
Ben geldim ve söylemeden de geçemeyeceğim bomba gibi upuzun bir bölüm sizi bekliyor!!
İYİ OKUMALAR
Acıyordum. Bu acımak, bedenimin her bir zerresinin ağrıdan sancıması anlamındaydı ve buna benliğimde dahil olalı çok oluyordu. İlk acıyışım değildi tıpkı son olmadığı gibi. Hissettiğim acının alışamadığım bir his olması alıştığım bir durumdu. Hissettiğim bedensel acıların yanı sıra büyük bir hissizlikte vardı duygularımın arasında. Her ne kadar kulağa tuhaf gelse de hissizlikte bir histi.
Görüş alanından gardiyanların yönlendirmesiyle çıkalı birkaç dakika oluyordu. Geldiğim yolları geri dönüyordum. İki yanımda beni görüş alanından çıkartan gardiyanlar durmaksızın bana bir şeyler diyorlardı ama onları dinleyemiyordum. Zihnimin tamamı Ares'te ve vereceği tepkideydi.
Kızacaktı hem de çok kızacaktı. Umarım kızgınlığı onu benden uzağa itmezdi çünkü bu haldeyken olmasını isteyeceğim bir durum kesinlikle değildi. Zaten yeni yeni aramız düzeliyordu.
"Hanımefendi bir revire görünseniz iyi olur böyle gitmeyin. Hem tutanak tutulacak şikayetçi olmayacak mısınız?" diyen gardiyana kısa bir bakış attım. Samimi bir endişeden çok etekleri tutuşmuşa benziyordu.
Gardiyanlarda kendi derdine düşmüş, içeride yaşanan fiyasko durumun ceremelerinden nasıl kaçsak derdindeydi. Şikayetçi olacağımdan korkuyor olsalar gerekti.
Başımı olumsuzca iki yana salladım ama bunun kötü bir fikir olduğunu dönen dünyamdan anlayarak buna hızlıca bir son verdim. "Gerek yok eşim kapıda beni bekliyor bir an önce gitmek istiyorum. Şikayetçi falan da olmayacağım."
İki elimi de istemiyorum anlamında havaya kaldırarak onlardan uzaklaşmaya başladım. Bir an önce buradan çıkmalıydım. Ben içeri gireli ne kadar olmuştu bilmiyordum ama Ares'e dediğim süreden fazla kaldığımı biliyordum. Şu anda ne tutanakla ne de şikayetle uğraşacak durumda değildim.
Olabildiğince sağlam atmaya çalıştığım adımlarıma arada kendiliğinden sarsılıyormuş gibi dönen başım hiç de kolaylık sağlamıyordu. Yüzümde birçok nokta karıncalanma hissinin altında derinden bir sızı barındırıyordu. Dudağım sızlıyordu. Ellerimdeki kan çoktan kurumuştu ve o kurumuş kandan suratımda da olduğunu biliyordum. Kanın kuruduğu kısımlarda derim iyice gerginleşmişti.
Tamamıyla olmasa da en azından bedenen sağlam geldiğim yolları bir savaştan çıkmışçasına geri dönmem beş dakikamı aldı. Gerçekten de bir savaştan çıkmıştım ve bu sefer savaş sanırım tamamen bitmişti. Kim kazanmıştı bir fikrim yoktu ama bence herkes kaybetmişti. En çokta ben kaybetmiştim.
Dışarıya attığım ilk adımla soğuk hava bedenimde hali hazırda var olan titremeyi artırırken yağmurun tamamen durmuş olduğunu gördüm. Havada cildi yakan kuru bir soğukluk vardı. Sis etrafı iyice abluka altına almıştı.
Adımlarıma ara vermeden doğrudan otoparka doğru ilerlerken olabildiğince sık adımlar atıyordum. Bakışlarım pek odak noktalı olmasa da kendimi zorlayarak aracı aradım. Çokta büyük olmayan otoparkta anında kendini belli eden son model aracı gördüğümde gerginliğimin arttığını aracın kaputuna yaslı bir biçimde sigara içen Ares'i fark ettiğimdeyse nefesimin kesildiğini hissettim.
Adım adım ona yaklaşmamı sürdürürken beni ne zaman fark edeceğini tuttuğum nefesimle bekliyordum. Bakışları yere sağlam basan ayaklarındayken eli havalanarak sigarayı dudaklarına doğru götürdü. Bu esnada bakışları hiç beklenmedik bir hızla bana döndü. İçimde tuttuğum nefes soluk borumu dağladı. Dudağına sigara götürdüğü eli havada asılı kaldı ve sigara dudaklarının arasından ayak ucuna doğru düştü. Kaşları çatıldı ve bakışları ağır ağır tüm yüzümde dolaştı.
Suratında gördüğüm ifade adımlarımı yavaşlatırken, o yaslandığı yerden hızla ayrılarak aramızdaki on adımlık mesafeyi birkaç adımda sıfırladı. Bakışları hiç olmadığı kadar hızlı hareket ederek tüm bedenimde dolaşırken yanıma varmasıyla iri elleri iki yanımdan geçerek kollarımı sıkıca tuttu.
"Ne oldu sana?"
Cevabını adı kadar iyi bildiği bir soruyu sorduğunu biliyordum ama belki bir ümit yanılmak istediği için sorduğunu varsayarak titreyen dudaklarımla onu yanıtladım. Yanıtımla da bir ümit yanılmak isteyen yanını hayal kırıklığına uğrattım.
"Babam." dedim sadece ağzımda eğrelti duran ve bende kusma hissi uyandıran kelimeyle.
Kollarımı sımsıkı tutan elleri canımı yakmasa da oldukça sıkı bir tutum sergiliyordu. Gözlerime sabitlediği bakışları öfke doluydu.
"Ne babam? Nasıl sana dokunabilir? Arada cam yok muydu? Ayrı odalarda değil miydiniz nasıl sana dokunabilir Lavinia?!"
Bakışlarım titredi. Gittikçe üşüyen bedenimi kollarımdaki sıcak elleri ısıtmaya yetmiyordu. Zaten bakışlarındaki ifade bir kış ayazı gibiydi.
"Bugün açık görüş varmış." dedim kısık bir sesle.
Çatık kaşları daha da çatılırken bakışlarındaki afallamayı fark etmiştim. Bilmiyordu, bugün açık görüş olduğunu bilmiyordu.
"Ne demek açık görüş varmış? Bars bana böyle bir şey demedi!"
"Bilmiyorum açık görüşmüş bugün. Belki Bars'ta bilmiyordur o yüzden söyleme-"
"Bilecek!" Hiç beklemediğim bir anda bağırmasıyla gür sesi tüm otoparkta yankılandı. "Ne demek bilmiyordur lan! O bilmeyecekte ben mi bileceğim? Avukat değil mi bu adam? Ben bu adama cezaeviyle özel olarak görüş, tüm ayarlamaları yap dedim mi dedim! Ne demek bilmiyordur?"
Çoktan kollarımdan ayrılan elleriyle benden birkaç adım uzaklaştı. Ares'in çileden çıkmış hali benden iyice uzaklaşırken bu beni daha da korkuttu. Gözlerimden tekrardan yaşlar akmaya başladığında ona sesimi duyurmak istedim.
"Ares."
Öfkeyle attığı adımlarının belli bir yönü yoktu. Elleri sabit bir yerde durmuyordu. "Madem açık görüş var içeride hiç mi gardiyan falan yok? Nasıl sana dokunabiliyor lan bu adam! Kimse nasıl müdahale etmez!"
"Ares!"
Olabildiğince yükselttiğim sesim ağladığımdan dolayı oldukça boğuk çıkmıştı. Ağzımdan kaçan hıçkırık göz yaşlarımı daha da hızlandırırken sonunda Ares halimi fark etmişti. Yaşlardan dolayı zar zor seçebildiğim bakışları bir şeyleri yeni idrak ediyormuş gibi bir hale büründü. Adımları tekrardan bana geldi.
Kolları beni iyice sarıp sarmalarken bedenimi bedenine yasladı. "Bitti! Bundan sonra tüm kötülükler geçmişte kalıyor ve geçmişe dair en ufak bir şey bile günümüze gelmiyor. Buna izin vermem! Bitti!"
Hiçbir şey demedim. Bence de artık bitmeliydi yoksa biz bitecektik.
***
Geçmişin ne kadar geçmişte kalması gerekse de biz bunu başaramamıştık. Geçmiş sürekli ayağımıza dolanıp hep bir ölüm kalım meselesine dönüşmüştü. Her ne kadar bugüne ne Ares ne de ben ölmeden gelebilmiş olsak da bu sabah ikimizde şunu çok iyi anlamıştık ki: Eğer geçmişi gerçekten de gerimizde, kendimizden çokça uzakta bırakamazsak bir gün onun son nefesimizi almasına kimse engel olamayacaktı.
"Ağrın hala daha devam ediyor mu?"
Başımı olumsuzca iki yana sallarken Ares'in gövdesine doladığım kollarımı dahası mümkünmüş gibi biraz daha sıkılaştırdım. "Ben iyiyim bir sorun yok. Taktıkları serum iyi geldi, acım hafifledi."
Saat gece yarısına yaklaşıyor olsa gerekti. Cezaevinden ayrıldıktan sonra Ares'in isteği üzerine hemen bir hastaneye gitmiştik. Birkaç tetkik sonrası önemli bir şeyim olmadığını öğrenmiş ve bunun üzerine acımı hafifletecek iki serumu üst üste yiyip üzerine de bir hap iki kremden oluşan reçeteyi alarak hastaneden ayrılmıştık.
Eve döneli birkaç saat oluyordu. Biraz zorlansam da kısa ama rahatlatıcı bir duş almış, yemeklerimi yemiş üzerine eve gelmeden önce yol üstünde uğradığımız eczaneden aldığımız ilacı içip gerekli kremleri sürmüştüm. Daha doğrusu kremleri Ares sürmüştü. Bu işlem yaklaşık on dakikasını almıştı ki bu oldukça uzun bir süreydi. Bunu yaparken çokça oyalanmış fazla pimpirikli davranmıştı. Şimdiyse yatak odamıza çekilmiş birbirimize sarılı vaziyette yatakta yatıyorduk.
Yarın işe gitmeyecektim. Hatta yaralarım iyileşmeden dışarı bile çıkmayacaktım. Bu durum şaşırtıcı bir şekilde Ares'in isteği değil benim isteğimdi. Bu hale gelişim bu kez gerçekten de sondu. Artık ne babam ne de geçmişimden başka bir şey kılıma dahi zarar veremezdi.
"Gece ağrın olursa ya da acın artarsa beni uyandır tamam mı?" Saç diplerime kondurduğu sert öpücüğü içimi sımsıcak etti. Aklıma cezaevinin otoparkında beni bu halde ilk gördüğü anlar geldi. Öfke halinin esiri olarak resmen çıldırmış ve benden uzaklaşmaya başlamıştı. Gözü beni görmüyordu ve bu beni çokça korkutmuştu ama sandığım gibi olmamıştı.
Zor da olsa ona olan seslenişimi duymuştu ve kendini az da olsa toparlamıştı. Benimle ilgilenmiş ve benden uzaklaşmamaya dikkat etmişti.
"Olur uyandırırım." dedim böyle bir şey olsa da yapmayacağımı bilerek. Sırf huzursuzluk çıkmasın diye uyum sağlamaya çalışıyordum. Her ne kadar şu an dibimde uysalmış gibi dursa da içindeki bariz öfkeyi hissedebiliyordum.
Hastaneden çıktığımız gibi direkt Bars'ı aramış ve bir ton bağırıp durmuştu. Ares'e göre bu Bars'ın ihmalkarlığıydı ama Bars'ın dediklerine göre de cezaevinden görüştüğü kişi ona böyle bir bilgi vermemişti. Ares'in aksine ben burada kim suçlu kim suçsuz hesabı yapmıyordum. Olan olmuştu. Zamanı geriye alamayacağımızdan ya da yaşanmış bu olayı yaşanmamış kılamayacağımızdan konuyu çokta uzatmanın bir anlamı yoktu. En azından bu konu için geçerliydi bu durum.
Burnumu boynundan yanağını doğru sürterek başımı Ares'in yüzüne doğru kaldırdım. Odayı bir tek Ares'in tarafındaki lambader aydınlattığından yakışıklı yüzü yarı aydınlık yarı gölgelenmiş bir biçimde karşımdaydı.
"Ares?" dedim kısık tuttuğum sesimle yumuşak bir tonla.
Kendisine seslenmemle karşıya diktiği bakışlarını bana çevirdi acele etmeden. Ona doğru dönmüş olmamdan sebep o da beni tam görmek istemiş olsa ki biraz geriye doğru çekildi ve bu esnada başım omzundan koluna doğru kaydı. Bunu ikimizde önemsemedik ama Ares kollarını sıkılaştırarak kolları arasındaki yerimi iyice sağlama alma ihtiyacında bulundu.
"Efendim."
Göğsünün üzerinde usulca dolaşan parmaklarımı kirli sakalına çıkartırken bakışlarımı da sakallarına çevirdim.
"Bana aşık mısın?"
Pat diye sorduğum soru dudaklarımdan öylesine bir şeymişçesine çıkarken sorduğum soruyla soruş tarzım arasında oluşan ikilem Ares'i afallattı. Bunun getirisindeki bocalamaya girmesini istemediğimden onun herhangi bir şey demesine fırsat vermeden tekrardan konuştum.
"Yani onca olay yaşandı, ben sana beni bırakman için kötü şeyler söyledim; ki ondan öncesinde de arkandan dertlerini çoğaltan bir oyun çevirdim. Yani ne bileyim... Aramızdaki bu şey ne diyerek saçma bir konuşmaya girmek istemiyorum ama... Sanırım aramızdaki şeyin nasıl bir şey olduğunu senden duymak istiyorum."
"Aramızdaki bu şeyi hissedebiliyor musun?" dedi beni bekletmeden.
Duraksadım. Sorusunu düşündüm. Evet hissedebiliyordum. Bazen çok korkutucu ve bilinmez olsa da sanırım çokça güzel hislerdi. Daha önce bilmediğim, tatmadığım ve şu anda müptelası olduğum, eksik olmasını istemediğim hislerdi. Kaybetmekten korktuğum hislerdi.
"Evet." dedim sadece içimden geçen onca sözcüğe tezat tek kelimeyle.
Bakışları tüm yüzümde dolanıyordu. Belimi saran sağ eli yüzüme çıktı. Yanaklarımdan başlayıp dudaklarımda son bulan bir okşayışla içimin titremesine sebep oldu.
"Aramızdaki bu şey işte o hissettiklerinden, hissettiklerimizden daha fazlası." dedi derin bir iç çekerek. Ardından yavaşça yüzüme doğru eğilerek dudaklarıma uzun ama basit bir öpücük kondurdu ve eski pozisyonuna geri döndü.
"Aşk, sevgi ya da her neyse. İnsanların dillerine sakız ettiği ve sahte duygularla bin bir yalan dolanla kirlettiği kelimeleri kullanarak aramızdaki bu şeyi tarif edemem, etmeyeceğim. Ama ne olduğunu hissettirebilirim ve dahası hissettirdiklerimden, hissettiklerinden daha fazlası daha özeli olduğunu söyleyebilirim."
Sözlerinden anlatmak istediği şeyleri hem anlamış hem de anlamamış olmamla girmiş olduğum tezatlığa karşı sadece gülümsedim. Her ne kadar dediklerini tam anlayamamış olsam da sözlerinin kötü bir anlam içermediğini hissedebiliyordum. Sanırım bununla yetinebilirdim.
Başımı tekrardan boynuna doğru götürerek kendimi oraya sakladım. Bedenimi neredeyse üst bedeninin üzerine çıkartarak sıkıca sarıldım. Bu hareketimle birlikte Ares derin bir iç çekti. Kolunun biri belimi sıkıca sararken diğer elini üzerimdeki tişörtten içeri sokarak sırtıma çıkarttı ve boylu boyunca çıplak tenimi okşamaya başladı.
"Ah Lavinia!" dedi göğsünü iyice şişiren bir nefes çekerken içine. Adımı bir ah eder gibi söylemesi beni tuhaf bir hisse soktu.
"Ne oldu?" dedim yüzümün boynuna gömülü olmasından sebep boğuk bir sesle.
Tişörtün dışında kalan elini de içeri sokarak belimi tüm çıplaklığıyla sararken saçlarımın arasına güçlü bir öpücük kondurması içime ılık bir şeylerin akmasına sebep oldu.
"Bu zamana kadar sana hiç seni sevdiğimi söylememiş olabilirim. Bu benim hatam." diyerek belli bir monotonluk da konuşmaya başlaması kaşlarımı çatmama sebep oldu. Amacım onu suçlamak değildi ve dediklerimden bunu çıkarıp kendini bir açıklama yapma mecburiyetinde hissediyorsa bu durum beni rahatsız ederdi.
"Ama sana olan hislerim bu dünyadaki aşk ve sevgi kisvesi altındaki aldatmaca duygulardan çok farklı bir yerde, daha özel ve tamamıyla bize ait kılınmış hisler olduğunu hissettiremediysem... Sanırım bu benim en büyük hatam."
Çatılı kaşlarım konuşmasını sonlandırdığı yerde çözülürken şaşkınlıkla havalandı. Başımı gömdüğüm boynundan çıkartarak şaşkın bakışlarımı güzel ela hareleriyle buluşturdum.
Başımı kaldırıp kendimi geriye çekmemle yüz yüze gelirken, Ares suratımda nasıl bir ifade gördüyse suratında yamuk bir gülüş oluştu. Gözlerinde anın oluşturduğu duygusal parıltılar vardı.
"Na-nasıl yani?"
Heyecandan kekelemem Ares'in gülümsemesini büyütürken karşımdaki manzara sertçe yutkunmama sebep oldu. Belimdeki elleri oldukları yerde sabit bir biçimde dururken Ares başını yastığına biraz daha bastırarak yüzünü iyice bana döndürdü.
"Sen benim için hiç olmayacak kadar tanıdıksın. Bu tanıdıklık bana yuva hissiyatı veriyor. Sende annemi görüyorum, sende içinde annemin sevgisinin, huzurunun, şefkatinin dolup taştığı çocukluğumu görüyorum. Bu sadece fiziksel bir benzerlik değil bu çok farklı bir şey."
Ellerinden biri belimden çekilerek yüzüme çıktı. Salık saçlarımı iyice geriye doğru ittirdi ve parmaklarının sırt kısmıyla yanağımı okşadı. Beynim sadece dediklerini algılamaya çalışmakla meşgulken henüz herhangi bir tepki verememiştim.
"Ve bir o kadarda farklısın. Daha önce hiç görmediğim, tanık olmadığım ama seni bulduktan sonra her şeyini görmek istediğim, her şeyine en yakınından tanık olmak istediğim bir farklılıksın. Benim için hem çok tanıdık hem de hiç bilmediğim ama her şeyini sıfırdan öğrenmek istediğim kadınsın."
İri elinin avuç içini yanağıma yaslayarak suratını usulca suratıma yaklaştırdı. Bir erkeğe göre oldukça düzgün şekilli olan burnunu önce dudaklarıma sürterek derin bir soluk çekti içine. Ardından burnunu yukarıya doğru sürterek çıkarttı ve burnuma geldiğinde orada biraz oyalandı.
Yaşadığım ana karşı dilim tutukluluğunu sürdürürken Ares burnunu burnuma sürtüyor, sessizliğimin içerisindeki beni resmen sınıyordu. Başım omzundan koluna doğru kaymışken Ares kaslı bedeniyle üzerime doğru iyice eğilmişti.
Anın büyüsüne kapılmamak imkansızken artık bir şeyler demem gerektiğinin farkındaydım. Ne ara bir balık gibi açıldığını bilmediğim dudaklarımı bin bir güçle kıpırdattım.
"Sanırım bana çok aşıksın sen?" Fısıltıdan farksız sesim oldukça cılız çıkarken onun beni duyduğunu biliyordum. Heyecanın getirisinde kurduğum cümlenin saçmalığını ilk başta göremezken bu durum çokta uzun sürmedi.
Ares sözlerimin ardından gür bir kahkaha atarken ilk defa bu kadar yakınımda böylesine güldüğünü görüyordum. Daha önce burnumun dibinde hiç bu kadar kocaman gülmemişti. Gülüşü içimi ısıtmakla kalmayarak beni büyük bir utanca da sürüklemişti.
Ne demiştim ben az önce? Bayılmak serbestse ben şu an bayılabilirdim.
"Öyle mi?" derken ses tonunda haylazlığı ve keyfi görmemek için kör, sağır falan olmam bile yetmezdi. Suratında gür kahkahasının ardından kalan büyük gülümseme istemsizce bana da bulaşırken aşk sarhoşluğundan olsa gerek aynı gülümsemeyle onu yanıtladım.
"Evet öyle."
Gülerken az da olsa açılan aramızdaki mesafeyi tekrardan sıfırlayarak burun ucunu burnuma sürttü. Aldığı sert nefeslerin vurduğu tenim karıncalanmaya başlarken Ares bu eziyete bir son verdi.
Dudaklarının dudaklarıma sürtünmesine aldırmadan dudaklarımın üzerine, "Sanırım sana çok aşığım." diyerek dakikalardır beklediğim kavuşmayı gerçekleştirdi. Dolgun dudaklarımı baskılayan dudaklarsa müptelası olduğum şeyler arasında sanırım ilk üçteydi.
***
26 Mart Cuma akşam saatleri.
"Emin miyiz her şeyin tam olduğuna? Bence bir eksik var ama ne olduğunu bulamıyorum. Masanın teması beyaz yerine gri mi olsaydı? Ben bence en iyisi beyaz yemek takımını gri yemek takımıyla değiştireyim."
"Ay Lavkuşum bir dur! Her şey tam ve evet bir şey eksik o da Ares. Ayrıca beyaz yemek takımı gri masa örtüsü ve gümüş çatal bıçaklarla gayet uyumlu hem şamdanlık da gümüş."
Ellerim titriyordu. Ellerim neden titriyordu? Çünkü bir ilk yapıyordum. Tamay'a emin misin dercesine bir bakış attım.
"Ay eminim emin!"
Üzerinde durduğum topuklular ben bir sağa bir sola giderken fayans zeminde tok sesler çıkartıyordu ve bu benim heyecanıma hiç mi hiç iyi gelmiyordu.
Ellerim yeni şekillendirilmiş dalgalı salık saçlarıma gittiğinde tekrardan Tamay'a döndüm. "Peki ya ben olmuş muyum? Saçlarımı toplasa mıydım? Ya da siyah takımı mı giyinseydim?"
Sesli bir soluk verme eşliğinde dört adımda yanıma gelip tam karşımda durdu Tamay. Bakımlı ellerinde parıldayan borda ojeleri fazlasıyla dikkat çekici bir biçimde göz alırken Tamay elleriyle ellerimi tuttu.
"Bence beyaz renk esmer tenine çok yakışıyor. Bu elbise gayet iyi." dedi beni tatmin etmek istercesine. Sözlerinde samimi duruyordu.
Bakışlarım bir an üzerimde dolaştı. Beyaz renk, göğüs ve sırt dekolteli, sol omuzdan tek askılı olan elbise sağ omzu komple açıkta bırakıyordu. Kalçamın dört parmak aşağısında biten elbise sol bacaktan yırtmaçlıydı ve bu yırtmaç kasıklarıma kadar çıkıyordu. Elbiseyi Tamay bugün yanıma gelirken hediye olarak almıştı ve bugün bunu giyinmem adına baya da ısrarcı olmuştu.
"Çok açık değil mi sanki ya?" derken bugün bir türlü kararlı olmayan bakışlarımı karşımdaki kadına çevirdim.
Sözlerimle birlikte Tamay'ın da bakışları bir tur üzerimde dolaşırken sağ omzunu cilveli bir biçimde silkti. "Yani belki biraz açık sayılabilir ama sonuçta koskoca evde baş başa olacaksınız hem bu sana çok yakıştı. Bence bir problem yok her şey gayet iyi, yerinde ve uygun. Hem bugün Ares'in doğum günü bence bu her şeyi tolere eder."
Titrek bir soluk aldım. Evet bugün Ares'in doğum günüydü ve eğer ki Tamay dün gece beni arayıp bunu söylemeseydi ben hiç bilemeyecektim. Şansa Tamay harika bir kadındı da işini hep sağlama alıyordu ve çokça da iyi niyetliydi. Bugün için bana yaptığı yardımlar sayesinde onunla aram daha da bir düzelmişti sanki.
Cezaevi olayından sonra Ares dün işe gitmese de bugün gitmesi gerekmişti. Sonuçta onu bekleyen bir sürü sorumluluklar vardı ve ben benim için bunları tamamıyla ihmal etmesini istemiyordum.
Dün Tamay'ın ufak uyarı niteliğindeki hatırlatmasından sonra gece resmen ne yapacağımı bilemediğimden doğru düzgün uyuyamamıştım. Resmen son dakika öğrendiğim şeyle birlikte elim ayağım birbirine girmişti. Neyse ki gecenin bir yarısı Ares uyuduktan sonra Tamay'a bu konudaki gerginliğim üzerinden yaptığım ufak dertlenme! mesajları işe yaramıştı da Tamay bugün öğlende şirketten eve gidiyorum işim var diye çıkmış ve bana yardım etmeye yanıma gelmişti.
Gece hiç uyuyamamışlığımın yanında sabahta erkenden kalkmış ve her zaman kullandığımız salonu gerekli şekilde ayarlatıp temizletmiştim. Günün menüsünü tamamıyla Kibar teyzeye güvenip bırakmıştım. Bir tek pastayı kendim yapmıştım ki o da oldukça ufak bir şeydi ama çok güzel görünüyordu. Bugünün planlarını bir Kibar teyze bir de Tamay biliyordu ve bu iki kadın sabahtan beri bana çokça yardımcı olmuştu. Ares'e çok güzel olacağını umduğum bir sürpriz yapacaktım.
Tamay'ın sabah Ares evden çıktığı gibi eve gönderdiği bir ton süslemeyle tek başıma ilgilenmiş, tüm salonu bir parti alanına çevirmiştim. Bir ara süslemeye ara verip pasta için mutfağa girmiş ardından Kibar teyzeyle süslere uyumlu olacak şekilde masayı dizayn etmiştik zaten Tamay da o sırada gelmişti.
Salonda şöminenin yakınında, boydan boya camla kaplı olan duvarın tam yanında çokta küçük olmayan ama oldukça minimalist kare şeklindeki masa sadece yemeklerin eksikliğinde tam bir biçimde hazırdı. Her yerde uçan balonlar tüm tavanı kaplamış bir biçimde dururken uçlarındaki iplikler zemine kadar süzülüyordu. Bunun gibi birçok süslemeye ağırlıklı olarak mumlar eşlik ediyordu.
Tamay'a kalsa bir de gül serpiştirmemiz gerekiyordu tüm salona ama buna izin vermemiştim. O kadar da değildi. Hem zaten ben gül sevmezdim kaldı ki Ares'in de böyle şeyleri pek seveceğini sanmıyordum. Şimdi durup dururken alay konusu olmayayım diye de güllere yok demiştim çünkü zaten oldukça romantik bir kutlama hazırlamıştım.
Saat akşam beşe gelirken Ares'in şirketten çıktığını öğrenmemle hemen bende hazırlanmaya başlamıştım ki burada Tamay devreye girerek saçımı ve makyajımı özellikle kendisi yapmıştı. Yüzümde hala daha varlık gösteren yaralarımı kapatmaya çalışmak onu biraz uğraştırsa da yaptığı işin sonucunda güzel bir görüntü oluşturmuştu. Ha bir de iç çamaşırımı seçmeye çalışması kısmını atlayamazdım o ayrı bir olaydı. Zaten elbisenin modelinden kaynaklı sütyen giyememişken geriye kalan alt iç çamaşırımı da Tamay'ın seçmesine engel olamamıştım. Oldukça tuhaf hissettiren ve baktığında bile alev alev yakan bir şey giydirmişti. Zorla! O kısmı tamamıyla unutmaya çalışıyordum çünkü oldukça utanç vericiydi!
Biz oturma odasının tam ortasında ayakta dikilirken Kibar teyze özenli bir biçimde kendi elleriyle yaptığı yemekleri masaya yerleştirmeye başladı. Ne olduklarını tam göremesem de güzele benzeyen yemeklerden bakışlarımı zorlukla çektim. Sabahtan beri bir oraya bir buraya koşturmaktan doğru düzgün bir şeyde yiyememiştim. Ares bir an önce gelmeliydi ve biz hemen yemek yeme kısmına geçmeliydik.
"Ben artık gideyim." diyerek telefonundan bakışlarını kaldırdı Tamay. "Bars tekrar mesaj atmış Ares her an burada olabilirmiş."
Ares'in şirketten çıkışını takip edip bize haber veren Bars bir tek bu yardımıyla kalmamıştı. Geceye özel güzel bir şarapta temin etmişti akşam yemeğine ve çok ufak bir ricayla geceye güzel bir ekleme katmama da yardımcı olacaktı. Bu şimdilik bir sırdı ve zamanı geldiğinde ortaya çıkacaktı.
"Teşekkür ederim yardımlarınız için." dedim minnettar bir biçimde sevgilisiyle kendisine hitaben.
Adımlarımız eş zamanlı çıkışa doğru giderken heyecandan terleyen ellerim zamanın giderek daraldığını hatırlatıyordu. Umarım umduğum gibi geçerdi gece ve yine umduğum gibi sonlanırdı. Son önemliydi!
"Ne demek lavkuşum her zaman. Size eğlenceli ve bol keyifli geceler diliyorum. Aile yemeği zaten hafta sonu olacak orada görüşürüz."
Ah! Bir de o vardı değil mi?
"Görüşürüz canım." diyerek Tamay'ı yolcu ettikten sonra son bir kontrol için oturma odasına geri dönmeye başladım.
Normalde bu akşam Demiröz'de Ares'in doğum günü için yemek olacakmış. Her sene böyle yemekler olurmuş falan filan. Açıkçası işin ayrıntı kısımlarını anlatırken Tamay'ı pek dinlememiştim çünkü ilgimi çekmiyordu.
Bu planı öğlen Tamay geldiğinde öğrenmiştim ve öğrendiğim gibi de bu akşamki yemeklerini emrivaki bir şekilde iptal ettirmiştim. O dedeyi sevmiyordum ve bunu yaparken hiçte rahatsızlık duymamıştım. Benden önce düzenli yapılan şeyler benden sonra da devam edecek diye bir şey yoktu. Düzen değişebilirdi ki Ares için bu değişiklik çoktan başlamıştı. Bunun herkes pek ala farkındaydı.
Oturma odasına varmamla soluğu masanın başında almam bir olurken Kibar teyze elindeki tabakla yanıma geldi. "Bu son tabak kızım. Pasta dolapta, mumlar tezgâhın üstünde. Sen zaten ne zaman çıkaracağını bilirsin. Şimdiden size afiyet olsun biz çıkıyoruz başka bir şey yoksa?"
Bu geceye özel evdeki yatılı çalışanlar izinliydi ve sanırsam en zoru bu kısmı ayarlamak olmuştu çünkü evde olan en ufak bir şeyde Ares'e haber gittiğini tahmin etmemek için aptal olmak gerekirdi. Şansıma bugün Ahmet ortalarda yoktu da evdeki işleri rahatlıkla ve gizlilikle yürütebilmiştim. Sanırım Ahmet kısmına da Bars bir el atmıştı.
Benim gerginlik içinde son kontrolleri yaptığım on dakika içerisinde çalışanlar evden gitmişti. Gergin bekleyişimin yirminci dakikalarında sabırla Ares'i beklediğim oturma odasının kapısında kulağıma gelen dış kapının açılıp kapanma sesiyle nefesimi tuttum.
İçeri atılan adımlar birkaç adım sonra duraksarken sanırım Ares evdeki sessizliği ve durağanlığı fark etmişti. Ve bunu on saniye sonrasında sorgu dolu bir sesle direkt bana seslenmesiyle de teyit etmemi sağlamıştı.
"Lavinia?"
Doğrudan bu tarafa geldiğini duyduğum adımlarla oturma odasının kapısından ayrılarak koridorun ortasına doğru birkaç adım atarak beni görmesini sağladım.
"Buradayım, hoş geldin."
Üzerinden çıkartmadığı kabanıyla bana doğru gelen adımları beni görmesiyle birkaç saniye duraksadı. Yüzünde gördüğüm şaşkınlık benim kocaman gülümsememe sebep olurken anın heyecanıyla biraz utanarak ellerimi arkamda birbirine kavuşturdum.
Adımları tekrardan harekete geçip onu bana getirirken kaşları sorgu içerisinde havalandı. Bakışları tüm bedenimde usulca dolanıyordu. "Hoş bulmasına buldum yavrum da hayırdır?"
Dibimde bitmesiyle elleri belimi sararken bir eli son anda bundan vazgeçerek arkada kavuşturduğum ellerimi avuçladı. Bakışlarımı zor da olsa gözlerine sabitledim. Umarım heyecandan bayılıp kekelemezdim. Bu kadar romantik kutlama işi benim için gerçekten de bir ilkti hatta milat falan da olabilirdi!
"Hayır hayır. Bugün çok hayırlı bir günmüş ben öyle öğrendim."
Sözlerimi hızlıca kavrayan zihniyle yüzündeki sorgulayıcı tavır anında silindi ve ukala bir hale büründü. Belimdeki eli hafif kalçama doğru kayarak bedenimi iyice bedenine yasladı.
"Öyle miymiş? Demek bugün çok hayırlı bir günmüş ha?"
Kesilen nefesim uzun bir cümle kurmama izin vermezken sadece "Hı hı öyleymiş." diyebilmiştim.
Gözlerimden dudaklarıma doğru düşen bakışları zihnime işlerin raydan çıkacağını kırmızı bir alt yazı geçerken hızla kendime gelmek istercesine geri çekildim ve iki elimle Ares'in ellerine tutundum.
"Hadi bu hayırlı günü başlatalım!"
Onu çekiştirerek oturma odasına sokarken adımlarımız odanın ortasına gelene kadar durmadım. Hoş o benim çekiştirmemle değil kendi iradesiyle geliyordu zaten benim onu herhangi bir fiziksel güçle ilerletme imkânım yoktu.
Meraklı bakışlarımı yakışıklı suretinden asla çekmezken en ufak bir mimiğini bile kaçırmak istemiyordum. Bakışları tuhaf bir hisle sarmalanmış bir vaziyette tüm odanın içerisinde ağır ağır dolaştı ve en sonda da bana döndü.
"Tüm bunları sen mi hazırladın?"
Sorusuyla birlikte büyük bir gururla başımı aşağı yukarı sallarken Ares'e iyice yanaştım ve ilk önce kabanını ardındansa üzerindeki takım elbisenin ceketini çıkartarak az ilerideki koltuğa fırlattım.
"Belki biraz yardım almış olabilirim ama olabildiğince her şeyi kendi ellerimle hazırlamaya çalıştım." dedim hevesle. Ellerim siyah gömleğinin yakalarını düzeltti.
"Çok güzel olmuş yavrum." diyerek anlıma sert bir öpücük kondurdu. Elleri yuvasındaymışçasına belimi sararken bende hızlıca yanağına bir öpücük kondurdum.
"Hadi yemeğe geçelim ben çok açım, sen de aç mısın?"
Adımlarımızı hızlı bir biçimde masaya ulaştırırken yalnızca köşe lambaderlerinin, mumların ve harıl harıl yanan şöminenin aydınlattığı ortamın romantikliğiyle harmanlanmış loş ortamda kendimi oldukça mutlu hissediyordum. Huzur sanki damarlarımın içinden akarak tüm vücudumu dolaşıyordu.
"Açım yavrum."
Karşılıklı oturacağımız sandalyelerde kendi yerime geçmeden hızla Ares'in yöneldiği yere gittim. Ares'ten önce sandalyeyi kavrayan ellerime bakan Ares yarım bir biçimde güldü.
"Oraya oturmak istediğini söylesen yeter yavrum, koşmana gerek yok."
Onun bu alaycı haline kuru bir gülüşle karşılık verdim. "Ha ha çok komiksin galiba sen!" deyip kavradığım sandalyeyi geriye doğru çektim ve başımla çektiğim sandalyeyi Ares'e işaret ettim.
"Geç bakalım matmazel. Madem romantik bir sürpriz yapıyorum tam yapayım değil mi? Bugün kendini prenses gibi hissedeceksin!"
Sözlerim karşısında tabiri caizse dona kalan Ares bana tuhaf bakışlar atmaya başladı. "Prenses falan ayıp olmuyor mu yavrum?" Erkeksi bir sesle sarf ettiği sözlere gözlerimi devirdim. Bir elini cebine sokmuş diğeriyle de kirli sakalını sıvazlıyordu.
"Geçiyor musun şuraya yoksa yerde mi oturmak istersin? Bak bir daha beni bu kadar romantik göremezsin ona göre. Bugüne özel romantik olmaya çalışıyorum kıymetini bilsene!" dedim çemkirircesine.
Tamam benim romantiklikte buraya kadardı. Bünyem alışık değildi bir kere ben ne yapayım? Daha önce hiç bu kadar sevmişliğimiz mi vardı!
Gür kahkahası eşliğinde adımları yanıma geldi ve çektiğim sandalyeye oldukça beyefendi bir tavırla oturdu. Görseniz sanırsınız İstanbul Beyefendisi!
"Eyvallah yavrum sağ olasın."
Oturduğu yerden sırtına sarılarak kollarımı boynuna doladım. Yanağına sert bir öpücük kondurdum. "Eyvallah bizden yavrum, eyvallah bizden."
Bende kendi yerime geçerken sandalyeye oturmadan hızla tabaklara birkaç yemeğin servisini yapmaya başladım. Ares'in yoğun bakışlarının ağırlığı eşliğinde bu iş biraz zor olsa da buna takılmamaya çalıştım.
"Sen böyle ne güzel oluyormuşsun."
Yemeği servis edişim bittiği esnada yerime otururken duyduğum sözler bu kez benim şaşkınlıkla Ares'e bakmama sebep olmuştu. "Nasıl yani?"
Birkaç saniyeliğine bakışlarını arkamda yanan şömineye çevirdi ama kısa sürede tekrardan bana geri döndü. Yüzümü bir dakikaya yakın bir süre dikkatle izledi.
"Yani böyle doğal halinle, biz bizeyken, her şey yolunda giderken, sen iyiyken, asıl sen gibiyken."
Kelimelerle demek istediklerini tam anlatamasa da ben daha ilk dediği şeyden anlamıştım ne demek istediğini. Samimiyetle gülümsedim. Bakışlarımı tabağıma çevirerek ondan kaçırırken diyeceklerim adına sessiz ama derin bir nefes çektim ciğerlerime.
"Evimdeyim çünkü."
Bugün Ares'i şoktan şoka soktuğumu biliyordum ve tüm bunlarda babamı görmeye gittiğim günün gecesinde Ares'le aramızda geçen diyaloğun etkisinin olduğunu da biliyordum. Sanırım artık savaşmayacaktım en azından Ares'le, en azından sevildiğim için.
O geceyi sık sık düşünmüştüm ve sonunda ben neden sevilmeyecekmişim ki, neden sevildiğimi kabul etmeyip buna karşı savaşacakmışım ki diyerek bir karara varmıştım. Pek ala bende sevilebilirdim ve sevildiğim yerde daha da güzelleşebilirdim. İşte şu anda da bu oluyordu.
Her ne kadar daha geçen haftaya kadar bas bas burası ev değil ben burada durmam diye yırtınsam da artık bunu Ares'in gözüne sokarak keyfimizi kaçırmayı düşünmüyordum. Bu tabi ki tüm bunları kabul ettim demek değildi! Ben hala aynı fikirlerdeydim ama Ares'in hatırına, sevildiğimin hatırına artık daha uyumlu yaklaşmaya çalışacaktım. Hem kim bilir belki ben böyleyken ilk başta kabul etmeyeceğimi söylediğim tüm her şeyi değiştirebilirdim.
Bakışlarındaki duygu seline kapılmamak mümkün değilken bunun olmaması adına kendimi kastım. Bugüne dair yapılacak çok şey vardı daha ve şu anda bunun bir duygu seliyle bozulmasına izin veremezdim.
Ares hayranı olduğum gülüşünü gözler önüne serdi. "Evet öylesin."
Buradan sonrası oldukça günlük konuşmalar eşliğinde geçerken sakince yemeklerimizi yedik. Ben ona şirkette neler yaptığını sordum o kısa cevaplarla gününü anlattı. O bana evde neler yaptığımı sordu ben ona uzun cevaplarla gün içinde kimle neler çevirdiğimi anlattım. Tabi sürprizlerimin bozulmaması adına da bazı yerleri es geçtim.
Sonunda doymuş olmanın verdiği rahatlamayla geriye yaslanırken elime aldığım bardaktan bir yudum su içtim.
"Bu arada dedenin her sene senin doğum gününde yenilen geleneksel bir yemeği mi ne varmış. Onun emrivaki bir şekilde iptal olduğunu söylettirdim Tamay'a." dedim oldukça rahat bir şekilde. İşin aslı içten biraz gergindim çünkü Ares'in vereceği tepkiyi bir noktada kestiremiyordum. Bana ailesine böyle uzak ve kaba davrandığım için kızabilirdi.
"Biliyorum." dedi Ares'te oldukça olağan bir şeyden bahsedermiş gibi. Tabağındaki son yemek parçasını da ağzına attığında o da arkasına yaslandı. "Dedem öğleden sonra geldi yanıma, neden iptal edildi falan diye sorular sordu."
Kaşlarım havalandı. "Sadece neden iptal edildi diye mi sordu yoksa bu kız kim oluyor da iptal ediyor falan da dedi mi?" dedim şüpheli bir biçimde.
Dudaklarını sildiği peçeteyi ağır bir hareketle tabağının içine bıraktı. "Çok şey dedi yavrum da inan dinlemedim."
Güldüm. Neler dediğini tahmin edebiliyordum. Sırıtarak Ares'e doğru eğildim. "Kötü gelin de oldum iyi mi?"
Alaycı sözlerime karşı Ares'te güldü. Başını olumsuzca iki yana sallarken gülüşü hala daha yüzünde devam ediyordu. "Kesinlikle oldun yavrum. Artık adını bu kara lekeden nasıl kurtarırsın düşün dur."
Alaylı tavrıma eşlik etmesine kısık sesli bir kahkahayla karşılık verdim. Oturduğum yerden ayaklanırken masanın en kenarındaki bu geceye özel Bars'ın gönderdiği şarabı ve iki kadehi Ares'in önüne koydum.
"Bu kadar lak lak yeter. Bars'ın ufak bir jesti bu şarap. Sen şarabı aç bende birkaç atıştırmalık vardı şarabın yanına onları getireyim."
Elime doğruca boşalan birkaç tabağı alarak masadan uzaklaşırken Ares olumsuz nidalarda bulunmaya başlamıştı bile. "Yeni yemek yedik ne atıştırmalığı boş ver. Hem masayı sonra toplarız bence şu an kucağımda olman gereken konular var."
Oturma odasından çıkmadan önce oldukça sesli bir kahkaha attım. "Ona da sıra gelir yavrum her şeyin bir sırası var." dedim.
En son mutfağa girerken arkamda kalan Ares'in huysuz homurtusunu zorlukla duydum. "Bugün benim doğum günüm değil mi neden dediklerim olmuyor?"
Onun bu küçük çocuk huysuzluğuna başımı onaylamazca salladım. Ağzını burnunu mıncırasım vardı ama ondan önce gerçekten de yapmam gereken şeyler vardı.
Elimdeki tabakları doğruca tezgâhın üstüne bırakırken hızlıca dolaptaki pastayı çıkarttım. Tezgâhın bir köşesinde kalan mumları alarak pastaya özenle yerleştirirken bakışlarım duvardaki saate kaydı.
Saat sekizi yirmi bir geçiyordu. Bence pastayı kesmenin tam vaktiydi. Ondan sonra biraz şarap ve pasta keyfi yapar, sohbet ederdik. Saat ona ayarlanmış bir sürprizim vardı ve o zamana kadar bunları aradan çıkartsak iyi olurdu. Saat ondaki sürprizden sonrasına da başka planlarım vardı ve işin o kısmını nasıl yapacağımı hiç mi hiç bilmiyordum ve o kısmı düşünmek bile elimin ayağımın boşalmasına sebep oluyordu.
Hızlıca mumları yakarak yavaş hareketlerle pastayı elime aldım. Mumlar sönmesin diye bir elimde onlara siper olurken dikkatli adımlarla oturma odasına ilerledim. Hızlı ama dikkatli adımlarım odadan içeri girdiğinde direkt Ares'e yöneldi. Sırtı bana dönük bir vaziyette oturmasına devam ediyor, elindeki şarap bardağıyla dışarıyı izliyordu. İleride havanın çoktan kararmasıyla zifiri gözüken deniz buradan simsiyah bir çarşafı andırıyordu.
Topuklu ayakkabılarımın sesini duymasına rağmen bana dönmeyen adama sonunda ulaştığımda önündeki boşlukta duran kendi şarap bardağımı mumlara siper ettiğim elimle kenara çektim ve pastayı Ares'in önüne koydum.
"İyi ki doğdun, iyi ki varsın, mutlu yaşlar sana." derken Ares çoktan önüne dönmüş bir bana bir de pastaya bakıyordu.
Şarkı mırıldanır gibi sarf ettiğim sözlerimle birlikte yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Bir elimi Ares'in omzuna koyarken kalçamı oturduğu sandalyenin kolçağına yaslamıştım.
"Pastayı ellerimle yaptım ve mumları sakın dilek dilemeden üfleme." diyerek ufak bir bilgilendirme ve uyarıda bulunmadan duramadım.
Gözlerime diktiği bakışlarıyla kocaman güldü. Hiç beklemediğim bir anda beni belimden tutup kucağına çekerken dudaklarımın arasında kısık bir çığlık kaçtı.
"Ay ne yapıyorsun dur!"
Bedenimi yan bir biçimde kucağına yerleştirirken ellerini belime sardı. Yanağıma sert bir öpücük kondururken belimden çektiği ellerinin biriyle pastayı iyice önümüze çekti.
"Dileğim daha ben dilemeden gerçekleşti." diyerek pislik yapan adama inanamazca baktım.
"Ya o işler öyle olmuyor ki ama!" Anında itiraza geçerken onun gerçekten de bir dilek tutmasını istiyordum. Gerçek olur mu olmaz mı bilmiyordum, böyle şeylere pek inandığımda söylenemezdi ama yüzünden gözlerinin içine kadar ulaşan mutluluk parıltıları eksilmemesi için inanıyormuş gibi yapabilirdim. Dahası onun için her şeye inanıyormuş gibi yapabilir, sırf onun inançları sağlam kalsın diye çabalayabilirdim.
"Dilek dilemek falan benlik değil ki yavrum. Çok istiyorsan sen dileyebilirsin benim yerime. Ben dua ederim."
Kaşlarımı çattım. Fazlasıyla yakın olan suratlarımıza aldırış etmeden yüzümü iyice Ares'e doğru çevirdim. "Öyle olmaz ama olmaz! Senin doğum günün, senin dileğin! Ayrıca duanı da ekstra edersin sana dua etme diyen yok."
Birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra benden kaçarı olmayacağını anlamış olsa gerek ki derin bir soluk bırakarak önüne döndü ve pastaya doğru eğildi.
"Tutuyorum bir şey." dedi ve bir dakikaya yakın duraksayarak mumlara diktiği gözleriyle öylece kaldı. Yüzünden hiçbir ifadesini çözemezken büyük bir sabır içinde dileğini dilemesini bekledim. Tek nefeste mumların hepsini söndürdüğünde ellerimi sevinçle birbirine çarptım.
"Ne diledin ne diledin?"
Pastadan aldığı bakışlarını bana çevirdi. Büyük bir rahatlıkla arkasına yaslandığında iki eli de tekrardan belimde sıkı sıkıya yer almıştı.
"Benim bildiğim dilediğin dilek gerçekleşene kadar söylenmiyordu. Hani bu işin raconu?"
Gözlerimi devirdim açık bir şekilde. "Of sanki her şeyin raconuna tam uyuluyor. Ne olur söylesen?"
Kaşlarını onaylamazca havaya kaldırırken ağzından 'cık' sesi çıkarttı. "Söylemem. Ben her racona uyan bir adamım."
Tekrardan gözlerimi devirdim ve masadaki kendi şarap bardağımı elime alarak büyük bir yudum şarap içtim. "Söylemezsen söyleme be!"
Halime gür bir kahkaha atarken başını geriye doğru yatırdı. Bu hareketiyle ortaya çıkan adem elmasıyla sertçe yutkunurken karşımdaki manzara gerçekten de alev alevdi. Ne ara bu kadar açtığını bilmediğim gömleğinin ilk dört düğmesi ilikli değildi ve ben bunu şu anda fark ediyordum. Manzaram gerçekten de alev alevdi!
Gülmesi bittiğinde dudaklarından silmediği gülümsemesiyle tek hamlede oturduğumuz sandalyeyi masadan uzaklaştırarak cama doğru çevirdi. Bu hareketiyle anlık bir refleksle boynuna sarıldım. Bahçenin loş ışıklandırmalar eşliğinde aydınlanması gözler önüne serilirken Ares'te eline şarap kadehini aldı. İkimizin de bakışları ileride gözüken Karadeniz'deydi. Boynuna doladığım kollarımdan bir tek elimde şarap kadehi olanı geri çekerek kucağıma koydum.
İkimizde bir süre sustuk ve bu süreçte birbirimizi solurken kadehimizdeki şarabı içtik. Suskunluğumuz şarap kadehimiz bitince de sürdü ve bizde ikinci kadehe geçtik ve bir süre sonra şişeyi bitirdik. Her ne kadar Ares benden daha hızlı gidip en çok kadehi kendisi içmiş olsa da bende bir ilk yaparak iki kadeh şarap içmiştim. Daha önce birkaç alkolün tadına bakmışlığım vardı ama hiç böylesine içmemiştim ve bu ilki de Ares'le gerçekleştirmiş olmam yaptığım şeyi daha özel kılıyordu.
Elimdeki boş kadehi biraz uğraşla masanın üzerine koyduktan sonra yeter bu kadar suskunluk diye düşünerek tüm ilgimi doğum günü adamına verdim. Kucağına topladığım bacaklarımla kendime uygun bir pozisyon sağlarken iki kolumu da boynuna doladım ve ellerimi ensesinde birleştirdim.
Kendisine yöneldiğim farkında olan adamda bakışlarını gözlerime kilitlediğinde ona yarım bir biçimde gülümsedim. Sarhoş değildim ama kendimi tuhaf hissediyordum.
"Bana biraz kendinden bahsetsene." dedim saf bir merakla onun her şeyini bilmek isteyen yanımı susturamayarak.
İsteğim karşısında kaşları düşündüğünü belli edercesine hafifçe çatıldı. "Neyden bahsedeyim?"
Omzumu silktim. "Bilmem çocukluğun olabilir." dedim asıl merakımın odak noktası olduğu konuyu dile getirirken.
Çocukluğun dediğim anda bakışlarını kaçırdı bir anlık. Derin bir soluk alırken belimdeki eli bulunduğu yeri hafifçe sıktı ama bu sanırım farkında olmadan yaptığı bir hareketti. Bacaklarımın üstündeki elini yüzüne doğru götürerek kirli sakallarını sıvazladı.
"Altı yaşına kadar mükemmeldi." dedi gözlerini tekrardan gözlerime çevirdiğinde. "Benim çocukluğum altı yaşında öldü, yedi yaşındayken de gömüldü."
Sözlerinden hiçbir şey anlamazken kaşlarım çatıldı. Altı yaşındayken ailesini kaybetmişti ama yediye dair bir anlam çıkartamadım. Yedi yaşındayken mi ölmüştü yoksa ailesi? Yanlış hatırladığımı sanmıyordum. Ailesinin Ares daha altı yaşındayken öldüğüne emindim. Yedi yaşındayken ne olmuştu ki?
"Kubat meselesi mi?" dedim istemeyerek de olsa konuyu açarken. Her ne kadar doğum gününde bu konuları konuşmak istemesem de merakım daha ağır basıyordu.
Sesli bir iç çekti. Yarasının sızısı vardı bu iç çekişte. "O ayrı bir mesele, onu öldüreceğim."
Kaşlarım bu kez derinden çatıldı. Öldürmek ne kadar da basitçe söylenebiliyordu böyle!
"O adamın bir pislik olduğunu biliyorum, bende yaşamasını doğru bulmuyorum ama sen katil olamazsın Ares. Değil mi?" dedim tedirginlik içerisinde.
Gözleri büyük bir yoğunlukla gözlerime bakıyordu. Sorumun ne anlama çıktığını çok iyi anlamıştı. Annesinin katili olan bir babaya sahiptim ben. Öldürmek bu kadar basit değildi. Öldürmeyi düşündüğün kişi dünyanın en kötü insanı da olsa öldürmek bu kadar basit olmamalıydı. Bunu kesinlikle kabul etmiyordum.
Bacağımdaki iri eli yanağıma çıktı. Bulunduğu yeri boylu boyunca okşadı. Tekrar derin bir iç çekti ve bir dakika gibi bir süre sadece susarak gözlerimin içine baktı. Gözlerinin akı mı kanlanmıştı yoksa bana mı öyle geliyordu?
"Merak etme o öldürdüğüm ilk insan olmasa da son insan olacak."
Sözlerinin yarattığı bomba etkisi doğrudan boğazıma otururken midemde sancılı bir kasılma hissettim. Neyden bahsediyordu?
"A-anlamadım?" dedim afalladığımı saklayamayarak.
Tüm bedenim kaskatı kesilmişti. Ares zaten birini öldürmüş olduğundan bahsetmiyordu değil mi? İçimde hissettiğim duygunun ağırlığı omuzlarımı çökertiyordu. Bu his korku değildi değil mi?
Yanağımdan aldığı elini ensesine attı ve bakışlarını denize doğru çevirdi. Ensesindeki saçlarını kaşıdı ve sonrasında iri eliyle tüm saçlarını karıştırdı. Ares'te gerilmişti. Sarhoş değildi ama sarhoş olmasa da kanında alkol vardı.
Yüzüne kıstığım bakışlarımla baktım dikkatlice. Az önceki söylediği şeyden pişman gibi bir hali vardı. Yanıldığımı sanmıyordum. Az önceki şeyi söylememesi gerekiyormuş gibi bir tavra bürünmüştü.
Oturduğum yerden ağır hareketlerle ayaklandım. Beni kucağında kalmam için zorlamadı ve bu halinden de tuhaf geldi. Beni şu anda korkutuyordu.
"Ares?" dedim karşısına dikildiğimde birkaç adım geriye giderken. Bakışları geriye giden ayaklarıma düştü hızla ardındansa tüm vücudumu dolaşarak en son gözlerimde durdu.
"Sen korkuyor musun?" dedi kaskatı bir sesle. Sanki gördüğü şey onu hayal kırıklığına uğratmış gibiydi. Gözlerinin akı şu anda daha bir kırmızı gelmeye başladı gözüme. Bunun benim uydurmam olmasını diledim.
"Öldürdüğüm ilk insan o olmasa da derken neyi kastettin?" dedim bir kez daha uzun bir versiyonda sorumu yineleyerek.
"Bunu bilmesen daha iyi olur, önemli bir şey değil."
Algılarım kanımda dolaşan alkol sayesinde zaten bir tuhafken Ares'in bu tavrı algılarımı daha da şaşırtıyordu. Kaşlarım öyle mi dercesine havalandı.
"Birini öldürmenin önemli ya da önemsiz gibi seçenekleneceğini sanmıyorum." Oldukça sert çıkan ses tonum tamamıyla istem dışı gerçekleştirdiğim bir şeydi. Gerginliğimin daha da artmasıyla Ares'te oturduğu yerde daha fazla duramayarak ayaklandı.
"Benim isteğimle gerçekleşen bir şey değildi." dedi tane tane bu konuyu daha fazla uzatmamamı istercesine.
Onu yargılamak istemiyordum. O babama benzemiyordu ve birini öldürmüş olabileceğine hiç inanmıyordum. Buna inanmak istemiyordum ama ben inançları hep sarsılmış bir kız çocuğuyken bunun tekrardan olmayacağının garantisini kendime veremiyordum. Bunun garantisini kimse bana veremiyordu ama o vermeliydi. Beni suçsuz olduğuna inandırmalıydı. Bu isteğim doğrultusunda hırçınlaşmaktan kendimi alıkoyamadım.
"Bana ne olduğunu anlat." dedim iyice kısılan ses tonumla.
Bir adım daha geriye giderken sırtım camekana çarptı. Nefes alışlarım hızlanmıştı. Bu tamamıyla korkudan değildi. Şu anda benliğimde kol gezinen birçok duygu vardı ve hepsi o kadar birbirine girmişti ki hangisini söylesem yanlış olurdu.
"Bunu bilmesen de olur." dedi Ares'te onu anlamamı istercesine baskın bir biçimde sözlerini tane tane sarf ederek.
"Bilmek istiyorum!"
İnatlaşıyordum. Belki kaldıramayacağım bir şeydi ama ben bir şeyi bilmemenin verdiği yükle bilmenin verdiği yük arasında karar verebilecek birisi değildim. Sonucu ağırda olsa ben hep bilmek isterdim çünkü bilinmezliğin korkutuculuğunu bilirdim.
"Bunu sana söylemeyeceğim!"
Bir anda arkasını dönüp oturma odasından verandaya açılan kapıya ilerlemesiyle neye uğradığımı şaşırdım. Kaçıyordu! Bunu idrak etmemle bende hızla peşine takılırken Ares'in hemen ardından bahçeye çıktım. Çokta soğuk olmasa da beni bu çıplaklıkla donduracak hava yüzüme çarparken bunu görmezden geldim.
"Kaçıyorsun!" diye düşük bir tonda bağırdım.
Onun peşinden dışarı çıktığımı ona bağırmamla fark etmiş olacak ki kaşları çatık bir şekilde bana doğru döndü. Adımları çoktan durmuştu ve bende sarsak, ağır adımlarla ona doğru gidiyordum.
"İçeri gir Lavinia!" dedi sert bakışları elbisenin çıplak bıraktığı yerlerime bakarken. Ardından bir şey olmuş gibi bakışlarını hızla etrafta gezdirdi. Bende bakışlarımı etrafta gezdirirken bir şey görmeyi umuyordum ama Ares'in ne aradığını bilmediğimden hiçbir şey göremedim. Sadece bizden oldukça uzakta olan farklı noktalardaki korumalar dışında kimse yoktu. Bir anlam veremedim ve etrafa bakmayı keserek Ares'e döndüm.
"Kaçamazsın, bana anlatmalısın!" dedim.
Birbirine kenetlediği dişleriyle bana döndü. "Sana hiçbir şey anlatmayacağımı söyledim. Şimdi içeri gir, hemen!"
Gözlerim yaşadığım hayal kırıklığıyla kısıldı. Benden açıkça bir şey gizleyeceğini söylüyordu. Ne olmuştu birbirimizi dinlememiz gereken ilişkimize? Daha düne kadar onu dinlemem için çırpınan adam karşımdaki adam değil miydi?
"Öyle mi? Peki istediğin gibi olsun. Sen sırlarla ve yalanlarla dolu ilişkine devam et ama ben öyle yapmayacağım!" dedim büyük bir özgüvenle olduğum yerde dikleşirken. Konuşmaya başlamamla kaşları çoktan derinden çatılmıştı.
Beni fazlasıyla kışkırttığından ona asıl kışkırtmanın nasıl olacağını gösterme zamanım gelmişti. Benimle böyle bir ilişki yaşayamazdı!
"Ben tam olarak şuradan denize atlayıp buradan gidiyorum!" dedim ve şuradan derken denizin olduğu kısmı elimle işaret ederek o tarafa doğru yürümeye başladım. Yani uçurum gibi olan yere.
Ares'ten olabildiğince uzak durarak koşar adımlarla ilerlemem tamamıyla agresifliğimden ve birazda deliliğimdendi. Az önce ortaya bir blöf atmıştım. Elbetteki kendimi uçurumdan aşağı atacak halim yoktu. Hem ben yüzmede iyi değildim ki iyi olsam bile oradan atlayacağımı sanmıyordum. Henüz o kadar delirmemiştim ama artık o kısmada az kalmış gibi hissediyordum.
"Saçmalıyorsun Lavinia!"
Ares'in de hızla peşime takıldığını adım seslerinden anlarken yüzümü görmemesinin rahatlığında sinsice gülümsedim. Gerçekten oradan atlayacağımı düşünüyor muydu bilmiyordum ama bu şu anda umursayacağım bir şey değildi. Sonuçta şu anda peşimden geliyor muydu geliyordu. Öyle değil böyle oynanırdı adamla!
İşin sonunda gerçekten de birini öldürmüş olabileceği fikrini olabildiğince kendimden uzak tutmaya çalışıyordum. İşin aslını öğrenmeden ön yargıyla bir tepki vermeyecektim. Bu benim huyum değildi.
Ona herhangi bir yanıt vermemem onu daha da öfkelendirdi. "Lavinia dedim!" derken gür bir sesle çoktan bana yetişmiş ve kolumdan tutarak beni durdurmuştu. O esnada çitlere çok yaklaştığımızı fark ettim.
"Sanırım sen gizli kapaklı işlerden ilişkimizi uzak tutmayı öğrenemedin, yaşadıklarımızdan da mı ders çıkartmıyorsun ha?" derken tek kaşımı havaya kaldırmıştım.
Karşısındaki halim hakkında ne düşündüğünü ifadesiz yüzünden asla çıkartamıyordum. Şu anda ne düşünüyordu ölesiye merak ediyordum. Yüzü daha önce hiç görmediğim kadar ciddi bir ifadesizlikteydi.
"Az önce benden korkup uzaklaşmamış mıydın sen? Ne şimdi bu sorgulamalar falan bir anda cesaret mi geldi?"
Havaya kalkık tek kaşım tam olarak bu sözlerin ardından sönerek yerine geri indi. Blöfümü yememiş miydi acaba?
"Ben sadece önyargılı olmamaya çalışıyorum. Ayrıca senin söylediğin şeyde hiç basit bir şey değil! Hele ki karşında ben varken. Unuttun mu bilmem ama benim annem gözlerimin önünde ba-"
"Unutmadım! Hiçbir şeyi unutmadım!"
Sanırım şu anda gerçekten de çok öfkeliydi.
"Seni dinliyorum." demekle yetindim sadece. Sakinleşmişçesine bir tavra büründüm. Kolumdaki elini çekti ve beni yine arkasında bırakarak çitlere doğru iyice yakınlaştı. Sanırım başa sarıyorduk acaba gerçekten de atlasa mıydım?
İnatla peşinden gittim ve tam yan tarafında ondan bir adım geride durdum. O hırçın denize bense ona bakıyordum. Şu an gerçekten de iliklerime kadar donuyordum ama bunu görmezden gelmeyi sürdürdüm.
İçimden bir ses anlatmak istemediği şeyin yedinci yaşıyla bir alakası var diyordu. Aptal birisi değildim. Yıllarca eşini aldatan bir adamla aynı evde yaşamıştım. Onun kurnazlıklarını, yalan dolanlarını ve çevirdiği işleri takip etmek hiçte kolay değildi. Benimde zamanla kendime göre geliştirdiğim özelliklerim vardı ve hikâyeyi oluşturmak için sadece daha fazla bilgiye ihtiyacım vardı. Bilgilere ulaşmalıydım ki parçaları birleştirip hikâyeyi görünür kılabileydim.
"Ailem öldükten sonra dedemin yanında yaşamaya başlamıştım." dedi sonunda bir şeyler anlatmaya başlarken. Sertçe esen rüzgâr bedenimi titretirken kollarımı göğsüme doladım ve bu esnada Ares'te bir sigara yaktı ama daha sigarayı ikinci kez içine çekemeden uzanıp dudaklarından aldım. Bana ters bir bakış atarak ikinciyi yaktı.
"Onlar öleli henüz iki ay olmamıştı, yedi yaşıma gireli de bir hafta falan oluyordu. Dedemin zoruyla evden özel derslerle eğitim görmeye başlamıştım hemen. Başımda tam beş tane dadı vardı ve bir tanesi baş dadıydı. Diğer dadıları ve hayatımı o planlıyor ve yönlendiriyordu."
Ellerimizdeki sigaralar bitti. Kendisine bir sigara daha yaktı. Bedeni titriyor gibiydi. Umarım soğuktandır diye düşündüm.
"Bir süre her şey normal ilerledi ama bir yerden sonra istemediğim bazı şeyler olmaya başladı. Bir haftaya yakın bir süre sürdü bunlar ama dedem bir şekilde bir şeyler döndüğünü anlamış. Bir gün beni bir depoya götürdü. Depoda o, ben, onun birçok adamı ve baş dadı vardı. Benden baş dadıyı öldürmemi istedi ama ben birini öldürmek istemiyordum."
Elimde olmadan nefesimi tuttum. Olayı asla anlamamıştım ve aklım karman çormandı ama ağzımı açıp da soru da soramıyordum. Parçalar yavaş yavaş yerlerinden oynayarak asıl ait oldukları yerleri bulmaya çalışıyordu.
"Demiröz bunu kabul etmedi ve elime zorla silahı tutuşturdu. Kendi elini de elimin üstüne koyarak beni yönlendirdi. Silahı ben tutuyordum ama tetiği o çekti."
O anlattıkça aklımda bin bir senaryo oluşuyordu ve hepsinde de Ares masumdu. Korktuğum gibi bir şey çıkmayacağını her ne kadar başından beri hissetmiş olsam da bunu onun ağzından öğrenmek içimi rahatlatmıştı ama bu rahatlama neden vicdanıma azap veriyordu?
Zihnimin içindeki parçaların arasına her yeni bilgiyle eklenen yeni parçalar feryat figan bağırıyordu. Zihnimde büyük bir kaos vardı ve bu kalbime sancıyordu. Bu kaos Ares'in çocukluğundan geliyor, sancıyan acı kanayan çocukluğunun yapı taşını oluşturuyordu.
"Ne yaptı baş dadı sana?" dedim zorlukla aklımda dönüp duran sorulardan en masumunu seçerek.
Ares soruma cevap vermedi. Gözlerini başını arkaya doğru çevirerek gözlerime dikti. İyi görünmüyordu ama buna rağmen dimdik ve ifadesizce duruyordu. Çıkmazda gibiydi. Hepsinden de çok arafta.
Ona doğru sokuldum istemsizce. Birbirine dolanmış kollarım çözüldü ve onun güçlü koluna dolandı. "Dövüyor muydu seni?" dedim kısık bir sesle korkak bir biçimde masumluğunu yitiren sorularla konuşmaya devam ederek.
"O da oluyordu ama o değil."
Yutkunamadım.
"Ta-taciz mi ediyordu?" Sesim daha da kısılmıştı. Gözlerimin önünde küçük bir oğlan çocuğu vardı ve onun olduğu yerde hiç iyi şeyler olmuyordu.
Başını tekrardan önüne çevirdi. "Daha da ilerisi."
Kolundaki ellerimden biri geri çekilerek ağzımın üstüne kapandı. Nefesim kesilmişti. Nefesim bu kez gerçekten de kesilmişti. Ciğerlerim parçalanırcasına sızlarken kalbim sancı içinde göğüs kafesimi zorluyordu. Gözlerimden birer damla yaş aktı. Korktuğum şey başıma gelmişti ve bu Ares'in gerçek bir katil çıkmasından da korkunçtu.
Özdemir Asaf'ın 'Ağlamak bazı acılara yetmiyor.' dediği yerdeydim.
Yedi yaşındaki bir erkek çocuğunun dadısı tarafından tecavüz edildiğini öğreniyordum. Bu çocuk benim hayatımdaki adamdı. Bu çocuk şu anda hiç sevmediğim dedesinin zoruyla o dadıyı öldürmek zorunda kalmıştı. O yapmamıştı ama o yapmıştı. Büyük bir çıkmazdaydım ve sanırım şu anda arafta Ares'in yanındaydım.
"Sırf birini öldürmek istemedim diye beni bir gece o depoda kilitli tuttu, o kadının cesediyle birlikte."
Parçalar, aralarına eklenen yeni bilgilerle tamamlanmıştı ve sonucunda oluşan hikâye kanlı bir yapboz çıkmıştı. Kanın metalik kokusunun soluklarını ensemde hissediyordum. Kan her yerdeydi. En çokta benim geçmişim, Ares'in çocukluğunda.
"Ares!" dedim yakınırcasına. Sesim titrek çıkmıştı ve ağladığımı çokça belli ediyordu. Ares bana bakmadı.
"Sana bilmesen de olur demiştim. Öğrendin ve ne değişti? Senin geçmişin zaten yeterince yaralıyken benimkini öğrenmek sana zarardan başka ne verdi?"
Akan yaşlarım söylediği her bir kelimeyle daha da hız kazandı. Şu anda saçmalıyordu. O benim yaralarımı biliyorken ve onları iyileştirmek istiyorken neden ben onunkileri bilmeyecektim? Neden onu iyileştiremeyecektim?
Biliyordum: İkimizin de yaraları iyileşmezdi ama birbirimize iyi gelmek için her şeyi yapabilirdik. Ve bunun içinde kanayan ya da kabukta tutmuş olsa yara olan yerlerimizi tüm çıplaklığıyla bilmeliydik.
Böyle anlarda o benim yanımdayken ben niye onun yanında olmayacaktım? Sırf canım daha fazla yanmasın diye mi? Bu saçmalıktı!
"Yanılıyorsun." dedim burnumu sertçe çekerken. İki elimi de yüzüme çıkartarak akan yaşları sildim ama bu nafile bir çabaydı çünkü hiç durmaksızın akmaya devam ediyorlardı.
Ağır adımlarla Ares'in önüne geçtim ve yaşlarla ıslanmış ellerimi yüzüne yasladım. Kirli sakalları avuç içlerime batarken yüzünü kendime doğru çekerek ve birazda ben yukarı doğru kalkarak dudaklarına uzunca bir öpücük kondurdum.
"Sen benim hayatıma geldiğinde ben iğneydim. Sivri ve dokunduğu yerlerde kanayan paslanmaya yüz tutmuş bir iğne. Sen geldin ve gelirken beraberinde bir iplik getirdin. O iplikle paramparça olan benliğimi toparlamamda bana yardım ettin, yaralarımı bir araya getirdin. Ama bunu yaparken hiç tahmin etmediğim bir şey oldu: Yaralarımız her ne kadar birbirinden ayrı şeyler olsa da acılarımız denkti ve bu her şeye yetti."
Yüzünü okşadım usul usul. "Ben yetmez sanırdım ama öyle olmadı. Bir tek yaralarımı değil kalplerimizi de bir araya getirdin."
Kararlıkla gözlerinin içine baktım. "Sen zarardayken ben zaten iyi olamam. Seni seviyorum ve bir daha benden bir şeyini gizlemeye kalktığını gördüğüm anda kendimi şuradan aşağı atıyorum." Şuradan kısmında yine denizi işaret etmeden geri duramadım.
Başını onaylamazca iki yana sallarken ellerini belime doladı. Bedenim bedenine yaslı dururken tekrardan dudaklarına bir öpücük kondurdum.
"Senin suçun değildi." dedim ölen dadıyı kastederek.
"Biliyorum." dedi çenesini başımın üstüne yaslarken.
Kollarımı sıkıca boynuna doladım. Kulağının arkasına bir öpücük daha kondurdum. Kondurduğum her öpücükte ruhu yaralarla bezeli o küçük oğlan çocuğunun iyileşmesini diledim.
"Benim suçum değildi ama bu birini öldürdüğüm gerçeğini değiştirmiyor. Bu yüzden benden gitmek istemezsin değil mi?"
Burnumda can yakıcı sızlama oluşurken başımı iyice boynuna gömdüm ve kollarımı gücüm yettiğinde sıkılaştırdım. "Saçmalıyorsun şu anda. Bu ilişkide benden başka kimse saçmalayamaz!"
Çoktan aktığına emin olduğum göz makyajıma aldırmadan yüzümü siyah gömleğine sürttüm. Makyaj olan gömleğini de umursamadım. Burnumu tekrardan sertçe çekerken kollarımı gevşeterek yüz yüze gelmemizi sağladım.
"Bu senin suçun değildi. Daha küçük bir çocuktun ve yaşadıklarının hiçbirini hak etmedin. Böyle şeyleri hiçbir çocuk hak etmez! Sağlıksız ebeveynlerde çocukların suçu değildir."
Bir süre sadece gözlerime baktı. Yüzündeki ifadeyi hala daha seçemesem de ifadesiz halinden daha iyi gibiydi. Tam dudaklarını aralayıp bana bir şey diyecekken etrafta yankılanan patlama sesleriyle konuşamadı.
İlk başta seslere bir anlam veremesem de aklıma gelen şeyle hızla Ares'ten uzaklaşarak arkamı döndüm. Saat on olmuş olmalıydı. Bars'ın yardımı sayesinde gerçekleştirdiğim bir diğer sürprizim şu anda gökyüzünde görsel şölen oluşturan renk renk havai fişeklerdi.
Ares'e doğru geri döndüm. Denizin bizim eve kıyı olan tarafındaki açıklıkta zar zor seçilen tekneden patlatılan havai fişekler Ares'te şok etkisi yaratmış gibiydi.
"Ne oluyor lan!"
Kısık sesli bir gülüş kaçtı dudaklarımdan. "İyi ki doğdun, iyi ki varsın, mutlu yaşlar sana!" dedim bugün ikinci kez daha ama bu sefer daha coşkulu bir biçimde.
Ares kıstığı bakışlarını büyüterek bana döndü. "Sen mi ayarladın bunları?"
Başımı aşağı yukarı salladım usulca ve tekrardan kollarımı boynuna sardım. "İşin aslında bunun bu şekilde olmaması gerekiyordu ama işleyişte yaşanan teknik aksaklıklardan dolayı bazı plan sapmaları gerçekleşti."
Güldü. Az önce yaşananlardan ve öğrendiklerimden sonra onun bir daha hiç gülmeyeceğini sanan tarafım korku içinde kısıldığı yerden gördüğü bu gülüşle derin bir rahatlama yaşadı.
"Gerçekten hiç beklenmediksin."
Başını boynuma gömerek bana sımsıkı sarılan Ares'e karşılık verdim. "Sen hep iyi ol." diye mırıldandım.
