57. Bölüm

BÖLÜM 56

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

Ben geldim bölüme koşun!!!

İYİ OKUMALAR

Amacı kesinlikle bir kedinin fareyle oynamasından aldığı zevki almaktan başka bir şey değildi. Benimle alay ediyordu. Kendini tatmin ediyordu. İstediği anda beni avcunun içine almasının ama sahip olduğu bu imkana rağmen beni öldürmemesinin başka hiçbir anlamı yoktu. Şu anda Sancaktarlara göz dağı veriyordu ve eminim ki bunda başarılıda oluyordu.

“Mezarlıktaki karşılaşmamızda saf olmanda karar kılmıştım. Geçen zamanda bunun değiştiğini umuyordum ama sen hala daha aynı saflıkla karşımdasın. Bende Ares dedesine baş kaldırıp babasının işini tamamladığında ve seni o eve götürdüğünde bir şeyler değişti sanmıştım. Söylesene çocuk Demiröz’ün Ares üzerindeki etkisi hiç mi dikkatini çekmedi?”

Neyden bahsediyordu? Değişmesini beklediği şey neydi? Saf falan değildim. Neyi görmem ya da öğrenmem gerekiyordu? Ayrıca bizim hakkımızda nasıl bu kadar bilgi sahibi olabiliyordu?

“Hayatımızda nelerin değişip nelerin değişmediği seni gram alakadar etmiyor.” dedim bilinmezliklerin bende yarattığı asabiyetle. Şimdilik sonda sorduğu soruyu görmezden gelmeyi tercih ettim.

Bu tavrıma güldü. Daha da sinirlenmemek elde değilken beş dakika sonra başıma neler geleceğini tahmin edememek beni büyük bir çıkmaza sokuyordu. Ares’in şu anda ne yaptığını deli gibi merak ediyordum. Beni aradığına emindim ama beni bulmaya ne derece yakındı bu konuda da bir tahmin yürütemiyordum.

“İnan çocuk ömrümün çoğunluğunda Sancaktarların neler yaptığı beni hep çok alakadar etmiştir.”

Gözlerimi devirdim. “Öncelikle dikkatini çekerim ki ben bir Sancaktar değilim. Ayrıca gelmişsin kaç yaşına bir ayağın çukurda hala daha saçma sapan işler peşindesin. Neden gidip emekliliğin keyfinde geriye kalan üç beş günlük ömrünün tadını çıkartmıyorsun?”

Karşımdaki yaşlı bunağa en az Demiröz’e sinir olduğum kadar sinir oluyordum. Az önce istediği gibi onunla sohbet edermiş gibi bir tavra bürünürken rolden çıkmamak için oldukça büyük bir efor sarf ediyordum.

Dışarıya yansıttığımın dışında bedenimde arka planda kasırgalar koparken karnıma giren krampların acısını görmezden gelmeye çalışıyordum. Her ne kadar karşımdaki kişi bunu görmese de bedenimin içinde çığlık çığlığa bir alarm çalıyordu.

Gür bir kahkaha attı sanki onu gerçekten de çok eğlendiriyormuşum gibi.

“Kafamda gördüğün bu beyazlar boşuna olmadı ya. Sende az çok biliyorsundur Sancaktarları alt edişlerimi. Her bir telinde bir bin emek var bu beyazların. Ne de olsa daha önce de dediğim gibi iyi bir kötülük planı uzun ve sıkı bir süreç gerektirir çocuk. Bunlar onların eseri.”

Alt edişlerim derken aldığı canlardan, girdiği veballerden bahsediyordu. Öldürdüklerinden dem vuruyordu.

Bu kez de ben gür bir kahkaha attım. Yalan falan da değildi bu gülüşüm, gerçekti. Her ne kadar bir tık sinirden olsa da gerçekten gülmüştüm işte.

“Beyaz saç aklın değil, yaşın işaretidir. Yaşlı bunağın tekisin gelmişsin bana burada boş edebiyat yapıyorsun.”

Ettiğim onca hakarete karşı yüzünde bir mimik bile kıpırdamadı. Sadece bakışları, orada bir şeylerin titrediğini gözlerimle gördüm. Derin bir iç çekişle arkasına yaslandı. Bir an için gözüme yorgunmuş gibi gözükecekti eğer ki omuzlarını daha da dikleştirmeseydi.

“Seninle geçirdiğim her bir saniyede daha da emin oluyorum. Ona gerçekten çok benziyorsun çocuk. Bu benzerlik akıl alır gibi değil.”

Söyledikleri dejavu yaşıyormuşum gibi hissettirirken kaşlarım çatıldı. Bu tarz bir şeyi bana mezarlıkta da söylemişti. Sonrasında bunun üstüne Ares beni Riva’daki eve ilk götürdüğü gün her şeyi açıklarken ‘Başta Ayza'ya sonrasında anneme çok benziyordun. Bu sadece fiziksel benzerlik değil, çok başka bir boyutta olan bir tanıdıklık. Annemde Ayza'ya çok benziyormuş. Sonunun onlar gibi olmasını istemedim.’ demişti.

Yine nasıl bir benzerlikten söz ettiğini tam anlamıyla anlayamadım çünkü tıpkı Ares bana bunları söylediği zamandaki gibi garip bir şekilde ben hala daha onlara dair tek bir fotoğraf karesi bile görmemiştim.

“Neyden bahsettiğini anlamıyorum.” dedim gereksiz bir dürüstlükle.

Hiçbir şey demeden birkaç saniye yüzüme baktı. Ardından arka tarafımda kalan salonun girişine doğru bir baş işareti verdi. O an girişte elinde bir şeylerle bekleyen kadını yeni gördüm. Evin çalışanı olmalıydı. Ne zamandan beri orada dikiliyordu bilmiyordum. Normalde fazla iyi olan algılarım zorla alıkonulduğumdan beri rayından çıkmış gibiydi.

Kubat’tan aldığı sessiz emirle önüme kadar gelen kadın benim uzanıp almama gerek duymadan doğrudan kucağıma dosyaya benzer kalın bir şey bıraktı. Bakışlarım sırasıyla kucağıma dosyayı bırakıp arkasını dönüp giden kadınla hala daha bana bakmakta olan Kubat arasında gidip geldi.

“Bu ne?”

Yine bir şey demedi. Aç da kendin bak dercesine bir işaret yaptı. Neden karşımda konuşsa kelimeleri yetersiz kalırmış gibi duruyordu?

Titremesinden korktuğum ellerim her şeye rağmen net bir duruş sergileyerek kendin emin bir şekilde hareket etti. Dizlerimin üzerine bırakılan dosyayı kıvrak bir hareketle ellerimin arasına aldığımda Kubat’a son bir kontrol bakışı atarak dosyanın kapağını araladım.

Açtığım ilk sayfayla elimdeki şeyin aslında bir dosya olmadığını fark ederken bakışlarım tekrardan Kubat’a kaydı. Elimde bir fotoğraf albümü vardı.

“Sakın bana bir sapık gibi onların fotoğraflarını biriktirip sakladığını söyleme.” dedim ses tonumda dehşetin emarelerini gizli tutamazken.

Bakışlarım hızlı hızlı gördüğüm fotoğraf karelerinde dolanırken istemsizce nefesimi tutmuştum. Gördüğüm suretlerin kimisi net kimisi flu bir haldeyken anladığım tek bir şey vardı ki o da ‘bu benzerlik akıl alır gibi değil’ dedikleri benzerlikti.

İki farklı kişi oldukları belli olan ama farklı zamanlarda ikizlermiş gibi duran iki kadının bakışları aynada gördüğümden farklı değildi. Gece karası saçlar ve hemen hemen aynı olan beden ölçüleri bu işi iyice çetrefilleştirirken işin en can alıcı kısmı oldukça benzer olan suret hatlarıydı.

Aden Sancaktar sanki Ayza Sancaktarın ikiz kardeşi gibiydi ve bende onların kayıp üçüzleriydim. Bu nasıl mümkün olabilirdi?

Her ne kadar fotoğraflarda çok belli olmasa da göz renkleri de birbirine oldukça yakın olan bu iki kadınla olan ortak noktalarım kendi öz annemle olandan fazlaydı.

“Şimdi anladın mı çocuk?” dedi sadece sakince fotoğrafları inceleyişimi izleyen adam.

Hayır, anlamamıştım. Derdi neydi bu adamın? Beni öldürecekse bunu neden şimdi yapmıyordu?

“Benden ne istiyorsun?” dedim tane tane. Sonunda bakışlarımı kucağımdaki fotoğraf albümünden çekmiştim ama sık sık oraya kaymalarına engel olamıyordum.

“Sancaktarların içinden onlara büyük bir darbe vurmanı istiyorum. Onların bitmesini değil, yavaş yavaş çürümelerini izlemek istiyorum. Günden güne eridiklerini bilmek değil, bunu hissetmek istiyorum!”

Karşımda akıl hastanesinden kaçmış bir deli varmış gibi baktım ona. Kubat’ın iyi olmadığını biliyordum ama sanırım bugüne kadar işin ciddiyetini gerçekten de tam anlamıyla anlamamıştım.

“Senin tedavi olman gerek.” dedim yaşadığım dehşeti kendimde gizli tutmaya çalışırken.

Benim şu anda burada olmamam gerekiyordu. Ares neredeydi? Neden bir türlü bulamamıştı beni?

“Yanılıyorsun!” Bir anda gürleyerek oturduğu yerden doğruldu. İşaret parmağı öfkeden mi yoksa yaşlılıktan mı bilinmez bana doğru sallanırken titriyordu.

“Sancaktar erkekleri kalleş! Onlar hiçbir şey hak etmiyorlar! Onların soyu bozuk! Aklım almıyor nasıl olurda Ayza hep onlara denk gelir? Nasıl!”

Ayza bir kişiydi ve o da öleli yıllar oluyordu. Doğrusu öldüreli, kendisi tarafından. Karşımdaki adamın aklı yerinde değildi. Sanrılarla yaşıyor gibi bir hali vardı. Ayza’nın sürekli Sancaktarlara denk gelmesinin mümkünatı yoktu. Bahsettiği kişiler Aden ve bendik. Ayza’ya olan benzerliğimiz karşımdaki adamın sanrılarını besliyor gibiydi. Bu hiç iyi değildi.

“Aden ya da ben fark etmiyor, biz Ayza değiliz.” dedim öfkesini körüklememek adına hala daha sakince oturduğum yerden aynı sakinlikle konuşarak. Ama bu hiçbir işe yaramadı. Bana doğru hırçın bir adım atarken bağırmasını sürdürdü.

“Benden bir Ayza alanlar nasıl olurda birden çok Ayza’ya sahip olabilir çocuk?! Ne yaparsam yapayım yetmiyor! Ayza bana geri gelmiyor ve Ayza bana geri gelmedikçe onlara yeni Ayzalar ekleniyor!”

Şu anda ne dersem diyeyim karşımdaki adama bir etkisi olmayacaktı. Onu ilk gördüğüm zamandan beri üzerinde olan dingin ve ağır tavrı buhar olup uçmuş gibiydi. Her zamanki kontrolü onda değildi.

Artık dayanamıyormuş gibi suratını buruşturarak bana baktı ve hızla arkasını dönerek az önce kalktığı koltuğuna geri oturdu. Bunu yaparken eliyle yaptığı basit bir hareketle yanımda bir anda bir adam belirdi ve kucağımdaki albümü çekip aldı ellerimden. O ne zamandır odada bizimleydi?

İyi değildim! Hem de hiç iyi değildim! Ares’i istiyordum.

“Ah çocuk, ah!”

Albümün gidişiyle dizlerimde hissettiğim o ağır boşluğu ellerimi sertçe bastırarak kapatmaya çalıştım. Olmuyordu. Bunu başından beri zihnimden uzak tutmaya çalışıyordum ama sanırım artık başaramıyordum. Korkuyordum!

Dolmak için an kollayan ama asla izin vermediğim bakışlarımı nefesimi tutmuş bir vaziyette karşımdaki adama diktim. Sanki bir nefes alsam o bir anda üzerime atılarak nefesimi kesecekti.

“Sana Demiröz’ün oğlu ve torunu için Aden’i nasıl harcadığını ama hesaba hiç beklemediği bir anda oğlunun nasıl katılarak planlarını yerle bir ettiğini anlatayım. Aslında onların Ayza’yı nasıl hiç hak etmediklerini sende anla.” dedi sanki az önceki çıldırmış gibi olan adam o değilmiş gibi onu ilk gördüğüm günkü dingin ve ağır tavırlarına geri dönerek.

Neler oluyordu? Üzerimde olan ısrarcı bakışlarına tezat herhangi bir mimik bile yapmadım. Israrcılığını sürdürdü.

“Kahveni nasıl alırsın?”

Şu anda beni zehirliyor muydu bilinmez içimden bir ses fırtına öncesi sessizliğin artık son bulduğunu söylüyordu.

Yine bir cevap vermedim. Az az aldığım ama ciğerlerime asla yetmeyen nefeslerden içim yanarken ben öylece oturmama devam ettim.

“Pekâlâ hikâyenin aslını dinlemeye hazır mısın? Sana önce Demiröz’ün Ares’i kurtaracağım diye daha doğmamış diğer torununu nasıl gözden çıkardığını anlatmakla başlayacağım.”

*** 

26 Haziran Cumartesi günün ilk saatleri.

ARES SANCAKTAR.

“Bu siktiğimin evinde herkes evin içerisindeyken nasıl olurda bu kadar güvenlik açığı olur amca?! O kadar koruma bir anda nasıl ortadan kaybolur? Ne işler çeviriyorsunuz yine bana karşı?”

Öfke. Çaresizlik. Kabullenmeye karşı isyan. Güvensizlik.

Kurtlar sofrasının bu ailenin yanında daha güvenli kalacağının saçmalığında delirmeme ramak kalmıştı. Aklım yerinden oynamış gibiydi! Hata yapmıştım. En başında Lavinia’yı aldığım gibi gitmeliydim. Hep aklımda olan o yok olma planını uygulamaya geçirmeliydim.

Saatlerdir Lavinia’ya ulaşamıyordum. Yoktu! Biri, yakalarsam ırzını sikeceğim o orospu evladı, onu benden almıştı.

Hayır hayır! Onu benden kimse alamazdı. Biri bir şekilde onu benden almaya çalışıyordu ama buna asla izin vermezdim. İkinci kez olmazdı. Artık altı yaşında değildim.

“Biraz sakin ol oğlum. Her yere saldırarak Lavinia’ya ulaşamazsın. Onu bulacağız ama biraz metanetli olmamız gerekiyor.” diyen adama şaşkınca baktım.

“Sikerim metanetinizi! Siz benimle taşak mı geçiyorsunuz?”

Hırsla saçlarımı çekiştirdim. Öfkemin hedefi asla kendim değildim ama içimde kaynayan orantısız güç bir şekilde bir yerlerden çıkıyordu.

“Ahmet!” diye gürledim.

Demiröz’ün evinden Lavinia’nın olmadığını fark ettiğim beşinci dakikada ayrılmıştım. Şu anda şirketteydim. Riva’daki evimize gidemezdim çünkü konum olarak orası her yere uzaktı ve Lavinia’sız oraya gidecek cesaretim yoktu. Çok değil daha dün sabah işe gitmek üzere oradan beraber ayrılmıştık ve her zamanki gibi evimize yine beraber geri dönecektik.

Benimle birlikte amcam ve Bars gelirken Tamer, yengem ve Tamay’ı kendi evlerine götürüp soluğu burada almıştı. Demiröz gelmeye bile yeltenmemişti. Bu iyiydi çünkü benden ne kadar çok kişi uzak olursa işlerime o kadar köstek olamazlardı.

Ahmet nefes nefese bir halde koşarak odamın içerisine girdiğinde doğruca ona yöneldim.

“Bana bir şey söyle?” dedim sadece. Fazlasına mecalim yoktu. Ses tonum hala daha fazla yüksekti.

“Abi hala daha İstanbul sınırları içerisindeler. Az kaldı bulacağız yengeyi.”

Gerçekten benimle dalga geçiyorlardı!

“Lan kaç tane dingil bir kızı bulamıyorsunuz nerede bu kız?! Defol, bana Lavinia’yı bulmadan gelme! Sizin de yapacağınız işi sikeyim!”

Ahmet karşısında gürleyen halime tek kelime etmeden kısa bir baş hareketiyle odadan geldiği gibi çıkarken içimdeki öfkeden nefes nefeseydim.

Şimdi neredeydi, ne haldeydi dahası yaşıyor muydu? O son soru damarlarımdaki tüm kanı çekerek yerinde kezzap akıyormuş hissi yaratıyordu.

“Ares bu öfkeyle ilerleyemezsin. Az sakin ol dostum, bulacağız.”

Bars’a belki de şu zamana kadar atmadığım bir bakış attım. O anında anlaması gerekeni anladı ve bir adım geri çekildi.

“Benim Lavinia’yı bulmam değil en başında onu kimseye vermemem gerekiyordu! Nasıl aldı o puşt onu o evden? Ama herkes bir dursun! Ben Lavinia’yı bir bulayım herkes görecek dünya kaç bucak. İlk dedemden başlayacağım bir siki tutsa kıyamet kopacak sanki bir boku beceremiyor!”

Akıl alır gibi değildi. Her şey iyiydi. O daha birkaç saat önce kollarımın arasındaydı. Ona çay faslından sonra evimize gidelim demiştim ama o kahveye de kalmak istemişti. Kıramamıştım. Keşke kırsaymışım.

O her ne kadar pek yansıtmasa da ailemle, ailemden geriye kalan insanlarla, vakit geçirmeyi seviyordu. Farkında değilim sanıyordu ama beni de özellikle o ortamlarda tutuyor ve ailemden tamamıyla kopmamı kendince engellemeye çalışıyordu.

Siktir! Onun kendi ailesinden kimse kalmamıştı ve o benimde aynısını yaşamamı istemiyordu.

Yanılıyordu. Onun aksine o benden kopmadıkça ben asla öyle bir şey yaşamazdım çünkü benim şu anda sahip olduğum tek aile oydu.

Şimdi o benden koparılmış mıydı?

Lavinia’nın korktuğu başına gelmiş miydi? Ailesiz mi kalmıştım?

“Dedem ne alaka şimdi burada? O da dedi evde hiçbir şeyden haberi yokmuş adamın. İçeride hainin olduğunu bilmezken nasıl bir şey yapabilirdi?”

Tamer, ailenin sikim avukatı. Yanlış meslek seçimiyle İnsan Kaynakları okumuş. Hayattaki tek yanlışı bu olmadığından bir sikimin farkında değil.

Aslında şu anda beni en çok onun anlaması gerekirken takındığı bu absürt tavır canımı daha çok sıktı. Belki de şu dünya üzerinde şu anda beni anlayacak tek insan oydu ama o da anlamamayı tercih ediyordu. Bunun nedeni oldukça açıktı.

Kurtlar sofrası daha güvenilirdi.

“Ahmet!” diye tekrardan gürledim. Nefes alamıyordum. Şu anda yanımda Lavinia’dan başka kimseyi görmek istemiyordum.

“Buyur abi?” diyerek yine nefes nefese yanıma gelen adamıma baktım. Ona yalnızca bir baş işareti vererek hareketlenirken doğruca şirketin çıkışına yöneldim. Arkamdan bana seslenen insanlar umurumda değildi.

“Bana Lavinia’ya ulaşabilmem için verebileceğin en yakın konumu ver. Grup 1’le çıkıyorum. Sen diğer grupların başında aramanı sürdür. Gerekirse sokak sokak gezin, tüm kapıları tek tek çalın umurumda bile değil. Lavinia’yı bulacaksınız!”

Aksi mümkün değil, aksi ihtimal dahilinde bile değil.

Aksi yaşam dahilinde değil!

*** 

LAVİNİA ARAL.

Güneşin tekrardan gökyüzüne hâkim olma savaşını kısık gözlerle izliyordum. Verdiği savaşta hala daha etrafta olan karanlığa yaydığı kızıllık kurumuş göz bebeklerimi yakıyordu.

Canım yanıyordu.

Şu anda mutlu olmam gerekiyordu çünkü güneşin ilk ışıklarında canım adamıma geri götürülüyordum ama ben hiç mutlu değildim. Ortada benlik hiçbir şey olmamasına rağmen neden kendimi mahcup hissediyordum? Sanki Ares’le karşı karşıya geldiğimizde onun âşık olduğum suratına bakamayacak gibiydim.

Öğrendiklerim ve onlarla ne yapacağını bilmeyen benliğimle sarsılmış bir vaziyetteydim. Fiziksel bir hasar verseler bu kadar sarsılmış olur muydum bilinmez.

Ben daha birkaç saattir bildiklerimle Ares’in yüzüne nasıl bakacağımı bilemezken onlar nasıl yıllardır yüzüne gülebiliyorlardı?

Sanırım hata yapmıştım. Israrla Sancaktar ailesiyle daha fazla vakit geçirmek isterken, bir çay daha bir kahve daha diye diye oturma sürelerini uzatmaya çalışırken.

Özür dilerim sevgilim.

İçerisinde olduğum transit araçta tıpkı ilk bindirildiğim zamandaki gibi tüm ifadesizliğimle oturuyordum. Karşımda Demiröz’ün evindeki hain yerine başka bir adam vardı.

Tüm İstanbul’u turlayarak gittiğim evden yine aynı şekilde geri dönerken aklımda Kubat’ın evinin konumu sapasağlam duruyordu. Zaten o da evinin yerini bilmemem için hiçbir şey yapmamıştı. Kendine özgüveni tamdı bu belliydi ama aynı zamanda gereksizdi de. Çünkü ben o yeri Ares’e asla söylemeyecektim.

Öncelikle öğrendiğim yeni bilgilerle ne yapacağımı ve tüm bunları en az hasarla Ares’e nasıl diyeceğimi bulmam gerekiyordu. Şu anda Kubat en son meseleydi. O da zaten bana bir süre vermişti. Eğer ki bir hafta içerisinde tüm bunları Ares’in öğrenmesini sağlamazsam o şovunu yapacakmış. Aptal bunak!

Üstü kapalı tehdidinde amacı aşikâr bir biçimde ortadaydı. Demiröz’ün köşeye sıkışmasını ve her şeyini bir bir kaybetmesini istiyordu. Bunu da beni kullanarak yapmak istiyordu. Çünkü biliyordu ki öğrendiğim şeylerle birlikte o diğer bunağa giderek hesap soracaktım ve bunu yaparken de Ayza’ya olan benzerliğimle olaya ayrı bir boyut katacaktım.

Kubat’ın sinsiliği gerçekten tüyler ürpertiyordu. Bu işin gittikçe farklı boyutlarını gördüğümden artık ciddi ciddi korkmamak elde değildi.

Yaşadığım stresten midem ağzımda geçirdiğim yolculuğun son saniyesini zorlukla getirirken duran araçtan resmen kendimi dışarı attım. Benim içerisinden inmemle araç tozu dumana katarak gözden kaybolurken bir an olduğum yerde etrafa bakındım. Araca ilk bindirildiğim yerde, sokağın köşesindeydim.

Midemdeki çalkantılar gördüğüm evle daha da artarken vücudum artık stresle başa çıkamayarak kontrolsüz bir biçimde titremeye başladı. Sağlam olmayan adımlarla sokağın köşesine zar zor giderken bir anda ağzıma dolan acı suyla iki büklüm olarak yere çöktüm. Tüm gün ne yiyip içtiysem hiç durmaksızın kusmaya başladığımda avuçlarımı ve dizlerimi bastırdığım yerdeki taşlar canımı ekstra yakıyordu.

İçim çekiliyormuşçasına kusarken gözümün önünde uçuşan benekler işi hiç iyi kılmıyordu. Bugünün stresi öylesine büyüktü ki etkisinin günlerce süreceğine emindim.

Artık midemde bir şey kalmayacak kadar kustuktan sonra bin bir güçle boş öğürmelerimi durdurarak başımı eğdiğim yerden kaldırdım. Bulanık olan görüşümle ağladığımı fark ettim. Güneşin yeni doğuşunun getirisinde sokağın sessizliğinde çok fazla ses çıkartmış olmalıyım ki Demiröz’ün evinden korumaların çıktığını zorlukla sildiğim gözlerimle gördüm.

Adamların sokağı tarayan bakışları doğrudan üzerime düşerken neredeyse hepsinin ağzından aynı anda farklı cümleler çıktı ve ben bunların birkaçını uğuldayan kulaklarımla zar zor seçtim.

“Lavinia Hanım?”

“O burada! Ares Bey’e hemen haber verin!”

“Efendim iyi misiniz? Su getirin!”

“Ahmet Bey’i arayın!”

“Lavinia Hanım beni duyuyor musunuz?”

“Bir yarası var mı?”

Normalde hiç yapmayacakları bir şeyi yaparak bana temas ettiler ve bedenimden çoktan çekilen güç yüzünden beni kendi kuvvetleriyle yerden kaldırdılar.

Her ne kadar bir süre yerde öylece durup soluklanmak istesem de kollarıma giren korumaların bana uyumlu olmaya çalışan adımlarına eşlik ederek eve ilerledim. Daha fazla sokağın ortasında bir yem gibi durmak istemiyordum.

Kubat her ne kadar bana bedenen bir zarar vermese de psikolojik olarak yaşattığı durumun bedenimde yarattığı sancı oldukça sarsıcıydı. Korumaların yüzlerindeki ifadeye bakılırsa gerçekten de kötü gözüküyor olmalıydım.

Kısa sayılmayacak bir sürede Demiröz’ün evinden içeri girdiğimizde ben doğruca banyoya gitmek istedim. Ares neredeydi bilmiyordum ama dışarıda bir yerlerde beni aradığı kesindi, o gelmeden kendime çeki düzen vermeliydim.

Yavaş yavaş kendine gelen idrağımla birlikte etrafımdaki adamların birkaç tanesinin bizim evimizde gördüğüm adamlardan olduğunu fark ettiğimde Ares’in her ihtimale karşı buraya kendi korumalarından bıraktığını anladım.

Siması diğerlerine göre daha tanıdık gelen korumaya dönerek, “Benimle birlikte yalnızca siz kalın. Yabancı birilerini istemiyorum diğerlerini gönderin.” dedim. Buradaki yabancı birinden kastım Demiröz’ün adamlarıydı.

Aslında ben Ares’in korumalarını da istemiyordum. Yalnızca Ares’i istiyordum ama onunla da hala daha ne yapacağımı bilmiyordum.

“Tamam efendim siz nasıl isterseniz. Abiye de haber verdik, yolda. Birazdan burada olmuş olur.”

Vardığımız banyo kapısından içeri tek başıma girerken ardımda kalan korumaya geçiştirircesine bir baş hareketi yaptım. Midem hala daha çalkalanıyordu. Oysaki içerisinde tek bir lokma dahi kalmadığına emindim.

Titreyen bacaklarımla vardığım lavaboyla aynada kendimle göz göze geldim. Bu bir anda yaşamayı beklediğim bir şey değildi. Esmer tenim normaline tezat bir şekilde bembeyazdı. Göz makyajım çoktan akmış, yüzümün diğer bölgelerinde makyajdan eser kalmamıştı. Çok solgun duruyordum. Tıpkı ölü görmüş gibi.

Ölü görmek. Aden ve Ayza... Bu benzerlik nasıl mümkün olabilirdi? Beni doğuran annemle bile bu kadar benzemezken hiç kan bağımın olmadığı bu insanlarla... Çok sorum vardı hem de çok.

Titremesini durduramadığım ellerimle suratıma peş peşe soğuk su çarptım. Akan makyajımı sadece suyla temizleyebildiğim kadar temizledim, ağzımın içini suyla iyice çalkaladım. Yüzüm artık sadece solgunluğun getirisinde bembeyazdı. Saçlarımı üstün körü geriye iterek düzeltirken amansız bir çabayla görünüşümü toparlamaya çalışıyordum.

Ares gelmeden önce toparlanmalıydım. Ne yapacaktım hiçbir fikrim yoktu ama en azından kısa da olsa bir süre kazanmalıydım düzgün düşünebilmek için. Şu anda fazlasıyla dağılmış duruyordum ve bu Ares’i daha da kışkırtırdı. Kim bilir şu an bile ne haldeydi.

İçeride geçirdiğim dakikalar ağır hareketlerimden dolayı çok olurken kapının önünde duyduğum artan seslerle Ares’in geldiğini düşünerek son kez üstümü başımı düzelterek lavabodan çıktım. Ama yanılmıştım.

Kapıyı açmamla karşımda Demiröz’ü görmem bir olurken bir an donup kaldım. Burada yalnızca kalmasını istediğim Ares’in adamlarının yanında duruyor ve onları sorguya çekiyordu. Dahası çekmeye çalışıyordu çünkü adamlardan aldığı net bir yanıt yoktu.

Benim içeriden çıkmamla odağı doğrudan bana dönen adamla bir an ne yapacağımı bilemedim. Biraz olsun enerjim olsa üstüne atlar ve onu elimden geldiğince hırpalardım.

“Neler oldu hemen anlat?” Emir veren tavrına kıstığım bakışlarımla bakarken sessiz kalmayı tercih ettim. Akıl alır gibi değildi ama bir insan nasıl olurda kişisel hırslarına yenilerek ailesini harcayabilirdi?

Bu hareketi ilk babamda gördüğümde de hiç anlamlandıramamıştım. Demek ki tek sorun babam değilmiş. İnsanlığın genelinde bir bozukluk varmış.

Üzerinde olan dik bakışlarıma tuhaf bakışlar atarak karşılık veren adam çok değil birkaç saniye içerisinde bir aydınlanma yaşadı. Hızla bakışlarındaki ifade değişirken bana doğru bir adım attı.

“Ne anlattı sana Kubat?”

Bu kez ifadesiz kalamadım. Kaşlarım hayretler içerisinde havalandı. Beni alıkoyanın Kubat olduğundan nasıl olurda bu kadar emin olabiliyordu? Ya da sorumu şu şekilde değiştiriyordum: Kubat’ın bana anlatacak bir şeyi olduğunu nereden biliyordu?

“Lavinia!”

Bir anda dışarıdan gelen gür sesle yaşadığımız tuhaf bakışma hali son bulurken derin bir nefes aldım. Onu görmeden sesini duymak bile benim için şükür sebebiydi.

Benim bakışlarım bulunduğumuz koridorun girişine kayarken görüş açıma girecek olan adamı büyük bir sabırsızlıkla bekledim. Bedenim sinesine sığınmak için can atarken vücudumda canımı acıtan bir sızlama hissettim. Vücudumun her bir uzvu canım adamıma kavuşarak yaşayacağı o rahatlama için alarm veriyordu resmen.

Demiröz benim aksime Ares’in sesini duyduğu anda çok daha farklı bir moda girerken hızla soluğu dibimde aldı.

“Ona hiçbir şey anlatmayacaksın! Ne duyduysan hepsi yalan, bir kurmaca! Ares hiçbir şey öğrenmeyecek!”

Resmen kulağıma tıslanan kelimelerin idrağına varamadan koridorun girişindeki hareketliliğe döndüm. Ares sonunda gelmişti. Onun koridora girmesiyle eş zamanlı Demiröz’de benden uzaklaşırken sesli bir soluk verdim.

“Lavinia?”

Harelerime değen elalarla her bir uzvumun aradığı o huzura kavuştum. O daha kollarını bana sarmadan, kokusuyla beni çevrelemeden bile tek bir bakışı, tek bir seslenişiyle bunu başarmıştı.

Çok değil üç saniye içerisinde beklediğim kavuşmaya ulaşırken bende kollarımı dibimde nefes nefese soluklanan canım adamıma sardım.

“Aklım çıktı! Aklım çıktı, nefes alamıyorum sandım!”

Saçlarımın üzerinde kıpırdanan dudaklardan dökülenleri bir tek ben duyarken hala daha yanımızda duran ve bakışlarını üzerimde tutan adamla göz göze geldim.

Ares’e kavuşmamla anlık olarak akıştan kopan benliğim bir titremeyle kendine geldi. Aklıma dolan şeylerle birlikte bakışlarımı kaçırdım.

Şimdi ben ne yapacaktım?

-BÖLÜM SONU-

Bölümü nasıl buldunuz?

Lütfen bol bol etkileşim bırakalım. Varlığınızı hissetmek istiyorum.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın!

Bölüm : 23.02.2025 01:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...