
Ben geldim ve sizi hemen bölüme uğurluyorum! Bölüm sonunda mutlaka buluşalım!
İYİ OKUMALAR
Normalde altı gün sonra yapılacak olan ve benimde girmem gereken üniversite sınavının başvuru tarihi 4 Şubat’tı. O dönem hayatımın kaotik ve sancılı dönemlerinden biri olduğundan, bir yandan Ares tarafından uğradığımı düşündüğüm ihanetin acısıyla cebelleşirken bir yandan hiç tadını alamadığım annemin özlemini çekiyor, bir yandan da babamın üstüme yıktığı yüklerin altında ezilmemeye çalışarak Ahu ve bebeğini kurtarmaya çalışıyordum. Bu dolulukta zaten yerinde olmayan aklımla birlikte başvuru tarihini kaçırmamam imkansızdı ve ben zaten o tarihi kaçırmıştım.
Geç başvuru tarihinden bir haber yaşantımı sürdürmeye çalışırken de hiç bunu düşünecek durumda değildim çünkü sırasıyla ilk bebek sonrasında Ahu ölmüştü. Bununla henüz yeni yeni mücadele etmeye çalışırken de zaten Ares gelmiş ve beni İstanbul’a geri getirmişti. Sonrası tamamıyla Ares’le ettiğim kavgalar, kabullenmeye çalıştığım gerçekler ve anlamaya çalıştığım yeni hayatımdan ibaretti.
“Hiçbir şey için geç değil.” dedi Ares göğsünün üzerine yasladığım başımda saçlarımla oynarken. Ona göre mezun senemin üzerine bir mezun sene daha eklesem hiçbir şey olmazdı çünkü bizim vaktimiz boldu ve o her daim yanımdaydı.
“Bilmiyorum sanırım bence de değil. Sadece bundan aylar öncesinde, mezuna kaldığımı kabullendiğim zaman kendimi bu zamanda bir kez daha sınava gireceğime o kadar şartlamıştım ki... Oysa o zamanki düşüncem bu sınava girmek, herkesten ve her şeyden uzaklaşmak ve kendimi kurtarmaktı.” Derin bir iç çektim. “Şimdiye baktığımda o sınava bu sene girmek gibi bir zorunluluğum yok çünkü kendimi herkesten ve her şeyden uzaklaştıracağım bir hayatım yok. O zamandan da kimse kalmadı zaten hayatımda.”
O zamanki ben bile kalmamıştı bende. O kadar her şey değişmişti. Ailem dağılmış, babam cezaevine girmiş, ablam ve geriye kalan akrabalarım beni silmiş, arkadaşlarımla iletişimim tamamen kopmuş, annem ölmüştü... Annem artık hayatta değildi.
“Hiçbir şey için zorunluluğun yok. Ömür boyu da girmesen o sınava hiç sorun değil. Ne ben sana ömür boyu bakmaktan bıkarım ne de bu yaşadığın hayatın kaçıp gitmeni gerektirecek bir hayat olmasına müsaade ederim.”
Saç bitimimle anlımın başladığı yere tenimde sakallarının izi çıkacak şekilde sertçe bastırdı dudaklarını. Bir süre hiçbir şey demeden ona daha çok sokuldum. Öyle ki bedenimin yarısından çoğu üzerindeydi.
Her şeye rağmen bugün oldukça güzel geçmişti. Yaklaşık iki saat önce muhteşem üçlü, tüm burada kalın ısrarlarıma rağmen evlerine gitmişti. Bizde Ares’le biraz ortalığı toplamış hemen ardından da güzel bir duş alarak yatağa geçmiştik. Saat çoktan gece yarısını geçmişti. Üzerimde yarının ya da artık bugünün pazar olmasının verdiği rahatlık vardı.
Başımı gömdüğüm sinesinden çekerek yüzümü Ares’e doğru kaldırdım. Yatak odasının terasa açılan kapısı aralıktı ve içeri buram buram yaz akşamının tatlı esintisi doluyordu. Denizden esen meltemin kokusu bulunduğum konumda paha biçilemezdi. Tüm oda gece lambaları sayesinde loş bir haldeyken Ares’e kıstığım bakışlarımla baktım. Ufak bir çabayla çenesinin ucuna dudaklarımı bastırdım.
“Teşekkür ederim.” dedim içimden geldiği gibi duygu dolu bir sesle. Hem de her şey için çokça...
Benim aksime o hiç çabasız bir anda çenemden tutarak dudaklarını dudaklarıma bastırdı. “Asıl ben teşekkür ederim güzelim.”
Bence tam şu anda sevişebilirdik.
“Aslında ben bir şey düşündüm. Bir sonraki sınava neredeyse 365 gün artı 6 gün var. Bence artık şirketi bırakarak ders çalışmaya başlayabilirsin. Her gün eve gelecek özel hocalarla da destekleriz bunu.”
Ares’in ilk defa bu konu üzerindeki duyduğum düşünceleri kaşlarımın istemsizce kalkmasına sebep oldu. Açıkçası söylediklerini ben her ne kadar ilk defa duymuş olsam da sanırım o tüm bunları çok önceden düşünmüştü.
Benim adıma planlar yaparak bir şeylere karar mı vermişti o?
Hemen yargısız infaz yapmamak için içimde saman alevi gibi büyüyen tepkime zorlukla sahip çıktım. Önce tam anlamıyla dinlemeliydim.
“Ne zaman düşündün bunu?” dedim büyük bir merakla. Umarım tam şu anda derdi.
“Yani net bir tarihi yok ama seni alıp buraya geldiğimden beri kafamda ufak ufak bir şeyler vardı. O zamanlar tahmin etmiştim bu sınav hakkında bir şeyler yapmadığını.”
Tamam pekâlâ çok yakın bir tarih değildi ama çok uzak bir tarihte değildi. Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Çok kısa bir süre bu dediğini düşündüm. Ya da hayır bunu düşünmeme gerek yoktu çünkü böyle bir şey istemediğime emindim.
“Böyle bir şey istemiyorum.” dedim tüm dürüstlüğümle. Beni anlayacağını umuyordum çünkü benim için artık bir eve kısılı kalmak oldukça ızdırap vericiydi.