"Sen varsan iyiyim." dedi oda boğuk bir biçimde. Dediklerini başı boynuma gömülü olduğundan zar zor seçebilmiştim.
Birkaç saniye sımsıkı sarılmanın ardından boynuma sert bir öpücük kondurarak geriye çekildi. Sarmaş dolaş bir biçimde havai fişek gösterisini bitene kadar izledik ve bu da yaklaşık üç dört dakika kadar sürdü. Bars cimri davranmayarak gayet güzel bir havai fişek gösterisi ayarlamıştı. Bunun için ona bir ara ayrıyeten teşekkür etmeyi aklıma not ettim.
Gösteri bittikten sonra artık soğuktan bariz bir biçimde titreyen bedenim yüzünden Ares'ten azar yiye yiye eve geri dönmüştük. Ve böylece Ares'te fabrika ayarlarına geri dönmüştü.
Eve girdiğimiz gibi oturma odasını es geçerek doğruca yatak odasına çıkmıştık. Sıcak bir duş alıp kalınca giyinmem konusunda Ares oldukça ısrarcıydı. Az önce yaşanan olayların durgunluğu hala daha üzerimizdeydi ve bu oldukça can sıkıcıydı.
Öğrendiğim şeyleri henüz sindirebilmiş değildim ama bugünün Ares'in doğum günü olmasından sebep bunu daha sonraya ertelemeye karar vermiştim. Bugün için hazırlıklara başlarken amacım Ares'i mutlu etmekti. Böylesine bir yarayı öğrenmek beklediğim bir şey kesinlikle değildi.
Demiröz'den gerçekten daha çok nefret etmeye başlamıştım. Burada yaşanan tüm her şeyin sorumlusu olarak onu görüyordum. Küçük bir çocuğu beş tane yabancı kadına emanet etmesine mi kızmalıydım yoksa kendi hatasının sonucunda istemediği bir şeyi zorla o küçük çocuğa yaptırıp üstüne bir de o şeyi yapmak istemedi diye onu acımasızca cezalandırmasına mı bilemiyordum. Ben sanırım hepsinin öfkesini içimde tutuyordum. Zamanı gelince elbet her şeyin hesabı sorulurdu.
Yatak odasına girdiğim gibi direkt banyoya yönelirken zorda olsa topuklu ayakkabıları ayağımdan çıkartarak odanın bir köşesine fırlattım. Bu tavrıma Ares'in güldüğünü banyoya girerken yarım bir biçimde gördüm.
Banyoya girmemle ilk işim aynaya bakmak olurken makyajımın akmaktan ziyade yok olduğunu, mahvolduğunu, rezil olduğunu gördüm. Bu üçü birden nasıl oluyordu bilmiyordum ama gerçekten de oldukça çirkin görünüyordum.
Hızlıca yüzümdeki tüm makyajı silerken bu halde nasıl Ares'in dibinden dibinden ona baktığımı düşünüyordum. Rezillikti!
Makyajdan arındıktan sonra yüzümü ve dudaklarımı da nemlendirirken tuvalet ihtiyaçlarımı da hallederek banyodan çıktım. Bakışlarım odanın içerisinde hala daha üzerini değiştirmemiş adamı bulurken biraz utanç içinde ona doğru ilerlemeye başladım. Aklımda hala az önceki görüntüm vardı.
Bakışları elindeki telefondayken odanın tam ortasında dikiliyordu. Parmak uçlarımda sessizce yürüyerek hiç beklenmedik bir anda sırtına atladım. Utancı en iyi ört pas eden şey hiç kuşkusuz hiçbir şey olmamış gibi yapılan çirkeflikti!
"Yaşlanıyorsun koca adam!"
Kollarımı zar zor yetiştiğim omuzlarına sararak sırtına iyice tırmanmaya çalıştım. Bacaklarımı beline sararken Ares çoktan elindeki telefonu cebine koyarak elleriyle kalçamdan bana destek olmuştu.
"Yavrum düşüp kıracaksın bir tarafını dur!"
Kıkırdayarak kollarımı iyice boynuna sardım. "Bel fıtığın seni zorluyorsa söyle." diyerek ona takılmamı sürdürdüm.
"Lavinia!" Keyifli ama uyarıcı bir tonda söylediği adımla tekrardan güldüm. Buna da şaka yapılmıyordu canım!
"Ne var canım olabilir diye söyleyeyim dedim."
Kalçalarımdaki elleri bulunduğu yeri sıkarken sanırım sözlü uyarıdan uygulamalı uyarıya geçmiştik.
Beline doladığım bacaklarımdan dolayı elbisem iyice açılıp saçılırken sanırım şu anda kalçamı zor örtüyordu. Hatta örtmüyor da olabilirdi çünkü Ares'in bazı parmaklarını çıplak tenimde hissedebiliyordum. Yeni fark ettiğim durum beni afallatırken Ares yatağa doğru giderek beni bir karpuz fırlatan pazar çalışanı gibi yatağa fırlattı.
Yaşadığım anla ufak bir şok geçirirken ellerimle bir yandan da elbisemin eteklerini aşağıya çekiştiriyordum. "Ay ne yapıyorsun ama karpuz muyum ben fırlatıyorsun beni? Un çavalı falan mıyım neyim ben?"
Kol dirseklerim üzerinde yataktan yarım bir biçimde doğrulurken Ares'te kendini yanıma attı. "Bel fıtığım olmasa da bir kızım var. Yatağa kız atayım dedim."
Dediklerine kahkaha attım. "Alındın mı sen?" diyerek Ares'e doğru yanaştım.
"Yok ya ne alınacağım." derken bile alıngan tavırlar sergileyen adama gülümseyerek baktım. Çok tatlıydı şu anda onu yiyesim vardı.
"Tamam tamam ya gerçekten şaka yaptım." dedim bir elimi yanağına götürüp yüzünü kendime çevirirken. Hemen ardından bir deli cesaretiyle günün son sürprizinin zamanı geldi diye düşünerek harekete geçtim.
"Hem bana alınamazsın çünkü sürprizlerim henüz bitmedi. Doğum günü hediyeni vermedim daha."
Bu kararı aslında vereli çok olmamıştı. Her şey cezaevine gittiğim o gece olmuştu. O gece milat gibi bir şey sayılabilirdi çünkü onun duygularının önemli bir kısmını tüm çıplaklığıyla öğrendiğim bir geceydi.
"Ne hediyesi?" dedi sol elini başının altına koyarak yattığı yerden yarım bir biçimde dikilirken.
İşin aslı ben buna hediye demezdim çünkü normal hayatlarda oldukça olağan bir şeydi ama ben her şeye sahip bir adama parayla alınacak bir şeyler bulamadığımdan ve dahası buna vaktim de nakitim de olmadığından daha maneviyatı olan daha kendimden bir şeyler olmalı diye düşünmüştüm. Onu kendime katmak gibi şeyler.
Merak içinde beklediği yanıta verecek bir şey hemen bulamazken utancın beni ele geçirmemesi adına büyük bir uğraş veriyordum. Yattığım yerden ayaklanarak odanın ışıklarını söndürürken bir tek odanın en ucundaki lambaderin loş ışığını açık bıraktım. Oldukça kararan odada birbirimizi rahatlıkla göremiyor olmamız ilerleyen zamanda benim işime yarayacaktı.
"Maddi bir şey değil. Açıkçası sana parayla alınabilecek bir şey bulamadım." dedim yatağa geri döndüğüm esnada. Dizlerimin üzerinden sürüne sürüne Ares'in dibine kadar gittiğimde Ares'te oturur bir hale geldi.
"Yavrum buna gerek yok ki. Hediye falan boş ver bu yaptıkların fazla bile."
Bence az bileydi ama şu anda onunla bunu tartışmayacaktım. Az sonra yapacağım şey için pişman olmayacağımı biliyordum çünkü bir süredir içten içe bende bunu arzuluyordum.
"Ya aslında öyle hediye de değil. Ben sadece... Ne bileyim... Ay nasıl anlatabilirim bilmiyorum!"
Avuç içlerimde biriken terleri elbisemin kumaşına sürterken bedenimi sıcak bastığını hissediyordum. Gözlerinin içine bakmayı geçtim yüzüne bile bakamadığım adama bunu nasıl anlatacağımı düşünüyordum. Bakışlarım tüm odada dolaşıyordu ama karanlıktan çoğu şeyi seçemiyordum. Hadi çık çıkabilirsen şimdi işin içinden!
"Yavrum iyi misin ne oluyor?" dedi Ares bir eliyle çenemden tutarak ona bakmamı sağlarken.
Sertçe yutkundum. Bakışlarımdaki duyguları seçebiliyor muydu bilinmez oda zaten karanlıkken ne olursa olsun dedim. Bir de bulanacağım günahtan utanmadan içimden ya bismillah demeseydim daha iyi olurdu ama neyse!
İki elimi de kirli sakallarına yaslarken bir anda Ares'in dudaklarına bastırdım dudaklarımı. İlk saniyelerde beklemediği bu hareket karşısında duraksayan adam çok kısa sürede ipleri eline alarak bana karşılık vermeye başladığında işler düşündüğümden de hızlı bir biçimde raydan çıkmaya başlamıştı.
Sırtımın değdiği nevresimin soğukluğu içimdeki ateşi söndürmeye yetmezken Ares'in kontrolünde ilerleyen işler inanılmaz bir his veriyordu. Ne ara üstüme doğru çıktığını anlamadığım adamın elleri tüm bedenimde gezinirken benim ellerim yalnızca boynuna tutunmuş bir vaziyetteydi.
Öpüşmemiz sayamadığım kadar uzun, ona doyamayacağım kadar kısa sürerken Ares zorlukla kendisini geriye çekti. Oldukça loş olan ortamda gözlerini zar zor seçerken o neyden bahsettiğimi çoktan anlamıştı.
"Böyle bir şey yapmak zorunda değilsin, değiliz." dedi nefes nefese.
Benimde ondan aşağı kalır bir yanım yokken sertçe aldığım soluklarla yükselen göğsüm onun kaslı göğsüne çarpıyordu.
"İstiyorum." dedim sadece tek kelimeyle. Daha fazlasını konuşacak halim yoktu. Tutku ve arzunun içimde yarattığı saf ateşte yanmakla meşguldüm.
Kısık ama net bir biçimde söylediğim söz üzerine sadece birkaç saniye daha baktı gözlerimin içine. Ardından bu ızdırabı çok sürdürmeyerek dudaklarımızı birleştirdi ve daha yakıcı daha tercih edilesi bir ızdıraba sürükledi bedenlerimizi ruhlarımızla birlikte.
Ve böylelikle yedi yaşının bedeninden çok ruhunda bıraktığı tahribatın iyileşmesi adına önemli adımlar atıldı o gecede.
-BÖLÜM SONU-
Bölümü nasıl buldunuz?
Lütfen beğeni ve bol bol yorum yapınız!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.9k Okunma |
640 Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |