38. Bölüm

BÖLÜM 37

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

Ben geldim!

İYİ OKUMALAR

Bilinmezlik hep damarıma basarak beni kışkırtır, bastığı damarlarıma sinsice sızıp tüm bedenimde kol gezerek huzursuzluk tohumlarını ekerdi. Normalde bu hep bu şekildeydi. Ama şimdi...

Önümde bir su gibi akıp giden yoldan aldığım bakışlarımı yanımdaki adama çevirdim. Onunla kaçıncı kez bu yollarda bilinmezliğe doğru gidiyordum bilmiyordum ama bu kez öyle hissetmiyordum. Kötü hissetmiyordum. Hatta doğrusu tamamıyla hissizim diyebilirdim ama bu bile kötü gelmiyordu şu anda.

Çok değil yarım saat önce gidiyoruz dediğinde başta harekete geçmemiştim ama sağ olsun Ares son zamanlarda kendisine alışkanlık haline getirdiği üzerimde zorla bir şeyler yapma huyunu tekrardan devreye sokarak biraz zorla birazda benim istemem yan cebime koy tavrımla beni o araca bindirmişti.

Günler hatta aylar önce buraya nasıl bir sırt çantasıyla geri döndüysem aynı çantayla geldiğim yere geri gidiyordum.

Ares henüz anlatacağı şeyleri anlatmaya başlamamıştı. İçten içe büyük bir sabırsızlıkla onun konuşmasını bekliyordum çünkü beni zorla araca bindirdiğinden beri en inat halime bürünmüş ve ağzımı açmamaya yemin etmiştim. Ona kızgındım, sinirliydim ve en çok da kırgındım. İnat değil mi ilk konuşan ben olmayacaktım! Hatta ben hiç konuşmayacaktım! Son dediğim biraz imkânsız gibiydi ama neyse. En azından bunu deneyecektim.

Kendi kendime girdiğim inat halinin pek ala farkında olan adamsa hiç zahmet edip konuşma girişiminde bulunmuyordu. Çıldırmamak elde değildi! Hayır ne yapıyorsun hazır beni susmuş bulmuşken kafa falan mı dinliyorsun ne yani?

Yola çıktığımızdan beri kaçıncı olduğunu bilmediğim şekilde bir kere daha sesli bir biçimde ofladım. Hatta öyle bir ofladım ki bir dakikaya yakın nefesimi oldukça sesli bir biçimde dışarı verdim. Artık harekete geçmesi gerektiğini anlamalıydı.

Yaptığım bu hareket karşısında bana sadece kısa bir bakış atmakla yetinen adama öfkeden kızarmış bir şekilde bakarken sinirle onun beni araca bindirdiği ilk anda taktığı emniyet kemerini çıkarttım. Hafif bir açıyla eğilerek ayağımdaki botları da çıkartarak ayaklarımı oturduğum yere çektim.

Ares'in kemeri çıkarttığım ilk andan itibaren sık sık üzerime dönen bakışlarına hiç aldırış etmezken ben oldukça rahat bir biçimde koltuğa yayılmaya çalışıyordum.

Bir dakikanın sonunda kemeri tekrar geri takmayacağımı anladığında, "Kemerini tak." dedi. Aldırış etmedim aksine başımı sağa doğru çevirerek akıp giden yolu seyretmemi sürdürdüm.

Bu tavrım karşısında bu kez sinirlenen taraf o olurken yandan yandan çaktırmadan ona bakmaya çalışıyordum.

"Lavinia kemerini tak dedim!"

İkinci kez gelen ikaz bu kez biraz sert bir tavırdaydı ama ben sadece omuz silkmekle yetindim ve ısrarla önüme bakmayı sürdürdüm. Evden çıktığımız andan itibaren önümüzde ve arkamızda birer araç olmak üzere iki araç bize eşlik ediyordu. Neden buna ihtiyaç duyduğumuza dair birkaç fikrim olsa da asıl nedene dair bir bilgim yoktu. Zaten Ares'in bir şeyler açıkladığı da yoktu.

Sesli bir soluk verdiğini işittim. "Güzelim kemerini takar mısın?"

Duyduğum sözlerde tek bir noktaya takılırken bu kez açıkça ona doğru döndüm. İçimden kıroca bir şekilde 'Güzelin miyim gerçekten?' diye sormak gelirken hızlıca kendimi toparladım ve asıl konunun can güvenliğim olduğunu bildiğimden inadımı bu kısımda çok sürdürmedim ve kemerimi taktım. Tabi ki bunu oldukça ağır çekimde oyalanarak gerçekleştirip hiçbir zaman kolayca pes etmeyeceğimi de ima etmeyi unutmadım.

Sessizliğimin de oldukça farkında olan adam az önce isteğini yaptırmış olmanın verdiği rahatlıkla bu kez de beni konuşturmak için harekete geçti sanki yola çıktığımızdan beri konuşmama yeminini o etmemiş gibi.

"Konuşmayacak mısın?"

Bakışları her ne kadar önümüzde akıp giden yolda olsa da beni göreceğini bildiğimden kollarımı gövdemde birbirine bağlayarak başımı olumsuzca iki yana salladım. Bu konuşmadan tripli bir biçimde hayır demek oluyordu.

Düşündüğüm gibi sergilediğim tavrı anında gören Ares aldığı yanıtla sağ elini direksiyondan çekerek sıkıntılı bir biçimde soluk verirken çenesini sıvazladı. Ardından hiç beklemediğim bir biçimde bana yönelerek az önce birbirine doladığım kollarımı çözerek ondan tarafta olan sol elimi sağ eliyle kavrayıp dizinin üstüne koydu.

"Tamam konuşma tabi şimdilik. O zaman beni dinle." dedi parmaklarını sıkıca parmaklarımın arasından geçirerek iyice ellerimizi birbirine kenetlerken.

Ağzım açık yaptığı hareketi izlerken hızlıca kendimi toparlayarak kaşlarımı çattım. Elimi ters bir tavırla kendime çekmeye çalıştığımda canımı yakmayacak derecede sıkılaştırdı tutuşunu ve böylelikle elimi çekmeme izin vermedi.

Gittikçe sinirlenirken birkaç kez daha sertçe çekmeye çalıştım elimi ama hepsinde sonuç aynıydı. Elimi bırakmamak için sanırım kendi eline gizlice yapıştırıcı sürerek birleştirmişti ellerimizi yoksa bunun başka bir açıklaması olamazdı! Tam ağzımı açıp ona saydıracakken Ares benden önce davranarak konuştu.

"Araba kullanıyorum yavrum şu anda fazla hırçınlaşmasan mı?"

Bedenimde cirit atan öfkem inadımı yenerken ben daha fazla sessiz kalamadım. "Ben senin ne güzelinim ne de yavrun! Hem ne diye elimi tutuyorsun bıraksana ya!"

Israrla kendime çekmeye çalıştığım elimi bu kez inada binen Ares bırakmazken çattığı kaşlarıyla bana ters bir bakış attı. "Sen benim için birçok şeysin. Şu anda bunu anlayamayabilirsin ama zamanla anlayacaksın o yüzden şimdi işleri daha fazla yokuşa sürme. Zaten bir ton işimiz var!"

Gözlerimi devirdim. "Ne işimiz var acaba? Yani senin benimle ne gibi bir ton işin olabilir? Varsa senin işin vardır ve bunlardan bana ne?" Taramalıya takmış gibi konuşurken artık daha fazla soru işaretleriyle duramadığımı fark ederek her soruma bir cevap almaya karar verdim ve şimdilik iri eli arasındaki elimi boş verdim. Alsın kütüğüne geçirsin artık ne yapacaksa elimle!

"Benim seninle bir ton işim yok, bizim bir ton işimiz var. Ayrıca şimdi bir düşündüm de senin bu halinle sanırım benim seninle işim olacak. İlk tanıştığımızdaki kız nerede şimdiki nerede!" Son cümlesi fazla isyan ve kinayeli çıkarken dayanamayarak boştaki sağ elimle bana en yakın olan sağ koluna bir tane sertçe geçirdim.

"Hak ediyor musun acaba sen benim o halleri mi ha? Utanmadan soruyor bir de nerede diye! Sana bu halim bile fazla iyi! Şeytan diyor Ebu Cehil’i aratma da işte bünyem o kadar kötülüğü kaldırmıyor!"

Sanki espri yapmışım gibi bir anda sesli bir biçimde gülen Ares'le ben iyice sinirden kurulurken bir tane daha vurdum koluna. "Sabır testi gibi adam çıldıracağım ya!"

Ona vuruyor olmamdan gram etkilenmeden gülüşünü yüzünde sabit kılarak eliyle sımsıkı tuttuğu elimin dış kısmını dolgun dudaklarına bastırdı. Bu hareketiyle içime ılık bir şeyler akarken sadece çatılı kaşlarımla baktım. Erimemek elde değildi ama bizde ufak bir harekete yelkenleri indirecek kadar enayi değildik! Yani artık değildim. Belki birazcık olabilirdim ama konumuz şu anda bu değildi!

"Yaptığım her şey sana karşı değil senin içindi. Sen gittikten sonra her şey o kadar karıştı ve zihnimin içindeki planlar birbirine girdi ki o kadar evinin önüne gelmiş olmama rağmen senin bana bir duvar ötesi mesafesinde olduğunu bile fark edemedim. Yanına geldiğimde sürekli yanından ayrılmam da senin içindi. Kafamın içinde büyük bir kaos var, birden çok plan aynı anda işliyor ve hiçbirinde dikkatsizliğe yer yok çünkü hepsi senin için. İstanbul'da sana uygun bir yaşam alanı hazırlamak için." Uzun süredir söylemek isteyip de söyleyemediği bir sırrı paylaşıyormuş gibi tavırla söylediği sözcüklerle çatılı kaşlarım çözüldü. İstemsizce havalanan kaşlarıma tezat kısılan bakışlarımla dikkatlice ona baktım. Ne demek istiyordu?

"Ne alaka, sen neyden bahsediyorsun? Bir kere senin yanımda olmamanı ben istiyordum ve senin sürekli gitmen için kovan da bendim. Hem benim için uygun yaşam alanı da ne? Hayvan mıyım ben, kafes mi hazırlıyorsun bana!"

"Asıl sana ne alaka? Tüm bunları da nereden çıkarttın şimdi? Ayrıca sen beni ne kadar kovarsan kov ben istemediğim hiçbir yerden gitmem Lavinia."

Alayla havalandı kaşlarım. "Çok alaka! Dediğin şeyler bunlara çıkıyor! Ayrıca benim zaten bir yaşam alanım! var." dedim büyük bir kinaye ve alayla. Şimdilik kovma ve gitme meselesini rafa kaldırmayı tercih ettim.

Hararetli konuşmam esnasında çaktırmadan kendime çekmeye çalıştığım elimi dahası mümkünmüş gibi biraz daha sıkı tutarak iyice dizine yerleştirirken sesli bir soluk verdi.

"Beni bir dinlesen anlayacağına eminim de dinlemiyorsun ki!" dedi sitem edercesine. Ardından bu kez alaycı bir tavra kendisi bürünerek konuşmasını sürdürdü. Konuşma esnasında bakışlarını arada benimkilerle birleştiriyordu.

"Sen beni aptal mı sanıyorsun bilmiyorum ama ben her şeyin oldukça farkındaydım. Kubat'ın harekete geçtiğinin de adamlarını dört bir yanımıza saldığının da. Hala daha farkındayım hem de eskisinden de çok."

Anlamıyordum! "Anlamıyorum." kaşlarım hiç olmadığı kadar çatılmıştı. Bilinmezliğin her bir yanımı kuşattığını hissedebiliyordum.

"Tek bir aptallığım oldu o da seni hafife almak. Asıl planımın gizliliğini korumaya ve o it herifi ele geçirmeye o kadar odaklanmıştım ki tabi bir de senin böyle bir şey yapmanı hiç beklemiyordum, bir şeyler çevirdiğini fark edemedim. Ben seni koruma altına almaya çalışırken senin kendini böylesine aptalca bir şekilde tehlikeye atacağını beklemiyordum!"

Sonda bana hakaret mi etmişti o?

"Sana beni koruma altına al diyen mi oldu? Ayrıca ben nasıl korunacak durumda oldum? Benim kimden korunmam gerekiyor?!" Bağırarak sarf ettiğim cümlelerle iyice sinirlerimin yıprandığını hissediyordum.

Hayatımın elimden kayışını ve yeni bir şeylere zorunda kalışımı bu kez sessizlik içerisinde izleyemeyecektim. Ben ondan beni korumasını istememiştim ki! O beni nasıl bir işin içine sokmuştu böyle? Yağmurdan kaçarken doluya mı tutulmuştum?

Susuyordu. Sorduğum tüm sorulara ve aklımda ki nicelerine karşı susuyordu!

Aldığı sesli solukları dinledim bir süre. Bir ümit bir şey der diye! Aradan geçen birkaç dakikanın üzerine ümidim soldu. Hala daha susuyordu.

"Ares!" dedim inlercesine. "Bir şey söyle! Sorularımı yanıtsız bırakma!"

"Bunun için belki de özür dilemem gerekiyor. Ben işlerin bu raddeye gelmesini istemedim. İşlerin bu raddeye gelmemesi için elimden geleni yaptım!" İsyan içerisinde sarf ettiği sözlerinin ardından bana kısa bir bakış atmalık es verdi konuşmasına. "Sen o gün, beni arayıp benden yardım istediğin gün çoktan hayatıma girmiştin ve bu Kubat'ın radarına da girmek demekti."

Anlamıyordum! Hala daha anlamlandıramıyordum! Tamam tüm bu Kubat davasında onun hiçbir suçunun olmadığının farkındaydım. Bu mevzu onun çok öncesine dayanan bir mevzuydu. Ama ben... Ben ne alakaydım?

"Bak niyetim seni suçlamak değil ama ben ne alaka? Sizin aileden birisi bile değilim ben! Kubat neden bana zarar versin?"

Sözlerimin bitiminde hiddetle bana döndü Ares. Birleşik olan ellerimizi havaya kaldırırken sert bir biçimde konuştu. "Sence ailemden birisi değil misin Lavinia?" Soru sormaktan çok uzak bir gerçekliği gözler önüne sürmek ister gibi bir tavrı vardı.

Yine de hiç beklemediğim soru karşısında donakaldım. Doğrusu bu bir sorudan çok bana bir şeyleri idrak ettirme yoluydu sanırım. Ve yine sanırdım ki o beni ailesinden biri olarak görüyordu ve bu bir kız kardeş gibi masum bir şey değildi.

Kız kardeşle öpüşülmezdi!

"Ben olsam öz ailesinin bile sırt çevirdiği bana ailem demezdim." diye mırıldandım sadece. Bu sözcükler benden bağımsız dökülmüştü dilimden.

Tekrardan dizine yasladığı birleşik ellerimizi daha da sıkı kenetledi birbirine. Baş parmağı usulca elimin sırt yüzeyini okşarken az önceki haline nazaran daha sakin bir biçimde konuştu.

"Aslında sana aileden biri demek yerine yuva dersem daha doğru bir betimleme olur. Benim yuva'm."

Sudan çıkmış bir balık gibi aralanan dudaklarımın farkına vardığımda sımsıkı kapattım onları. Şu anda konuşacak onca konu varken Ares'le aramdaki anlamsız ilişkiyi konuşamazdım. Yeri değildi.

"Asıl planın neydi?" dedim oldukça normal tutmaya çalıştığım bir ses tonuyla. Konunun acilen değişmesi gerekiyordu ve bu konu da şimdi konuşulmak için oldukça mantıklı bir tercihti.

Sesli bir soluk alırken yolda yağ gibi akan aracı bir tık daha hızlandırdı Ares. Önümüzdeki seyir halindeki aracı seri bir manevrayla sollarken itiraz istemez bir tonda konuştu. "Bunları eve gidince konuşuruz şu anda biraz sessizlik istiyorum."

Ve bu sözleri tüm yol boyunca susmamıza yetti de arttı.

*** 

Jane Austen, Gurur ve Önyargı kitabında şu sözleri geçiriyordu: 'Dünyayı tanıdıkça hoşnutsuzluğum daha da artıyor; her geçen gün insan karakterinin tutarsızlığına ve akıllı, duygulu görünenlerine bile güvenilmeyeceğine olan inancım güçleniyor.'

İnsanlara güvenilmeyeceğine olan inancımın bir kez daha tasdiklendiği, bu uğurda nice hayalimi ardımda bırakarak hayatımın eski kötüsüne dönmek zorunda olduğum yaşama işte geri gelmiştim.

İnsanların ne kadar samimi ve iyi niyetli yaklaşımları olsa da onların her birine şüpheyle bakmam gerektiğini bir kez daha aklıma mıh gibi kazımamı sağlayan yerde bir kez daha yok olan güvenimle birlikte dikiliyordum.

İşte buradaydım. Sarıyer'deki rezidansta yine ve yeniden.

Ares'in açtığı kapıdan içeri henüz iki adım atmışken anlamıştım evdeki farklılığı. Ev ölüydü. Normalde her zaman sımsıcak olan ev şu anda bir ölü soğukluğundaydı keza her köşesi temizlik kokan yerlerin yerine burun kaşındırıcı toz tanecikleri almıştı. Evdeki normal dışı durumlar daha ilk adımdan belliydi.

"Neler oluyor?" dedim hemen arkamda kalıp dış kapıyı kapatan Ares'e hitaben. Bakışlarım henüz ışıkları yanmayan ve dışarıdan gelen ışıklarla da pek ala seçebildiğim evin içerisinde gezinirken.

"Artık burada yaşamayacağız." dedi Ares sağ elini belime koyarken.

Anlamlandıramadığım durumla kaşlarım çatılı bir vaziyette ona doğru döndüm. "Neden?" Bu evi sevmiştim. Her ne kadar her zaman müstakil ev aşığı birisi olsam da burası onunlayken oldukça güzeldi benim için. Tabi ilk zamanlarda bu böyleydi.

"Senin için yeni bir başlangıç yapabilmek için yeni bir yaşam alanı gerekiyordu ve bende gerekeni yaptım." dedi Ares ben kaçamak bir cevap verdiğini ve her ne kadar nedenlerinden birisi bu da olsa asıl nedeni söylemediğini ilk anda fark ederken.

"O zaman neden buraya geldik?" Yüzüme bakmadan da söyleyiş tarzımdan pek ala anlayabilirdi Ares büründüğüm şüpheci tavrımı ki nitekim anlamıştı da.

"Yeni eve buradan hiçbir şey gitmedi her şey sıfırdan yeni alındı. Belki yeni eve gitmeden önce son bir kez burayı görmek ve buradan oraya götürmek istediğin bir şeyler olur diye düşündüm."

Uzaklaşmasına izin vermediğim şüpheci tavrımla kaşlarımı havaya kaldırarak Ares'e baktım. Doğruyu mu söylüyordu yoksa bununda farklı bir nedeni mi vardı bilmiyordum ama aldırmadım. Hiçbir şey bilmeden yaşamak mı yoksa gerçeklerin varlığından haberdar olarak yaşamak mı daha az acı vericiydi karar verememiştim.

Her zamankinin aksine ayağımdaki ayakkabılarımı çıkartmadan evde gezinmeye başladım. İlk yöneldiğim yer mutfak olurken burada hazırladığım sofralar canlandı gözümde. Tamer'in en çok ben yiyeceğim kavgaları, Tamay'ın iş arasında dedikodu anlatma çabaları ve Ares... Yardım ediyorum ayağına ayak üstü benimle flörtleşen ve eğlenen Ares.

Avcı bir kuş edasıyla her bir yerde hızlıca gezinen bakışlarım mutfak adasına ulaşmamla Ares'e döndü. Hemen bir adım arkamda beni takip ediyordu. Bakışlarım köşedeki oturma grubuna kaydığında gözümde canlanan klasik görüntüyle yutkunma ihtiyacı hissettim. Muhteşem üçlüyle gerçekleştirdiğimiz nice yemeklere ev sahipliği yapan bu oturma grubu benim için samimiyet barındırıyordu. Tabi ilk zamanlarda bu böyleydi. Sonradan her şeyin gerçekliği ortaya çıkmış ve gerçekliğine inandığım tüm duyguları yerle yeksan etmişti.

"Onlar ne yapıyorlar?" dedim bakışlarım hala daha oturma grubunun üzerindeyken.

"Bıraktığın gibi." Anında ne demek istediğimi anlayan Ares'ten aldığım kaçamak cevapla memnuniyetsizce suratımı buruşturdum. Bıraktığım gibi değillerdi bunu verdiği cevaptan anlayabiliyordum.

"Bana yalan söyleme Ares." dedim onu gerimde bırakıp doğrudan oturma odasına açılan kapıya yönelirken. Yalanlara ve saklananlara tahammülüm yoktu. Artık hiçbir şeye tahammülüm yoktu.

"Ne duymak istiyorsun?" dedi. Sesi peşime takıldığını belli edercesine bana yakın bir mesafeden geliyordu.

"Gerçekleri." dedim nötr bir biçimde.

Oturma odasında hep yanmasına alışık olduğum ama şu anda kapalı olan ayaklı lambaderlere kaydı ilk gözlerim. Onların yaydığı cılız ışığı seviyordum. Geceleri onların yaydığı cılız ışığın oluşturduğu o atmosferi seviyordum. O atmosferde Ares'le geçirdiğim tutkulu ve en çok da duygulu zamanları seviyordum. Önceden. İlk zamanlarda seviyordum yani.

"Hiç anlamadığım bir biçimde gerçeklerin seni kırmak gibi bir huyu var ve ben bunu hiç sevmiyorum."

Sözlerinin sonunda bedeni tam dibimde bitti. Sırtıma değen sert gövdesi ve bir yılan gibi karnıma doladığı elleriyle bedenlerimizi birbirine yapıştırdı. "Yalana benimde tahammülüm yok ama sanırım bu yüzden sana hep yalan söylemek zorunda kalacağım."

Derin bir iç çektim. Yalan söylediği yerde bile dürüsttü. Bu nasıl bir ikilemdi?

"Hep mi?" dedim sesimin titrek çıkmaması için büyük bir mücadele vererek. Gözlerim buğulanıyordu. Bakışlarım üç kişilik koltuktaydı. Malefiz'i izlediğimiz koltukta.

"Hep. Ne zamanki gerçekler seni incitecek şeyler olmaktan çıkar işte o zaman işler değişir."

Bir şey demedim. Söylediği şeylerin ağırlığının yanı sıra hatırladığım şeylerin ağırlığında ezilirken normal tutmaya çalıştığım bir hızda kollarının arasından çıktım. Suratına bile bakmadan direkt oturma odasından çıkıp üst kata ilerlerken aslında ondan mı kaçıyorum yoksa hatırladıklarımdan mı bilmiyordum.

O gün, 11 Ocak Pazartesi günü ona bir nevi aşk itirafı yapmıştım. Az önce bakışlarımın kilitlendiği koltukta izlediğimiz filmden alıntı yaparak hem de!

Hatırlamış mıydı ya da hatırlıyor muydu? Sanırım asıl soru bu değildi. Anlamış mıydı? O gün orada alıntı yaparak dediğim şeyden ona karşı hislerim olduğunu anlamış mıydı?

Hemen arkamdan gelen adımlarının sesi, düşüncelerimin üstüne denk gelerek beni daha da gererken çoktan üst kata çıkmış önceden kaldığım odaya ulaşmıştım. Buraya neden çıktım ya da burada ne yapacaktım bilmiyordum. Sadece ondan biraz olsun uzaklaşmak istemiştim ama o buna müsaade etmeyerek peşimden bir an olsun ayrılmamıştı.

Tüm ev gibi burasıda tozlu ve ışıksızken açık perdelerden dolayı ortam loş bir haldeydi. Oda bıraktığım gibi miydi hatırlamıyordum. Buradan giderken ki halimin hal olmadığını bildiğimden buna pek de takılmadım.

Bakışlarımı her zamankine tezat daha hızlı gezdirdim etrafta. Bu odada işim yoktu o yüzden yine Ares'e bakmadan yanından geçip koridora çıktım. Adımlarım benden bağımsız o odaya, bu evde gözlerimi ilk açtığım yere giderken Ares yine birkaç adım arkamdaydı.

"Bir şey almayacak mısın?" dedi hareketlerime anlam veremiyormuş gibi bir tonda.

Bir an olsun beni takip etmeyi bırakamaz mıydı?

"Hayır."

O odadan ne alabilirdim ki? Tamay'a sadece rol gereği aldırdığı süs eşyalarını mı? Asla! Asıl planı neydi ısrarla söylemeyi erteliyordu ve benim bu işin neresinde olduğumu hala daha öğrenememiş olmam gerginliğime gerginlik katıyordu.

Titrediğini ancak kapı kulpunu kavramak için kaldırdığımda fark ettiğim ellerimle araladım kapıyı. Burnuma bu odaya her girdiğimde olduğu gibi onun kokusunun dolmasını bekledim ama bu olmadı. Ne zamandır uğramıyordu eve de kokusu silinmişti odadan?

Birlikte uyuduğumuz ve her şeyden kaçarak ona sığındığım günlerin hatırına mı bilmem ağır ağır inceledim odayı. Hemen içeri giremedim. Tamamıyla aralanan kapıdan ilk önce tüm odaya uzunca baktım. Oldukça derli topluydu.

Birkaç adım içeriye doğru ilerledim. Bakışlarım onun koynunda soluklandığım gecelere ev sahipliği yapan yataktan acı içinde kaçarken tüm duvarı kaplayan cama yöneldim. Manzaraya baktım sanki daha önce hiç görmemişim gibi.

"Lâl." dedi Ares ikinci kez hiç beklemediğim bir anda. Bana ilk kez böyle seslendiğinde hastanedeydik. Ahu ve bebekten bir umut haber bekliyorduk. O bana böyle dedikten sonra umudum sönmüştü, her şey daha kötüye gitmişti. Yine böyle seslendiğine göre tekrardan aynısı mı olacaktı? Bu kez hangi umudum sönecekti? Sahi artık ortada bir umut kalmış mıydı? Ne de çok sorum vardı cevaplanmamış ve büyük ihtimalle de cevapsız kalmaya devam edecek.

Tıpkı o günkü gibi dudaklarımdan hiçbir şey dökülmese de ona doğru döndüm. Ve o da yine o günkü gibi ona dönmemle yetinerek konuşmasını sürdürdü.

"Sana her şeyi anlatsam beni anlar mısın?" dedi beni ufak bir dumura uğratırken. Tıpkı o gün bana lâl dedikten sonra dedikleri gibi. Bir an dejavu yaşıyormuş hissine kapıldım.

Kaşlarım istemsiz çatılırken bir süre sadece susarak ona baktım. Açık pencerelerden gelen ışıkla yüzünü pek ala seçebiliyordum ve anlamaya çalışıyordum, bilerek mi yapmıştı bunu yoksa farkında değil miydi?

Çözemedim. Suratı son derece ifadesizdi ve bir şeyler görebildiğim tek şey gözleriydi. Bana hevesle bakan gözleri.

O gün ona 'Bana bir şey anlatma." demiştim ve diyeceği her şeyin önünü kesmiştim. O günü hatırlamak istemiyordum o yüzdende bu benzer konuşmanın aynı şekilde sürmesine izin veremezdim.

"Umarım anlarım." dedim ona açık bir kapı bırakmaktan çekinmeyerek. Her ne kadar konuşmanın aynı şekilde sürmesini istemesem de yine de olumlu sayılabilecek bir cevap vermemiştim. Kaybedecek bir canım kalmıştı ve onunda artık pek taliplisi değildim. Ne olacaksa olsun mantığıyla bu kez onu reddetmek istemedim. Anlatacağı şeylerle en fazla ne değişebilirdi ki?

An be an gözlerimin önünde rahatlayan surat ifadesini izledim. Dolgun dudaklarında yarım ama samimi bir tebessüm oluştu. Sağ elini kaldırarak bana doğru uzattı.

"O zaman evimize gidelim?"

*** 

Çok değil yola çıkalı henüz yarım saat olmuşken şimdiki zamandan da tamı tamına on bir dakika önce idrak etmiştim: onun asıl niyeti benim rezidanstan yeni eve götürmek isteyeceğim eşyalar değil, orada geçirdiğimiz an'ları hatırlayıp anılarımızı da kendimle birlikte yeni eve götürmemdi.

Bunu kafamda durmadan dönüp duran, rezidansa girdiğimden beri elektro şok yemiş gibi tazelenmiş Ares'li an'ılarımdan anlamıştım.

Yaptığı bu hareketle neyi amaçladığına dair net bir çıkarımım olmasa da şunu şüphesiz biliyordum ki Ares zeki bir adamdı. Zeki ve nerede ne strateji yapacağını bilen bir adam. Bunu artık daha net görebiliyordum.

Sıkkınlıkla ofladım. Neden en ufak ayrıntıya kadar hatırlamıştım ki? Mesela günün birinde Ares'le rezidansın alt katındaki tuvaletin oda kokusundan dolayı ettiğimiz kavga ne alakaydı şimdi? Yani bunu hatırlamama gerçekten gerek var mıydı şu anda?

Hayır neden bir insan tuvalet kokusunu lavanta seçerdi? İğrenç!

O koku bana her zaman annemi çağrıştırırdı çünkü annem tüm temizlik ürünlerini lavanta esanslı tercih ederdi. Ben hiç sevmezdim o kokuyu. Bana kalsa her yerde şakayık esanslı ürünler kullanılmalıydı! Şakayıktan ala koku mu vardı?

Ares bu kavgayı her ne kadar bir daha olmaz diyerek kapatsa da ve lavantalı ürünlerin hepsinin asıl suçlusu Kibar teyze çıksa da evde şakayık adına hiçbir girişimin bulunmaması bir miktar tat kaçırıcıydı.

Tekrardan ofladım. Kalçam uyuşmuştu artık oturmaktan. Yola çıkalı neredeyse bir saat olmak üzereydi ve biz sanırım artık İstanbul sınırlarında değildik. Sarıyer'deki rezidansa gidebilmek için geçtiğimiz Avrupa yakasından ayrılmıştık. Anadolu yakasına geçerken sanırım üçüncü köprüyü kullanmıştık. Neden bu kadar Karadeniz kıyısındaydık?

Bir kez daha sesli bir soluk verdim. Artık bu yolculuk bitmeliydi! Saat çoktan gece yarısını geçmişti. Artık yorgunluktan bir köşede bayılmam an meselesiydi.

"Az kaldı." dedi artık benim oflamalarıma kayıtsız kalamayan Ares.

"Adamı yormaktan başka bir işe yaramıyorsun!" diye homurdanmaktan geri duramadım.

Sözlerim üzerine bakışlarının hızla bana döndüğünü göz ucuyla gördüm. "Senin konuşma tarzın hep böyle kaba mıydı?" dedi sorgularcasına.

Bunun cevabı sanırım hayırdı. Ben normalde gerçekten kibar ve kırıcı konuşmayan birisiyimdir ama son zamanlarda o kadar ben, ben değildim ki! Gerçekten şu anda bunu sorguluyor muydu?

"Keyfimin istediği zamanlar evet." dedim homurdanıyormuşçasına konuşmamı sürdürerek.

Derin bir soluk aldı Ares iç geçirirmiş gibi. "Her şeyine tamam olduğum gibi buna da tamam." dedi. Ne için böyle demişti ya da neye böyle demişti anlamamıştım. Bunu sorgulamadım. Uyku her geçen dakika daha çok bastırıyordu. Artık algı mekanizmalarım birer birer kapanıyordu.

"Nereye gidiyoruz ya ne bitmek bilmez bir yol! Nerede bu ev?"

Huysuzluğumun en üst seviyesine ramak kala konuşurken uyuşuk olan kalçamın bir sağına bir soluna yüklenecek şekilde dönüşümlü bir biçimde yan oturuyordum. Sanırım artık bacaklarımda karıncalanmaya başlamıştı.

"Az kaldı. İstersen koltuğu yatırayım uzan biraz."

"İstemem! Benim zaten ne işim var burada anlamıyorum ki!"

Sabır dinelir gibi soluk bıraktı Ares. "Dönüp dolaşıp aynı şeyleri tartışmaktan yorulmuyor musun?" dedi oldukça ciddi bir biçimde. Sanırım bu sorunun cevabını gerçekten de merak ediyordu çünkü bu ciddiyetinin başka hiçbir açıklaması olamazdı.

Belki de artık sinirlenmeye başlıyordu?

Kendi düşünceme hızlıca bir kaş çattım. O kimdi ki kendinde sinirlenmeye hak buluyordu!

"Yo oldukça keyif alıyorum manyağım çünkü ben."

Bir kez daha sola doğru dönerek daha henüz on dakika olmamış kalçamın sağına verdiğim ağırlığımı sol tarafıma devir yaptım. Yok gerçekten böyle olmuyor! Felçli Ali Rıza Bey olmama son beş dakika falan kaldı herhalde.

"Düşünmüyor değilim." Son derece muzır şekilde söylediği sözlerine açık bir şekilde gözlerimi devirdim.

"Nerede bu ev ya?" dedim az önceki kısmi hakaretini görmezden gelmeyi tercih ederek.

"Riva'da."

Tabiri caizse pörtlettiğim gözlerimle Ares'e doğru eğilmekten kendimi alıkoyamadım. "Ya oraya kadar daha merkezi bir yerde ev bulamadın mı?"

Anlık verdiğim tepkilerimin onu fazlasıyla eğlendirdiğine dair olan içsel tespitlerim şu anda yüzünde oluşan yarım gülüşle bir netliğe kavuştu. Şeytan diyor patlat bir tane ağzının ortasına görsün eğlenmeyi! Ben şu anda hiç eğlenmiyordum ve ben eğlenmezken çevremdeki insanların eğleniyor olması her ne kadar genelde batmasa da şu anda acayip bir biçimde batıyordu. Bu Ares'ten kaynaklı bir durum olsa gerekti.

"Aslında yeni bulduğum bir ev değil, zaten vardı."

"Ne demek zaten vardı?" Şu anda yaşadığım farkındalıkla kaşlarım istemsiz yukarı doğru kalktı. Ben neden masum bir şekilde onun tek evinin Sarıyer'deki rezidans olduğunu düşünüyordum ki? Bence bu da benim fakirliğimden kaynaklı bir durum olsa gerekti. Adamın mücevherat şirketi var, markası var! Adam zengin zengin!

"Zamanında babamın başlattığı bir inşaattı. Annemin kız kardeşime hamile olduğunu öğrendiği zaman Riva'da büyük bir arazi alıp oraya güvenli bir yaşam alanı oluşturmak adına planlar yaptığını hayal meyal hatırlıyorum." dedi aracı son derece ıssız olan yolda sola kırarken.

Yeni girdiğimiz yol son derece bakımlı ve iki yanı da sık ağaçlarla çevrili bir yoldu. Gecenin karanlığına bir tek aracın farları aydınlık katarken önümüzde hafif kıvrımlı yol boylu boyunca uzayıp gidiyordu.

"Sonra?" dedim bu gece ilk defa oldukça sakin ve naif bir biçimde konuşarak.

Yeni yola girdiğimizden beri hızını oldukça düşürdüğü aracı aheste aheste kullanan Ares elimin hala daha elinde olduğunu hatırlatırcasına baş parmağıyla elimin sırt yüzeyini okşadı.

"Öldükleri güne kadar inşaat hızlı bir biçimde devam ediyordu baya bir ilerleme kat edilmişti ama onlar ölünce her şey durdu. Yıllarca yarım bir biçimde kaldı. Üniversiteye başladıktan sonra bir anda aklıma geldi burası. O zamana kadar varlığını bir kez bile hatırlamadım, unutmuşum."

Birkaç dakika boyunca ilerlediğimiz karanlık yol bir yerden sonra iki yandan da ışıklandırılmayla aydınlanmıştı. Bu sokak lambaları normal sokaklardakine asla benzemiyordu.

Dikkatle incelediğim sokak lambaları Ares'in de ilgisini çekmiş olacak ki açıklama yapma gereği duydu. "Eve yaklaştık. Ana yoldan sola döndüğümüz andan itibaren özel mülk içerisine girdik o yüzden farklılar."

Anladım dercesine başımı salladım. "Hala daha yarım bir biçimde değil sanırım burası." dedim etrafı incelemekten asla geri durmazken.

Ares'in de dediği gibi ana yoldan sola sapıp özel mülk içerisine girdiğimizden beri sanki başka bir aleme geçiş yapmış gibiydik. Camı hafifçe araladım. Etraftan tek bir şehir gürültüsü bile gelmiyordu. Bizden başka hiçbir insani hareketlilik yoktu. Oldukça mahremiyetli bir yer olduğu ve bunun için ne kadar çaba harcandığı daha girişten belliydi.

Gittiğimiz yolun sağ tarafı da sol tarafı da uzun ağaçlarla çevriliydi. Doğadaki ormanların bu kadar bakımlı olmadığını bilmesem burası için bir orman diyebilirdim.

"Üniversitede burayı hatırladıktan sonra zaman zaman gelip inşaatı sürdürdüm. Pek üstüne düşmesem de azda olsa ilerlettim işleri. Tam olarak geçen hafta bitti her şey. Son rötuşlar yapıldı bu bir haftada. Normalde birkaç günlük ufak birtakım işleri daha vardı evin aslında, ondan sonra seni almaya gelecektim ama işte şu pezevenk durmayınca mecbur erkene çekmek durumunda kaldım."

İki kaşımı 'Öyle mi?' dercesine havalandırırken bakışlarım istemsiz bir tık kısıldı. Gittikçe kaçan uykum ve zihnime doluşan bin bir soruyla iyice Ares'e doğru döndüm.

"Sen burayı, beni buraya getirmeyi planladığın için mi tamamladın?" dedim şaşkınlığımı saklayamayarak büyük bir merak içerisinde.

Hala daha oldukça sakin bir biçimde sürdürdüğüm konuşmama bir bakış attı. Sorduğum soruyla birlikte bedeninin gerildiğini elimi tutan eli olmasa fark edemezdim. Birkaç saniye sadece susarak suratıma baktı, beni tartar gibi bir hali vardı. Bakışları sadece bir anlığına yola dönse de genel olarak ciddiyet içerisinde yüzümde gezindi. Sanırım yine öfkelenip işleri yokuşa süreceğimden endişeleniyor olsa gerekti.

"Ben burayı senin beni aradığın gün tamamlamaya karar verdim." dedi kaçamak bir yanıt vererek. Bu sanırım evet demek oluyordu.

Şaşırtıcı bir biçimde herhangi bir tepki vermemeyi seçtim. Gerçekten fazlasıyla yorgundum. En azından bu gecelik herhangi bir başka kavga istemiyordum.

İlk üç dakikası ışıklandırmasız son iki dakikası ışıklandırmalı toplamda beş dakikalık düşük hızda gittiğimiz yolun sonunda bizi devasa bir duvar karşıladı. Görebildiğim kadarıyla ucu gözükmeyen bir biçimde kıvrımlı bir ilerleyişi olan en az üç metresi var olan duvarın ortasında araç girişi için büyük demir bir kapı vardı. Onun hemen yanında da yaya girişi için olduğunu düşündüğüm ama yine de klasik yaya girişi için büyük bir kapı vardı.

Ares motoru kapatmadan duraklattığı araçla üç kez peş peşe kornaya bastı. Güçlü korna sesinin etrafta yankılanması üzerine anında yaya girişi için olan kapı açılıp içeriden siyah takım elbiseli iri sayılabilecek bir adam çıktı. Aracı görmesiyle hızla kapıdan içeri bir işaret verdi ve bunun üzerine büyük kapı iki yana doğru aralanmaya başladı.

Açılmaya başlayan kapıyla Ares anında aracı tekrar harekete geçirirken bakışlarımı kapıyı aralayan adamlara çevirdim. Az önce yaya girişinden çıkan adamla aynı tarzda adamlardı. Sarıyer'deki rezidansa kadar bize eşlik eden korumalara benziyorlardı. Onlarda neden bilmem rezidansa girerken dışarıdalardı ama çıktığımızda yoktular. Ares göndermiş olsa gerekti.

Açılan kapıdan içeri giren araçla dudaklarım istemsiz aralanırken karşımda gördüğüm ve kendisine asla ev diyemeyeceğim malikaneye baktım. Ares ev diye buna mı demişti?

Tam ona bu konuyla ilgi bir şey demek üzere dönecekken bakışlarım bir anda bahçeye kaydı. Kendisine asla ev demeyeceğim malikanenin fazlasıyla geniş bir arazide olduğunu gösterircesine oldukça büyük olan bahçesinde gördüğüm adamlarla kaşlarım çatıldı. Sayıları gereğinden fazla olan ve gözüme batmaması imkânsız olan koruma tipli adamlar her tarafı sarmış vaziyette etrafta geziniyorlardı.

İçinde olduğumuz aracı görmesiyle önlerindeki düğmelerini ilikleyen adamlardan zorlukla bakışlarımı çekmeye çalışsam da bu pek mümkün değildi. Kaç tanelerdi on ya da yirmi? Hayır kesinlikle daha fazlalardı.

Malikaneye doğru ilerleyen taş yolun sağ tarafına doğru ilerleyerek aracı garaj olduğunu düşündüğüm binanın önüne park eden Ares'le kendime biraz olsun gelirken kaşlarımın çatıklığı hala daha düzelmemişti.

"Bana eve gidiyoruz demiştin?" dedim sorar bir biçimde Ares'e dönerken.

İstop ettirdiği araçtan dikkatini alarak bana döndü. "Evet, eve geldik işte."

"Bana eve gidiyoruz dedin Ares! Eve! Hangi ev böyle? Bu etrafta gezinenlerde kim?"

Huzursuzluğumun pek ala anlaşılır olduğu sesim sonlara doğru yükselirken elimi Ares'in hiç beklemediği bir anda kendime çektim. Kaç dakikadır tutuyordu bu elimi? Elim uyuşmuştu resmen hissetmiyordum.

"Bizim evimiz böyle Lavinia. Ayrıca hiç korumalar kısmına girme seni az adamla bırakınca da gördük neler olduğunu. Artık böyle, itiraz yok!"

Yok bu adam artık gerçekten de beni delirtecekti! Ne saçmaladığının farkında mıydı? Benim adımın anlamı bile özgürlükken ona kim benim özgürlüğüme prangalar vurabileceğini söylemişti?

"Saçmalıyorsun!" dedim büyük bir solukta.

Saf öfkenin bedenimde kol gezinmeye başladığını titremeye başlayan ellerimden anlarken zor bela emniyet kemerini çözerek kendimi dışarı attım. Ares de hemen peşimden gelerek araçtan indi.

"Sen saçmalıyorsun ve ben daha fazla buna katlanamam! Eve gidiyorum, gerçek evime ve sen bu kez gerçekten de hayatımdan çıkıyorsun!" Hışımla sarf ettiğim sözlerle arkamı dönerek geldiğimiz yoldan geri dönmeye başladım.

Ne etraftaki korumaların kaçamak bakışları ne de ıssızlığın yuva benimsediği bu yerden eve nasıl döneceğim umurumdaydı.

Elimde sahip olduğum bir tek özgürlüğüm varken insanların ona da göz koymalarına izin veremezdim. Başka hiçbir şeyim kalmamıştı! Özgürlüğümden başka hiçbir şeyim kalmamıştı!

Henüz attığım beşinci adımda kolumdan sertçe tutuldum. "Asıl sen saçmalıyorsun. Eve geçelim orada sakince konuşalım Lavinia!"

Son cümlesi fazlasıyla tehditkâr bir tonda çıkarken sinir haliyle gür bir kahkaha attım.

"Sen delirmişsin! Ne sakinliğinden bahsediyorsun?" dedim daha da bağırarak. Kollarım etrafı gösterircesine iki yana açılırken gözlerimin dolduğunu bulanıklaşan bakışlarımdan anladım. "Şuraya bak, bir etrafına bak! Burası ev değil hapishane!"

Kolumu tutan elinden sert bir hareketle kurtuldum. Ona doğru tehditkâr bir tavırla bir adım attım. Sağ elimi işaret parmağı havaya kalkmış bir biçimde ona doğru salladım.

"Benim elimde bir tek özgürlüğüm kaldı ve onu da senin almana izin vermeyeceğim anladın mı?"

Tıpkı az önce geçtiğimiz yollardaki gibi ama onlardan bir tık daha kısa olan sokak lambaları tüm bahçede nizami bir konum aldığından etraf geceye rağmen oldukça aydınlıktı. Yakınlığımızdan sebep dolu olan gözlerimi netlikle gören Ares'in kaşları bundan dolayı mı yoksa az önceki konuşmamın sonunda titreyen sesimden dolayı mı çatılmıştı anlayamadım.

Bana doğru bir adımda o yaklaşırken havadaki elim göğsüne çarptı. O elimi sol eliyle usulca tutarak avucunun içiyle hapsederken diğer elini belime sardı. Ses tonu az öncekine nazaran oldukça kısık bir biçimde konuştu.

"Niyetim o değil, yemin ederim. Her şey senin de bu lanet intikam takıntısına kurban gitmemen için. Şimdi sakinleş gel eve geçelim ve her şeyi orada açıkça konuşalım."

Öfkeli halimde gram bir azalma olmazken sık soluklarımdan sebep hızlıca inip kalkıyordu göğsüm. Sakinleşmek istedim. Bedenimi bir anda saran öfke hali başıma keskin bir ağrı sokmuştu. Zaten yeterince yorgunken ve daha biraz önce en azından bu gece herhangi bir kavga istemiyorum derken başka bir şey mi anlatmaya çalışıyordum? Neden isteklerim tekte anlaşılmıyordu!

"Eve girmek falan istemiyorum. Hava almam lazım." demekle yetinerek kollarının kıskacından çıktım.

Bu kez ona sırtımı dönüp gidişime herhangi bir ses çıkarmazken sanırım bu yönümün bahçenin çıkış kapısına doğru değil de malikanenin sol tarafındaki boşluğa doğru olmasından kaynaklıydı.

Hızlı adımlarla ilerlerken soğuk havayı derince soluyordum. Öfkeden soğuğu hissedemez haldeydim. Malikanenin sağ kısmında garaj binası bulunurken sol tarafı ben henüz malikanenin tam karşısına geldiğimde bile boş gözüküyordu.

Bir dakikalık hızlı bir yürüyüşün ardından çimenlik kısma geçerken kısa bir sürede malikanenin köşesini döndüm önümde boylu boyunca uzanan çimenliğin ucunda evin çevresini saran üç metrelik duvar yerine bir boşlukla karşılaştım. Bu görüntü anlık bir biçimde adımlarımı duraklatırken hemen peşimden ama oldukça gerimden gelen Ares'in de durduğunu hissettim. Tekrardan hareketlendim.

Neredeyse üç dakikaya yakın bir yürüyüşün sonunda malikaneyi tamamen gerimde bırakırken evin asıl ön tarafına geçtiğimi ve burada o yüksek duvarlar namına hiçbir şey olmadığını fark ettim. Çünkü evin ön tarafı Karadeniz'e bakıyordu direkt.

En az giriş tarafının büyüklüğümde bir alan alabildiğine yeşillikken bu yeşillik bir yerde son buluyordu. O son bulunan yerde kısa boylu çitler yer alırken sanırım ön kısmın sınırını çiziyordu.

Gecenin karanlığından simsiyah gözüken denizin ay ışığının bile aydınlatmada pek işe yaramadığı manzarasına ağzım açık bakarken olabildiğince çitlere yaklaştım. Ares'in varlığını tam arkamda hissedebiliyordum.

Etraf o kadar sessizdi ki bir tek duvarların ötesindeki orman diye nitelendirdiğim yerden doğa sesleri ve karşımdaki denizden dalga sesleri geliyordu. Sanırım burası bir hapishaneye göre oldukça özel, güzel ve anlamlıydı. Belki birazda hayal ötesi.

Bakışlarımı asla karşımdaki manzaradan alamazken sırtımda onun sert gövdesini hissettim. Gecenin ayazına inat sıcak bedenini çoktan buz tutmuş bedenime yapıştırdı ve kollarını her iki yanımdan etrafıma doladı. Sesimi çıkartmadım. Karşımdaki manzara, içinde bulunduğum an ve ondan gelecek en ufak bir sevgi kırıntısına bile aç olan ruhum işi hiç olmadığı kadar çıkmaza sokuyordu.

Bu gecelik pes ederek ve bir seferlik daha akışına bırakmaya karar vererek Ares'e yaslandım. Neredeyse tüm yükümü üzerine alarak bedenime sardığı kollarını iyice sıkılaştırdı. Kirli sakallı çenesini açıkta kalan boynumun kuytusuna yaslarken derin bir soluk aldı.

Çok değil birkaç saniye içinde bende derince bir soluk alırken bakışlarımı usulca ucu bucağı gözükmeyen denizde gezdirdim. Tek bir tekne ya da gemiye dair bir belirti bile yoktu. O kadar sessiz, o kadar kimsesiz ve bir o kadar da bize özel bir yerdeymişim gibi hissettim kendimi.

"Kanatlarını kesmek değil güçlendirmek istedim." dedi Ares bir süredir devam eden sessizliği hiç beklemediğim bir anda bozarak.

İlk an ne dediğini anlamayarak refleksif bir biçimde dudaklarım aralandı. "Ne?"

Boynuma konulan sert ve uzun öpücüğün etkisiyle afallarken kaşlarım istemsiz havalandı.

"Kanatlarını kesmek istemedim." diyerek ilkine nazaran tane tane yineledi sözlerini.

Hala daha denizin üzerinde olan bakışlarım algıladıklarımla irileşirken benliğim çoktan doğru mu yoksa yanlış mı anladım kavgasına tutuşmuştu bile.

Ares az önce benim 11 Ocak'ta yaptığım itiraf şeklini kullanarak bir itirafta mı bulunmuştu yoksa bana mı öyle gelmişti?

-BÖLÜM SONU-

Of aman aman bıktım!

Bölümü nasıl buldunuz?

Beğeni ve bol bol yorum yapmayı eksik etmeyin! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Bölüm : 30.11.2024 17:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...