Her ne kadar bu eve kısılı kalmadığımı ve kalmayacağımı bilsem de Ares’in dediği gibi bir hayat modeline geçtiğimde öyle hissedeceğime emindim çünkü her ne kadar ruhum iyileşme gösterse de ve birçok şeyi atlatmış gibi gözüksem de içten içe o kadar iyi değildim. En ufak bir şeyde acılarım tetiklenmeye hazır bir biçimde beni bekliyordu biliyordum.
Gözlerimin en içine dikkatlice baktı Ares. Beni anlayabildiğini biliyordum ama umarım buna rağmen işine geleni yapmakta ısrar etmezdi.
“Tamam her zaman evde özel dersle olmaz o zaman dershaneye gidebilirsin?”
Sanırım her zamanki gibi beni anlamasına rağmen yine işine geldiği gibi davranacaktı.
“İşi bırakmak istemiyorum. Devamlı bir ev hanımı gibi yaşamak ya da bir lise öğrencisi gibi olmakta istemiyorum.”
Sadece şu anda sahip olduğumuz şeylerin kıymetini bilerek hayatımızı yaşasak, biraz akışına bıraksak ve hayatın tadını alsak olmaz mıydı?
“Bir şeyleri başarmak için bazı şeylerden ödün vermen gerektiğini biliyorsun. Birazcık dişini sıkabilirsin bence. Bir yıl çokta uzun bir süre değil.” dedi aslında çokta haksız bir şeyden bahsetmezken.
Emek olmadan, fedakârlık olmadan, kendinden ve hayatından ödünler vermeden büyük şeyler başarılamayacağının bende farkındaydım ama... Aması vardı işte. Çocuksu bir istekle şu anda sadece kendi isteklerim olsun istiyordum. İstemediğim hiçbir şeyi bu evrede yapmak istemiyordum. Sanırım şımarıklık yapıyordum. Bu eski yaşantımda pek yapabildiğim bir şey değildi. Bu sanırım Ares’in koşulsuz şartsız her ne durumda olursam olayım yanımda olacağından duyduğum eminlikten kaynaklı bir şeydi. Bunu zaten o da demişti.
Hiçbir şey için zorunluluğun yok. Ömür boyu da girmesen o sınava hiç sorun değil. Ne ben sana ömür boyu bakmaktan bıkarım ne de bu yaşadığın hayatın kaçıp gitmeni gerektirecek bir hayat olmasına müsaade ederim, demişti. Ve bunun daha da ötesi bana bunu tüm benliğimle hissettirmişti.
“Bunların hepsini bir götüremem mi? Yani hem işe gidip hem ders çalışsam? Bu ikisine yetişeceğim diye bizi çok mu ihmal ederim ki? Yapamaz mıyım Ares?”
Eğer endişesi bizden yanaysa ben sanmıyordum ki Ares hayatımda geri planda kalsın. Her ne kadar eğitim hayatı benim için önemli olsa da bana kalkıp bir kere Lavinia dese ben her şeyi bırakıp ona giderdim ki.
Aslında bunu yapmamam lazımdı ama sanırım bu bir gerçekti ki bende vardı o enayilik. Aşk enayiliği... Evet evet kesinlikle bende bundan vardı çünkü ona çok çok çok âşık olmadan önce yapmam dediğim, yapamam dediğim, asla kabul etmeyeceğim şeylere artık göz yumabiliyor, sesimi çıkartmıyor ya da ortalığı ayağa kaldırmıyordum.
Üzerine yattığım ve sırtımdan belime doğru sarılı olan kolunu daha da sıkılaştırdı. Yine belime sarılı olan diğer elini yüzüme çıkartarak salık olan saçlarımı parmaklarıyla geriye doğru tararken konuştu.
“Kesinlikle yaparsın yavrum. Senin üstesinden gelemeyeceğin hiçbir şey yok. Tüm bunları yaparsın yapmasına da her şeye hakkıyla yetişeceğim diye kendini de hırpalarsın. Çok yorulursun. Ben sana kıyamam. O yüzden olabildiğince minimal düzeyde ayarlayabiliriz her şeyi. Madem hiçbir şeyden kısa sürelide olsa elini eteğini çekmek istemiyorsun o zaman bizde her şeyden az az yapabileceğin bir şey ayarlarız.”
Son derece ılıman çıkan ses tonuyla birlikte gözlerimin ışıldadığına yemin edebilirdim.
Heyecan içinde “Gerçekten mi?” demekten alıkoyamazken kendimi bir anda ne diyeceğimi bilemedim.
Tekrardan dudaklarıma sert bir öpücük kondurdu. “Gerçekten yavrum. Şimdi saat çok geç oldu artık uyuyalım. En kısa zamanda ben gerekli araştırmaları yapıp hem şirketi hem de ders işini olabilecek en dengeli ve düzenli şekilde ayarlayacağım. O zaman son haline bir de beraber bakarız ve gerekli düzenlemeleri senin isteğine göre yaparız hem de geri kalan zamanları sen istediğin gibi doldurursun.”
Pekâlâ ben az önce ona çok çok çok âşık olmamdan bahsetmiştim değil mi? Düzeltiyorum ben bu adama çok çok çok çok çok çok çok çok çok aşıktım hem de en sonsuzundan.
***
Gün devrilmek için an kollarken güneş çoktan gökyüzünün en tepesinden denize doğru yol almıştı. Haziranın yakıcı sıcaklığını Karadeniz’den gelen tatlı esinti kırarken her şeye rağmen yine de terlemiştim.
Elimdeki soğuk limonatadan büyük bir yudum daha alırken Ares’e odaklandım. Tüm dikkatini elindeki bitkilere veren canım adamım benim aksime henüz pes etmemişti ve elimizde kalan son çiçekleri de bahçemize ekmenin derdindeydi.
Öğlene doğru uyanmamızın peşinden birkaç saat süren bir kahvaltı faslı yapmıştık. Bu fasıl öyle uzun sürmüştü ki sofradan kalktığımızda saat çoktan ikiyi geçmişti.
Evdeki birkaç dekorasyonla ilgilenerek öldürdüğümüz iki saatin sonunda da evimizin nur topu gibi bir fotoğraf köşesi olmuştu. Evin hemen girişinde yer alan portmantonun yan tarafındaki dikdörtgenden bir tık daha geniş olan duvarı boydan boya aynalarla kaplamıştık.
Hepsi birbirinden şık birkaç farklı boyutlardaki kemerli aynaları bir bütünde pencere şeklinde gözükecek şekilde ayarlamış ve asmıştık. Her ne kadar aynaların hepsi birbirinden farklı çerçeve modeline sahip olsa da bir bütün içinde o kadar uyumlu duruyordu ki insanın baktıkça içinin açılmaması imkansızdı. Çok güzel olmuştu çok!
Her ne kadar benim üzerimdeki şortlu ince kot tulum, kalın askılı kısa badiyle ve Ares’in üzerindeki şort ve düz tişörtle çok fazla ev haliyle olsak da el emeğimizle yaptığımız ayna köşemizde çekildiğimiz ilk fotoğraf oldukça beğeni toplamıştı. Tüm o makyajsız ve saç baş salaş halimize rağmen bile.
Bin bir emekle hazırladığımız köşenin haklı gururuyla çektiğim fotoğrafta Ares bana arkadan sarılmış ve başını boynuma gömmüş vaziyetteydi. Oldukça doğal olduğumuz o fotoğraf karesini sosyal medyadan hikâye olarak paylaşıp sadece Ares’i etiketlerken gerisini ona bırakmayarak onunda hesabına girip paylaştığım hikayemi kendi hikayesine eklemesini sağlamıştım. Çünkü bunu neden yapmayaydım?
Şimdiyse geçtiğimiz hafta içi sipariş verdiğimiz gül ve petunyaları bahçemize ekiyorduk. Daha doğrusu şu anda sadece Ares ekiyordu çünkü ben artık yorulmuştum. Zaten çokta bir şey kalmamıştı birkaç fide sonrasında bitiyordu.
Bundan önce hali hazırda bahçemize birçok açelya, begonya ve ortanca diktiğimizden zaten çokta çiçek ekilecek bir yerimiz kalmamıştı. Zaten ben buraya geldiğimde bahçe peyzajının çoğu tamamlanmıştı ve yaza doğruda Ares’in o zamanlar dediği gibi bahçenin son düzenlemeleri için gelmişlerdi ve son düzenlemeleri yapmışlardı.
Bahçemizde zaten birçok meyve ağacı, çam ağacı ve ismini bilmediğim ama göze oldukça güzel gözüken ağaçlar vardı. Bunun üzerine bizde bolca çiçek ekmiştik ve burayı tam anlamıyla bir yuvaya çevirmiştik. En azından buraya geldiğim ilk güne nazaran bunca güzelliklerin arasında bahçede dolaşan beli silahlı adamlar çokta gözüme batmıyordu.
“Bunu da şuraya yerleştirdim mi tamamdır. Artık kışa kadar bahçede yapılacak çok bir işimiz kalmıyor ama kış geldi mi tüm bunları söker yerlerine şakayık ekeriz. Sen beğeniyordun o çiçeği değil mi?”
Dudaklarım arasındaki cam pipeti geriye çekerken ağzımdaki büyük yudumu yuttum. “Evet evet şakayıklara bayılıyorum.” dedim hevesle.
Bunu her ne kadar şu ana kadar hiç dile getirmesem de ara ara düşünmüyor değildim, Ares geçirdiğimiz onca zamana ve ana rağmen bana hiç çiçek almamıştı.
Düşüncesiz birisi değildi. Andan ana oldukça ince düşündüğü de oluyordu. Bana bu zamana kadar bir sürü şeyde almıştı ama bir çiçek hiç almamıştı. Neden almamıştı ki?
“Tamam o zaman bir tek şakayık ekeriz o zamanda.”
Ellerindeki topraklardan avuçlarını birbirine vurarak kurtulurken çömeldiği yerden ayaklandı. Birkaç esneme hareketiyle yüksek ihtimalle ağrıyan belini açarken tepemden bana kısık bir bakış attı.
“Yavrum hava sıcak, limonatayı buzlu buzlu içiyorsun çarpmasın?”
İki kaşımı da olumsuz anlamda yukarı kaldırırken ağzımın içinden bir cık sesi çıkarttım. “İçim yandı bu sıcakta çalışmaktan.”
Böyle evle ilgilenmek iyiydi hoştu, Ares’le oldukça keyifli vakitlerde geçiriyorduk ama gerçekten hem sıcaktan baya bunalmıştım hem de yorulmuştum. Şu anda bu buz gibi limonata benim için büyük bir kurtarıcıydı.
Hala daha tepemde dikilmekte olan sevgilim bana alaycı bir bakış attığında aklından geçenleri tahmin etmek benim için hiç de zor olmadı. Onun aksine üstüm başım çok batmamıştı ve şu anda elimde limonatayla gölge bir yerde çimlerin üzerinde sere serpe oturuyordum.
“Bu kadar yorulma yavrum ben kıyamam sana.”
Tamam kesinlikle benimle alay ediyordu.
Ona kınayıcı bir bakış attım. “Hiç utanmıyorsun değil mi sevgilinle böyle alay etmeye? Ayıp ayıp! Şimdiki gençlikte edep hiç kalmamış!”
Güldü. Hem de içimin çöl sıcaklığında kavururcasına bir gülüştü bu. İki adımda bana gelerek tek hamlede beni kucakladı. Görseniz sanırsınız yerden bir poşet patates alıyor!
“Ben hiç seninle alay eder miyim yavrum? Asıl sen şu anda ayıp ediyorsun.”
Hızlı adımları seri bir biçimde eve giderken ona çattığım kaşlarımla baktım. “He canım aynen aynen!” derken ona inanmadığımı daha nasıl belli edebilirdim bilmiyordum.
Çiçekleri zaten evin hemen dibine ektiğimizden kısa sürede eve varmış ve içeri girmiştik. Dışarısına nazaran evin içi her zaman kışın daha sıcak yazınsa daha soğuk oluyordu. Bunda evdeki kaliteli ısıtma ve soğutma sisteminin etkisi büyüktü.
Doğruca çıkmaya başladığımız merdivenlerle rotamızın neresi olduğunu anında anlarken hızla Ares’e döndüm. “Nereye gidiyoruz?”
Ben anlamıştım anlamasına da teyit etmesem de olmazdı. Elimdeki taze bitmiş limonata bardağına kısa bir bakış atarken bari onu mutfağa bıraksaydık diye düşündüm. Şimdi onca merdivenlerden bir daha kim aşağıya indirecekti bu bardağı?
“Odamıza.”
Aldığım yanıtla düşüncelerim doğrulanırken içimde beliren hinlikle anında Ares’e yanıt verdim.
“Sebep?”
Aynı hızla Ares’te yanıtladı beni.
“Duş alacağız.”
Bak sen? Bende bu toz topraklı ve terli halimizle başka bir şey yapacağız sanmıştım. Tamam belki bu sandığımda olabilirdi duş esnasında. Sonuçta daha öncelerde de olmuş bir şeydi şimdi neden olmasındı?
“Alacağız?”
Sanki küçük bir çocuğu onaylıyormuş gibi başını aşağı yukarı salladı.
“Evet, beraber.”
Bak bunu hiç anlamamıştım! Onun bu kadar sabırlı cevaplarına içimden gülmek gelirken kendimi tuttum. Şu anda sınırlarında oyun oynuyor olabilirdim.
“Beraber?”
Sabır çeker gibi sesli bir iç çekti.
“Lavinia yemezler güzelim.”
Pekâlâ yakalanmıştım! Oynadığımı anında fark etmişti. Suçum sevgilimle biraz eğlenmekse cezam neyse çekmeye razıydım ve buna asla itirazım yoktu.
***
25 Haziran Cuma.
Bana kalırsa birçok şeyi nasıl istiyorsam öyle yapar, istemediğim hiçbir şeyi de yapmazdım. Akıl ve mantığın önemi yadsınamaz olsa da bazı şeylerde hisleri ön plana koyar ve onların bana ne dediğine kulak kabartırdım. Çünkü bazen kendi gözlerinle gördüğün, kendi kulaklarınla duyduğun şeyler bile doğru olamayabiliyor, seni yanıltabiliyordu ve yine bana kalırsa en içinde sana fısıldayan o hislerin sesi daima doğruyu söylüyordu. Sen yeter ki o sesi duyabil.
Ama maalesef bana kalmıyordu.
“Eğer ki o işi yapmak istiyorsak artık yavaştan onun için bütçeler ayırmalı ve bir yerde biriktirmeliyiz. Bana kalırsa buna çoktan başlamalıydık ama neyse geç olsun güç olmasın. Oğuzhan sen Abdullah Bey’e müsait bir zamanda bunun konusunu aç o da gerekli kişilerle görüşmeleri başlatsın.” dedim kendimden emin bir biçimde oturduğum toplantı masasında.
Hala daha taslak olan ama her geçen gün kafamda daha da şekillenen ve artık yavaştan bunun üzerine ekip arkadaşlarımla yazıp çizimler yaptığımız planım için harekete geçmeliydik. Şu anda da o plan için bir kez daha toplantıya oturmuştuk. Projemi iyice net çizgilerle çizip artık gerekli izinler için üstlerin önüne sürmenin vakti gelmişti hatta geçiyordu.
“Her şeyden önce sen bunu bize nasıl sohbet edasında uzun uzadıya anlattıysan yine aynı şekilde Ares Bey’e anlatsan daha iyi olmaz mı? Sonuçta bu oldukça büyük bir proje ve yaptık bitti diyebileceğimiz bir şeyde değil. Süreğenlik isteyen bir iş. Yani taslakta güzel hazırladık tamda senin anlattığın gibi ama yine de izin çıkarmış gibi gelmiyor bana. Şirket hem bu kadar ciddi bir sorumluluk isteyen hem de bunu süreğen bir biçimde isteyen bir projeye çokta olumlu bakmaz gibi.”
Oğuzhan’ın konuşması beni çok kısa bir süre düşünmeye itti. Söylediklerinde haklılık payı vardı hatta söylediği bu şekil planlarımızı fazlasıyla hızlandırırdı ama olmazdı. Ares’ten onay aldığımda geriye ne Demiröz’e ne de Deniz Bey’e söz hakkı kalırdı ve bu şekilde olmazdı. Gözlerine batardım. Yanlış anlaşılırdım. Olmazdı.
“Düşüncelerinde haklısın ama bence pek etik olmaz. Diğer işlerimizde nasıl ilerliyorsak bunda da aynı şekilde tüm protokollere uyarak ilerlemeliyiz.”
Beril beni onaylarcasına başını salladı. Son derece düşünceli görünüyordu. “Bende Lavinia gibi düşünüyorum. Ayrıca projenin yaratıcısı Lavinia iken bu hareketiyle yanlış anlaşılmaya çok müsait olur.”
Biz şimdilik her zamanki programımızda ilerlemeliydik eğer ki müdahale edilebilecek ufak tefek aksilikler çıkarsa o zaman çok da göze batmayacak bir şeyler düşünebilirdim.
Oğuzhan tam ağzını açıp bir şey diyecekken toplantı odasının kapısı çalınmadan bir anda açıldı. Toplantı masasında oturan herkesin kafası eş zamanlı açılan kapıya dönerken gelen kişi beni tabikide yanıltmamıştı. Bu şirkette Ares’ten başka hiç kimse dingonun ahırındaymış gibi takılmazdı zaten.
“Toplantı mı yapıyordunuz?” diyen canım adamım her zamanki nötrlüğüyle karşısındaki kişiye kendiyle alakalı en ufak bir fire bile vermiyordu.
“Evet efendim.” diyen Oğuzhan hemen yanındaki Beril’e kaçamak bir bakış attı. Onlar oturdukları yerden ne zaman ayaklanmışlardı?
“İyi tamam toplantınız bitti ya da Lavinia için bitti. Siz ne yapıyorsanız kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.”
Sözlerinin sonunda bana sadece bir baş işaretiyle harekete geçmem adına komut veren canım adamıma kısık bir bakış attım. Pek ala sanırım gitme vakti gelmişti. Gözüm çok kısa bir an telefonumun ekranındaki saate kaydı. Çıkış saatine yaklaşmıştık.
Bugün akşamki plan yüzünden şirketten erken çıkacağımızı biliyordum ama son iki saattir içerisinde olduğum toplantıdan dolayı bunu çoktan unutmuştum.
Maalesef ki bir şeyler yine bana kalmıyordu. Bu akşam Demiröz’lerde topluca yemek yenilecekti.
“Pazartesi son kontrollerden sonra durumu kesin bir biçimde netleştiririz. Ben yine de hafta sonu neler yapabilirim bir bakacağım. Hepinize iyi tatiller.”
Hızlıca toparladığım eşyalarımla toplantı odasını terk ederken bana iyi tatiller dileyen iş arkadaşlarımı başımla onayladım. Böyle başlayan bir hafta sonu gerçekten de iyi olabilir miydi? Sanmıyordum.
Ayaklarımın beni geri geri götürdüğünü hissederken bunu yanımdaki adama yansıtmamaya çalıştım. Gün geçtikçe ailesiyle arası açılıyordu ve bana sanki buna ben sebep oluyormuşum gibi geliyordu.
Ares’in ailesini seviyordum. Tamam yalan yoktu bazen sevmediğim kişiler olmuştu özellikle dedesi ama genel olarak bakıldığında çoğuyla iyi bir iletişimim vardı.
Sırasıyla ilk Yardım Departmanı’na uğrayıp orada kalan eşyalarımı aldık sonrasında doğruca asansöre yöneldik.
“Kaç saattir ne toplantısı yapıyordunuz?” diyen Ares vardığımız asansörde gerekli tuşlamaları yaptı.
“Yeni bir proje üzerinde çalışıyoruz.” demekle yetinirken daha fazla ayrıntı vermedim zaten gerisini de Ares sormadı. Çünkü biliyordu ki anlatacak olsam o sormadan çoktan anlatmaya başlamıştım.
Geri kalan yolu sessizlik içerisinde geçirirken hızlıca şirketten çıktık ve sürücüsünün Ares olduğu araca bindik. Her zamanki gibi hemen peşimizden Ahmet’te başka araçla gelirken yolda günlük muhabbetler dışında pek bir şey konuşmadık.
Şirketten normal saatimizden erken çıktığımız için akşam trafiğine kalmadan hızlıca beklenen dedenin evine ulaştığımızda park halindeki araçlardan en son bizim geldiğimizi fark ettim. Sanırım diğerleri bizden de önce çıkmıştı şirketten.
“Sırf sen olur dediğin için geldik.” Yanımda homurdana homurdana ilerleyen adama kısa bir bakış attım. Bende bayılmıyordum sürekli gergin olduğum ortamlarda olmaya!
“Herkesin içinde sordu Umay Hanım, nasıl reddedebilirdim acaba?”
Bahçeden doğruca evin kenarında ilerleyip oradan evin arka bahçesine geçtik. Zaten bahçede barbekü tarzı bir şey olacaktı yemek.
“Bana bıraksaydın ben hallederdim.”
Tabi efendim!
Diğerlerine gittikçe yakınlaşan adımlarımızla bir yerden sonra dikkatleri üzerimize çektik. Tüm bakışlar neredeyse aynı anda üzerimize döndü.
“Oo işkoliklerde sonunda teşrif edebildi! Lavinia şirketi hiç bilmediğimiz borç batağından kurtaracaksın da bizim mi haberimiz yok? O nasıl bir toplantıydı bir türlü bitmedi?”
Aynen Tamer’ciğim. Tüm dünya ekonomisi bana bağlıydı ve ben o çok abarttığınız iki saatlik sürede gerekeni yaptım. Aynen.
“Kız, senin kaç yıldır yapmadığın özveriyle işini yapıyor. Eğer çekemiyorsan söyle anten takalım?” diyen Tamay’a minnettar bir şekilde gülümsedim. Bazı anlarda benim yerime Tamer’e cevap vermesi beni oldukça büyük bir yükten kurtarıyordu.
“Ha ha şakamatik seni! Düğmesine basıyorsun şaka yapıyor!”
“Çocuklar birbirinize sataşmayın!” Umay Hanım uzayacakmış gibi duran duruma müdahale ederken oturduğu yerden ayaklanarak doğruca bize yöneldi. “Hoş geldiniz çocuklar.”
Hızlıca Umay Hanım’ın kolları arasına girerek ufak bir selamlaşma faslı yaşadıktan sonra diğerleriyle de bir baş selamlaşması sonrası Ares’le kendimizi bahçedeki oturma takımının ikili koltuğuna attık.
Bizim evdekilerin aksine burada tüm işi çalışanlar hallederken biz yalnızca oturarak sofranın tamamıyla kurulmasını bekledik. Ne kadar da kasıntı bir ortamdı!
Masaya oturana kadar son derece sıkıcı ve benim pek ilgilenmediğim sohbetler dönerken ortamda ben yalnızca sosyal medyada gezinmiş ve arada da onları dinliyormuşum gibi yapmıştım. Açıkçası dıdımın dıdısının konusu ya da dünya borsası pek ilgimi çekmiyordu.
Yarım saat bile sürmezken bu bekleyiş sonunda kurulan masaya geçebilmiştik. Oturma düzeni bu kadroyla yemek yediğimiz ilk günküyle aynı olurken bu artık kalıplaşmış bir hale gelmişti. Her ne kadar başta istenmesem de zamanla benimde içine dahil olduğum bir düzen oturtulmuştu.
“Aslında bu mangal işleri en güzel Areslerde oluyor. Manzaraları da efsane, Lavinia’nın hazırladığı mezelerde öyle.” Tamer ağzına koca bir parça köfte tıkarken konuştu. “Ayrıca bahçe dizaynlarını görmeniz lazım tam bir olay! Lavinia yapmış yapacağını!”
Tüm bakışlar üzerimize dönerken gerilmemek elde değildi çünkü o evde tam bir hayata başlamamızın üzerinden kaç ay geçmesine rağmen muhteşem üçlü dışında bir kişi bile gelmemişti. Doğrusu bizde kimseyi davet etmemiştik. Sadece bir kere Demiröz evi bastığında içeri girmişti ondada oturmamıştı bile.
Sanırım daha önce idrakına hiç varmadığım ve eksikliğini hiç hissetmediğim bu durumda biraz ayıp yapmıştık. Her şeye rağmen Demiröz bile o evden kovulmasına rağmen hala daha bizi evine davet ediyordu.
“Davet edilmedik ki biz nereden bilelim?” diyen Demiröz tamda beklediğim gibi taşı gediğine oturttu. Ondan her ne kadar haz etmesem de bu onun Ares’in dedesi olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Sanırım gerçekten de ayıp etmiştik.
Ares bu duruma ne tepki verecek diye ona alttan bir bakış attığımda onun hiçbir şeyi umursamadan yemeğini yemeye devam ettiğini gördüm. Her şeyi geçtim Deniz Bey ve Umay Hanım’ın da ilgili bakışlarını üzerimizde gördüğümden benim içerisinde sıkışıp kaldığım bu durumdan Ares’in ayağına alttan gizli bir tekme atarak çıkmayı umdum.
Benden gelen tepkiyle Ares ağzındaki lokmayı çiğnemeyi bırakıp bana döndü. Şimdi şurada bayılacaktım! Aval aval suratıma bakıyordu ya!
Uzun süredir ağzımın içerisinde beklettiğim lokmayı hızlıca yutarken sesimi netleştirmek için ufak bir öksürdüm.
“Kesinlikle bir gün bizde de böyle bir şey yapmalıyız. Ares’le Bars çok güzel et soteleyip mangal yapıyorlar. Hatta hafta sonu olsun direkt kahvaltıdan başlarız güne.” dedim yaşadığım utancı içimde saklı tutarken. Ares’e asla bakmıyordum çünkü ona sormadan böyle bir şey yapmayı bende beklemiyordum.
Ailesinden geriye kalan üyelerle pek samimi bir yaşam sürmek istemediğini dahası onları kendi yuvasına sokmak istemediğini biliyordum. O istese çoktan beş yüz kere onları evimize çağıracağını da biliyordum. Ama aile aileydi işte. Ne kadar yanlış olsalar da ne kadar yanlış olsa da.
Ben her ne kadar gerçekten samimi bir şekilde bu davette bulunsam da onlar Ares’in yüzünde ne gördüler bilmiyorum bir an kimseden ses soluk çıkmadı.
Ares’i bir kez daha dürterek uyardım aşağıdan. Her ne olursa olsun bir misafir gittiği evin bereketiydi. Annem bana böyle öğretmişti. Bu her ne kadar misafirleri ve eve sık sık gelen insanları sevmeyen ve onlara yokmuş gibi davranan o evdeki asi Lavinia’ya öğretilmiş olsa da asi Lavinia o zaman bunun ne demek olduğunu tam anlayamamıştı.
Şu anki Lavinia annesinin ne demek istediğini anlayabiliyordu.
Her ne kadar evimizde Ares’le baş başa geçirdiğim zamanın benim için çok ayrı bir yeri olsa da muhteşem üçlünün de sofralarımıza konuk olduğu, çayımızı içtiği anların hakkını yiyemezdim. O anlarda çok güzeldi benim nezdimde.
“Ayarlarız bir ara.” Sonunda ağzını açıp bir şey deme zahmetine giren canım adamım ağzını açmasa da olurken ona ters bir bakış attım. Gerçekten mi?
“Tamam yarın geliriz o zaman.”
Ares’teki bakışlarım konuşmasıyla doğrudan beklenen dedeye döndü. Ne?
“Yarın olmaz.” diyerek anında duruma müdahale etti Ares.
Ne demek yarın olmaz? Niye?
“Başka bir misafirin mi var evlat?” dedi beklenen dede de durumu uzatacağını belli ederek.
Başka bir misafir mi? Bizim eve daha önce hiç misafir gelmemişti ki! Ayrıca ‘misafirin’ derken? O evde Ares tek yaşıyordu da ben mi bilmiyordum?
“Yarın evde değiliz.” diyerek konuyu kısa kesti Ares. Konuşmasında özellikle ‘değiliz’ kısmına da vurgu yapmadan geçmemişti.
Umay Hanım gerginliği artan ortamda benden sonra en huzursuz olan ikinci kişi olurken naif sesiyle hızla araya girdi.
“O zaman haftaya hafta sonuna ne dersiniz? Hem bizimde yarın Deniz’le katılmamız gereken bir etkinlik var.”
Ona minnettarlıkla gülümserken aynı zamanda da bir baş sallamasıyla onayladım söylediklerini. Benden gelen son karar üzerine Ares’te bir şey demezken sadece ağzının içinde homurdanarak önündeki yemeğine geri döndü.
Yemeğin geri kalanı da bende pek kalmayan iştahla birlikte bir şekilde geçip gitti. Zaten çok da uzun sürmeyen yemek faslından sonra tekrardan bahçedeki oturma takımına geçildi ve o süreçte güneş yerini aya bıraktı.
***
Soğuk suyun aralıksız aktığı musluğu kapatarak ellerimi ensemde birleştirdim. Hiç anlamadığım bir şekilde bedenimi bir sıcaklık basmıştı. Gece çoktan çökmüştü ve havanın bunaltan sıcaklığı çokça gerimizde kalmıştı. Bu bunaltıda neyin nesiydi?
Sorunsuz geçen çay faslından sonra bir de kahve içmek istemişlerdi. Ares her ne kadar bu evrede biz artık kalkalım dese de Umay Hanım’la içerisinde olduğumuz derin sohbetin getirisinde ben kahve faslına da kalmak istemiştim. Ama bunun öncesinde bir lavaboya gelip resmen yanan tenimi soğuk suyla bir nebze sakinleştirmek istemiştim.
Yaklaşık beş dakikadır içerisinde olduğum lavabodan ellerimi bile kurulamadan çıkarken yürükçe ıslak tenime çarpan havanın serinletici etkisiyle derin bir nefes aldım. Sanırım artık biraz daha iyiydim.
Alt kattaki lavabonun bulunduğu koridordan çıktığımda karşıma çıkan korumayla şaşırırken bir anlık duraksama yaşadım. Otuzlarının ortasında duran adam sanırım Demiröz’ün adamlarından birisiydi. Onun içeride ne aradığını sorgulamadan edemezken dışarıya bir şey yansıtmadan adımlarıma devam ettim. Salona doğru ilerleyip oradan da bahçeye çıkacaktım eğer ki durdurulmasaydım.
Koridordan tam anlamıyla çıkmamla holdeki korumanın tüm dikkati üzerime dönerken bana seslendi. “Lavinia Hanım!”
Kaşlarım sorgu dolu bir biçimde kalkarken ikinci kez duraksadım. Bakışlarım konuş dercesine korumaya döndü.
“Ahmet Bey geldi ön bahçede sizi çağırıyor. Sanırım size iletmesi gereken bir şey varmış.”
Şaşkınlık içerisinde kısa bir an üzerimdeki elbisenin olmayan ceplerinde telefonumu aradım. Ahmet’in eve gittiğini sanıyordum. Laf arasında Ares demişti. Yanlış anlamadıysam evdeki güvenlik tesisatında bir sorun çıkmıştı.
Bulamadığım telefonumu en son cebine koyması için Ares’e verdiğimi hatırlarken istemsizce çıkışa doğru bir adım attım. Ahmet neden geri dönmüştü ki?
“Bir sorun mu var?” demekten geri duramazken evin içindeki korumaya bir kez daha tuhaf bir bakış attım. Normalde her korumanın eve girme gibi bir yetkisi yoktu. En azından bizim evde durum böyleydi ama sanırım Demiröz’ün evinde işleyiş böyle değildi.
“Bilmiyorum efendim.” diyen adama daha fazla bir şey demezken bu kez duraksamadan evin çıkışına ilerledim. O da emir kuluydu ve anladığım kadarıyla pek bir şey bildiği de yoktu.
Bahçeye çıktığım bir anda Ares’i de çağırsam mı diye düşünürken ardımda bıraktığım yola baktım. Sonrasında bakışlarım buraya ilk geldiğimizde evin içerisine girmeden doğrudan arka bahçeye geçtiğimiz evin yanındaki kısma kaydı.
“Buradan efendim.” diyen koruma dikkatimi üzerine çekerken önüme döndüm.
Etrafta Ahmet’i arayan bakışlarımla evden çokta uzaklaşmazken yalnızca attığım birkaç adım sonrası duraksadım. Daha birkaç saat önce buraya geldiğimizde gördüğüm korumalar neredeydi?
“Ahmet nerede?” diyerek korumaya dönerken onunla göz göze geldim ama koruma bakışlarını hızla etrafa kaçırdı.
“Az önce buradaydı sanırım dışarı çıktı.”
Dışarı mı çıktı? Hiç Ahmet’lik olmayan bu hareketle kaşlarımı çattım. Ahmet hiçbir zaman bizi ayağına çağırmazdı. Her zaman her yerde yanımıza kadar gelen hep o olurdu. Bir şeyler dönüyordu ve benim bunu en başta o koridorda Ahmet’in beni bahçeye çağırmasından anlamalıydım.
Bakışlarım hızla arka bahçeye giden kısma kaydığında dudaklarımı aralayıp Ares’e seslenecektim. Dahası seslenmekten öte bağıracaktım ama buna kolumun çıplak yüzeyinde hissettiğim soğuk metal engel oldu.
Bakışlarım ağır çekimde koluma değen şeye inerken bir an ne olduğunu algılayamadım. Neden Demiröz’ün koruması bana silah doğrultmuştu?
Aynı ağır çekimde bakışlarım bahçede dolanırken salık saçlarım yüzüme dökülüyordu ve kafamı her sağa sola çevirişimde hırçın tutamları yüzüme çarpıyordu. Normalde hep buralarda olan korumalar neden yoktu ve biz neden yalnızdık?
“Zorluk çıkartmayın Kubat Bey sizi bekliyor.”
Tenimdeki o yakıcı sıcaklığın can sıkıcı karıncalaşmaya döndüğünü hissettim. Duyduklarımla irileşen bakışlarım son biçare etrafta dolanırken kolumdaki baskıda artmıştı.
***
Bilinmezliğin beni hep korkuttuğunu söylerdim ama burada beni asıl korkutan şeyin o bilinmezlik içerisinde geçirdiğim süre mi olduğunu yoksa bilmediğim o son mu olduğunu hiç düşünmemiştim. Şimdi bunu düşündüğümdeyse buna verecek net bir cevabım olmadığını fark etmiştim. Sanırım bilinmezlik benim için nereden bakarsan bak korkutucuydu.
Zorla, pardon düzeltiyorum silah zoruyla, Demiröz’ün evinden sessizce alınışımın üzerinden tahminimce baya bir zaman geçmişti. Saatin gece yarısına yaklaştığını belki de gece yarısını çoktan geçtiğini düşünüyordum.
Silah zoruyla derin bir sessizlik içerisinde bahçeden çıkartılıp evin tam dönemecinin orada bizi bekleyen siyah transit araca binişimin üzerinden çok değil beş ya da on dakika geçmişken yokluğumun çoktan fark edildiğini biliyordum. Ares’in mümkünatı yoktu ben o kadar süre geri dönmediğimde beni kontrole gelmemesinin.
Ortalığın ayağa kalktığını tahmin etmek çok da zor olmazken içimde her geçen saniye zapt etmekte zorlandığım paniği bastırmamdaki en önemli etkenlerden biri henüz ölmemem diğeriyse Ares’in beni hemen bulacağını düşünmemdi. Ya da en azından içten içe bunu ummam.
Klasik filmlerde gördüğüm kadarıyla eski bir depoya, ıssız bir ormana ya da artık kullanılmayan terk edilmiş bir fabrikaya götürülmeyi beklerken gayet nezih bir semtte olan villaya getirilmem bana da büyük bir şok olurken artık Kubat’ın gerçekten ön görülemez bir ruh hastası olduğuna kesin bir biçimde emin olmuştum.
“Buradan ilerleyin.”
Bakışlarım artık bana silah doğrultmayan ama Demiröz’ün evinden beri yanımdan ayrılmayan adama çevrildi. Saatlerdir İstanbul’da attığımız boş turların bende yarattığı baş dönmesiyle iyice afallamış bir haldeyken sözde Demiröz’ün koruması sanılan bu adam nasıl olurda Kubat’ın adamı çıkardı aklım almıyordu. Ares İstanbul’a kesin dönüş yaptığımız günden beri bu konuda o kadar titiz davranırken o yaşlı kurtta nasıl çürük çıkmıştı gerçekten inanılır gibi değildi.
Yol boyu aklımda bin bir senaryo dönerken hangisi en kötüsüydü bir türlü karar veremiyordum. Beni sevmeyen Demiröz’ün bir şekilde beni aradan çıkartmak için Kubat’la iş birliği yaptığı senaryo mu daha olasıydı yoksa gerçekten de Kubat’ın en içimize kadar adamını sokup istediği an istediği kişiyi tereyağından kıl çeker gibi yanına alması mı?
Zikzaklar çizerek gittiğimiz güzergahın üzerimdeki etkisinden kurtulmaya çalışırken bana işaret edilen taş yoldan ilerleyerek eve doğru gitmeye başladım. Sanki beni araçların ve yolların tuttuğunu biliyorlarmış gibi hareket etmişlerdi. Afallamamam imkansızdı.
Bir dakikanın sonunda ulaştığımız villanın büyük kapısı sanki beni bekliyorlarmış gibi anında açılırken yine aynı korumanın yol göstermesiyle tedirginlik içerisinde ilerlememe devam ettim. Eğer şu an bayılmazsam bir daha da bayılmazdım sanırım. Üzerimdeki duygu karmaşasının bende yarattığı kaos kelimelerle tarif edilebilecek gibi değildi.
Birkaç koridor değiştirerek ilerlemenin sonunda ferah bir salona ulaşırken gördüğüm Kubat bir şeyleri tekrar tekrar idrak etmemi sağlıyordu. Bu adam gerçekten de zorla beni ayağına getirtmişti ve öldürmesi de yüksek bir ihtimaldi. Ayrıca Ares onu her yerde ararken nasıl olurda burnumuzun dibinde bu kadar rahat olabilirdi anlamıyordum.
“Ve beklenen misafirimizde gelmiş!”
Ben daha salona girmeden kesişen gözlerimizle birlikte gür sesi anında duyulurken midemin bulandığını hissettim. Bir de sanırım terliyordum. Umarım ecel terleri değildi bunlar.
Her ne kadar şok içerisinde olduğumdan saatlerdir herhangi bir tepki veremesem de bu şu anda gözlerimi devirmeme engel olamadı. Gerçekten şu an ne yaşıyordum? Sanırım hala daha tam algılayamamıştım çünkü beş dakika önce Ares’in kolları altında tüm aile bahçe keyfi yaparken beş dakika sonra silah zoruyla alıkonulmuş olmamın mantıklı hiçbir yanı yoktu.
O an bahçedeki diğer korumalar neredeydi? Demiröz’ün tüm korumaları mı Kubat’ın adamıydı? Bu nasıl mümkün olabilirdi? Kubat benden ne istiyordu ve en önemlisi tüm Sancaktar kadınlarına yaptığı gibi benimde sonumu mu getirecekti?
Cevapsız kalan ve sanırım sonsuza dek kalacak olan bir sürü soru silsilesi...
Oturma odasının tam ortasına geldiğimde aramızda hatırı sayılır bir mesafe olan Kubat’a ters bir bakış attım. Bükemediğim eli öpecek halim yoktu.
“Ne zamandan beri ağırlanacak misafirler silah zoruyla getirtiliyor?” dedim işin aslında içimde midemi yakan, boğazımda yumrular oluşturan ve kalbimin ritmini bozan ölüme yakınlık hissini görmezden gelmeye çalışırken.
Sanki komik bir şaka yapmışım gibi dediklerime gür bir kahkaha atan adam ben salona girmeden önce kalktığı tahtı andıran tekli koltuğa rahat bir tavırla geri oturdu. Aynı zamanda da bana hemen karşısındaki diğer tekli koltuğu işaret ederken konuştu.
“İlahi çocuk hiç değişmemişsin hala daha beni güldürüyorsun! Geç otur karşıma, çekinme.”
Bir kez daha göz devirdim ve ölümün ne zaman enseme yapışacağını bilmesem de en az onun kadar rahatmışım gibi bir tavırla karşısına geçip oturdum.
“Benden ne istiyorsun?” dedim doğrudan konuya girerek. Onca geçen zamandan sonra her şey yolunda giderken bir anda onu karşımda görmeyi hiç beklemiyordum. Fark ettiğim ayrıntıyla bir an duraksadım. Sanırım bir anlığına onu tamamen unutmuştum.
“Sancaktarlardan geçen gerginlikten de hiçbir şey kaybetmemişsin. Az sabırlı ol çocuk önce biraz sohbet edelim.”
Gerçekten onunla sohbet edeceğimi düşünüyor muydu? Bu adam bunamaya falan mı başlamıştı?
“Benimle dalga falan mı geçiyorsun?” dedim benden hiç beklenmeyecek bir sakinliğe bürünerek. “Benim seninle edecek ne gibi bir sohbetim olabilir?”
Bu kez gülmedi. Ciddi bir ifadeyle bana baktı. “Belki zaman içinde fikirlerin değişmiştir ve benimle bir iş birliği içine girmek istersin diye düşünmüştüm. Bunu konuşabiliriz, uzun uzun.”
En az surat ifadesi kadar ciddi olan söylediklerine boş boş baktım. Belli ki Ares’in onca önlemine! rağmen bizden az çok haberdardı. Buna rağmen iyi giden hayatımda neden onunla iş birliği içerisine gireceğimi düşünüyordu? Yani Ares’le geçirdiğim onca sürede bu konuda fikirlerimi değiştirecek ne gibi bir şey yaşamamı bekliyordu?
“Fikirlerim değişmedi.” dedim net bir ifadeyle.
Anında büyük bir alaya büründü ifadesi. Kaşları havalandı. “O ailenin içerisinde geçirdiğin onca zamana rağmen hala daha hiçbir şey bilmiyorsun değil mi çocuk? Gerçi ben neye şaşırıyorsam. Ares o aileye doğmasına rağmen bile bilmezken sen nasıl bilebilirsin ki? Demiröz sanıldığından da sinsi bir adam.”
Neyden bahsettiğini gram anlamamıştım. Ne saçmalıyordu yine bu adam? Kendimi büyük bir oyunun içerisinde gibi hissediyordum. Beni kandırmaya mı çalışıyordu? Aklımla mı oynuyordu?
“Ne geveliyorsan bunu kes ve düzgünce söyle!” dedim tahammülsüz bir sesle.
Ares nerede kalmıştı? Ona tahmin edebileceğinden daha yakınken beni bulması ne kadar zor olabilirdi?
“Dedim ya sadece biraz sohbet edeceğiz çocuk. Merak etme bugün ölmeyeceksin.”
-BÖLÜM SONU-
Bölümü nasıl buldunuz?
Kubat yine bildiğiniz gibi çok mütevazi değil mi?
Ufak bir bilgilendirme yapmak istiyorum. Biliyorsunuz ki LÂL EHVENİŞER iki kitaplık bir seriden oluşacak ve biz ilk kitabın sonuna yaklaşmış bulunuyoruz. Son bölümlerdeyiz. İkinci kitapta yine bu kitap altından devam edecek.
Lütfen bol bol etkileşim bırakmadan geçmeyelim. Benim için büyük bir tutku olan yazmak sizlerin etkileşimleriyle daha da motive edici oluyor! Bir sonraki bölümde görüşmek üzere seviliyorsunuz!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.9k Okunma |
640 Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |