilenmemek elde değildi. Canıma dokunmaması hiç elde değildi.

Zar zor seçtiğim bir parmak hareketiyle sigarasını silkti Ares. Acaba ne zaman pes edip gidecekti? Oyununun basit bir piyonunu kaybetti diye buralara kadar gelmesi saçmaydı. Çok rahat bir şekilde kendisine yeni bir piyon bulabilirdi. Neden buraya kadar gelme zahmetinde bulunduysa! Bir de konuşmamız lazım diyordu! Sen benimle ne konuşabilirsin ki?

Sıkıntılı bir soluk verirken oturduğum yerde uyuşan bacaklarımı kalçamın altına toplamak adına hareketlendim ve o esnada evin içinden yere bir şeyin sertçe düşme sesi geldi. Bir anda duyduğum ses beni hazırlıksız yakalayarak korkmamı sağlarken ne olduğunu anlamak ister gibi hızlıca etrafa bakındım.

Anında bedenimde salgılanan adrenalini iliklerime kadar hissederken nefes alışverişlerim istemsizce hızlandı. Ares'e baktım, olduğu yerde duruyor sigarasını içmeye devam ediyordu. Evde tek başımaydım ve şu anda bir şey olsa sesimi ona asla duyuramazdım. Korkudan kalp atışlarım hızlanırken yerde ekranı aydınlanan telefonumu gördüm. Onun orada ne işi vardı en son kucağımda değil miydi? Galiba o yere düşmüştü.

"Kalbime iniyordu ya!" diye homurdanarak telefonuma uzanmaya çalıştım. "Umarım bir şey olmamıştır bir de bu çıkmasın başıma."

Aptal telefon yüzünden bir saniyede beş senaryo yazmış on kere de kalp krizi geçirmiştim. Derin bir nefes verirken kendime gelmeyi bekledim. Hayır bir de ne düşünmüştüm öyle? Şu anda bir şey olsa Ares'e sesimi asla duyuramazdım!

"Yemin ederim ben akıllanmam ya! Düşündüğüm şeye bak, geber Lavinia! Öl de kurtulalım yani ne bu? Kalkmış hala başına bir şey gelse ondan yardım istemeyi düşünüyorsun!"

Bir anda farkında olmadan panik halinde düşündüğüm şey beni dumura uğratmıştı. Ares arkamdan çevirdiği dolaplarla ve beni kullanmasıyla ona olan güvenimi silip atmıştı. İçten içe hala daha ona güveniyor olamazdım!

Avuçlarım arasına aldığım telefonla eğildiğim yerden kalkarak tekrardan tekli koltuğa yerleşecekken fazla eğilmiş olmalıyım ki bir anda dengemi sağlayamayıp kaymış olduğum koltuğun uç kısmından yere düştüm.

"Lan!"

Sol dirseğimi ve sağ bacağımı saran acıyla inlerken hızla kendimi toparlamaya çalıştım. Camın tam dibine düşmüştüm. Bir kısmımın yere kadar uzanan perdenin üstüne denk geldiğini gördüğüm gibi acıyan yerlerimi umursamadan hızla ayağa kalkmaya çalıştım. Perde bedenimin üstüne uyguladığı baskıdan ötürü çok gerilmişti ve şu anda en son isteyeceğim şey bile değildi perdenin yırtılması. Hızla toparlanmaya çalıştığım esnada anlık dengemi sağlayamazken bir elim tekli koltuğun kolçağına diğer elimse perdeye sıkıca tutunmuştu.

"Ne oluyor ya nazara mı geldim ne oluyor ne?"

Bir süre bekledikten sonra acıyan sağ bacağımın üstüne çok basmamaya çalışırken ellerimi tutunduğum yerlerden çektim. Düşmem ve kalkmamda perdeyle fazla haşır neşir olduğumdan aklıma gelen evi dikizleyen Ares faktörüyle gözlerim irileşti.

Ani bir hareketle kendimi tekli koltuğa atarak olduğum yere sindim ve kenardan kenardan cama bakmaya çalıştım. Bakışlarım direkt arabanın şoför kısmına gittiğinde hala daha aralık olan camdan içerisinin boş olduğunu gördüm.

"Nereye gitti şimdi bu?" derken hızlıca etrafı taramaya başladım ve bunu rahat yapabilmek adına sindiğim koltuktan bir tık ayrılarak cama yaklaştım. Olabildiğince dikkatli bakışlarla etrafı tararken gördüğüm şeyle bir anda donup kaldım.

Evin bahçesinin ortasında iki eli cebinde dikilir bir biçimde dibinde bulunduğum cama dikkatlice bakan Ares anlık olarak nefes alışverişlerimi sekteye uğratmıştı. "Ne ara gittin sen oraya? Hem bahçemde ne işin var be adam!" diyerek hızla tekrardan koltuğa sindim.

Sırtımı koltuğun yüzeyine yapıştırarak tabiri caizse sürüne sürüne yere indim ve bu sefer perdeye değmemeye dikkat ettim. Oturma odasından da yerde sürüne sürüne çıktığımda hızlıca holde ayaklanıp hemen yan odaya, mutfağa geçtim. Bu süreçte hala daha sızlayan kolum ve bacağımı görmezden gelmeye çalıştım.

Yakalanmıştım işte! Düşmemden ve kalkmamdan kesin perde çok oynamıştı. Hayır adam zaten saatlerdir tüm camları dikizliyordu bir şey görmek için sen ne diye dikkat etmiyorsun!

Temkinli adımlarla mutfağın camına yanaştığımda Ares'in hala daha aynı yerde dikili olduğunu ve az önce olduğum cama aynı şekilde dikkatle baktığını gördüm.

"Gördü işte ya!"

Seslice ofladım. Umarım sesimi de duymazdı! Hayır bu karanlıkta sen nasıl perdenin hareket ettiğini gördün be adam? Nesin sen dedektif falan mı ne bu dikkat?

"Bahçeye ne ara girdin bir de o var! Sen ne demeye benim bahçeme giriyorsun ki? Şeytan diyor sapık var diye polisi ara ama sen dua et sırf mahalleli anında buraya toplanır diye aramıyorum. Biri görse rezil edecek beni ya gitsene git! Hala dikiliyor yalı kazığı gibi."

Panik hali bedenimi anında sararken oldukça gerilmiştim. Niye gitmiyordu ki? Kim bilir yine ne iş peşindeydi!

"Hayır ufak da değilsin ki gece gece fark edilmez diyeceğim! İki metre adamsın gelmişsin bir de bahçenin tam ortasında dikiliyorsun. Birde gece olmasına rağmen şak diye gözüküyorsun! Bu nasıl bir heybet? Bu nasıl bir boy? Bu ne yani bu ne tanrım?"

Tek derdimin Ares'in heybeti olmasını isterdim ama cidden bunca işin ve derdin arasında bir de Ares'i çekemezdim. Neden hala pes edip gitmiyordu? Acaba ne konuşacaktı benimle? Bu duruma her ne kadar sinirden kudursam da merak ediyordum işte! Bende bir insandım canım merak etmem çok da şaşırılacak bir şey değildi ama merak etmemem gerekiyordu.

Neyse ki bende öyle bir inat vardı ki ve Ares de o inadı öyle bir ortaya çıkartmıştı ki beni burada kesseler gidip sormazdım ne konuşacaksın benimle diye.

Ona karşı ne ara bu kadar savunmasız ve karşı koyamaz hale gelmiştim bilmiyordum ama bunun olduğunu birkaç saat önce tam da onu istediğim esnada gördüğüm zaman fark etmiştim. Her ne kadar bunu görmezden gelmeye çalışsam da o an kollarımı boynuna sarmak ve bir daha çözmemek istemiştim.

Sanırım ona karşı hissettiğimi düşündüğüm hoşlantı basit bir hoşlantı değildi. Bunu hayal kırıklığından ve sinirden önümü göremediğim o hesaplaşma anında da dile getirmemiş miydim zaten?

Flashback başlangıç.

11 Ocak Pazartesi.

"O kadar aramayla bulamadığınız adamı ayağına kadar getireyim ve sen bir şey yapma öyle mi? Gerçekten şahanesin!" dedim ona inanamazca bakarken. "Planın bok gibiydi tutmayacağı aşikardı ve ben sana, senin bana yaptığın benim iyilik varsaydığım şeylerin karşılığında daha iyi bir plan verdim ama sen... Tüm garezin anlaşılan bir banaydı!"

Sözlerim karşısında yorgunlukla omuzları çöken Ares'e baktım dik dik. Onun bu hallerine asla inanmıyordum.

"Lavinia-" Adımı söylediği anda ona olan tahammülümün sınırlarını aştığımı hissettim ve çığlık atarcasına bağırdım.

"Sus!"

Tekrardan akmaya başlayan yaşlarımı hırsla silerek birkaç adımda ne ara yere koyduğumu hatırlamadığım çantamı elime aldım ve son kez Ares'e döndüm. Son kez ela harelerinin içine bakarak konuştum.

"Malefizin kanatlarını da sevdiği kesmemiş miydi zaten? Hep öyle olur ya!"

Flashback bitiş.

Bugüne kadar bu anı düşünmemek için kendimi tuttuğum çok olmuştu. Benim dertlerim zaten başımdan aşkın olduğundan her ne kadar sık sık aklıma düşmese de bazen öyle boş anlarım oluyordu ki! Mesela geceleri... Uyumak adına yattığım her gece zihnim bana olanları asla unutmamam adına özel bir gösteri sergiliyor, yaşadığım her anı tek tek ince ayrıntılarına kadar gösteriyordu.

Şimdiyse hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkmasıyla beni bir iç hesaplaşmasına daha maruz bırakmıştı. Bir zamanlar ondan hoşlanmış olabilirdim ama bu durum onun için sadece basit bir piyon olduğumu öğrendiğim an bitmişti. Dahası olamazdı! Dahası olmamalıydı. Daha fazla acı çekmek istemiyordum artık gücüm kalmamıştı.

Varlığının bedenimde yarattığı özlem hissine kendimi sonuna kadar kapatırken bahçenin ortasındaki bedenine son kez baktım. Buğulanan gözlerimle görüşüm puslanırken bu seferkinden haberi olmasa da ona üçüncü kez sırt çevirerek odama ilerlemeye başladım.

*** 

Hadi ama ya! Benden daha inatçısının olabileceğini elbetteki biliyordum ama onunda bana denk geleceğini hiç düşünmemiştim. Aksine hep bendeki bu inatla herkesi kırar geçerim düşüncesindeydim.

Sesli bir soluk vererek bakışlarımı camdan çekip sürüne sürüne hole çıktım ve kör bir noktaya usulca çöktüm. Uyanalı iki saate yakın bir zaman oluyordu. Hoş benimkisine pek de uyumak denmezdi. Zar zor birkaç kere yarım saatlik uykulara dalabilmiştim. Yine sabahı sabah ettiğim bir geceydi.

Normalde de uyuyamayan ben annemin ilaçları sayesinde az da olsa kesintisiz bir iki saat uyuyabiliyordum ama bu gece ilaca rağmen bile bir iki saatlik bir uyku çekememiştim. Öğleden sonra iki gibi tamamen uyku halinden sıyrılmıştım ve sıyrıldığım gibi de cama gidip Ares gitmiş mi diye bakmıştım. Tabi ki gitmemişti!

Onu dün geceki gibi şoför koltuğunda oturur vaziyette sigara içer bir halde bulmuştum. Yine aralık camdan sarkıttığı eliyle öylece direksiyona dalmış duruyordu. Arada bakışları son derece sakin sokakta dolanıyor ardından kısa bir süreliğine eve uğruyordu.

Bir süre gizlice Ares'i dikizledikten sonra hızlıca bir şeyler atıştırarak dışarı çıkmak adına hazırlanmıştım. Bu süreçte evin ön tarafına bakan odalardan ve camlardan uzak durmuştum. Duramadığım zamanlarda da yerde bir komando gibi sürünerek hızlıca odadaki işimi halledip çıkmıştım. Şansıma evin ön tarafına bakan odaların hiçbirinde güneşlikler çekili değildi! Hayır uygun bir an yakalasam çekecektim güneşlikleri ama öyle bir anda yakalayamamıştım. Dahası bunun için pek uğraşmamıştım, yerde sürünmek daha kolayıma gelmişti. Zaten ben alışkındım sürünmeye.

Şükür ki benim odam evin arka tarafındaydı da orada rahat hareket edebilmiştim. Zaten iki lokmalık sandviçimi de odamda yemek durumunda kalmıştım. Umarım yanlışlıkla yere kırıntı dökmemişimdir bir de çarpılmakla uğraşamazdım.

Baygın bakışlarımı boş boş etrafta gezdirdim. Sabaha karşı yatıp doğru dürüst uyuyamamamdan sebep başım hafif ağrıyordu. Hatta pek ağrıyor da denilemezdi. Hafif bir sızlama vardı bazı bölgelerde.

Yaklaşık yarım saattir hazır bir vaziyette belki bir umut gider ya da anlık bulunduğu yerden ayrılır diye bekliyordum ama bunda hiç o göz yoktu. Hayır bu inat niyeydi? Amacı neydi de bir türlü gitmiyordu? Lozan anlaşmasını mı konuşmak istiyordu benimle nedir yani bu mesele?!

Kalktığımdan beri yeni bir kar yağışı yoktu. Hazır hava durgunken dışarı çıkıp Ahu denilen o kadına gitmeyi planlamıştım. Zaten öğleden sonra uyanmıştım ve şimdiye kadar iki saat geçmişti. Kış mevsiminde olduğumuzdan hava erken kararıyordu ve yarım saate kalmaz güneş batacaktı. O zamanı beklemekten başka çarem yoktu.

Güneş battığı gibi hızlıca kapıdaki botlarımı giyinerek evin arkasına kaçacak ve oradan da bahçe duvarını atlayarak arka sokağa geçecektim. Bu yön benim gideceğim yönün tam tersiydi! Artık yirmi dakikalık yolu uzata uzata bir saate giderdim.

Çöktüğüm fayans zeminde ayaklarımı ileri doğru uzatırken sıkıntıdan sesli bir biçimde söylenmeye başladım. "Gün geçmiyor ki dertlerim bitsin. Sanki az aksiyonum varmış gibi bir de aksiyon ekleniyor. Arka bahçenin duvarı da baya yüksekti ya nasıl atlayacağım ben! Keşke önceden bir iki kaçış deneyimim olsaydı oradan."

Ben zaten istediğim saatte evden çıkabilen bir insandım nereden bileceğim ben nasıl kaçılır? Geldiğim hale bak ya! Her geçen gün hayatıma kötüye giden güncellemeler geliyordu resmen!

Zamanın ilerlemediği dakikalarda gittikçe sıkıldığımı fark ettim ve usulca çöktüğüm yerden ayaklandım. Hava hafiften kararmaya başlamıştı. Güneşin tamamen batmasını bekleyemeyecektim. Kenara koyduğum montumu ve beremi hızlıca giyinerek çantamı ve telefonumu elime aldım. Sessiz ve yavaş hareketlerle dış kapıyı açarak hızlıca botlarımı içeri alıp kapı hafif aralıkken onları giyindim.

Şükür ki kapılar içeri doğru açılıyordu da bu daha az dikkat çekmem adına bana yardımcı oluyordu. Elimden geldiğince yavaş ve az hareket ediyordum çünkü aksi halde Ares'in dikkati bu tarafa kayabilirdi. Bunun olmasını hiç mi hiç istemezdim şu anda. Bugüne halletmem gereken büyük bir meselem zaten vardı ve Ares araya falan kaynayamazdı.

Dikkatli bir biçimde dışarısını kolaçan ettikten sonra hızlı hareketlerle dış kapıyı ses çıkartmamaya çalışarak çektim ve tabiri caizse evin duvarına sürtüne sürtüne koşar adımlarla arka tarafa geçtim.

Nefes nefese bir halde bir süre sırtım duvara dayalı bir şekilde durduktan sonra evin kenarına doğru giderek çaktırmadan Ares'e bakmaya çalıştım. Tam anlamıyla olmasa da az buçuk görebildiğim kadarıyla Ares'in elinde telefonuyla bir şeyler yaptığını gördüm. Dikkati bende değildi şükür!

Gelen rahatlamayla derin bir nefes verirken arka sokağa bakan bahçe duvarına baktım. Kaç metreydi bu duvar iki falan mı?

Havanın soğukluğu yavaştan vücut ısımı düşürürken hafiften kar yağışının başladığını fark ettim. Birkaç adımda duvara ulaştığımda bakışlarımı göz hizamdaki duvardan çekerek başımı geriye yatırdım ve boyumu bile geçen duvara baktım. Gerçekten şahaneydi!

"Elastik kız mıyım ben nasıl aşayım bu duvarı ya?"

Yavaştan sinirlenmeye başladığımı hissederken telefonumu çantamın içine koyduktan sonra çantayı zıplayarak duvarın üstüne koydum. Bakışlarım etrafta dolanırken üstüne çıkabileceğim bir şeyler aradım ama görünürde hiçbir şey yoktu.

Aslında evin içerisindeki kilerde merdiven vardı ama koskoca merdiveni nasıl dikkat çekmeden çıkartabilirdim! Hayır bunu yapacağıma gidip direkt Ares'e ben şuraya gidiyorum desem sonuç aynı olurdu ve daha az yorulmuş olurdum.

"Nasıl geldim ben bu hale ya? Şaka gibi resmen şaka!"

Derin nefesler alıp vererek kendimi yapacağım şeye hazırlamaya çalışırken duvara biraz daha yaklaştım. Ellerimi yukarı doğru uzatarak duvarın üstüne götürdüm ve sıkıca tutunabileceğim bir konum aldırdım. Her ne kadar buz gibi olan taş zemin tenimi ürpertse de bunu görmezden gelmeye çalıştım.

İçimden savaşa giden Osmanlı askeri gibi nidalar atarken olduğum yerde dizlerimi hafif kırarak çömeldim ve bir anda bacaklarıma tüm enerjimi yükleyerek zıpladım. Zıpladığım gibi ellerimle tutunduğum yeri daha da sıkarken göğüs hizamı duvara yapıştırarak sabit kalmaya çalıştım.

Yerle teması kesilen ayaklarım ve başımın artık duvarın boyutunu aşmasıyla başardım diye düşünürken istemsiz gülümsedim. Taş duvardan kaynaklı ellerimin acıdığını hissederken kendimi daha da yukarı çekmek istedim ama hiç beklemediğim bir anda ellerim duvarın sert yüzeyine sürtülerek kaydı ve ben bir anda kendimi tekrardan bahçenin içinde buldum. Bu sefer bir fark vardı mesela şu anda yerde ayakta değil yarı yatar vaziyetteydim.

Soğuktan ve kardan sebep buz tutmuş duvarda fazla tutulu kalamayıp kaydığım esnada yere dik basmak istemiştim ama yerde tıpkı duvar gibi karlı olup buz tuttuğundan bu pek mümkün olamamıştı.

Üzerine düştüğüm soğuktan iyice sertleşmiş kar tabakası canımı yakarken ellerimin kızardığını fark ettim. Duvara tutunma esnasında sert sürtünmüş olmalıydı çünkü sızlıyorlardı da. Kalçamda hissettiğim ağrı ve ıslaklık hissi kendimi ekstra kötü hissettirirken bakışlarımın yavaştan buğulanmaya başladığını fark ettim.

Burnumu sertçe çekerek düştüğüm yerden ayaklandım. Ağlamak istiyordum. Bunun için tek bir nedenim yoktu artık her şeyin bana çok fazla gelmeye başladığını hissediyordum. Canım acıyordu ve bu acı bedenimde bir değil birden çok yerden geliyordu.

Tüm bunları görmezden gelmeye çalışarak tekrardan duvarın dibinde yerimi alırken bu sefer az önce çıkmaya çalıştığım yerin biraz daha soluna geçtim ve duvara tırmanma işlemini tekrarlamak için konum aldım. Az önce neler olduğunu görmüştüm ne kadar hızlı olursam başarma şansım o kadar yüksekti.

Ellerimi sıkıca duvara bastırırken tekrar zıpladım ve yine az önceki gibi göğüs hizamdan duvardan destek aldım. Titremeye başlayan ellerimi kaymamaları için iyice sıkarken sağ bacağımı zorlukla duvarın üstüne attım ve bedenimi hızlıca yukarı çektim.

Yatar pozisyonda birkaç saniye duvarın üstünde kıpırdamadan soluklandıktan sonra düşmemeye dikkat ederek oturur hale geçtim. Az ilerimdeki çantamı yine dikkatlice uzanıp alırken bakışlarımı aşağıya çevirdim.

"Bir tarafımı kırmadan eve dönebilecek miyim acaba bugün?" diye mırıldanırken son cesaret kırıntılarımı da kullanıp aşağıya bıraktım kendimi. İki ayağımda sertçe zemine basarken bu sefer dengemi koruyarak düşmeden durabilmiştim.

Sesli bir soluk vererek yerimde iyice dikilirken hızlıca etrafı kolaçan ettim. Hava karardı kararacaktı. Maksimum beş on dakikası falan vardı. Etraf şu anda oldukça loş bir havadaydı. Bir an önce harekete geçerek hızlı adımlarla yürümeye başladım.

Dönüşü nasıl yapacaktım hiçbir fikrim yoktu. Eve bacadan girerdim ama asla arka bahçe duvarını kullanmazdım. Ellerim duvardan sebep fazlasıyla tahriş olmuştu ve sızlamalar acıya dönmüştü. Galiba sürtünmeden dolayı da bazı yerleri soyulmuştu.

Şimdilik bedenimin acısını geri plana atarak biraz sonra yaşayacağım yüzleşmeyi düşünmeye başladım. Canımın acısından daha büyük dertlerim vardı. Babamın metresi ve gayrimeşru çocuğu gibi.

*** 

Tanrı hiçbir kuluna kaldıramayacağı yükler vermezdi. Bunu insanlığa göndermiş olduğu kutsal kitapta da söylüyordu.

Her şey bir şekilde hallediliyor, her yük bir şekilde kaldırılıyordu. Bunu bizzat yaşayarak görmüştüm. Her ne kadar ben halledemiyor ve kaldıramıyor gibi hissetsem de bir şekilde oluyordu hepsi.

Yapamıyorum, yaşayamıyorum... Bunları birçok kez dile getirmiştim ama hepsini yapmıştım, yapmaya da devam ediyordum. Ben her bittim dedikten sonra aldığım nefesleri ve atan kalbimi gördüğümde bunu çok iyi anlamıştım.

Ölmediğim müddetçe de hiçbir şey son bulmayacaktı. Ne zamanki nefesim kesilecek, kalp atışlarım duracaktı işte ben o zaman bir şeyleri yapamayacak ve halledemeyecektim. İşte o zaman yaşayamayacaktım.

Yalnız öyle bir şey vardı ki bir tek o bir şekilde halledilemiyor ve aşılamıyordu. Zorundalık.

Ben zorunda bırakıldıklarımı ve mecburiyetlerimi teorikte halledebiliyor gibi gözüksem de işin ruhsal kısmında durumlar kesinlikle böyle değildi. Özgürlüğe kâinatın en sağlam mührüyle mühürlenmiş olan ruhum bunları asla aşamıyordu. Her bir zorundalık ruhumu prangalara vuruyordu. Bu da her bir prangada ruhumun bir parçasının daha ölmesi adına elverişli bir ortam sağlıyordu.

Ben ruhumun bedenimden önce intihar ettiğini daha başka nasıl anlatabilirdim?

Adımlarım varmış olduğum apartmanla yavaşlarken bu kez tamamen durmalarına izin vermedim ve bedenimin kasılmasını umursamamaya çalışarak binadan içeri girdim. Ağır adımlarla direkt merdivenlere yönelirken bakışlarım etrafta meraksızca dolanıyordu.

Binanın nasıl olduğu, mimarisi gram umurumda değildi yalnızca doğru daireyi bulmaya çalışıyordum. Henüz çıkmış olduğum birinci katı hızlıca tararken sol tarafta kalan koridorun sonundaki dairenin üzerinde yazan dört rakamını gördüm.

Adımlarımın geri geri gitmemesi adına bedenimi daha da kasarken daireye doğru ilerlemeye başladım. Fayans zemine her basışımda bedenimi saran titremeyle midemin bulandığını hissettim.

Başımdaki sızı şiddetli bir ağrıya dönerken derin bir nefes aldım. Midemin bir anda çalkalanmaya başlaması ne kadar normaldi?

Tansiyonumun oynadığını ve attığım her bir adımda kanımın ters yöne aktığını hissediyordum. Üzerimdeki şişme montum beni boğmaya başladığında boğazıma kadar çekili olan fermuarı komple açtım.

Neden bunları yaşamak zorundaydım bilmiyordum. Buna kader deyip geçebilirdim. Neden bir tek ben bunları yaşamak zorundaydım? Neden bir tek ben? Bunun nedenini biliyordum. Buna da kader diyebilirdik ama benim kaderim diyemezdik çünkü bu tamamıyla ailemin suçuydu. Onların yaptığı seçimlerin sonucunda ben bu mecburiyetlere maruz kalıyorsam; Bu benim kaderim değil onların kaderinin benim kaderime dolaylı yansıması olmaz mıydı?

On bir adımlık mesafenin sonunda dört numaralı dairenin kapısına geldiğimde adımlarım durdu. Bakışlarım tekrar tekrar daire numarasının üzerine gidip gelirken bir an ne yapacağımı bilemedim. Galiba zile basmam gerekiyordu.

Titrediğini ancak kapının kenarındaki zile götürmek için kaldırdığımda fark ettiğim elim istemsiz bir şekilde yumruk şeklini aldı.

"Özür dilerim anne. Sen zaten tüm bunları görüyorsan benim zorundalıktan yaptığımı da biliyorsundur. Ama ben... Ben galiba hiçbir zaman sana ihanet ediyormuş hissinden kurtulamayacağım. Aldığım her nefeste her ne kadar benim hiçbir suçum olmadığını bilsem de ahını üzerimde hissediyorum. Verdiğim son nefese kadar da öyle hissedeceğim." Mırıltım kendimin bile zor duyacağı bir tondaydı.

Bu histen nasıl kurtulacağımı asla bilmiyordum. Bu hissin bir gün sonumu getireceğini, zorundalıkların bir gün boğazıma çöreklenerek nefesimi keseceğini bildiğim gibi çok iyi biliyordum.

Buğulanan gözlerimi birkaç kere kırpıştırarak görüşümü netleştirirken yumruk halindeki elimi çözdüm. Titremesine son vermeyen elimi düşünmeme bile izin vermeden zile götürdüm ve nefesimi istemsiz tuttuğum anda zile bastım.

Artık ne olacaksa olmalıydı. Fazlasıyla sıkılmıştım. Yıllardır aile entrikalarıyla boğuşmak her geçen gün beni bir tık daha benden almıştı ve bende benden geriye hiçbir şey bırakmamıştı.

Bende, benden geriye hiçbir şey kalmadığında başka birine dönüşmem kaçınılmazdı; tıpkı beni bu hale getiren kişilerin dönüştüğüm kişinin gazabına uğrayacak olmasının kaçınılmaz olduğu gibi.

Omuzlarımı dik bir konuma getirerek duruşumu düzelttim. Birkaç adım geriye çekilerek görüş açımı daha geniş hale getirirken derin bir nefes aldım. Dik durmalıydım, iyi olmalıydım.

Birkaç tıkırtı sonrası aralanan kapıyla bakışlarımı karşımda sabit tutarken suratım son derece ifadesiz bir hale büründü. Oyun yeni başlıyordu ve bu kez kartlar hileli bir şekilde dağıtılıyordu.

-BÖLÜM SONU-

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Ares sizce neden geldi? Bir sonraki bölümde yaşanacak olan yüzleşmelere hazır mısınız?

 

Beğeni ve yorum yapmayı unutmayın! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Bölüm : 22.11.2024 20:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...